ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün

25.6K 2.2K 1.3K
By ozcelikdilaraa


Çevirdi hançeri kendi göğsünde,

Hiç bitmeyecek gecenin içinde.

Haykırdı sonra geceye,

Kan istiyorum diye.

Kadının gazabı yakarken tüm tanrıları,

Tek bir tanrıya ulaşamadı amacı.

İstese de ulaşamazdı,

Çünkü o tanrı çok uzaktaydı.

Kısım 4

Onun Savaşçısı

"Kan istiyorum, senin dökülen kanına karşılık can istiyorum."


Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün

Kassandra'nın kederi, dökülür Troya'nın surlarından gözyaşı gibi. Narindi bedeni ama büyüktü laneti.

Buraya defalarca geldim, bu gölün başında defalarca dikildim durdum. Bir cevap, yalnızca bir cevaba ihtiyacım vardı ama hep korktum. Göreceklerimden korktum, bileceklerimden. Kehanetlerim bile bana savaşın sonunu söyleyemezken ölü kahinin söylemlerinden korktum.

Mara'nın sıcaklığını hala tenimde hissedebiliyordum. Ellerimi havaya kaldırsam saçlarının ellerimde akışını hissedebilirdim. Ama o benim Mara'm değildi, henüz değildi. O şu anda yalnızca benden nefret eden ve çaresizce kocasına dönmek için benim yanımda kalan bir kadındı.

Benim Mara'm ise benimle kalırdı, benimle savaşırdı.

Önceden, ruhum hala tek parçayken doğumuyla kaderimi mühürlediğini biliyordum. Onun büyümesini seyretmek beni korkutuyordu. Büyüyecekti ama beni sevmeyebilirdi. Benim bir parçamdan yaratılması onun beni sevmesi anlamına gelmiyordu. Ona bir seçenek sunmak istedim, ona özgürlüğünü vermek istedim ama yine de o beni tercih etti. Etmeseydi ne yapardım düşünmek bile istemedim.

Korktum. Bana ait olanın, eksik parçamın benden alınmasından korktum.

Tapınağıma geldiği ilk gün ona benimsim demiştim ama o bana kimseye ait olmadığını söylemişti. Haklıydı, Troyalı Mara kimseye ait değildi ama Troyalı Rae ona aitti. Bunu gözlerine baktığım anda görmüştüm. O benim hem varoluşum hem de yok oluşumdu.

O gün tapınaktan çıkıp gittikten sonra onu üç gün boyunca görmedim, görmeye de gitmedim. Onu olabildiğince az ziyaret etmeye çalışıyordum çünkü Apollon'un ondan haberdar olmaması lazımdı. Haberdar olduğu anda kan dökülecekti ve bu dökülen son tanrı kanı olmayacaktı.

Bu durumdan garip bir şekilde en çok zevk alan ise Karr'dı. Mara'nın tapınağımı ilk defa ziyaret etmesinin ertesi günü gevşek bir sırıtışla sunağın önünde belirmişti. "Düşünüyorum da kardeşim," derken sunaktaki şaraplardan bir testiyi çoktan almıştı bile. "Biraz daha sevişmezseniz patlayacaksın."

Güldüm ama ağzımdan çıkan ses daha çok acı çeken bir hayvanınkini andırıyordu. Hakkını vermek zorundaydım, durumumun pek de parlak olmadığı benim açımdan da şüphe götürmez bir gerçekti. Parmaklarım ona dokunmak için karıncalanıyor, tenim onunkinde kaybolmak için ısınıyordu. Onun içinde olmak, onun benim için gelmesini sağlamak nasıl bir his olurdu acaba. İniltisi neye benziyordu, ya da tırnaklarını sırtıma geçirir miydi zevkin doruklarına tırmanırken?

Ona cevap vermek için ağzımı açtım ama Apollon tapınağa girince sustum. Babama şükürler olsun ki o geldiğinde ikimizin de sustuğunu fark edemeyecek kadar yorgun görünüyordu.

Apollon kanatlarını düzgünce katlayıp başka bir şişe şaraba uzanırken Karr'la birbirimize baktık.

"Bir sevişmeye asla hayır demem," derken Karr'ın hemen yanında ayakta dikildi. Testiden büyük bir yudum aldı, ağzının kenarlarından sızan şarabı elinin tersiyle sildi. "Bir tanrı olarak değil de bir erkek olarak bir kadınla sevişmek istiyorum." Bunun açıklamasının her halimle arzulanacak bir erkek olduğumu kanıtlamak istiyorum olduğunu bilecek kadar onu iyi tanıyordum.

