ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)

21.7K 1.9K 970
By ozcelikdilaraa

 

Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları

  Pergamon'daki bir gölün kıyısına vardığımızda suyun içine girmek yerine küçük bir tekneyle geldiğimize memnun kalmıştım. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu ve iliklerime kadar donmuştum. Hava o kadar soğuktu ki Rae'nin sıcaklığı bile beni ısıtmaya yetmiyordu.

Dişlerimi birbirine geçirdim, kollarımı kendime doladım.

Önümüzde uzanan şehri tüm yağmura ve rüzgara rağmen seçebiliyordum. Şehirden fazla uzak değildik ama yine de pek de yakın sayılmazdık. Rae'nin gücü hepimizi kavrayıp şehirdeki devasa bir sunağın önüne bıraktığında yürümek zorunda kalsaydım ölebileceğimi düşündüm.

Sunağın merdivenleri o kadar gösterişliydi bir an durup onu incelemekten kendimi alıkoyamadım. Rae sessizce yanıma süzüldü, kollarını omuzlarıma doladı. Onun bedeninin sıcaklığı benimkine aktı. Dudakları boynuma yerleşirken, "Babamın sunağı," diye mırıldandı. "En sevdiği sunaklarından biridir."

Tara da sunağa kısa bir bakış attıktan sonra sırtını ona döndü, şehri inceledi. Sabırsız gözleriyle etrafı süzdü. "Sophia'nın meyhanesi ne tarafta?"

Sorusu üzerine Rae'ye baktım, basitçe omuz silkmekle yetindi. "Sana onun biraz tuhaf olduğunu söylemiştim," dedikten sonra sıcak eli benimkine indi ve yürümeye devam etti.

Yürüdükçe kuruduk, yağmur damlaları bize ulaşmaz oldu. Bunu hangisinin yaptığına emin değildim ama minnettardım. Gerçekten ıslanmaktan nefret ediyordum ve bu beni sanki yeterince huysuz değilmişim gibi daha da huysuzlaştırıyordu.

Dikkatimi ilk çeken şey şehrin inanılmaz bir düzene ve temizliğe sahip olduğuydu. Öyle ki yağmura rağmen kıyafetleri çamura batmış ya da lekelenmiş tek bir insan görmek bile mümkün değildi. Herkesin cildi sağlıkla parlıyor, acelesiz tavırları her hareketlerinden belli oluyordu.

Bu insanlar mutluydu.

Meyhanenin önüne geldiğimizde Rae durdu, dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. "Önceki hayatında seninle hiçbir zaman oturup bir şeyler içememiştik," dedi. "Sadece bir keresinde beni geneleve kadar takip etmiştin, o kadar."

Sözleri beni şaşkınlığa uğrattı, elimi elinden çektim. "Geneleve mi gidiyorsun?"

Rae kahkaha atarken Tara memnuniyetsiz bir tavırla ikimizi de süzdü. "Öyle bir şey değildi arsız ölümlü," derken sesinde gizleyemediği bir keyif vardı.

Tara boğazını temizledi. "Şu an en son isteyeceğim şey sizin aranızdakileri dinlemek." Ahşap kapıyı eliyle iterek açtı. "Buraya ne için geldiğimizi hatırlayın."

Rae'ye baktım ama yine de bunun üzerinde fazla durmadım. Hatırlamadığım bir şey için ona kızmanın saçma olacağını çok iyi biliyordum.

İçeri girdiğimizde şehrin tüm kirinin nerede olduğunu da anlamış oldum. İçerisi öksüren, baygınlık geçiren insanlarla doluydu. Ama yine de ellerindeki biraları içmeye devam ediyor, yanlarındakilerle konuşacak gücü kendilerinde buluyorlardı. Kadınlar ve erkekler masaların arasında dolaşıyor, misafirlere dokunuşlarını sunuyorlardı. Hatta büyük bir kısmı basit bir dokunuştan çok daha fazlaydı.

Rae'ye, "Gittiğin genelevde buna mı benziyordu?" diye sordum ama cevap vermek için ağzını açtığında elimi havaya kaldırıp onu durdurdum. "Hayır, bilmek istemiyorum."

Boş masalardan birine oturduğumuzda genç bir adam bize sormadan önümüze üç kupa bıraktı, bana hafifçe gülümsedi. "Hizmetinizdeyim."

Rae de adamın gülümsemesine karşılık verdiği. "Aklından bile geçirme. Ona dokunacak olursan seni Tartarus'un en derin çukurlarına yollarım ve bunu yapmadan önce ellerini en uygun yerlerine sokarım."

