Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf Dövme...

By Savaniris

109K 8.1K 3.3K

Karanlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyor... More

T a n ı t ı m
1|Dövmeci Dükkanı
2|Garip Şeyler Oluyor
3|Fabulasium
4|Yine ve Yeniden
5|Düşmanlarla Yemek
6|Kaçış
7|Son Partisi
8|Yeni Birileri
9|Sürpriz
10|Zorlu Bir Görev
11|Değişim
12|Topaz Köy
13|Beklenmedik
14|Kötü Bir Sürpriz
15|Parlak
16|Tehlike Çanları
17|Kayıp
18|Mesaj
19|Şüphe
20|Küçük Bir İttifak
21|Acı
22|Gerçek Aynaları
24|Yeni Sırlar
25|Tuhaf Bir Karşılaşma
26|Sargas Yıldız Geçidi
27|Prensesin Uykusu
28|Not
29|Arena
30|Yüzleşme
31|Büyük Bir Hata
32|Günlüğün Sırları
33|Ejderhanın İzinde
34|Sör Bukalemun'un Laneti
35|Kaosa Beş Kala
36|Mektup
37|Zor Bir Gece
38|Tehdit
39|Karanlık Ruhlar Evi
40|Kısa Bir Soluk
41|Korku
42|Hapsolmuş
43|Karanlık Ruh
44|Hesapta Olmayan Bir Plan
45|Kaçak
46|Ejderhayla Dans
47|Kara Kutuya Yolculuk
48|Hazırlık
49|Şatoya Dönüş I
50|Şatoya Dönüş II
51|Tavan Arası Sırları
52|İzciler'in İzinde
53|Karmaşa
54|Çınar Köşkü
55|Tören
56|Acı Bir Gerçek
57|Savaşın Ayak Sesleri
58|Savaş
59|Sonsuz
60|Son

23|Sandık

1.3K 130 21
By Savaniris

Keyifli okumalar!

     Tam anlamıyla kapana kısılmıştık. Bambaşka bir evrende bile psikopat manyaklar olabiliyordu demek ki. Korkuyla Alkın'a ve Egehan'a baktım. Onlar da tedirgin görünüyorlardı fakat Alkın'da giderek artan bir öfke de mevcuttu.

Alkın "Kimsin sen?" diye sordu tehlikeli bir sesle. Elleri yumruk olmuş, nefes alış verişleri hızlanmaya başlamıştı.

Barmen sinsi bir şekilde gülümserken "Burayı işleten basit bir adamım." dedi fakat bakışları ve ses tonu çok daha fazlası olduğunu gösteriyordu.

Egehan "Ne istiyorsun bizden?" diye sorduğunda adam eliyle ahşap binanın kapısını göstererek "İçeri girmenizi istiyorum." diye cevap verdi yavaşça.

Çenemi yukarı dikerek "Yakında bu evrenden ayrılacağız. Bizi burada istesen de tutamazsın." dedim.

Adam güldü. Gülerken pos bıyıkları hafifçe hareket etmişti. "İşte bu konuda yanılıyorsun küçük hanım. Ben istemediğim sürece buradan ya da bu evrenden ayrılamazsınız." dediğinde yutkundum. Ne demekti bu?

Alkın sertçe "Nesin sen? Bir canavar mı?" diye sorduğunda adam yavaşça merdivenleri tırmanmaya başladı.

"Bir canavar değilim. Beni öldürmeniz kendi dünyanıza herhangi bir fayda sağlamaz. Kaldı ki beni öldürmeniz imkansıza yakın. Ben bir Sandık'ım." dedi.

"Sandık mı? O da ne?" diye sordum yüzüm buruşurken.

Adam gülümseyerek "Yakında öğrenirsin." dedi ve içeri girdi.

