ÖLÜ TANRININ ŞARKISI

Da ozcelikdilaraa

2.2M 187K 163K

•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimi... Altro

ÖLÜ TANRININ ŞARKISI
Bölüm 1, Apollon'un Gelinleri
Bölüm 2, Kanım Aktığında
Bölüm 3, İçtiğimde Senden Kehaneti
Bölüm 4, Dokun Bana Ölümlü Kadın
Bölüm 5, Söyle Gördüklerini Ölümlü Gözlerinin
Bölüm 6, Ölseydin Eğer Öldürmem Gerekirdi
Bölüm 7, Ona Aşık Değilsin
Bölüm 8, Cadının Kalbi Ateşten
Bölüm 9, Seninle Savaşacağımı Söylemiştim
Bölüm 10, Aşık Ya Da Düşman, Daima Biri
Bölüm 11, Kardeş Kanı Döküldüğünde
Bölüm 13, Bana Teslim Ol
Bölüm 14, Tanrıların Ozanı
Bölüm 15, Senin İbadethanende
Bölüm 16, Ölmen Ölümüm Olur
Bölüm 17, Seninim Benimsin ve Biriz
Bölüm 18, Bu Gece Sana Tapacağım
Bölüm 19, Senin İçin Yaratıldım
Bölüm 20, Tanrının Kalbindeki Kadın
Bölüm 21, Günah Çıkartırken Dizlerinin Üzerine Çök
Bölüm 22, Gerçek Troyalılar
Bölüm 23, Bana Her Zaman Dönersin
Bölüm 24, Troya'nın Talihsiz Aşıkları
Bölüm 25, En Çok Güneşin Günahları Yakarmış
Bölüm 26, Sonsuzluk Kadar Seviyorum
Bölüm 27, Tanrının Ağıdı
Bölüm 28, Gecenin ve Karanlığın Tanrısı
Bölüm 29, Tarih Yalnızca Korkakları Hatırlar
Bölüm 30, Seni Kendi Kanında Boğacağım
Bölüm 31, Dilerim Ki Bir Ölümlü Gibi Korkar Bir Ölümlü Gibi Ölürsün
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 1)
Bölüm 32, Savaş Tanrısının Gözyaşları (Part 2)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 1)
Bölüm 33, Ölümle Yürüyen Kadın (Part 2)
Bölüm 34, Okumun Laneti Tüm Kehanetlerin Üzerine
Bölüm 35, Şehirlerini Kanlarıyla Koruyan Askerler
Bölüm 36, Troyalı Mara İçin
Bölüm 37, Senin İçin Bir Şehri Yakarım
Bölüm 38, İçimde Alevler Yakıyorsun
Bölüm 39, Anneleri Olmayan Çocuklar
Bölüm 40, Birbirine Dolanan Bedenler
Bölüm 41, Tanrıların Avı
Bölüm 42, Ellerimdeki Kan
Bölüm 43, Kimsesiz Günahların Ağırlığı
Bölüm 44, Tenime İsmin Kazılı
Bölüm 45, Unutulan ve Hatırlanan
Bölüm 46, Şimşekten Gelen Fırtınaya Dönen
Bölüm 47, Minator'un Boynuzlarındaki Düğümler
Bölüm 48, Sadece Sen ve Ben
Bölüm 49, Yıldızlara Yazılı Kaderler
Bölüm 50, Güneşin Batıdan Doğuşu
Bölüm 51, Gezgin Yabancı
Bölüm 52, Zeytin Ağacı
Bölüm 53, Katlanır Öfke Zamanın Çemberinde
Bölüm 54, Bir Şehrin Düşüşü
Bölüm 55, Makedonya'nın Aslanı
Bölüm 56, Her Tanrı Tek Tanrı Olmak İster
Bölüm 57, Kusurları Yapar Kahramanları Ölümsüz
Bölüm 58, Bir Ruhun İki Damlası
Ölü Tanrının Şarkısı 1. Kitap Final
Ölü Kadının Şarkısı Bölüm 1
Bölüm 2, Çıkar Tüm Yollar Sana
Bölüm 3, Gelinlerin Dansı
Bölüm 4, Tanrının Kalbine Gömdüğü Kadın
Bölüm 5, Aldanma Gecenin Aydınlık Yüzüne
Bölüm 6, Spartalı'nın Sesi
Bölüm 7, Açılır Sonunda Pandora'nın Kutusu
Bölüm 8, Rahip Restos
Bölüm 9, İsmi Önemsiz Bir Kral
Bölüm 10, Altın Elma
Bölüm 11, Batıdan Doğuya Aşağıdan Yukarıya
Bölüm 12, Bir Pazarlık Bin Bedel
Bölüm 13, Açılmaz Yelkenler Yeraltının Mezarlığında
Bölüm 14, Cesurların Dansıdır Aşk
Bölüm 15, Ölünce Kahramanlaşanlar ve Yalnızca Ölenler
Bölüm 16, Zaman Mühürler Tahtın Asıl Sahibini
Bölüm 17, Eksilme ve Tamamlanma

Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın

49.7K 4.1K 2.1K
Da ozcelikdilaraa

Bölüm 12, Sen Benim Kadınımsın

  Ormanın içinde koşarken nereye gitmeyi amaçladığıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Yalnızca konuşuyor ve kendilerine tanrı diyen bu kişilerden uzaklaşmaya çalışıyordum. Ne kadar insani ve ayarsız bir tepki verdiğimin farkındaydım. Ama ben bu değil miydim zaten, ne yapacağı belli olmayan yalnızca başa bela açan ölümlü bir kadın.

Öfkem o kadar büyüktü ki eğer orada kalsaydım söyleyeceğim laflar yüzünden ya Karr'ın ya da Tara'nın beni öldüreceğine emindim. Belki de Rae de beni öldürmek isterdi, ne de olsa sadece Apollon'u kışkırtmak için kullandığı bir oyuncaktan başka hiçbir şey değildim.

Kirke'nin büyüsünün işe yaradığını umarak dalların kıyafetlerimi yırtmasına, kollarımı kesmesine aldırış etmeden ilerliyordum. Zaman zaman durup dinleniyor, bir süre koşuyor en sonunda da iyice yorulduğumda yürümeye başlıyordum. Aynı yerde uzun süre kalmamaya özellikle dikkat ediyordum çünkü Karr'ın bir av köpeği gibi koku alabildiğine emindim.

Yokluğumu şimdiye kadar fark etmiş olmalılardı çünkü hava çoktan aydınlanmış, güneş tepeye çıkmıştı. Kızgın yaz güneşinin altında ilerlerken bir yudum su için her şeyimi verirdim.

Geldiğimiz yönün tam aksine doğru, sık ağaçların içine koştuğumdan nerede olduğumu bilmiyordum. Sanki ormanın bu tarafı sadece ağaçlarla ve dikenli yapraklarla kaplı gibiydi. Geldiğimiz yöndeki dereyi hatırlayarak özlemle iç çektim. O yöne doğru koşsaydım Spartalıları da geçmem gerekirdi ama yine de içecek bir damla da olsa suyum olurdu. En azından susuzluktan ölecek miyim diye korkmama gerek kalmazdı.

Güneşin altında daha ne kadar aç ve susuz yürüyebileceğimi merak ederken daha fazla dayanamayarak bir ağacın dibine çöktüm. Başımı yorgunlukla ağacın geniş ve güçlü gövdesine yasladım. Rae şimdiye kadar gittiğimi mutlaka fark etmiş olmalıydı. Benim için sahte bir endişeye bürünmüş müydü acaba? Belki de sinirlenmiştir çünkü Apollon'a karşı kullanacağı yegane silahı elinden alınmıştı.

Kafamı sinirle ağaca vurdum. Ben bir aptaldım. Bu kadar kör ve şaşkın olmayı nasıl başarabilmiştim?

"Sen aptal değilsin kızım," dedi o tanıdık ses. "Bana gel." Kirke'nin sesinin nereden geldiğini anlamaya çalışarak etrafa baktım. Tekrar konuştuğunda gövdesine dayandığım ağacın yaprakları hafifçe sallandı. "Yukarı doğru tırman, tırmanman bittiğinde kendini benim adamda bulacaksın." Saatlerdir yürümekten yorgun düşen bedenim buna şiddetle karşı çıksa da Kirke'nin dediğini yaptım ve bana en yakın dala asılarak kendimi yukarı doğru çektim.

