Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf Dövme...

By Savaniris

103K 7.6K 3.2K

Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyor... More

T a n ı t ı m
1|Dövmeci Dükkanı
2|Garip Şeyler Oluyor
3|Fabulasium
4|Yine ve Yeniden
5|Düşmanlarla Yemek
6|Kaçış
7|Son Partisi
8|Yeni Birileri
9|Sürpriz
10|Zorlu Bir Görev
11|Değişim
12|Topaz Köy
13|Beklenmedik
14|Kötü Bir Sürpriz
15|Parlak
16|Tehlike Çanları
17|Kayıp
18|Mesaj
19|Şüphe
20|Küçük Bir İttifak
21|Acı
22|Gerçek Aynaları
23|Sandık
24|Yeni Sırlar
25|Tuhaf Bir Karşılaşma
26|Sargas Yıldız Geçidi
27|Prensesin Uykusu
28|Not
29|Arena
30|Yüzleşme
31|Büyük Bir Hata
32|Günlüğün Sırları
33|Ejderhanın İzinde
34|Sör Bukalemun'un Laneti
35|Kaosa Beş Kala
36|Mektup
37|Zor Bir Gece
38|Tehdit
40|Kısa Bir Soluk
41|Korku
42|Hapsolmuş
43|Karanlık Ruh
44|Hesapta Olmayan Bir Plan
45|Kaçak
46|Ejderhayla Dans
47|Kara Kutuya Yolculuk
48|Hazırlık
49|Şatoya Dönüş I
50|Şatoya Dönüş II
51|Tavan Arası Sırları
52|İzciler'in İzinde
53|Karmaşa
54|Çınar Köşkü
55|Tören
56|Acı Bir Gerçek
57|Savaşın Ayak Sesleri
58|Savaş
59|Sonsuz
60|Son

39|Karanlık Ruhlar Evi

1K 103 29
By Savaniris

Ben geldiiim! Beklettiğim için özür dilerim.
Keyifli okumalar!

     Karşımda akıl almaz bir keyifle bana bakan İdil'e büyük bir şokla bakıyordum. Ne saçmalıyordu? Bu nasıl bir iftiraydı?

"Ne diyorsun sen be? Kafayı mı yedin?" diye sorarken ellerim titremeye başlamıştı. Bana babamla ne işi olduğunu söylememek için böyle bir yalan uydurması deliliğin kaçıncı seviyesiydi?

İdil küçük bir gülümsemeyle "Hayır, gayet sağlıklıyım ama sanırım senin için aynısını söyleyemeyeceğim. Her an kayışları koparacak gibi görünüyorsun." diye karşılık verdi.

Başımı iki yana sallayarak "Yalan söylüyorsun. Bu söylediğin o kadar saçma ve imkansız ki." dedim. Babam asla böyle bir şey yapmazdı. Buna inanmamam için pek çok sebep vardı.

İdil başını hafifçe sağ tarafa eğdi ve "Eğer Egehan'la buluşmamı sağlamazsan, doğru olduğunu herkesle birlikte öğrenirsin. Sonra baban artık hapse mi girer yoksa başka bir şey mi yapar, orasını bilemiyorum." dedikten sonra başka bir şey söylemeden temizlik odasından çıktı.

Yalan söylüyor olmalıydı. Bu işin içinde bir iş olduğuna emindim fakat İdil neden kendisine yardım ettiğini iddia ettiği babamı tehlikeye atmak istiyordu?

Babam asla böyle bir şey yapmazdı. Öncelikle o bir doktordu, insanları kurtarırdı. Doktor olmasaydı bile bir insanı, hem de en yakın arkadaşı olan kişiyi asla öldürmezdi. Bunun doğru olması çok korkunç başka bir ihtimali doğururdu ki bunu düşünmek bile karnıma krampların girmesine neden oluyordu. Alkın'ın annesini İzciler öldürmüştü ve bu doğruysa babam bir İzci demekti.

Öğrendiğim her bilgi tek tek üstüme gelirken hangisinin doğru, hangisinin yalan olduğunu bilmemek beni korkunç bir karmaşanın içine itiyordu. Boğuluyormuş gibi hissediyordum ve hissettiğim tek şey bu değildi.

