MAFYA BEY -TEXTING +18

By tamamyayazar

3.5M 123K 67.5K

21. yüzyılın en deli dolu çarlarından biri olan, zamanının büyük kısmını sanal ortamda geçiren, gündüzü geces... More

zero
one
two
three
four
five
six
seven
eight
nine
ten
eleven
twelve
thirteen
fourteen
fifteen
sixteen
seventeen
eighteen
nineteen
twenty
twenty-one
twenty-two
twenty-three
twenty-four
twenty-five
twenty-six
twenty-seven
twenty-eight
twenty-nine
thirty
thirty-one
thirty-two
thirty-three
thirty-four
thirty-five
thirty-six
thirty-seven
thirty-eight
thirty-nine
forty
forty-one
forty-two
forty-three
forty-four
forty-five
forty-six
forty-eight
forty-nine
fifty
fifty-one
fifty-two
fifty-three
fifty-four
fifty-five
fifty-six
fifty-seven
fifty-eight
fifty-nine
sixty
sixty-one
sixty-two
sixty-three
sixty-four
sixty-five
sixty-six
sixty-seven
sixty-eight
sixty-nine
seventy
seventy-one
seventy-two
seventy-three
seventy-four
seventy-five
seventy-six
seventy-seven
seventy-eight
seventy-nine
eighty
eighty-one
eighty-two
eighty-three
eighty-four
eighty-five
eighty-six
eighty-seven
eighty-eight
eighty-nine
ninety
ninety-one
ninety-two
ninety-three
ninety-four
ninety-five
ninety-six
ninety-seven
ninety-eight
ninety-nine
one hundred
veda-anket
so special: mafnaz
so special: lodas
so special: aköm

forty-seven

23.4K 952 1.3K
By tamamyayazar

Selamssss aşklarımmmm

Uğur'um hep 'sevenli' bölümlere denk geliyor nasıl sevmesin :D zuahahahayt günlük şakamı yaptım yine şakacı ben uffff duıfhdgfukhsd

Utanır mısınız ona sövenler öğreneceklerinizden sonra sanmam jdfsg

Hadi bakalım, o boktan Pazar'dan anlatmaya başlasın Uğur'um da görün ajkdgfjhs Nedenleri de Ahsen'den önce öğrenceniz he jksgfshjgdf şanslısınız size kıyamisu

Ona benim gibi Uğur'um diyenler üzerine alınmasın sıdhfjhs mucks :*

💘OY VE YORUMLAR UNUTULMASINN💘

Keyifli Okumalar :)

Dolu Kadehi Ters Tut - Belki (feat. Deniz Tekin & Canozan) "Duygusal bir adam olamadım hiçbir zaman. Derdini anlatan ya da hislerini paylaşan..."

 🖤

Uğur ÖZKARA namıdiğer Mafya Bey'den

Pazar 13:30

Ahsen benim için ne anlam ifade ediyordu?

Ahsen Naz Aykan.

Benim sevdiğim kadın! Benim güçlü kızım, kalbimi tek bakışıyla eritenim.

Cesaretine hayran olduğum. Kokusuyla aklımı bulandıran, beni kendine bağımlı yapan minik kedim.

Ser dese, dünyaları önüne sermek için çırpınacağım tek kadın.

Ağzından çıkan en ufak bir şakayı ya da onun dalga geçip, saçmaladığı anları gerçekleştirmek için zaman kolladığım.

Beni böyle sikik bir şaire çeviren, güzelim.

Onu tarif etmek, ilk günkü gibi hâlâ imkansızdı ama bir kere onu yaşamanın tadına vardığımda, çekimine kapılıp gitmiştim. Artık onsuz yaşamak imkansızdı.

Sırf bu yüzdendi ya; ömrümde ilk defa bir jestle sevdiğimi haykırmak istemem ve ona; içime hızlı yerleşip, günden güne fazla büyüyen aşkımı haykırmak için bir sürpriz hazırlamam.

Evet, bir planım vardı. Gerekli ayarlamalar yapıldığında belki bu akşam, en geç de yarın ona bence unutamayacağı bir sürpriz ayarlayacaktım. Hem de bu gözlerinde gördüğüm o haylaz parıltılara bakılırsa gerçekten istediği bir şey olacaktı.

Uğraştığım iş, beni bile güldürüyordu ama güzel suratında belirecek en ufak bir tebessüm için bunu yapmaktan gocunmazdım.

Ahsen, istediği pembe düşlerinden birine kavuşacaktı. Ona helikopterle bir gezi ayarlayacaktım. İstanbul'un üzerinde, şimdilik bizi birleştiren şehrimizde. Sonrası için güzel planlamalarım da vardı elbet. İsterse özel uçakla yurt dışına da giderdik çünkü neden gitmeyelim?

Evden kaçırma işini tek başıma halletmiştim, kar maskeleriyle kaçırmamıştım onu ama verdiğim tokayla, sırf beni simgeliyor diye nasıl mutlu olduğunu, gözlerinin parıldamasından anlamıştım.

Bir gün, biri çıkıp karşıma bir kız sana Uğur Böceği diyecek dese, onun ağzında diş bırakmazdım sanırım. Ama Ahsen yaptığında, söylemediği her an için eksik hissediyordum. Taktığı saçma sapan bir sürü sıfat, aramızda özel bir bağ oluşturmuştu. Başkalarının yanında demesi hâlâ beni geriyordu, ikimize özel olanın ikimiz arasında kalmak istiyordum ama haberim olurken de olmazken de ağzından kaçırdığına kalıbımı basabilirdim.

Bir isteğini halletmiştim, sıra diğer isteklerindeydi değil mi? O zaman onları da gerçekleştirecektim.

O isterdi, ben yapardım. Sanki bu konuma, bu zenginliğe, bu güce doğduğum günden beri sadece onun için gelmiştim. Öyle bir adanmışlık, öyle bir içimden taşan sevgi, öyle bir ömrümde olmadığım kadar romantik olma hali... Kendime hayret ediyordum ama attığım adımlar, onun için olduğundan sorgulamıyordum.

Her şeyin en güzelini hak ediyordu o. Dünden sonra bana söylemek zorunda kaldığı ve bizim tanışma olayımıza sebep olan olay için, onun arkadaş görünen düşmanlarını okuldan attırmıştım.

Gece boyu, resmi evraklar için bazı paracı sikikleri uykusundan uyandırmıştım. Benim güzelimi üzeceklerdi ve rahat uyku uyuyacaklardı öyle mi? Mümkün değildi.

Üniversiteye gelmiş, adam olmayı geç hâlâ insan olamamış varlıklar için, parayla susmayı düşündülerse yanılmışlardı. Ahsen'in küfür etmekten kaçınamadığı, o aynı cinsiyeti paylaştığım puşta, bir güzel dayak da çekmiştim. Bundan utanmıyordum. Yapmamıştım da demiyordum. Ahsen onu öldürdüğümü bile düşünüyor olabilirdi. O kadar değildi.

Evet, Ahsen de kendini koruyabilirdi ama nereye kadar? Böyle şekilsiz piçlere, kallavi bir tokat geçirecektin ki; bir daha iki not için değil Ahsen'e, hiç kimseye yamuk yapamasınlar.

Atlas, sinirimi görmüştü, yanımdaydı, benimle gelmişti ve o piçi bir güzel dövmüştü. Ben izlemiştim. İçinde meğerse biriktirdikleri varmış kardeşimin. Bir de bu hayatı sevmediğini söylüyordu. Tabi bu şiddetinde Ahsen'i sevmesi de etkili olabilirdi. Gevşek, kızı öyle bir sevmişti ki... Dosttan farklı bir gözle bakmasa da ona ayar olmadan edemiyordum! Kendini bana öldürtecekti! Bir de Ahsoş diyordu mal! Ona bir tek ben farklı seslenmek istiyordum! İçimde, ilk tanıştıklarında konuştukları gibi bir mağara adamı uyanıyordu.

Arada bir iki tokat çakmadım diyemezdim o velede ama güçlü görünmeye çalışıp, parasıyla hava atarken bana toslayan o piç, zaten çabuk pes etmişti. Biraz fazla puan almak için bu denli dövüleceğini hesap etmemiş olmalıydı. Yine de şanslı sayılırdı.

Onu bir mafya olarak değil, Uğur olarak kenara çekmiştim. Madem o sevgilisini korumak için bir kızı üzmüş, ağlatmıştı; ben de sevgilim için onu ağlatırdım. Bunda hiç sorun göremiyordum. Canımı sıkanın, canını sıkacağımı söylemiştim.

Ahsen, canımdı!

Artık o rezil herif de sevgilisi de, İstanbul'da başka bir üniversiteye mi giderlerdi yoksa toptan ülkeden mi siktirip giderlerdi onu, bu piçin göt korkusu belirleyecekti. Kıza dokunmamıştık ama sevgilisini görmesi bile onu yeteri kadar korkutacaktı emindim. Yaptıkları hırsızlıktan da ders almaları kaçınılmazdı.

Ahsen, bana o süre zarfında ulaşamamıştı. Sabah da, bir anda kaynaştığı kardeşlerime bir ayar çekmiş olmalı ki, Atlas'ın beni deli gibi uyandırmasından sonra kendimi gerçek bir pazar tatilinde bulmuştum. Sanki onlarla eğlenirken bir mafya değildim. Sanki ben gerçekten de yaşımı yansıtan alelade biriydim. Bir günü kendime ayırmak istemiştim. Sadece bir gün!

Ahsen'i beklerken de, Ömür ve Atlas daha yoldalarken, herkesten gizli bu sürpriz işine kalkışmıştım. Arabama yaslanmışken, telefonda, helikopter pilotuyla konuşuyordum.

Özkaralara ait olan helikopterin bakımlarının yapılması, yakıtının tam olması, Ahsen'in hevesini alana kadar bizi gezdirmesi önemliydi. Pilot bir sorun olmadığını söylüyordu. Yine de benim garantici yönümü bildiğinden, bugün tekrar kontrol edeceğini ve havanın durumunu da takip ederek, en geç yarına güzel bir şeyler ayarlayacağını söylemişti.

Eh, ben de bu sırada, birkaç alıştırma yapıp, Ahsen'in seveceği başka detayları eklerdim. Belki sırf onun için güzel konuşmayı denerdim. Güzel bir iki söz, belki bir hediye daha... Ya da sadece göz göze gelsek, yeterdi. Konuşmadan anlatabiliyorduk bence kendimizi.

Pilotla konuşmam, Ahsen'in kardeşiyle birlikte gelmesiyle yarıda kalmıştı. Karşımdakine alelacele, Ahsen kıvrak zekasıyla bir şeyleri çakmasın diye, "Sonra konuşuruz," dedim. Şirketten biri sansa şimdilik daha iyiydi. Kollarımı sevgilim için açtım. Yeri burasıydı. Onu görür görmez, gülmek isteyen ağzımı sabit tutamıyordum. Dudaklarım kıvrıldı. Ahsen kucağıma atladı. Benim için havayı hep güneşli yapan kokusu burnuma doldu.

Onu saatlerce görmesem bile özlüyordum artık. Dudaklarımızı birleştirdi, kardeşini bile önemsemeden. Cesur miniğim! Beni kendine bir kez daha hayran ve bağımlı bıraktı. Tenine kavuşmak için çırpınan bir taraflarımı, kafamda bastırmaya çalıştım. Ağırlığını kucakladım. Kollarımın arasında, kendi dünyamı tutuyordum.

 🖤

Pazar 23:15

İçimde öyle bir öfke vardı ki...

Deliriyordum! Damarlarımda kan yerine bir ateş topu geziyordu.

Kalkıştığım işin elime yüzüme bulaştığını fark etmek bir yana, dünya üzerinde en çok sevdiğim insanı kırmıştım.

Ahsen, hayatıma yeni girmiş, kalan herkesi içime yerleşen sevgisiyle, aşkıyla, kaçmak istemediğim sevdasıyla sollamıştı.

Ve ben bunu ona itiraf etmek yerine, bir an akıl tutulması yaşamıştım. Ona seni seviyorum demek yerine, zamanı gelmedi demiştim. Planlarımı bozdular diye ağzımdan birkaç sikik kelime dökmek zorunda kalmıştım.

