blue neighbourhood

By kitschmell

50.8K 5.6K 7K

hyunho ¡☆ ❝Bir pazar sabahı Hyunjin ve Minho'nun yolu farklı nedenlerden dolayı Blue Neighbourhood Kilisesi'n... More

0.0
0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8 (m)
2.9
3.0 (f)

1.7

1.4K 166 665
By kitschmell

öncelikle şunu söyliyim watty tarihinde benim yazdığım en uzun bölüm oldu(3000 kelime) bu yüzden zaten parçalara ayırdığım için dinlene dinlene okuyabilirsiniz.

onun dışında sözlü ve fiziksel şiddet sahneleri var şimdiden uyarımı yapayım.

yorum yaparak, yazmaktan mahvettiğim parmaklarımın karşılığını verebilirsiniz, iyi okumalar <3

.︎✞︎.

Üç yıl önce
____________

Henüz on beşinde olan Minho için sıradan bir sabah daha; okula gideceği ve eve gelip ders çalıştıktan sonra bunları tekrarlayacağı. Sıradan ve bir o kadar sıkıcı.

Üniformasını titizlikle giyip, kitaplarını çantasına yerleştiriyor düzenli bir şekilde. Liseye henüz bu sene başlamış ama sorumluluğunu bilip, güzelce üstesinden gelebiliyor. Belki de tek seçeneği bu olduğundan.

Boy aynasının karşısına geçip bakıyor kendindeki her bir detaya sonrasında. Güzel bulmuyor kendini ya da yakışıklı ya da tatlı. 'hiçbir şeysin lee minho.' diye geçiriyor içinden. Haklı. O kimsenin farketmediği, arkadaş olmak istemediği, öğretmenlerinin bile ismini unuttuğu görünmez çocuk Minho.

Hiçbir şey.

"Hazırlandın mı Minho? Geç kalacaksın!"

"Evet Anne! Çıkıyorum."

Çantasını sırtına asıp yola koyuluyor. Yine de kabul etmeli ki lise ortaokuldan daha güzel. Farklı bir ortam ve tanımadığı bir sürü kişi.. rahatsız değil aksine onların hayatları hakkında tahminler yürütüp kendince bir oyuna çeviriyor bunu. Yalnızlık derecesi göz yaşartıcı ama gerçek.

Kimse yok etrafında ilgisini çeken.

Ah- belki sadece o; Do Hanse.

Okula girdiği gibi yine gözüne çarpıyor o güzel oğlan. Yaşıtlar ve aynı sınıftalar ama diğerinin onun varlığından haberbar olmadığına emin. Do Hanse.. o herkesin arkadaş olmak isteyeceği kusursuz biri.

Ama Minho için işler farklı. Onun Hanse'ye duyduğu hayranlık başka bir seviyede. Öyle ki bazen sadece oturup uzaktan izlerken güzelliği ile ilgili düşündüklerini günlüğüne yazıyor. Başlarda günlük olarak kullansa bile şimdi bundan şüpheli; çünkü bu defter artık 'Do Hanse'yi Övme Defteri'ne dönmüş vaziyette. Ne yapabilir ki? Gidip her şeyi yüzüne söyleyecek değil ya.. ama keşke söyleyebilse. Keşke bir kerecik çekingenliğini kırabilse.

Minho, arada kaçamak gözlerle Hanse'ye bakıp defterine bir şeyler karalıyor. Ki asla hayal edemeyeceği o şey yaşanıyor sonra; Hanse etrafındakileri görmezden gelip yüzündeki gülümsemeyle Minho'ya el sallıyor.

Evet, bu kesinlikle Minho'nun hayal ürünü falan olmalı ya da sadece sürekli ona baktığı için dikkatini çekmiştir doğal olarak.

Her ne olursa olsun Minho şu an avazından çıktığı kadar şiddetle çığlık atmak istiyor. Saniyeler geçse de Hanse, çekmemiş gözlerini üzerinden. Sanırım karşılık bekliyor ama Minho'nun vücudu uyuşmuş gibi kaldıramıyor kolunu, sallayamıyor elini. Yanakları kızarıyor, kalbi deli gibi ağzında çarpıyor.

