NUMUNE ŞAHIS

By Fatma_Zehra446

6.8K 1.5K 260

Her şey eski taş binaya adımını atmasıyla başladı. İşini çok seven bir gazeteci Numune Şahıs. Çalışmak için b... More

NUMUNE ŞAHIS-1
SEYYAR SATICI-2
KARANLIKTA AÇIK IŞIKLAR-3
FESLEĞENLER VE SİNEKLER-4
SAYGIN BİR BEY-5
KAYIP İLAN-6
İNŞAAT ÖNCESİ ÖDÜL MERASİMİ-7
İKİ SEÇENEK-8
KARMAŞIK İLAÇLAR- 9
KAZA SONRASI NORMALLİK-10
DÖNEN FENOMEN-11
VATOZ FELSEFESİ-12
ANTİKA MI PIRLANTA-14
KAĞIT KALİTESİ-15
ÇORAP SÖKÜĞÜ-16
MEMURA HAP-17
ÇİÇEK KAPISI-18
YÜKSEK VE KORKAK-19
İYİ ÇOCUK AMA KORKUT-20
KÖTÜ İZLER-21
MAHZENDE DENGESİZLİK-22
ŞAHIS AİLESİ-23
ALIŞMAK HEM DE ÇABUK-24
İMAMI KAÇIRMIŞLAR-25
BEKLENEN İHTİMAL-26
HESABI KAPATALIM-27
GELENLER-28
KANLI SİLAH-29
YEŞİL LAZER-30
VEDA ÖDÜLÜ-31
GEÇMİŞE YOLCULUK-32
FİNALDEN SONRA OLMAZSA OLMAZ KONUŞMA
NUMUNE ŞAHIS - 2. KISIM
ZAMANE KORSANLARI - 1
DENİZANASI KUCAĞI- 2
KAPTANIN OYUNU- 3
GÜVERTEDE AKŞAM YEMEĞİ- 4
KONUM; ZAGAZİG- 5
YILAN VE HAMSTER -6
DÜRBÜNLERE KAST - 7
GÖKYÜZÜNDEKİ KUBBE - 8
TAZE LİMON - 9
UZAYLI AYİNİ - 10
MANYETİK MAKARALAR - 11
ALTIN TOZLU ÇORBA -12
KİMYA SİHİRBAZI - 13
KİLİMLERE ÖZGÜRLÜK -14
KARANLIK ESARET -15
NUMUNE ORMANI - 16
İHANET KELEPÇESİ - 17

İNCİR Mİ ADASI-13

135 36 4
By Fatma_Zehra446

Salonun köşesinde çapraz konulmuş tekli koltukta pencereden dışarıyı seyrederken, elimde tuttuğum bardaktaki çay çoktan soğumuştu. Düşünmekle düşünmemek arasındaydım. Bu gün olanları düşündüğümde oturduğum yerde bile sinirlenirken, düşünmediğimde merak duygumun verdiği rahatsızlığa hapsoluyordum. Ani çıkışım yüzünden Lokum Yapma Derneği'ne bile gidememiştim. Hırsızlık olayının çözümlenip çözümlenmediğini bilmiyordum. Karıncaların kimsesiz olması çok saçmaydı. Babaannem ve annem odada aldıkları kumaşlara bakarken, babam önüne koyduğu birkaç kitabı karıştırıyordu. İnternetten bakılsa tek cümleyle bulabileceği bilgileri, kupon toplayıp aldığı ve evin başköşesine yerleştirdiği ansiklopedilerden araştırmayı çok seviyordu. Yardım tekliflerimizi reddedip saatlerce kitaplarla baş başa kaldığı zamanlar olurdu. Bu haline alıştığımızdan dolayı artık karışmıyorduk.

Bardağımı mutfağa koyup odama geçmek üzere yerimden kalktım. Bu gün herkes kendi alemindeydi. Benim de canım sıkkındı, kandırılmış hissediyordum. Ya da başarısız olmama bir bahane bulmuştum içten içe. Babaannem bile aradığı kumaşı bulabilmişken, ben neden bir kameranın sahibini bulamıyordum? Tezgahın üzerine bardağımı bırakıp, odama geçmek üzereyken zile basıldı. Henüz geç değildi ama beklediğimiz kimse de yoktu. Mutfağın hemen karşısındaki dış kapıyı açmak üzere anahtarı çevirdim. Akşam sekizde annem tarafından kapılarımız kilitlenirdi. Ben kapıları "kim o?" diye sormadan açan biriydim onun aksine. Bu tedbirsizliğim birkaç kere bela olmuştu başımıza. Özellikle Ramazan'da arka arkaya gelen davulcularla ayrı bir muhabbetimiz vardı sayemde.

