NUMUNE ŞAHIS

By Fatma_Zehra446

7K 1.6K 284

Her şey eski taş binaya adımını atmasıyla başladı. İşini çok seven bir gazeteci Numune Şahıs. Çalışmak için b... More

NUMUNE ŞAHIS-1
SEYYAR SATICI-2
KARANLIKTA AÇIK IŞIKLAR-3
FESLEĞENLER VE SİNEKLER-4
SAYGIN BİR BEY-5
KAYIP İLAN-6
İNŞAAT ÖNCESİ ÖDÜL MERASİMİ-7
İKİ SEÇENEK-8
KARMAŞIK İLAÇLAR- 9
KAZA SONRASI NORMALLİK-10
DÖNEN FENOMEN-11
VATOZ FELSEFESİ-12
İNCİR Mİ ADASI-13
ANTİKA MI PIRLANTA-14
KAĞIT KALİTESİ-15
ÇORAP SÖKÜĞÜ-16
MEMURA HAP-17
ÇİÇEK KAPISI-18
YÜKSEK VE KORKAK-19
İYİ ÇOCUK AMA KORKUT-20
KÖTÜ İZLER-21
MAHZENDE DENGESİZLİK-22
ŞAHIS AİLESİ-23
ALIŞMAK HEM DE ÇABUK-24
İMAMI KAÇIRMIŞLAR-25
HESABI KAPATALIM-27
GELENLER-28
KANLI SİLAH-29
YEŞİL LAZER-30
VEDA ÖDÜLÜ-31
GEÇMİŞE YOLCULUK-32
FİNALDEN SONRA OLMAZSA OLMAZ KONUŞMA
NUMUNE ŞAHIS - 2. KISIM
ZAMANE KORSANLARI - 1
DENİZANASI KUCAĞI- 2
KAPTANIN OYUNU- 3
GÜVERTEDE AKŞAM YEMEĞİ- 4
KONUM; ZAGAZİG- 5
YILAN VE HAMSTER -6
DÜRBÜNLERE KAST - 7
GÖKYÜZÜNDEKİ KUBBE - 8
TAZE LİMON - 9
UZAYLI AYİNİ - 10
MANYETİK MAKARALAR - 11
ALTIN TOZLU ÇORBA -12
KİMYA SİHİRBAZI - 13
KİLİMLERE ÖZGÜRLÜK -14
KARANLIK ESARET -15
NUMUNE ORMANI - 16
İHANET KELEPÇESİ - 17

BEKLENEN İHTİMAL-26

123 36 1
By Fatma_Zehra446

Küçük kamyonetin arkasına yatar pozisyonda saklandık. Kısa sürede de araç hareket etti. Üstümüze örtülü olan mavi muşamba, ısınmamıza ve gizlenmemize yardımcı oluyordu. Kamyon taşlı yollara girince sarsılsak da benim için çok farklı bir deneyimdi. Midemin bulanmaya başlamasından şikayetçi değildim. Arabasına bindiğimiz kişi, imamı kaçıranların yakın akrabasıydı. Nigar'ın tahminine göre şu anda onların yanına gidiyorduk. Jandarma kayıtlarına bakılırsa şehir dışına çıktıklarına dair bilet ya da kamera kaydı yoktu. Saklanan diğerleri gibi gözümüzün önündeydiler.

Telefonlarımızı titreşimdeydi. Yol aldıktan kısa bir süre sonra cebimde titreyen telefonu elime aldım. Geldiğimden beri her günün akşamında olduğu gibi yine annem arıyordu. Şimdi cevap versem sesimin duyulma ihtimali vardı. Fısıltıyla konuşsam da şüphelenirdi. Sonra arayıp, müsait olmadığımı söyleyecektim. Dikkat çekmeyen hareketlerle telefonu cebime koydum.

