Silva

kahlovesfall द्वारा

2.8K 561 342

"Bir tuvalin kendisinden sakındığı ellerim, Renklendirecek ifade ararken buldu seni." 1920'lerin Marsilya'sı. अधिक

Giriş.
Bölüm 1: Kahve Kokulu Ressam.
Bölüm 2: Beşi beş geçe.
Bölüm 3: Aforizmalar.
Bölüm 4: Balet.
Bölüm 5: Siyah Mendil.
Bölüm 6: Valera için.
Bölüm 7: Hayran mektubu.
Bölüm 8: Ay ışığının dansı.
Bölüm 9: Yıldız günü.
Bölüm 10: Eğlence düşmanı.
Bölüm 11: Kelime oyunu.
Bölüm 12: Ateş.
Bölüm 14: Doğmayan güneş.
Bölüm 15: Yeminler ve sözler.
Bölüm 16: Her şeyin başladığı yer.
Bölüm 17: Gözlerin.
Bölüm 18: Yıldırım.
Bölüm 19: Sen, sensin işte.
Bölüm 20: İskambil falı.
Bölüm 21: Fée de la lune.
Bölüm 22: Uçurum.
Bölüm 23: Günahkâr.
Bölüm 24: Korların yaktığı parmak uçları, yağmurun suladığı krizantemler.
Bölüm 25: Ayrılık zamansız gelir.

Bölüm 13: Gizli saklı.

78 15 6
kahlovesfall द्वारा

   İyi okumalar.

   -Hayat bana acımıyordu, benim gibi.

   Her gün yeni bir sırrın altında kalıyorduk biz insanlar. Bazıları karmaşa yaratacak kadar mühim, bazıları ise küçük görünüyordu gözümüze. Fakat her karmaşanın arasında örüyordu kader ağlarını, bana ise bütün bu sırların kesiştiği kaderi yaşamak kalmıştı. Belki de bu yüzden kalın duvarlar örmüştüm kendime, can yakmayacak sıradan bir hayat yaşamak istiyordum. Bunun için mutluluğumdan da feragat etmiştim fakat kısa vadede yaşanan olaylar dengelerin değişmesine ve ördüğüm duvarların yıpranarak incelmesine, yavaşça yok olmasına yol açıyordu. Bunun da farkındaydım, hatta her tuğlayı ben geri alıyordum o duvardan. 

-"Samuel?"

-"Benim Vivian, korkma."

   Belki on, belki yirmi dakika geçmişti gittiğinden beri. O yokken başımı Valera'nın yatağına yaslı halde tutmuş ve küçüğümü izlemeye devam etmiştim. Arada ateşini kontrol etmek için kalksam da dalmış olmalıyım, kapı yavaşça açılmış olsa bile bedenim rüzgarla savrulan bir yaprak misali güçsüzce titremişti.

-"Uzun zamandır yoksun." dedim ayaklanıp Valera'yı kontrol etmesine izin vermek için yer açarken.

   Yüzünü karanlıkta görememiştim fakat irislerinden yayılan parlaklığı seçebiliyordu gözlerim. Bir anlığına kesişti gözlerimiz, ya da ben karanlıkta öyle sandım, fakat hiç uzun sürmedi bu. Gözlerini kaçırıyordu sanki.

-"Üzgünüm, eve uğramam gerekti."

-"Anladım."

   Üzerindeki bordo trençkotu sandalyenin üzerine bıraktı, geldiğinde bunu giymiyordu, evinde değiştirmiş olmalıydı . Bu da evine gittiğini işaret ediyordu. Birkaç adım uzağımda dikilmeye devam ederken Valera'yı kontrol etmek için acele etmiyor gibiydi. Ya da sadece yanımdan geçmeye çekiniyordu. Bir şeyler saklıyor gibiydi benden o konuşmayla alakalı. Başka bir olasılık ise, ki bu benim inanmak istediğimdi, ben sadece hayal görüyordum.

-"Ateşi fazla yükseldi mi ben yokken?" diye fısıldayarak sessizliği bozdu. Konuştuğu kısa sürede beni geçip Valera'nın yanına varmıştı bile.

-"Hayır."

   Bir süre boyunca sessiz kaldık. Louis sandalyeyi çekmiş solumda oturuyordu, ben ise o gelmeden önce aldığım pozisyonda oturuyordum yine. Nereden geldiğini bilmediğim cesaretim vardı bir de. Benden bir şey sakladığına emindim artık, sadece sakladığı şey her neyse o da kaldıramıyordu henüz. Bunun da farkındaydım. Ama anlatamaması sinirimin bozulmasına yol açıyordu, elimde değildi bu.