Kapıyı açmadan sordum bu sefer. "Kim o?"

"Benim." Kapının arkasından gözlerimi kapatıp mırıldandım "sen kimsin acaba?" Görevimi yapıp soruyu sorduğumda kapıyı açmak için bir engel kalmamıştı. Gelen neşeli ince sesin sahibini öğrenecektim.

"Verda!"

"Numune!" Adını neredeyse bağırarak söylediğimde uzun zamandır görüşmemiş olduğum arkadaşım da bana aynen karşılık verdi. Şaşkınlığımı bir kenara bırakıp, kapıda dikilen Verda'yı içeriye bile almadan boynuna atladım. Onu görmek son zamanlarda olanlardan sonra beni epey sevindirdi. Nasıl da tanımamıştım bu cıvıl cıvıl sesin sahibini? Bir arkadaşlığa kapı açmıştım sanki. Özlenmiş, mesafesiz samimiyetti karşımdaki. Annemler de sesleri duymuş olacak ki koşar adım gelip, kapıda Müzeyyen teyzenin torunu Verda'yı görünce yüzlerinde gülümsemeyle karşıladılar arkadaşımı.

"Hoş geldin kızım, ne güzel sürpriz böyle."

"Numune bırak da kız içeriye girsin yavrum. Sen de hoş geldin güzel kızım." Babaannemin uyarısıyla annem beni içeriye çekip, Verda'yı davet etti. Sevinçten aklıma bile gelmemişti uzak yollardan gelen arkadaşımı içeriye davet etmek.

"Hoş buldum Esen teyze, kırılmazsanız başka akşam geleyim. Müsaade ederseniz de Numune'yi babaanneme götürmek istiyorum." Her zamanki sakin konuşmasıyla ve tatlı diliyle annemi mest ederken hazırlanmak için odama yönelmiştim. O sırada babam terliklerini sürüye sürüye gelip, Verda'ya selam verdikten sonra bana durmamı söyledi.

"Kızım ben seni artık dışarıya göndermem. Ya pis adamlarla uğraşıyorsun, ya vinç sürüyorsun, ya nezaretten çıkıyorsun. Olmaz yani artık müsaade edemem." Kitapların arasından çıkıp gelmenin ağırlığıyla konuşurken, eli göbeğinin üstündeydi. Israr etmeden söylediğimi yap duruşuydu. Boynumu bükmeye hazırken Verda'ya baktım. Gülmesini bastırmaya çalışıyordu. Yaşanılanlardan haberdar olsa gerek diye düşündüm.

"Haklısınız, Numune biraz yaramazlık yapmış bu aralar ama size söz bu akşam sadece sohbet edeceğiz. Hem aylar oldu görüşmeyeli, kırmayın bizi lütfen." Babaannem babama izin vermesi için işaret yaparken annem beklentiyle bakıyordu.

"Bir vukuat daha istemiyorum ama!"

"Yerimden bile kalkmayacağıma emin olabilirsiniz." Sevincimi gizlemeye çalıştım ve hepsinin gözlerine teminatla baktım. Resmen yaramaz komşu çocuğu konumundaydım şu anda. Verda gelmişken bunu kafaya takmam gereksiz olacağından hızla odama gidip, bir toka ve bir de hırka aldım. Eşofmanlarım komşuya gitmek için yeterince uygundu. Portmantodan montumu aldığımda kıkırdayarak ayakkabılarımı giydim. Annemin tembihlerine başımı salladım. Verda'yla göz göze geldik ve ardından neredeyse koşarak merdivenlerden indik.

"O kadar çok sevindim ki gelmene."

"Ben de çok özlemişim seni, öğlen geldim aslında ama anca fırsat oldu sana uğramaya." Sohbet ede ede binanın önüne kadar gelip zile bastık. Kapı açıldığında birinci kata çıkıp ayakkabılarımızdan kurtulduk. Buraya en son gelişimde yaşananları hatırladım bir an. Yüzümdeki gülümseme silinse de kendine has kokusu olan eve girip oturduğumuzda neşemi takınmam zor olmadı.