Adamın gözleri korkuyla büyüdü, boğazını temizleyerek yanımızdan uzaklaştığında gülüşüme engel olmamıştım.

Rae bana yan bir bakış atıp kupayı elime tutuşturdu. "İç, sıradan bir bira değil," dediğinde dediğini yaptım. Acı arpa suyu boğazımdan aşağı kayarken gözlerim yaşardı. Bu halim Rae'yi gülümsetti. "İçini temizleyecek, Sophia'nın yeteneği bu."

Tara kendi birasını bir dikişte bitirdi, kupayı sertçe masaya bıraktı. "Nerede o?" Bakışları sabırsızlıkla meyhanenin içinde gezindi. "Geldiğimizi biliyor."

Rae başını salladı. "Arka tarafta," dedi. "Düşüncelerini duyabiliyorum. Gidip bir merhaba dersem belki bize katılmaya karar verebilir."

Rae masadan kalkıp Sophia'yı bulmak için gittiğinde Tara'yla ikimiz kaldık. Rahatsızlıkla biramdan bir yudum aldım ve son derece normal bir şeymiş gibi ona, "Karr'ı hala seviyor musun?" diye sordum.

Tara kaşlarını havaya kaldırdı. "Hala derken?"

Pekala, sohbete girmek için oldukça yanlış bir yöntem denemiştim. Her şeyi diyebilirdim, Karr'la aralarında ne olduğunu sorabilirdim ama bunun yerine doğrudan sormayı tercih etmiştim. Sanki dilim benden bağımsız hareket ediyordu. O anda anladım, kupaya baktım. "İçimi temizliyor," dedim.

Başını sallayarak beni onayladı. "Tüm yalanları ve dolanları da temizliyor. Ne hissediyorsan ne düşünüyorsan o." Masanın üzerinden bana doğru eğildiğinde siyah gözlerinde tehlikeli bir ifade vardı. "Şimdi sen söyle bana Mara, neden bana bu soruyu soruyorsun."

Dilimi ısırdım. "Önce sen," dedim kendime güçlükle hakim olarak. "Hala Karr'ı seviyor musun?"

Tara'nın kendisiyle verdiği savaşı gözlerimle gördüm. Nefesi sıklaştırdı, göğüsleri inip kalktı. "Bu karışık Mara," dedi en sonunda. "Senin düşündüğünden çok daha uzun ve karışık bir hikaye."

Bugün gördüklerim gözlerimin önüne geldi. "Onun başka birini sevebileceğinden korkmuyor musun?"

"Hayır," dedi sakince. "Bunu yapmakta özgür, ona aşkımı vermeyen benim."

Sustuğunda ben de sustum. Şu anda en son istediğim şey ölüm döşeğinde olan Karr ve hayatımdaki iki kadınla olan ilişkisine burnumu sokmaktı. Ama iyileştiğinde, Naia meselesini onunla mutlaka konuşacaktım. Hem kendi hem de kız kardeşimin iyiliği için bunu yapmak zorundaydım çünkü Tara ön görülemezdi ve Naia'yı ondan koruma gerekebileceğini biliyordum.

Sessizliğimiz Rae masaya bir kadınla döndüğünde bozuldu. Kadın o kadar güzeldi ki şaşkınlıkla ona baka kaldım. Gümüş rengi saçları düzgün bir topuzla başının üstünde örülmüş, gri gözleri ise neşe içindeydi. "Tara," dedi tatlı bir gülümsemeyle. "Seni görmeyeli ne kadar oldu, yedi asır mı?"

Yedi asır. Siktir.

"Belki de," dedi Tara sandalyesine iyice yaslanarak. "Ama yanımıza gelmen de bir o kadar sürdü. Yoksa benden hala korkuyor musun?"

Sophia gülümsese de dişleri sıkılıydı. "Hayır elbette. Tarihin en iyi halası olduğun söylenemez ama daha kötülerinin de olduğunu duymuştum."

Rae yanıma oturduğunda dirseklerimi masaya koydum. "Artemis'in kızı mısın sen?"

Başını iki yana salladı. "Daha iyisi, Apollon'un." Nefesimin nasıl kesildiğini görünce devam etti. "Üzülme o puşttan ben de senin kadar nefret ediyorum, annemi öldürdü."

O eski hikayeyi hatırlar gibiydim. Apollon'un ona ihanet eden kadını diri diri yakması, ona ihanet haberini getiren karganın bembeyaz tüylerinin çıkan alevlerle kararması. Bu korkunçtu ama gerçekti işte. Kadın ölmeden önce Apollon'un karnından çıkarttığı çocuklardan biri Sophia olmalıydı.

Rae dizlerini benimkilere dayadığında ısındığımı hissettim.