Karr ona gözlerini devirerek baktı. "Sanırım seni tutan yok." Güldü, şarabından koca bir yudum aldı. "Hemen bugün bunu yapabilirsin bence."

Apollon onun sesinde gizlenen imayı ya sezmedi ya da sezdiyse de üstünde fazla durmadı. "Bugün geneleve gitmeyi planlıyorum," dedi bir çırpıda. "Tabi kardeşlerim de bana eşlik ederse."

Gözlerinde öyle bir ifade vardı ki bir an her şeyin farkında olduğunu düşündüm. Beni bakışlarıyla sınıyor, tartıyordu.

Düşüncelerine sızmayı ve ne planladığını öğrenmeyi düşündüm ama bunu yaparsam anlardı. Apollon zekiydi ve kendimi bildim bileli benim yanımdaydı. Bunu yaptığım anda korktuğum bir şey olduğundan şüpheleniyorsa onu doğrulamış olurdum. Ve o da bunun üzerine giderdi. Ne olduğunu öğrenene kadar beni kuşatır, öğrendiğindeyse parçalardı.

Bu yüzden suratıma geniş bir gülümseme yerleştirerek ona baktım. "Sıradan bir ölümlü gibi görünmeye katlanabilecek misin?"

Sanki bunu sormamı beklermiş gibi üzerindeki gösterişli tuniğin yerini beyaz sade bir tunik altı. Altın defne tacı gitti, geriye yalnızca sarı saçları kaldı. "Ölümlü gibi görünebilirim," derken sesi şaraptan dolayı çoktan çatlamaya başlamıştı. "Ama sıradan görünebileceğimi sanmıyorum."

Karr da ben de bunun berbat bir fikir olduğunu biliyorduk ama Mara'yı korumam gerektiğinin ikimiz de farkındaydık. Bunun kehanetini görmüştüm, Apollon onu öğrenirse onu benden almak için elinden geleni yapacaktı. Bu yüzden Troya'nın daha kalbur üstü sayılabilecek genelevinin önüne geldiğimizde ikimizin de içeri girmekten başka şansı yoktu.

Kapıda bizi esmer bir kadın karşıladı, muhtemelen daha doğudan, Pers diyarından gelmişti. Üzerine geçirdiği altın kolyelerden başka memelerini gizleyen hiçbir şey yoktu ve kendini yavaşça bana sürterken dişlerimi birbirine bastırmak zorunda kaldım. Gözlerini kırpıştırarak bana baktı, uzun tırnaklarını kolumda gezdirdi. "Hamama girdiniz mi?"

Apollon kadına yan bir bakış atarak, "Kirli gibi mi görünüyoruz?" diye sordu ve kadının avcuna bir kese dolusu altın bıraktı.

Kadın altınları görür görmez benden uzaklaşıp onun yanına kıvrıldı. "Bir prens," dedi mırıldanarak. Uzun tırnaklarını bu sefer kardeşimin omuzlarında gezdirdi. "Yoksa bir komutan mı demeliydim?"

Apollon'un gözleri parladı. "Bir tanrıya ne dersin?" Kadın gülümserken neredeyse ellenmedik yerini bırakmayınca hemen arkamdaki Karr boğulur gibi bir ses çıkarttı. "Ben Titus," dedi Apollon ve bizi işaret ederek, "Onlar da kardeşlerim Antois ve Marcus," diye ekledi.

Hangimizin Antois hangimizin Marcus olduğu belli olmasa da umursamadım. Bu gece tek bir kadınla bile sahte ismimi verecek kadar konuşmamaya kararlıydım.

Karr benimle aynı fikirde olmamalıydı çünkü sarışın bir kadının çenesini severken, "Selam tatlım," diye mırıldandı. "Ben Marcus." Kadın ona abartılı bir gülüş sunarken Karr'ın suratı vahşi bir hayvanınki gibi keyiflendi; dudakları gerildi, dişleri açığa çıktı.

Peki, bu gece bir tarafları rahatlamayacak bir tanrı varsa o da anlaşılan bendim.

Genelev o kadar kalabalıktı Troya'nın bütün uçkuruna düşkün erkekleri buradaydı desem sanırım abartmış olmazdım. Kıvrak ritimlerle dans eden kadınların ve onları açlıkla izleyen erkeklerin arasından ilerledik, kendimizi köşedeki sedirlerden birinin üzerine bıraktık.