Tırmandıkça daha da güçten düştüğümü hissetsem de yılmadım. En sonunda tepedeki dala ulaştığımda karşımda uzanan manzaraya baktım ve Kirke'nin fırtınayla savrulan adasında olduğumu gördüm.

Dikkatli bir şekilde biraz önce çıktığım dallardan zor da olsa indiğimde Kirke aslanıyla birlikte beni bekliyordu. Beni gördüğünde bana sıkıca sarıldı ve ondan yükselen ot kokusunda biraz huzur bulmayı umarak gözlerimi kapattım.

Ne olursa olsun ağlamayacaktım. Rae ya da bir başkası benim bir damla bile gözyaşıma değmezdi.

Kirke fırtınayı benden uzak tutarak beni evine götürürken hiçbir şey sormadan yardımıma koştuğu için ona minnettar kaldım. Ada Tara'nın ormanının aksine buz gibiydi. Bu yüzden yeniden odadaki ocağın karşısına geçtiğimde omuzlarıma bıraktığı şala sıkıca sarıldım.

Kirke dizlerimin önüne çöktü. "İstersen seni kendi şehrine gönderebilirim," derken teklifinde samimi olduğu yumuşak bakışlarından belli oluyordu. "Adamın iki zamanda da var olduğunu biliyorsun."

Bunu istemiyordum. Burada her iki zamanın da dışında kalmak ve ruhumun dinginleşmesini beklemek istiyorum. "Burada kalabilir miyim?"

Ayağa kalkıp sıcacık dudaklarını alnıma bastırdı. "Cadının evi cadının evidir," dedikten sonra dizlerimin önüne çöktü. Başımı omzuna yaslayıp nefes aldım ya da almaya çalıştım. Aldığım her nefes göğsümde sıkışıyor, binlerce hançer ince uçlarıyla derimi zorluyormuş gibi hissettiriyordu. "Ağlayabilirsin," dedi yumuşak bir sesle.

"Hayır," dedim. "Bunu istemiyorum. Bir yalan için ağlamayacağım."

Kirke beni kendinden uzaklaştırdı, sıcak parmaklarıyla yüzüme düşen saçları geri çekti. "Gerçekler her zaman düşündüğün gibi olmayabilir." Gözleri karardı, aydınlık yüzüne karanlık bir gölge çöktü. "Savaş kötüydü ama neticeleri daha da kötüydü. Hepimiz yıllarca karanlığın içinde yaşadık."

Gözlerimi yumdum. "Ben de yıllarca içimdeki nefretle ibadet ettim ama o nefret bile bana ait değilmiş."

Gözlerimi yeniden açıp Kirke'ye baktım. Birkaç kez konuşmak için ağzını açıp kapattı, doğru kelimeleri bulmaya çalıştığı çok açıktı. "Onun kendini açıklamasına izin vermeliydin."

Başımı salladım. "Şu anda sadece ruhumu iyileştirmek istiyorum."

Kirke hafifçe gülümsedi. "Sen nasıl istersen kızım."

☼☼☼

Uzaklarda bir geminin yaklaştığını gördüğümde hızla odamdan çıkıp Kirke'nin tezgahının başında olduğunu bildiğim ana salonumuza girdim. Kirke neyin beni bu kadar telaşa sürüklediğini merak ederek kafasını dokuduğu kilimden kaldırdı. "Bir gemi geliyor," dedim heyecandan çatallaşan sesimle.

Kirke bundan pek de memnun olmadığını belli etse de yine de tezgahının önündeki iskemlesinden kalktı ve kilere doğru yürüdü. "Misafirlerimiz için bir şeyler hazırlasak iyi ederiz," derken çoktan kilere ulaşmış, kurutulmuş etleri güneş almayan bölmeden çıkartmıştı.

Şarapla dolu fıçılardan birine gittim. İçinde son üç aydır hemen hemen her gün içtiğim baharatlı şaraplardan olduğunu bilerek bir kısmını hemen yanında duran testiye doldurdum.

Burada geçirdiğim vakit boyunca yalnızca bir kere bir geminin yaklaştığına şahit olmuştum ama yolcuları gemiden inmeden yeniden kürek çekerek adadan uzaklaşmışlardı. Kirke Rae'nin beni bulmaması için tüm adayı efsunlamış ve hiçbir tanrısal gücün içeriye sızmamasını sağlamıştı. Bu yüzden şimdi adaya yanaşan geminin yolcularının ölümlü olduğuna emindim.

