ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

By ozcelikdilaraa

2.2M 186K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... More

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum

34.9K 2.7K 1.3K
By ozcelikdilaraa

 

Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum

  Kirke'nin ocakta yaktığı gür ateşle ısınan küçük odasına geri döneli birkaç saat olmuştu. Rae Karr ve Tara'ya Apollon'un bana gösterdiklerini anlatmak için fırtınayla kavrulan adada bir yürüyüş teklif etmiş, Helene ve Naia ise banyo yapmak için Kirke'nin hamamına gitmişlerdi.

  Şimdi odada Kirke'yle yalnızdık. Odada sadece ocaktan gelen ateşin çıtırtıları ve Kirke'nin tezgahından yükselen birbirine sürten iplerin sesi vardı. Sessizlik o kadar can sıkıcıydı ki konuşma ihtiyacı bir el gibi boğazıma sarılmıştı. "Dokuduklarını sonra ne yapıyorsun?"

  Kirke bugün kalın bir tunik dokuyordu ve sabah başladığı işini neredeyse yarılamak üzereydi. Bakışlarını tezgahından bir an bile ayırmadan, "Bir kısmını adama gelen ziyaretçilerden sevdiklerime hediye ediyorum," dedi. "Kalanını ise," Parmaklarından biri tezgahtan ayrılıp yanan ocağı işaret etti. "Orada yakıyorum."

  Ateş sanki yakmanın ne demek olduğunu anlarmış gibi biraz daha güçlendi, hafifçe tısladı. "Yakacaksan neden dokuyorsun?"

  Kirke'nin tüm dikkati tezgahından bana yöneldi. "Sonsuz bir hayatım var Mara, hepsini saklamaya çalışsam bana bu ada yetmezdi." Kelimeler ağzından dökülür dökülmez onun ne kadar yalnız olduğunun bir kez daha bilincine vardım. Sonsuz bir hayatta sonsuz bir yalnızlığa mahkum olmuştu. Belki de bunu kendisi tercih etmişti, kim bilir.

  Ben ona cevap vermeyince Kirke bir kez daha konuştu. "Bana neden anneni almaya gitmediğimi sormayacak mısın?"

  Zihnimde gezinip duran Rae şahidim bunu yüzlerce kez düşünmüştüm. Uygun bir anı bekleyip onunla konuşmak, atam olmasının benim için ne demek olduğunu kavrayabilmek istemiştim. Ama ne o doğru an gelmişti ne de Kirke bu sohbeti başlatmaya hevesli görünmüştü. Bu yüzden yeniden Troya'ya dönmeden önce bir fırsatını bulursam sormaya, bulamazsam da kadere bırakmaya karar vermiştim.

  Yüzümü ondan tarafa döndüm. "Bir sebebin olduğuna inanmak istiyorum."

  Kirke başını sakince sallasa da yeşil gözlerinde öfkenin ilk kıvılcımları canlandı, dudakları düz bir çizdi halini aldı. "Onu kollarımın arasında sadece birkaç saat tutabildim, babası yeniden denize açıldığında elimden gidişlerini izlemekten başka bir şey gelmedi."

  Ayağa kalktı, küçük odada dolaşırken biraz daha o tezgahın önünde oturursa kendini kaybedecekmiş gibi görünüyordu.

  Birlikte üç ay boyunca karışımlar hazırladığımız ahşap masanın arkasına geçti, ellerini onun aşınmış yüzeyine sürttü. "Burası benim hapishanem," derken sesi elleriyle hazırladığına şahit olduğum zehirler kadar acıydı. "Tanrılar aşık olanları cezalandırır. Zamanında ben de aşık oldum ve cezam da sonsuz hayatımı bu adada sürmek oldu." Koyu renk kaşları çatıldı, hiç yaşlanmayacak suratı kederle buruştu. "Bir noktadan sonra da bir seçim haline geldi. İnsanlar da tanrılar da beni kırdı Mara."