Ve nihayet yüzüne yerleştirdiği kocaman gülümsemesiyle sallıyor titreyen sağ elini. Belki de biraz abartılı bir şekilde. Ama kimin umurunda? Lee Minho'yu, o görünmez çocuğu mükemmel Do Hanse farkedip el sallamış. Kesinlikle şu an kolu kopsa önemsemeyecek durumda Minho.

Kalp krizi geçirmemek adına ilk Minho çekiyor bakışlarını ve vakit kaybetmeden bunu da yazıyor günlüğüne. Tıpkı her şeyi yazdığı gibi...

.
.
.

Başka bir günün sabahı okul yolundayken heyecanlı bir şekilde yürüyor Minho. Heyecanlı çünkü o günün ardından sıkça tekrarlanıyor bu; Hanse, Minho'yu farkettiği yerde selam verip 'günaydın' demeyi ya da sadece kantinde bir şeyler atıştırırken 'afiyet olsun' demeyi ihmal etmiyor. Ve bu her seferinde Minho'nun aklını kaçırmasına neden oluyor. Yine de bunu içinde yaşayıp, sakin bir şekilde karşılık veriyor Hanse'ye. Onu korkutmak istemez.

Bu aralarındaki diyalogları dünyanın herhangi bir yerinden normal sınıf arkadaşları muhtemelen her sabah tekrarlıyordur. Ancak Minho için aynı şey değil. Kimse kendisini umursamazken hayranlık duyduğu o çocuk selam veriyor kendisine. Abartmakta haklı, öyle değil mi?

Bugünün diğer günlerden farkı ise; nöbetçi öğrenci olması. Tüm gün ders görmeyip koridorda dolanacak, canı sıkılacak. Bundan şimdiden hoşlanmamaya başlıyor. Keşke sırasını başkası alsa ama sorumluluğunu yerine getirmek zorunda olduğunun da bir o kadar farkında. Sessiz kalıyor, sürekli yaptığı gibi.

Dakikalar sonra zil çaldığında öğrenciler sınıflara girmeye başlıyor. Minho ise koridorun başındaki tekli masasa tek başına oturup aynı gün onunla birlikte nöbetçi olan diğer öğrenciyi beklemekte. Bir de bu var; Minho tüm gün yalnız olmayacak ama sadece görünüşte. Muhtemelen tıpkı diğer sefer olduğu gibi yine görmezden gelinecek ve zor durumda kalmadığı sürece onunla iletişime girmeyecek diğer nöbetçi. Hoş, şikayetçi değil bundan.

Kafasını masaya koyup gözlerini yumuyor. Her sabah olduğu gibi bugün de uykusunu tam alamamış. Elbette amacı şekerleme yapıp görevlerinden kaytarmak değil ancak nöbetçi öğrenci gelene dek dinlenemeyeceğini kimse söylemedi ona.

Saniyeler sonra birinin nazikçe başını patpatladığını hissedince başını kaldırıp göz göze geliyor onunla. Hanse ile.

"Ben mi yanlış hatırlıyorum yoksa nöbetçi öğrencilerin görevi uyuklamak mı?" Sesi hiç alaycıl değil, aksine samimi.

"B-ben sadece diğer öğrencinin gelmesini bekliyordum, uyumamıştım." Diye panik içinde açıklıyor kendini. Biraz utanmış gibi.

"Ah, öyle mi? Beklettiğim için üzgünüm o zaman Minho."

Minho.

Kesinlikle takıldığı şey öncesinde söyledikleri değil, Hanse'nin ismini ilk kez söylüyor olması. Ses tonu ismini çok güzel telafuz ediyor. Minho bir daha hayran kalıyor.

"Bugün, nöbetçi sen misin yani?" İnanmakta güçlü çekiyor, olasılığı nedir ki?

