Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf Dövme...

By Savaniris

103K 7.6K 3.2K

Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyor... More

T a n ı t ı m
1|Dövmeci Dükkanı
2|Garip Şeyler Oluyor
3|Fabulasium
4|Yine ve Yeniden
5|Düşmanlarla Yemek
6|Kaçış
7|Son Partisi
8|Yeni Birileri
9|Sürpriz
10|Zorlu Bir Görev
11|Değişim
12|Topaz Köy
13|Beklenmedik
14|Kötü Bir Sürpriz
15|Parlak
16|Tehlike Çanları
17|Kayıp
18|Mesaj
19|Şüphe
20|Küçük Bir İttifak
21|Acı
22|Gerçek Aynaları
23|Sandık
24|Yeni Sırlar
25|Tuhaf Bir Karşılaşma
27|Prensesin Uykusu
28|Not
29|Arena
30|Yüzleşme
31|Büyük Bir Hata
32|Günlüğün Sırları
33|Ejderhanın İzinde
34|Sör Bukalemun'un Laneti
35|Kaosa Beş Kala
36|Mektup
37|Zor Bir Gece
38|Tehdit
39|Karanlık Ruhlar Evi
40|Kısa Bir Soluk
41|Korku
42|Hapsolmuş
43|Karanlık Ruh
44|Hesapta Olmayan Bir Plan
45|Kaçak
46|Ejderhayla Dans
47|Kara Kutuya Yolculuk
48|Hazırlık
49|Şatoya Dönüş I
50|Şatoya Dönüş II
51|Tavan Arası Sırları
52|İzciler'in İzinde
53|Karmaşa
54|Çınar Köşkü
55|Tören
56|Acı Bir Gerçek
57|Savaşın Ayak Sesleri
58|Savaş
59|Sonsuz
60|Son

26|Sargas Yıldız Geçidi

1.2K 120 66
By Savaniris

Oy ve yorumlarınız için çok teşekkür ederim😁
Keyifli okumalar!

Dövmeci dükkanındaki karşılaşmadan sonra fazla beklemeden dükkandan ayrılmıştık çünkü orada vakit geçirmenin tehlikeli olabileceğini düşünmüştük. Daha doğrusu Yekta öyle düşünmüştü. Burası şu an güvenli görünüyor olsa da Yekta, belirli aralıklarla kontrole gelindiğini düşünüyordu. Bu yüzden dikkatli olmalıydık.

Egehan'la birlikte ilerlerken sıkıntılı bir nefes aldığını duydum. Kafası bir şeye takılıyor ve bana sormak istiyor gibiydi. "Sor hadi." dedim.

Egehan gözlerini bana çevirerek "Nereden anladın bir şey soracağımı?" diye sorduğunda gülümseyerek "Elma kurdu gibi kıpırdanıyorsun." diye cevap verdim.

Hafifçe güldü. "Böyle davranmam aslında ama kendimi suçlu hissediyorum." dediğinde kaşlarımı kaldırarak "Hangi konuda?" diye sordum.

"Pelin." dedi kısaca fakat o tek kelimeye bir sürü duygu sığdırmıştı.

"Neden onunla konuşmuyorsun? Eminim tek bir cümlen bile yeter onun için." dedim. İkisi de birbirinin aynısıydı. İkisi de konuşmak yerine birbirlerine uzaktan bakmayı tercih ediyordu ve buna sinir oluyordum.

"Ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Beni dinlemek ister mi ki?" dediğinde içten içe güldüm. En çok onu dinlemek isterdi, her ne kadar şu sıralar öyle değilmiş gibi davransa da.

"Pelin'i nasıl biri gibi görüyorsun bilmiyorum ama o kimseyi dinlemeyen ya da duyduklarını yargılayan biri değil." dedim.

"Ondan değil." dedi sıkıntıyla.

"Ne peki?" diye sorduğumda yutkundu.

Sinirle "O Orkun denen ebesine yatay geçiş yaptığım herif onun aklını karıştırıyor olabilir." diye cevap verdi. Ona ters ters bakarak "Ya da belki de İdil aklını karıştırıyordur." dedim. Adını söylerken bile kendimi kötü hissediyordum. Egehan'a hâlâ onun babamla ilişkisi olduğunu söylememiştim çünkü büyük ihtimalle kendini tutamaz ve onunla yüzleşmeye giderdi. Bu da araştırma yapmama engel olurdu.