Yutkunarak "Şimdi ne yapacağız?" diye sorduğumda Alkın düşünceli bir sesle "Çok garip. O adamın izni olmadan buradan kurtulamıyorsak Meira ve koruyucu nasıl kaçmayı başardılar?" diye sordu. Bakışlarım Egehan'a kayarken tepkisiz bir şekilde Alkın'ı izlediğini gördüm.

"Bence şu an bunu düşünmesek de olur." dediğimde Alkın'ın sert bakışları gözlerimi buldu.

"Aslında şu an tam olarak bunu düşünmemiz gerekiyor Nova." dedi. "Buradan kaçabildilerse bir açık bulmuş olmalılar ama nasıl?"

Aslında kaçamadıkları için bunu düşünmeye gerek yoktu fakat bunu ona söyleyemedim. Bunun yerine bakışlarımı çevrede gezdirdim. Belki dikkatimi çeken bir şey olabilirdi fakat burası o kadar ıssız bir yerdi ki çığlıklar eşliğinde ölsek kimse duymazdı.

Alkın binaya doğru yönelirken kolunu kavrayarak onu durdurdum. "Burada kalalım. Sabaha kadar o adamdan uzak durursak kurtulabiliriz." dedim.

"Hayır, bizi bir şekilde içeri çeker. Ayrıca sabah olmadan kurtulmamızın bir yolu varsa bulacağım. Beklemek istemiyorum, yeteri kadar vakit kaybettim." dedi Alkın ve kolunu elimden kurtararak ahşap binaya ilerledi.

Tedirgin bir şekilde Egehan'a baktığımda sadece omuz silkmekle yetinmişti. Nasıl bu kadar kaygısız olabiliyordu? Belki ölecektik ya da daha kötüsü kimliğimiz açığa çıkacaktı. O zaman ne yapmayı planlıyordu acaba?

Oflayarak Alkın'ı takip ettim ve büyük ahşap kapıdan içeri girdim. Göz göre göre tuzağa gittiğimizi hissediyordum nedense.

Kırmızılar içindeki salona girdiğimizde dansçılar hâlâ dans ediyor, masalara dağılmış birkaç kişi ise gürültüyle sohbet ediyordu. Onlar da adamın tuhaf olduğunu fark etmişler miydi? Keyiflerine bakılırsa etmemişlerdi.

Adam tekrar bar bölümüne geçerek eline kristal bardaklardan birini alıp kurulamaya başladı. Üzerindeki beyaz gömleği ve yeleği, gömleğinin yakasındaki papyonuyla oldukça şık ve elit bir görüntüye sahipti. Geriye doğru taranmış beyaz saçları ve gri pos bıyıklarıyla normalde sevecen biri gibi görünüyordu. Kapkara gözleri bardakla Alkın arasında gidiyordu. Alkın da bara oturmuş, keskin bakışlarını gülümseyerek işini yapan adama dikmişti.

"Aradığını bulabildin mi?" diye sordu adam Alkın'a.

Alkın bir süre cevap vermedi fakat en sonunda başını yavaşça salladı. "Evet ama sayende elimden kaçırdım." dedi.

Adamın bardağı kurulayan eli duraksadı. Ardından hafifçe güldü. Gülüşü beni ürpertmişti. "Acaba?" diye mırıldandı.

Alkın'ın kaşları çatılırken "Ne demek istiyorsun?" diye sorsa da adam başka bir şey söylemeden keyifle gülümsemeye devam etti.

Bizim kim olduğumuzu anladığından şüphelenmeye başlamıştım. Eğer anladıysa, patlamak üzere olan bir bombaydı ve benim bu bombayı gözümün önünden ayırmamam gerekiyordu. Bu saçma yere geldiğimiz ana lanet ederek bar taburesine oturdum.

Alkın, sıkıca yumruk yaptığı elini tezgahın üzerine koyarak "Gizemli konuşmaları kes ve ne demek istediğini açık açık anlat." diye hırladı. Ciddi anlamda sinirlenmişti ve sabrının son demlerini yaşıyordu. Meira'yı son saniyede elinden kaçırmak onu delirtiyor olmalıydı.