  Ayağa kalkıp ona yaklaştım. Bana bir şey söylemesine ya da benim ona bir şey söylememe ihtiyaç yoktu. Kollarımı ona uzattığımda bana sıcak bir kucaklamayla karşılık verdi. Ben de onun gibi yıllarca hapis hayatı yaşamıştım. Onun sonsuz kahrıyla ölçüşemezdim belki ama sarılacak birine ihtiyaç duymanın ne demek olduğunu iyi biliyordum. "Teşekkür ederim," dedim ona suratımı omzuna gömerken. "Benim için yaptıklarını nasıl geri öderim bilmiyorum."

  Kirke suratımı ellerinin arasına aldı, ince parmaklarıyla elmacık kemiklerimi sevdi. "Senin benim kanımdan olman lazımdı Mara, önceki hayatında sana Rae'yi daima koruyacağıma söz vermiştim, elimden bu kadarı geldi."

  Ağzım şaşkınlıkla açıldı. "O zaman da tanışıyor muyduk?"

  "Sana bir şey olursa Rae'yi her zaman korumam için bana yemin verdirdin. Persophone senin yeraltı dünyasında olmadığını Hades'ten önce bana söyledi. Henüz hiçbir tanrı senin ölüme hapsolmadığını öğrenmeden önce seni aradım ve buldum. Doğumunu öğrendim, kimin çocuğu olacağını, annenin kimin çocuğu olacağını öğrendim." Gülümsedi, biraz önce öfkeyle yanan gözleri yumuşadı. "Sözümü tuttum, sen geri dönene kadar tanrına çok iyi baktım."

  Bana bir kez daha sarıldı ama bu sefer çabucak benden ayrıldı ve hiçbir şey olmamış gibi yeniden dokuma tezgahının önündeki iskemlesine döndü. Tezgahtan bir ip çektiğinde Rae içeri girdi.

  Rae aramızda geçen bütün konuşmayı çoktan zihinlerimizde okumuş olsa da bir şey demedi, yalnızca Kirke'nin arkasına geçip elleriyle omzuna dokundu. Rae ona sadece, "Teşekkür ederim," diye fısıldasa da Kirke onun söylenmemiş bütün sözlerini bilerek titredi.

  Rae ondan uzaklaşırken tezgahından gözlerini bile ayırmadan, "Gitme vaktiniz gelmedi mi artık?" diye sordu.

  Rae anlayışla başını salladı. "Geldi." Bana döndü, herkesin özellikle biz bu konuşmayı yapalım diye ortalıklarda görünmediğini anladım. "Troya'ya dönmeye hazır mısın Mara?"

  Ona gülümsedim, bana uzattığı ellerini tutmadan hemen önce, "Eve dönmeye hazırım," diye cevap verdim ona."

☽✩☽

  Troya'nın kapılarına ulaştığımızda Helene durdu, derin bir nefes alarak altın işlemeli büyük kapıya baktı. İçimdeki güç ben ona engel olamadan Helene'nin zihnine sızdı ve onun gözlerinden geçmişi gördüm.

  Helene yine aynı kapının önünde duruyordu ama gülümsediğini biliyordum. Kalbinin hızlı atışını kendi kalbimin atışı gibi hissediyordum. Kapıdaki altından güneş ve ay işlemelerine bakarken umutluydu, hayatından da ellerini sıkıca tutan sevgilisi Paris'in aşkından da umutluydu.

  Helene Paris'e döndüğünde onun gözlerinden efsanevi Troya Prensini gördüm. Aşkıyla dünyamızın gördüğü en kanlı savaşı başlatan, benim zamanımda bir şehrin düşüşüne neden olan Paris'i gördüm. Kahverengi kıvırcık saçları ve güneşte parlayan koyu renk gözleriyle aşıkların lanetli prensini gördüm. Helene'ye gülümsediğinde kapı onlar için açıldı, binlerce kişi onları coşkuyla karşıladı.

  Önlerinden temkinli adımlarla başka bir adam yürüyerek şehre girdi, insanlar ona "Hector!" diye bağırdı. Hector durmadı, ölümüyle kendinden sonraki tüm Troya Krallarına ismini verecek bir savaşçının azametiyle yürümeye devam etti.

  Helene başını havaya kaldırıp onlar için havaya uçurulan güvercinleri ve başlarından aşağı uğur getirsin diye dökülen buğday tanelerini izledi. Mutluydu Helene, artık Spartalı Helene değil Troyalı Helene olmuştu.