Şarap da kadınlar da su gibiydi; aktıkça akıyor, asla tükenmiyordu.

Pers kadını Apollon'un peşinden bir an olsun ayrılmadan bizi takip etti, onun kucağına tırmanırken bana da yan gözle bakmayı ihmal etmedi.

Rahatsız hissederek başka bir kadının getirdiği testiye uzandım, hepimize birer kadeh şarap doldurdum. Bir yudum alır almaz bundan pişman olmuştum çünkü şarap seyreltilmemişti. Boğazımdan aşağı kayıp giderken genzimi yaktı, öksürmemek için kendimi tuttum. Kesinlikle bir daha tapınağımda bana sunulan kaliteli şaraplar dışında bu ölümlülerin ürettiği hiçbir şarabı dudaklarıma koymayacaktım.

Karr çoktan girişte tanıştığı kadını yollamış, başka bir kadını kollarının arasına almıştı bile. İnsan formunda ne kadar istemese de gözlerini kehribar rengine dönüştürmek zorunda kalmıştı ama bundan memnun olmalıydı. Çünkü şu anda boynuna bir kedi gibi sokulan siyah saçlı kız en çok gözlerini sevdiğinden bahsediyordu. Karr ellerini kızın kalçalarına indirdiğinde dehşet içinde kızın tanığım birine çok fazla benzediğini fark ettim.

Kız kardeşime. Tara'ya.

Lanet olası Spartalı, ne çeşit bir bokun içine battıysa uzun süre de oradan çıkacağa benzemiyordu.

Apollon halinden memnun bir tavırla başını arkaya yatırdı, gözlerimiz buluştu. "Söylesene kardeşim, eğlenmiyor musun?"

Ona cevap vermeden önce şarabımdan büyük bir yudum daha aldım. "Eğleniyorum," dedim ama kelimeler ağzımda acı bir tat bırakmıştı. İçtiğim bu boktan şaraptan daha yakıcı, daha ısrarcı bir tat.

Apollon başını iki yana salladı, sarı bukleleri yüzüne döküldü. "Yalancı," dedi eğlenerek. "Yoksa buradaki kadınlar ilgini çekmiyor mu?"

Sorusundaki ima boğazım şaraptan daha çok yaktı. Baş parmağımı çenemde gezdirirken bir sorun yokmuş gibi davranmakta güçlük çekiyordum. "Henüz bana hitap edecek bir kadın bulamadım."

Apollon sahte bir hayal kırıklığıyla suratını buruşturdu, kucağındaki kadına gözlerini devirerek baktı. "Gördün mü güzelim, hiçbiriniz kardeşimin ilgisini çekmiyormuşsunuz."

Pers kızı başını geri yatırarak güldüğünde kolyeleri de kaydı ve onu tamamen gözler önüne serdi. Apollon ellerini kadının çıplak gövdesinde gezdirirken midemde de bir bulantı yükseldi.

"Temiz hava," diye mırıldandıktan sora Karr'la ikisini orada bırakıp ayağa kalktım. Terli ve sıcak bedenlerin arasından zar zor geçtim. Hemen şu anda tanrı formuma geçip gözlerden kaybolabilirdim ama bu Apollon'un dikkatini daha çok çekerdi.

Genelevin kapısına ulaştığımda nihayet derin bir nefes alabilmiştim. Kasıklarım ve tüm bedenim zonklarken kendimi sakinleştirebilmek için duvara dayandım.

Karşımdaki duvarda bir gölge hareketlendiğinde dikkatim oraya kaydı. Kafasını bir başlıkla örttüğü için kim olduğunu görememiştim ama beni izlediğini biliyordum. İnsan formumdaydım ama bu bir tanrı olmadığım anlamına gelmezdi.

Gölge onu fark ettiğimi anladı, hızlı adımlarla sokakta ilerlemeye başladı. Önüne çıkan birkaç kişiyi öfkeyle ittiğinde benden kaçtığına emin oldum.

Duvardan ayrıldım ve arkasından ilerlerken ona, "Dur!" diye seslendim ama elbette beni dinlemedi. Hatta adımları daha da hızlandı, koşmaya başladı.

Karanlığım benden önce davranıp bedenimden çıkarak ona doğru süzüldü, ayaklarına dolanıp onu olduğu yere sabitledi. Sokakta aheste adımlarla ilerleyenlerden birkaçı yolun ortasında durduğu için ona dik dik baksa da ben hala suratını göremiyordum.