Sophia Tara'nın yanındaki boş yere fazla gürültülü bir şekilde oturdu. "Size yardım etmek isterdim ama gördüğünüz üzere hiç boş vaktim yok. Özellikle karşımda bir taklitçi otururken bunu yapmaya da niyetim yok." Eliyle beni gösterdi. "Doğru düzgün tanıştırılmamış olsak da Mara'nın ne yapabildiğini çok iyi biliyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse Sabra'yı karşınıza almanız pek iyi olmamış. Onunla ilgili neye şahitlik ettiyse artık tüm Olymposlular bunu biliyor."

Yutkunmakta zorluk çektiğim için biramdan bir yudum daha almak zorunda kaldım.

Tara eliyle masaya vurdu. "Senden bunu yapmanı rica etmiyoruz, başka bir seçeneğin yok."

Rae sakince masayı süzdü. "Bir daha bana hatırlat da arsız ölümlü, Tara'yı hiçbir görüşmemize götürmeyelim." Dilini alt dudağında gezdirdi. "Zihnine girmek ya da sana yapmak istemediğin bir şeyi yaptırmak istemiyorum Sophia. Sadece makul olmana ve bize yardım etmene ihtiyacımız var."

Sophia'nın dudakları titredi. "Beni en son gördüğünde öldürmeye çalıştın," dedi doğrudan Tara'ya bakarak. "Ben sana ne yaptım?"

İçerisi giderek ısınıyordu, tuniğimin yakasını çekiştirdim.

Tara suratını buruşturdu. "Tapınağımda afyon ayini yaptın!" Bağırışı o kadar yüksekti ki arka masalardaki kafalardan birkaçı dönüp bize baktı. Tara sesini kısarak, "Çalıştım ama öldürmedim sonuçta," diye devam etti sanki yaptığını hafifletecek bir neden sunmuş gibi.

Sophia kollarını göğsünde birleştirdi, dudaklarını büktü. "Eğlenmeyeceksen sonsuz yaşamın ne önemi var ki?" Masadaki biralarda gözleri gezindi, bir çeşit kırmızı bir bitkiyle renklendirdiği dudakları büzüldü. "Burada insanları mutlu ederek iyileştiriyorum. Tek amacım onları eğlendirmek ve iyileştirmek. İlla elime bir hançer alıp insanların göğüslerini mi deşmemi istiyorsun?"

Rae sakinliğini koruyarak, "Yardımın karşılığında bizden ne istiyorsun?" diye sordu.

Sophia bir süre durup düşündü, en sonunda keyifle güldü. "Sizden değil," derken gözleri Tara'ya döndü. "Ondan istiyorum."

Tara'nın karşı çıkacağını düşünsem de öyle olmadı. Sıkılı dişlerinin arasından ona, "Ne istiyorsun?" diye sordu.

"Bana mutlu olduğun bir anıyı anlat," dedi Sophia. "Eğlendiğin, hayatında hiçbir zaman bir daha gerçekleşmeyeceğine emin olduğun bir an ver bana. Sonra da ben Mara'ya hastalığı nasıl iyileştireceğini göstereyim." Tara tereddüt etti, Sophia bu tereddüdünü dikkatli gözleriyle yakaladı. "Son derece adil, bunu sen de biliyorsun. Bir iyiliğe karşılık bir bedel, biz tanrılar bunu çok severiz."

Tara sakince başını salladı, Rae'yle bana baktı. "Bunu onların yanında yapamam. Bilmelerini istemiyorum."

Pekala, bir masadan kovulmadığımız kalmıştı. O da olur, sonuçta başıma bundan daha kötü şeyler gelmişti.

Rae anlayışla ayağa kalktığında beni de beraberinde kaldırdı. Birlikte daha arka tarafta, bir kapının hemen yanındaki küçük bir masaya oturduk. Bu sefer oturduğumuz sandalyeler daha kısaydı ve alan o kadar dardı ki bedenlerimiz birbiriyle yapışıktı.

İç çektim. Ona son bir haftadır en yakın olduğum an bu andı. Ve lanet olsun, onu o kadar çok özlemiştim ki bedenlerimizin birleştiği yer sanki alev alıyordu.

Genç bir kız masamıza geldi, iki küçük kupayı önümüze bıraktı. "Gevşemeniz için," dedikten sonra Rae'yi süzdü, ona bakışlarımı fark etmiş olmalı ki hızla başka bir masaya ilerledi.

Rae kupayı eline alıp çevirirken, "Sophia'yla çalışan herkes neye ihtiyacın olduğunu tam olarak bilir. Üzgünsen mutlu olacağın, kederliysen neşe dolacağın bir içkileri daima vardır."