Kirke bir akşam keyifle önceleri adasına ayak basan erkekleri domuza çevirdiğinden ve bundan gram pişmanlık duymadığından bahsetti. Bunu anlatırken yanakları hem şarabın etkisiyle hem de hatıranın komikliğiyle ısınmıştı. Bunu yeniden yapmaya hevesli olup olmadığını merak etsem de kendi deyimiyle son zamanlarda uslandığını iddia etmiştir. Bu keyifli anların bir kısmında benimle savaştan ve ondan konuşmaya çalışsa da ona her seferinde engel olmuştum.

Henüz değil, her şey yok yeni.

Yolcular gelmeden önce onlar için sofrayı çoktan hazır etmiştik. Buraya geldiğim ilk haftalarca Kirke bana bu adaya gelen insanların beraberinde pek çok sırrı ve haberi getirdiğinden bahsetmişti. Zamanla bu ada sırlardan oluşan bir yer halini almıştı. "Yolculukları her zaman başka bir yeredir," demişti önündeki otları ezerken. "Ama geride daima kendilerinden bir parça bırakırlar. Sırları ve hayatları adanın ruhudur."

Zamanın bir başka aktığı bu yerde yolcuların onun için ne kadar önemli olduğunu az çok biliyordum. Kirke yalnızlığıyla ünlü bir Titan'dı ve zamanla ilahi gücünü de bu yalnızlığından aldığını keşfetmiştim. Bir gün benim de bu adadan ayrılma vaktim gelecekti ve benim de ardımda bıraktığım sırlar ada tarafından yutulup Kirke'nin benliğine dönecekti. Ama bu zamana daha vardı.

Evin önündeki merdivenlerde adım seslerini duyduğumuzda ikimizin de suratında saygı değer ev sahibelerine yakışacak bir gülümseme vardı.

Kirke kapıyı açtı ve misafirimizin rahatça içeri girebilmesi için geri çekildi.

Kapıda yalnız başına uzun boylu bir genç adam duruyordu. Sarı uzun saçları pek de düzgün olmayan örgülerle örülmüş, üstüne ise bir post giymişti. Uzun bir yoldan geldiği belliydi çünkü gözlerinin altında koyu morluklar vardı. "Ben Pelus oğlu Seus," dedi içeri girerken. "Bana evinizi açtığınız için teşekkür ederim hanımım," derken doğrudan benden bir adım uzaklaşarak öne çıkan Kirke'ye bakıyordu. Onun kim olduğundan ya da ününden haberi var mıydı acaba diye düşündüm ister istemez. Eğer haberi varsa bu eve bu kadar cesurca girebildiğine göre bir aptal olmalıydı.

Kirke yalnızca başını sallamakla yetindi, kim olduğunu söylemesine gerek yoktu çünkü nasılsa öğrenecekti.

Seus'un bal rengi gözleri bana döndüğünde kendimi tanıtmam gerektiğini fark ettim. "Naia," dedim bir an bile düşünmeden. "Hanımımıza eşlik ediyorum."

Seus beni bir süre incelese de gerçek ismimin bu olmadığını bilmesine ihtimal olmadığı için dikkati tamamen benden uzaklaşarak yeniden Kirke'ye odaklandı. "Erzağım bitti ve gemim iki gün önce kayalıklara çarparak darbe aldı. Gemimi tamir edene kadar burada barınabilir miyim?"

Kirke tatlı bir şekilde gülümsediğinde onu domuza çevirmenin ne kadar keyifli olacağını düşündüğüne yemin edebilirim. "Elbette yorgun Seus," dedi ve kapıdan uzaklaşıp onun için kurduğumuz sofraya ilerledi.

Seus yemeği görür görmez üzerindeki kibarlık maskesinden sıyrıldı ve aç kurtlar gibi sofraya saldırdı.

Kirke'yle ben akşam yemeğimizi çoktan yediğimiz için adamı izlemekle yetindik. Adam sofrada ne var ne yoksa sanki önünden çekip alacakmışız gibi yerken Kirke dokuma tezgahının başına oturdu. Ben de odanın öbür ucuna gidip birkaç gün önce öğrendiğim bir karışımı denemeye koyuldum.