Utangaçça elini ensesine atıyor Hanse. "Şey.. aslınsa bugün Seungwoo'nun günüydü ancak ben rica edince bana verdi sırasını."

Minho şokta. "Neden..?"

"Sadece.. seninle nöbetçi olmak düşününce güzel geldi kulağa. Yani seninle vakit geçirmek."

Minho, bir anlığına nefes almayı unutuyor. Bu bir rüya değil, değil mi?

"Minho, iyi misin?" Diyor, karşısındaki çocuğun donuk bakışlarını farkeden Hanse. "Rahatsız mı oldun yoksa? Ben-"

"Ne!? Hayır ben.. sadece beklemiyordum. Aksine sevindim seni gördüğüme. Biliyorsun okulda az-çok konuştuğum tek kişi sensin."

Hanse şaşkın ama Minho ondan daha da şaşkın. Hayatında ilk kez böyle ifade ediyor kendini. Bir o kadar gururlu ama.

"Ah, buna çok sevindim o zaman."

Sessiz kalıyorlar bir müddet, ne diyeceklerini bilemeden birbirlerine bakıyorlar. Aralarında garip bir atmosfer var.

"İşe koyulalım o zaman." Diyip oturuduğu yerden ayaklanıyor Minho. Tüm vücudunun titrediğine emin.

"Pekâlâ."

Bugün içinde Minho, ona karşı tüm çekingenliğini atıyor neredeyse. Hanse o kadar samimi ki kısa süre içerisinde kaynaşıyorlar ve tahmin edemeyecekleri bir yakınlık oluşuyor aralarında.

.
.
.

Sabırsızca oturduğu bankta ayaklarını sallandırıyor Minho. Bir yandan da soğuk havadan dolayı üşümüş ellerini hızlıca birbirine sürtüp, ısınmaya çalışıyor. Hava soğuk ancak onun içinde büyük bir yangın yeri var. Sanki hissediyor saf benliği... dakikalar sonra yaşanacak şeyleri.

Uzaktan görünmeye başlayınca beklediği beden, daha da heyecanlanıyor Minho. Anlaştıkları saatten biraz erken gelmiş ancak sorun değil, Hanse'yi bekletmeyi göze almaktansa soğukta bir saat daha oturur tereddüt etmeden.

Hanse, yanına gelince ayakları kendiliğinden hareket edip ayağa kaldırıyor bedenini.

"Çok bekletmedim değil mi Min?"

"Ha-hayır, sorun değil."

Tekrar ve tekrar sadece ismini kısaltmasına rağmen nasıl bu kadar etkilendiğini düşünmeden edemiyor. Bu çocuk ona büyü yapmış olmasın? Şayet gerçek bu olsa bile, Minho şikayetçi değil.

"Uhm.. pekâlâ. Oturalım?"

"Evet."

İkili oturuyor aynı banka, aralarında biraz mesafe var ama Minho buradan bile Hanse'nin gergin yüz ifadesini görebiliyor. Sorun mu var? Kötü bir haber mi getirdi yoksa? Bir daha görüşmek istmediğini mi söyleyecek? Minho'nun aklında sayısız karamsar senaryolar dönüyor sadece saniyeler içinde.

"Min.. ben, seni buraya bir şey söylemek için çağırdım aslında." Diyor Hanse titreyen nefesi arasında.

Minho, başıyla onaylıyor onu. Meraklı ama daha çok korkuyor. Lütfen düşündüğü şeyler olmasın.

Bankta biraz daha yaklaşıp aralarındaki mesafeyi düşürüyor Hanse. Vücutları neredeyse temas edecek ve bu Minho'nun nefesini tutmasına sebep oluyor. Garip bir tepki vermemek için zor tutuyor kendini.

"İnan bana bilmiyorum ne diyeceğimi... öyle abartılı ve etkileyici sözcükler söylemesini hiç bilmiyorum. Sadece iki sözcük Minho." Derince yutkunup tekrar aralıyor dudaklarını. "Senden hoşlanıyorum."