Egehan kaşlarını çatarak "İdil mi?" diye sordu. "İdil'le bir bağım kalmadı artık."

"Ama Pelin bunu bilmiyor olabilir." dedim.

"Doğru." derken dalgınca önüne baktı. "O zaman ben İdil'le aramızda öyle bir şey olmadığını söylemeye gideyim." dediğinde "Çok şükür." diye karşılık verdim.

Egehan saçlarımı karıştırmaya başladığında eline vurarak "Hadi yürü git." dedim.

"Tamam gidiyorum ama bana ihtiyacın olursa bir alo kadar uzağındayım." diyerek yanımdan ayrıldı. Arkasından gülümserken hiçbir şeyi mahvetmeden bu işi başarabilmesini diledim.

<<<•>>>

Akşam üzeri odamda ders çalışırken omzumdaki yanmayla derin bir nefes aldım. Fabulasium'a gitme vakti gelmişti. Bu sefer içimde farklı bir heyecan vardı çünkü Sargas Yıldız Geçidi'ne girecektik. Her şeyin sorunsuz geçmesinin ne kadar imkansız olduğunu bilsem de hakkımızda hayırlısı diyerek olduğum yerde yükseldim ve birkaç saniye sonra cep evrende gözlerimi açtım.

Sargas Yıldız Geçidi'nin girişi, sarp kayalıkların arasındaki dar bir vadideydi. Burası ürkütücü ve karanlık bir yerdi fakat büyüleyici bir yanı da vardı. Gökyüzündeki yıldızlar kayalıklara da işlenmiş, yer yer parlıyorlardı. Sanki her bir yıldızın evi o taşların arasındaydı. Vadinin içindeki esintiyi ağaçların sallanan dallarından dolayı görebiliyor fakat hissedemiyordum çünkü önümde görünmez bir sınır vardı.

Vadiye arkamı döndüğüm an önümde Alkın belirmeye başladı. Gökyüzü mavisi gibi görünen gözleri beni bulurken baştan aşağı süzdü. "Çok bekledin mi?" diye sordu.

"Hayır, yeni geldim sayılır."

Bana yaklaşırken bakışları kısa süre karnıma inmişti. O geceden sonra hep yaptığı gibi "Acıyor mu?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım.

"Çoktan geçti." diye cevap verdim fakat hiç de geçmemişti. Yine de dikkatini üzerime çekmemek için yalan söylemeye karar vermiştim. Arabada yaşadığımız andan sonra her şeye dikkatli yaklaşmak zorundaydım.

"Öyle mi? Şimdi anlarız." dediğinde bana iyice yaklaşmaya başladı.

Tedirginlikle yutkunurken ne yapmayı planladığını çözmeye çalışıyordum fakat aniden bana koca bir alev topu gönderdiğinde neye uğradığımı şaşırdım. Hızla eğilirken karnıma da kötü bir sancı girmişti fakat yüzümü ondan saklayarak dişlerimi sıktım ve ses çıkarmadım.

"Ne yapıyorsun?!" diye bağırdığımda Alkın bir alev topu daha gönderip "Rahatça hareket edip edemediğine bakıyorum." diye cevap verdi.

Ondan kaçmak için yana doğru atılırken "Saçmalama! İyiyim dedim ya!" diye bağırdım. Alkın beni takip ederek belimin çok yakınına alev topu attığında dengemi kaybettim. Yere düşeceğimi düşünerek gözlerimi sıkıca kapattım ve acıyla buluşmaya kendimi hazırladım fakat onun yerine belimi sıkı kollar kavradı ve beni doğrulttu. Gözlerim yavaşça açılırken şaşkınlıkla ona baktım.

Yüzü çok yakınımdaydı. Gözlerindeki renk dalgalanmalarını görebileceğim ve bir gayzer kadar sıcak olan nefesini hissedebileceğim kadar yakındı. Mavinin tatlı bir tonuna geçiş yapan gözleri yüzümü tarıyor, sanki bulmak için yanıp tutuştuğu bir cevabı arıyordu. Sıkı kolları bana acıdan daha başka bir şey hissettirirken yüzümü yavaşça ona yaklaştırmaya başladım.