Adam kadeh kadeh şarabı götürdükten sonra en sonunda mutlu ve doymuş bir şekilde arkasına yaslandı. "Hayatımda yediğim en güzel yemekti."

Kirke bir ip düğümüyle uğraşırken, "Açken yenilen her şey güzeldir," dedi. "Önemli olan bir yemeğin tokken de aynı hazzı vermesidir."

Adamın Kirke'ye bakarken gözleri bir anda büyüdü. Mum ışığında onun vücudunun titreyişini gördüğüme yemin edebilirim. Kirke'nin parmakları tezgahında hareket ederken onun kim olduğunu daha da iyi anlıyor gibiydi. Seus en sonunda dehşetle biraz önce rahatça oturup yemek yediği yerden kalktı. "Beni zehirlediniz mi?" diye sorduğunda güldüm.

Bana o kadar büyük bir korkuyla baktı ki bundan keyif aldım. "Seni elbette zehirledik," dedim gülümseyerek. "Küçükken seni kimse cadılara asla güvenme diye uyarmadı mı?" Korkusunun tüm bedenini sarışını izlemek beni daha da güldürdü. "Ama korkma, ölmeyeceksin. Yani henüz." Seus'un bedeni ileri geri sallandı, tutunacak bir yer aradığı her halinden belliydi. Bu haline burun kıvırdım. "Bize gerçekten kim olduğunu söyleyecek misin yoksa panzehri almamayı mı tercih edersin?"

Kirke tezgahına yeni bir renkte ip geçirirken benle gurur duyduğu belli edercesine kahkaha attı.

Seus az önce kalktığı yere çöktü. "Size kim olduğumu zaten söyledim."

Elimin altındaki karşımı iyice ezdim, taşın bitkilerin suyunu çıkartmasına keyifle baktım. Bu işte giderek iyileşiyordum. "Gerçekte kim olduğunu sordum?" Seus yutkundu, üçümüz de zehrin kanında hızla ilerlediğini biliyorduk. "Biraz daha yalan söylemeye devam edersen çok kısa bir süre sonra felç geçireceksin," diye itiraf ettim.

Gözlerini kapattı, sarı kirpiklerini kırpıştırdı. "Ben Apollon'un oğluyum." Kelimeler dudaklarından dökülür dökülmez önümdeki tezgahta duran hançeri alıp boynuna dayadım, ucunda hala az önce doğradığım bitkinin kırmızı suyunu görebiliyordum.

Kirke kafasını dokuma tezgahından bir an olsun kaldırmadan, "Bu nasıl bir cesaret?" diye sordu. Bu soru dudaklarından o kadar sakin bir şekilde dökülmüştü ki elimde olmadan korktum. O, sakinliği öfkesinden daha tehlikeli olan kadınlardandı.

Seus'un suratı kızarırken ölüme biraz daha yaklaştığı her halinden belliydi. Biraz sonra nefes almayı tamamen bırakacak ve ölecekti.

Kirke'nin sakinliğine benzer bir sakinlikle, "Annen kim?" diye sordum.

Seus gözleri kaymaya başlasa da, "Leda," diye cevap vermeyi başardı.

İsmi duyduğum anda gırtlağına hançeri bastıran elim benden bağımsız bir şekilde durdu. Leda'yı tanıyordum yani en azından ismen. Leda benden önceki gelindi, doğduğum gün gelin olarak seçilen zavallı kadındı. "Neden buraya geldin Seus?"

Seus'un sorumu duyup duyamadığından bile emin değildim çünkü çoktan kendinden geçmiş gibi görünüyordu. Yine de güç bela da olsa, "Seni Rae'ye götürmeye geldim," dedi.

İsmini yüksek sesle dillendirdiği anda buraya kadar olduğunu anladım. Rae nerede olduğu duymuş ve görmüştü. Kirke'nin yaptığı efsunun çatırdama seslerini duyabiliyordum. Onun yapacağı hiçbir efsun Rae'nin kendi efsunundan daha güçlü olamazdı. Beni bu konuda çoktan uyarmıştı.