  Helene başını sallayıp omuzlarına bir hançer gibi sallanan anılarından kendini kurtardığında elimi ona uzattım. Naia da sanki onun ne düşündüğünü biliyormuş gibi onun öbür elini sıkıca tuttu.

  Şehrin kapıları açıldı, ilk gözcüler açığa çıktı. Rae öne doğru bir adım attı ve Helene'ye nazikçe gülümsedi. "Evine yeniden hoş geldin Troyalı Helene," dedikten sonra yana çekilip üçümüze de geçmemiz için izin verdi.

  Helene buz gibi gözleriyle şehre doğru temkinli bir bakış atsa da duygularını gizlemeyi başardı, sırtını dikleştirdi. Şehre adımını ilk defa attığı günkü gibi coşkuyla karşılanmadı ama yine de düşmanca da karşılanmadı. O artık Troya için sıradan ama kabul gören biriydi. Belki de kimse onun gerçekte kim olduğunu bilmiyordu ama arkasında iki askerle birlikte sokağın ortasında bekleyen Hector onun kim olduğunu çok iyi biliyor gibiydi.

  Troya Kralı gülümsedi. "Troyalı Helene," diyerek onu selamladı.

  Helene ellerimizden kurtulup bir adım önce çıktı, şaşkın bakışlarla Hector'u inceledi. "Hector?" Kaşlarını çattı, gözleri kararsızlıkla Rae'ye döndü. "Gerçekten de ona benziyor."

  Hector'un kahverengi gözleri içten gelen bir anlayışla kısıldı. "Tanrı Rae de her zaman gerçek Hector'a ne kadar benzediğimi söyler. Umarım bir gün ben de onun gibi şanlı bir asker olabilirim."

  Helene'nin suratından bir gölge geçti, yeniden anılara dalıp gittiğini bilsem de zihninden uzak kalmak için elimden gelen her şeyi yaptım.

  Karr arkadan, "Kurt gibi acıktım, karşılama bittiyse şölen kısmına geçsek mi?" diye söylendiğinde Helene tamamen geçmişinden kurtulur gibi oldu ve Hector'a son bir bakış daha attıktan sonra yürümeye devam etti.

  Ama yine de o önümde yürürken onun nasıl bir geçmişin altında ezildiğini hissedebiliyordum. Bu toprakları kana bulamıştı. O aşkıyla insanların kanını dökmüş, ben de aşkımla o kanı tanrıların kanıyla parlatmıştım. Ama ikimiz de aynı günahla yıkansak da Troya evimiz olmaya devam etmişti. 

  Çoğu insan tanrıları karşılamak için sokaklara döküldüğü için Hector'un sarayına çıkan merdivenlere ulaşmamız bir ömür sürmüştü. Hector bizim için çoktan ziyafet sofrası hazırlattığını, Nestor'un bizi içeride beklediğini gururla söyleyerek merdivenleri en önde çıkmıştı.

  Naia durmuş hayran hayran Rae'nin devasa heykellerini izlerken Karr onun yanına yaklaştı, omzunun üzerinden eğilip, "Kibirli piçin teki değil mi?" dediğinde Naia utanarak başını eğdi.

  Tara onaylamadığını belli ederek başını iki yana salladı, büyük bir zarafetle merdivenleri çıkarken, "Aslında tam sana göre bir hareket," diyerek ona laf çarptı. "Sparta'ya döndüğünde sen de kendine bir heykel diktirsen iyi olur."

  Karr gevşek gevşek güldü. "Aslında iyi fikir, belki de senin de bir heykelini yaptırırım Tara." Merdivenleri hızla çıkıp Tara'ya yetişti, parmaklarını hafifçe omzuna sürttü. "Belki de eskiden olduğu gibi önümde diz çöktüğün bir anı ölümsüzleştiririm."

  Tara Karr'ın dokunuşu ateştenmiş gibi ondan uzaklaşıp saraya girerken Rae bana arkadan yaklaştı. "Sadece ilk içkiler bitene kadar duralım, sana göstermek istediğim bir şey var." Sıcak elleri belime dolanıp beni yönlendirirken parmak uçlarım heyecanla ve beklentiyle kıvrıldı.

