UKDE

Af srp1ii

242K 17.7K 10.7K

Yarım kalan değil, hiç başlamayan bir sevdanın hikayesi. Mere

TANITIM
1. Yeniden
2. AN,SIZIM
3. Hayaller, Gerçekler
4. Ateşkes
5. Kalp kırıklıkları
6. Karmaşa
7. Ruhun Özgürlüğü
8. Sancı
9. Son düzlük
10. İTİRAF
11. ÇOCUK YAŞIMDA SEVDİM
12. RÜYA MI? GERÇEK Mİ?
13. KÖRDÜĞÜM
14. DİVANE KUŞU
15. KALP KIRIKLIĞI
16. LAV
17. SIR
19. TUTSAK
20. BİR BAŞKA HAYAT
21 YENİ BAŞLANGIÇLAR
22. ESKİ BİR TANIDIK
23. VUSLAT
24. KARMAKARIŞIK
25. RUHUMDAKİ SANCI
26. DUYGULAR
27. KAVUŞMA
28 İKİ ALYANS
29. İKİ CİHANDA MUTLULUK

18. BEYAZ PERDE

4.1K 366 114
Af srp1ii

Selammm sizi çok özledik. Ukde için artık sezon finaline gidiyoruz. Çok az kaldı. Bundan sonraki süreç benim için biraz sancılı biraz mutlu olacağız. Ukde benim için her zaman ayrı kalacak ve ona yakışır bir sezon olacak gelecek olan bütün bölümler sezon öncesi ona hazırlık aslında. Şimdi mutlu olma sırası :) Sizi seviyorum bir kusurum varsa affola. Bu hafta Girifte de bölüm gelecek ardından. Ukde sezona kadar sadece ukde ye ağırlık vereceğim. Keyifle okuyun.

18

UKDE

BEYAZ PERDE

Günler sonra bile olsa aklımda yalnızca o son gördüğüm mesaj vardı. O gün bir bahane bulup Nazlı'nın yanından apar topar ayrılmış, evime gelmiştim. Ellerimi bacaklarıma sarıp uzunca saatler düşünme fırsatım olmuştu. Nazlı ve Fatih abi benim bilmediğim Tahir ile ilgili ne biliyor olabilirlerdi ki? En önemlisi benim dostum, sırdaşım hatta ve hatta kardeşim dediğim kadın benden bunu nasıl saklıyordu.?

Acaba gördüğüm gün bütün açık yürekliliğimle sorsam ve vereceği cevabımı bekleseydim? Bilmiyordum aklım, kalbim çok karışıktı. Tek bildiğim Tahir'in benim canımı asla yakmayacak olmadığıydı. Biz evlenecektik. Buna inanmak istiyordum.

Henüz bana doğru düzgün bir evlenme teklifi dahi yapmamıştı belki de bunun için bir plan yapıyordu?

İç sesime okkalı bir tokat atıp, sesini kesmesini emrettim. Eğer böyle olsaydı o halde neden bizim için iyi olmayacaktı? Kafayı yemek üzereydim.

Bir türlü bitmek bilmeyen kuruntularımla kendi kendimi yerken, hastaneye çoktan varmıştım bile. Arabamı boş bulduğum ilk yere park edip, daldığım düşüncelerle birlikte ahaste ahaste acile girdim.

"Üzerini değiştirmemişsin güzellik yollarımı karıştırdın?" kulağıma tanıdık gelen ses ile zihnimi bir böcek gibi yiyip bitiren düşüncelerden silkinip kendime geldim.

Yüzümde samimi olmasına özen gösterdiğim bir gülücükle önce bahsettiği üzerime hızla bakarak cevapladım. "Ah, günaydın Baran ben hemen üzerimi değiştirip geleyim." Diyerek geldiğim kapıdan cevap dahi vermesini beklemeden çıktım. Giyinme odasına gidip üzerimi değiştirdikten sonra yeniden görevimin başına geçtim.

Baran bir hastaya serum takıyorken diğer hemşirelerde sıradaki hastalara bakıyordu. Ben boşta olan bilgisayarın başına oturup, önümdeki defterde kayıtlı olan yapılmış, enjeksiyonları ve serumları teker teker girmeye başladım.

Normalde her zaman gün sonu yapılan bu işlemi şu an erkenden yapıyordum. Kulağımın arkasında hissettiğim nefes ile irkilip döndüm.

"Zümre, sende bir haller var sanki, İyi misin?" diye sordu Baran.

"İyiyim tabi ki iyiyim." Diyerek yüzüne bakmadan cevap verdim.

"Emin misin?" diyerek yineledi sorusunu. "Tabi kii..." diye yalanıma devam ettim.

"Konuşmak istersen biliyorsun her zaman." Dedi bir kardeş sıcaklığıyla. "Çok teşekkür ederim Baran iyi ki varsın." Dedim tüm samimiyetimle. Acilde belli bir yoğunluk varken, zihnimi boşatmama yardımcı oluyordu.

Saat öğlen olmuştu ve ben henüz başımı bile kaşımaya fırsat bulamamıştım. Çalan telefonumu önlüğümün cebinden çıkartarak arayan kişinin kim olduğuna baktım.

Tahir arıyor:

Aramayı yanıtlayıp, telefonu kulağıma götürdüm.

"Alo"

"Zümre, güzelim nasılsın?"

Tahir'in sesi kanımın kaynamasına, bütün düşüncelerimin bir anlık dahi olsa silinip gitmesine sebep olmuştu.