Elimi yavaşça ve biraz da korkarak elinin üzerine koydum. "Sakin ol." dedim yumuşak bir sesle.

Alkın'ın bakışları bana döndüğünde irislerindeki rengin değişimi yutkunmama neden oldu. İrisleri lav rengiydi. Renk değiştirebildiğini bile bilmiyordum. Buraya geldiğim ilk andan itibaren onun gözleri mavinin tonları arasında değişiyordu sadece fakat buna ilk kez şahit olmuştum. Demek ki gerçekten sınırdaydı ve sınırı aşarsa neler olacağını bilmiyordum.

Tezgaha çarpan bardak sesiyle başımı sol tarafıma çevirdim ve Egehan'ın keyifle ağzındaki sıvıyı koluyla sildiğini gördüm. Gerçekten o adamın verdiği bir şeyi içecek kadar aptallaşmış olabilir miydi?

Gözlerimi büyüterek "Neden içtin onu?" diye sordum. Egehan'ın yüzünde mutlu bir gülümseme vardı. Biraz fazla mutlu...

"Tadını merak ettim. Ayrıca bu ne kasıntılık ya? Siz de için, biraz rahatlarsınız." derken sonlara doğru kelimeler kaymaya başlamıştı. Nasıl bu kadar hızlı sarhoş olabilirdi?

Dişlerimi sıkarak "Saçmalama Zoran!" dedim. "Kaç tane içtin?" diye sordum.

Parmakları üç işareti yaparken "Bir." dedi. Sinirle iç çektim. Neden bu kadar dikkatsiz davranmıştı? Şimdi bir de onu kendine getirmeye çalışmakla uğraşacaktım.

Sıkıntıyla oflarken Egehan'ın başı sertçe tezgaha düştü ve saniyeler sonra horlamaya başladı. Ağzım açık onu izlerken barmen yumuşak bir sesle "İsterseniz onu yukarıdaki odalardan birine götürebilirsiniz. Odalarımız konforlu ve temizdir." dediğinde yüzümü buruşturdum.

"Neden? Daha kolay ölelim diye mi?" diye sorduğumda adam güldü.

"Sadece bir öneriydi." dedi. Bizim gerginliğimiz onu daha da mutlu ediyor gibi görünüyordu. Belki de asıl amacı korkmamızdı. Belki korkudan beslenen garip bir yaratıktı ve biz şu an ona istediğini veriyorduk.

Aniden ayağa kalkarak "Tamam." dedim. "Bize odanın anahtarını ver. Onu yukarı götüreceğiz."

Alkın gözlerini devirirken adam bıyıklarının altından gülümseyerek "Güzel. Temizliğe de kalmamış olursunuz." dedi ve birkaç saniye eğildi. Elinde süslü demir bir anahtarla doğrulup anahtarı bana uzattı. "Odada üç kişilik yatak var. Siz de biraz dinlenin." dedi.

Tabii ki öyle bir şey yapmayacaktım fakat bir şey söylemeden anahtarı aldım ve Egehan'ı omuzlarından kavrayarak kendime doğru çektim. Cüce olsa da hâlâ ağırdı ve ben onu tek başıma yukarı taşıyamazdım. Bu yüzden gözlerimi Alkın'a çevirdim. Sıkıntıyla iç çekerken taburesinden kalktı ve bir el hareketiyle Egehan'ı taşımaya başladı.

Bakışları son kez barmeni bulurken çenesi kasılsa da ahşap ve gıcırdayan merdivenleri çıkmaya devam etti. Merdivenleri tırmanırken masada keyifle sohbet edip şarkı söyleyen insanlara baktım. Onlar da bizim gibi tehlikedeler miydi? Yoksa bu sadece bize özel bir şey miydi?