Troya'da girilmedik ev bırakmayan veba, Apollon, Zeus, Athena, Farah, Sabra. Siktir, harika. Listem uzayıp gidiyordu. Ölüm döşeğindeki Karr. Bir de damarlarımda dolaşan Nestor'un zehri.

Lanet olsun, gevşemeye gerçekten de en çok benim ihtiyacım vardı.

Kupayı kafama diktim ve arkama yaslandım.

Rae kendi içkisini yavaşça içmeyi tercih ederken müzik eşliğinde eğlenen insanları izlemeye başladı.

Konuyu tenime değen teninden uzaklaştırmaya çalışarak, "Ne zaman doğdun?" diye sordum. Saçmaydı ama öldüğü günü bilmeme rağmen doğduğu günü biliyordum.

Kaşları havaya kalktı. "Sümerler gibi astrolojiye mi ilgi sardın?" diye sorduğunda gözlerimi devirdim. "Yirmi üç Ekim, yaratıldığım gün o gün."

Parmaklarını parmaklarıma geçirdiğinde yanaklarım ısındı. "Eski beni daha mı çok seviyordun?" Göğsümü sıkıştıran soruyu nihayet dudaklarımın arasından çıkartmayı başarabilmiştim. Şaşkınlıkla bana baktı, yapışık bedenlerimizden onun ne kadar gerildiğini anladım. "Öyle değil, o kadını kıskanmıyorum. Hem nasıl kıskanabilirim ki ben oyum. Sadece, sadece o zamanki beni mi yoksa şimdiki beni mi seviyorsun diye bazen merak ediyorum."

Elini dizimin üzerine koydu, parmaklarıyla tuniğin üzerinden tenimi yavaşça okşadı. Kafamı kaldırıp ona baktığımda siyah gözlerindeki her duyguyu tattım. "Ben sana iki kere aşık oldum ve bundan pişman değilim," dedi. "Sen her zaman aynı kişiydin Mara, sadece zaman ve şartlar farklıydı o kadar."

Kanım kaynadı, bedenim gevşedi. Keşke diye düşündüm, keşke ondan daha önce haberim olsaydı. Savaşın neticesini kehanetler bile söyleyemezken onunla birkaç yıl daha fazla geçirmek isterdim.

Onu özlüyordum. Daima yanımda olmasını, bana dokunmasını, beni sevmesini özlüyordum. Ama savaş sanırım bu demekti. Kalpte atan bir sızı, bedende dolanıp duran bir özlemdi ve bunun barıştan başka çaresi yoktu.

"Seni özlüyorum," dedim bir çırpıda. Bunun hislerim için yeterli olmadığını bilsem de daha fazlası dudaklarımdan dökülememişti.

Rae zihnimin içini gördü, ona olan özlemimin tadına vardı. "Buradayım işte," dediğinde sesi kısıktı.

Özlemim içimde arttı da arttı, bedenimde yanıp duran arzuyla karıştı. Vaktimiz kalmamış olabilirdi. Yalnızca birkaç ay sonra sonsuza kadar birbirimizden ayrılmak zorunda kalabilirdik.

Dizimde duran elini alıp daha yukarı koydum, elini bacaklarımın arasına alıp onu kıstırdım. Bana dokunmasına ihtiyacım vardı. Şimdi ve benim istediğim şekilde.

Müzik sesi beklentiyle atan kalbinin sesini bastırmayı beceremedi. Rae masanın altında kalan bacaklarımı araladı, bana isteğim gibi dokundu. "Ah, Mara," diye mırıldandı ve gözlerini kapattı. Onun için hazırdım. Onun için daima hazırdım ve o da bunu biliyordu.

Parmaklarından biri içimde kıvrılırken dudaklarımı ısırdım.

İkinci bir parmak daha. Rae'nin göğsü inip kalktı, dilini üst dudağında yavaşça gezdirdi.

Uzanıp ben de ona dokunduğumda kalçalarını hafifçe havaya kaldırdı, bacakları masaya vurdu. İnanmadığım tanrılar, kendimi dizginlemekte gerçekten de güçlük çekiyordum.

Oturduğum yerde irkildim, ona biraz daha dayandım. Rae kulağıma eğildi. "Tara'yı burada bırakıp eve dönemeyiz," derken parmaklarını hala hareket ettirmeye devam ediyordu. Yavaş ve çıldırtıcıydı.

Eline tutundum, inlememek için kendimi zor tutarak, "Eve kadar bekleyemem," diye cevap verdim ona.