"Yokuş çıkıyoruz" dedi Nigar. Aşağıya doğru kaymaya başladığımızda ben de fark etmiştim yokuş çıktığımızı. Mide bulantım da artıyordu. Yavaşça mavi muşambadan dışarıya burnumu çıkarttım. Rüzgar fazlasıyla sert esiyordu. Temiz havayı içime çektiğimde ısı değişimi burnumu sızlattı. Şoför şimdiye kadar hiç durmadan sürmeye devam ediyordu. Yaklaşık bir saatlik sırtlarımızı ağrı içinde bırakan yolculuğun sona erdiğini, yine sarsıntılı bir yavaşlamayla durduğumuzda anladık. Mısır taneleri içimde hareketli bir dansa kalkmıştı.

Adam kamyondan idi ve sertçe kapıyı kapattı. Büyükçe bir poşet vardı elinde. Nigar'ın da dediği gibi yiyecek bir şeyler getirmiş olmalıydı. Birkaç dakika sonra kapı açıldı, farklı sesler geldi kulaklarımıza. Kapı kapandığında birbirimize baktık ve üstümüzdeki muşambayı kaldırdık. "Sanırım fıtık oldum" diye söylendiğimde Nigar karşıya odaklanmış sessizce duruyordu. Baktığı yere baktım ben de. Fazlasıyla yüksek bir dağ başındaydık. Zifiri karanlığı aydınlatan yıldızlar kandil gibi asılmıştı göğe. Bulutların beyazı daha belirgindi. Şehrin ışıklarında kaybolmamıştı hiçbir şey. Sessizce seyredilip hayran olunacak bir manzaraydı gerçekten.

"Buradan hoşlanmıyorum!" Huzursuzca bana bakıp aşağıya atladı. Uyuşmuş sırtımı tutarak onun kadar olmasa da ben de sessiz bir atlayış yaptım. Arkamızda kalan tek katlı ev çevredeki tek evdi. Yolumuzu aydınlatan bir ışık da olmadığından varsa da göremezdik zaten. Hissedilebilir yağmur damlaları yoktu ama ıslanıyorduk. Yoğun bir sis vardı.

"Biraz karanlık ve kasvetli ama gündüz çok güzel olacağından eminim. Neden sevmiyorsun ki?" Sesimi alçak tutmaya çalışarak yanına gittiğimde yolun kenarından geri dönüyordu. Vahşi hayvanlar nedeniyle de rahatsızlık duyuyor olabilirdi tabi. Parmağıyla arkasında kalan yolu işaret etti. Dikkatle baktığımda anlamıştım huzursuzluğunun sebebini. Yolun kenarı göz alabildiğine uçurumdu. Yüksekten korkmayanı dahi ürkütecek cinstendi. Gecenin kasvetine eşlik ediyordu sanki.

Arabanın yanından geçip evin kapısına geldik. Herhangi bir plan yoktu. Kapıyı çalacak ve içeriye girecektik. Aynı yerde yaşayan ve birbirlerini tanıyan insanlardı. Nigar onların kendisine zarar verebileceğine inanmıyordu. Ben kimseyi tanımıyordum, güvenecek ya da korkacak halde değildim. Her ihtimale karşı kapının kenarında duran odunu elime aldım. Nigar halime gülüp kapıyı tıklattı. İçeride bir hareketlilik olduğunu duyabiliyorduk. Fazladan bir misafir beklemiyor olmalıydılar.

"Kim o!" dedi tanımadığım bir ses. Nigar tekrar tıklattı kapıyı. Sesini duyarlarsa açmayabilirlerdi. İçerideki sabırsız sesten tekrar aynı soruyu duyduk. Nigar hareketini yineleyince hızlıca açılan kapının ardından, bir tüfek göründü. Namlunun ucunda Nigar vardı. Ben kapının kenarında olduğumdan hedef alınmamıştım. Polisliğin verdiği alışkanlıkla elini beline attı ama aradığı şey orda yoktu.

"Benim Halit, indir tüfeği!"

"Nigar abla?" Adam hayret içindeydi. Namluyu yavaşça indirdi. Kapının önünde öylece bekliyordu. "Sen nasıl geldin buraya?"

"Ozan sağ olsun!" İkisi birlikte içeriye baktılar. Halit dediği kişi arkadaşının dikkatsizliğine sinirlenmişti. "İçeriye almayacak mısın bizi?"