Seus'un gırtlağını kesmeliydim, bunu hak etmişti. Fakat ben daha hareket edip öldürücü darbeyi indirecek fırsatı bulamadan evin kapısı açıldı ve Rae içeri karanlık bir gölge gibi daldı.

Karanlığı beni Seus'tan söküp alırken ona dirensem de karşı koyamadım. Odayı geniş cüssesiyle doldururken göz göze geldik.

Bakışlarında gördüğüm öfke beni daha da alevlendirdi. Bedenine çarparak durduğumda ondan uzaklaşmak için hala elimde olan hançeri ona doğru savurdum.

Hamlemi ustaca savuştururken beni sıkıca tuttu. "Arsız ölümlü," derken sesi kor alev gibi yakıcıydı. "Gerçekten de seni bulamayacağımı mı düşünüyordun?"

Seus'un başı gürültüyle masaya vurduğunda Kirke ayağa kalktı ve göğsünde taşıdığı şişedeki panzehirden birkaç damla ağzına akıttı. Kısa bir süre sonra kendine gelecekti. Biraz sersem olacaktı ama en azından ölü olmayacaktı.

Kirke zarif adımlarla bize yaklaştı soğuk elleriyle Rae'yi benden ayırdı. "Davetsiz misafirlere ne yapmayı sevdiğimi çok iyi bilirsin." Suratında o kadar tatlı bir gülümseme vardı ki dışarıdan bakan bile dünyanın en romantik kelimelerini sarf ettiğini rahatlıkla sanabilirdi. "Evimden dışarı çık."

Rae bir kez daha beni kavramak için ileri atılsa da Kirke aramıza girdi ve ona engel oldu. İkisi de birbirine göz dağı vermeye çalışırken, "Seninle gelmeyeceğim," dedim. "Koruman gereken şehrinin başına gitsen iyi olur."

Rae karanlığını biraz olsun geri çekse de bir ucu hala uzun elbisemin eteklerine dokunuyordu. "Ortadan kaybolduğunda ne hale geleceğimi düşündün mü?"

Buraya kadar, öfkemi daha fazla dizginleyemeyecektim. "Siktir git!" Bağırışım kendi kulaklarımda yankılanırken ikisinden de uzaklaştım. "Daha fazla Apollon'a karşı kullanacağın bir oyuncak olmaya niyetim yok."

Rae'nin suratı dehşetle çarpıldı. "Bu kadar aptal olduğuna inanamıyorum Mara."

Kollarımı bedenime doladı. "Bitti mi?" diye sorarken öfkem midemdeki bir yanmaya dönüşmüştü bile. "Söyleyeceklerin bittiyse gitmeni istiyorum."

Rae bana yaklaşmaya çalışsa da Kirke'nin dağ gibi önümde duran bedenini aşmaya cesaret edemedi. "Seni almadan gitmeyeceğimi biliyorsun."

"Beni almak için bir kere yıllarca bekledin, sanırım bunu bir kez daha yapabilirsin."

Seus masada inleyince ona döndüm. Bedeni ayılmak istiyordu ama gücünü bir türlü toparlayamıyordu.

Kirke Rae'yle aramdan çekilip Seus'un yanına gitti. "Mara, yardım et de şunu odalardan birine taşıyalım."

Rae'ye öfke dolu son bir bakış attıktan sonra Kirke'ye yardıma gittim. Birlikte Seus'u oturduğu yerden kaldırdık ve evin diğer bölümündeki odalardan birine taşıdık.

Rae'nin de sessizce bizi takip ettiğini biliyordum ama o burada değilmiş gibi davranmak en iyisiydi.

Seus'u samanla doldurduğumuz yatağına yatırdığımızda odadaki mumu yakmak için yataktan uzaklaştım. Rae her adımımı dikkatle izliyordu. "Mara."

Kirke başını Seus'un üzerinden kaldırdı. "Mara, sen Seus'la ilgilenebilir misin?" Mumu yakıp yeniden yatağa yaklaştım.

Kirke odadan dışarı çıkmadan önce yan gözle Rae'ye baktı. "Biz de seninle konuşalım Kehanet Tanrısı." Rae karşı çıkacak gibi olduysa da ondan beklenmeyecek bir uysallıkla Kirke'yi takip ederek odadan çıktı.