Ne zaman annesi başında belirip şu her gece gördüğü rüyaların tıpkısı olan bu tatlı rüyadan uynadıracak Minho'yu.

Bekliyor. Bir şey söylemiyor. Ciddi ciddi bekliyor uyandırılmayı.

"Biliyorum henüz yeni yeni konuşmaya başladık ama ben uzun süredir senden etkileniyorum, gerçekten."

Hanse, Minho'nun sessiz kalışı üzerine derin bir iç çekiyor. "Ben- ben üzgünüm cidden. Sanmıştım ki.. sanmıştım ki sen de benden hoşlanıyorsun. Ancak-"

Boynuna dolanan kollar kesiyor sözlerini Hanse'nin. Minho'nun soğuk vücudu onun alev almış bedeniyle birleşince garip bir titreme geliyor ikiliye. Belki de nedeni sadece aralarındaki yoğun çekimdir.

"Ben de seni seviyorum, Hanse."

İkili o gün bankta soğuğu aldırmadan dakikalarca oturup sarılıyorlar.

Hatta birbirlerinin ilk öpücüğünü çalıyorlar.

Mutlular, bunu kısa süreceğinden habersiz.

.
.
.

Garip.. rahatsız edici bir his var içinde bir yerlerde Minho'nun. Halbuki daha sabah ondan mutlusu yok gibiydi.

Bir haftadır, çıkıyorlar Hanse ile. Resmen sevgililer. Tabii bu ikilin arasında bir sır. Kimsenin bilmesine gerek yok, özellikle böylesine homofobik bir ülkede aralarındaki ilişkinin iyi karşılanmayacağının bilincindeler.

Bir haftadır Minho, hayallerini yaşıyor. Hiç gülmediği kadar gülüyor. Hiç almadığı gibi ilgi ve sevgi alıyor birinden. Sadece bakışları kesişip birbirlerinin gözbebeklerine daldıklarında bile on beş yıllık hayatından almadığı tüm huzuru buluyor Minho. Seviyor, kimseyi sevmediği gibi. Mutlu.

Peki ya şimdi okuldan çıkıp evine yol aldığı bu zaman diliminde niçin bu kadar huzursuz? Niçin böyle hissediyor? Neden ayakları evinin aksi yönüne doğru atıp yarını yokmuşçasına koşmak istiyor? Korkuyor bu histen ama nedenini bilmek istiyor.

Nedenini dakikalar içinde öğrenecek Minho.

Kapının önüne geldiğinde başta tereddüt etse bile sonradan kararlı bir şekilde çalıyor zili. Titrek bir nefes karışıyor dudaklarıdan havaya. Kalbi deli gibi atıyor.

Derken açılıyor kapı, annesi beliriyor önünde. Yüz ifadesi her zamanki gibi duygusuz ama bakışları... o kadar keskin ve öldürcü ki Minho bunu hazmedemiyor.

Ne olduğunu anlamdan kolundan tutup içeri çekiyor annesi onu ve salona doğru götürüyor. Karşı çıkmıyor Minho. Kabulleniyor olacakları. Ne olacaksa bir an önce olsun istiyor artık.

Salona geçiyorlar. Minho'nun gözleri koltukta oturmuş babasına kayıyor ilk. Sonra dikkatli bakınca babasının elinde bir şey okuduğunu farkediyor.

Günlüğünü.

Bay Lee, ikiliyi farkedince kenara fırlatıyor defteri agresifçe. Yaklaşınca ikiliye tüm bedeni titriyor Minho'nun. Annesi de onu öne doğru itip tutmayı bıraktığında başta düşecekmiş gibi oluyor ki daha sıkı bir tutuş izin vermiyor buna.

"Bana bunun doğru olmadığını söyle Lee Minho. Okuduklarımın hayal ürünü olduğunu söyle." Diye her sözcüğünün üzerine basarak konuşuyor babası. Her konuştuğunda tutuşu sıklaşıyor. Minho'nun canı yanıyor.

"Sessiz kalma! Cevap ver bana!" Hafif sallandırıyor bedenini.