"Abla sana saygım sonsuz ama... olmaz."

"Gecenin bu vakti nereye gidelim Halit? Araba da yok." Kızmadan gayet normal bir şekilde konuşuyordu karşısındakiyle. Halit başını yere eğmiş olsa da pek güvenemiyordum ona. Elimde tuttuğum odunu bırakmaya niyetli değildim.

"Başka biri var mı?" Kapıdan başını çıkartıp etrafa bakındı. Bu karanlıkta ne görecekse? Yalnızca bizim olduğumuzu söyleyince, biraz tereddütten sonra dağ evinin kapıları bize açıldı. İçeriye girdiğimizde sobanın harlı sıcağı, bir anne edasıyla kucakladı bedenlerimizi. Kendimi salmamaya kararlıydım. Eli kolu bağlı bir imam ve rızası olmaması muhtemel bir kız olabilirdi içeride. Ozan şaşkın ve mahcuptu hala. Varlığımıza inanamıyor gibi bakıyordu. Halit bizi salona davet ettiğinde Nigar elimdeki odunu bırakmamı işaret etti. Silahı yoktu, kafasına tüfek dayamışlardı ve hala sakindi. Başımı salladım olumsuz anlamda. Gençlerin gösterdiği yere doğru yürüdük.

İçeriye girdiğimde hiç de beklemediğim bir manzara karşıladı beni. Sarığı başında imam, dürüm yaptığı lahmacunu ısırırken, karşı koltukta oturmuş bir kız da ayran içiyordu. Ortadaki masada iki bardak daha vardı. Rızasız kimse yoktu. "Yemek yiyorduk, haydi oturun da beraber yiyelim." Ozan eliyle sofrayı gösterdiğinde Nigar da benim kadar şaşkındı.

"Siz... ne yapıyorsunuz burada?" Hepsi birbirine baktı, sonra da başlarını eğdiler. Lahmacun güzel kokuyordu ama odaklanmamız gereken şey olayın göründüğünden farklı olmasıydı. Halit genç kızın yanına oturdu. Ozan da hocanın yanına oturdu. Biz ayakta birinin bize olayı anlatmasını bekliyorduk. İmam ağzındaki lokmayı iyice çiğneyip yuttuktan sonra boğazını temizledi. Yerden başını kaldırmadan anlatmaya başladı.

"Gençler evlenmek istemiş. Bana geldiler önce, ailelerin rızası olmadan olmaz dedim. Sonra benim rızam olmadan beni buraya getirdiler. Bekliyoruz şimdi..." Adamın haline acımıştım. Gençlere nasihat vermek isterken dağa götürülmüştü. Nigar da derin bir nefes aldı.

"Bakın gençler, aileleriniz fazlasıyla gergin. Yaptığınızın doğru olmadığını biliyorsunuz siz de. Bu iş böyle olmaz."

"Ama bize izin vermezler!" diye atıldı genç kız. Odunu yavaşça elimden bırakıp koltuğun yanına koydum.

"Eğer şimdi eve gitmezseniz ve olayı konuşarak halletmezseniz olayın seyri değişecek. Geri dönüşü olmayacak. İmamı da rahatsız etmeyin daha fazla."

"Zaten çok mahcubuz." Halit başını eğdi tekrar. Gençti, fevri bir davranış sergilediğinin farkındaydı yine de. Bulunduğu durumdan o da memnun değildi, görebiliyorduk şimdi daha net bir şekilde. Hataya düştüğünü kabul ettiğinde eve dönecekti.

"O zaman dönüyoruz değil mi?" Sorduğum soruya karşılık kimse olumlu bir cevap vermemişti. Kararlılıklarını tetikleyen bir korkuları vardı.

"Olmaz, izin vermezler bize."

"Halit ben polisim. Seni temin ederim her anda yanında olacağım. Güvenli bir şekilde eve dönebilirsiniz." Kısa bir süre düşündüklerinde Nigar'ın güven verici konuşmasına başlarını salladılar. İmam da derin bir oh çekti. Ozan yerinde kıpırdandı. Olay tatlıya bağlandığı için sevinmesi gerekirken yüzü asıktı.