Barmenin onların yanına gittiğini hiç görmemiştim. Aslında bakışları bile o insanlara dokunmamıştı. Bir de aynaların bulunduğu salondaki insanlar vardı. Keyifle oradan oraya koşuyorlardı ve hiçbiri korkmuş görünmüyordu. Burada tam olarak neler oluyordu?

Duvar aplikleriyle aydınlatılmış uzun koridoru aşarken gözlerim aşağıdaki insanların üzerinde son kez gezindi ve bakışlarımı elimdeki süslü anahtara çevirdim. Anahtarın üzerinde Roma rakamıyla dokuz yazıyordu.

Dokuz numaralı odanın önüne geldiğimizde anahtarı deliğe yerleştirerek sertçe çevirdim. Hafif bir gıcırtıyla açılan kapıdan içeri girmeden önce havada ağzı açık ve horlayarak süzülen Egehan'a ve arkamda bekleyen Alkın'a baktım. "Ya içeride tuzak varsa?" diye fısıldadım.

"Olabilir." dedi Alkın.

"Girmeli miyiz?"

Alkın başını salladı. "Girelim. Başımıza bir şey gelecekse başka bir yerde de gelebilir." dedi.

Derin bir nefes alarak karanlık odaya girdim. Alkın da Egehan'ı sürükleyerek odaya girdi ve duvara sabitlenmiş gaz lambalarını elini savurarak yaktı. Oda ortalama bir büyüklükteydi. Tam karşımızda ahşap doğramaları olan bir pencere, onun hemen önünde bir yatak vardı. Onun sağ ve sol yanında duvara dayalı iki yatak daha vardı. Sağdaki yatağın ayak ucunda eski bir ahşap dolap, soldaki yatağın ayak ucunda küçük bir çalışma masası vardı. Yere püsküllü fakat ipleri yer yer kopmuş bir halı serilmişti.

Alkın Egehan'ı ortadaki yatağa bıraktığında yavaşça soldaki yatağa ilerlerken ayağımın altındaki ahşap parkeler gıcırdamıştı. Yavaşça yatağa oturup ellerimi iki yanıma koydum.

Alkın da karşımdaki yatağa oturduğunda "İstersen uyuyabilirsin. Ben nöbet tutacağım." dedi. Böyle bir yerde uyuyacak kadar rahat bir insan değildim.

"Hayır, uyumayacağım." dedim. Beyaz örtünün altındaki yastığı alıp arkamdaki duvara koydum ve yatakta gerileyerek sırtımı yastığa yaslayıp bağdaş kurdum. "Sen iyi misin?" diye sordum kısık sesle.

Alkın öne doğru eğilmiş, dirseklerini dizlerine yaslayarak elinde alev topu oluşturmuştu. Gözleri aleve dalgın bir şekilde bakarken mavinin açık bir tonuna dönmüştü. "İyiyim." dedi. Bakışları bana döndüğünde "Sen?" diye sordu. "Biraz solgun görünüyorsun."

"Yoruldum sanırım. Kolay bir gün değildi, hâlâ değil gerçi." dedim. "Her an bir şey olacak diye beklemek sandığımdan daha yorucuymuş."

Alkın merakla yüzüme bakarken "Daha önce hiç diken üstünde olduğun anlar olmadı mı? Kaçtığını söylemiştin." dediğinde dudaklarımı büzdüm.

"Oldu tabii fakat böyle değil. O anlarda yine de özgürdüm. Şimdi hapsolmuş bir şekilde bekliyorum. İkisi farklı şeyler." dediğimde başını salladı. Söylediklerime ben bile inanmıştım.

Bir süre sessiz kaldık. Alkın elindeki alev topuna çeşitli şekiller veriyor, birkaç saniye boyunca o şekilleri hareket ettirip bozuyordu. Yutkunarak "Onu tüm bunlara katlanacak kadar çok mu bulmak istiyorsun?" diye sordum.