Uzanıp kolunu tuttuğumda onun ne kadar ince ve zayıf olduğunu anladım. Bir kadın.

Suratını benden yana dönmemek için çabalasa da ben galip geldim ve başlığını kafasından çıkarttığımda Mara'nın bana bakan yeşil gözleriyle karşılaştım. "Mara?"

Şaşkınlığıma gözlerini devirerek cevap verdi. "Merhaba, kehanet tanrısı." Karanlığım onu serbest bıraksa da benden kaçmadı. Aksine her şeye alayla bakabilecekmiş gibi görünen gözleriyle beni cesurca süzdü. "Yoksa Antois mi demeliydim?"

Arsız.

"Burada ne yapıyorsun?"

Dudakları bir gülümsemeyle büküldü, gözlerinin içi parladı. "Sokakta mı ne yapıyorum yoksa az önce çıktığın genelevin önünde mi?" Dudaklarını ısırdı. "İstediğini bulamadın sanırım."

Onu tenimi yakmış gibi bıraktım, bir utanç dalgası boynumdan suratıma doğru yükseldi. "Beni takip mi ediyordun?"

O kadar rahat bir şekilde omzunu silkip yürümeye başladı ki şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim. "Sana söyledim, sen beni izlerken ben de seni izliyordum."

Sesindeki ima beni ele geçirdi. Sıcak hava giderek daha da ısınıyor gibiydi.

Birlikte kalabalık sokaklarda yürürken insanlar bize dönüp bakmadı. Mara da bundan cesaret bulmuş olmalıydı ki serin elleriyle ellerimi kavradı ve beni dar sokaklardan birine çekti.

Bir adam elindeki testiyle birlikte salınarak sokağın sonuna yürüdü, en sonunda tamamen yalnız kaldık.

Benden birkaç adım uzaklaşıp sırtını duvara dayadı, bacağını hafifçe öne doğru atınca tuniğinden gözüken teni yutkunmama sebep oldu. "Sana bir şey sorabilir miyim Tanrı?"

Lanet olsun, bana istediği her şeyi sorabilir ve yapabilirdi. "Elbette." Mesafemizi korumaya gayret ederek ona yaklaştım. Göğüslerinin iniş kalkışını şimdi daha yakından görebiliyor, tatlı kokusunu içime çekebiliyordum.

Saçlarının bir tutamını parmaklarına doladı, dalgın dalgın çekiştirdi. "Bugün orada kendine uygun bir kadın buldun mu?"

Sorusu midemi yumrukladı, boğazıma yapıştı. "Hayır," dedim dürüstçe ve doğrudan gözlerinin içine baktım.

Başını aşağı yukarı salladı, çenesini dikleştirdi. "Bana benzeyen bir kadın bulabildin mi?" Sorusuna cevap vermeyi reddederek dudaklarımı birbirine bastırdım. Rahatsızlığımı farkına vardı ama üzerime gelmeye de devam etti. "Benimle sevişmek için mi bekliyorsun?"

Ona yine cevap vermedim.

Sırtını duvardan uzaklaştırıp bana yaklaştı. "Bu çok saçma. Senin için yaratıldım ama sana ait olmak zorunda değilim." Durdu, parmaklarıyla çenesinde bir ritim tutturdu. "Belki başkasına aşık olacağım, belki başkasıyla evleneceğim. Bunu bilmeden beni bekleyemezsin."

Güldüm. "Ben kehanet tanrısıyım," dedim.

"Ben de öngörülemez bir kadınım."

Gerçekten öyleydi çünkü elimi tutup memelerine koyana kadar ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştım. "Dokun bana tanrı," dedi fısıldayarak. "Hisset beni."

Kasıklarımdaki ateş tüm bedenime yayılırken parmaklarımı hareket ettirmeye korkarak öylece bekledim. O oyuncu bir kadındı, bunu bilecek kadar uzun süre izlemiştim onu.

Diğer elini göğsüme dayadı, tırnağı tuniğin açıkta bıraktığı kısma sürtündü. "Buradayım işte."

Kendime daha fazla engel olamayarak onu öptüm. Öpüşüme anında karşılık verirken tanrısal formum dışarı çıkmak için içimdeki duvarlara çoktan vurmaya başlamıştı bile.