"Nigar abla... ben biliyordum ya şeyi... yani bana bir şey... aramızda mı kalsa?" Halit ve genç kız aynı anda dişlerini sıkarak konuştular;

"Sen sus Ozan!"

***

Öğle vaktine aldığım bilet için hazırlıklarım tamamdı. Bana fazlasıyla misafirperver davranan aileye teşekkür ettim. Onların yaptığı gibi ben de onları misafirliğe davet ettim. Nigar terminale kadar benimle gelecekti. Gerek olmadığını söylesem de ısrarına daha fazla direnemedim. Birkaç parça kıyafetle geldiğim çantamda, reçel ve köy peyniri vardı. Nigar İstanbul'a gelmemekte kararlıydı. "Henüz zamanı değil" dediğinde ona anlayış gösterdim.

Otobüsün kalkma saati geldiğinde son kez sarılıp vedalaştık. En kısa zamanda geriye dönmesini söyledim. Önemli bir şey olmadıkça memlekette kalmaya devam edeceğini söyledi. Onu bir daha ne zaman göreceğimi bilmeden arkamı dönüp hareket etmeye hazırlanan araca bindim. Merhametli, akıllı ve iyi bir arkadaştı. Birlikte geçirdiğimiz birkaç gün bana çok iyi gelmişti. İyi şeylerin kötü yanıysa elbet bitiyor olmalarıydı. Bu da bitmişti. Büyük camdan Nigar'a el salladım. O da bana karşılık verdi gülümseyerek. Yeni bir veda daha eklendi hatıralarıma.

***

Eve vardığımda saat gece yarısına geliyordu. Kimseyi uyandırmadan doğruca odama gittim. Saatlerdir oturuyor pozisyonda olmak beni fazlasıyla yormuştu. Kemiklerim birbirleriyle savaşa girmişlerdi sanki. Çantamı ve montumu bir kenara atıp üzerimi değiştirdim. Günlerdir ayrı olduğum yatağıma girdim. Yarını düşünmeden uykuya daldım.

***

Annem kaseye koyduğu reçelin tadına bakarken bir yandan da Nigar'ı ve ailesini övüyordu. Anlattığım kadarıyla misafirperverliklerini beğenmişti. Tanışmak istiyordu hatta. Biz gençler karmaşık dünyalarımızdaki buhranlarla meşgulken buna izin veremezdim tabi. Babaannem birkaç gün sonra gidecekti. Her vedadan sonra diğerine fazla tepki göstermeyeceğim desem de boşunaydı. Her veda farklı etkiliyordu beni.

Mutfaktan çıkıp salona geçtiğimizde vakit öğleye yaklaşmıştı. Şimdiden sıkılmaya başlamıştım. Sabahları uyku tutmuyordu, yorulmadığım için de geceleri uyuyamıyordum. Bilgisayara bakınca gözlerim kızarıyordu, bakmayınca sıkılıyordum. Aklım hep dışarıdaydı ama kendimi cezalandırır gibi dışarıya çıkmak istemiyordum. Babamla gündem yorumları yapmak bile vaktin geçmesine yaramıyordu. Verda yeni atölyesi için araştırma yapıyordu sürekli. İnternet üzerinden çalıştığı için belirli vakitlerde görüşebiliyorduk.

Babaannemin eksikleri hakkında zihninden hazırladığı listeyi kontrol eden annemi izledim bir süre. Oturduğum koltukta, elim yanağımda bir buz gibi eriyordum sıkıntıdan. Tartışacağım bir abim bile yoktu evde. Zaten son zamanlarda bana karşı epey yumuşak davranıyordu. İstesem bile kavga edemezdim. Yerimden kalkıp odama gideceğim sırada zil çaldı. Yıllardır değişmeyen melodinin ardındakiler hep değişiyordu. Birini beklemiyorduk. Kendi kendime söylenip, bu küçük heyecanla yetindim. Her kimse apartmana girmiş, daire kapısının önünde duruyordu.

Kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm ve hiç tanımadığım yaşlı adamla duraksadım. Beyaz saçları başının etrafını hilal şeklinde sarmıştı. Gür ve temiz sakalları tombul yanaklarını örtememişti. Orta boylu, göbekli ve güzel giyinmiş bir ihtiyardı. Baştan aşağıya süzmeyi biraz uzun tutmuş olacağım ki boğazını temizledi. Parmağındaki alyans dikkatimden kaçmamıştı. "Hoş geldiniz, kime bakmıştınız?" diyebildim geç de olsa. Adam gülümseyip, tok bir sesle konuştu.

"Sen Numune'sin değil mi? Seninle konuşmak istiyorum. Aslında beni içeriye davet edersen de memnun olurum." Güzel İstanbul Türkçesi ses tonuyla da birleştiğinde ahenkli bir tını oluşturuyordu. Doksanlı yılların televizyonlarındaki tarifi zor tok ton tam da karşımda dururken benimle konuşacaklarını büyük bir memnuniyetle dinleyebilirdim.

"Tabi, tabi buyurun." Kim olduğunu henüz bilmiyor olsam da içinde bulunduğum sıkıntıdan beni kurtarabileceğini düşündüğüm amca ayakkabılarını çıkartıp içeriye geçtiğinde, hızla salondakilere toparlanmalarını işaret ettim. Arkadaşlarımdan birinin gelmiş olacağını düşünüp ayağa kalkmamışlardı ilk zil çaldığında. Şimdiyse geç haber verdim diye bana sitem ediyorlardı. Amcaya salonu gösterdim ve herkese gülümseyerek selam verip babamın gösterdiği yere oturdu. Karşı karşıya oturduklarında ben de babamın yanına yerleştim. Rahat ev kıyafetleriyle oturmuş, konuşacaklarımızı bekliyorduk. Evdekiler kadar habersizdim her şeyden. Yavaş yavaş soyutlanmaya başlamanın verdiği bir sırıtmayla, gömleğinin yakasını düzelten ve konuşmaya hazırlanan ihtiyar adama baktım.

"Ben Behçet Sezer, Mithat Sezer'in babasıyım." Sırıtmam gittikçe büyümeye başlamıştı. "Oğlum bir süredir inatçılık edip işleri boşlamıştı. Yalan yok, umudu kesmiş iflas etmesini bekliyordum. Sonra bu yetenekli kızımız geldi, tekrar canlandırdı gazeteyi. Kendisiyle birebir tanışma fırsatımız olmasa da, hem icraatları hem de torunumun anlattıkları kadarıyla ben Numune'yi tanıyorum sayılır. Son haberden sonra gazetenin adı televizyona bile taşındı ve biz ailecek bu mutlu haber için bir yemek tertip etmek istedik. Ailesinin ve kendisinin de rızası varsa Numune'yi bu akşam yemeğe davet ediyorum." Hipnoz olmuş gibi karşımdaki adama bakıyordum. İçinde bulunduğum durum, birinin benimle alay etmek için hazırladığı bir şakaysa bunu bile mantık çerçevesinde karşılardım. Ama adını yeni öğrendiğim Behçet beyin beni aile yemeğine çağırması en son beklediğim şey bile değildi.

"Kızım! Numune cevap versene yavrum!" Daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Babam yüzüme bakıyor bir cevap bekliyordu. O kararını söylemiş miydi? Duymamıştım ki hiçbir şey. Odadaki herkesin yüzüne bakındım. Öylesine bir bakıştı, görmek için değildi. Kaçma, kovalamaca, atlamaca gibi bir heyecan ararken Korkut'un dedesinin evinde yemeğe davet edilmek daha farklıydı. "Biz olumlu cevap verdik. Sen ne diyorsun?"