Gözlerim yumuşak görünen dudaklarına inerken biraz daha yaklaştım fakat Alkın'ın parmakları dudaklarıyla aramıza girerek dudaklarımın üzerinde durdu. "Yapma, Nova." dedi kısık sesle.

"Neden?" diye sorarken gözlerim hâlâ dudaklarındaydı.

Elleri üzerimden çekilirken benden uzaklaştı. "Sana karşılık veremem." dediğinde kaşlarım hafifçe çatıldı.

"Neden ama?" diye sordum hayal kırıklığıyla.

"Çünkü kalbim bir başkası için atarken bunu ne ona ne de sana yapabilirim."

Gözlerim acımaya başlarken yutkunarak "Bir başkası mı? Kim?" diye sordum. Kalbime batan şey de neydi öyle?

Alkın'ın gözleri yumuşarken içindeki sevgiyi ilk defa gördüm ve kalbim tekledi. Çok güzel bakmıştı. "Meira. Ben...ona her iki dünyada da aşığım ve kalbim ondan başkası için çarpamaz. Sana istemeden yanlış bir mesaj verdiysem özür dilerim Nova." dediğinde dudaklarım hafifçe aralanmıştı.

Her iki dünyada da aşık?

Şu an nasıl baktığımı bilmiyordum fakat Alkın'ın yüzünde suçluluk ifadesi belirdi. "Sen çok değerlisin Nova. Tahmin edemeyeceğin kadar çok. Seni kırmak, en son isteyeceğim şey olur." dediğinde ağzımı açıp kapattım.

"Şey...tabii...yani beni kırmadın, merak etme. Ben sadece şaşırdım." diye geveledim. İçimde reddedilmiş olmanın tuhaf utancı baş göstermeye başlamıştı.

"O zaman neden cildin soldu? Mutsuz olduğunda cildini ve gözlerini karanlık kaplıyor." dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. Cildim mutsuz olunca da mı renk değiştiriyordu yani? Ayrıca ben mutsuz muydum? İçimde tuhaf bir duygu vardı fakat bu neden mutsuzluk olsun ki?

"Hayır, mutsuz değilim. Gerçekten." dedim.

"Hayırdır gençler, bir sorun mu var?" Egehan'ın daha doğrusu Zoran'ın sesini duyduğumda kendime geldim. İçimdeki tuhaf his de böylece dağılmış oldu.

"Sorun yok, seni bekliyorduk." diye cevap verdim ve vadiye döndüm. "Hadi girelim şu yıldız krallığına."

Sınırdan geçerken tenimi süpüren bir akım hissederek ürperdim. Başka bir dünyaya adım attığımızı keskinleşen duyularımla birlikte daha iyi anlamıştım. Sanki hafiflemiş gibiydim, içimde bir balon vardı ve her an yükselebilirmişim gibi geliyordu.

Başımı arkamdaki Alkın ve Egehan'a çevirdiğimde şaşkınlıkla ve ilgiyle bana baktıklarını gördüm. Başımı 'ne oldu' dercesine salladığımda Egehan ağzını kapatarak "Parlıyorsun ama bu seferkisi daha parlak." dedi.

Gözlerim ellerime indiğinde gerçekten parladığımı gördüm ve bu, mutlu olduğum zamanki parlamadan daha gerçekçiydi. Yıldız çocuğu olduğum için mi böyleydi? Lila renkli tenim ışığı öyle güzel yansıtıyordu ki doğal fakat gözleri acıtmayan bir lamba gibiydim.

Yüzümü tatlı bir esinti yalarken yürümeye başladım. Burası gittiğim diğer yerlerden daha farklı hissettirmişti fakat nedenini anlayamıyordum. İksirle büründüğüm karakterin sadece görüntüsünü alacağımı düşünmüştüm. Görüntüyü almakla kalmayıp onun güçlerini de almış, duygularını hissetmeye başlamıştım. Prenses Meira'dan gittikçe uzaklaştığımı hissediyordum. Yakında tamamen yıldız çocuğuna dönüşmekten korkuyor olsam da bir yanım bunu çok da kötü bulmuyordu ve bu evrende devam edeceğim karakter, iki tarafımın savaşının kazananına bağlı olacaktı.