Çünkü bir kere, sevdiğim kadın için kalkıştığım bir işte, bir sorun beni bulmasın istemiştim. Son ana kadar, belki yarına kadar bile yine yetişecek sürprizim bozulmasın istemiştim. Ama olaylar bugünden sonra beklemediğim bir hal alacaktı.

Kendimi kesmek istiyordum! Hayatta, nadiren de olsa canı gönülden istediğim şeyin zamanlamasını tutturamadığım için, kaderime lanet ediyordum. O gözlerime bakıp, aşkını haykırırken dilim tutulmuştu. Gözlerindeki yaş, aklarının kızarışı, beni bitirmişti. Onu öyle göreceğime keşke geberseydim.

Beni sözleriyle bir kurşundan daha hızlı öldürmüştü sanki. İçimde zamanı değil diye tutamadığım ama çabuk çoğalan hisler belli ki sonum olacaktı. Gözüm, Ahsen yanımdayken gerçekten de hiçbir şeyi görmüyordu. Kulaklarım güzel, ince sesinden başka bir şeyi duymuyordu.

Bana yalan söylemese bile, hayatındaki bu kadar önemli olan bir sıfatı söylemeyi unutmasını kendime yedirememiştim belki de. Beklemiyordum. Tapmak isteyeceğim kadar güzel vücudunu, bazen şakayla karışık söylediği sözlerdeki gibi herkesin görebilir olduğunu beklemiyordum! Ferhat pezevengi karşıma çıkmış, benim kadınım hakkında sikik imalar yapmıştı ve ben onu savunurken, bilinmezliklerle uğraşmak zorunda kalmıştım. Dahasını da bilmiyorsam ya? Ya bu beni, düşmanıma karşı yenik bırakırsa?

Bir erkek için bu ne demekti, düşünebiliyor musunuz? Benim dokunmaya kıyamadığım, bakmaya doyamadığım bedeni, şerefsizlerin gözlerinin önünde beliriyordu. Ve o şerefsizler, bir kadın hakkında ileri geri konuşmayı kendilerine layık görüyorlardı.

Yaptığı işin, siktiğimin dünyalarındaki karşılığı buydu. Onlara göre bu olmayacak bir şeydi. Onu kısıtlayacak bir adi değildim ama buna hazır olmadığım için yaşadığım şaşkınlığı, toparlayamadığım kelimeleri hazmedemiyordum. Onu işiyle vuracak biri olmasam bile kendimi anlatamamıştım.

Hızlı başlamıştık, birbirimizi kırmıştık, öfkemizin kurbanı olmuştuk. Berbat bir konuşma yaşamıştık. Kafamızdaki sorunların dilimize vuruşu, beklenenden farklıydı. En kötüsü de birbirimize olan güvenlerimiz sarsılmıştı.

Bugün öyle felaket bir gündü ki...

Halil'in yanıma gelip, 12 tırımızın yakıldığını söylemesiyle, kendime ayırdığım tatil gününün bana zehir olacağını aslında anlamalıydım. Bana ne haktı ki, bunu kendimde görmüştüm? Benim kirli dünyamda, Ahsen'in beyazlığı tabi ki sırıtacaktı. Onun kollarında kendimi kaybetmemin cezası da bana böyle kesilecekti. Madem sen bizi sikine takmıyorsun, taktırırız diyorlardı orospu çocukları!

Babama hesap vermek için, onun evine gelmiştim.

Öfkesinden delirdiğini biliyordum. Yurt dışına gidecek, kara sınırlarından geçecek o 12 tır, içinde silah ve patlayıcı madde barındırıyordu. Ülkeden çıktıktan sonra hava ve deniz yoluyla da Avrupa ülkelerine taşınacaktı.

Gizli timlerin, bazı devletlerin el altından yürüttüğü suikastleri için cellatlarının kanlı ellerine yerleşecek, bazılarınınsa istihbarat adamlarına ulaşacaktı. Bir yerle değil ki, onlarca yerle iş yapıyorduk!

Ülkeye sınır kapısındakilere para yedirerek girmişti bu silahlar, yine anlaştığımız adamlarla da rahatça çıkacaktı ama fırsatını kollayan düşmanların zaten patlayıcı taşıdıkları için açtıkları ateş hattıyla, hem şoförleri hem de malları kaybetmiştik. Belki şirkette olsam, durumu daha önceden kontrol altına alabilirdim. Belki de önce tehdit edilmişlerdi ama şimdi insanların kanına girmiştik.

Elime silahı ben iyi biriyim diye almamazlık yapmazdım. Kurşun benden çıkmadıysa bile şimdi ölen şoförlerin kanında da payım vardı. Ben adam öldürmezdim çünkü genelde bana gerek kalmazdı. Puştların kirli kanı elimi kirletmesin diyeydi. Korumalar da boşuna yoktu amına koyduğumun hayatında. Öldüremeyeceğimden değildi. Bunu yapmam diye keskin bir sınırım, yıllar içinde bazen olmuştu. Ama hayatın gerçeklerini gördükçe, bu dünyada harcanmamak için mecburen pisliğe bulaşmak zorunda kalmıştım.

Bunun için bir yıl türlü eğitimlerden geçmiştim. Birçok silahı kullanmayı öğrenmiştim. Bir asker gibi, bomba imha etmeyi bile düzeneğine bağlı değişse de biliyordum! Yakın dövüş konusunda, ergenliğimin ilk yılında beni eğiten uzak doğulu bir hocam bile vardı!

Bizde çocukluk, düşman seni tanıyana kadardı.

Benden sonra Atlas ve Ömür de onunla çalışmışlardı. Mecburduk! Kendimizi her bakımdan korumayı bilmek zorundaydık. Yaşımız kaç olursa olsun. Kardeşlerim bundan kaçmak istese bile biz siyahtık. Bir kere o kana öyle ya da böyle bulanmıştık.

Tam da bu yüzden; bu hayata, bu leşliğe, bu kan dökmeye Ahsen'in ailesi nasıl razı olacaktı gram fikrim yoktu! Bir fikrim olsa, Ahsen anne ve babamla konuştum demese bile bugün onun peşinden giderdim, zillerini çalardım! Ben de seni seviyorum, derdim! Zıtlığımızı bile bile devam ediyordum. Hiçbir zaman suçsuzum dememiştim ama sevmiştim!

Ahsen için iki farklı tarafı dengede tutmak istemem de bu yüzdendi. Ucu ona dokunmasın diye diretmiştim ama bugünden sonra kesin dokunacaktı. Çünkü olabilecek en berbat, en haysiyetsiz bir şerefsize gitmiş, kendi dünyasındaki hiçbir şey olmaz inanışını yansıtır gibi, sevgilisiyim diye bizi ilan etmişti!

Ferhat piçi, örgüt elemanlarıyla takıştığı için kaybettiği uyuşturuculardan dolayı bana kafayı zaten takmıştı. Benim bir parmağım yoktu bunda ama karşısına geçip, düştüğü duruma gülmeden edemezdim. Masada, alay konusu olmuştu. Ben değil herkes onun bu aptal tutumuna gülüyordu ama o beni görüyordu. Çünkü onunla aramızdaki yaş farkına rağmen hem dişine en yakın bendim hem de ondan başardığım işler olarak kat be kat üstündüm. Diğerlerinin bana daha fazla konuda güvendikleri de belliydi, bunu kendine, iki gramlık gururuna yediremiyordu.

Hisselerini hızlı kaybediyordu ve ardında ailesi de yoktu! Benim şansım buydu! Babamın adı, yer altında yıllardır hüküm sürüyordu. Kardeşlerimi katmasa bile ben yerine geçecek veliahtıydım! Ve babamın bir sözü, masadaki beş adamı hiçe sayacağından; Ferhat da kendine yancı toplamak adına çırpınıp duruyordu. Yanlış adımlar atıyordu, şerefsiz oynuyordu.

Oysa masada, dediğinin aksine, kadınlara edilecek bir hakarete ya da harekete yer yoktu! Bu geçmişten beridir, koruduğumuz en insani ilke olarak devam ediyordu. Belki de yapılan tek doğru adımdı. Kalan her şeyin normal bir dünya düzeni olmadığı belliydi.

Ferhat piçi, şirket yüzüyle yaptığımız anlaşmaları da son zamanlarda bana kaptırdığı için sallantıdaydı. Boş durmamış, ondan daha güçlü durumdakilere de haber salmıştı. Sonuç, kendi maddi kaybına karşılık bizden de giden paralardı!

Babam ben onun Sarıyer'deki, benden 10 kilometre kadar uzaktaki evlerine gittiğimde, evde değildi. Annem de, evdeki yardımcılarından duyduğuma göre bir nişan törenine katılmıştı. Eşli gitmediklerine göre, babam önemli bir toplantıda olmalıydı. Aradığında açmamıştım ama gelince, başımı ağrıtacağını biliyordum. Haberi masaya yatırdılarsa, bir planı vardır diye umuyordum.

Çalışma odasına çıktım. Kapıyı, bendeki anahtarla açtım. Her zaman kilitli olurdu. Oysa şimdi kendi evimde, kollarımda sevgilimle olabilirdim! Mecbur olmadıkça iş için bile bu eve gelmezdim. Kendi düzenimi kurmuştum, bu düzeni seviyordum.

Bu düşünce öfkemi artırdı. Ahsen'le olamayışım yani. Kapıyı, kimse beni rahatsız etmesin istediğimden sertçe kapadım.

Babamın çalışma masasının karşısındaki, ikili koltuğuna oturmadan, elime bir bardak ve viski şişelerinden birini aldım. İlk bardağı doldurdum. Büyük iki yudum aldım. Viskinin sert tadı içimi daha çok yaktı.

Sikeyim böyle işi!

Ahsen'in o güzel yüzü gözümün önünden gitmiyordu. Ağlayan orman yeşilleri... Titreyen dudakları, kızarmış burnu, bitmeyen umudu... Benden son saniyesine kadar bir cevap beklemişti. Hep güçlü kalmış, bana öfkesinden başka bir şey belli etmemişti ama büfenin önünde, mutlu olmak ister gibi süt içişini gördüğümden beri ağlayacağını biliyordum. Sırf bu yüzden bile bana bakmamıştı zaten.

Sırf iki kelimeyi ağzımdan çıkaramadım diye, art arda gelen, onun hiçbir suçu olmayan olaylar benim güzelimi üzmeme sebep oldu diye kendimi ömrüm boyunca affetmeyecektim. Ve sırf bu üzüntü için, ona sahip olduğum her şeyi verebilirdim.

Oysa sabah ne kadar mutluyduk! Beraber deniz girerken gülüyor ve eğleniyorduk. Onun geçmişimi sorgulayan suratında beliren kıskançlığa gülüyordum. Ben sorgulasam onu deliririm diye düşünmemeye çalışıyordum. Benimle bir çocuk gibi oyunlar oynuyordu. Benimle bir kadın gibi ortalık yerde ateşini yükseltiyordu. Beni yükseltiyordu amına koyayım!

Viskiyi bardağa ikinci dolduruşumdan sonra beni kesmeyeceğini anladığımdan, şişeden içmeye başladım. Bardağı, rastgele kenara ittim. Yere düştü. Kırıldı. "Sen de kırıl amına koyayım, sen de kırıl! Bir sen kaldın kırmadığım!" diye sesimi yükselttim.

Kendime inanamıyordum ama mahvolmuştum. Giden paralar gram umurumdaysa en adi şerefsizdim. Ferhat'ın sözde imaları da canımı bir yere kadar sıkmıştı. Şu an tek derdim Ahsen'le aramı nasıl düzelteceğimdi.

Yarım saat geçti geçmedi. Kafayı bulayım diye, ne bulduysam içtim. Zihnim susmadı. Unutmadı, unutturmadı.

"Sen de beni seviyorsan eğer..." Sevmek ne demek? Ölüyordum.

"Öylece at için, yesin bitirsin seni derdi..." Bitmiştim. İlk günden. Onsuzluktan!

"Benim hayatım gerçek, oyun değil." Benimki bir oyundu ama bir çocuğun aklına gelecek oyunlardan değil, şeytan oyunlarındandı amına koyayım!

"Bir gün sen de dışa vurmak istersen dua et ki geç olmasın!" Geç kalırsam var ya! Kendimin en büyük düşmanı olurdum. Ve bu düşman, bana nefes aldırmazdı.

Kapı açıldı. Babam nihayet içeri girdiğinde, koltukta bacaklarım yere sarkarken, yarı uzanmış yatıyordum. Normalde, onu görünce kalkardım. Toparlanmadım.