Alkın'ın hareketli parmakları durdu ve bakışları elindeki şekilde kaldı. Bir adamla bir kadın, avuçlarında dans ediyordu. "İlk zamanlar bu kadar çok istemiyordum ama şimdi...Onu bulmaya ihtiyacım var."

"Neden?" diye sordum.

Alkın'ın bakışları dalgınlaştı. "Çünkü onu da kaybedemem." dedi.

Kaşlarım çatıldı. Kimden bahsediyordu? Kaybettiği biri mi vardı? "Onu da derken?" diye sordum merakla.

Alkın kendine gelerek "Boş ver." dedi. Rahatsız olmuş gibi görünüyordu. Kendisi hakkında bilgi vermek hoşuna gitmiyor gibiydi.

"Peki onu sadece bu yüzden mi bulmak istiyorsun?" diye sordum.

"Onu bulmak aynı zamanda görevim de." diye cevap verdi. Evet, bunu biliyordum ve şimdi ona aslında aradığı kişinin ben olduğumu söylememi engelleyen en büyük şey buydu.

"Onu ne olursa olsun bulacağım." dediğinde başımı duvara yasladım. Bulursa olacakları tahmin edemiyordum.

<<<•>>>

Bir takım gürültüler kulağıma çalındığında sıçrayarak gözlerimi açtım. Başım omzuma doğru kaymış, boynum tutulmuştu. Elimi boynuma getirerek ovmaya başladım. Egehan hâlâ horuldayarak uyuyordu. Gözlerimi karşımdaki yatağa çevirdiğimde boş olduğunu gördüm ve tedirginlikle odanın içine baktım. Alkın burada değildi.

Odanın dışından çığlıklar ve koşuşturma sesleri duyduğumda kalbim korkuyla hızlandı. Dışarıda korkunç olduğunu tahmin ettiğim şeyler oluyordu ve Alkın burada değildi.

Hızla yataktan kalkıp Egehan'ı sarstım. "Zoran! Zoran! Uyan! Çabuk!"

Egehan mırıltılarla döndüğünde koluna sert bir çimdik attım. Gözleri aniden açılırken acıyla inledi. "Ah! Neo oluyoar?" dediğinde hâlâ sarhoş olduğunu fark ettim. Neden içkinin etkisi geçmemişti ki?

"Of! Hemen kalkman lazım!" dedim telaşla. Dışarıdaki gürültüler hâlâ devam ediyordu.

"Bir uyutmadınığız bee!" diye ağzında yuvarlayarak konuştuğunda kollarından çekiştirerek yataktan kaldırdım.

"Saçmalama şu an uyumanın hiç sırası değil. Sonsuza kadar uyumak istemiyorsan tabii." dedim ve kapıya yaklaşarak yavaşça kapıyı araladım.

Aşağıda resmen kıyamet kopuyordu. Ayağa kalkıp sendeleyen Egehan'ın kolundan tutarak odadan dışarı çıktım. Egehan'ın dengesiz hareketleri beni de zorluyordu fakat bir şekilde merdivenlere ulaşmayı başardık. Aşağı baktığımda büyük kırmızı salondaki masa ve sandalyelerin devrildiğini, içki bardaklarının kırıldığını ve kırmızı perdenin yırtılarak sallandığını gördüm. Burası tam bir savaş alanına dönmüştü.

Hâlâ Alkın'dan bir iz göremezken Egehan'ı çekiştirerek gıcırdayan merdivenlerden aşağı indim. Bakışlarım bar tarafına döndüğünde bıyıklı barmenin devleşerek önündeki adamı içine çektiğini gördüm ve olduğum yerde donakaldım. Adam toz zerreciklerine dönüşürken önce dövmesinin şeklini aldı. Bu şekil, çember içinde birbirine dolanmış dallardı. Ardından toz zerrecikleri barmenin kocaman açtığı ağzından içeri çekildi. Barmenin vücudu yeşil renkle parladığında kollarından birini masaların bulunduğu tarafa uzattı ve kolu ağaç dallarına dönüşerek uzamaya başladı.