Milyonlarca ışık yılı uzaktaki yıldızların parıltıları eşliğinde yürümeye devam ettik. Issız yol, oniks taşından yapılmıştı ve yaydığım ışığı yansıtıyordu. Rüzgarla dalgalanan ağaçların yaprakları altında saklanan küçük yıldız kurtları, muhteşem akşam çiçeklerinin kokularıyla birlikte büyüleyici bir görüntü sunuyorlardı.

"Burası muhteşem." diye mırıldandım hayranlıkla. Uzakta, bir tepeye yerleşmiş ışık topluluğunu görünce oranın yıldız krallığı olduğunu anladım. Tepenin en yüksek bölümündeki parlaklık hepsinden daha güçlüydü. Orası büyük ihtimalle saraydı.

Oniks yol, ayaklarımızın altında kayarken Egehan "Şimdiki planımız ne?" diye sordu. Yürümekten yorulmuş olmalıydı çünkü nefes nefese kalmıştı.

Alkın elindeki haritaya bakarak "Daha önce de konuştuğumuz gibi krallığı arayacağız. Dikkat çekmememiz gerekiyor. Yıldız kralı varlığımızı öğrenirse buradan kurtulamayabiliriz." dedi ve haritayı katlayarak pelerininin içindeki gizli cebe koydu.

Egehan "Peki onlar yakalandıysa ne olacak?" diye sordu.

Alkın'ın yüzünde hafif bir endişe belirirken "Umarım öyle bir şey olmamıştır." diye cevap verdi. Prenses için endişelendiğini görebiliyordum. Onu gerçekten çok seviyordu ve bunu görmek, birkaç dakika önce hissettiğim tuhaf duygunun yeniden kalbime çöreklenmesine neden olmuştu.

Bakışlarımı önüme çevirerek sessiz kaldım. İkisi arkamda neler yapılabileceğinden bahsederken ben, cep evrendeki bu yırtığın tadını çıkarmaya başladım. Sargas Yıldız Geçidi, söylendiği kadar korkutucu görünmüyordu. Aksine, evrendeki bir yıldız bahçesi gibiydi.

Bir süre sonra şehrin girişine ulaştık. Alkın ve Egehan, başlarına pelerinlerinin şapkasını geçirirken Alkın "Senin bunu yapmana gerek yok. Burada herkes senin gibi." dedi. Bakışlarım sokakta yürüyen yıldız krallığının vatandaşlarına kaydı. Ten renklerimizin farklı olması dışında aynı şekilde parlıyorduk. Onların renkleri sarıydı.

Meteordan yapılmış gibi hissettiren organik şekilli evlerin arasından ilerlerken birkaç bakış üzerimize döndü. Pelerinli kişiler burada tuhaf karşılanıyor olmalıydı. Bu yüzden işimizi hızlı halletmek zorundaydık.

Merkeze doğru ilerledikçe evler büyümeye ve cephelerindeki şekiller güzelleşmeye başlamıştı. Bazılarının kat sayıları bile fazlaydı artık. Şehir merkezindeki büyük meydana yaklaşırken daha çok bakış üzerimize dönmüştü. Bu bakışlar şaşkınlık doluydu ve dudaklarının arasından çıkan fısıltılar da bu bakışlara eşlik ediyordu. Sanırım burası pek de yabancıların uğrak noktalarından değildi.

Küçük yıldız parçacıklarıyla dolu ilginç bir sıvının bulunduğu fıskiyeli havuza ulaştığımızda Alkın ve Egehan'a baktım. "Neden herkesin gözü bizim üzerimizde?" diye sordum.

Alkın başını biraz daha eğip yüzünü saklayarak "Arenaya hapsedilebilecek yeni yabancılar olduğumuz için." dedi. Ardından gözleri çevredeki meraklı yüzleri taradı. "Şimdiden çok fazla dikkat çektik bile. Varlığımız her an kralın kulağına gidebilir."

Egehan havuzun kenarına zorlukla oturarak "Lütfen kulağına hemen gitmesin. Çok yoruldum, şimdi savaşamam." diye söylendi. Sanki normalde savaşın içinden çıkmıyordu. Sandık'a salladığı kılıç dışında elinde daha önce kılıç bile görmemiştim ki o kılıcı da doğru düzgün kullanamamıştı zaten. 