Ellerimi uzun saçlarına dolayıp başını benimkine yaklaştırdım, alt dudağımı sertçe ısırdığında irkilerek geri çekildim.

Gözlerine baktığımda orada gördüğüm ifade beni tahrik etti. O da istiyordu, ona dokunmamı o da istiyordu.

Dudaklarımız yeniden birleştiğinde inledi, üzerinde duran parmaklarımı sıktım ve bana söylediği gibi onu hissettim. Çok kısa bir öpüşmeydi çünkü saniyeler sonra nefes nefese benden ayrıldı ve gecenin karanlığına karıştı.

Peşinden dar sokaktan çıktım ama Apollon'u karşımda gördüğümde anında geri çekildim. "Kardeşim," dedi meraklı gözlerini üzerime dikerek. "Burada ne yapıyorsun?"

Karr hemen arkasında belirdi, başını iki yana salladı. Zihnine süzüldüm. "Sen geri dönmeyince seni merak etti. Mara'yı gördüm, uzaklaşıyor. Güvende."

Rahatlayarak derin bir nefes aldım, tuniğimi düzelttim. "Sıkıldım," dedim basitçe. "Ölümlü kadınlar ilgimi çekmiyor."

Apollon'un surat ifadesi gevşek bir hal aldı, gülümsedi. Kolunu omzuma doladı ve beni de beraberinde yürümeye başladı. "Doğrusunu söylemek gerekirse benim de," derken yalan söyleyip söylemediğini kestiremedim. Onun zihni bir tuzaktı ve oradan uzak durmam gerekiyordu. Bakışlarımı yakaladı, "Şu sıralar gözüme başka bir kadını kestirdim," dedi.

Midem burkuldu. "Kimi?"

Gülümsemesi kesinlikle tehlikeliydi. "Kassandra."

Karr nefesini koy verdi. "Siktir, Priamos'un kızı Kassandra mı?" Apollon reddetmeyince eliyle alnına vurdu. "Bizimle taşak geçiyorsun değil mi? Troya kralının kızına mı göz koydun?"

"Tam olarak öyle denemez," dedi. "Daha çok canım onu çekiyor diyelim."

Bunu o kadar rahatça söylemişti ki ensemden aşağı bir ürperme kayıp geçti. Mara değildi, gözüne kestirdiği ölümlü kadın benim Mara'm değildi.

Karr şaşkınlığını gizlemeden söylenmeye devam etti. "Heykellerimizi kırıp götümüze mi soksunlar istiyorsun?"

Apollon'un kaşları alayla havaya kalktı. "Bildiğim kadarıyla şehrimizde sana tapan birileri yok." Gözleri ikimizin arasında gezindi. "Merak ediyorum da neden Sparta'da değil de burada kalıyorsun? Adan sana sıkıcı mı gelmeye başladı yoksa başka bir sebebi mi var?"

"Kızın senden haberi var mı?" diye sordum konuyu değiştirmeye çalışarak. "Bir tanrı olarak değil de bir insan olarak bir kadınla sevişmek istediğini sanıyordum."

Basitçe omuz silkti, o lanet suratında geniş bir gülümseme belirdi. "Elbette, ona benimle sevişirse onu bir kahin yapacağımı söyledim." Sokaktaki insanların duymaması için sesini alçalttı. "Yarın gece bana cevabını verecek."

Karr homurdandı. "Kabul edeceğini düşünüyor musun?"

"Edecek," dedi Apollon bir an bile duraksamadan. "Kadınlar bir kraliçe olabilecekken kral kızı veya kardeşi olmak zorunda bırakıldıklarından beri daima biri olmak isterler. O da biri olmak istiyor, bu yüzden de teklifimi kabul edecek."

Haklıydı. Kassandra onun teklifini kabul etmişti. Ama bir kahin olur olmaz onunla sevişmeyi reddetmişti.

Apollon'un gazabı ise onu kuşatmış ve zavallı kızı lanetlemişti. Hiçbir şey yapmamıştım. Apollon onu gördüklerine kimsenin inanmaması için lanetlerken durmuş ve Mara'yı anlayacak diye susmak zorunda kalmıştım. Kızın zihninde gelecek dönüp dursa da ona doğrudan kimse bir şey sormadan gerçekleri dudaklarından dökemez hale gelmişti.

Bu ceza kardeşime yetmemişti ama. Kassandra Troya düştüğünde korkunç bir ölüme mahkum edilmişti.