  Peki, sadece bir kadeh, buna dayanabilirdim.

☽✩☽

  Buna kesinlikle dayanamazdım çünkü Tanrıların cezası Karr sünger gibi içiyordu. Önümdeki kadeh hiçbir zaman boşalmadı çünkü ben ne zaman kadehi yeni bir yudum için dudaklarıma götürsem Karr uzanıp koca elleriyle kadehi elimden alıyor, kendi ağzından aşağı döküyordu.

  Rae şenlik sofrasında benden uzakta bir köşede Nestor'la sohbet ediyordu. Nestor'un bir deliye ya da dâhiye ait olabilecek gözleri masada dolandı, Naia'nın üzerinde durdu. "Seni yetiştirmek istiyorum," dedi ona lafı hiç uzatmadan. "Kızlarımdan ders alırsan kısa sürede seni bir zehir ustası haline getirebilirler."

  Naia hiç dokunulmamış şarabı Karr tarafından önünden alınırken dönüp bana baktı. "Özgürsün," dedim ona ve güven verircesine gülümsedim. "Savaşa katılmakta da katılmamakta da özgürsün. Katılacaksan da bunu ne şekilde yapacağın tamamen senin seçimin."

  Naia'nın yumuşak kahverengi gözleri kararlılıkla parladı. "Savaşmak istiyorum," dedi ve başını salladı, kararını hem kendine hem de bize kanıtlamak ister gibi, "Öğrenmek istiyorum," diye ekledi.

  Karr, Helene'nin şarabına uzandı ama Helene sert bir hareketle onun eline vurdu. "Yavaş ol savaş tanrısı, taşkınlık çıkartma."

  Karr kırmızı gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırdı. "Sparta'dayken bana her gece dua ederdin, tanrına bir kadeh şarabı fazla mı görüyorsun?"

  Helene gözlerini devirdi, kadehini sıkıca tuttu. "O kadın artık öldü," diye mırıldandıktan sonra şarabını kafasına dikti.

  Daha fazla dayanamayarak, "Rae," diye seslendim ona zihnimden. "Bana ne göstereceksin?"

  Masanın öbür ucundan sanki bunu beklermiş gibi ayağa kalktı. "İzinizle," dedikten sonra bana elini uzattı.

  Sonunda Karr'ın tüm masanın üzerinden geçtiği ziyafetten kurtulduğum için mutlu olarak ayağa kalktım ve elini tuttum.

  Karr arkamızdan, "İyi eğlenceler," diye seslendiğinde ona aldırış etmeden ziyafet salonundan çıktık.

  Kapıdan çıktığımızda sarayın tüllerle dolu koridoruna adım atmayı beklesem de öyle olmadı. Troya'nın dışındaki zeytin bahçelerinden birindeydik ve ağaçların altında bizim için hazırlanmış bir yer sofrası vardı.

  Şaşkınlıkla Rae'ye döndüğümde gülümsedi. "Tanrı olmanın da bazı faydaları var." Rae yere oturduğunda bacaklarını uzattı, elleriyle kucağına vurduğunda lafını ikiletmeden bacaklarının üzerine yerleştim.

  Çenesini boynuma gömerken sofradan bir üzüm alıp dudaklarıma götürdü. "Bugün özel bir gün Mara," dedi ve üzümü dudaklarımdan içeri iterken parmakları bir süre orada oyalandı.

  Başımı çevirip ona baktım. "Öyle mi?"

  Çenemi yavaşça okşadı, parmaklarını boynuma sürttü. "Evet," dedi fısıldadığında nefesi tenimde patladı. "Bundan birkaç bin yıl sonra insan bugünü sevgililer günü olarak kutlayacaklar."

  Rüzgar estiğinde elimde olmadan titredim, Rae beni biraz daha yakınına çekti. "Daha kutlanması gerektiği fark edilmemiş bir günü mü kutluyoruz?"