"Kral hakkında neler biliyorsun?" diye sordum Alkın'a.

"Pek fazla bilgim yok. Sadece yabancılara karşı fazlasıyla tepkili olduğunu ve öfke kontrol sorunu yaşadığını biliyorum. Yabancıları arenaya hapsedip onların kendi yaratıklarıyla savaşmaya çalışmalarını izlemek hoşuna gidiyor." dedi.

"Bizi de arenaya hapsederse ne yapacağız?" diye sordum.

Alkın sıkıntılı bir nefes alarak "Dövüşeceğiz. Başka yapılabilecek hiçbir şey yok." diye cevap verdi.

O sırada yanımıza, parlaklığı diğer yıldız çocuklarından daha az olan bir adam yaklaştı. Yüzünde yer yer lekeler vardı ve bu lekeler ayın üzerindeki kara lekelere benziyordu. Yaşı otuzlarda olmalıydı. Sarı saçları alnına dökülmüştü. Işıktan oluşan gözleri vardı. Üzerinde kahverengi keten bir takım vardı.

"Buraya ilk defa mı geliyorsunuz?" diye sordu kısık sesle. Bakışları benim üzerimde normalden biraz daha fazla durmuştu.

Alkın "Neden sordun?" diye soruyla karşılık verdiğinde adam kaçamak bir şekilde etrafa bakıp Alkın'a döndü.

"Burada daha fazla durursanız saray muhafızlarının eline düşeceksiniz. Ya hemen gidin ya da saklanın." dedi adam.

Alkın şüpheyle "Bu seni neden ilgilendiriyor?" diye sorduğunda adam "Arenada canice öldürülmeyi mi tercih edersiniz? Sadece uyarmak istedim." diye karşılık verdi.

"Saklanacak bir yerimiz yok. Burayı bilmiyoruz." dediğimde adam tekrar etrafı hızlıca süzerek "Benim küçük bir hanım var. Orada saklanabilirsiniz." dedi.

Alkın "Bu seni de tehlikeye atmaz mı? Sonuçta kralın istediği kişileri saklayacaksın." dedi. Hâlâ adamın amacını öğrenmeye çalışıyordu.

Adam yenilgiyle iç çekti. "Tamam, bir konuda yabancıların yardımına ihtiyacım var. Sınırın dışına çıkarmam gereken bir şey var ve buradaki tek yabancılar da sizlersiniz. Eğer giderken o şeyi sınırdan çıkaracağınıza söz verirseniz sizi saklarım." dedi. Tabii ki kimse karşılıksız yardım etmezdi ve adamın amacı da sonunda belli olmuştu.

Alkın "Neymiş o şey?" diye sorduğunda adam "Burada söyleyemem." diye fısıldadı. "Hana gelirseniz size orada göstereceğim."

Egehan hevesle "Gidelim." dediğinde Alkın ters ters ona baktı fakat bu seçeneğe o da yakın gibi görünüyordu. Sadece temkinli yaklaşıyordu.

"Neden kendin çıkarmıyorsun?" diye sordu Alkın.

Adam bakışlarını yere indirerek "Sınır dışına çıkmamız hatta sınıra yaklaşmamız yasak. Çıkmaya çalışırsak özel bir büyüyle yok ediliriz." diye cevap verdi.

Alkın'ın bakışları hâlâ şüphe doluyken kulağına yaklaşarak "Başka şansımız olmayabilir. Eğer bizi saklarsa işimiz kolaylaşır." diye fısıldadım. Burada beklediğimiz her saniye, ortaya çıkma riskimiz artıyordu.

Alkın bir süre sessizce adamı izledi. Vaktimizin daraldığının o da farkında olmalıydı. Bu yüzden zoraki bir tavırla "İyi. Sakla bizi." dedi.

Adam başını sallayarak eliyle sol taraftaki sokağı gösterdi. "Bu taraftan."

Gittikçe daralan sokakta ilerlerken meydandaki ışık yoğunluğu da azalmaya başlamıştı. Artık sokağı sadece önümdeki adam, ben ve evlerin kapılarına asılmış minik lambalar aydınlatıyordu.