"İyiyim. Yoğunum aslında sen nasılsın?"

"Bende yoğunum güzelim. Karakoldayız it, kopuk işte uğraşıyoruz. Boş ver sen beni kendini çok yorma."

Dediğine cevap vermeden, "Tahir!" deyip sustum. "He, söyle gülüm" derken yanındaki adama bir şeyler anlatmaya çalıştığını duydum.

"Onun sorgusuna ben gireceğim. Evet evet onun. Hazırlayın geliyorum." Diyordu.

Diyeceklerimi, soracaklarımı yutup, "Yoğunsun galiba sonra konuşuruz." Dedim.

"Senden önemli değil hiçbir şey güzelim söyle. Canını sıkan bir şey mi var?"

Vardı evet. Canımı çok sıkan bir şey vardı. Ama şimdi bunu telefonda konuşmak ne kadar doğru olurdu? Bilmiyordum belki daha sonra yüz yüze konuşabilirdik.

"Yok, yok unuttum zaten çok önemli değildi. Sonra aklıma gelirse konuşuruz... Yani sorarım." Diyerek toparladım cümlelerimi.

"Tamam, o zaman Zümre'm akşam seni alayım mı?"

"Arabayla geldim." Diye yanıtladım. Ne kadar normal konuşmaya çalışsam da sesim kendini ele veriyordu hissediyordum. Tahir zeki bir adamdı ve anladığına, hissettiğine emindim.

"Görüşürüz." Diyerek cevap vermesini bekledim. "Öyle olacak güzelim." Diyerek kapattı. Görüşecektik ama önce görüşmem gereken biri vardı. Telefonu kapattıktan sonra whatsap mesajlarıma girip baktım. Kızlarla olduğumu ve asla susmayan grubumuz yaklaşık bir haftadır meçhul bir sessizliğe bürünmüştü. En son ne zaman mesaj attığımı dahi hatırlamıyordum.

Elim klavyeye saçma sapanda olsa bir şeyler yazmak için gittiğinde, telefonun çıkış tuşuna basıp düşüncelerimin aksini yaparak kapatıp, cebime koydum.

Yemek saati gelmesine rağmen hiç iştahım yoktu. Yemek yemek istemiyordum. Dışarı hava almaya çıkıp, hafif esen rüzgarın tenimi yalayıp, geçmesini hissettim.

Belki de ben saçma sapan düşüncelere kapılmıştım. Hayatı kendime de Tahir e de zindan ediyordum sebepsiz yere. Kendi kendimin içine bir nebzede olsa su serpip içeri gireceğim sırada arkadan birinin kolumu tutup, hızla çevirmesiyle dengemi kaybederek hemen yanımdaki banka tökezleyip düştüm.

Kaşlarımı çatıp, ağızıma geleni saymaya hazırlanırken gördüğüm yüz ile kanım çekildi. Dudaklarımı güçlükle aralayıp, adını telaffuz ettim.

"Ça Çağatay..."

Yüzü o kadar değişmişti ki günler, haftalar hatta belki aylar olmuştu onu görmeyeli. Tam artık yok, kurtuldum dediğim yerde neden çıkıp gelmişti ki?

Elleri üzerindeki siyah montunun cebinde, üzeri başı oldukça düzgün, saçları uzamış sakallarını kesmemişti. Bakımsız ama derli toplu bir hali vardı.

Sert bakışları, ürkütücü tavrıyla birkaç adım üzerime doğru atıp, ayaklarımın ucunda durdu. "Senin ne işin var burada?" dedim. Senelerdir tanıdığım adamın yüzüne bakmaya ilk defa korkmuştum.

Çağatay'dan ilk defa korkmuştum. Gözleri yırtıcı bir hayvanın vahşiliğinde her an beni parçalayacakmış gibi bakıyordu. Oturduğum bankta sanki gidebilecekmişim gibi sırtımı arkaya yaslayarak daha da geri çekildim.

Korkuyordum. Ne kadar belli etmemeye çalışsam da yaprak gibi titreyen bedenim beni ele veriyordu. Çağatay'ın çapraz ama tehlikeli gülüşü bu halimden zevk alıyor gibiydi. "Zümre..." dedi ellerini üzerindeki siyah montunun cebinde hala dururken, "Özledin mi beni?"

Dudaklarımı cevap vermek için aralamak istesem de yapamadım. Nutkum tutulmuş bir şekilde dönüp ona bakıyordum. "Senin yüzünden, o piç kurusu aşığın yüzünden işimden oldum Zümre!"

Şaşkınlıkla kaşlarımı çatıp, dudaklarımı araladım. "Ne diyorsun sen Çağatay?" diye sordum.

"Senin o piç kurusu sevgilin rahat durmamış Zümre o günden sonra rahat durmamış nasıl yaptı bilmiyorum ama beni mesleğimden etti. Kaybetmekten korktuğum en çok şeyi, mesleğimi kaybettim Zümre. Artık kaybedecek bir şeyi olmayan bir adamım" dedi.

Onun mesleğini kaybetmiş olmasının, hatta bunu Tahir'in yapmış olma ihtimalini hiç düşünmeden, "Düzgün konuş!" diyerek olduğum yerden sıçrayarak kalktım. Tahir'e küfür etmesi canımı yakmıştı. Ve sinirlerimin gerilmesine sebep olmuştu. Biraz önce korkudan olduğu yere sinen kız gitmiş onun yerine gözüne adeta siyah bir perde inmiş cesur bir kadın gelmişti sanki.