Dallar, bir masanın arkasında korkuyla saklanan kadına ulaştığında kadını hızla belinden kavrayıp havaya kaldırdı. Kadını kendine doğru çekerken onu sıkmaya da başlamıştı. Kadın çığlıklar atarken nefessiz kalarak morarmaya başladı ve en sonunda patladı. Etrafa kan ve et parçaları yerine toz yayılmıştı. Yayılan tozlar bir araya gelerek bir çember ve içinde kanat sembolü oluşturduğunda canavar barmen o şekli de içine çekti ve saniyeler sonra beyaz ışıkla parlayarak havalanmaya başladı.

Girdiğim şoktan çıkamıyor, yerimden kesinlikle hareket edemiyordum. Onun elinden gerçekten kurtulamayacaktık. Bizi öldürecekti ve bir cesedimiz bile olmayacaktı.

Barmen bizi fark ederek koca bıyıklarıyla gülümsedi. "Demek uyandınız. Temizliği görmenizi istemezdim ama madem geldiniz..." derken kuru dallara dönüşen kolu bana doğru uzanmaya başladı. Şok ne yazık ki bedenimi esir almış, hareketlerimi kısıtlamıştı. Öleceğimi kabullenerek sessizce ölümün bana ulaşmasını beklerken Egehan aniden neresinden çıkardığını bilmediğim bir kılıçla önüme geçti ve bağırarak kılıcı bir o tarafa bir bu tarafa salladı.

"Çek o elini kolunu lan!" diye bağırırken kelimeleri hâlâ kayıyordu. Kılıcı sallarken dengesini kaybedip kılıcı ahşap tırabzana sapladığında küfrederek kılıcı çıkarmaya çalıştı. İlk defa beni korumak için bir şey yapıyordu fakat onu da yanlış yapıyordu.

Kuru dallar bana doğru hızla ilerlerken dalların önünü büyük bir alev şeridi kesti. Birkaç dal yere düştüğünde barmenin boğazından tuhaf hırıltılar çıktı.

Bakışlarım alev şeritlerinin kaynağına döndü. Alkın'ın saçları dağılmış, nefes nefese kalmıştı. "Nova! Dışarı çık!" diye bağırdı bakışlarını bana bir saniye çevirdiğinde.

Kendime gelmeye çalışırken derin bir nefes alıp sakinleşmeye başladım. Alkın'ı arkamda bırakamazdım. Gözlerimin önünde iki kişi yok olmuştu. Gerçekten ölmüşler miydi yoksa sadece bu evrenden mi gitmişlerdi bilmiyordum. Dövmeci'nin söyledikleri zihnimi doldurdu. Burada bir yıldan fazla kalan kişilerin varlıkları bu evrene işleniyordu. Burada ölürlerse gerçek dünyada da ölürlerdi. Alkın buraya dört yıl önce gelmişti. Egehan'ın da bir yılı aşkın bir süredir burada olduğunu biliyordum. Yani ikisi de tehlikedeydi.

Egehan'ın hâlâ çıkarmak için debelendiği kılıca baktım. Bu garip varlığı onunla öldürebilir miydim? Ne olduğunu bilmiyordum. Sandık ne demekti? Zayıf noktası neydi?

Cebimdeki küçük kesenin varlığını hatırlarken garip yaratığı incelemeye devam ediyordum. Lila renkli toz bana istediğim silahı verebilirdi fakat çok az kalmıştı. Büyük ihtimalle sadece bir silahlık hakkım vardı ve seçimimi doğru yapmak zorundaydım.

Ama önce Alkın'la Egehan'ı buradan uzaklaştırmam gerekiyordu. Kılıcı çıkarmakla uğraşan Egehan'ın koluna girerek onu dışarı doğru sürüklemeye başladım. "Nereye?" diye sordu Egehan. Gözleri açılıp açılıp kapanıyordu.