Rae'nin gözleri parladı. Hemen yanında oturduğumuz kapıyı işaret ederek, "O kapının ardında geceyi burada geçirmek isteyenlere ait odalar var," dedi.

Ona yalnıza başımı sallayarak cevap verebildim. Şu anda hislerimi en yoğun halleriyle yaşıyordum ve kesinlikle doğru düzgün düşünebilecek bir durumda olduğumu söyleyemezdim. Yalnızca onun parmaklarına ve vücudunun diğer kısımlarına ihtiyacım vardı. Belirli bazı kısımlarına.

Rae benden uzaklaştı, ayağa kalktı. Elini uzattığı için ona minnettardım çünkü titreyen bacaklarımla bunu tek başıma yapamayacağıma emindim.

Kapıyı bizim için açtı, sağdaki ilk odaya girdi.

Dudaklarımız birleşir birleşmez kendimden geçtim. Çenemi sıkıca tutup kendine çektiğinde dilimi ağzının içine daldırdım, onun tadına yavaş yavaş baktım. Daha fazlası, daha fazlasına ihtiyacım vardı.

Bana inleyerek karşılık verdi, ellerini kalçalarıma indirerek beni kendine iyice yaslarken sertliği de kasıklarıma dayandı, sabırsızlık kanıma bir alev gibi karıştı.

Dudaklarımız ayrıldığında alnını alnıma dayadı, sıcak nefesi tüm suratımı kendine tutsak etti.

Ancak o zaman odaya bakabildim. Yalnızca birkaç adımda aşılabilecek kadar küçük ve dardı. Duvara dayanmış saman yatak da bir kişinin ancak sığabileceği kadardı.

Müzik sesi kulağıma dolmaya devam ederken cesaretlendim, Rae'yi omuzlarından tutup yatağa oturana kadar ittim.

Ondan birkaç adım uzlaştım, sırtımı kapıya dayadım. Nefesimi dizginlemeye çalıştım ama bunda kesinlikle başarısız oldum. İmkansızdı, normal soluk alıp verebilmemin hiçbir yolu yoktu.

Ellerimi saçlarıma dolayıp havaya kaldırdım. Müziğe uygun bir şekilde dans etmeye başladığımda Rae ellerini arkasına doğru yatırdı, bedeni gevşerken gözlerini bir an olsun benden ayırmadı.

Dans ederken bir yandan da belimdeki kemeri çözüyordum. Kemer tok bir ses çıkartarak yere düştüğünde Rae başını geriye yatırdı, alt dudağını dişlerinin arasına aldı.

Çıkan her ses, her ritim beni tahrik ediyordu ve beni ona uygun olarak hareket etmeye zorluyordu. Tuniğimin kollarını sıyırdım, üzerimden yavaşça düşmesine izin verdim. Dans etmeye devam ederken çıplak memelerime dokundum. "Soyun," dedim ona arzudan çatallaşmış sesimle ve beni ikiletmeyerek tuniğini çıkarttığında kalbim sıkıştı. Şimdi üzerinde sandaletlerinden başka hiçbir şey kalmamıştı.

Ona yaklaştım ve dizlerimin üzerine çöktüm. Önce sağ ayağına yöneldim, deri ipleri yavaş yavaş çözmeye başladığımda bana dokunmaya çalıştı ama elini ittim. Yavaşça bağcıkları çözdüm ve sonra bir diğerine geçtim.

Diğer sandaletiyle de işim bittiğinde bileğimi kavradı. "Mara," derken gülüyordu ama sesi arzudan kısılmış, boğuklaşmıştı. "Sabrımı mı sınıyorsun?"

Onu avuçladım, parmaklarımı pürüzsüz teninde ve sıcaklığında gezdirdim. Onu boydan boya yalayıp ağzıma aldım, geri bıraktım. Gözlerimi kaldırıp doğrudan onunkilere baktım. "Bilmem, sınıyor muyum?"

Cevabı net ve hızlıydı.

Beni dizlerimin üzerinden kaldırıp yatağa yüz üstü yatırdı, elleriyle kalçalarımı istediği noktaya getirip hiç beklemeden bedenlerimizi birleştirdi.

Hissettiğim doluluğun tarifi yoktu. Her bir parçasıyla benimle bütünleşirken aklımdaki tek şey ona olan arzumdu. Kalçalarımı havaya kaldırıp tırnaklarımı yatağa geçirdiğimde birkaç saman parçası havalandı ama umurumda değildi. Gerekirse bütün yatağı parçalara ayırabilirdim.

Rae öne eğilip omzumu sertçe ısırdığında başımı arkaya attım, boynumu ona sundum. Sıcak dili boynumda gezinirken elleri de memelerimi buldu. Bu sefer dişleri boynumdaki hassas deriyi sıyırıp geçti, gözlerimi kapattım.