"Vay vay..." dedi alayla gülerek. "Şuna da bakın az önce kedi gibi sinen kız söz konusu düşüp kalktığı komiser olunca nasılda aslan kesiliyor."

Ellerini alkışlar gibi birkaç kez birbirine vurdu. "Ama biliyor musun Zümre, sen hep böyle gözü karaydın." Bir adım atıp aramızdaki ufacık mesafeyi de o kapattı. Sıcak nefesini artık yüzümde hissedebiliyordum. Nefesinin sıcaklığı midemi bulandırıyor, kusma isteğimi getiriyordu.

"Seni bu yüzden çok sevdim. O gözü kara hallerine aşık oldum Zümre." Dedi bir kez daha. Başını eğip kulağımın arkasındaki saçımın bir tutamını işaret parmağına dolayarak burnuna götürdü. Bedenim içten içte titrerken ona belli etmemek için üstün bir çaba sarf ediyordum.

"Çek o elini!" diyerek dişlerimin arasında tısladım.

Ama o sanki beni hiç duymuyormuş gibi dediklerimi önemsemeden devam etti. "Seni çok kez yatağımda, koynumda hayal ettim Zümre." Dedi. Yaptığı itirafla suratıma bir tokat yemiş gibi oldum.

"Hastasın sen. Sen gerçekten hastasın" diyerek elimle saçlarımdakini elini ittim. Ellerini üzerimden çekip, gözlerini dudaklarıma boynuma ve bütün bedenime değdirdi. Alt dudağını dişlerinin arasına alıp, ezdi. "Seni becermeyi o kadar çok istedim ki. Ama sen ne yaptın gittin o piç komiserin altına yattın." Diyerek birden bağırmaya başladı.

Nereden biliyordu? Biliyor muydu yoksa sadece tahmin mi ediyordu? Biraz önceki sakinliğinin aksine şimdi gözlerinin akı görünmüyordu. Siyahi gözlerini bana dikip, "Seni altımda becerirken bir güzel inleteceğim günü bekliyorum." Dedi. Bu son sözü bendeki sabrın sonu olmuştu. Hemen önümde duran hayalarına ayağımı geçirip, "Siktir git hemen buradan!" diye bağırmaya başladım.

Çağatay hayalarına attığım tekme ile iki büklüm olmuş ama yıkılmamıştı. Acıyla karşımda inlerken ben yanından uzaklaşmak için hızla hareket ettim. Bir iki adım attığımda saçımdan tutup beni geri geri çekmeye başladı.

"Seni kaltak. Şimdi benimle geliyorsun ve o vurduğun şeyler içindeyken nasıl olacağını görüyoruz." dediğinde midem bulanmaya başladı. Mideme sert bir yumruk yemiş gibi oldum.

"Allah'ın belası bırak beni!" diyerek bağırmaya başladığımda Çağatay'ın elleri saçlarımı serbest bıraktı. Ardından sert bir ses tonu doldurdu kulaklarımı.

"Senin ecdadını sikerim." Diye kükrüyordu. Bu sesi ilk defa duyuyordum. Daha önce aşinası olmadığım ses tuhaf bir şekilde bana şu an güven veriyordu.

Hızla arkamı dönüp neler olduğuna bakmak istedim. Çağatay yerde acıyla inlerken, kumral üzeri takım elbiseli iri yarı bir adam onun üzerinde sert yumruk darbelerini suratına, karnına peş peşe indiriyordu.

Yüzü yere dönük olduğundan yüzünü tam seçemiyordum. Çağatay'ın yerdeki yardım çığlıklarına nereden geldiğini anlamadığım, benim az önceki çığlıklarımı duymayan insanlar koşup geldi.

Adalet miydi şimdi bu? Yerdeki iri cüsseli adamı Çağatay'ın üzerinden güçlükle çekip aldılar. Adam yerden kalktığında boyunun benden çok uzun olduğunu fark ettim. Hala söylenerek son bir tekme attı neresine geldiğini önemsemeden.

Yanıma gelip, "Merhaba hanımefendi iyi misiniz?" diye sordu. Telaşlıydı benim için cidden korkmuşa benziyordu. Az önceki korkumu üzerimden atmaya çalışarak, "Teşekkür ederim iyiyim..." diyerek duraksadım. Siyah takım elbisesinin içindeki beyaz gömleğine sıçramış kan lekesine gitti gözüm.

"Gömleğinize kan sıçramış. Benim yüzümden." Diyerek kendimi suçlayacaktım ki karşımdaki adam tüm kibarlığıyla buna engel oldu. "Hayır, sakın... Sizlik bir durum değil inanın bana hanımefendi. İçeride gömleğim var değiştiririm. Sizin iyi olmanız bu lekeden daha önemli." Diyerek dudaklarına sıcak bir tebessüm kondurdu.

"Bu arada ben Kemal" diyerek adını taktim ederek elini uzattı. "Zümre." Diyerek havada asılı duran elini sıktım.

"Çok teşekkür ederim her şey için size bir gömlek borçlandım." Dedim. Çağatayı yerden kaldıran insanlar iyi olduğunu gördüklerinde taksiye bindirerek yollamıştı. Biraz önceki korku ve panik halimden daha rahat olsam da aklımda Çağatayın dedikleri dönüp duruyordu.