Omzumdaki yanmayla acı içinde nefesimi içime çektim. Bu seferki acı sadece fiziksel de değildi.

<<<•>>>

Gözlerimi Fabulasium'da açtığımda toprak evin içinde yalnız olduğumu fark ettim. Ne Eris'ten, ne Egehan'dan ne de Amedeo'dan bir iz vardı. Birkaç dakika önce duyduklarım zihnimi istila etmeye başladığında kalbimde çok yoğun bir sancı hissettim. Kanım damarlarımdan çekiliyor gibiydi.

"Meira?" Duyduğum sesle biraz da olsa kendime gelirken arkamı döndüm. Eris merakla bana bakıyordu. "Ne oldu? Niye böylesin?" diye sordu beni incelerken.

"Ben...iyiyim. Bir şey yok." diye cevap verdim.

"Her yerde seni aradık. Neredeydin?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım. Okuldan bahsediyor olmalıydı.

"Sadece yarım saat kadar ortada yoktum." dediğimde Eris'in dudakları hafifçe kıvrıldı.

"Bu, onun aşırı endişelenmesine engel olmadı ama." dediğinde iç çektim. Alkın bunun için bana çok kızacaktı.

"İdil'le birlikteydim." dedim. Omzum hemen yanmaya başlamıştı.

"İdil'le mi? O kıza dikkat et bence."

"İdil'e değil de babama dikkat edeyim bence." diye mırıldandım. Ardından acıyla nefesimi içime çektim.

Eris kaşlarını çatarak "Babana mı? O ne alaka?" diye sorduğunda "Daha sonra anlatırım, şu an her anlamda acı çekiyorum." diye cevap verdim. Onun da omzu yanıyor olmalıydı fakat umursamadan omuz silkti.

"Ne yapacağız şimdi?" diye sordum. Karanlık Ruhlar Evi'ne girmenin bir yolunu bulmamız gerekiyordu.

Eris sivri uçlu şapkasını başından çıkarıp elini içine daldırırken "Önce dansı tekrarlaman gerekiyor. Eğer hareketlerin anlamını bilirsen ritüeli daha etkili ve hissederek yapabilirsin. Bunun dışında o eve girdikten sonra ruhunu koruma altına almak için bir iksir hazırlamam gerekiyor." diyerek şapkanın içinden çıkardığı çeşitli boyut ve renklerdeki cam şişeleri toprak tezgahın üzerine yerleştirmeye başladı.

Bu sırada Amedeo ve Egehan da gelmişlerdi. Egehan geldiği anda küçük belalı yaratık da toprak evin içine girerek Egehan'ın başına sertçe çarptığında Egehan sıkıntıyla inledi. "Hiç derdim yokmuş gibi bir de bu çıktı başıma."

Küçük yaratık bir kez daha çarparken incecik sesiyle öfkeli bir şekilde söylenmeye başladı fakat cümlelerinden hiçbir anlam çıkaramadım çünkü sesi daha çok fare viklemesi gibiydi.

Amedeo Eris'in yanına giderek "Ne yapıyorsun cadı?" diye sordu. İlgili gözleri Eris'in yüzünü tarıyordu.

Eris bakışlarını bir iki saniye kadar Amedeo'ya çevirip "Ruh koruma iksiri hazırlıyorum. Sen de Meira'yla dansı tekrarlasan iyi olur." dedi. "Hareketleri iyice kavraması lazım."

Amedeo iç çekerek başını salladı ve bana döndü. "Pekâla prenses, benimle bir dansa var mısın?" diye sorduğunda onu onayladım. Kafamı dağıtmam gerekiyordu yoksa karanlık düşüncelerin içinde kaybolacaktım.

Bir eli belimi, diğer eli de avcumu kavradı. Hayatımda hiç bu şekilde dans etmemiştim ve bu yüzden nasıl adım atacağım konusunda pek bir fikrim yoktu.

"Yüzüme uzaylı görmüş gibi bakmanın sebebini sorabilir miyim?" dedi Amedeo.

"Ben hayatımda daha önce hiç dans etmedim."

Eris başını bana çevirip kaşlarını çatarken Egehan kollarını göğsünde kavuşturarak sırıttı. "Bunu kaçırmayacağım için çok mutluyum." dediğinde ters ters ona baktım.

"Sus."