   Sessizlik atmosferin yoğunlaşmasına, ikimizi de boğmaya başlamasına sebep oluyordu, hissediyordum. Onu konuşmaya zorlamak da istemiyordu bir yanım. İlk kez, onu gerçeği söylemeye zorlamıyordum. İstemiyordum çünkü, sezgilerim ve mantığım ters yöne gidiyordu raydan çıkmış halde.

-"Bir şey sormayacak mısın?"

   Belki de o an kavramıştım, her saniye geriye dönülmeyecek kararlar verdiğimizi. Sessiz kalarak bir seçim yapmıştım, belki ağzımı aralasaydım inandırıcı bir yalanla beni kandırmasına izin verebilirdim veya doğrudan gerçeği öğrenebilirdim daha da zorlayıp. Ben ise korkuyordum, onu bu hale getirenin ne olduğunu tahmin edemediğim için çok korkuyordum. Zihnim çalışmayı bırakmış gibiydi, korkutucuydu bana göre bu.

-"Hayır."

   Bencilin tekiydim.

-"Peki."

   Tek bir kelime söylemişti fakat, bana nedense ölümün döşeğindeki birinin son sözü gibi gelmişti bu. Sırtımı komodine yasladım, ellerim de kucağıma düştü. Titreyişini izledim ellerimin, bilmediğim bir şeyden ölesiye korktuğumun ayırdına varıyorken. Kayıp hissediyordum, ve bütün bu düşüncelerin sebebi sadece Louis'in lanet olası birkaç kelimesiydi. Üzerimde tonlarca baskı var gibiydi, biraz daha sessiz kalsaydık kan fışkıracaktı sanki kulaklarımdan. Belki de gerçekten ölüyordu ve benim tek kelimem bunu durduracak güce sahipti. Hiç bu tarz derin konuşmaları devam ettirmiyorduk fakat o hissettiriyordu söylemek istediği şeyi ben de anlıyordum. Birbirimizi tamamlıyor gibiydik ama bunun doğruluğunu muhtemelen asla öğrenemeyecektik.

-"Anlat." 

   İşte oluyordu, kendi sınırlarımın dışına taşıyordum aynen kaynamakta olan bir tencere süt gibi, ilk seferimde abartıyor olsam da bu benim kıyamet alametlerimdendi.

-"Bencillik ettiğini düşünüyorsun. Nereden biliyorsun söyleyeceğim şeyi?"

   Aklımı okuyormuş gibi konuşuyordu. Sanırım hırçın davranmaya çabalıyordu şimdi, belki de öfkesini benden çıkarmaya. Bütün bu duyguların alt tonu ise acıydı. İşte bu yüzden izin verirdim ona öfkesini benden çıkarması için, kendini yaralardı bir tek, bitirirdi tek kelimesi bütün dostluğumuzu üç günlük olsa da.

-"Neyi?"

   Tek beklediğim ağzından çıkacak bir kelimdeydi, öfkesinin benliğini yutmasına izin vermesini bekliyordum fakat çok uzun sürmüştü beklediğimden. Sonra asılan yüzünü gördüm, ama kaşları öfkeden değil hüzünlendiğinden çatılmıştı. Aynı şekilde dudakları da bu sebeple büzülmüştü.

   Gülümsedim duruma ters biçimde, doktor testi geçmişti. Ya bana kızamıyordu, ya da muhteşem bir duygu kontrolüne sahip olmalıydı. İkinci seçeneğin doğru olmadığını ise dakikaların ardından öğrenecektim.

-"Beni böyle-"

   Sözünü kestim. Onu böyle konuşturamazdım, evet. Amacım o değildi zaten.

-"Harika insanlar değiliz. Melek de değiliz, en azından ben değilim. Bu kadar anlayışlı olma bana karşı."

-"Sana karşı anlayışlı olduğumu da nereden çıkardın?" dedi. Bu sefer o gülümsüyordu ama sahte bir gülümseme olduğunu ikimiz de biliyorduk. O benim bunu bilmediğimi sanıyordu sadece, bana saf ve temiz göründüğümü söylese bile oydu bu özelliklere sahip olan.

-"Ne o, ölümcül bir hastalığım mı var yoksa doktor? Söyleyemediğine göre gerçekten amansız olmalı."

   Dalga geçercesine yüzüne bakmaya devam ettim. Onu konuşturmak için mi duygusuz davranıyordum yoksa gerçekten kendine acıması olmayan bir insan mıydım, bilmiyordum. Yüzü asıldı tekrar, ben her böyle konuştuğumda sinirleniyordu, görebiliyordum.