Geri doğru çekildiğinde beni de beraberinde götürdü, kendimi kucağına otururken buldum. Başımı omzuna yerleştirdim, tırnaklarımı bana dolanmış kollarına geçirdim.

Bu hareketim onu güldürdü, "Bunu hep merak ediyordum," derken kendini sertçe içime itti. "İçindeyken tırnaklarımın teninde bıraktığı hissi düşünüp durmuştum." Ellerinin birini indirip ikimizin birleştiği noktaya indirdiğinde çığlık attım.

Kalçalarımı daha fazlası için hareketlendirirken tırnaklarım bir kez daha tenini sıyırdı. "Nasıl bir hismiş?"

Başını omzumun üzerinden eğip dudaklarımı öptü, alt dudağımı dişlerinin arasına alıp çekiştirdi. "Baştan çıkartıcı." Dudaklarının yerini baş parmağı aldığında onu dişlerimin arasına aldım, yavaşça emdim. "Benim için yeniden çığlık at."

Sert bir hamleyle parmaklarını tenime gömdüğünde ona istediğini verdim, çığlık attım.

Bir kez daha beni öne doğru eğdi, ellerimi yatağa geçirdim. Ağzından çıkan her ses beni daha fazla tahrik ediyor, daha fazlası için çabalamama yol açıyordu. Suratımı yatağa bastırdı, bir eliyle kalçalarımı avuçladı. Aramızdaki bağ gerildi, büküldü ve en sonunda da koptu.

Kendimi geri doğru ittiğimde yatağa sırt üstü düştü, üzerine çıkarak ellerimi göğsünün iki yanına yerleştirdim. Onun bana sahip olmasına değil benim ona sahip olmaya ihtiyacım vardı.

Ellerini alıp memelerime koydum, kalçalarımı kaydırdım. O kadar yoğun bir hazla sarsıldı ki bedeni öne doğru kıvrıldı, suratlarımız karşı karşıya geldi. Ellerinden birini saçlarıma sertçe dolayıp arkaya doğru çekerken dudakları memelerimi buldu. Önce biri sonra da biri. Her bir dil darbesi, her bir ısırık beni sırılsıklam ederken kendimi tutamayıp bağırdım, yatak gürültüyle kırıldı.

Ahşap ve saman parçalarının içine indik ama bu ikimizin de umurunda değildi.

Rae kıvrak bir hamleyle yana doğru kayarken beni altına aldı, bacaklarımı kalçalarına dolayıp kollarımla gövdesini sardım.

Bu hissi seviyordum. Bedeninin altında olmayı, tenlerimiz arasında sıkışıp kalmayı seviyordum. Göğsü göğsümü ezerken altında kıvranmayı seviyordum. Onun için kıvranıyordum, benim için kıvranıyordu.

Yeniden öpüşmeye başladığımızda bacaklarımdan birini yukarı, kalçalarının üzerine çıkartıp ona doladım. "Daha sert Rae," dedim. "Ve daha hızlı." Dudaklarını benimkilere dayadı, hareketleri sertleşip hızlandı. Nefes almayı bile unuttuğumu düşündüğüm o anda karanlığı patlayarak tüm odayı sardı, küçük odanın tek camı parçalanarak yere indi.

Kırılan cam parçalarından birkaçı üzerimize gelse de ikimiz de bunu umursamadık. Aklımda olan tek şey oydu; şu an Troya yansa bile başka hiçbir şey düşünemezdim. Benim içimdeki yangın daha yoğun, daha yakıcıydı.

Dillerimiz birbirine karıştı, tenlerimiz sonsuzlukta aktı. En sonunda dudak dudağa, nefes nefese zevkin sınırlarından aşağı yuvarlandığımızda ona baktım, çenemi sıkıca tutarak ondan başka hiçbir yere bakmama izin vermedi.

Göz göze, ağız ağıza geldik ve aklım yitip gitti.

Ondan başka hiçbir şeyin bir önemi yoktu ve hiçbir zaman da olmayacaktı.

Rae beni bir kez daha öptü ve ayrıldık. Ondan ayrıldığım anda yokluğunu hissetmeye çoktan başlamıştım bile. Ona olan arzum dinmemiş, daha da artmıştı.

Kıyafetlerimi giymek için ayağa kalktım ama tuniğime uzandığım anda Rae'nin dudakları benimkileri yeniden buldu. Sırtımı duvara dayayana kadar beni geri itti, bedenim onunkiyle ezildi.