Amedeo hafifçe gülerek "Merak etme, hiç zor değil. Atacağın adımlar örüntü gibi sürekli tekrar ediyor. Bilek hareketlerinin de anlamını öğrendikten sonra aklında kalacağına eminim. Şimdi, başlayalım mı?" derken tam bir beyefendi gibi görünüyordu.

Gülümseyerek "Olur." dedim. Hiçbir zaman dans etmek gibi bir isteğim olmamıştı. Dansı izlemekle yetinmek her zaman daha çok hoşuma giderdi fakat bu dansı sevdiğim kişi için yapacaktım. Yapmak ve onu kurtarmak zorundaydım.

Amedeo bir adım geriye atarken belimdeki eli sebebiyle ona ayak uydurdum. İlk anlarda ayağına basmamak için büyük çaba sarf etmiş ve çoğunlukla da basmıştım. Her basışımda 'ay' diye küçük çığlıklar attığım için Egehan kahkaha atarak beni izliyordu. Amedeo ise sabırla alışmamı beklemiş ve pes etmeden hareket etmeye devam etmişti. Sanırım şu an eski dans partnerini özlüyor olmalıydı.

Ayak hareketlerini az çok çözmeye başladığımda ikinci aşamaya gelmiştik. Bu sırada hâlâ iksirle uğraşan Eris başını hafifçe bize çevirerek "Yapacağın dans aynı zamanda bir ritüel demiştim. Bu yüzden ne yaptığını bilmeli ve bunu hissederek yapmalısın. Bileğini kalbinin ve başının hizasında çevirmen 'Kalbimdeki ve zihnimdeki umut ile ışık, senin kalbine ve zihnine geçsin.' anlamına geliyor." diye açıkladı.

Çok saçmaydı fakat işe yarayacağına inanmam gerekiyordu. Bir zamanlar Dövmeci'nin de bana bunu öğütlediğini hatırlamıştım. Dövmeci... Acaba şimdi neredeydi? Durumu iyi miydi?

"Çember olayını da hatırlıyorsun, değil mi?" diye sordu Eris. Düşüncelerimden sıyrılıp başımı sallayarak onu onayladım. Çemberdeki karşılıklı iki noktada aynı hareket ve dönüşleri yapmam -daha doğrusu yapmamız- gerekiyordu. Bu dansı Alkın'la yapacaktım ve bunu onun da bilmesi gerekiyordu.

"Peki o biliyor mu bu dansı?" diye sordum.

Eris'in yüzünde küçümser bir ifade oluşurken "Tabii ki biliyor. Gerçek hayatta da çok güzel dans eder. Hatta bir zamanlar ikimiz partnerdik." diye cevap verdi. Bu sırada yüzünde pek sık rastlanmayan hoş bir gülümseme oluşmuştu. Yüzümü asmamaya çalışırken Amedeo'nun bu çabaya hiç girmediğini fark ettim. Buz gibi bir ifadeyle Eris'e bakıyordu.

Eris gözlerini ona hiç dokundurmadan iksire geri döndü. Amedeo elini tekrar bana uzattığında Egehan dansımızda daha fazla gülecek bir şey bulamamış olacak ki sıkılgan bir tavırla Eris'in yanına gidip sivri şapkasını eline aldı. Bu sırada küçük yaratık da uçarak Egehan'ı takip etmişti.

Elini içine sokup karıştırırken "Bütün o zırvalıklar bunun içinden mi çıktı yani?" diye sorarken Eris memnuniyetsiz bir şekilde şapkayı Egehan'ın elinden çekerek aldı ve "Şapkamı taciz etmeyi kes!" dedi.

"Aman iyi be!" diye tersledi Egehan.

Onlara hafifçe gülümserken birbirlerinden nefret etmediklerini görmek-

"Senden nefret ediyorum sümüklü böcek!" diye bağırdı Eris. Daha doğrusu çığlık attı. Nedenini ise başımı hafif sola çevirince anladım. Egehan elinde tuttuğu cam şişeyi yanlışlıkla yere düşürmüş, cam parçalarını almak için yere eğildiğinde hemen arkasındaki tezgahın üstünde yer alan küçük damıtma sistemini poposuyla devirmişti.