"Zümre..." Baranın sesi kulaklarımda çınladı. Biraz önceki yaşadıklarımdan habersin hızla yanıma gelip, "Neredesin sen be kızım hadi işimiz var." Diyerek beni içeri götürmeye gelmişti ki yanımdaki adamın varlığıyla kısa bir durup yutkundu.

"Sizi görmek ne güzel Kemal bey hoş geldiniz." Diyerek başıyla kısa bir selam verdi.

Baran benim ilk defa gördüğüm bu adamı nereden tanıyordu? Çağatayın tanıdığını anladığım adamı ilk defa dikkatlice inceliyordum. Kumral tenine giden koyu yeşil gözleri vardı. Saçları uzun dalgalı alnına dökülüyordu. Burada çalıştığını daha önce görmemiştim yeni doktor olabilir miydi?

"Hoş buldum."

Karşımdaki adamın bariton sesiyle daldığım yüzünden irkilerek kendime geldim.

"Kolay gelsin" diyerek ayağındaki siyah parlak kunduralarını yere vura vura yürüdü.

"Tanıştınız demek?" dedi Baran soru sorar gibi. "Şey, ben..." başımdan geçeni anlatmak istememiştim. Baran telaşlanıp hemen Tahir'i arayacaktı Tahir'de durmayacak Çağatayın canını yakacaktı biliyordum. Ben ne diyeceğimi düşünürken, "Mustafa beyin oğlu Kemal bey hastanenin ortağı biliyorsun Mustafa bey çok yaşlandı. Aslında Kemal bey gelmiyordu hiç gelmek istemiyordu ama iki ayda bir uğramaya başlamıştı işte. Kim bilir bir daha ne zaman gelir." Diyerek elini havaya doğru salladı.

Tanıdığımı düşünmesini sağlayarak hiç yorum yapmadan, Baranın gösterdiği yoldan içeri yürüdüm. Demek hastanenin sahibiydi ya da her neyse.

"Zümre, iyi misin sen?" Baranın saatler sonra sorduğu soru yine bir türlü aklımdan çıkmayan olayı düşürmüştü aklıma.

"İyiyim. Baran iyiyim." Diyerek daha fazla ısrar etmemesi için tebessüm ettim. Saat epey geçmişti ve ben telefonuma neredeyse saatlerdir hiç bakmamıştım. Üzerimi giyinirken bakarım düşüncesiyle yeniden telefonuma bakmayı erteleyerek, giyinme odasına çıktım.

Üzerimi hızla değiştirerek asansöre yürüdüm. Kapıları kapanmak üzere olan asansörü son anda durdurarak, içine bir hışımla girdim.

Kalabalık olan asansörün içinde kimse kimseyle konuşmadan sessizce asansörün inmesini bekliyordu. Açılan kapıdan herkes yavaş adımlarla inerken bende inmiş elimdeki telefona bakarak yürüyordum. Yanımdan geçen ayak seslerine aldırmadan telefonumdan Tahir'in numarasını arayıp, telefonu kulağıma götürdüm. Telefon çalmaya başladığında, eş zamanlı iki farklı ses yankılandı kulaklarımda.

"Güzelim..." diye çalan telefonu yanıtlayan Tahir olmuştu. Tam ona cevap verecekken diğer bir ses ilişti kulaklarıma.

"Zümre hanım. Nasılsınız İyi misiniz?" diye sormuştu bugün tanıştığım Kemal bey. "Teşekkür ederim iyiyim. Siz nasılsınız?" diye karşılık verdim.

"Siz iyiyseniz iyiyiz bizde." Gözlerini aynı anda kırpıp hafif bir tebessüm ederek, "İyi akşamlar." Diyerek. Ellerini siyah kumaş pantolonunun içerişe sokup boş koridorda yürümeye başladı.

Tahir telefonun diğer ucunda "Zümre!" diyerek adımı söylediğinde hemen cevap verdim. "Kimdi o lavuk güzelim?" Sesi önce öfkeli çıkmış ardından yumuşamıştı.

"Kemal bey." Diyerek yanıtladım.

"Kim o Kemal bey Zümre? Sen neden iyi olmayacakmışsın bir şey mi oldu? Sen iyi olunca iyi olacak kadar samimisiniz yani?" kıskançlıktan ve şuan yanımda olamamasından sebep kuduruyordu farkındaydım. Ama onu daha fazla kışkırtmaya niyetim yoktu.

"Öylesine sormuş işte adamcağız kibarlıktan Tahir ne olabilir ki?" diyerek daha fazla soru sormasını engellemek istedim.

"Adamcağız he?" diyerek sesini bir tık yükseltti. "Adamcağızı sikeyim" diye homurdandığını duymadığımı falan sanıyordu sanırım.

"Güzelim akşam sekizde seni alayım bir yere gideceğiz." Diyerek konuyu kendisi kapattı.

"Hem de şu adamcağızı bir konuşuruz" derken sesinde ima dolu bir tını vardı. Konuyu kapattığını düşünerek nasılda aptallık etmiştim. Tabi ki kapatmayacaktı.

"Nereye gideceğiz?"

"Sürpriz güzelim." Diyerek merakımı ikiye katlamıştı. "Tamam, o zaman akşam sekizde hazır olacağım."

"Tamam, görüşürüz dikkat et." diyerek telefonu kapatacağını hissettiğimde heyecanla atılarak

"Tahir!" dedim.

"Efendim güzelim."