İşte şimdi o Kassandra'dan yardım dilenmek üzere onun gölünün başındaydım.

Dizlerimin üzerine çöktüğümde hala alacağım cevaptan korkuyordum. Sonsuz bir yaşam bile bazı şeylerin önüne geçemiyordu. Korkularımı dizginlemek için parmaklarımla çimenleri sıktım, suları çıkana kadar yumruklarımı onların yeşil gövdelerine geçirdim. İnsanlar da böyle ölüyordu işte, onların ölmesi için basit bir hamlemiz bile yeterliydi.

Sudaki yansımama bakmadan önce kafamı göğe kaldırıp babama baktım. Beni tüm bunlara mahkum eden adama, nefesinden nefesimi üfleyen Tanrı'ya baktım.

"Söyle bana Kassandra, savaşı kazanacak mıyız?"

Başımı eğip yeniden suya baktım ama bir hiçlikle karşılaştım. Kendi yansımam bile yoktu suyun yorgun yüzeyinde, sadece boşluk ve daha çok boşluk vardı.

Kaşlarımı çattım. "Söyle bana, sorduğum sorunun cevabını söyle."

Derinlerden yumuşak bir gülme sesi işitildi, suyun yüzeyi dalgalandı. Kassandra'nın bedeni suyun yüzeyine çıkarken geri çekildim. Yumuşak adımlarıyla çimenleri ezdi, kafasını örten beyaz duvak dalgalandı. Ama o duvağın ötesinden bile bana dikkatle bakan gri gözlerini seçebiliyordum. O duvağın ötesinden bile bana küçümseyerek baktığını biliyordum.

Kıkırdadı, gülüşünde korkunç bir şeyler vardı. Gözyaşlarından daha korkunç bir şeyler. "Kehanet tanrısının ölü bir kahinin yardımına mı ihtiyacı var?" Uzun parmaklarıyla duvağını tutup kaldırdı, şimdi beyaz suratını ve nefret kusan gözlerini net bir şekilde görebiliyordum. "Peki ya o tanrı ben kardeşinin gazabına uğrarken neredeydi?"

Bakışlarını suratıma kaldırdığında nefesim kesildi. Gözlerindeki o nefret hayatım boyunca görüp görebileceğim en yoğun ateşi derinliklerinde barındırıyordu. "Bana cevabını bildiğin sorular sorma."

Uzanıp elimi tuttu, avuçlarımı yukarı döndürdü. İşaret parmağını tam avcumun ortasına bastırırken acıyla yutkundum. Bu onun acısıydı, bana neler hissettiğini anlatıyordu. Kalbim parçalanıyor, yüreğim dağlanıyordu. Kardeşim ona bunları yaparken susmuştum işte.

Kendi kadınımı koruman için başka bir kadını ateşlere atmıştım.

Elimi sertçe bıraktı. "Hiçbir şey," dedi acımasızca. "Savaşla ilgili sana verebilecek en ufak bir kehanetim bile yok." Yırtıcılara yakışan bir gülümsemeyle bana baktı. "Sana bana yaptıklarına karşılık belirsizliği sunuyorum. ."

Kassandra gölüne doğru geri çekilirken onu durdurmayı düşündüm ama ne yapabilirdim ki? Zaten ölmüş birini neyle tehdit edebilirdim?

Derin bir nefes aldım. "Merhamet," diye mırıldandım. Durdu, omzunun üzerinden bana baktı. "Sana verilmeyene karşılık bize merhamet etmen lazım."

Sert bir şekilde yeniden arkasını döndü, ayağını suya soktu ve bekledi. "Bunu hak ettiğini düşünüyor musun Kehanet Tanrısı?"

Hiç düşünmeden, "Ben değil," dedim. "Ama Mara ediyor."

Suya tamamen girdi, omuzlarına üzerine kadar battı. Derinliklerde gözden yitip gitmeden önce son sözünü söyledi. "Dikkatli ol Kehanet Tanrısı, eğer olmazsan ölü tanrının şarkısı ölü kadının şarkısına dönüşür."

☽✩☽

Vücudum yorgun, ruhum bitkindi. Sarayıma giden yolu normal şartlarda saniyeler için gidebilecekken gecenin altında yürümeyi tercih ettim. İnançlı insanların birazdan gidişimi kutsamak için sabah ayinine katılacağını bilerek kafamı kaldırıp yıldızlara baktım.