Minho'nun gözlerinden yaşlar akmaya başlarken kısık çıkan sesiyle sadece "Doğru baba." diyebiliyor ve daha hiçbir şey kavrayamadan sağ yanağında hissettiği keskin acıyla birlikte yere kapaklanırken buluyor kendini.

"Ben seni onca sene başıma ibne ol diye mi büyüttüm aşağılık herif?!"

Sırtında hissediyor tekmeyi, bu darbeyle midesi bulanıyor.

"Kiliseye, Tanrı'nın evine günah işle diye mi götürüyorum ben seni?!"

Başına yakın bir darbe alınca görüş açısı kararıyor hafiften. Gözyaşları durmak bilmiyor.

"Hastasın sen, iğreniyorum senden ve senin gibilerden!"

Tekrar kolundan tutup ayağa kaldırıyor mahvolmuş bedenini ve başka yöne doğru yürütmeye başlıyor babası. Karşı çıkmıyor, o gücü kendinde bulamıyor Minho. Sonra göz göze geliyor annesiyle. Onun bakışlarındaki iğrenme ifadesini farkedince daha da acıyor canı. Ruhu.

Arkadaki boş odaya gelince Bay Lee, kilidini çevirip açıyor kapıyı ve Minho'nun bedenini içeri fırlatıyor.

"Sen aklını başını alıp, Tanrı'dan, bizlerden özür dilemeyene dek çıkmak yok bu odadan! Hatanın, bu düşüncelerinin hastalıktan ibaret olduğunu farketmeden çıkmak yok Lee Minho!"

Eşine dönüp devam ediyor. "Ben söylemeyene kadar yemek hatta su bile getirme şuna. Yüce Tanrı'nın ona bahşettiği şu bolluğun yokluğunu farketsin ki köpek gibi pişman olup af dilesin O'ndan."

Başıyla onaylıyor onu, Bayan Lee.

Son bir kez üzerine tükürüp kapıyı yüzüne kapatıyor oğlunun.

Minho... o şu an ne hissetmesi, ne tepki vermesi gerektiğini bilmiyor. Kendisi bitmiş durumda ancak gözyaşları durmuyor.

Korkuyor.

Birçok şeyden ama en çok da Hanse'yi bir daha görememekten.

'senin neyine minho? mutlu olmak senin neyine görünmez çocuk?'

.
.
.

Beş ay sonra
______________

Günler sonra bugün, o odadan dışarı çıkacak ama içinde zerre kadar heyecan yok Minho'nun. Nereye gideceğini, neden ani bir kararla dışarı çıkarıldığını bilmiyor ancak merak da etmiyor. Tüm yaşam enerjisi sömürülmüş gibi bu genç yaşında. Yüzü haftalardır gülmüyor, gözyaşları da tükenmiş durumda artık. Onlar bile akmıyor, Minho'nun bu hâline acır gibi. Duygularının köreldiğini hissediyor henüz on beşindeki zavallı çocuk. Hissetmiyor hiçbir şey, hissedemiyor.

Önüne atılan birkaç parça temiz kıyafeti giyinirken bakıyor çıplak kalmış vücuduna aynada. Acınası durumda. Morarmamış, yara olmamış kızarmamış tek bir santim yok o beyaz teninde. Kim onu görse acır mutlaka zira Minho da kendine acıyor. Acıyor ancak elinden bir şey gelmiyor.

Hızlıca giyinip, ifadesizliğini bozmadan kilidi açık bırakılmış kapıyı aralıyor ve anında annesi ile karşılaşıyor. Kontrol etmeye gelmiş olsa gerek.

"Baban arabada seni bekliyor. Acele et."

Başıyla onaylıyor onu sadece, bir soru sormuyor ve dış kapıya yönelip evden çıkıyor. Çıktığı gibi gözüne giren günışığı yüzünden kamaşıyor gözbebekleri, kendiliğinden kapanıyor gözleri. Günler sonra Minho, güneşin o sıcak hissini bedeninde hissediyor. Tekrar acıyor kendine.