"Müzeyyen teyze söylemişti aslında ay sonu geleceğini. Ama tam tarih bilmediğimden sürpriz oldu." Saçlarını geriye atıp, kolundaki bileklikleri şıngırdatarak karşıma oturdu.

"Sen benim geliş tarihimi bırak da, neler oldu onu anlat. Haberlerde seyrediyoruz artık seni. Hele o son görüntüler." Ağzını kapatma gereği duymadan başını geriye atıp bir kahkaha attığında şöhretimin tüm Türkiye'ye yayıldığını anlamam zor olmadı. Ben de baştan sona ne yaşadıysam hepsini anlatmaya başladım. Detay vermediğim yerde detay istemesi, beni sıkılmadan dinlediği anlamına geliyordu. Sanki arada onca ay yokmuş da, daha dün görüşmüşüz gibi koltuklara yayılmış uzun uzun sohbet ediyorduk.

Verda Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde yaşamayı seviyordu. Takı tasarım mezunuydu, yeteneklerini bulunduğu ortamla harmanlamayı tercih ederdi hep. Son bir yılını Mardin'de geçirmiş ve tasarımlarını oranın kültürüne has ögelerle zenginleştirmişti. Dört kişilik bir ekiple gerçekten muazzam işler çıkartıyordu. Valizinden çıkardığı bir kutuyu bana uzattığında merakla açtım. Gümüş ve yeşim taşının asil renginin birleştiği göz kamaştırıcı bir kolye yapmıştı benim için. Resim ödevlerimi yapması için seçtiğim kişi çok isabetliydi. Elimdeki sanat eserine de ne kadar teşekkür etsem azdı.

"Beğenmene çok sevindim. Benim için Mardin ve çevresinden ayrılmak çok zor olsa da yaza doğru Ege kıyılarına taşınmak istiyorum, farklı bir çevrenin yeniliğe etkisi büyük."

"Sen bu yetenekle nereye gitsen harika tasarımlar yaparsın zaten." Alçak gönüllülükle güldü. Sonra heyecanla atıldı.

"E yarın nerelere gidiyoruz bakalım?" Camiler, tarihi eserler, antika çarşıları... Birçok yeri dolaşmış olan Verda'nın ilgisini çekecek bir yer bulmak için kısa süre gözlerim halıda düşündüm. Nihayet aklıma bir fikir geldiğinde önce tereddüt etsem de emin oldum. Sinsi bir gülümsemeyle Verda'ya baktım.

"Dernekler Sokağına gidiyoruz!"

***

Dernekler sokağına gitmeden önce, gazeteye uğradık. Ben Korkut'la tartışmayacaktım, Verda da çalıştığım yeri görecekti. Merdivenlerden çıkarken, meraklı ve inceleyen bakışlarını ağır ağır gezdirdi etrafta. Onun bu şaşkın ama ciddi halleri hoşuma gidiyordu. Kısa süren sessizliğinin sonunda kimsenin tahmin edemeyeceği çıkarımlar yapabilen birisiydi. Adımlarımı takip ettiğinde nihayet ikinci kata çıkmıştık.

"Günaydın Suzan abla!" Suzan abla selamımı alırken, arkamdan gelen Verda'ya baktı. Yeni insanlara olan merakını bildiğimden gözlerinin parlamasına şaşırmadım. Verda, kendine has tarzıyla ellerini önünde birleştirmiş, boyası dökülmüş duvarları seyrediyordu. Sanki bir sanat sergisindeydik. Kıyafetleri de ortama uygundu aslında. Toprak rengi uzun bir yelek giymişti bol pantolonunun üzerine. Büyük ceplerinden her an tavşan fırlayacakmış gibi duruyordu. Rüya kapanının en minik hali küpelerindeydi. Coğrafyanın esmerleştirdiği teni, dağınık topuz yaptığı siyah saçlarıyla uyumluydu. İnce uzun bir burnu vardı, göz yapısıyla uygun olduğunu düşünürdüm hep. Benden uzundu biraz daha. Henüz Suzan ablaya selam vermemişti, başını bana doğru eğip fısıldadı.