-"Neden böylesin sen?"

-"Bilmem, alışkanlık olmuş."

   Bir anlığına samimi bir şekilde gülümsemiş olsak da birbirimize, ne olduysa Louis elini yüzüne kapatmıştı.

-"Louis?" diye seslenmiş olsam da cevap vermediği için moralim bozuldu.

   Ayaklanmıştım bir anda, yanına gelip ellerini tuttuğumda başta izin vermedi yüzünü açmama.

-"Asıl sen niye böylesin?" dedim üzüldüğümü belli etmemeye çalışırken.

   Sonunda ellerini yüzünden çekmeyi başardığımda ağladığını görmek kalbimi kırıyordu. İstemsizce Valera'nın ağlayışını görüyordum Louis'de, dost olduğumuzdan değildi bu lakin. Louis gerçekten çocuk gibi küçülüyordu önümde, sakinleşmesi için sırtını sıvazlayıp saçlarını okşamam gerekiyordu belki de. Denemekten zarar gelmezdi.

-"Özür dilerim." dedi ağlamaya devam ederken.

-"Dileme, sorun değil. Anlatmak istemiyorsan anlatma."

-"Anlatmak zorundayım, bilmiyorsun."

-"Şimdi anlatma o zaman, biraz kendini toparla."

-"Ama böyle, gizli saklı-"

-"Louis, sonra yapalım. Şu an sen de, ben de hazır değiliz buna. Olur mu?" dedim siyah saçlarına dolanmış parmağımı canını yakmadan çekmeye çalışırken.

   Cevap vermedi fakat, başıyla onayladı beni. Nefesleri giderek düzene giriyordu, son bir kez burnunu çektiğinde önünde diz çöküp sordum. Ellerini tutuyordum tekrar yüzünü kapatmaması için.

-"Sakinleştiysen biraz konuşalım mı?"

-"Şimdi anlatmasam?"

-"Hayır, onu sormayacağım." dedim daha da sakinleşmesini istercesine. Ve devam ettim:

-"Neden öyle ağladın? Ağlamanın sebebini sormuyorum, ağlama şeklin bana birini hatırlattı."

   Valera'ya baktık istemsizce, soruş şeklim pek iyi değildi biliyordum. Zamanlamam da kötüydü sanırım biraz. Fakat böyle sorular için belirli bir zaman olmazdı hiç.

-"Bilmem." dedi iç çekip. "En son böyle içten ağladığım zamanı biliyorsun."

   Babası.

   Gülümsemesi bile canımı yakmaya başlamıştı. Cevabımı aldığımı belirtircesine başımı salladım. Diğer yandan baktığımda beni oldukça zor bir gerçek bekliyor olmalıydı ki; en son ağlayışında hayatının en büyük acısını yaşadığına emin olan çocuğu, yıllar ardından söyleyemediği gerçeğe ağlatmıştı. Büyük ihtimalle birkaç saat içinde hayatımın en kötü haberini alacağım gerçeğine acı acı gülümsedim.

   Neden gülümsemeyi seçtiğimi ben de bilmiyordum. Belki ağlayamayacağımı bildiğimdendi, belki korkunun ecele faydasının olmadığını bildiğimden.

   ***

   Gece boyu ayakta kalmıştık, uykusuzluğa karşı bir bağışıklık geliştirmişti artık vücudum. Ya da ben buna inanmayı istiyordum. 

   Güneş doğduğunda ve odayı aydınlatmaya başladığında Louis gece boyu yüzlerce kez yapmamış gibi Valera'ın ateşini kontrol etmişti tekrar. Gece boyu boşuna ayakta kaldığımıza seviniyorduk ikimiz de. Mum ışığında çoğunlukla fısıldayarak sohbet etsek de bazen sessiz kalmıştık, ki bu ikimizden birinin dalıp gittiği zamanlarda olmuştu, şiltenin üzeri kırış kırış olmuştu uyuya kalmamak için pozisyon değiştirip durduğumuzdan.

   Louis, "Uyu istersen, bundan sonra ateşinin çıkacağını sanmam." dediğinde, dalıp gitmek üzere olduğum bir anı yakaladığı için komodine yasladığım talihsiz dirseğim korkudan kaydığı için dirseğime yasladığım çenemi komodine vurmuştum. 

   Evet, o kadar aptallaşmıştım uykusuzluktan.