Dudakları boynuma inerken bir elini duvara yasladı. "Bu çok tehlikeli," diye fısıldadı tenime doğru. "Düşünebildiğim tek şey senken nasıl savaşabilirim ki?"

Ellerimi ikimizin arasına indirip ona dokunduğumda tısladı, dudaklarını sertçe tenime batırdı. Parmaklarımla çevresini sarıp elimin içine aldığımda benden uzaklaştı, dizlerinin üzerine çöktü. Karnımı öptüğünde gözlerini benimkilerle birleştirdi, adım adım daha aşağılara ilerlerken gözlerini bir an bile olsun benimkilerden ayırmadı.

Dilinin ilk darbesini hissettiğimde düşmemek için omuzlarına tutunmak zorunda kaldım. Bacaklarımdan birini kaldırdı, omzunun üzerine bıraktı. Dili ve parmakları birlikte hareket ederken bedenimde yoğun bir sancı sardı. Belimi kıvırdım, duvardan uzaklaştım ama bir an sonra yeniden duvarla bir bütün oldum.

Zevkin yoğun bir tonu ruhuma sızarken sonuna kadar gitmeme izin vermedi. Beni kucağına aldı ve yeniden bir bütün olduk. Ellerimi saçlarının arasına daldırıp kafasını kendime çekerken onunla savaşıyor gibiydim.

Sanırım bizim bütün sevişmelerimiz böyleydi. Savaşıyorduk ve bundan da zevk alıyorduk.

Dillerimiz birbirine dolandı, nefeslerimiz karıştı, tenlerimiz sızladı. Arkamdaki duvarın boyaları dökülürken daha da hızlandık, daha da sertleştik. Tırnaklarımı Rae'nin ensesine geçirdiğim bana cevap olarak kalçalarımı sıktı, ceza verir gibi dokunuşu tenimi dağladı.

Sonra bir kez daha ve bir kez daha birbirimizin içinde kaybolduk. Dumanlarımız birbirine karıştı, yıldızlarım omzumdan onun sırtına aktı. Yoğun siyah ve gümüş duman etrafımızı sararken ellerimiz birbirine kenetlendi. Yeniden ve yeniden birbirimizi zevke boğduk.

Hala birbirimize temas ediyorduk ama yeterli değildi. Suratına dökülen siyah saçlarını elimle ittiğimde tuttu, bileğime yumuşak bir öpücük kondurdu. "Bir daha hatırlat da sana Nestor'un hazırladığı hiçbir şeyi içirmeyeyim," dediğinde kendimi tutamayarak güldüm. Gülüşüme bir gülüşle karşılık verirken beni duvardan ayırdı, odadan geriye ne kaldıysa baktı. "Umarım Sophia buraya yaptığımız şeyi biz gittikten sonra fark eder."

Ona arkadan sarıldım, çenemi omzuna dayadım. "Rae," derken omzuna bir öpücük kondurdum, tenindeki ıslaklığın tadına baktım. "Senden bir şey istesem yapar mısın?"

"Her şeyi," diye cevap verdiğinde düşünmemişti bile.

Tuniğimi yeniden giydikten sonra kırılmış cam parçalarından birini elime aldım, ona döndüm. Elimi kestiğimde kaşlarını çattı. "Kendini kesmenden hoşlanmıyorum."

Elini tuttum, onunkini de kestim ve cam parçasını yere attım. "Seni seviyorum," dedim. "Ve bu beni korkutuyor. Benim için her şeyi yapmaya hazır olduğunu bilerek savaşamam."

Kaşlarını çattı. "Bu konuşma hoşuma gitmiyor."

Elini elimden çekmeye çalıştı ama ona izin vermedim. "Benim için bir uçurumdan aşağı kendini atabileceğini bilerek savaşamam. Bu yüzden bana bir yemin vermeni istiyorum."

İkimizin de kanayan yerlerini birbirine bastırdım. "Mara," diyerek karşı çıkacak olduysa da parmağımı dudaklarına bastırarak ona engel oldum.

"Her ne olursa olsun benim canım için başka hiçbir tanrı ya da tanrıçayla kendi canınla pazarlık yapmayacaksın." Elini bir kez daha çekmeye çalıştı ama yine engel oldum. "Bu yemini vermezsen eğer bu korkuyla hiçbir zaman güçlerimi tam olarak kullanamam ve bunu yapamazsam gerçekten ölürüm."

Dudakları düz bir çizgi halini aldı. "Ölürsen yaşamamın anlamı kalır mı?"

"Ölmeyeceğim," dedim. "İnandığım tek tanrı aşkına, kim ölmek ister? Sadece bu baskıya dayanamıyorum."