Loş ışıklar yerine, tavandaki lambayı açtı. Gözlerimi kıstım. Sikeyim ani bir ağrı, beynime çivi çakmışlar gibi şakağımdan içeri sızdı. Elimi alnıma götürdüm. Gözlerim ışığa alışana kadar, elimle perdeledim.

Ahsen'in, bu sabah hapşırmamdan sonra yaşaran ve kısılan gözlerime içi gider gibi bakan gözleri aklıma geldi! Yüzüme dokunan parmakları... Aklımdan hiç çıktığı mı vardı?

Babam yüzünü buruşturdu. Odaya sinen içkinin kokusuyla yanımda çakmak çakılsa belki havaya uçardım. Kesin çözümse, bunu bir deneyecektim. Yok mu bir çakmak?

Karşımdaki tekli koltuğa oturmadan evvel, havalandırıcının kumandasına uzandı. Odayı temizlemek için çalışmaya başlayan makineden sonra, yüzüme baktı. "Ne bu halin?"

İş için olmadığını tahmin ediyordu elbet. "İçtim."

"Görüyorum. Neden? "

"Kaybettim." Sevdiğim kadını. Kaybetmemiştim hayır. Sadece bana trip atıyordu. Değil mi? Naz yapıyordu. Çok güzel nazlanıyordu. Yakışıyordu!

"Bu halinin nedeni, kaybettiğimiz milyonlarca dolar değil gibi Uğur..?" Gözlerime dik dik baktı. Onu cevaplamadım. Bizim kaybettiğimizi vurgulamıştı. Üzerindeki ceketi oturduğu yerden çıkarttı, kenara attı. Sesi bir anda sertleşmişti. Yorgun gözüküyordu. "Kalk, doğrul! Ne bu halin?"

Karşımdaki babam bile olsa beni güçsüz ve yenik görmeye tahammülü yoktu. Bizi öyle yetiştirmemişti. Evde olan evde kalırdı. Özel olan özel. Üçüncü bir kişiye, kendi sorunlarımız açılmazdı. Ben de bugün bunu layıkıyla yapmıştım!

Sıkıntıyla bir nefes verip, doğruldum. Sırtımı koltuğa yasladım. Unutmamıştım ama bedenim yamulacaktı biraz daha içersem! "Para umurumda değil, Ferhat vadesini doldurdu bu hayatta. En yakın zamanda fişini çekeceğim." Babam başını salladı. İyi edersin der gibi.

"Oy çoğunluğu da bunu istiyor. Neden toplantıya katılmadın?"

"İşim vardı." Tek kaşını kaldırdı.

"İşin yoktu Uğur. Bugün tatil yaptığını hepimiz biliyorduk. Biliyorduk ki fırsatı kaçırmayanlar da gollerini attılar." Keyifsizdim ama güldüm. "Nasılsa Ferhat geberip gittiğinde malları dağıtılacak. Onunla öderiz." Kafasını iki yana salladı.

"Sorun para mı? İtibar oğlum! Yanlışa düşmemek, ayağını yerden kaydırmalarına izin vermemek gerek." Öyle olduğunu bana anlatmaya çalışarak gözlerime baktı. Bizden bir şey gittiği yoktu. Kaybettiysek toparlardık. Kaldı ki kaybetmemiştik.

Şişede sonu kalan viskiyi yudumlamak için uzandım. Babam atılıp, elimden çekti camı. Zaten dibinde kalan viskiyi de kendi dikti kafaya.

Gözüm, içkilerinin olduğu ahşap dolaba kaydı ama yerimden kalkmadım. Zaten içme demek için bunu yapmıştı. Fatih Özkara gerçekten de doldurulması gereken boşlukları, konuşmadan tamamlamamızı isteyen bir adamdı. Galiba ona özenmiştim ve özenmeye devam edecektim. Ahsen de benim boşluklarımı bir şekilde doldurmalıydı. Benim verdiğim esleri, benim kafamda gibi düşünse o zehir aklıyla her şey daha güzel olmaz mıydı?

"Bizim itibarımızdan bir şey gittiği yok baba! Olan her zamanki gibi Ferhat'a olacak. Düşmanları çok ve düşmanlarının da bizim iş yaptığımız adamlar karşısında şansı yok. Hepsi kaybetti. Yazışmalar için adamları bilgilendirdim. Birkaç gün süre verecekler, ben de bunu halledeceğim." Nispeten uzun açıklamama anladım der gibi başını salladı. Yapacağım dersem yapardım. Bana güvendiğinden daha fazla bu tatsız konuyu sorgulamadı. Diğerleri ne dedi, iş günümde olsam ben de ona sorardım belki ama bu halde hiçbiri sikimde değildi.

"Madem her şeye karşı bu kadar kolay plan yapabiliyorsun, madem derdin bu değil Uğur, sorun ne?" Sesi bu sefer gerçek bir baba gibiydi. Günlük konuşmalarımızı merak eden, canı sohbet çekmiş bir baba gibi.

Babamın bizi sevdiğini biliyordum. Evde gösterdiği yanıyla da, bizle duyduğu gururunu saklayamadığı bakışlarıyla da anlıyordum. Dile dökmezdi belki ama yaptığı hareketleriyle her zaman gösterirdi. Hatada da doğruda da arkamızdaydı.

Onunla kafalarımız benzerdi. Ben evin büyük oğluydum, aynı zamanda onun için biçilmiş bir kaftandım. Diğerleri dünyayı daha renkli görürken ben öyle yetişememiştim. Bunun için beni anlayacağını da biliyordum. Anlasın istedim.

Onunla sık tartışmazdık ama beni sevse bile, başkaları yakmasın diye kendi yakmaktan, yeri geldi mi azarlamaktan geri durmazdı. Neden bunu yaptın diyeceğini bile bile, sevdiğim kadından önce bir erkek olarak, bu dünyanın içinde bir adam olarak beni anlasın diye ona açıldım. "'Âşık oldum baba!"

Bundan utanmadığım için de mavi gözlerimi, koyu renk gözlerine dikmiştim. Gözlerimiz birkaç saniye kıpırdanıp kapanmadı. Babam zihnimi, benzerliğimizden gördü sanki. Daha önceki hiçbir ilişkimi gelip ona anlatmamıştım. Yanımda görürdü, bu kadar. Ama Ahsen'in adını kendime saklamak istediğim kadar dünya duysun istiyordum. Benimle yan yana olacak adını!

"O kıza," dedi. Tanıştığı kimsenin adını unutmazdı. "Ahsen'e değil mi? Ahsen Naz Aykan?" Sanki kendini sorguluyordu. Adını duymak, kalbimde kıpırtılara sebep oldu.

"Evet." Gözleri kısıldı. Boşalan şişeyi unutmuştu muhtemelen havaya kaldırdı. Boş olduğunu fark edince de bir küfür savurdu. Ayaklanacaktım ama beni eliyle durdurdu. Kendi sevdiği markadan bir şişe daha alıp, yeniden koltuğa oturdu.

"Biliyordum. Gözünde gördüm o gün. O kızın sende akıl bırakmayacağını tahmin de ettim." Viskiden bir yudum aldı. Şişeyi bana uzattı. Su bulmuş gibi iki üç yudum peş peşe aldım. Geri ona verdim. Gözlerime içerek kendimi gebertmek istediğimi anlamış gibi sinirli bir bakış attı. Şişeyi bir daha bana vermeyeceğini yine konuşmadı ama anladım!

"Keşke andaval gibi davranacağına bu işi bana paslasaydın. Siktiğimin ödleklerini, arkamızdan kurşun sıkmak zorunda bırakmazdık, bizzat karşılarına ben çıkardım." Ufak, beni neşelendiren bir kahkaha attım. Keşke! Ama bazen olacak olan olurdu ve dökülecek kanla çıkacak para yerinde durmazdı. Bu alemde öğrendiğim net şeylerden biri buydu. Belki her yanda öyleydi. Kaybettikçe hırslanır, güçlenirdik. "Hani sorun para değildi?"

"Sorun o kız Uğur," dedi babam. Sesi bir anda kederlenmişti. Viskiyi yudumladı. Bir rakı masasında olsak dertleşsek galiba bu kadar rahat hissetmezdim. Kendimize ait bir alanda, ayaküstü hızlı bir konuşma gibi babama aşkımı anlatıyordum. O da bana korkularını gösterecekti, Ahsen'i sorun diye nitelendirmesinden anlamıştım.

"O kız benim mutluluğum. Sorunum değil."

"O kız benim de sorunum değil Uğur. Çok güzel, genç, başarılı biri değil mi?" Ahsen'le olan kısa konuşmasını hatırlamış gibi hafifçe güldü. "İnsan." Başını iki yana salladı, olacak iş değilmiş gibi.

Bulanan zihnimle onun neden güldüğünü çıkaramadım. Ama bu gülüş alaya alır gibi değildi de yaşını gençleştirmiş gibi bir gülüştü. Hoşuna gitmişti. "Herkesin dikkatini üzerine çekecek biri. Deli bir kan."

Vay amına koyayım. Ahsen'in en akıllı delilerden olduğunu babamdan da duymadım demezdim artık.

Gerçi o bu lafları boşa sallamamıştı.

Biliyordu. Bildiğini anladığım anda da gözlerime bakıp, başıyla onayladı. Attığım her adımdan haberi olduğu için nasıl ya demek zorunda kalmadım. "Duydum. Reklamları çıkmış. Şaşırmadım. Babasının ajansı varken kızı kafeste yaşatmasını bekleyemezdik. Sen nasıl bu hayatın içine doğmak zorunda kaldıysan oğlum, o da öyle bir hayatın içine doğmuş belli ki."

Neyse ki beni hâlâ anlayabiliyordu. İçinde bulunduğum hayattan memnun olmadığımı da hep anlamıştı ama kapıyı çekip çıkacağı bir yer değildi orası. Bir kere mevzunun dibine batmıştık. Artık bizi oradan ölüm ayırırdı.

"İstediğini yapsın. Ona gelecek tek bir söze, on kurşun sıkarım baba! Bu iş ciddi!" dedim. Gözlerimde görse de konuşmak onu daha da ikna ederdi. "Ahsen'e edilen söz benim namusum ve şerefim artık. Kız istediğini yapacak, götü yiyen de gelip benim karşıma çıkacak."

Babamla yaptığımız en ciddi ilk tartışma benim yurt dışında okumak istemediğim zamandı. Ailemden uzakta kalmak, onları ateş altında bırakıp, her gün yanlarında olmadığım için meraklanmak hiç istememiştim. Kazanan oydu. Senelerce sadece tatillerde gelmiştim buraya! Gençtim, daha inat, daha sinirliydim. Yedirememiştim. Burada kalmak istemiştim. Orada olmamın da bir amacı vardı elbet, gücümüze güç katacak müttefiklerle anlaşmak gibi. Babam gideceksin demişti, konu kapanmıştı.

Şimdiyse ikinci bir tartışmanın ortasındaydık. Bana direneceğini, çatılan kaşlarından anlamıştım. Konu Ahsen Naz'dı. Kazananı ben olacaktım. Konu oysa, hep ben olurdum!

Yapma yazık olur der gibi baktı gözlerime. "Çok güzel bir kız diyorum, bununla baş edemeyiz Uğur." Gerek gelecek laflara, gerek ters sözlere, gerekse onu bir kez bile gözünde başka biri gibi düşünüp, kafaya takan düşman bakışlara ithafen diyordu bunu.

"Ben onu canım pahasına korurum!" diye yemin eder gibi konuştum.

"İşlerin öyle yürümediğini biliyorsun. Senin yanında olmadığı her saniye, tehlike altında yaşayacak. Bir kez gözünü üzerinden çeksen sonu olur. Bu da senin sonun olur."

Ciddi duygularımın farkında olduğu için, o yoksa olmam diyeceğimi tahmin etmişti. "Ailesi belli ki bizim gibi insanlar değiller. Karşı çıktıklarında, ilişkinizin bir geleceği olur mu sanıyorsun?"

"Karşı çıkmamaları için elimden ne geliyorsa yaparım." Duraksadım. "Ama baba sen de karşı çıkıyorsun?" dedim sorar gibi. Kafasını iki yana salladı. Son dediğimi duymazdan geldi. Bu karşı çıkma nedenlerini bildiğimden bahsetmemem gereken bir şeydi herhalde.