"Seni çok seviyorum"

"Bende seni çok seviyorum Zümre'm" diye yanıtladığında, yüzümde saçma sapan bir tebessümle telefonu ilk kapatan ben olmuştum.

Çağatay'ın geldiğini bilmemesi onun için en iyisi olacaktı. Öğrenmemesi elimden gelen her şeyi yapacaktım.

Hastanenin hemen önüne park ettiğim aracıma binip, elimdeki çantamı yanımdaki boş koltuğa bırakıp, radyodan açtığım slov bir şarkı ile arabamı çalıştırıp yola koyuldum. Hava iyice kararmıştı. Açık olan camımdan içeri akşamın soğuk havasının yerine ılık bir rüzgar esiyordu.

Akşam trafiğinden sebep bir saatlik bir yolun sonunda güç bela ulaşmıştım eve aracımı boş bulduğum bir yere park edip, eve yürüdüm.

Kapıya vurup, açılmasını beklerken telefonuma gelen mesajı okudum.

Gönderen Tahir: Çok özledim. Yazıyordu. Bende çok özlemiştim şu an ihtiyacım olan tek şey her şeyden uzak sadece onun kollarında, onun kokusunu çekerek gözlerimi kapatmaktı. Ben Tahir'e cevap yazarken annem kapıyı bin bir sitemle açtı.

"Kızım anahtarın yok mu senin? O anahtarı ne diye taşıyorsun madem kullanmayacaksın. Bırak taşıma bari yavrum." Diyerek kinayeli bir tonda azar işitiyordum. Anneme cevap vermediğimi görünce susmadan devam etti konuşmaya. "Hiç takmıyor, duymuyor bile baksana ohoooo. Biz zamanında böylemiydik." Diye elini havada gelişi güzel sallayarak, geçmişe gireceğini anladığımda. Kollarımı sımsıkı karnından dolayıp, boynundan öpmeye başladım. "Annem... Güzelim sen kapıyı açınca kendimi evimde hissediyorum." Diyerek zayıf noktasından vurmuştum.

Annem, hafif göbeğini hoplata hoplata gülmeye başladığında, sarılışımı daha da sıklaştırdım. "Zevzek seni. Üzerini değiştir de masayı kurmama yardım et hadi." Dedi.

"Annem, ben Tahir ile çıkacağım akşam yemeğinde yokum." Diyerek sardığım kollarımı gevşeterek çektim.

Annem, gözlerini kocaman açıp, "Kızım birazdan baban gelecek, abin gelecek ne diyeceğim ben?" diye bana sorduğunda. "Sevdiği adamla birlikte dersin" diyerek hiç beklemeden yanıtladım. Artık babama bir şeyleri net bir şekilde anlatma zamanımız çoktan gelmişti.

"Sen bekleyin dedin diye zaten bekliyoruz anne. Daha ne kadar bekleyeceğiz? Bence bu konuyu hemen babamla konuşalım." Diyerek haklı bir serzenişte bulundum sonuçta ikimizde birbirimizi seviyorduk ve daha fazla beklemek istemiyorduk.

Annem, "la havle..." diyerek mutfağa doğru yürümeye başlayınca bende odama çıkıp, hızlıca üzerimi giyinerek hazırlandım. Yeteri kadar trafikte zaman kaybetmiştim zaten Tahir'i daha fazla bekletmek istemiyordum.

Üzerime rahat olacağımı düşündüğüm bir tişört altına koyu renklerde bir kot pantolonumu giyinerek ahşap merdivenlerden aşağı indim.

Spor ayakkabılarımı giyinip, hala mutfakta olan anneme seslendim. "Anne, ben çıkıyorum." Dedikten sonra üzerime aldığım hırka ile dış kapıyı açtım.

Birden Tahir'i karşımda görmemden sebep, dudaklarımdan tiz bir çığlık koptu gecenin sessizliğinde. Elimle damağımı çekip, "Tahir aklımı aldın" diye sitemde bulundum.

Tahir, aramızdaki kısa mesafeyi yavaş adımlarla kapatıp, ellerini iki yandan belime dolayarak bel boşluğumda durdu. Nefesi nefesime karışırken, "Zaten almamış mıydım?" diyerek burnunu burnuma sürttü. Onun o erkeksi bariton sesi tüylerimin ürpermesine sebep olmuştu. Almıştı doğru haklıydı. Hem de çok çok önceden almıştı.

Gözlerimi kapatıp, kendimi tamamen anın büyüsüne bıraktığımda kokusunu içime çekerek, "hı hı" dedim varla yok arası çıkan sesimle. Boşlukta iki yana sallanan ellerimi Tahir'in yeni traş olmuş ensesine götürüp, birleştirdim. Hafif araladığım gözlerimi gözlerine mıhlayarak, burnunun üzerine öpücük kondurup, geri çekildim.

Tahir'in, dudakları yaptığım hareketimle birlikte iki yana kıvrılırken, kaşlarını yukarı kaldırarak, dudakları arasından 'Cık' sesi çıkarttı.

"Yetmiyor güzelim." Diyerek sert bir hareketle bedenini bedenime yapıştırdı. Aramızda hiç boşluk kalmadığında dolduğu dudaklarını, dudaklarıma bastırdı. Kısa ama etkili bir öpücük olmuştu. Yeniden 'cık' diyerek, "Doyamıyorum o kadar güzeller ki Zümre dana asla doyamıyorum yavrum." Diyerek dudaklarını yeniden dudaklarıma bastırdı. Bu seferki öpüşü oldukça sert tutkulu ve doymak ister gibiydi.