"Gazete binası olmak için otantik ve fazlasıyla farklı bir yer. Orta çağ Avrupa'sını andırıyor sanki." İki bin yirmi bir yılında orta çağ Avrupa'sını andıran bir binada çalışıyor olmam ne de hoştu. Günlerdir burada olmama rağmen farklı bir bakış açısıyla bakmayı denememiş olduğumu fark ettim o an. Mithat beyin batma hevesi Verda'nın tasarımcı ruhuna küçük dokunuşlar yapmışa benziyordu. Dayısının yanından geldiği anlaşılan Korkut, bizi görünce son basamakları yavaş yavaş indi ve karşımızda durdu. Kalabalıklaşmaya başlayan ortamda, dikkatlerin üzerine toplandığını anlayan Verda, etrafı incelemeyi bırakıp duruşunu nazikçe dikleştirdi.

"Merhaba, hoş geldiniz." Nazik bir şekilde arkadaşımı selamlayan Korkut, kısa bir bakışla Verda'yı süzdü. Karşılaştığı insanlara hissettirmeden hep yaptığı bir hareketti bu. Saniyeler sürer, hissettirmez ve sonrasında konuşmaya devam ederdi. İnsanlarla iletişimini belirleyen bir etken de olabilirdi bu davranış. Sonuçta süslü ve düzgün cümleler kurabilen bir editördü. Bunu başarabilmek için de birçok farklı metot bulmuş olabilirdi kendine. "Bizi tanıştırmayacak mısınız Numune hanım?" Korkut'un aksine bu işleri gizli yapamıyordum. Göze aşikar bir şekilde karşımdaki adamın sosyal ilişkilerini değerlendirmeyi bırakıp Verda'ya baktım.

"Verda, çocukluk arkadaşım. Bir süre İstanbul'da kalacak. Bu da Korkut bey, editörümüz." Tanıştırdığımda el sıkıştılar.

"Memnun oldum, Numune söz etmişti sizden."

"Öyle mi? Nasıl bahsetti merak ettim doğrusu?" Daha tanışma faslı tamamlanmadan konu nasıl da bana gelmişti böyle? Son günlerde yaşanılan her şeyi anlatmıştım, üstelik Korkut'un son günlerindeki davranışlarından dolayı, kızgınlığımı atarcasına pek de iyi bahsetmemiştim ondan. Anlattıklarımın etkisiyle Korkut adını duyan Verda'nın gözlerini kısmış olması dikkatimden kaçmamıştı. Ne kadar kibar ve ince ruhlu olsa da kızdığı insanlara aynı tavrı göstermiyordu.

"Editörümüz dedim." Korkut Verda'dan cevap beklerken ben ortaya atıldım. Şimdi ikisi de inanmaz gözlerle bana bakıyordu. Anlattıklarımın tek bir kelimeyle sınırlı kalmadığını anlamak zor değildi. Duvardaki saate döndüm, konuyu değiştirmenin en iyi yolu buydu. Korkut'la olan hesabımı da uygun zamana ertelemek en iyisiydi. Verda İstanbul'a gelmişken editörümle aramda olan sorunlarla uğraşmasını istemiyordum. "Bizim çıkmamız lazım Korkut bey. Malum iş bekliyor." Yalancı bir gülümseme kondurdum yüzüme. Korkut ikimize de baktıktan sonra, yüz hatlarından memnuniyetsizliğini anlamış olsam da söylediğimi onayladı. Verda ellerini birleştirmiş, gözlerini Korkut'tan ayırmıyordu.

"Kendinize iyi bakın Korkut bey. Numune gibi biriyle çalıştığınız için de çok şanslı olduğunuzu belirtmek isterim." Verilmek istenen mesaj Korkut'a ulaşmış olacak ki, yüzüne takındığı resmi gülümsemeyle bana bakıp veda ederek odasına girdi. Rahatsız olduğunu anlayabiliyordum ama bunun bir anda olmasına anlam veremiyordum. Önceleri başarım için beni tebrik eden adam o değildi sanki. Daha fazla öylece durmak anlamsız olacağından odama girip dolaptan birkaç küçük eşyamı alıp çantama koydum. Bazen dikkatsizlik edip unutuyordum eşyalarımı, akşam geri dönmeyeceğimden sabah almam en iyisiydi.