"Ne geliyorsa?"

"Ne geliyorsa." Kaşları hayretle havalandı. Gözümü kararttığımı fark etmiyor muydu?

"Onun için bu hayatı bırakmanı istese, bunu da yapacak mısın?" Gözleri üzerimde ağır ağır dolandı. Yıllardır bırakamadığım bu hayatı nasıl bırakırdım ki? Bir başkası için bana ardını mı döneceksin demek istediğini kör olan bile anlardı. Benim de ifadesinde aniden sertleşen şeyleri görmem şart değildi. Kafamı iki yana salladım.

"Herkes kendinden taviz verebilir. Aşk bu, zaten akıl işi değil." Bunu çok net anlattığımızı düşünüyordum. "Mantıklı kararlar almak, onun yanında olduğum her saniye benim için zor bir sınav gibi."

"Seni ilk kez böyle görüyorum." dedi babam. Viskiden yeni bir yudum aldı. Bana vermeyecekti ya sözde şişeyi, çektiğim derdi başından görmüş gibi siktir edip, kaşıyla benim de kendime bir şişe kapmam için bir mimik yaptı. Ayaklandım. Rastgele ben de bir şişe alıp döndüm. Fil gibi içerek ne amaçlıyorduk acaba biz?

"İlk kez âşık oluyorum." diye cevap verdim. Bu gerçekti. Evet Ahsen'in düşündüğü gibi her ay bir sevgili değiştiren şerefsizlerden değildim ama hiç kadın görmemiş de değildim. Keşke kendimi ona adasaydım. Karşıma bu değeri biçilmez elmasın çıkacağını bilsem saklardım da. Maalesef kendimi yıllar boyu o kadar şanslı bir adam olarak görmemiştim. İçinde bulunduğumuz dünyanın anlaşmalı evlilikleri benim de boğazıma geçer diye, en azından kendi tercihim biriyle olayım diye başka insanlarla ilişkiye girmiştim.

Hayatıma giren diğer kadınlara saygı duymuş, elimden geldiğince de sevmiştim belki ama hepsi usul usul kendilerini bana aşılayan kadınlardı. Beni sev diye direten, benden bunu açıkça talep eden onlardı. Güzellikleri artık hafızamın tek bir zerresinde bile yoktu. Onları Ahsen'le bir kefeye koymak gibi bir adilik de yapmayacaktım ama hiçbiri Ahsen Naz gibi hayatıma aniden bomba gibi düşmemişti ki. Açıkça beni sev de dememişti Naz, ben sevmiştim onu tüm kalbimle, aklım ve fikrimle.

Hiçbiri karanlık dünyamdan hem bu kadar çekinmiş hem de içinde olmak istememişti. Bazıları öğrendikleri an basıp gitmişlerdi. Artlarını aramamam herhalde duygularımdaki azlığı simgeliyordu. Bazılarıysa bunu bir oyun zannetmişlerdi. Benim sıkışıp, canımın artık istemediği zaman bırakabileceğim bir oyun. Öyle değildi tabi. Bunu da ben onlara anlattıktan sonra ayrılmak zorunda kalmıştım.

Babamın ima ettiği gelecek görmediğim bir ilişkiyi zorla devam ettirmemin bugüne kadar kimseye faydası yoktu. Ama her isteği bana emirmiş gibi gelen Naz'la geçireceğim bir ömür için gerekirse sınırlarımı zorlar, yine gerekirse türlü zorluklara seve seve katlanırdım.

"Şanslısın o zaman," dedi babam. Annem zengin bir ailenin kızıydı ve onunla tıpkı bahsettiğim üzere iş anlaşması gibi evlenmişlerdi. Birbirlerini ellerinden geldiğince sevip, saydıklarını da biliyordum ama ilk görüşte aşk da değildi. Aşk da sonradan sevgi gibi insanın içine yerleşmiyordu belli ki.

"Geri adım atmayacağım."

"Bunu görüyorum ama sonra babam demedi deme evlat, ben yaşanacakları da görüyorum." dedi babam. Gerçek buydu, bundan haz da duymuyordu üzgündü. Dişlerimi sıktım.

"Onun için her şeyden vazgeçerim baba. Bir tek ondan vazgeçmem." Son sözüm buydu. Babam bir şey demedi sustu. Böyle konularda uyarısını yapsa da bize karışmazdı. Gönlün aşka düşünce nasıl attığını belki biliyordu, belki bilemiyordu. Beylik laflarından etmez, beni üzmek pahasına engellemez, karşı çıkmazdı. Güldüğüne bakılırsa o da içten içe bir tanıyışta bile kendini sevdirmeyi başaran Ahsen'i sevmişti. Aynısı kardeşlerimde de olduğundan şaşırmazdım.

Viskisini yudumlamaya döndü. Ben de kendi ellerime baktım. Bu eller onun için herkesle savaşırdı.

Bir terazinin kefesine, Ahsen'in karşısına isterse dünyaları koysunlar, yine de ağır basan taraf sevdiğim kadın olurdu.

 🖤

Salı 21:10

Babamın dediklerinin bu kadar çabuk çıkacağını beklemezdim. Bana ders olsun diye söylemişti bunu ama tecrübesi, çoğu konuda olduğu gibi haklı çıkarmıştı yine onu. Bir an, sadece bir an gözlerimi Ahsen'in üzerinden ayırmıştım. Korumalara izin vermeden inatçı kafasıyla kapıyı açmıştı, sanki yürüse bizden daha hızlı eve varacakmış gibi yola koyulmuştu. Onur arabayı almaya gitmişti, ben babamın sevkiyat tamamlandı dediğini dinliyordum ve Ahsen kaçırılmıştı!

Sikeyim, benim artık bir tane sakin günüm olmayacak mıydı? Bir tane mutlu günüm olmayacak mıydı lan?

Zaten iki gündür gerek kendi işlerimle gerekse Ahsen için çabalamalarla uğraşmak zorunda kalırken, kızı yeteri kadar boşlamıştım. Aramız daha da kötüleşirse diye kendi kendime kafayı yiyordum. Tam düzeldik diyordum, suratlarında korkunun bin bir tonu adamlar gelip karşıma dikiliyordu.

Ardından hızla çıkmalarına rağmen bir dakika içinde geri dönen ve Ahsen'in olmadığını eğik bir yüzle söyleyen Onur'dan sonra dünya, ayaklarımın altından kaydı gibi hissetmiştim. Benim dünyam olmadıktan sonra gerçek dünya umurumda değildi gerçi! Ama dışarıdan sağlam ve diktim. "Abi nasıl oldu anlamadık ama yok. Taksiye binmediğine eminiz, sağa dönmüş yanlışlıkla ayak izleri var. Bir de teker izleri taze. Bizim arabalardan değil belli."

Madem bu kadar dikkatlilerdi, madem kızın ardından bunları kolay çözeceklerdi o zaman baştan neden onu koruyamamışlardı? Nasıl kaşla göz arasında onu elimden almalarına direnememişlerdi?

Telefonda olan babamı unutup, elimdeki cihazı sertçe yere fırlatırken bağırdım. "Sizin ben yapacağınız işin evveliyatını sikeyim! Lan sokuklar bir kızı koruyamadınız mı?" Onur'un omzunu sertçe ittim. Bir adım geriledi. Kafasını kaldırdı. Mahcuptu. "Abi!"

"Kes!"

Sesim, evin bahçesini inletti. Halil, hızla evden dışarı çıkmıştı. Ne olduğunu sorar gibi bana baktı. Yanımıza koşar adım yaklaştı. Sonra Onur'a döndü. Ne olduğunu söylemesi için bakmıştı ama cevap alamamıştı. Suçlu ya da suçsuz önemsemeden koşar adımlarla bana yaklaştığında, yakasına yapıştım. "Ahsen kaçırıldı diyorlar Halil, buna bir açıklaman var mı?! Bu mu senin güvenlikten anladığın?" Bir de ekibin başına onu dikmiştim! Sikeyim Ahsen'in ima ettiği gibi sağ kolum olmasını! Sevgilimi koruyamayan sağ kolu ben ne yapsaydım?

Yakalarını ileri geri sarstım. "Konuş lan!" Şaşırdığı afallamasından belliydi. "Abi, ben bilmiyordum." Beni sakinleştirmek ister gibi gözlerime baktı. "Hemen peşine koyulalım." Dişlerimin arasından konuştum.

"Ben bunu bilmeyecek miyim geri zekalı?" Aklı bu dediğine yatıyor muydu acaba? "Köşeyi döner dönmez caddede araba değiştirecekler, bunu tahmin edemiyor musun? Beş dakika bile kaçırsalar kızı sizin sonunuz olur lan!" Şimdi kameralardan onları anbean takip etmek zorundaydım.

Yakasını bıraktım hırsla. "Dağılın. Bulmadan da gelmeyin."

Halil, önde diğerleri ardında peş peşe iki araba orman yolundan dağıldılar. Demir kapıdan dışarı baktım. Üzerime bir sakinlik sindiyse eğer, bu sinirimin kimseye fayda etmeyeceğindendi. Yoksa zaten günlerdir patlamaya yer arayan bir barut gibi geziyordum. Şimdi gitseler ne faydaydı gerçi. Bunu yapan kimse benden bir şey istemeden izlerini buldurmazdı! Tahminim Ferhat olduğu yönündeydi.

Amına koyduklarım bunu beş dakika önce yapsalardı, beş dakika önce arabalar hazır halde bekleselerdi, Ahsen de kafayı yemiş gibi davranmaz evden yalnız çıkmazdı! Ben de bu gece çıkan haberlerin ne bok olduğunu öğrenemeden onu kaçırmalarına engel olabilirdim.

Kahretsin ki geceydi. Bunu nasıl başardılarsa, benim Ahsen'e tamamen odaklanamayacağım kadar dolu bir anımı yine değerlendirmişlerdi! İzlerini kaybettirmek de karanlıktan dolayı daha kolay olacaktı.

Hızlı adımlarla içeri girdim. İki kişi beni takip etti. "Git Ercan, bilgisayarımı getir. Bugün çıkan haberlerin hepsini özetleyeceksin!" Sait'e döndüm. "Sen de geç şuraya, kameraları kontrol et."

"Hemen abi." Bir kenarlara dağıldılar. Ercan çalışma odama çıktı. Sait de derhal televizyonu açmış, kameraların açılarına giriş yapmıştı. Büyük ekrana yansıyan görüntülerde zamanı beş dakika geriye sardı. Ahsen demir kapının girişinden önce düz yürüdü. Sonra adımları fark etmeden sağa doğru meyletmeye başladı. "N'apıyorsun kızım ya!" diye söylenmeden edemedim.

Böyle dikkatsiz biri değildi ama anne ve babasıyla aralarını bozmaktan gerçekten korkmuştu. Buradayken de sürekli evden kaçar gibi çıktığından yakınıyordu zaten. Telefonu da yoktu! Ah ah sikeyim, hayatımın en berbat tesadüfler gecesi bugündü. Az kalsın birbirimizi de yeniden yanlış anlayacak, her şeyi tekrar mahvedecektik!

Görüntülerde Ahsen, yan taraftaki villaya giden yola girdi yanlışlıkla. Bunu fark etmediği belliydi. Bir de koşar adım yürümesi yok muydu?! Ah kızım ah, yaktın beni!

"Git çabuk, yan evin kamera kayıtlarını al," diye bağırdım Sait'e. Kafasını sallar sallamaz fırladı evden. Belki onların bir kamerası bizim ulaşamadığımız bir açı yakalamıştı. Yoksa başka bir mülke giden yola sapan adımlarından sonra, Ahsen'in tam kaçırıldığı noktayı göremeyecektim. Belliydi. Kadrajdan çıkınca ortalık boşalmıştı. Bu arazilerin tamamına kamera taktırmam mı gerekecekti artık bu kız için? Delirecektim.

Ellerimi hırsla, saçlarımın arasından geçirdim. Islak saçlarım elime geldi. Diplerini çekiştirdim. Zaten ne geldiyse başıma, normal insanlar gibi bir akşam duş almaya girdim diye gelmişti. Amına koyayım, gerçekten iğrenç bir hayatım vardı!

Ercan indi. Bilgisayarım çoktan elindeydi. İki dakika içinde sitelerdeki tüm haberleri açmıştı. "Abi görüntü var mı?" Kameradan bahsediyordu.