Saraya girdiğimde hizmetlilerin bir kısmı çoktan uyanmış, koşturmaya başlamıştı bile. Bu sarayı bana savaştan sonra hediye etmişlerdi ama burayı evim olarak görmem yüz yıllarımı almıştı. Şimdi terliklerimin altında bile hissedebildiğim soğuk mermer yerler bana yine yabancı gibiydi.

Göğsüm sıkıştı, oradaki o eski yara sızladı. Öldüğüm yara dışarıdan iyileşmişti ama içimde hala kanamaya devam ediyordu.

Mara'nın miskin adımlarını duyduğumda durdum, ona döndüm. Omuzları düşük, gözleri ise yarı yarıya kapalıydı. Ephi zorla onu süsleyip püslemişti ama anlaşılan o bile gözlerindeki uykuyu silmeyi becerememişti.

Ephi beni gördüğünde durdu, başını eğerek geriye çekildi. Bu kadının ne kadarını bildiğini merak ettim. Küçük bir kızken babası ve ailesi bir grup serseri tarafından öldürülmüş, ben de onu tapınağıma almıştım. Dora ise onun süt annesiydi. Çok genç yaşta evlilik dışı hamile kaldığı için ailesi tarafından reddedilmiş ve tapınağıma sığınmıştı. Bebeği doğumda ölmüştü ama o bütün rahibelerime annelik yapmaya devam etmişti. Ephi'yi o yetiştirmişti. Dora tarafından iyi yetiştirilmiş bu kızın her gün, bıkmadan ve usanmadan bana dua ederken bir yandan da beni gözlemlediğini biliyordum.

Ephi daima gözlemlerdi. O benim Mara'nın üzerindeki gözümdü. Şimdi o göz sütunların arasına çekilip gizlenirken Mara onun hemen arkasında olduğunu düşünerek konuştu. "Geceye ait bir tanrı için hangi lanet insanın sabahın köründe ayin yapmamızı söylediğini bana söyler misin?"

"Sanırım o kişi ben oluyorum," dediğimde irkilerek durdu, beni fark ettiğinde yutkundu. "Gecenin gidişini ve bir sonraki gün yeniden gelişimi kutsuyorsunuz."

Mara gözlerini devirdi. Her türlü dini göreve karşı bir savunma geliştirmişti. "Kibirlisin," derken elini oynattı, bilezikleri birbirine çarptı. "Sana dua etmezsem ne olur?"

Onun öfkesi beni eğlendirdiği için elimde olmadan dudaklarım kıvrıldı. "Bir kişi eksik dua etmiş olur." Somurttu. "Yani o kadar da önemli değil."

Yeşil gözleri benimkilere dikildi. "Dua ederken senin için aklımdan neler geçirdiğini duyabiliyor musun?" Başımla onu onayladığımda kıpkırmızı kesildi. Bana dua ettiği her an zihnini gözlemlemiyor olsam da onu duyuyordum. Çoğunlukla her sözcüğe içinden eklediği küfürler eşlik etse de onun kanına karıştığımı da iyi biliyordum. Çünkü bazen dudakları ismimi anarken içinden kehanetlerimi çalmak için beni öptüğü anı geçiriyordu.

Hızla yürümeye başladığında peşinden gidip onu durdurdum. "Zihninde olmak bana keyif veriyor arsız ölümlü," dediğimde kaşlarını çattı. Onu utandıramayacağımı biliyordum ama rahatsız edebilirdim. "Zihninde ne tür edepsiz şeylerin geçtiğine bazen ben bile şaşırıyorum."

Mara bakışlarını kolumu tutan eline indirdi ama benden uzaklaşmadı. Zihnimin içinde ruhum bağırmaya başladı. Dokun bana. Hisset beni. Sev beni.

Dudaklarını birbirine bastırdı, göğsü inip kalktı. Zihnine sızmamak için kendimle savaşmam gerekti çünkü orada göreceklerimden sonra şu anda nerede olduğumuz umurumda olmazdı. Onu en yakın sütuna yaslar ve bana onunla sevişmemi söyleyene kadar onu başta çıkartırdım.

Elini bıraktığımda bir adım geri çekildi. "Bugün senin için dua edeceğim," dedi başarısız bir gülümsemeyle. "Zihnimde oldukça eğlenebilirsin."

Ephi sanki bir komut almış gibi gizlendiği köşeden çıktı ve birlikte sarayın çıkışına doğru yürümeye devam ettiler.