Bekletmemek adına yürüyüp arabanın arka koltuklarından birine oturuyor ve sessiz kalıyor. Babası da ona bir açıklama yapmadan çalıştırıyor arabayı zaten.

Yol boyunca gözbebeklerini camdan ayırmıyor Minho. İnsanlara bakıyor, ağaçlara, sokak hayvanlarına. Her birini bu kadar özleyeceğini düşünemez bile. Yıllar sonra beraat eden mahkumlara benzetiyor bu hâlini. Acıyor kendine bir daha.

Yarım saatlik bir yolculuğun ardından daha önce hiç gelmediğine emin olduğu bir evin önünde duruyor araba. Babası çıkınca o da anlıyor çıkması gerektiğini.

Ev, fazla garip geliyor gözüne. Tek katlı, izbe ve bakımsız bir ev. Fazla çukur bir yerde kaldığından etrafında başka ev de yok zaten. Ürküyor Minho. Kim görse ürker aslında.

Bay Lee, elindeki kağıdı son bir kez kontrol ettikten sonra tahta kapının tokmağına vuruyor ve kapı çok geçmeden birkaç kilit sesi duyulduktan sonra yaşlı bir adam tarafından açılıyor.

Görünüşü bir rahip gibi. Beyaz kıyafetler, uzun bir sakal, ve yüzündeki o 'ben bilgeyim' ifadesi.

"Bay Christian Gogh?"

"Evet, evet buyurun lütfen." Diyip içeri davet ediyor adam onları.

Babasını takip ediyor Minho da. O sırada adamla kesişiyor bakışları. Minho'nun bedenine bir ürperme yayılıyor. Adam sanki bakışlarıyla onun tüm benliğini yoklamış gibi. Tuhaf bir ev ve rahip görünümlü bir o kadar tuhaf adam. Minho, başına ne gelecek merak ediyor şimdi.

Bay Lee ve adam bir odaya girince Minho'ya dışarıda beklenmesi söyleniyor. İkiletmiyor onları ve sessizce odanın dışında bekliyor Minho. Derken birkaç dakikanın ardından babası tek başına çıkıyor. Yüzünde sıkıntılı bir ifade var.

"Gir içeri, Bay Gogh seni bekliyor."

Neden? Diye sormak istiyor. O adamdan ürktüğünü söylemek istiyor ancak bunun yerine sadece hafif bir baş sallamasıyla odaya girip kapıyı ardından kapıyor Minho.

İçeri girdiğinde işler daha da tuhaflaşıyor zira beklediğinin aksine oda, çeşitli büyü şeyleriyle ve garip objelerle dolu değil. Oldukça sıradan bir oda hatta. Bay Gogh da yere oturmuş önünde bir yer masası birkaç kitapta gezdiriyor bakışlarını.

Sonra Minho'yu farkedince eliyle gelmesini işaret ediyor.

"Gel otur önüme, çekinme delikanlı. Korkmanı gerektirecek bir şey yok."

Korktuğunu anlamış, anlamaması içten değildi zaten.

İkiletmeden usulca dediğini yapıyor Minho. Önünde oturuyor ve kitap sayfalarında gezdiriyor bakışlarını. Başka bir dil ve daha önce hiç görmediği bir alfabe. Tuhaf..

Adam kitaptan belirli bir sayfa açıp sesli bir şekilde okumaya başlıyor yazıları. Minho, hiçbir şey anlamıyor. Korece veya bildiği bir dil değil. Adam sesli bir şekilde dua okur gibi devam ediyor sözlerine. Çok geçmeden kurumuş, mavi bir yaprak çıkarıyor kalın bir kitabın arasından. Sonrada o yaprağı eliyle ufalıyor ve minicik yapıp toz haline getiriyor. Minho, daha olayın garipliliğini kavrayamamışken adam elindeki mavi tozları yüzüne doğru üflüyor. Bu da Minho'nun burnuna giren kurumuş yaprak tozu yüzünden hafifçe öksürmesine neden oluyor. Adam bunu umursamadan devam ediyor yazıları okumaya.