Odadan çıkıp Suzan ablayla sohbet eden Verda'nın koluna girdim. Rengi solmuş kadife çantasından çıkarttığı bir bilekliği Suzan ablaya verip, kadını memnun etmişti. Benim kırmızı etekli kız biblom da dolapta duruyordu işte. Gitmemiz gerektiğini söyleyerek binadan çıktık. Verda yol boyu izlenimlerini anlatacak olduğundan ona hiçbir şey sormadım. Ne de olsa ben sormadan anlatacaktı her şeyi. Aslında ben de içten içe meraklanmıyor değildim. Çalıştığım yer hakkında iyi bir şeyler söyleyecek ve bakış açımı değiştirecek olması beni heyecanlandırıyordu. Orada farklı ve dile dökülemeyen bir hava olduğunu muhakkak anlamıştı.

"Bu Korkut, nazik bir adam." İç çektim, resmi bir katılıkla harmanlanmış bir naziklikti Verda'nın bahsettiği. İlk günden beri öyle davranıyor olsaydı bunu kafama takmazdım ama Korkut'un arkadaş hallerine de şahit olmuştum ben. Ya da öyle sanmıştım.

"Evet, öyle."

"Ama farklı bahsettin, ben de adama kötü kötü baktım yerini bilsin diye."

"Ondan bahsederken son günlerin kızgınlığıyla konuştum. Bahsettiğim tartışma var ya Suzan ablayla olan, o günden sonra temelli değişti her şey."

"Gören de onunla tartıştın sanacak." Verda'nın sitemli bir tavırla söylenmesine güldüm. Benim de anlam veremediğim şeylerden biriydi bu.

"Uzun süreli bir tanışma hikayemiz yok bizim. Ama onu tanıdığım kadarıyla değişken bir ruh haline sahip olduğunu biliyorum. O yüzden bir şeylere anlam vermek zor." Otobüs durağına geldiğimizde Verda koluma girdi.

"Ama zor olanları bırakıp, hayallerin doğrultusunda yürümek anlam verilmesi çok daha kolay olan bir şey, yapmamız gereken de tam olarak bu." Gurur dolu bakışları cesaretimi toplamama yardımcı olurken, bu fikrine tüm içtenliğimle onay verdim. Yol uzundu, hayallerim de çoktu. Tökezleyeceğim yollara girmek mantıksızdı. Otobüs geldiğinde kapılarını açtı ve Dernekler Sokağına gitmek üzere ilk adımımızı attık.

***

"Burayı ilk defa görüyorum."

"Doğrusu ben de ilk defa dün geldim." Sabah saatlerinde trafik olmadan hızlıca varmıştık sokağa. Verda beklediğim tepkiyi verince memnuniyetle gülümsedim. Antika Toplama Derneğinde vakit geçirebilecek, hemen yanındaki eşsiz lokumları tadabilecek, hanımların hünerlerini sergilediği dernekte tasarımları için ilham bulabilecekti. Ben de hırsızlık olayı hakkında bir şeyler öğrenebilecektim. Günün ikimiz açısından da verimli olacağına dair inancım tamdı. Bahadır beyle de karşılaşmazsak tadından yenmezdi tabi.

"İlk olarak buradan başlıyoruz değil mi?" Ellerini birbirine çarpıp, antika vazoların olduğu vitrine coşkuyla baktı. Başımı salladığımda hızlı adımlarla içeriye girdi. Kıyafetlerinde bulunan turuncu ve toprak tonları duvarda asılı eski bir halıyla bütünleştiğinde, arkadaşımın ait olduğu yeri bulmuş olmasına sevinmiştim. Ben de arkasından girdim, Aykan beyle konuşmaktı niyetim.

Üst kattan inen Aykan beyi gördüm. Adam arkaya doğru düzgünce taranmış saçlarıyla gayet bakımlı görünüyordu. Çevik adımları dinç bir vücuda sahip olduğunu gösteriyordu. Verda düzensiz rafların arasında kaybolmuşken, ben de Aykan beyin yanıma gelmesini bekledim.

"Hoş geldiniz hanımlar, nasıl yardımcı olabilirim size?"

"Merhaba Aykan bey, ben Numune. Dün yaşanan üzücü olayın sonucunu merak ettim. Endişeli kalabalığın içinde ben de vardım." Başını hiç kaldırmamıştı, beni fark etmesi zordu. Bu yüzden kendimi tanıtma gereği duydum.