   Louis hızla bana eğilip çenemi kontrol etmeye çalışırken ben de elimle rüzgar yapmaya çalışıyordum acıdan yanan noktaya. Benim yaptığımı görünce Louis de üflemeye başlamıştı çeneme doğru. Acı hafiflemişti ve istemsizce gülmüştüm Louis'in duruşuna. Ben gülümsemeyi bırakıp kıkırdamaya başladığımda fark etmişti sonunda güldüğümü. Bir anlığına duraksamış sonra ise sinirli bir şekilde bakmaya başlamıştı. 

-"Ne?" diye sorduğumda sesimin bu kadar korkmuş çıkmasını ben de beklemiyordum.

   O ise tek kelime etmeden gözlerime bakmaya devam etmişti, sonra üzerime iyice eğilmiş ve sırtımı iyice komodine yaslamama sebep olmuştu birden.

-"Louis, ne oluyor şu an?" demiştim sonlara doğru iyice küçülüp.

   Hiçbir şey söylemeden bana sinirle bakmaya devam ettiğinde bir yerden sonra yüzüne bakmaktan çekinip başımı eğmiştim. Enseme değen soğuk metali ise çok sonra fark ettim. Kafamı kaldırıp tekrar yüzüne baktığımda, bana gülümsüyordu gözlerimin içine bakarak.

-"Kolye çok güzel durdu." dediğinde gözlerim büyümüş ve ağzım şaşkınlıktan açık kalmıştı.

   Elim boynuma gittiğinde ise ne zaman eline aldığını bile görmediğim kolyeyi hissetmiştim. Ona teşekkür etmek ve onu beni korkuttuğu için dövmek seçeneklerinin arasında kalmıştım bir de.

-"Gözlerini biraz daha büyütürsen kolyenin rengi iyice solacak ressam."

-"Sen tam bir fırsatçısın." 

   Söylediğim her kelimeyi bastırıyordum bağıramadığım için.

-"Eh, sen öyle diyorsan." gülümsüyordu şimdi de flörtöz bir havayla. 

-"Uslanmazsın." dedim fakat ben de gülümsüyordum bir taraftan. "Ayrıca, kendimi yaralamamı mı bekliyordun kolyeyi takmak için?"

-"Hayır, sen öyle gülerken aklıma geldi."

-"O an bana sinir olmakla meşgulsün sanıyordum."

-"Yani, kolye bende kaldığı sürece bir anlam ifade etmiyor benim için. Bak ne geldi aklıma, Valera için de bir tane almalıyım, ona safir bulurum belki. Onu ilk gördüğümde koyu mavi bir ceket giyiyordu. Gerçi onun bir kolyesi var sanırım, bir keresinde görmüştüm." diyerek hevesli hevesli konuştu.

   Sonra ona Valera'nın ebeveynlerinin adını söylemediğim aklıma geldi. 

-"Valera sana kolyenin ucunda ne olduğunu gösterdi mi hiç?" 

-"Hayır, hiç aklıma gelmedi sormak. Ne var ki?" 

-"Annesinin evlilik yüzüğü ve kalp kapaklı bir kolye ucu var. Kalpli ucun içinde babasının çizdiği bir resim var. Evlilik yüzüğünde de adları yazıyor." 

   Duraksadım elimde olmadan.

-"İsimleri neymiş peki?" dedi gülümsemeye devam ederken.

-"Vivian ve Samuel." 

   Bölüm sonu.

   Ben Kahlúa, yazarınız.

पढ़ना जारी रखें

आपको ये भी पसंदे आएँगी

PAŞAM B×B Einsames_Rosa द्वारा

ऐतिहासिक साहित्य

46.3K 2.9K 24
1496 yıllarında Osmanlı'nın en korkulan ve saygı duyulan paşası Cemal Paşa ve onun biricik oğlan kölesi Niko'nun aşkı ( kitap tarihten bağımsızdır)
1.2K 159 10
Gözleri bir anda kan kırmızısına bulandı. Anlamsızlığın hüküm sürdüğü bakışlarım göz bebeklerini bulduğunda sanki bulunduğumuz ortamdaki tüm sesler...
12.4K 1.1K 50
Ruhlar, Kurt adamlar, Vampirler, periler ve farklı taraflardaki büyücüler 18 yaşındaki Kavin Smith kardeşinin bir partide esrarengiz şekilde ortadan...
14.6K 1.7K 27
Stockholm Sendromu: Katiline aşık olmak. Filofobi: Aşık olmaktan korkmak. İki tür hastalık ve bu hastalığa sahip olan iki kişi. Birbirleriyle karşıl...