"Yok," dedim. Tek tıkla, bilgisayar ekranını televizyona aktardı. "Abi Ahsen Hanım'ın fotoğraflarının asılı olduğu panoları kurşunlamışlar. Ankara ve İzmir'de de uygulanmış aynı olay. Burada birçok semt dahil zaten." Çenemdeki kaslar seğirdi. Küfür etsem dert etmesem dertti.

"Sonra?"

"Sizin bir videonuzu paylaşmışlar. Tartışıyor gibisiniz abi." Ekranda videoyu oynattı. Çenemi sıvazlarken kesilen biçilen videoya baktım. Kavga ettiğimiz gün çekmişlerdi. Amına koyayım ben kendi dikkatsizliğimin.

"Seni kadına şiddet uyguluyor gibi gösterdikleri kesin abi, gelen yorumlar öyle. Sunucu bizi aradıklarını söylüyor ama haber gelmedi. Biz, Ahsen Hanım gelmeden bir dakika önce öylesine bir internete girdik diye öğrendik."

"Sikeyim böyle ihmali!"

Ulan, kesin Ferhat'tı işte. Piç, belli ki insan satın almıştı. "Bir de haberde senin de Fatih Bey'in adı da geçiyor abi."

"Neden?" dedim.

"Bu silahlı saldırganlar, sözde kaçarken şirkete girmiş. İki farklı açıdan ön ve arka kapıdan girerken videoları var. Güvenliğe ulaşılamıyormuş. Belki öldürüp yaptılar. Belki de girer gibi gösterip hemen geri çıktılar abi, yoksa haberimiz kesin olurdu."

"Lan Ferhat ebeni siktim senin bekle!" Sinirle Ercan'a döndüm. "Ara, durum ne öğren!"

Kafasını tamam anlamında salladı. Telefonuna dönmeden sordu.

"Halk, Özkara adına tepki almış olabilir. Sizin yaptığınızı düşünüyorlar abi. Polisler gelirse ya senin için?"

"Açıkta bir şeyimiz var mı?" dedim sert bir sesle. "Yok abi. Her zaman hazırlıklıyız." Onlarla uğraşmak istemiyordum ama dakikalar sonra anne ve babasına bu haber mutlaka gidecekti ve onlar bile polisi yönlendirebilirdi.

Ercan kenara çekildi. Telefonla konuşacaktı. Bilgisayarla televizyonun bağlantısını kapadım. Sait yeniden içeri girdi. Elinde bir flash bellek vardı. "Çabuk ol!"

Gitti, flashı taktı, ekranda yan evin kamera açıları göründü. Gerçekten de Ahsen'i kaçırdıkları nokta, yan evin arazisindeki ağaçlardan birine konumlandırılmış kameralarından net gözüküyordu.

Ahsen yol kenarında ilerledi. Plakası olmayan, siyah bir panelvan onun yanında durdu. Adi, elbette takip etmemizi kolaylaştıracak her şeyi düşünecekti. Ekrana biraz daha yaklaştım. Hiçbir detayı kaçırmak istemiyordum.

İçeriden bir şey salınmış olmalıydı. Ahsen'in art arda hapşırdığı hem elini yüzüne kapamasından hem de sarsılmasından ve başını eğmesinden belliydi. Sonra ona bir peçete uzattılar. Alacağı tutmuştu asi kedimin! Aldı!

Arabanın içi gözükmedi. Bir de ne konuştularsa aralarında bir diyalog geçtiği belliydi. Ahsen'in sol taraftan yarısını görüyordum. İçeriden bir kol uzandı. Ahsen'i neredeyse kapıya sıkıştıracak kadar sert bir hamleyle içeri çekti. Televizyona, hırsımı alamayarak bir yumruk geçirdim! Yetmedi bir tane daha geçirdim. Ekran patladı, görüntü gitti.

"Laaaan! Lan ben senin ona dokunan kolunu götüne sokmaz mıyım?"

Resmen, damarlarımın hepsi sinirle gerilmişti. Televizyonun ardındaki kablolarını umursamadan çekiştirdim. Kenara savurdum. Sait kenara geriledi. Yerinden, deli bir kuvvetle ayırdığım büyük ekran televizyon ortadaki sehpaya çarptı. Camı parçalandı.

Seslere Luna ve Artemis de içeri girmişti. Luna deli gibi havlıyordu. Uzak duruyordu. Artemis, henüz eğitimlerini tamamlamadığından yanıma hızlıca koştu. Neredeyse öfkemin kurbanı olacak, cam parçalarına basacaktı. Onu kenara çektim, eğilip kucakladım. Yere göğe sığamıyordum. Kucağımdaki köpek de kötü bir şey olduğunu hissetmiş gibi acı acı inildiyordu. Ama patilerinde cam yoktu. Ön patilerini kaldırıp, göğsüme birkaç kez vurdu. Tam da harlı bir ateşte yanıyor gibi hissettiğim kalbimin üzerine! Ensesindeki tüylerini okşadım.

"Offff!" Sait'e döndüm. "Haber yok mu Halil'den?"

"Yok abi, yolun sonuna kadar gitmişler. Şimdilik görünür bir şey yok." Ahsen sen elime düşeceksin güzelim, sen bunun cezasını elbette çekeceksin benden!

"Çabuk mobese görüntülerine ulaş, ne kadar bilişimci varsa buraya gelecek. O piç Ferhat'ın mülklerine sızın, bir ipucu bir şey acilen önüme düşsün!"

"Hemen." Sait yeniden çıktı. Luna da yanıma gelip, bacaklarıma dolanmıştı. Eğildim. Luna'nın Ahsen'i sevdiğini biliyordum. İlk andan iyi anlaşmışlardı. Ama bir türlü yıldızları barışmıyor gibi görünen Artemis'le Ahsen'in beni kıskanma savaşlarından sonra bu küçük kızın, onu benimseyemediğini sanmıştım. Yanılıyordum.

Artemis'in üzgün suratında da o minik kediye, ebedi düşmanı olsa bile gizleyemediği bir özlem vardı. Sorunun onunla ilgili olduğunu anlamıştı.

 🖤

Salı 22:45

Dakikalar ilerliyordu. Hızla geçtiği akan saatlere rağmen Ahsen'i bulamayışımızdan belliydi ama bana asır gibi geliyordu.

Önce babam geldi. Telefonda bağırışımı duymuştu. Ahsen'in kaçırıldığını da haber vermiş olmalılardı. Evden geliyor olmalı ki Ömür de peşine takılmıştı. Geldiğinde ağlıyordu. Bu kızın, bu kaosun ortasında ne işi olduğunu anlamıyordum ama gelip, bana sıkıca sarıldığında biraz da olsun sakinleşmediğimi söyleyemezdim.

Ben demiştim demedi babam ama bana bakarken, omzumu yanımda olduğunu belirterek sıkarken bunu demesine de gerek yoktu. İleri görüşlülüğün ya da kötüyü çağırmanın böylesi!

Çoktan evde sistem kurulmuştu. Öfkeme hakim olamayıp kırdığım televizyonun yerine müştemilattaki televizyonlardan birini getirmişlerdi. Görüntüler önümde akıp duruyordu.

Mobeselerden Ahsen'in değiştirdiği iki aracı takip etmiştik ama sonrasında kameraların kör noktasına giren araç bir anda ortadan yok olmuş gibiydi. Hangi arabaya binip gitmişlerdi gözükmüyordu.

Elimizdeki fırsatı kaçırdık diye deliriyordum. Ferhat'ın tüm mülklerinin adresi elimizdeydi. Anlaşmaya varmak adına telefonlarını da aramıştık ama ulaşamıyorduk. Oydu, yüzde yüz oydu. Babam geldikten sonra onun da ilk oyu Ferhat'a gittiyse, başka bir düşmanın olmasına imkan yoktu.

Şirketten de haber gelmişti. Görüntüler doğruydu. O pezevenklerin içeri girdiği kesindi ama çıkışları olmamıştı. Saklandıkları delikte yakalanmışlardı. Parayla ölüme yollanan kuklalardandı. Ferhat, para için onlarca insanı gözden çıkarmış olmalıydı.

Babam, Ferhat'a düşman olan dost bildiğimiz adamlarla telefonda konuşuyordu. Bir haber alırlarsa bize anında döneceklerdi. Kaçarı yoktu artık, ölüm emri de kesindi!

Çoktan geri dönmüş ama eli boş döndüğü için benden sonrasında iyi bir azar yiyecek olan Halil içeri girdi. Yüzünde yine bir telaş vardı. Yine ne kötü haberi getirmişti acaba? Ağzını son zamanlarda iyiye açan tek bir insan yoktu.

Ben ne oldu diyemeden, içeri fırtına gibi iki adam daldı. Halil de onları tutmadıklarını belirtir gibi başını iki yana sallıyordu. Elimi savurdum, önümden kenara çekilmesi için. Çekildi.

Gelenlerden biri Ahsen'in kardeşiydi diğeri de ondan büyük olduğuna göre babası. Tabi ya zaten bu adamı davette de görmüştüm ama aklım şu an sadece kızıyla meşguldü. "Kim o?" diye bağırdı, içerideki onlarca adamda gözü tek tek gezinirken. "Benim kızımın başına belalar açan Uğur Özkara kim?"

Hiddetiyle, adımı söyleyince öne çıkan bedenime saldıracaktı ki önüme babam geçti. "Sakin olun!" Babalarımızın tanışma anının böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Ahsen olsa bu anı seyre dalardı, bundan bile kendine eğlenme payı çıkarırdı ama ben düşeceğim konumdan dolayı deli gibi gergindim. Tek bir hata bağları iyice kopartırdı. Babam bunu umarım iyi yönetirdi.

"Ne sakinliği lan? Sen kimsin, kenara çekil."

Bu kafa tutuş, bu mafya alemine daldığını bilmesine rağmen korkmayan hiddetli gözler, resmen tüm ailedeki dik başlılık Ahsen'de gördüğümün aynısıydı. Fotoğrafları görünce, ablasını korumak isteyen Aker de bana aynı babası gibi diklenmişti. Onlar, ölmeyi bayılmak zannetmeyi de geçtim artık kendilerini tamamen ölümsüz ve korkusuz görüyorlardı. Aynı kandan olduklarını bu anda bile fark etmeden edememiştim.

"Uğur Özkara benim. Siz de Serdar Aykan olmalısınız. Sakin olun, her şeyi anlatayım?"

Babamın önümde kalkan olmasını umursamadan yanından sıyrılıp, bana adımladı Serdar Aykan. Çok yaka silkmiştim ama yakamı silken, babamdan sonra ikinci insandı! Vay amına koyayım!

"Ne yaptın lan kızıma? Benim kızım senin hangi bokun yüzünden kaçırıldı?" Tişörtümün yakasını sertçe çekiştirip, omzuma bir yumruk geçirdi. "Birazdan kapına polis dayandığında da rahatlıkla benim dersin umarım!" Boylarımız eşit sayılırdı, hatta ondan biraz daha uzundum ama gözümde devleşmişti adam. Kızı uğruna yapmayacağı şey olmadığını anlamıştım. Beni itip kaktığı halde, adamsın Serdar Aykan demek istiyordum! Yalnız ben Ahsen'le takıla takıla, her boku alay gibi görür olmuştum bunu fark ediyordum.

"Beyefendi neden polisi karıştırıyorsunuz öğrenebilir miyim?"

Baba, bu muydu sorman gereken soru, kafayı yiyecektim. Utanmasan ve gerilmesem gülerdim. "Ahsen'in kaçırıldığını nereden biliyorsunuz?" diye doğru soruyu ben sordum.

"Kızımın görüntüleri bana yollandı. Acaba neden Uğur Bey? Sizin sidik yarışınızda neden benim kızım, bir rehin şu an?"

"Bakayım," dedim. Vay Ferhat, vay sikeceğim piç Ferhat! Benden önce ne görüntüsü attıysa, herkesi üstüme salacak resmen elimi kolumu dolaylı da olsa bir süre bağlayacaktı.

"Göster," dedi Serdar Bey, oğluna. Aker'in de ondan geri kalmayan öfkeli yeşilleri bana dikilmişti. Cebinden çıkardığı telefondan videoyu açtı. Telefonu elinden almak için uzandığımda, yakamdaki eller de çekilmişti.