***

Radyoda yine hiç duyulmamış şarkılar çalarken, müziği kısıp bir şeyler söyleyen kadının sesi arabanın içindeki tek konuşmaydı. Korkut benim tercihimi sormuş olsa kesinlikle daha fazla sessizlik derdim. Sonuçta biz onunla daha önce birkaç sessiz yolculuk yapmıştık. Şimdi aramızdaki, arkadaşlık da dahil tüm bağlar kopmuşken hiçbir şey söylemiyor oluşundan alınmazdım.

Behçet dedenin teklifini kabul etmiştim. Herkes her şeyin yolunda olduğunu sanıyordu. Ben de öyle yapmak zorundaydım. Akşam için hazırlanmıştım ve Korkut beni almaya gelmişti. Günlük spor kıyafetlerim yerine, dolabımın bir köşesinde duran siyah etek ve diğerlerinden daha ince olan açık kahverengi kazağımı giymiştim. Dağınık gözükmesin diye saçlarımı sıkıca bağlamıştım. Anneme göre böylesi bana daha fazla yakışıyordu. Yüzüm açılıyor, kahverengi gözlerimdeki o meraklı ifade kendini gösteriyordu. Fakat son zamanlarda, o renkten geçenleri birilerinin görmesinden korkuyordum.

Behçet dedenin tarzından anladığım kadarıyla, nostaljik bir beyefendinin evine gidiyordum. Korkut da her zamanki gibi temiz ve düzenliydi. O kibar haline bürünmüştü yeniden. Beni aradığında konuşmak istediği şeyin de dedesinin davet hakkında olduğunu söyledi. Onu en son gördüğümdeki gibi değildi, daha nazikti. Hiç konuşmasak bile anlayabiliyordum soğukluğunu bir kenara bıraktığını. Beni gördüğünde selam vermiş, dedesinden bahsetmiş, rahat olmamı söylemişti. Geç kalınmış bir barışa talipti.

İstanbul'un fazla uğramadığım semtlerinden birine geldiğimizde açılan otomatik kapıdan içeriye girdik. Bahçedeki garajın önünde arabayı durdurdu. Kemerlerimizi çıkartıp arabadan indik. Tanımadığım bir yere girmenin gerginliği vardı üstümde. Nigar'ın evinde günlerce kaldığım aklıma gelince gülesim geldi. Kendimle çatışmak için var olmuştum resmen! "Havada kızıllık var, fazlasıyla da soğuk. Bu gece kar yağabilir." Korkut'a baktım. Dilinden düşmeyen kar, yağsa da rahatlasa diye geçirdim aklımdan. Yanına doğru yürüdüm.

"Çok mu istiyorsun kar yağmasını?"

"Çok..." dedi, tek kelime ağzından nefes olup çıktığında havada kaybolurken. "Yılda bir kez gelir. Belki gelir..." Bir ihtimali sevmesine tebessüm ettim. Korkut'u hep evraklar arasında görmüştüm. Bir kelimenin yanlış yazımı bile gözünden kaçmazken, belki de gelmeyecek olan bir şeyi bekliyor oluşu onun da hayal kurabildiğine delildi. Kar yağdığında, bir ihtimalin gerçekleştiğine şahit olduğunda, yüzünde oluşan ifadeyi görmek isterdim. "Neden güldün? Sen sevmez misin?" diye sordu biraz alınmış gibi. Omuz silktim "belki" dedim.

Büyük bahçeyi geçip, kapının önünde durduk. İçeriden gelen sesler kalabalıkla karşılaşacağımın habercisiydi. Kısa süre sonra kapı açıldı. En başta kendisine dede demem konusunda ısrar eden Behçet dede karşıladı beni. Sonra diğer aile fertleri, Mithat bey de dahil olmak üzere hoş geldin dediler. Seviyeli ve kibar bir karşılamadan sonra büyük salona geçtik. İflas ederken neden kaygılanmadığını şimdi anladığım patronumu süzdüm göz ucuyla. Her zamanki halinin aksine bu gün keyifsiz gibiydi. Ne de olsa ortada bir başarı vardı ve Mithat bey bundan hiç hoşlanmazdı.