"Bir fikrim var." dedikten sonra kapıyı açıp onu dışarı çıkardım. "Ama önce atları hazırlaman gerekiyor." dedim sanki çok zor bir işten bahsediyor gibi. Aslında tek yapması gereken eyerlerini hazırlamaktı fakat şu anki kafayla bunu düşünemediği için başını sallayarak beni onayladı ve sallana sallana atlara doğru gitti.

Tekrar içeri girdim ve Sandık'la dövüşmeye çalışan Alkın'ın dikkatini çekmeden duvar kenarından ilerledim. Yere düşmüş masalardan birinin arkasına saklanarak tuhaf yaratığı izlemeye başladım. Bir yandan Alkın'ın alevlerini savuştururken bir yandan da göremediğim köşelerden yakaladığı insanları toz zerreciklerine çevirip kendi bünyesine katıyordu. Bakışları benim bulunduğum yere doğru kayarken tehlikeli bir şekilde gülümsedi.

Ardından Alkın'ın bedenini sıkıca kavrayarak havaya kaldırdı ve "Değerli bir yemeksin ejderha ama seni sonra da yiyebilirim. Önce biraz eğlenmek istiyorum." dedi. Alkın'ı dışarı doğru fırlatıp büyük ahşap kapıyı kapattı ve kilitledi.

"Çıkabilirsin tatlım." dediğinde ürperdim. Bunu sevgi sözcüğü olarak değil, yemek olan tatlı anlamında söylemişti. "İşte, isteğini yerine getirdim."

Kaşlarımı çatarak yavaşça masanın arkasından çıktım. "Ne istiyormuşum ben?" diye sorarken temkinli adımlarla ona doğru ilerliyordum.

"Benimle yalnız kalmak." dedi. Hâlâ kuru dal topluluğu olan kolu normal bir hale döndü. "Gözlerindeki korkulu merak çok cezbedici."

Tam karşısında durduğumda yutkundum. "Sandık ne demek? O insanlara ne yaptın?" diye sordum.

Barmen gülümsedi. Biraz önce yaptıklarını görmemiş olsam bu bıyıklı gülümsemesine sevimli bile diyebilirdim. "Sandık, güç demektir. Nasıl gerçekte depolama amacıyla kullanılıyorsa ben de öyleyim. Güçleri depolarım. Bu evrenin size verdiğini tekrar evrene veririm. Ben bir çeşit döngü anahtarıyım yani." dedi.

Kaşlarımı çatarak "Güçleri o insanları öldürerek mi alıyorsun yani? Neden?" diye sordum.

"Çünkü bu evrenin de enerjiye ihtiyacı var. İnsanlar ölüyor, evet fakat ölümleri döngüye katkı sağlıyor." dedi.

"Onlar gerçek dünyada da ölüyorlar mı yani?" diye mırıldandığımda güldü.

"Ne yazık ki evet ve düşündüğün gibi bunun burada bulunma süresiyle hiçbir ilgisi yok. Bir senesi dolsa da dolmasa da öldürdüğüm insanlar gerçekten öldüler canım ve şimdi sen de onlara katılacaksın." dedi.

Korkuyla nefesimi içime çektim. Hiçbir şey planladığım gibi gitmemişti. Yavaş yavaş gerilerken Alkın'ın öfkeli bağırışlarını ve kapıyı zorlama sesini duydum. Bana Sandık istemediği sürece yardım edemezdi ve Sandık da bunu istemeyecekti.

"Peki biz buraya nasıl düştük? Yolumuz neden buradan geçti?" diye sordum.

Sandık gülümsedi. "Aslında bu evrendeki üç Sandık'tan biriyim ve her birimiz rotalara olabildiğince uzakta konumlandırılırız. Buraya kimsenin kolay kolay yolu düşmez. Sizin de düşmeyecekti, tabii o ejderha çocuk olmasaydı." diye cevap verdi.

Kafa karışıklığıyla "Prens Dorian mı?" diye sordum.