"Takdir edersiniz ki üzücü bir olaydı, sizi fark etmem pek de mümkün değildi. Fakat buraya kadar gelmişseniz tanışabilir ve birer çay içebiliriz." Kapağı eskimiş kitapların dizildiği büyükçe kütüphanenin önündeki küçük tabureleri eliyle işaret etti. Ayakta bilgi almayı tercih etsem de merakımı gidermek adına Aykan beyin teklifini kabul ettim. O önde ben arkada, geniş ve düzensiz yapının içinde yürüyerek taburelere oturduk. Temizliğe pek de önem verdiği söylenemezdi. Vazoların, pikapların üstü epey tozluydu.

"Ben gazeteciyim Aykan bey. Sizin ve buradaki birkaç kişinin başına gelen bu talihsiz olayı aydınlatmak için elimden geleni yapmak istiyorum. Buradakilerin polise gitmediğinden bahsedildi. Neyse ki dün olay polise nakledildi. Bir sonuca varıldı mı ya da kısa zamanda bir netice elde edilecek mi merak ediyorum açıkçası?" Adam sıkıntılı bir nefes verdi, etrafa bakındı. Elinden gidenlerin üzüntüsüne bürünmüştü tekrar. Onun için yaşanılanların zorluğunu anlayabiliyordum ama telafi edilmeyecek bir şey de değildi. Beklentimi belli etmekten çekinmedim bu yüzden.

"Kamera kayıtlarında yüzü gözükmeyen bir kişiyi, sabah saatlerinde dükkandan çıkarken görmüşler. Sokaktan çıkıyor, cadde boyunca yürüyüp, araba yolundaki üst geçidin altına giriyor ve bir daha çıkmıyor. Oradaki arabalardan birine binmiş diyor polisler. O saatte oradan geçen araba sahipleriyle konuşacaklarını söylemişlerdi." Tek düze bir sesle anlattı, polisin kendisine ilettiklerini. Yapan her kimse farklı bir kaçış planı çizmişti kendisine. Gece vakti, hiçbir yere zarar vermeden de içeriye girmiş olması da garipti. Bundan önceki hırsızlıkları da yapmış olan muhtemelen oydu. Dün konuşan kadınlar pırlantadan bahsetmişlerdi. Kadının pırlantasının sabaha karşı çalınması muhtemel değildi. Hırsız her kimse kurbanının yanında dolaşıyordu.

"Sizin şüphelendiğiniz birisi var mı?" Polisin sormuş olduğu soruları soruyor olsam da, bu Aykan beyle bizim sohbetimizdi. Zannımca hiçbir mahsuru yoktu.

"Her gün bir sürü kişi gelir gider buraya. Antika eşya getirirler, beğendiklerini satın alırlar. Başıma böyle bir şey geleceğini bilmiyordum ki birinden şüphelenmek için insanları seyredeyim."

"İnsanları seyredin demiyorum ki, son günlerde sıkça gördüğünüz biri var mıydı onu soruyorum." Adam olumsuz anlamda başını salladığında, Verda elinde bakır bir ibrikle yanımıza geldi. Bir de küçük bir porselen çaydanlık tutuyordu elinde. Henüz çözümlenmemiş olay karşısında düşünmeye ihtiyacım varken, Verda'nın ibrik sevdasının aklımı karıştırmaması için dışarı çıkmak üzere ayaklandım. Mardin'de adım attığı her yerde bulabilirdi bunlardan. Henüz çaylar da bardaklara konulmamışken, tam zamanı diyerek kapının önüne çıktım. Karşı tarafta iki dernek ötedeki Karınca Koruma Derneği ilişti gözüme.

Dün karşılaştığım kadınların orada olmasını umarak, soru sormak üzere yürümeye başladım. Gözlerinden kaçmayan bir şeyler bulabilirdim belki de. İçimdeki ses, polise gitmemelerindeki sebebin zenginlikten çok daha fazlası olduğunu söylüyordu üstelik. Göze çarpan, parlak sarı renkle kaplanmış kapıyı metal koldan tutarak yavaşça ittirdim. Bakalım kimsesiz karıncaları nasıl koruyordu bu elit hanımlar.