Gözlerimiz buluştu, bakışları yumuşadı. Ve beni sevdiği için o yemini etti.

☽✩☽

"Gerçekten iflah olmazsınız." Tara odanın öbür ucundan bize bakıp gözlerini devirdiğinde Rae saçlarımdaki son saman parçasını da aldı, parmaklarının arasında gözden kayboldu.

Yeniden yanlarına döndüğümüzde Sophia ve Tara hala birbirlerinden nefret eder gibi duruyorlardı ama en azından anlaşmaya varmayı başarabilmişlerdi. Tara Sophia'ya her ne anlattıysa Sophia ikna olmuş olmalıydı çünkü beni kendi kişisel odasına çağırmıştı.

Oda az önce Rae'yle çıktığımız odadan iki oda uzaklıktaydı ve oranın önünden geçerken Rae'nin parmakları benimkileri bulmuştu.

Pekala Mara, daha fazla arsızlık etmenin alemi yok. Daha sonra bunu yapmak için vaktim zaten olacaktı. Karr'ı ve diğerlerini iyileştirdikten sonra Rae'yi birkaç saat boyunca benden ayrılmaması için ikna etmenin bir yolunu mutlaka bulurdum.

Tara'nın surat ifadesi bıkkın olsa da yine de umutluydu. Sophia yanımızda gelmeyecekti ama bana yeteneğini gösterecek, onu kopyalamama izin verecekti. Bu oldukça önemliydi çünkü savaş esnasında hastalanan askerlere de yardım edebilecektim.

Rae ve Tara odanın karanlıklarına çekilirken odadaki tek mumla aydınlatılmış masaya, Sophia'nın yanına gittim. Masanın üzerinde bir sürü şişe ve karışım vardı bu yüzden bana Kirke'nin de yaptığı gibi şifalı otları anlatacağını düşündüm.

Ama Sophia elimi alıp ellerinin arasına koydu, dokunduğu yerden tüm vücuduma bir ısı yayıldı. "Birini iyileştirmeden önce ölüm ve yaşam arasında bir denge olduğunu bilmen lazım." Sözleriyle birlikte tenlerimiz arasında beyaz bir ışık parlamaya başladı. "Birini iyileştirmeden önce daima aklına ölümü getir, onunla oynadığın için ondan af dile ve karşılığında ona bir şey sun."

Ürperti tüm bedenimi dolandı, elimde kilitlendi. "Ölüme ne sunabilirim ki?"

Sophia gözlerini benimkilere diktiğinde mum ışığında ne kadar ölümcül göründüğünü fark ettim. "Ölüm ne istediğini sana mutlaka söyler." Beyaz ışık tenimin altına geçerek gözden kayboldu.

Sophia beni bıraktı, masadan bir iki adım uzaklaştı. "Umarım buna pişman olmam," derken sesi anlayamadığım bir nedenden dolayı içinde söylenmemiş tehditleri barındırıyordu.

Rae yeniden yanımda belirdiğinde tenimin karıncalandığını hissedebiliyordum. "Gidelim Mara," dediğinde beni kapıya yönlendirdi. "Yardımların için her zaman minnettar olacağım Sophia."

Dönüp son bir kez Sophia'ya baktım, ellerini masaya dayamış dururken gözlerini bir an bile benden ayırmıyordu.

Zihnimin içine fısıldadı. "Ölüm ve yaşam, dikkatli ol Mara."

Herkese selamlar arsız ölümlü ordusu. Öncelikle bu hafta Bursa'da görüştüğümüz ordunun üyelerini öpmek istiyorum. Gelemeyenler biraz kıskansın çünkü kitaplarını kaos diye imzaladım sdfnsdpojf. Sizinle sarılmak çok çok güzeldi yaa. Kaos yazarken hep o tatlı suratlarınızın geleceği hali düşüneceğim dsnfpğsdf.

Şimdi acil soru sdslfndf. Siz manyak olduğunuz için bir haftada 25 bin kişi arttık. Haftaya sanırım 200 bine selam çakıcaz. Bana fikir verin özel bölüm olarak ne istiyorsunuz sdlfndsif.

Yorum ve beğeni konusuna gelirsek........ Siz anladınız :)

Hepinizi sonsuzluk kadar seviyorum, birazdan yorumlarda buluşalım arsız ölümlüler!

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

121K 8.6K 14
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...
35.4K 1.4K 11
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
255K 4.6K 31
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...
64.7K 6.2K 49
En son okuduğum roman berbat olmasına rağmen kötü karakteri Alden, mükemmel bir karakterdi. Ana kadın karakter Juliet ise biraz klasik olsa da fena d...