Derin bir nefes alıp vererek önüme döndüm ve dansa odaklanmaya karar verdim fakat evren dans etmemi istemiyor gibiydi. Amedeo ile dansa başlamak üzereyken kapı çaldığında kaşlarım çatıldı.

Amedeo da birini beklemiyordu sanırım çünkü sarı gözleri şüpheyle kısılmış, beni bırakıp duvara dayalı kılıcı eline alırken oldukça temkinli adımlarla kapalı kapıya yaklaşmıştı.

"Kim o?" diye seslendiğinde karşı taraftan tanıdık bir ses "Benim." diye seslendi.

Amedeo kaşlarını çatıp "Sen kimsin?" diye sorduğunda kapıya ilerledim ve bu saçma diyaloğu sonlandırarak kapıyı açtım.

"Burada ne işin var Büyücü?" diye sordum merak ve tedirginlikle. Arkasında Yaprak, daha uzağındaysa tanımadığım altı kişi duruyordu. Hepsi de Yekta'ya benzer kaftanlar giymişti. İki kız, dört erkek vardı.

Yekta ifadesiz bir şekilde "Önemli bir durum var. Sizi bulmak sandığımdan daha zor oldu ama neyse ki çok geç olmadan başardım." dediğinde Yaprak yüzünü asarak "Başardık diyecektin herhalde?" dedi.

Yekta bakışlarını kısaca Yaprak'a çevirip tepki vermeden tekrar bana döndü. "Konuşmamız gerek."

Sıkıntıyla "Hemen mi? Biraz bekleyemez mi? Çünkü şu an tam da bir kurtarma planının ortası-" derken sözümü keserek "Hemen." dedi ve kapının önünden çekilerek çıkmam için bana yer açtı.

Oflayarak dışarı çıkarken gözlerim yabancılara takıldı. "Onlar kim?" diye sorduğumda Yekta kısaca "Çıraklarım." diye cevap verdi.

Egehan arkadan "Vay anasını! Kardeşim senin çırakların da mı var?" diye sorarken Yekta hafifçe gülümseyip başını salladı.

Yaprak kollarını göğsünde kavuştururken "Aman ne çıraklar." diye mırıldandı. Bugün çok daha iyi görünüyordu. Daha doğrusu çok daha Yaprak gibi. Toprak'ın ölmediğine sonunda ikna olmuş olmalıydı.

Eris kapıdan çıkarken yüzünü buruşturarak "Ortamdaki gereksizlerin sayısı gittikçe çoğalıyor." dedi ve koyu kahve gözleri çırakların üzerinde dolaştı. Onun sesiyle birlikte çırakların yüz ifadeleri de şaşkınlıkla çarpılmıştı.

Kızlardan kısa boylu ve kıvırcık saçlı olanı öne atılarak "Senin burada ne işin var kaltak!" diye bağırdığında Yekta derin bir nefes aldı.

"Lia dur! O prensesle birlikte. Şu an için zararsız, sakin ol." dediğinde Eris gülerek "Çok da emin olma Büyücü." diye karşılık verdi.

Merakla onları izlediğimi fark eden Yekta "Tanışma faslını biraz ertelememiz gerekiyor Meira." dedi.

"Tamam erteleyelim de bu kadar acil ne oldu?" Açıkçası bunu sorarken içten içe çok kötü bir şey olmaması için dua ediyordum çünkü artık hiçbir şeye gücüm kalmamıştı.

"Ufukta büyük bir savaş var." dedi Yekta. Yüz hatları ilk defa bu kadar ciddiydi.

Harika. Kötü bir şey olmamasını istedikçe daha kötü şeyler oluyordu.

"Savaş mı? Ne savaşı?"

"Bu evrenin görebileceği en büyük savaşlardan biri." dediğinde nefesimi tuttum.

"Niye?" Bu evrene yeni gelmiştim ve gelir gelmez savaş mı çıkıyordu?

Yekta sanki anlamadığım bir konuyu anlatmasını istemişim gibi açıklamaya koyuldu. "Biliyorsun, burada birbirlerinin karşısında olan takımlar var. Bu takımlar kendi görevlerini yerine getirmekle yükümlü, yani karşılarına çıkan canavar görünümlü madde depolarını yok etmekle." dediğinde başımı salladım.