Pembe renkli bir koltuk takımı, içeriye girenin gözüne çarpıyordu. Büyük bir yemek masası, altın renkli sandalyeler, tavandan sarkan görkemli avize ve ortamla tamamen alakasız bir sürü kıyafetin asılı olduğu ayaklı bir askı vardı. İçeriye giren davet salonundaymış gibi hissediyordu kendisini. Kapının arkasındaki her şey birbirinden çok alakasızdı. Kahverengi paravanın ardından gelen seslerin sahipleri ellerinde birer bardak meşrubatla göründüklerinde, kısa bir süre şaşkın bakışlarımız buluştu.

"Kimsiniz kuzum?" Kuzum mu? Kahkaha atsam kovulur muydum? Muhtemelen.

"Ben... şey için gelmiştim. Ben gazeteciyim de, dün yaşanan hırsızlık vakası için konuşmak istiyordum. Sizden birinin de başına gelmiş." Kendimi tanıttığımda, şüpheli gözlerle önce birbirlerine sonra da bana baktılar. Sanırım konulara biraz hızlı giriyordum.

"Gel şekerim, şöyle otur." Kadınlardan biri coşkulu bir sesle beni içeriye davet ettiğinde rahatladım. Hızlıca gösterdikleri yere oturdum. Biri sağıma biri soluma oturan kadınlar, ayakta duran arkadaşlarına ve bana bakıyorlardı. Sanırım sohbet ikimizin arasında geçecekti. Ayaktaki kadın da yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle ağır ağır yürüyerek tekli koltuğa yerleşti. Bir ayağını diğerinin üzerine atıp ellerini dizinde birleştirdi.

"Dün konuştuklarınıza kulak misafiri oldum. Pırlantanız çalınmış, belli ki sizin için yeri doldurulabilecek bir şey ama başkalarının başına gelmemesi adına hırsızı yakalamamız gerekiyor. Zannımca yakınınıza kadar girebilen, tanıdığınız biri."

"Haklısın tatlım, benim için fazla bir değeri yok. Kocam yenisini sipariş etti bile. Zaten bize zarar verenler en yakınımızdakiler değil mi? Düşmanımız da çekemeyenimiz de çok bizim." Elini toplu olan saçında dolaştırdığında şikayet eder gibi gözükse de kendisini övmeyi ihmal etmiyordu. Farkında olmadan sıkıldığımı belli eder bir ifade takındım. Hiç yardımcı olmuyordu bu söyledikleri. Hele de imalı bakışları arkadaşlarını bulmuşken, üç kadının da arasında kıvılcımlar oluşmaya başladığını gördükten sonra verim alamayacağımı anlamıştım. Son kez şansımı denemek adına konuşmaya hazırlandım. O sıra kapının açılmasıyla hepimiz gelen kişiye baktık.

Elinde siyah bir poşetle içeriye giren; saçları kırlaşmış, lacivert yeşil çizgili oduncu gömleği giymiş bir adamdı. Aklıma ilk gelen fikirle, her ne kadar gülmemek için kendimi zorlasam da boğazımdan gelen küçük kıkırdamayı bastırmama engel olamadım. Karısına pırlanta almak için, sefil bir hayat süren adam bu muydu yoksa?

"Ay Sabri beycim, siz mi geldiniz?" Kadın konuşmama fırsat vermeden ayağa kalkıp, kapıdaki adamı karşılamaya gitti. Adam kendisine doğru gelen kadını ifadesiz bir yüzle seyredip, elindeki poşeti biraz daha sıktı. Yanımdakiler kahvelerini yudumladılar. Bana düşen de Sabri beyle olan sohbetin bitmesini beklemekti. Fakat kadın önde, adam arkada üst kata çıktıklarında yüzüm düşmüş halde ayağa kalktım.

"Hanımefendi konuşmak için vakit ayıramayacaklar herhalde?" Etik bulmadığım bu davranış karşısında sitemle söylenebilmeye hakkım vardı sanırım.

"Sabri, Nermin'in terzisidir. O büyük bedenine uygun elbiseleri yapabilmek için sana vakit ayıramaması çok normaldir tatlım." Kulak tırmalayan bir kahkaha attıklarında, tatlı komasına girmemek adına yüzümü buruşturup dernekten çıktım. Şeker seven karıncalar için, bu kadınlardan başkası seferber olamazdı zaten. Verda'nın yanına gitmek üzere Antika Toplama derneğine yöneldiğimde, hararetli bir biçimde bir adamla konuştuğunu gördüm. Bahadır beyden başkası değildi.