Onun bu halleri tebessüm etmeme sebep oldu. Öpüşüne karşılık verirken, tebessüm ettiğimden dişi dişime değdi ama Tahir hiç umursamadan, alt dudağımı dişleri arasına alıp, sömürürcesine öptü. Güçlükte dudaklarımızı ayıran ben olmuştum. Bir elimi Tahir'in hafif sakallı yüzüne koyarak, baş parmağımla okşadım.

"Nereye gidiyoruz?" diye sevinçle bir çocuk gibi cıvıldadım.

"Seninle uzun zamandır yapmak istediğim bir şeyi yapacağız yavrum." Diyerek elimi büyük elleri arasına alıp, dudaklarına götürerek öptü.

"Gerçi ben yapmak istediğim her şeyi seninle yapmak, seninle uyuyup, seninle yeni bir güne başlamak istiyorum. Seninle birlikte başlayan bir gün..." derken dudaklarını yeniden ellerime götürdü. Dokunmaya, öpmeye, koklamaya doyamıyor gibiydi davranışları.

"Ve ben Zümre ilk defa bir şeyi bu kadar çok istiyorum." Diyerek bir itirafta bulundu. "Sensiz geçen tek bir sabaha bile tahammülüm kalmadı."

"Benim de..." diyerek karşılık verdim. Onun o yoğun duyguları beni etkisi altına almıştı bile. Tuttuğu ellerimi bırakmadan arabaya kadar yürüdük. Tahir'in açtığı kapıdan önce ben bindim. Ardından arabanın etrafından dolanarak Tahir hemen yanımdaki sürücü koltuğuna oturdu. Arabayı çalıştırıp, bıraktığı elimi tutmak için, avuç için yukarıya bakacak şekilde elini açıp, tutmamı bekledi. Parmaklarımı parmaklarının arasından geçirip, sımsıkı tuttum. Yol boyu Tahir, ara ara elimi dudaklarına götürüp, öpüyor bazense bana kaçamak bakışlar attığını yakalıyordum.

"Zümre..." dedi. Elim hala avucunun içerisinde dururken, o vitesi değiştirip, konuşmaya devam etti. "Daha fazla dayanamıyorum... Ben hemen evlenmek istiyorum."

Oturduğum koltukta ayağını kalçamın altına kıvırarak, yan döndüm. Uzanıp, yanağına bir öpücük bırakarak. "Evlenelim..." dedim.

Aklımı kurcalayan her şey Tahir'in yanında son buluyordu. Sanki elinde bana iyi gelecek bir sihirli deynek vardı ve beni iyileştiriyordu.

Tahir, arabayı park ettiğinde karanlıktan etrafımı net göremiyordum. Her yer zifiri karanlıktı. Arabadan inip, hızla yanıma gelerek kapımı açtı. Tahir'in açtığı kapıdan indim. Etrafı net göremiyordum ama serin hava ince giyinmemden sebep üşümeme neden olmuştu. Ellerimi iki yandan kollarımı ovuşturdum. "Tahir, burası neresi?" diye sorduğumda cebinden bir fular çıkarttı.

"Ne yapacaksın onu? Ne bu?" diye sordum yeniden. Tahir bana yine cevap vermeden, "Gözlerini kapat güzelim." Dedi.

Yüzümdeki aptal sırıtışa ve Tahir'in bu çabasına tebessüm ettim. Dediklerine uyarak gözlerimi kapattım. "İşte benim kızım" dedi elindeki fularla gözlerimi bağlarken, enseme bir öpücük kondurdu.

Omuzlarımın üzerinde bir sıcaklık hissettiğimde Tahir'in üşüdüğüm için omuzlarıma polar koyduğunu anladım. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Yüzümdeki tebessüm gecenin karanlığını aydınlatacak güçteydi.

"Teşekkür ederim..." diyerek mırıldandım.

Karanlıkta el yordamıyla Tahir'in koluna tutundum. Aynı hızla karşılık vererek belime sarıldı ve bir eliyle elimi tuttu.

Beş on dakika yürüdükten sonra genzime tuzlu deniz kokusu doldu. Dalgaların ruha iyi gelen o sesi dalgalar vurdukça en sevdiğim müziğin nakaratı gibi geliyordu bana.

Denize yakın bir yerde olduğumuzu anlamıştım ama akşamın bu saatinde burada ne yapıyorduk? "Yoksa..." dedim ağızımın içerisinde kendi kendime.

'Evlenme teklifi olabilir miydi?'

Kalbim bir serçenin kalbi gibi atmaya başlamıştı. Heyecanım aklıma gelen düşünce ile ikiye katlanırken, keşke üzerime başıma daha güzel bir şey giyinseydim diye kendime kızdım.

Saçlarımı daha güzel toparlayabilirdim. Diye bütün eksiklerim birer bire aklıma düşmeye başlamıştı. Ellerim soğuk havaya uyum sağlamak ister gibi üşüyordu. Kalbim havanın sert etkisine rağmen alev alev yanarken soğuk ona işlemiyordu.

Bir süre sonra Tahir'in sesi ile kendi düşüncelerimden sıyrıldım.

"Geldik güzelim" dedi. "Tamam artık aç gözlerimi." Diyerek huzursuz bir çocuk gibi mırıldandım. Kendimi Hazırladığı sürprize öyle çok hazırlamıştım ki şaşırma provaları bile yapmıştım içimde. Tahir'in anladığımı hissetmemesi için büyük oynayacaktım.