Videoda Ahsen baygın yatıyordu. Bir koltukta, iki büklüm olmuştu. Baygın olduğunu herkes biliyordu. Üşümüş de olmalıydı. Sadece on saniyelik bir görüntüydü ve sabit bir noktadan çekilmişti. Altındaki mesaj Serdar Aykan'ı delirtmiş olmalıydı.

Kızın, sevgilisi yüzünden şu an benim elimde Serdar Aykan. Uğur Özkara'ya gidip, acilen işimi halletmesini söylemen, herkes için yararlı olacaktır. Yoksa kızına yapacaklarından sorumlu olan kişi ben değil, Uğur'dur.

Telefonu da yere çarpmak istedim ama bilgi buraya ilk geldiyse sonra işimize yarayabileceğinden çenemi sıkmakla yetindim. "Amına koyduğumun piçi!" Ahsen'e dokunacak olursa, değil onu yedi ceddini dünya üzerinden kazırdım ama yapmaz da diyemiyordum lanet olsun! Namussuzun tekiydi. Babam da görüntüleri benimle izlemişti.

"Kızınızın kimin elinde olduğunu biliyoruz. Sakin olun, birkaç saate bu iş çözülecek. İz sürüyoruz."

Bir deliğe saklanmışlardı artık. Ve oradan çıkmadıkça işimiz de zorlaşacaktı ama babam bunu söylemeyecekti elbet. "Aradan geçen dakikalarda gidebilecek en yakın yerleri yeniden tarayın," dedim adamlara. Videoyu, kendi telefonuma yollamıştım. Halil, birkaç kişiyle yeniden evden çıktı.

Ne kadar hızlı giderlerse gitsinler, İstanbul çıkışlarından çok fazla uzaklaşmış olamazlardı. Tabi Serdar Bey'in, bize ve bir şey olmayacak dememize inanmasını da beklemezdik.

"Kızımın kılına zarar gelirse bu evi başınıza yıkarım. Benim kızım, haberlere sizin yüzünüzden çıktı," Başını bana çevirdi. "Buraya senin yüzünden geldi ve senin himayende olması gerekirken, kaçırıldı. Bir de canı yanarsa, siz bittiniz."

Haklıydı. Bana zorluk çıkartan o telefonu icat edeni bile sikesim vardı şu an! Normalde her zaman tetikte olurdum ama iş anlaşmaları için çok fazla telefonla mesai yapmak zorunda kalmıştım ve ben fark etmeden bitmişti. Telefonumun şarjından sorumlu olacak bir adamı işe almalıydım! Derin bir nefes aldım.

"Bu evi nereden buldunuz?" dedi babam. Bugün olayları basite indirgeyen yapısını sonuna kadar kullanmaktan çekinmiyordu. Kolay kolay hiçbir şeyden korkmazdı ama olmayacak yerlere takılırken de tuhaf hissettiriyordu. Serdar Aykan, kendinden emin bir sesle konuştu.

"Ahsen'in telefonuna konum atmış oğlunuz. Niye gerektiyse artık?" Öfkeyle bana bakıp, tükürür gibi konuştu. "Irz düşmanı!"

Vay amına koyayım vay, bir ailenin hepsi mi cin olurdu da böyle adam çarpardı? Ahsen'in babasıyla gizlisi saklısı olmadığını anlamıştım ama kızın telefondaki kilidini bile açabiliyordu babası. Bu beklenmedikti. Zamanında kalk gel diye attığım konumu eliyle koymuş gibi bulmuş olmalıydı.

Ben bile onu uyandırmak zorunda kalmıştım bir kere şifresi için. Az kalsın bunu kıskanacaktım.

Hem bir dakika ırz düşmanı mı? Ayıp oluyordu! Babası kızının ne kadar yüksek bir libidosu olduğunu iyi ki bilmiyordu. Neyse babası için buna da katlanırdık! Bu çirkin sıfata da!

Aykanlar ne bir detayı unutuyorlardı. Ne de aradıkları şeyi zor yoldan bulmak yerine bir iki tuşla halletmekten geri kalıyorlardı. Ben vereceği cevabın iyi kötü internetten ya da eşten dosttan olacağını sanırken o, beni afallatmayı başarmıştı.

Umarım kaygısından diğer mesajları okumamıştı adam. Yoksa biz bitmiştik. Ahsen de artık utanırdı. Son konuşmalarımızın özellikle saçma sapan sexting imasıyla bittiğini hatırladığımda gerildim. Kafamdan bu ihtimali uzaklaştırırken de lafa girmiştim. Belli ki babam da şaşkındı da sessiz kalmıştı.

"Serdar Bey bakın. Ben kızınıza bilerek zarar verecek son insanım. Ferhat denen, işlerimizi baltalamak isteyen bir şerefsiz kaçırdı onu. Bunu biliyoruz. Maksadı size yemin ederim kızınızın canı değil. Benden koparacağı para. Yakında bana bir meblağ biçeceği belli. O zamana kadar da Ahsen'i bulmak için elimizden gelenin de daha fazlasını yapacağız."

"Bana ne lan senin işinden? Derdi paraysa ben vereyim, yeter ki benim kızımı bıraksın!" Düşündüğü gibi yüz bin falan olmadığını söylese miydim acaba? Ben ne desem diye düşünürken babam ağzını araladı. Heh sıyrılmıştı şaşkınlıktan.

"18 milyon doları verebilecek misiniz?" dedi babam. Keşke sıyrılmasaydı Allah'ım! Bugün onda nedendir bilmem bir rakip görmüş gibi ayrı bir hava vardı. Dünür olmalarını beklerken düşman olacaklardı siktiğimin evinde!

Serdar Bey şaşırmadı. Yüzünü buruşturdu sadece! "Amına koyayım dünyayı mı satın aldınız lan? Siz ödeyeceksiniz o zaman! Hem de her bir kuruşunu."

Al işte Ahsen'in kafası yine burada gibi hissediyordum. Ben öderim diye boşa sıkmak yerine, babası da oklarını bize yöneltip, bizi ezmişti. Babam kafasını iki yana salladı. Piçi girdiği delikten bedavaya alacağımızdan emin olduğundan, kuruş çıkarmayacaktı tabi ki. Ben de bunu biliyordum ama ne zaman işte ne zaman? Ahsensiz bir dakika zulüm geliyordu.

"Biz hiçbir şey ödemeyeceğiz çünkü o uyuşturucuya giden para!" Serdar Bey'in gözleri bu sefer öfkeyle kısılmıştı. Babama doğru bir adım attı. Karşılıklı iki rakip gibi yüz yüzelerdi şimdi. Öfke saçıp, gövde gösterisi yapıyorlardı.

"Kızımı da eğer o zehirle buluşturacak olurlarsa, siz de kendinize yatacak bir yer belirleyin. Oğlunuzun yanında. Malum mafya aleminde pek ünlüsünüz(!) ya, cehennemde de ayrılamazsınız birbirinizden." Babam, duruma tezat gerçekten güldü. Keyifle.

"Kimin nereye gideceği hiç belli olmaz."

Aker bir benim babama bir kendi babasına bakıyordu. Amına koyayım bu olanlar rüya falan mıydı? Bunun yeri burası mıydı şimdi, öldük de nereye gittiğimiz kalmıştı? Tam Ahsenlik sahneydi! Ah güzelim ah, bir şeyde de seni aramasa gözlerim olmaz mıydı?

"Niye uyuşturucu için para bayılmıyorsunuz ki? Sizin o boktan yemediğiniz ne malum?" Babam kafasını bir kere geriye attı.

"Yok, biz daha çok silah satıyoruz. Almak isterseniz ayarlayalım? Malum bizi öldüreceksiniz ya."

Şimdi Serdar Aykan da gülüyordu. Ama sinirden! "Olur, acil olursa sevinirim. Sabrım kalmadı çünkü!"

"Ya siz iyi misiniz? Neyin kafasını yaşıyorsunuz baba? Bu rahatlık ne? Ahsen kaçırılmış ya!"

Araya giren, ince ve her an ağlamaya hazır ses Ömür'ündü. İki adam da kafalarını eğip, aralarına giren kardeşime baktılar. Onca adamın arasında bu kızı gözü görmemiş olmalıydı şimdiye kadar. Kaşlarını çattı Serdar Bey.

"Sen kimsin?" dedi. Nasipse gelinin?

Ne?

O ses neydi lan gene gaipten gelip ortama sıçmıştı. Bir kere daha aynı şeyi yaşayacak mıyım diye bekledim ama yok, gelmedi. Harbiden fantastik bir evrendeydik biz amına koyayım. Ahsen'in dalga geçtiğim iç sesi gelip gelip beni bulmadan duramıyordu. Hem de böyle bir anda hem de Ahsen baygınken. Ya da benim de yıllardır geveze olmayan iç sesim yeni yeni türüyordu. Onun kafasını keserdim!

"Ben Ömür. Ahsen de benim arkadaşım!" Helal olsun lan kardeşime! Bizim adımıza sığınmamıştı ya da benim yüzümden Ahsen'i benimsemiş gibi davranmamıştı. Ahsen olsa onunla gurur duyarı bu an için. Ah Ahsen ah!

"Kızım, bulacağız onu, ben Ahsen'e inanıyorum. Eminim sabırla bizi bekliyordur." Ya evet, baygındı zaten. Kendinde bile değilken beklemeyip ne yapacaktı?

"Nereden biliyorsun benim kızımı sen? Tanıyor musun?" dedi Serdar Bey, babama.

Gözlerimi irice açıp, babama baktım. Başım anında iki yana sallanmıştı. Sakın sakın sakın baba sakın! Dişlerimi birbirine bastırdım. "İş yapacağız onunla, davette karşılaştık," dedi. Oh ucuz yırtmıştık. Bir kızın babasına kızını eve attım diyeceğim diye çok korkmuştum. Zaten konum bunu belli etmişti de babam da onu burada gördüğünü söylerse ben şimdiden mezar kazsam iyi olurdu. O zaman kavuşmalarımız harbiden mahşere kalırdı. Serdar Aykan da inanmamış gibiydi ama sessiz kaldı. Aker girdi araya.

"Ya bu karışık çorba gibi, berbat durumun içerisindeyiz ama içimizde sizce de bir şey eksik değil mi?" Benzetmene sokayım!

Ahsen'im eksikti daha ne olsun? Babamla birbirimize baktık. Kaçırdığımız bir detay mı vardı? Sonra Ömür'e döndüm. Gözlerini yukarı dikip, düşünür gibi yaptı. Serdar Aykan zaten boş bakıyordu. Aradan on beş saniye geçti geçmedi, Aker konuştu. "Tabi lan dolandırıcı tuzluk, Atlas," dedi.

Hassiktir. Kardeşim yoktu!

 🖤

Çarşamba 05:20

Saatler geçmişti. Gün ağarmaya yakındı. Bahçenin içindeydim. Serdar Aykan dört dönüyordu. Polisler gelmiş, gitmişti. İfadesini değiştirmemişti Serdar Aykan, kızının kaçırıldığını duyurmuştu her yere ama bizim şimdilik bir dost olduğumuzu söylemişti. Şimdilik kelimesi canımı ilk kez bu kadar sıkmış olabilir miydi?

Kaçıranların adı olarak Ferhat'ı söylemişti. Biz de teyit etmek zorunda kalmıştık. Doğrusu bizim bulamadığımız adamları, polislerin bulması bana olası gelmiyordu ama sesimi çıkarmadım. Zaten sonra da polisler irtibatta kalalım diyerek ayrılmışlardı. Babam onlarla konuştuğu için durumu halletmiş olmalıydı. Bana bile gelip tek kelime sormamışlardı. Çıkan görüntülerle ya da panoların kurşunlanmasıyla ilgili.

Üzerimde, babamın zoruyla giydiğim bir kapüşon vardı. İçeri girmemekte inat ettiğim için zorlamıştı. Hiçbir yere sığamıyordum ama içeride Ahsen'le birkaç anımız varken hiç sığamamıştım.

Babama mafya babası diyordu Ahsen, bunu iyi biliyordum, tahmin etmesi de zor değildi ama gayet de çocuklarını düşünen bir baba gibiydi bugün. Naz görse şaşardı. Zaten Atlas'a ulaşamamak da babamın canını hayli sıkmıştı. Her gün, her birimizi kontrol eden adamın hayatındaki olaylar kökünden değişmiş gibiydi. Ve bu Aykan ailesinin fertleri hayatımıza girdiğinden beri böyleydi.