Behçet dedenin sohbetine ortak oldum bir süre. Sonra yemeğe geçtik. Hepsi içten insanlardı, konuştukça açıldılar. Korkut'un ablası vardı, o da yakın davranmıştı bana. Aileden kendini soyutlayan iki birey vardı sanırım. Geriye kalan herkes, Korkut'un annesi de dahil gayet nezih insanlardı. Yemek bitene dek gülümsemeyi yüzlerinden düşürmediler.

İkram edilen kahveleri içtiğimizde artık kalkma zamanı gelmişti. Korkut neredeyse on dakikadır yanımızda yoktu. Tek başıma da giderdim ama eve bırakacağını söylemişti. Montumu almak için kalktığımda ablası da bana eşlik etti. Aydınlık holde durduk ve Korkut'a bakacağını söyleyerek gitti. Fazla yer tutmasa da işlevi büyük olan merdivenlerden yukarıya çıktı. Ama kulağıma gelen sesler Korkut'u bulmak için bu kadar uzağa gitmesine gerek olmadığını söylüyordu. Çekingen adımlarla kapısı yarı açık mutfağa doğru yürüdüm. Yanılmamıştım Korkut buradaydı, hatta Mithat bey de.

"Dayı uzatma artık. Halloldu mesele!"

"Hiçbir şeyin hallolduğu yok! Sen de saçma sapan bir peri masalına inanıyorsun."

"Her şey gerçek, hem de hiç olmadığı kadar! Bu Numune'nin gerçeği."

"Bak sen... daha düne kadar Numune'nin başarısını kıskanan Korktu bey neler söylüyor?" Duyduklarımla dünya bir anda ayaklarımın altından kayar gibi oldu. Mithat beyin sinirli kahkahası beni kendime getirmeseydi bacaklarım ayakta durmayı unutacaktı. Elimi kapıya attım, böyle bir evde mutfak kapısının gıcırdama ihtimalini hesaba katmadan tabi. Dayı yeğen aynı anda dönüp bana baktılar. Bense sadece Korkut'a bakıyordum. Ama sadece bakıyordum.

"Numune... bak yanlış anladın."

"Doğru" diyebildim acı acı gülerken. "Ben seni çok yanlış anladım." Konuşacak hiçbir şey olmadığını biliyordum. Hızlıca arkamı dönüp kapıya koştum. Beni uğurlamak için sıraya dizilen ev sahiplerini de o anda fark ettim zaten.

"Bir sorun mu var?" dedi Behçet dede. Bir mi? Bilemiyordum ki; neyin gerçek, neyin yalan, neyin sorun olduğunu ben bilemiyordum.

"Hayır" dedim "her şey yolunda. Korkut'a yorulmamasını söyledim. Ben giderim eve." Dayı yeğen yanımıza gelmişlerdi çoktan. Korkut'un annesi atıldı o sıra.

"Olur mu Numune'ciğim, Korkut bırakır seni. Hem kar yağmaya başladı. Korkut bayılır, seyrede seyrede sürer arabayı." Farkında bile değildim dışarıda olanların. Başımı çevirdim, yalvarır gözlerle beni izleyen adama baktım. İhtimal gerçek olmuştu, niye gülümsemiyordu?

"Her şey için çok teşekkür ederim. Kendinize iyi bakın," diyebildim sadece. Kendimi pek iyi hissetmiyordum. Burada daha fazla durmak istemiyordum. Biraz daha gülmeye zorlarsam, muhakkak ağlayacaktım çünkü. Kısa bir vedanın ardından kapıyı açtım ve Korkut'u beklemeden koşar adımlarla yürümeye başladım. Ardımdaki insanlar bir değişiklik olduğunu fark etmişlerdi belki de. Onlara en fazla bu kadar iyilik edebilirdim.

Kar taneleri burnumun ucuna düşerken, sıcaktan soğuğa geçmenin etkisiyle gözlerim sulandı. Arkamda koşan birinin ayak seslerini duydum. Sonra kapı kapanma sesi geldi kulaklarıma. Daha önce sorgulamamıştım, yüzleşmemiştik belki ama şimdi kalbim öyle kırılmıştı ki konuşmak istiyordum. Sormak istiyordum her şeyi. Korkut içimdeki güveni yerle bir etmişti. Ben de ondan intikam almak için, yılda bir yağan karın tadını çıkartmasını engelleyecektim. Arkamı döndüm hışımla.