Bir tasa temiz bir su doldurup Kirke'nin dokuduğu bezlerden birini içine batırdım ve nemli bezle Seus'un alnında biriken ter damlalarını sildim.

Sayıklayarak kendine gelirken onu çıplak ellerimle boğmak istedim. O adamıza adım atmamış olsaydı şu anda huzur içinde Rae'den uzakta bitki karışımlarımla uğraşıyor olabilirdim.

Tamamen kendine geldi, gözlerini kırpıştırarak bana baktı. "Ölmedim mi?"

"Ölmüş olmanı dilerdim," dedim keskince. İnanmadığım tüm tanrılar şahit ki bunu çok istiyordum. Yine de hali ona acımama yol açtı, içi temiz suyla dolu testiyi içmesi için ona uzattım. Uzandığı yerden doğrulurken çekimser bir şekilde testiye baktığını gördüm. "Seni iki kere zehirleyecek kadar da gaddar değiliz."

Seus'un bana inanmadığı her halinden belli olsa da zehrin içini yakıp kavurduğunu biliyordum. Bu yüzden uzanıp testiyi elimden aldı ve pişmiş toprakta bir damla su kalmayana kadar içti. Elini ağzının tersiyle silerken, "Teşekkür ederim," dedi.

Omuz silktim, elimde olsa onu bir damla sudan bile mahrum ederdim. Biraz önce alnını silmek için kullandığım bezi öfkeyle tasın içine geri attım. "Bunu neden yaptığını anlayamıyorum." Sinirden elimin ayağımın birbirine dolanmasına engel olmaya çalışarak boş testiyi ondan geri aldım. "Sen Apollon'un oğlusun, onun oğlu değil."

Seus'un bakışları omzumun gerisinde bir noktaya odaklandı. "Beni o büyüttü. Annem beni babamdan kaçırıp ona emanet etti." Gözleri yeniden benimkilere kaydığında yalan söylemeyi bıraktığını anladım. "Uzun zamandır Troya'dan uzaktaydım. Beni bir savaşçı olarak yetiştirdi, belki bir gün ben de bir kahraman olacağım."

Bu düşüncesi ona acımama yol açtı. "Senin suratını kimse vazolara çizmeyecek, ismini bile bilemeyecekler," dedim acımasızca.

Derin bir nefes aldı. "Herakles'in de kahraman olamayacağını söyleyenler olmuştur."

Gözlerimi devirdim. "Çünkü onun babası Zeus'tu." Nefretimin ağzımın içini kavuruyordu. "Senin babansa adi bir orospu çocuğundan başka bir şey değil."

Seus güldü. "Haklıymış, gerçekten senin kadar ağzı bozuk bir kadınla daha önce hiç karşılaşmamıştım."

Ondan uzaklaşıp odanın öbür köşesindeki iskemleye oturdum. "Seni ismini söyleyesin diye gönderdi değil mi?" diye sorduğumda başını sallayarak beni onayladı. "Seni bir domuza çevirmediğimiz için şanslı olduğunu bilmelisin."

Seus bana cevap vermediğinde oturduğum yerden kalkmak için hamle yaptım ama Rae'nin kehaneti beni hızla vurarak olduğum yere çiviledi.

Kehanette başka bir sarayda, uzun bir masada oturuyorduk. Masada oturanlar arasında Tara ve Karr'ı tanıyordum ama diğer altı kişinin kim olduğunu bilmiyordum.

Masada, tam karşımda kızıl saçlı güzel bir kadın oturuyordu. Gözleri öfkeden kor gibi yanarken hemen yanındaki yakışıklı adamın elleri kadının bacağının üzerinde sahiplenici bir şekilde duruyordu. "Size yardım edeceğiz," dedi adam kendinden emin bir sesle, dalgalı saçlarının arasına yerleştirilmiş altın taç parladı. "Apollon'un ne planladığını mutlaka öğreneceğim."

Rae konuştuğunda tam yanımda oturduğunu fark ettim. "Karşılığında bizden istediğin şey nedir Hades?" diye sorduğunda nefesimi tuttum.

Elbette, karşımda oturan çift yeraltı dünyasına hükmeden, ünleri dünyanın dört bir yanına yayılmış Hades ve karısı Persephone'ydi.