Derken duruyor ve gözbebeklerini Minho'nun üzerine sabitliyor aniden. Titiriyor bedeni zavallı çocuğun. Gülümsemeye başlıyor adam, bu daha da ürpermesine sebep oluyor.

Ayağa kalkıp üzerini silkeliyor ve Minho'ya da gelmesini işaret ettikten sonra çıkıyor odadan Bay Gogh, hiçbir şey olmamış gibi. Ürkmüş çocuk da hemen arkasından çıkıyor.

"Tamamdır Bay Lee. Sorununuzu hallettim." Diyince yaşlı adam, Bay Lee teşekkür edip bir deste para veriyor adama.

Sonra da evden çıkıyor baba-oğul. Tekrar arabaya bindiklerinde Minho hâlâ şaşkın. Babası gülümsüyor çünkü.

Dayanamıyor ve aralıyor dudaklarını. "O adam kimdi ve bana ne yaptı?" sesi kısık, hâlâ ürküyor.

"Sorun yok oğlum. İyileştin."

İyileştim?

.
.
.

İki gün geçmiş o adamın evine gitmelerinin üzerinden. İyileştin demişti babası, ama Minho hiç hasta olmamıştı ki?

Dün gece ani bir kararla babası Minho'yu tekrar eski okuluna göndermeye karar veriyor ve Minho da karşı çıkıp bir şey söylemiyor. 'Peki' diyor sadece. Kabulleniyor. Ne diyebilir ki? O hapis hayatı yeterince ruhuna derin yaralar açmış zaten. Her şey daha ne kadar kötü olabilir ki?

Hafif çantasını koluna takıyor. Ne götürmesi gerektiğini bilmediği için sadece; kalemliği, boş bir defter ve okuma kitabı var içinde.

Babasının onu arabayla bırakacağını duyunca şaşırıyor ama merak etmiyor nedenini. Gerginlik var üzerinde. Aylar sonra tekrar öğretmenlerini, sınıf arkadaşlarını görecek.

Ve şeyi.. kimi? Hatırlamıyor ki içindeki boşluğun sebebini. Sanki bir şeyi atlamış, birilerini unutmuş gibi...

Boşveriyor.

Okula vardıklarında arabadan iniyor Minho. Babası ona el sallayınca dudakları aralanıyor ve o da hafifçe el sallıyor. Neden yaptığını, bu davranışlarının nedenini bilmiyor babasının. Sanki aylarca ona, hem psikolojik hem de fiziksel şiddet uygulayan babası değil de başka biri gibi.

Birkaç bakışın- hayır, hayır bahçedeki tüm öğrencilerin kendisine baktığını hissediyor. Çok doğal, aylarca yoktu ve kimse ondan bir haber alamamıştı.

Yine de umursamıyor ve okulun içine doğru yürümeye başlıyor. Derken biri atlıyor boynuna, Minho'nun vücudu kaskatı kesiliyor burnuna doluşan tanıdık kokuyla.

Hanse.

"Minho! Tanrı aşkına şükürler olsun! Ben- ben çok merak ettim seni. Uyuyamadım, hep seni bekledim ama gelmedin Min. Çok, çok özledim seni birtanem."

Minho, ifadesizliğini bozmadan sessizliğini koruyor. Elleri hâlâ aşağıda, karşılık vermiyor sarılmasına.

"Bir sorun mu var Min?" Diyip kollarını ayırıyor Hanse. Minho'nun yüz ifadesini farkettiğinde ise kanı donuyor adeta. Nasıl bu kadar hissiz olabiliyor ki bakışları?

Minho'nun bakışları arkasına kayıyor ve farkediyor.. babasının arabası hâlâ orada. Anlıyor nedenini.

"Ben.. üzgünüm Hanse. Bir daha konuşmayalım."

Diyip adımlarını tekrar okula doğru atmaya başlıyor Minho.