"Neden?" diyebildim yalnızca. Benden hoşlanmamış olması, herhangi bir iş arkadaşı gibi görmesi bile bu kadar acıtmamıştı canımı.

"Duydukların... bak öyle değil!" Sinirlerim bozulmuştu, gülmeye başladım.

"Kulaklarım çok iyi duyuyor Korkut bey! Yoksa duyma yetimi de mi kıskandınız?"

"Numune, yanlış anladın açıklamama izin ver!"

"Haberlere çıktığımda, belediyeden hediye aldığımda, sosyal medya hesabımdaki takipçiler arttığında, fikirlerim işe yaradığında, yeniden başarıya ulaştığınızda... Hep kıskandın mı?" Kontrolsüz bir şekilde aklıma geleni söylüyordum. Bunu daha önce yaşadığımda pek de iyi sonuçlar doğurmamıştı. İşin kötü yanı, karşımdaki kişinin konuşması bile beni durduramıyordu.

"Öyle bir şey..." Bir anlık nefes almak için durduğumda Korkut kendini savunmaya geçecekti ki yeniden başladım. Eğer biraz sakin olabilseydim, bir an kendimi durdurup düşünebilseydim ağlardım. İçimdekileri boşaltma konusunda tüm yük dilime kalmıştı. Soğuktan uyuşmaya başlayan ellerimi havada savurup duruyordum sadece. Evden biraz uzakta olmamız, ailenin bizi duymaması açısından faydalıydı. Kendimi tutamayıp sesimi yükselttiğim de oluyordu arada.

"Tek yapabildiğin bahane bulmaktı. Oturduğun yerden emir vermelerin de bu yüzdendi! Teşekkür etmek yerine ufacık hatalarla beni itham etmeni de anlıyorum şimdi. Dayından farkın yok! İkiniz de..."

"Ya yeter!" Hiç beklemediğim anda bağırmasıyla yerimde sıçradım. Nihayet dilimi susturabilmiştim. Zihnim bir anlık karanlığa bürünse de hemen sonra kendime gelip bulunduğum yerin farkına vardım. Behçet dedenin bahçesinde, kar yağarken Korkut'a ağzıma ne gelirse söylemiştim. Çenemin titrediğini bile yeni yeni fark ediyordum. Ben susmuştum ama konuşma sırası Korkut'a geçmişti. Üstelik hiç de sakin değildi. Sözleri en az benimkiler kadar can yakıcıydı. Beklenilen ihtimalin gerçek olduğu akşam, birbirimizden intikam alıyorduk sanki.

"Sen kendini ne zannediyorsun! Ne zaman dinlemeyi öğreneceksin? Ne zaman insanları itham emekten vaz geçeceksin! Yaptığın birkaç sakarlık seni televizyona taşıdı diye mi seni kıskanacağım ben! Haline baksana, sana bakan, adını duyan başarıdan başka her şeyi getirir aklına. Sen burnunun dikine giden, laf söz dinlemeyen, insanların gülüp geçtiği birisin! Seni mi kıskanacağım?" Biz o gece, tüm üzüldüklerimizi yanlış kelimelerin sırtına yükledik.

Korkut, sakin mi olsan annem?

Continue Reading

You'll Also Like

432K 22.7K 50
Her sonun başlangıcı olduğu gibi, benim de biten sonumun başlangıcıydı bu olay... Şans verip, okumadan geçmee:) Hikayedeki karakterler ve ismi geçen...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.6M 98.7K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
3.3M 166K 67
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
AŞK (BERDEL) By ŞEYMA

General Fiction

454K 13.8K 21
Yıllardır düşmanlarının kızına aşık olan Barzan'ın artık hiç ümidi kalmamışken hayatın ona verdiği bir hediyeydi Evin...