"Tamam açıyorum güzelim" diyerek bağladığı fuları çözdü. Benim gözlerim hala kapalı dururken, "Açabilirsin." Diye konuştu yeniden.

Gözlerimi açar açmaz, kendimi hazırladığım şaşırma ve sevinç dolu o sesi çıkarttım. "Aaaa..." derken sonlara doğru çıkan 'a' harfi gittikçe kısılmaya başlamıştı. O kadar çok kısılmıştı ki kendim bile duyamıyordum.

"Beğendin mi?" dedi. Gözlerimin içerisine baktı. Aslında çok güzeldi... hatta o kadar güzel ve muazzam görünüyordu ki. Tabi ben evlilik teklifi beklemeseydim.

Deniz yakın bir kumsalda dalgalar kumlara vururken, karşısında kocaman bir ekran beyaz perde, oturmak için rengarenk minderler bir masa ve üzeri içecek yiyecek doluydu.

Kumların üzeri kırmızı gül yapraklarıyla doluyken, olması gereken her şeyi düşünmüş kusursuz bir tablo görünüyordu şu an karşımda.

"Bu akşam, gece tamamen benimsin sevgilim." Derken arkamdan gelip ellerini karnımda birleştirdi. Çenesini omuzuma yerleştirerek, "Sevdin mi?" diye sordu.

Yaşadığım kısa süreli hayal kırıklığından sebep, bir an tutukluk yaşasam da hemen kendimi toparlayarak "Çok" diye yanıtladım.

"Çok sevdim. Teşekkür ederim." Dedim.

Tahir, elimden tutup beni oturacağımız yere yaklaştırdı. Oturmam için ayarladığı yumuşak mindere oturup, bekledim. Ardından Tahir eline bir kumanda alıp yanıma gelerek yanımdaki minderi daha da yaklaştırdı ve yanıma oturdu. Hemen yanımızda olan masadan ikimize içecek ve birkaç atıştırmalık çerez aldı. Kumandanın düğmesine bastığında beyaz ekran renklenmiş ve ilk defa izleyecek olduğum bir film başlamıştı.

Yaşadığım hayal kırıklığını üzerimden kolay atamamıştım ve filme bir türlü odaklanamıyordum. Tahir, film boyunca sürekli elimi tutmuş, kendi elleriyle beslemişti beni.

Bir süre sonra kendimi anın büyüsüne bıraktım. Artık sadece şu an vardı. ve ben bu anın tadını çıkartmak istiyordum.

İzlediğimiz film romantik dram bir filmdi. Birbirine çocukluktan aşık iki gencin birbirlerine nasıl uzak, nasıl yasak olduğunu anlatıyordu. Aslında filmi izlerken Tahir ile bana çok benzetmiştim. Bakışlarımı Tahir'e çevirdim.

"Bunlar..." deyip, yutkundum. "Bunlar bize çok benziyorlar..." dudaklarımdaki tebessüm yavaş yavaş silinirken, "saçmalıyorum mümkünmüş gibi birde." Diyerek kendi fikrimi yine kendim yok ettim.

Tahir, sessizliğini korurken, elinde şarap dolu bardaktan kocaman bir yudum içti. "O kadar film arasında yüzlerce çocukluk aşkı vardır." Dedim yeniden. Neyi kabullenmeye ya da kabullenmemeye çalışıyordum anlamıyordum.

"Yavrum filmi izleyelim mi?" dedi o erkeksi sesiyle. "Olur." Diyerek kollarımı göğsümde birleştirdim ve bitmek üzere olan filmi izlemeye devam ettim.

Ekran birden karardı. Beyaz perdenin rengi değişti. Karanlık ortamı aydınlatan loş ışıklar yerini ışıl ışıl bir görüntüye bıraktı. Ekran kısa bir an kapanıp yeniden açıldığında, ne olduğunu anlayamadım. Sormak için bakışlarım Tahir'e döndüğünde Tahir'in sesinin az önceki ekrandan geldiğini işittim.

"Zümrem..." diyordu bir ses. Tanıdık ama bir o kadar uzak... bakışlarımı kalbimi tekmeleyen o sesle yeniden ekrana çevirdim.

Tahir üzerinde beyaz gömlek, altında siyah pantolonuyla oldukça yakışıklı görünüyordu.

Heyecanını buradan hissedebiliyordum. Hem yanımda, hem karşımdaydı. Bakışlarım ekrandaki Tahir ve yanımdaki Tahir arasında mekik dokurken, en son bakışlarım ekrana sabit kaldı.

"Güzelim... Çocukluğum" dedi. nereden başlayacağını bilemez bir halde.

"Yorulduğumda sende dinlenmek, sinirlendiğimde sende sakinleşmek istiyorum... Zümre ben artık her gece senin kokunla uyumak, her sabah senin tenini hissetmek istiyorum." Diyerek ellerini iki yana açtı.

Videoyu çeken kişiye cevaben, "Ne diyeyim lan daha ben öyle alangirli lafları bilmem dümdüz seviyorum işte." Derken gözlerim dolu dolu izlediğim ekrana gülerek baktım.

"Zümre," dedi sanki o an karşısında ben varmışım gibi. "Ben öyle sana her gün güzel sözler, afili cümleler söylememe belki ama seni tam şurada." Derken işaret parmağıyla kalbini gösterdi.