"Neyden bahsediyorsun sen!? Ne demek konuşmayalım? Aklını mı kaçırdın-"

"Evet! Aklımı kaçırdım. Uzak dur benden. Unut beni, benim seni unuttuğum gibi. Artık umurumda değilsin, hiçbiriniz değilsiniz!" Diyip onları izleyen öğrencilere doğru haykırıyor.

"Ama-"

"Benden uzak dur Do Hanse. Kendi iyiliğin için benden uzak dur."

Sonrasınsa şok olmuş bedenleri arkasında bırakıp hızlıca okula giriyor. Kalbi ağzında atıyor, bedeni ürpermiş, tüm kanı yüzüne çekilmiş gibi, görüş açısı bulanıklaşıyor ve dayanamadan erkekler tuvaletindeki boş bir kabine girip kapıyı kilitliyor.

Avazıdan çıktığı kadar yüksek bir çığlık atıyor sonra. Canı yanıyor, her şeyden pişmanlık duyuyor. Keşke hiç hayatına girmeseydim diye düşünüyor. Suçluyor kendini.

Ağlıyor, göz yaşları günler sonra tekrar iki çeşme gibi olmuş. Bitmiş durumda. Tam daha da kötüsü olamaz derken daha kötüsü geliyor başına. Minho artık dayanamıyor. O gücü, dayanağı bulamıyor kendinde.

Sadece ağlıyor o boş lavaboda. Belki yarım ya da bir saat boyunca ağlıyor.

Ağlayınca her şeyin geçmesini umuyor. Geçmeyeceğini biliyor. Ama ağlıyor.

Minho'nun saf ruhuna birer yara olarak kazınıyor yaşadığı tüm bu şeyler. Asla eskisi gibi mutlu olmayacağına, sevmeyeceğine emin.

Emindi.

Yıllar sonra bugün, Minho tüm geçmişini kolları arasında gözyaşı döktüğü bedene anlatıyor. Hyunjin'e. Geçmişi gün yüzüne çıkarmak; kabuk bağlamış yaralarının tekrar kanamasına sebep olsa bile rahatlamış hissediyor Minho.

Nedenini de biliyor aslında. Aşık olmuş, en saf duygularıyla aşık olmuş Hyunjin'e. Yıllarca mahrum kaldığı tüm o sevgi ve merhameti karşılıksız alıyor ondan.

Minho, yıllar sonra aradığı huzuru Hyunjin'in kollarında buluyor tekrar.

.
.
.

yazarken gözlerim doldu uf- umarım size de o duyguyu aktarabilmişimdir.

Peki, bölüm hakkındaki genel düşünceleriniz? Böyle bir şey tahmin etmiş miydiniz?

Ayrıca yb salcam diye hemen oy vermişsiniz dgxnsbx söz veriyorum ne kadar çok oy olursa o kadar hızlı ve uzun yb salcam. 😊😊

Umarım beğenmişsinizdir. Yorum ve oylarınızı eskik etmeyin, kendinize iyi bakın! ✨🧚‍♀️✨

-mellanie

(medyayı izleyin! Moralinizi yerine getircek.)

Do Hanse merak edwnler için. Benim manit olur kendisi <3

Continue Reading

You'll Also Like

32.4K 2.1K 29
❝ i might be wrong, but don't you think he's a part of your memories? ❞ ❝ i never give up on you ❞ maybe happy ending is possible for them after...
735K 68.3K 30
tae: jungkook bu şarkıyı dinlerken sana mesaj atan kişi ruh eşinmiş aç dinle hemen, belki o çocuk mesaj atar 《25.07.20 - 03.02.21》
175K 17.3K 30
bang chan, "sınıf grubu" isimli bir grup kurdu. iki yıldır aynı sınıfta olan kişiler için fazla uzak değil miyiz? - # texting
949K 104K 51
müdürün oğlu jeongin, "this is sparta" diyerek kapılara tekme atan hyunjin'in okuldan atılmaması için babasını ikna etmeye çalışır