"Fakat bazı gruplar diğer grupların işlerine karışıp ortalığı ayağa kaldırmaya niyetlendiler. Diğer grupların öldürecekleri canavarları kaçırdılar ve görevlerini yapmalarına engel oldular. Bazıları ise karşılarındaki grubun kaderini değiştirmeye çalıştılar ki bunlardan birini çok yakından tanıyorsun."

Kaşlarımı çatarak Yekta'ya baktım. Kimden bahsediyordu? Yekta beklentiyle yüzüme bakarken aklımda da bir isim belirmişti.

Derin bir nefes alıp "Prens Nealon." dedim. "Sen bunu nereden biliyorsun ki?"

Yekta elini umursamazca sallayıp "Ben Büyücü'yüm. Her şeyi bilirim." dedi.

Yaprak arkadan "Uydurma be, çıraklarını dört bir yana göndererek neler olup bittiğini öyle öğrendiğini söylesene!" diye seslendi.

Yekta'nın dudakları hafifçe kıvrılsa da kısa sürede eski haline döndü. "Bir şekilde her şeyi öğreniyorum işte. Neyse, önemli olan bu değil. Prens Nealon hedefini değiştirdi ve işin içine büyük bir krallığı da dahil etti."

"Dur tahmin edeyim. Bu büyük krallık da benim asla görmediğim krallığım, değil mi?" diye sordum.

Yekta başını salladı ve "Evet." dedi.

"Ne yapmamızı istiyorsun yani?" diye sordum. Savaş çıkacaksa bunu nasıl engellememi bekliyordu ki?

"Prens Dorian'la birlik olup kendi krallığını işgal etmeni istiyorum." dediğinde ağzım şaşkınlıkla açıldı.

"Ne?"

Egehan yanımıza gelerek "Saçmalama, kendi krallığını neden işgal etsin? Zaten oranın varisi olduğu için zamanı geldiğinde tahta çıkacak." dedi.

"Tabii o zamana kadar Prens Nealon tahtı elinden almazsa." dedi Yekta.

"Üff! Bu neden bu kadar önemli ki? Almak istiyorsa alsın, bana ne?" dedim. Daha önce sınırları içine adım bile atmamış biri olarak ne yazık ki krallığımla bağ kuramıyordum.

Yekta başını iki yana sallayarak "Bu şekilde boş veremezsin. O krallık, senin kimliğinin oluştuğu yer. Yolculuğun orada başlamamış olabilir fakat bu evrendeki varlığını oraya borçlusun. Her dövmelinin ait olduğu sınırlar vardır ve o sınırlar işgale karşı korunmalıdır." dedi.

"Peki sen neden buradasın? Savaş seni neden ilgilendiriyor ki?" diye sordu Amedeo. Kapıyı açtığım andan itibaren ilk kez konuşmuştu.

Yekta, sessizce onu izleyen Yaprak ve çıraklarına baktı. Ardından Amedeo'ya dönerek "Büyücüler genellikle savaşta tarafsız olurlar ama eğer tehdit edilirlerse işin rengi değişir. Bir tehdide maruz kaldık. Umarım bu senin için yeterli bir cevap olur Bukalemun." diye cevap verdi.

Aniden kendimi dünyanın hatta iki evrenin en yorgun insanı gibi hissettim. Her iki dünyada da beni bekleyen bir savaş vardı. İzciler mi daha tehlikeliydi yoksa bu evrendeki düşmanlarımız mı? Prens Nealon yani Orkun bize gerçek hayatta yardım ederken burada neden savaş açmaya karar vermişti? Onu burada görmeseydim yardım ettiği akşam İzci olduğundan şüphelenirdim fakat o da bizim gibi dövmeliydi ve İzciler bizim gibi onu da yakalarlarsa öldürürlerdi. Tıpkı Alkın'ın annesi gibi... Aklıma bu sefer babam geldi. Babam bir İzci ise onun gibi beni de öldürür müydü? Yoksa kızı olmam onun için bir şey ifade ediyor muydu? Kendimi neden ihanete uğramış gibi hissediyordum?

"Meira?" Bana seslenen birini duysam da kim olduğunu anlayamadım. Her şey kararıyordu, duyduğum seslerin renkleri bile.

"Meira kendine gel!"

"Düşünmeyi hemen bırakman gerek! Daha iksir hazır değil!"