"Hala İncirli Adası demeyi tercih ediyorum!"

"İçinde bulunan ve hala aktif olan bir krater varken, dikkati incirlere çekmek yanlış bir fikir bence."

"Fikriniz beni ilgilendirmiyor! Adını incirlerinden almış bir adaya yıllardır bu isim verilmişken, bunu sorgulamanız çok anlamsız!"

"Ama insanlar volkan için gidiyor!"

"Yeter ama! Neyi tartışıyorsunuz?" İki üç cümleyle bile, sürekli aynı noktaya döndüklerini anladığım tartışmayı daha fazla uzatmamaları adına aralarına girdim. İkisi de gergin gözüküyordu. Aynı anda bana bakıp, neredeyse bağırarak tartışma konularını söylediler; Nisiros adası. Adını ilk kez duyduğum bu adanın, birbirlerinin isimlerini bile bilmeyen iki insan tarafından tartışılıyor olması, olayın gerçekliğini algılamam adına bir süre susmama sebep oldu. Bu konuya nasıl gelmişlerdi? Gözlerimi Bahadır beye çevirdim, ondan başkası başlatmış olamazdı bu muhabbeti.

"Bahadır bey, bu adaya ismini veren benim arkadaşım değil! Müsaade edersiniz onunla konuşmam gerekiyor." Gitmesini beklerken, ciddi tavrından sıyrılıp yüzüne bir gülümseme kondurdu.

"Numune hanım, yeniden karşılaşmak ne hoş. Üstelik hanımefendinin sizin arkadaşınız oluşu da güzel bir rastlantı."

"Sen bu adamı tanıyor musun Numune?" Verda şaşkındı, maalesef anlamında başımı salladım.

"Ben Bahadır, tanıştığımıza memnun oldum."

"Ben de Verda, tartıştığımıza hiç memnun olmadım." Sakin ve sanatsal hayatından gelip, İstanbul'un garip insanlarıyla tartışmaya başlaması sadece bir günde olmuştu. Asık yüzü, çevreden pek de memnun olmadığını gösteriyordu. Aslında Bahadır bey, sohbet edilmeyecek gibi birisi değildi, sadece yanlış yerlerde yanlış kişilerle konuşuyordu. Verda'nın koluna girmeye yeltenmişken, yanımızdan geçen adama dikkatimi verdim. Terzi Sabri'ydi. Uzun sürer demişti içerideki kadınlar. Beş dakika onlar için uzun bir zaman dilimiydi demek ki.

Adının Nermin olduğunu öğrendiğim kadınla konuşma fırsatımız olmamıştı, şimdiden sonra da ondan faydalı bir şey öğrenebileceğimi sanmıyordum. Gözlerimi sokaktan çıkan adamdan çekmedim. Aklımda oluşmaya başlayan bir fikir vardı. Adam köşeyi dönmek üzereyken, neredeyse yerimde zıplayarak Verda'nın elini tuttum. Gündüz vakti, ölçülerini almak sebebiyle de olsa Nermin hanımın yanına en fazla yaklaşabilecek kişi terzi Sabri'ydi. Nereye gittiğini öğrenmeden ve onunla kısa bir sohbet yapmadan peşini bırakmayacağım baş şüpheli!

"Şu adamı takip etmemiz lazım!"

"Ne? Ne diyorsun Numune?" Açıklamaya vakit yokken, Verda'nın tedirgin bakışları eşliğinde terzi takibine başladık. Bahadır bey tartışacağı kişilerin, vedalaşmadan yanından uzaklaştığını düşünüyor olacak ki omuzları düşmüş vaziyette derneğine doğru yürümeye koyuldu. Ne de olsa bir daha gelecektik buraya. Son bir kez konuşma fırsatımız olurdu belki.


Continue Reading

You'll Also Like

846K 50.5K 68
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
173K 7.5K 30
siz: askerim biçim biçim siz: ölürüm asker için siz: teröristler bana düşmandır siz: asker sevdiğim için Siz: çevik asker giderken siz: teröristler ç...
962K 53.3K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
1.7M 108K 59
Wattpad de bu isim ile yayımlanan ilk ve tek hikayedir. Çalınma durumunda yasal yollara başvurulacaktır. Mine MUTLUÇAY, otuz yaşında arşiv memuru ke...