Rae'ye Hades yerine Persephone cevap verdi. "Bizi daha fazla rahatsız etmemeniz yeterli," derken sesi en az yaz güneşi kadar yakıcıydı. "Ve onlara günlerini göstermeniz."

Hades karısını onaylarken yeşil gözleri öfkeyle parladı. "Birer kibirli piçlerden başka bir şey değiller."

Hades konuşurken dikkatimi önümde duran gümüş kadehteki yansımam çekti. Kadehi elime aldım ve yüzeyine yansıyan suratıma baktım. Gözlerimin içinde Rae'ninkilere benzeyen gezegenlerin ve yıldızlarını dolaştığını gördüğüm anda kehanetin içinden atıldım.

Nefes nefese kalmış bir şekilde iskemleden fırladığımda Seus'un meraklı gözleriyle karşılaşsam da ona bir şey demeye bile gerek duymadan odadan dışarı çıktım.

Odadan çıkmamla Rae'yle burun buruna gelmem bir oldu. "Bir kehanet," diye fısıldadı zihnimin içine bakarak. "Sana her şeyi anlatmama izin ver." Ona karşı çıkmama fırsat tanımayarak elimi tuttu ve bir anda zamanın içinde sıçradığımızı hissettim.

Şimdi karanlık bir odada, altın kaplamalı devasa bir aynanın önünde duruyorduk. "Burası neresi?" diye sordum şaşkınlıkla. Kendimi boşlukta savruluyormuş gibi hissediyordum.

Rae gürleyerek güldü. "Burası," derken aynanın arkasından bir yıldız kaydı. "Benim zihnimin içi arsız ölümlü."

Aynadaki yansımamıza baktım. Tam arkamda duruyor, kendinden emin bir şekilde yansımalarımıza bakıyordu. "Bana başka isimlerle hitap etmekten vazgeç."

Parmaklarıyla yavaşça omzuma dokunduğunda tenim ona karşılık verip ısınmaya başladı. "Elimde değil, eskiden bunu çok severdin."

Kaşlarımı çattım ve aynadan onun hüzünlü suratına baktım. "Eskiden de ne demek?"

Rae eğilip kulağımın altındaki hassas bölgeyi öptü. "Kim olduğuna bak Mara, benim zihnimde kim olduğunu gör."

Dudakları hala tenimdeyken aynada kendime baktım. Rae'nin de bakışları aynadaki yansımamız üzerindeydi. Gözlerinde gezegenler ve yıldızlar hareketlendiğinde benim gözlerimde de aynıları belirdi. İkimizin bakışları birbirine akıyor, bir bütün oluyordu.

"Sen benim için yaratıldın," derken elleri bileklerimi kavradı. "Sen benim kadınımsın, benim kehanet tanrıçamsın."

Selam arsız ölümlüler fkdkemememek. Rae gibi bir giriş yapayım dedim ;) Bence güzel bir birleşme oldu bana sövmezsiniz diye düşünüyorum. Mara'yı beğendiniz mi ben hasedimden gözlerime parmaklarımı soktum....

Karakterler biraz artacak bir yan kitap hazırlamayı düşünüyorum. Kim hangi tanrıdır, kim kimin çocuğudur gibi. Biraz karakterlerin geçmişlerini de anlatırım. Ne dersiniz? Dilara/yunan mitolojisi bir bunu yapmamıştım hahehehejej

Bölüm ne zaman gelir sorusunun cevabı her an sjejejeke daha yazmadım ama bitirince atıyorum bu yüzden yine en geç cuma diyelim erken gelince mutlu olalım :)

Ay çok konuştum sizleri seviyorum. Birazdan yorumlarda partileriz ehjejeje

-Kaos

Continua a leggere

Ti piacerà anche

3.7M 305K 84
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
13K 1.6K 17
Vampirler ve cadılar yüzyıllardır birbirinden nefret eder ve birbirlerine yaklaşmazlardı İki kişi bu geleneği bozana kadar #Elf 1🥇2024:04:26 #Vampir...
115K 14.3K 32
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
51.2K 6.4K 179
Kaderin bir cilvesi olarak, kaba gücü ve keskin içgüdüleriyle tanınan acımasız bir sokak haydutu olan Jun Hao, köle gibi hizmet ettiği patronunun eli...