"Nefes aldığım sürece, tam orada saklarım. Kalbimin tüm odaları senin Zümre, benimle bir hayat kurar mısın? "

"Öyle mi edilir evlenme teklifi amınakoyayım lan" diyen Fatih abinin sesiydi videoyu o çekiyordu sanırım. "Siktir git lan." Dedi Tahir ona cevap. "Evlen kızım benimle, bir sana birde senin gibi olacak olan kızıma adayayım lan şu ömrümü. Bana bu şansı sunar mısın? Ömrümü yolunuza harcamama izin verir misin Zümre?" dedi. Yalvaran bir tonda. Sesi titriyordu. O sarsılmaz dik duruşu hala aynı hala kusursuz dursa da onunda benim gibi gözleri dolmuştu ama asla ağlamamıştı.

Gözlerimden akıp, yanaklarımda süzülen yaşlarımı elimin tersiyle silip, burnumu çektim. Mutlulutan ağlıyordum şu an. Tahir'e dönüp cevap vermek istediğimde, Tahir'i elinde yüzük kutusu açılmış bir şekilde önümde diz çökerken gördüm ve ağlamam daha da şiddetlendi.

"Benimle evlenir misin?" dedi bir kez de canlı kanlı yanımda dururken.

Oturduğum yerden ayağa kalkıp, "Ben..." deyip sustum heyecandan konuşamıyordum.

Tahir, beklediği cevabın bu olmadığını belirten bir bakış attığında, "Ben sana çocuk yaşımda evet demiştim kendi içimde defalarca..." Elindeki yüzüğe bakıp, "Defalarca senin gelinin oldum hayallerimde, defalarca evet dedim zihnimde sana." Ellerinden tutup ayağa kaldırdım. Gözlerinin karasına bakıp, "Evet..." dedim hiç düşünmeden.

"Şimdi hayallerimin ötesinde bir şey yaşıyorum ve yalnızken söylediğim evetleri şimdi sana söyleyeceğim. Evet, evet, eveeeet." Diyerek boynuna sarıldım.

Kulağına yanaşıp, "Evet." Dedim son bir kez fısıltı şeklinde. Tahir, beni kolları arasına alıp, etrafında bir tur döndürdüğünde.

"Hemen haftaya istemeye geliyoruz... İki hafta sonrası için düğünümüz var..." dedi.

Kalbim aynı heyecanla atıyorken, ne yerdeydim ne gökte uçuyor muydum? uyuyor muydum bilmiyordum. Yalnızken aklımda olan o zehirli oklar Tahir varken birden yok oluyorlardı. Tek bildiğimse bu evliliği her şeyden çok istediğimdi. Çok istiyordum. Çünkü hayallerimdi benim.

Biz bir beyaz perdenin içerisine sıkışmış iki oyuncu, ne siyahtık ne beyaz... Kırmızıydık biz... Kan kırmızı. Bizim hikayemizi yeniden yazacaktık, biz birlikte sıfırdan başlayacaktık. Çünkü o bana hem çocukluğumu hem gençliğimi verecekti... O bana seneler borçluydu. ondan alacağım onsuz geçen koca bir ömrüm vardı. Tek taraflı açılan hesabı şimdi ikimiz ödeyecektik.

Birbirimize verilmiş sözleri tutacaktık. Belki ağlayacak belki üzülecektik ama yine birbirimizde iyileşecektik.

"Evlenelim..." dedim. "Evlenelim hiç vakit kaybetmeden."

Tahir'den...

"Ah benim nazı, niyazi ayrı güzel sevgilim. Nasıl ürkek, ürkek atıyor yüreği. Senin heyecandan atan kalbine kurban olayım. Bilsen ki ben pislik herifin tekiyim, yine de böyle sever, böyle heyecanla atar mıydı o kalbin? Bilsen yaşadığın her şeye bile isteye sebep oldum. Yine benim olur muydun?

Korkaktım ben, sana her şeyi anlatıp, karşına geçip seviyorum diyemediğim için, seni kaybetmekten it gibi korktuğum için, belki bir gün....

Bir gün.... Eğer bir gün beni bu kadar sevmezsen, eğer bir gün benden geçerse o serçe kadar ürkek yüreğin, benden geriye hiçbir şey kalmayacak. Sevdası da sürgünü de büyük sevgilim... Seni yakarken günlerce, aylarca ... senelerce senden uzakta kendime en büyük cezayı kestim... Belki hiç frak etmeyeceksin belki bir gün soracaksın. Ya da sen sormadan o da benimle toprak olacak... her şeye kabulüm senden... Senden gelsin yeter ki gelsin ama sen GİTME...

Ben gittim ama sen GİTME...

Bölüm sonu.

Fortsæt med at læse

You'll Also Like

DİLVAN Af Helin

Generel Fiktion

3.9M 189K 56
Tek davası okumak olan Avin Mirşad. Bin derdin dermanı olan Maran Mirşad. "Mardin şahidim Maran yüreğimin güneşisin. Dışımı aydınlatırken yüreğimi...
109K 789 42
Bengi ile Cem Can ile Nalan İki evli çift. Bengi ile Can iş arkadaşıdır, zamanla aralarında yakınlaşma başlar ama ikisi de evlidir. Hem aşklarını y...
59K 3.7K 14
Unutulmuş bir kadın, Yüzbaşı Hazal Unutulmuş. [Kurgudaki kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup hiçbir kurum ve kuruluşlarla alakası yoktur]
756K 44.6K 65
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...