  Gülümsedi, gülümsemesi biraz sonra bana dokunacağının vaadiydi. "Tarihte ilk kutlayan aşıklar biziz," derken yutkundu. "Seni sonsuzluk kadar seviyorum Mara, bunu ancak bu şekilde ölçebilirim."

  Kucağında hareket ederek yüzümü ona döndüm. "Sonsuzluk ölçülemez," derken suratına baktım, onun her ayrıntısını ezberlemek istiyordum.

  Burnunu benimkine değdirdi. "Biliyorum," dedikten sonra yumuşak bir öpüşme için dudaklarını benimkilerle buluşturdu.

  Öpüşmemiz kısa sürede ikimizi de yakarken kışın ortasında terlemeye başlamıştım bile. Rae'nin elleri tuniğimin üzerinden tenime gömüldü, beni kalçalarımdan tutup sertliğine bastırdığında parmaklarımla onu soyamaya çalıştım.

  Birbirimizden ayrıldığımızda ellerimi onunkilere kenetledim. "Seni ölümden geri dönecek kadar çok seviyorum," dediğimde beni yeniden kendine çekti.

  Daha fazla konuşmamıza gerek yoktu çünkü ikimiz de doğruları söylediğimizi biliyorduk. Birbirimizi sevmemiz için zihinlerimizde gezinmemize gerek yoktu. Birbirimiz için yaratılmış, aynı ruhla dövülmüştük.

  Rae beni kucağından indirmeden tuniğimin üst kısmını sıyırdı, çıplak tenim yıldızlı kış gecesiyle buluştu. Garip bir şekilde üşümüyordum ama üşüsem de bunun bana engel olamayacağını biliyordum.

  Rae kalçalarını sert bir şekilde yukarı kaldırdığında birleşmemizin hazzıyla boynuna sarıldım. Gözlerimi yana çevirecekken çenemi tutup göz göze kalmamızı sağladı. "Bana bak," dedi kalçamı tek eliyle kavrayıp beni aşağı yukarı hareket ettirirken. "Gözlerimde kendini gör."

  Zihnime süzüldü, düşünceleri beni ele geçirdi.

  Ritmini arttırdı, o hızlandığında kendimden geçmeye ne kadar yaklaştığımı fark ettim.

  Çok güzelsin Mara, sen gerçekten güzelsin.

  İnleyerek başımı geriye attığımda elini saçıma doladı ve bizi bir kez daha göz göze getirdi.

  Ben senin nasıl içindeysem senin de ruhumun içinde olmanı istiyorum.

  Öyleydim, lanet olsun ki öyleydim. Gözlerindeki evrenlerin kayışı içimdeki uzvunun kayışı gibi hızlanırken dizlerim üzerine uzandığımız örtüye sürtüyordu.

  Rae saçlarımı çekerek suratımı onunkine yaklaştırdı, alt dudağımı sertçe ısırdı. İşte o zaman kendimi bıraktım ve ilk zevk dalgası beni çarptı. Ama Rae daha yolun başında olduğunu belli ederek güldü ve kıvrak bir hareketle beni altına alarak üzerime çıktı.

  Gözlerimi gökyüzüne diktiğimde bir yıldız kaydı, aynı yıldız Rae'nin gözlerinde de kaydı.

Bana yaptığın bu işte, sen de benim içimdeki yıldızları kaydırıyorsun.

  Ellerimi sırtına doladım ve sanki bu mümkünmüş gibi onu kendime biraz daha çekmeye çalıştım. Rae haykırarak kendi zevkinin doruğuna çıkarken ben de ona eşlik ettim.

  İnanmadığım tanrılar aşkına, benim tamamen yoldan çıkartıyordu.

  ☽✩☽

  Rae bir testi şarap bittikten sonra elinin tersiyle bileğimi okşadı. "İnsanlar sevgililer gününde sevgililerine hediye alacaklar." Sırtını dikleştirdi, boş kadehini tabağına bıraktı. "Benim de sana bir hediyem var."

  Beklentiyle dudaklarımı birbirine bastırdım. "Nedir o?"

  "Bir kehanet," dedi dudakları gülümsemeyle bükülürken. "Sen benden kehanetlerimi çalmadan önce görmüştüm."