Mara bir kez arkasına dönüp bana baktı, kaşları çatıldı. Suratımda gördüğü her neyse onu huzursuz etmişti. Ama yine de sandaletlerini sürüye süreye kapıdan çıkmadan önce bana bir kez daha bakmadı.

O bu saraya ilk geldiğinde Apollon da beni ziyarete gelmişti. İlk defa savaş için ya da kavga için gelmemişti. Sadece gökten öylece inmiş, ben Mara'yı gözlemlerken yanımda belirmişti.

Sırtım bir kavga için gerilse de sözleri beni durdurmuştu. "Kardeşliğimize tercih ettiğin kadın," diye mırıldanırken sesi ihanet yüklüydü. "Gün ile gece olabilecekken gün ve gece olduk." Yüzümü ondan yana döndüğümde kollarını bana açmıştı. "Sarıl bana kardeşim, birbirimizi son kez ve temelli öldürmeden önce sarıl bana."

Birbirimize sarıldık. Düşmanlık ve sevgi birbirine karışıp toprağa doğru akarken son kez sarıldık. Biliyordum, bir sonraki sarılmamızda aramızda bir hançer birimizin kalbine saplanmış halde duracaktı.

Ama dediği gibi, kardeşliğimize tercih ettiğim kadın oradaydı.

Her şeye tercih ettiğim kadın.

Bir kez daha uğruna ölebileceğim kadın.

Herkese selam olsun arsız ölümlü ordusu! Size çok değişik bir şey söylemek istiyorum. Şöyle kitaplığınıza gidin, 480-500 sayfa arası bir kitabı elinize alın. İşte Ölü Tanrının Şarkısı o kadar oldu skdfndsjpf. Tüm seri bitince sanırım Troya destanını baştan yazmış kadar olacağım, Homeros mezarında ters döndü valla sdkfnspdf.

150 Bin özel bölümü nasıl beğendiniz mi? Bir karışıklık olmasın, orada yazanlar ana hikayeye etki etmeyecek. Işıl, Fatma, Tuğçe, Aylin ve Önem zaten yazılmış bölümleri onlar yazsaydı nasıl olurdu diye gösterdiler. Aslında o bölümde bir amacım vardı... Wattpad bir şekilde bir kurtlar sofrasına dönüştü, herkes birbirine destek olmak yerine sebepsizce bir savaş içinde. Biz de bir kitap için yazarların nasıl birleşebileceğini bir gösterelim dedik :) Bence iyi de oldu. Bu arada 1 gün geçmiş 155 Bin olmuşuz esdkfjod iyiyiz he :)

Kitabın yarısı geride kaldı. Kısımın sözünden anlayacağınız üzere artık daha farklı bir aşamadayız dnfdjpf. Mara'yı kitabın bu yarısında bence çok daha fazla sevecek daha fazla küfredeceksiniz. Şimdi, geçen bölüm biraz üzüldüm. Neden mi? Arsız ölümlülerim bölümü 2 bin kişi anında okuyorsunuz 300 yorum 200 beğeni geliyor bileklerimi kesmek üzereyim dsfnspdf. Ben gazla çalışıyorum unutmayın.... Sınır koyacaktım normalde ama bir türlü içimi rahat ettiremedim. Lütfen sınır koymamayayım, siz de okuyan minnak parmaklarınızla bir yorumla beğeniyi çok görmeyin benden. Yemin ederim sizi lanetlerim ya da Rae'yi öldürürüm nihahahahahha.

Kaos kadın duyurulara doymuyordu ama son bir açıklama daha. 17-18 Mart yani perşembe cuma Bursa'da fuarda olacağım. Lethe almış olmanız ya da almanız benim için inanın önemli değil. Bana bir peçete getirin size selam arsız ölümlü yazayım. Ciddiyim... Sarılsak bile yeter gibi bana. Bir de fotoğraf ama güzel çıkmazsam paylaştırmam he ona göre dsjfpsdğf.

Sizi sonsuzluk kadar seviyorum, dünyanın en arsız ordusu. Yorumlarda görüşürüz ! (Rae'nin ölmesini istemiyorsanız tabi)

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

9.8K 561 6
❝Sevmek: kıskanmak, endişelenmek ya da özlemek değildir. Sevmek sadece acı çekmektir. Ve ben sevgilim. Sevgilim değil, sevdiğim. Sana her baktığımda...
26.6K 1.5K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
121K 8.5K 14
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...
69.7K 5K 36
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...