Sabah serinliği başımı ağrıtıyordu. Yaz mevsimindeydik amına koyayım ama Ahsen'in sıcaklığı olmadan buz kesiyor gibi hissetmiştim! Bir de onun üşümüş görüntüsü, kendimi buzlarla dondurmak istememe sebepti. Kendiliğinden kuruyan saçlarım bile başıma ağrı yapmış gibiydi. Şakağıma on kurşun saplansa aynı acıyı hissederdim. Dişlerimi birbirine bastırmak da ağrımı artırıyordu.

Serdar Bey ve Aker de yanımızdaydı. Evlerine gitmemişlerdi. Bir daha da gerekmedikçe bizimle konuşmamışlardı zaten. Sadece Atlas'ın bu işte bir parmağı olduğunu söylemiştik. O ufak umuda tutunmak istemişlerdi. Atlas, kızını kurtarırsa, adamın onu benden çok seveceği kesindi. Benim de erkek kardeşimi öldüreceğim! Zaten Ahsen'le yakınlar diye ayar oluyordum bir de babasına kendini sevdirirse katlanamazdım!

Ahsen'in annesiyle telefonda konuşmuşlardı. Onun gelmeme nedeninin, Serdar Bey engeli olduğunu anlamıştım. Annesi de diğer fertler kadar korkusuz ve deli miydi acaba? Gerçi benim annem de ortalıkta yoktu. Bu gibi durumlarda babamdan daha soğukkanlı olurdu. Belki de bir kız için seferber oluşumuz hiç hoşuna gitmemişti.

Atlas'ın ne telefonuna ne de arabasının konumuna ulaşamıyorduk. Bir iş vardı belliydi.

Mobeselerden görüldüğü son anı kontrol etmiştik. Benim eve gelen yolda görünüyordu ama burada olmadığına göre, kardeşim akıllılık edip, Ahsen'in peşine takılsın diye dua ediyordum. Kameralarda panelvanın peşinden giderken gözükmemişti. Araziyi iyi bildiği için kör noktalardan gitmiş olabilirdi ama bizden neden saklanıyorsun amına koyduğumun çocuğu? Resmen ona küfrederken kendi anama babama sövüyordum! İşte kardeşlere ayar olma nedenlerinden biri daha.

Belki onu takip edebilsek bir iz yakalardık. Salak çocuk, diğerlerinden saklanacağım derken, ortadan yok olmuştu! Zaten bunu başarsa başarsa Atlas başarırdı!

Saatler geçiyordu, gün aymıştı. Atlas'ın gözünü kararttığında olabileceği adamı biliyordum, ona inanıyordum ama sorun şuydu neden telefonuna ya da arabasının konumuna ulaşamıyorduk?

Gittikleri yerde sinyal kesici olması muhtemeldi. Bir orman içindelerse belki gerçekten çekmiyordu. Hâlâ etrafta gezinen adamlar vardı ama haber yoktu.

Bize sancılı bir gece geçirtmeyi amaçlamış piç Ferhat, bunu başarmıştı. Herhalde bu elde ettiği son zafer olacaktı. Saatler yeniden aktı. Sabah 10'da ancak bana yazdı. Kuruşuna kadar tahmin ettiğimiz parayı, gün içinde istiyordu. Ayrıca Ahsen'in sıkıldığını da belirtmişti. Amına koyduğum sevgilimle konuşmuş muydu?

Benimle oyun oynadığını umuyordum. Ahsen'in ona pabuç bırakmayacağına inanıyordum. Güzelimin biraz daha sabretmesi gerekecekti çünkü. Babam, onun iş yaptığı adamlarla irtibat halindeydi. Kaybettikleri paranın ederi kadar uyuşturucunun ortadan kaybolmadığı açığa çıkmıştı. Bu da demekti ki Ferhat adamları vakumluyordu. Birazını kaybetse de, kendini sağlama alacak bir miktarı sahte bir hesaba aktarmıştı. Mal herif! Bizden önce kendini öldürtürse onun leşini bile defalarca kez gebertirdim.

Sinirler artık son demine kadar gergindi. Babam, Ahsen için yeteri kadar endişeliydi ama işin içine oğlu da karışmıştı.

 🖤

Çarşamba 12:58

Beklediğimiz haber öğlene yakın geldi. İş yaptığı adamlarla da irtibata geçmiştik çünkü. Ferhat büyük kayıplar yaşattığı için zamanındaki dostları, şimdi ona düşman olduğundan, bizi boş çevirmemişlerdi.

Rus uyuşturucu baronlarından Oleg adlı bir adamın, İstanbul'dan çıkışta İzmit yolunda gizli bir sığınağı vardı. Aptal Ferhat da iş yaptığı adamlardan birinin bu yerini biliyor olmalı ki, kendi sığınakları yerine bunu kullanmayı sik kadar aklıyla başarabilmişti.

Adamların çoğu zaten arama halindeydi, oraya yönelttik. Halil'in bana uzattığı silahı aldım. Bugün kaç kere evden çıkıp dönmüştü, bilmiyordum.

Serdar Aykan ve Aker de ayaklanmıştı ama onları riske asla atmazdım! Karşılarına geçtim. "Siz burada kalın. Kızınızı sağ salim getireceğime yemin ediyorum."

Sözüm sözdü. Zaten sağ bulamazsam kendim gelmezdim. Benim işim biterdi.

Serdar Aykan'ın yeşil gözlerine yeminim buymuş gibi baktım. Birkaç sabırsız saniyede beni inceledi ama ikna olmuş gibiydi. Gözlerimde gördüğü şey, aşkımdı. Onun karşısında da babama söylediğim gibi duygularım konusunda çıplaktım. Belki nazarında sevmeyi sevilmeyi hak etmeyen, kötü bir adamdım, daha da kötü olacaktım ama kızı için dünyanın en iyi insanı olmaya çabalardım. Ahsen için verdiğim sözleri tutacağıma inandı.

Ne kadar güçlü bir baba olursa olsun, silahla gidilen bir çatışmada bize ayak bağı olacaktı. Bu yerme olmasa da gerçeği kendi biliyordu. Hayatımız bence onun dünyasındaki dizilerdekine hiç benzemiyordu. Babam da omzuna dokunduğunda, ikna olmuştu. "Biz bekleyelim. Oğlumun sözüne ben de şerefimle katılıyorum. Kızınız dönmezse, ilk beni öldürürsünüz."

Serdar Aykan, gecenin başında aralarında geçen o garip konuşmayı hatırlamış gibi kafasını salladı. "Çabuk olun." Onur'un benim için yolcu kapısını çoktan açtığı, cipe bindim. Onur da arkaya geçtiğinde Halil gaza bastı. Peş peşe, babamla birleşen tüm ekiplerimizden beş araba yola koyulduk. Oradaki adamları da hesaba katarsak, Ferhat'ın şansı yoktu. Hangi delikteyse onu bulacaktık.

İzmit yoluna girene kadar resmen dakikaları saydım. Kardeşim neredeydi? Onu bilmemek de daha kötüydü. Belki Ahsen'e, dayak anlamında dokunmazlardı ama Atlas onlara erkek olarak diklenirse, şansı daha azdı. İki canı da firesiz kurtarmak amacımızdı.

Otobanın kenarından bir tali yola saptık. Taşlı ve engebeli yoldan, şehrin çıkışına doğru küçük kulübelerin konumlandığı sakin bir yere ilerledik. Etrafımıza bakıyorduk. Ağaçlar sıktı. Telefon burada harbiden de çekmiyordu. Çeken noktada durmak önemliydi ama o telaş arasında Atlas'ın bunu aramadığını düşünüyordum. Yakınlarda bir tabiat parkı olduğunu biliyordum.

Sonra gözüme, Atlas'ın kırmızı Ferrari'si çarptı. Gündüz olduğu için daha belirgindi. "Çek sağa."

Halil arabayı durdurur durdurmaz, arabasının yanına koşturdum. Sikeyim, kaza yapmıştı. Yanına gittiğimizde, şoför tarafının kapısı kırılmıştı. Hava yastıkları da açılmıştı. Birkaç kişi hemen yakınları turladı. Atlas'tan bir iz yoktu. Kazayla ölse, bedeniyle işleri olmazdı. Zaten kaza yapmamıştı, bence yaptırılmıştı. Bu noktaya kadar dirense bile, tekerleklerine sıkılan kurşunla ağaca çarpmak zorunda kalmıştı. Ön iki tekerleğinde de kurşunlar vardı. Bu da onun önünde olan bir aracı takip ettiğini, anında açıklardı.

"Abi?"

Ercan'ın sesiyle oraya doğru yürüdüm. Kan izleri arıyordu gözüm yoktu. Belki de emniyet kemeri ve airbag ile hasarsız kurtulmuştu?

Ercan gözleriyle yerde yatan bir adamı işaretledi. Sikeyim, onun etrafında bir kan gölü oluşmuştu. "Ölmüş mü?" dedim. Atlas'la kavga mı etmişlerdi? "Hayır abi."

Ama bilinci açık da değildi. Epey hırpalanmıştı. Karın boşluğundan dört beş kere bıçaklandığı kesindi. Kalkamamıştı. Ama bıçaklanma zamanı da önemliydi. Belki Atlas kazadan sonra bir süre baygın kalmış, kendine geldiğinde de, onu da rehin almak için geri dönen ve onu götürmek için bekleyen bu adama direnmişti. Eğildim.

Üzerine bırakılan bıçağın ucu kuzeyi gösteriyordu. Yanında da Atlas'ın kırılmış telefonu vardı. Kabından tanımıştım. Kardeşim ipucu bırakmıştı! Aklını seveyim ben onun!

"Sık kafasına," dedim. Ayılmayacağı kesindi. Ferhat'a çalışan her adam da benim için bitmişti zaten. Ercan tek kurşunda işini bitirdi. "Kuzeye gideceğiz."

Yeniden arabalara bindik. Takip edilemeyen, seri numarası olmayan kurşunlardan dolayı adam bulunduğunda başımız belaya girmeyecekti nasılsa. Leşse, bir leş gibi orman ortasında kalmayı sonuna kadar hak ediyordu. Bu onun cesedi için iyi hal sayılırdı.

Yeniden arabayla ilerledik. Etrafa bakınıyordum ama birden fazla kulübe vardı. Kurşun sesine korkan ve gerçekten burada yaşayan insanlar varsa şimdi onları iyice germeye ya da amaçsız çırpınışlarıyla uğraşmaya gerek yoktu.

Arabayla gidebileceğimiz yere kadar gittik. Üçümüz de farklı bir bölgeyi tarıyorduk gözlerimizle. Diğer arabadakiler de aynını yapıyordu muhtemelen. Daha fazla araba yolu kalmadığında ve civardaki kulübeler sıklaştığında indik. "Dağılın, evlerin içine bakın ama işimizle ilgisiz insanlar varsa bir şeyi çaktırmayın."

Adamlar emir alıp, tahta kulübelerin önce çevresinde dolanıp, pençelerinden içeri görmeye çalıştılar. Ben de Ahsen'i hissetmek ister gibi birkaç saniye gözlerimi kapadım. Kalbimden bana lazım olacak bir ses şimdi gelse olmaz mıydı?

"Neredesin Ahsen, neredesin?"

Kendi kendime onunla konuşur gibi çok konuşmuştum zaten geceden beri. Ama artık içimde tutamadığım her şeyi yüzüne söylemek istiyordum.

Gözlerim yerde de sık sık geziniyordu. Atlas'a ve sevdikleri uğruna her şeyi yapan kafasına güveniyordum. Güvenim boşa çıkmadı. Önce, bir ağaç dalına bağlanan kemeri gözüktü. Derinin ucunda AÖ yazıyordu, tesadüf değildi. Buradan geçtiğini bize belirtmişti. Nefesim hızlandı. Yaklaşmıştık.

Bir çocuk oyunu gibi yapılan bu takip, basit gelebilirdi ama Atlas için elinde olan imkanlarla yaptığının en iyisiydi. Yanında silahı olsa düşünmez sıkardı ama o haberleri gördükten sonra yanıma gelmek için acele ettiğinden ve zaten bu durumu hiç sevmediğinden yanına almadığını tahmin edebiliyordum. Muhtemelen olan şansını da Ahsen'i bir arabaya bindirilirken gördü diye kullanmıştı.