  Sustuğunda merakım o kadar artmıştı ki dayanamayarak, "Rae," diye söylendim.

  Baş parmağını dudağımın kenarında gezdirdi. "Bu savaş nasıl bitecek bilmiyorum ama seni tanıyacaklar Mara." Baş parmağını tüm suratım boyunca gezdirdi. "Benim arsız ölümlüm olarak pek çok kadın tarafından tanınacaksın, şarkımı onlara anlatacak ve seni sevmelerini sağlayacaksın."

  Ona inanmayarak kaşlarımı çattım. "Bunu nasıl yapacağım?"

  Rae'nin suratında bilge ama sır vermez bir ifade belirdi. "Belki bir gün ölü tanrının şarkısını yazıya dökmenin bir yolunu bulursun ya da belki de bunu yapması için bir başka kadına ilham olursun."

  Ayağa kalkıp bana elini uzattığında söylediklerinden hiçbir şey anlamasam da ona karşı çıkmadım. "Bu kesinlikle anlaşılmaz bir kehanetti," derken memnuniyetsizliğimi gizlemedim.

  Rae omuz silkti. "Zaten senin anlaman için söylememiştim tatlı Mara."

  Biraz yürüdükten sonra zeytin ağaçlarının arasında küçük bir göle ulaştık. Çok fazla bir alanı kaplamasa da suyu ay ışığının altında parlıyor, hayat dolu olduğunu belli ediyordu.

  Rae durdu. "Sizin zamanınızda son Troya Kralı olarak bilinen Priamos'un kızı Kassandra'nın gözyaşları doldurdu bu gölü," dedi. Sesindeki acı kalbimi sıktı, eğip büktü. "Kız geleceği görebiliyordu ama Apollon onu lanetlediği için kimse ona doğrudan soru sormadan ne gördüğünü söyleyemiyordu."

  Derin bir nefes aldım. "Hem beni öldürmek istiyor hem de onun yanında savaşmamızı istiyor. Hangisi gerçek?"

  Rae gözlerini gölden bir an bile ayırmadı. "İkisi de gerçek, ikisini de istiyor ama ikisine de nasıl sahip olabileceğini düşündüğünü göremedim. İkiz olmanın zararlarından biri de zaman içinde kendini öbür yarından nasıl koruyacağını öğreniyor olman."

  Rae gibi ben de göle baktım, temiz yüzeyine düşen ay ışığını izledim. "Beni neden bu göle getirdin?"

  "Derler ki bu göle sorduğun ilk sorunun cevabını Kassandra sana gösterirmiş." Elimi bıraktı. "Göle soracak bir sorun vardır diye düşünüyorum."

  Rae geri çekildiğinde derin bir nefes daha alıp göle doğru yürüdüm, dizlerimin üzerine çöktüm. Sudaki yansımam titrerken aklımı kavurup duran o soruyu sordum. "Apollon'un gelinleri, onlara ne oldu?"

Herkese merhaba benim arsız ölümlü ordum! Biz bugün 100k'lık bir ordu olduk daha da büyümeye devam ediyoruz. Hepinizi o kadar çok seviyorum ki bugün bunun için biraz ağladım. (Sulu göz Kaos dkfhdj)

Gelsin bakalım teoriler, gelinler nerede ya ne yaptı bu Apollon sizce bunlara????

Kitabı yarılamak üzereyiz çok heyecanlıyımmmm. Ama asıl ikinci kitap için heyecanlıyım çünkü asıl kaos orada. Kemerleri sıkı tutun zira neler olacak tahmin bile edemezsiniz.

Sizleri sonsuzluk kadar çok seviyorum, yorumlarda görüşürüz!

-Kaos.

Continue Reading

You'll Also Like

39.2K 137 15
Tecavüz,şiddet,taciz ve sex içerir.Bu bir sexting eseridir.
753K 17.4K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
69.8K 5.1K 36
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...
15.2K 197 17
Şahsıma kurulan şeytani bir kumpas sebebiyle ayak kölesi oldum. Bu durumdan nasıl kurtulacağım (Şantaj Kölesi hikayesinin 2.sezonudur. 35 bölümden de...