Sokağın sonundaki iki katlı taş binanın önüne geldiğimizde adam sade ahşap kapıyı açıp kenara çekildi ve içeri geçmemizi bekledi. Hanın içi boştu. Birkaç eski masa ve sandalye, uzun zamandır kimse oturmamış gibi düzenliydi. Duvarlarda belirli aralıklarla lambalar asılmıştı ve oniksten yapılmış zemine yansımaları düşüyordu.

"Burada bir süre güvende olursunuz." dedi adam.

Egehan hemen en yakındaki masaya gidip sandalyeye kendini bıraktığında neden bu kadar çok yorulduğunu sorguluyordum. Günlerdir yaptığımız gibi sadece yürümüştük. Tamam, çoğunlukla atları kullanmıştık fakat yine de yürümeye de yabancı değildik.

Egehan'ın bu durumu adamın da gözünden kaçmamıştı. "Burada fazla kalamaz." dedi ona bakarak. "O bir cüce. Buradaki kimyasal gaz yoğunluğu bir süre sonra onun ciğerlerini yıpratmaya başlayacak. Cüceler buraya insanlardan bile daha az dayanabilir." dediğinde aydınlanma yaşadım. Demek ki o yüzden bu kadar çabuk yoruluyordu.

Endişeyle yanına gittiğimde "İyi misin? İstersen hemen buradan çıkıp gidebiliriz." dediğimde Egehan başını iki yana salladı.

"Hayır. Biraz daha dayanabilirim." diye cevap verdi fakat benim içim hiç rahat değildi.

Alkın "Biraz dinlen, hemen aramaya çıkarız. Sonra da buradan ayrılırız." dedi Egehan'a bakarak. Ardından bakışlarını hancıya çevirerek "Sınırdan geçirmemizi istediğin şey ne? Göster hadi." dediğinde hanın kapısı aniden açılarak sertçe duvara çarptı.

Fazlasıyla parlayan üniforma içindeki iki adam handan içeri girerken ışık dolu gözleri önce Alkın'ı, sonra da beni buldu. Saray muhafızı oldukları çok belliydi. Korkuyla onlara bakarken muhafızlardan biri hancıya "Aferin Julio. Sonunda işe yaradın." dediğinde şaşkınlıkla hancıya baktım.

Hancı saygıyla eğilerek "Onları buldum efendim. Onları görür görmez hemen size haber verdim. Peki söylediğinizi yapacak mısınız? Onu bana geri verecek misiniz?" diye sorduğunda muhafız "Elbette." dedi ve eğimli mızrağını adamın tam kalbine sapladı.

Adamın ışığı hızla sönerken korkuyla çığlık attım. Onu öldürmüşlerdi. Adamın bizi kandırmasına bile tepki veremeden onun ölümüyle yüz yüze gelmiştim.

Alkın hemen önüme geçtiğinde elinde yakutlu kılıcı oluştu. "Uzak durun." dedi sertçe.

Muhafızlar alayla gülümsediler. "Bize onunla hiçbir şey yapamazsın ejderha. Buraya hiç gelmemeliydin. Yazık olacak." dedi adamı öldüren muhafız.

Bakışları arkamda hâlâ sandalyede oturan Egehan'a kaydığında "Onun zaten fazla vakti kalmadı." dedi ve sonra ışık boşluğundan oluşan gözleri bana döndü.

"Sana gelince...Saraya dönme vakti Prenses Evanora."

Continue Reading

You'll Also Like

294K 25.7K 46
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
971K 50.8K 82
#1 kurtadam 21.04.2020 #1 vampir 29.01.20 #3 macera 21.05.21 Annesinin ve babasının ayrılması üzerine Laura ne kadar babasına düşkün olsa da annesini...
165K 12.9K 38
"Beyaz iç çamaşırlarınız karanlıkta gece gökyüzünü aydınlatan havai fişekler gibiydi Bayan Willis, sizi görmemek imkansızdı." (+18 sahneler bulunmak...
1.7K 184 27
" Lavinia bizim şiirimizdi ve ben hala okuyorum onu. Gözyaşlarım eşliğinde dökülüyor sözcükler ağzımdan. Ona sesleniyorum bu defa ona diyorum ama gi...