Biraz daha ilerledik. Birkaç evin içi boştu. Haberler durmaksızın yanımdaki Halil'den bana iletiliyordu. Birkaçında da gerçekten her şeyden habersiz, burada yaşayan insanlar vardı.

Kimseyi ürkütmesek de sona yaklaşmıştık.

Karşımıza bir yerden sonra yan yana dizilen beş kulübe çıktı. Her birine bakacaktık ki en ortadakinden bir anda üzerimize kurşunlar yağmaya başladı. Silahıma davrandım.

Halil de anında önüme geçip, beni bir ağaç arkasına çekmişti.

Amına koyduklarım daha fazla bekleyememiş, ateşe başlamışlardı. Eh, bu sayede diğer evleri aramak zorunda kalmazdık.

Kulübenin içinde beklediğimden çok kişi olmalıydı. Kurşunlar yağmur gibi yağıyordu. Elimle arkayı dolanın işareti yaptım. Uzakta olanlar da ses koşup gelecekti zaten. Bedenimi gizlesem de başımın bir kısmını ağacın arkasından çıkarıp, kapıya nişan aldım. Kapı iki kurşundan sonra açıldı. Tahta bir kapıydı zaten kilidi de dayanmamıştı. İçeriden kabak gibi gözüken ilk adama da kurşun sıktım. Camlar parçalandı. Etraf bir savaştan geri kalmayan seslerle dolmuştu. Yanımdaki Halil de camdan gördüğü birini indirdi.

Silah sesleri hâlâ devam ediyordu. Umarım bu bir tuzak değildi. Gerçekten Ahsen oradaydı! Oleg'in tarif ettiği eve uyuyordu. Zengin bir adam için fazla basitti, eskiydi, beklenmedikti.

İki dakika içinde, silahlarımızdan çıkan kurşunlar, hedefleri buldu. Bizden bir kayıp olmaması, bu iş için sıkı eğitimlerden geçmelerinin mükafatıydı.

"Temiz!" diye önden ilerleyen Metin bağırınca, kulübeye koştum. İçeride en az on adam leşi vardı. Zararsız bir kadın için fazla alınan bir önlemdi ama Ahsen Naz için azdı bile.

İçerideki iki odaya göz attım. Yoktu. "Kaldır." Emrimle, Onur yerdeki kirli kilimleri kaldırdı. Sikeyim, gizli bir geçit de yoktu.

"Diğer evlere bakın çabuk!" Aklımdan ilk geçen, en soldaki evdi. Gelirken dikkatimi üzerine vurulan kilit çekmişti. Diğerlerinde bu yoktu. Ben de oraya yöneldim. Her biri, bir başka adamın eviyse eğer, bu ufak şaşırtmaca beklendikti.

Kapıya bir kurşun sıkıp, asma kilidini söktüm. Ama kendilerini buraya kilitledilerse diye bu yanıltmaca beni şaşırtmamıştı. İçeride kimse gözükmüyordu.

Havasız, berbat, hayvan bağlasan durmayacak bir yerdi. Ferhat'ı da böyle berbat bir yerde gebertecektim!

İçeri adımladım. Eski püskü bir mutfak vardı. Kullanılmamıştı. "Kaldır," dedim yeniden Halil'e. Beklediğim olmuştu. Kaldırdığı halıdan sonra, üzerinden ittiği tahta bir sandığın altında, dışarıdaki sesi içeriye geçirmeyecek bir yer altı sığınağı çıktı. Şu an Ahsen benden yardım dileniyorsa da duymayacaktım. Resmen içeridekilerle birlikte buraya kapatılmıştı.

Yerdeki zincirlerin üzerinde kan damlaları vardı. Kimindi?

Halil eğildi. Zincire doğru sıktığı kurşun, kilidi dağıtınca, üzerinden çekti. Paslanmış, demir kapıyı kaldırdı. Karşıma çıkan ilk şerefsizin alnına, bana doğrulttuğu silahından bir saniye önce, ben bir kurşun sıktım. İçeriden bir koşturma ses daha geldiğine göre biri daha vardı. Daha fazla sabrım kalmamıştı. Tahta merdivenden ilk adımdan sonra, hızla yere atladım. Bir piç de, bana saldırdı.

Kolunu havada yakaladım. Onu kendimle beraber yere çektim. Bir takla attık. Dizimi karın boşluğuna gömdüm. İnleyip, üzerime düşecekken altından çekildim. Yumruk yaptığı elini bana savurdu. Silahı tutan elimle bileğini ittim.

Bir tekme daha attım. Geriye savruldu. Üzerinde yükseldim, boğazına bir yumruk attım. Boğazını tutup, öksürmeye başlarken, yanıma inen Halil'e, "Bunu öldürmeyin," dedim. Ferhat'ın yerini söyleyecek olan oydu. Halil adamın ellerini ardında kilitledi.

Sonra geldiği taraftaki ince koridora yöneldim. Sağdaki kapıyı, göreceklerimden korkarak açmıştım. Ahsen eğer çok korktuysa, ya bu ona ağır geldiyse, ya ona bir şekilde dokundularsa ben ne yapardım?

Bir nefes aldım. Gözlerimi açtım.

Ahsen Naz karşımdaydı. Buradaydı. Bana bakıyordu. Seslerden dolayı, benim geleceğime dair beklenti içerisinde olsa da kapıdan uzaktaydı. Atlas yanındaydı. Yan yana dikilmiş, sakince bekliyorlardı. Sanki her gün kaçırılıyor gibi rahatlardı! Güzeller güzelim beni fark edince gözlerini irice açmış, rahat bir nefes almıştı.

Dünya benim için yeniden dönmeye başlamış gibi hissettim. Yanına koşarak giderken, silahı belimin arkasına sıkıştırıyor, bir yandan da üzerini süzüyordum. Kan Atlas'ındı. Kolundaki kumaş sargıdan anlamıştım.

"Uğur?" dedi Ahsen inanamıyormuş gibi. Kurtulacağına dair her zaman inançlı olacağından emindim ama bir an sonra Atlas da ellerine düşünce, işler sarpa sarıyor diye gerçekten korkmuş olabilirdi.

Gönlüme bir ferahlık geldi kondu. Sesini duymuştum ya başka bir şey istemiyordum artık. Sonra o da koştu. Bir adımdı belki ama bana koştu. Kollarıma aldım onu. Bedeni bedenime çarptı. Öyle rahatlamıştım ki onu bulduğuma oracıkta devrilecektim.

"Geldin." dedi sesindeki inanç beni mahvetti. "Ben sana hep gelirim."

Belini sıkıca sarmaladım. Boynuma kollarını doladı, parmak uçlarında yükseldi. Kucakladım onu. Bacaklarını kaldırıp belime doladı. Sırtından destek verdiğim bir elimle onu sertçe kendime bastırdım. Kokusunu içime çekmek isteyerek, yaşadığımı fark edeyim diye burnumu boynuna gömdüm. Derin derin nefeslendim.

Bu izbe, leş yer bile mani olamamıştı çiçek kokusuna. Kafasını geri çekti. Ensesine parmaklarımı geçirdim. Benden uzakta olmasına tahammülüm yoktu. Dudaklarımız birleşti. "Ah güzelim ah, geldim geldim buradayım." Bugün ettiğim ahı, 25 yıldır başka hiçbir zaman etmemiştim sanırım. Hayır kesinlikle etmemiştim.

"Uğur. Kurtardın beni."

Onu bir kere daha öptüm.

Dudakları, stresle fazla dişlenmekten ya da susuzluktan çatlamıştı. Geri çekildi. Yüzüne baktım dikkatle. Kollarına dokundum. Buz gibiydi teni, beklediğim gibi. Üşümüştü. Sol koluna çarptı sonra gözlerim. Parmak izleri teninde mor lekeler bırakmıştı. "Orospu çocuğu!"

"Acımıyor," dedi Ahsen hemen, şimdiden sonra bunu umursamazdı belki ama onda bir iz bıraktı diye bile lime lime edecektim onu. Ya da bunu yapan her birini!

O gün, Ferhat'ın tek parmağını değil tüm elini kolunu kırmalıydım. Oracıkta, kimseyi umursamadan gebertmeliydim onu.

Saçlarının arasına giren elimle Naz'ı yeniden kendime çektim. Alnına, yanaklarına yeniden öpücükler kondurdum. O da beni öpmeye çalışıyordu ama öncelik benimdi. Belini sıkıca bastırdıkça, bedeni göğsümle bir bütün olmak ister gibi birleşiyordu. Diğer elimle onu sıkıca kucakladığımda elime yine teninin soğukluğu çarptı. Yerin altında, bu hislerle nasıl ondan sıcak olmasını beklerdim zaten.

Ahsen belime doladığı bacaklarını çözdü. Onu ağırca yere indirdim. Üzerimdeki kapüşonu çıkarttım hızla. Giydirmeden önce acısını alır gibi, kolunun üzerini öptüm. Gülümsedi. Şu gülüş için sıktığım her kurşuna değerdi. Pişman değildim. Olmayacaktım.

Kollarını uzattı hemen, hiç zorlanmadan giydi. Ah güzelim ah üşümüştü bu yerin altında. Ensesinden kendime doğru çektim onu. Alnını öptüm yeniden. Başını boynuma gömdü. Derin bir soluk çektiğini duydum. Ellerimle sırtını, kollarını onu ısıtmaya çalışır gibi bir yandan da sıvazlıyordum.

"Abi ben de iyiyim ya sağ ol sordun. Yaşıyorum he? Bugün de ölmedik şükür."

Atlas'ın sesiyle ona döndüm. Üzerini süzdüm. Tişörtünün alt kısmı yırtıktı. Kolu da o parçayla sarılıydı. Kendini, fazla değer verdiği bedenini yaralatmış, mahvettirmişti ama cesareti olmasa belki de Ahsen'i daha geç bulacaktık. Zaten aradan geçen bir güne yakın süre hiç de erken değildi! Onun da ensesinden tutup kendime çektim.

"İkiniz de benden güzel bir azar yiyeceksiniz, hazır olun!" Sesime tehdit katmaya çalışıyordum ama sağ ve salimlerdi ya geri kalan her şeyi boş verecektim.

İki yandan bedenime sarıldılar. Atlas'ın saçlarının üzerine bir öpücük kondurdum. Sevgilimi kurtarmamda payı büyüktü. Bu yolda arabasını bile feda etmişti, ona en güzelini alacaktım! Hak etmişti.

Ahsen de göğsüme gömdü başını. Başımı çevirip onun güzel saçlarını da öptüm. "Hadi çıkalım, daha fazla kalmayalım burada." Ne onlar daha fazla kapana kısılmış gibi hissetsinler istiyordum ne de ben artık Ferhat'ın çekeceği bir nefes fazlalığa tahammül edebilecektim.

Atlas kafasını salladı geri çekildi. Ahsen de kollarını kaldırdı. Bebeğim benim. Onu kucakladım deminki gibi. Boynuma kollarını doladı. Kollarımda o varken, bir daha onu kaybetmeyeceğime dair yeminler ettim. Başını boynuma gömdü. İçine derin derin, rahatladığını belirten nefesler çekiyordu. Ya da yaşadığını hissetmeye çalışıyordu. Aynısını ben de yapıyordum çünkü. Onun yaşadığını hissetmeye çalışıyordum.

Yaşıyordu. Zaten o yaşamasa, benim de nefesim kesilirdi.

 🖤

AMK yerinde Ahsen'i kurtaram diye upuzun bölüm yazmak zorunda kaldım uffffff

Diğer bölüm Fe*rhat'ı gebertcez nasipse khdlgfjdhf

💘OY VE YORUMLAR UNUTULMASINNSSSSSS💘 EMEK ÇNK

Öptümsssss

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 110K 51
Yüce yaradan beni yaratırken bol keseden ego hamuruma katmışsa ben bir şey yapamam abicim. Ego doğuştan gelen bir şeydir,sonradan kazanılmaz! Tabi bu...
1.9K 419 30
Her şey bir dansla başlamış ve bir dansla bitmişti. Kötülüğün dansı Patricia'nın hayatını hiç ummadığı bir şekilde değiştirmişti.
209K 7.1K 44
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
275 50 25
Kayboluyorum... Lakin yardım edecek birini de bulamıyorum. Sevgili sanırım ben yaşarken ölüyorum. Sıradanlaşıp rutinlere dolanıyor, Şehrin karanlığın...