"Hayır. Diğer ejderha. Nealon. Sizin rotanıza küçük bir müdahalede bulundu." dediğinde şaşkınlıkla gözlerim büyüdü.

"Na-nasıl yani? Bize tuzak mı kurdu?" diye sordum.

"Evet, öyle de diyebilirsin. Artık onu nasıl sinirlendirdiyseniz sizden tümüyle kurtulmak istemiş." dedi. Aslında olan biten her şeyi biliyordu fakat bilmiyormuş gibi davranmak onu eğlendiriyordu.

"Neden yaptı bunu?" diye sordum. Şaşkınlığımı hâlâ üzerimden atamamıştım.

"Ah, bana her şeyi sorarsan sabaha kadar konuşmam gerekir. Üzgünüm, o kadar sabırlı değilim. Artık veda vakti, Prenses Meira." dediğinde nefesim hızlandı. Başından beri biliyordu tabii.

Kapı hâlâ deli gibi zorlanırken dışarıdan sesler gelmeye devam ediyordu. Çok az bir zamanım kalmıştı. Eğer hemen bir plan yapmazsam iki dünyadaki yaşamıma da veda edecektim.

Sandık önümde devleşirken kolları uzayarak kuru dallara dönüştü ve bana yaklaşmaya başladı. Elime keseyi alıp ağzını araladım. Ne olursa olsun şansımı denemeden ölmeyecektim.

Eğer Sandık her şeyi yutan bir anahtarsa belki de güçsüzleşmesi için yuttuklarını kusması gerekiyordu. İşe yarayıp yaramayacağını kesinlikle bilmiyordum fakat elimi soğuk ve kaygan toza buladım. Aklımda beliren bomba görüntüsü elimde oluşurken kuru dallar karnıma sarılmaya ve beni sıkmaya başladı.

Ayaklarım yerden kesildiğinde karnımdaki baskı da artmaya başlamıştı. Sandık'ın ağzı kocaman açılırken nefesim daralmaya başladı. Elimi, bombayla birlikte keseden çıkardım. Tahmin ettiğim gibi başka toz kalmamıştı. Bu, son şansımdı.

Gittikçe ağzına yaklaşırken zorlukla derin bir nefes aldım ve bombanın pimini çektim. Vakit kaybetmeden bombayı ağzının içinden içeri gönderdiğimde gözlerim kararmaya başlamıştı.

Karnımdaki kuru dallar daha da sıkılaştı. Göz yaşlarımın yanaklarıma damladığını hissediyordum ve bu belki de hissettiğim son şey olacaktı. Ölecektim.

Nefesim kesiliyordu. Artık çevredeki hiçbir şeyi algılayamıyor ya da göremiyordum. Sonsuz dakikalar süren ölüm kendini hissettirmeye başladığında karnımdaki gevşemeyi fark ettim fakat neler olduğunu göremeden bilincim yavaşça kapandı.

Continue Reading

You'll Also Like

62.1K 5.8K 27
Ben bir cadıyım ve bu hayatımın en korkunç gerçeği. Hayatım boyunca bu gerçekten, kendimden korktum çünkü ben bir canavardım, en azından kendimi buna...
31.9K 2.5K 24
Genç kız kaymaya devam etti. Üşüyordu ama bunu sorun etmiyordu. Üşümek istiyordu. Ayağının altındaki kaygan zemin, ona iyi geliyordu. Fakat bu sefer...
36.8K 2.7K 50
# Gençkurgu-- Fantastik # # 1. Akademi # 1. Efsane # 1. Ejderha # 2. Savaş # 1. Büyü - Düşünsene, sen büyünün her şey olduğu bir dünyada, zerre ka...
342 52 5
Size kalan bir miras... Bir oyuncak kukla hayatınızı ne kadar değişikliğe uğratabilir? Benim cevabım kesinlikle hiç olurdu. Hele ki bu aramızın iyi o...