Her şey anlamını yitirmeye başladığında ufukta beliren atlıları gördüm. Gökyüzünde süzülerek bana yaklaşıyorlardı. Karanlık bir sis gibiydiler fakat ayırt edilebilir şekilleri vardı. Gözlerimin odaklandığı tek şey süvariler olduğunda içimdeki üşümeyi hissetmeye başladım.

Ardından karanlık sis her yanımı sardı.

<<<•>>>

Karanlık, hayatımda ilk kez beni rahatsız etmiyor, aksine tuhaf bir huzur sağlıyordu. Uğraştığım ya da kafa patlattığım her sorunun küçük balonlar gibi patlayıp benden uzaklaştığını hissetmeye başlamıştım. Neden karanlığa korkunç diyorlardı ki? Karanlık her şeyi örtüyordu. Başa çıkamayacağım duyguları bile.

Bir süre karanlığın içinde süzüldüm. Bu, boşlukta asılı kalmak gibiydi. İşin güzel yanı ise beni tutan hiçbir şey yoktu. Sanki tüm sınırlarımdan arınmıştım.

Karanlık yavaş yavaş dağılırken gözlerimin önünde büyük bir malikane belirdi. Küçük bir sarayı andıran bu gotik tarzdaki malikanenin her penceresinden ışık yayılıyordu. Geniş ve süslü bir bahçenin içinde ayakkabım çimenlerle temas etti. Ayaklarım benden bağımsız hareket etmeye başladı ve özel şekiller verilmiş ağaçların arasından geçtim.

Önümde uzanan basamakları çıkarken her şey isteğim dışında gerçekleşiyor gibiydi. Beni bu yere çeken bir güç vardı ve ben bu güce karşı koyamıyordum. Mermer basamakları yavaşça çıktım ve büyük süslü bir kapının önünde durdum. Kapı, saniyeler içinde iki yana açılırken beni görkemli bir giriş karşılamıştı.

Heykellerle çevrilmiş giriş, birkaç metre yüksekliğinde bir tavana sahipti. Sanki bir tapınağa girmişim gibi hissettiriyordu. Tam ortaya asılmış büyük kristal avizenin her detayı gözlerimi almıştı.

Duvarlardaki kabartmaların her biri bir hikaye anlatıyor gibiydi. O kabartmaları daha yakından incelemek istiyordum. Bunun için tek yapmam gereken eşikten geçmekti fakat içimde bir yerlerde olduğum yerde durmamı isteyen küçücük bir kıpırtı vardı.

Tam karşımdaki çift kanatlı merdivenden inen smokinli ve siyah pelerinli bir adam, buradan bile belli olan kapkara gözlerini bana dikerek bulunduğum yere yaklaşmaya başladı. Kırmızı halının üzerinde ilerlerken yüzünde tarif edilemez bir ifade vardı. Genç ve çekici bir adam gibi görünse de gülümseyişi yaşanmışlık ve karanlık barındırıyordu.

"Yeni misafirimiz gelmiş." dedi genç adam kadife gibi yumuşak bir sesle. Aramızda çok az bir mesafe kala dururken sağ elini kaldırarak bana uzattı. "İçeri gel. Tereddüt etmekte ne kadar hata ettiğini göreceksin."

Yutkunarak siyah eldivenli eline baktım. Açıkçası beynim şu an hiçbir şey düşünemeyeceğim kadar bulanıktı ve içimdeki o ses artık bana ulaşmıyordu. Yavaşça elimi kaldırıp avuç içine koyduğumda parmaklarımda somut bir karanlık ilerlemeye ve elimi kaplamaya başladı.

Genç adam beni yavaşça içeri çekerken tenimi sıyıran ürpertiyle hafifçe titredim.

Ve kapı ardına kadar kapandı.

Continue Reading

You'll Also Like

295K 25.8K 46
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
128K 15.4K 33
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
7K 796 17
"Dikkat dikkat mühür sokağı sakinleri, saat 23.00 dan 03.00 a kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Herkes evlerine geçsin ve yasak bitene kadar...
400K 21.7K 47
Bitmiş bir hayatı ancak o hayatının katilinden alınmış soğuk bir intikam canladırır. Peki bunu Kristen,hayatını saran onca sırlar arasında ne kadar b...