Gülbahar Hatun

By Hanzade14533

5K 337 255

- ARA VERİLDİ- Gülbahar hatun; Osmanlı'nın en görkemli zamanlarını yaşadığı bir dönemde, İstanbul'un sayıl... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
Soru-cevap bölümü

11. Bölüm

150 15 7
By Hanzade14533


Instagram: thegullbahar
Wattpad: Hanzade14533

Yazım veya mantık hatası varsa lütfen uyarınız...

Saygılar, sevgiler...

İyi okumalar.... 🍂🌹
_____________

İSTANBUL...

Bir hafta önce...

Yağmur sonrası sisin içinde iki atlı son hız koşturuyordu. Bir yere zamanında yetişmek istedikleri anlaşılıyordu.

"Ağam, bu işe nereden bulaştın?" dedi biri.

"Hiç sorma be yiğidim." Dedi öbürü ve fark ettirmeden tebessüm etti.

Niye bulaştığı elbette aşikârdı.

"Bu iş artık yabana atılacak mesele değildir ağam. Kim görevlendirildiyse ya ortadan kaybolur, ya da gazi olur oldu."

"Sultanımız, benim yapabileceğimi mi düşünüyor?"

"Sadece sultanımız değil, bütün devlet erkânı ittifak etmişlerdir ki bu işi sen yaparsın."

"Beni heveslendirmek için diyorsan bil ki ben böyle şöhrete hiç mi hiç önem vermem."

"Estağfurullah, billahi doğruyu söylerim."

İki atlı kendi aralarında konuşarak İstanbul istikametine doğru gidiyorlardı.

Geldiklerinde akşam ezanı okunmuştu. Namazlarını kılıp öyle işlerine devam etmeye karar verdiler.

İstanbul'un görkemli camilerinden birinde kıldıkları akşam namazının ardından huzura çıkmaya gidiyorlardı.

"Beyim sizi karargâhta bekliyor ağam." Dedi Bursa'dan beri ona yol gösteren delikanlı.

İçlerini bir huzur kaplamış iki yiğit tefekkür ve tatlı bir heyecanla o tarafa at sürüyordu. Kurtarılmasının ve buraya getirilmesinin nedeni elbette bu görev olmalıydı.

Gayet ağır başlı ve kendinden emin duruşu bile onun nasıl bir yiğit olduğunu açıklayabiliyordu. Kimseyle arasında bir sorununun olmamasına ek atalarından gelen bir güveni vardı ona herkesin.

Bilirlerdi ki Mirzahan başladığı işi bitirmeden asla pes etmezdi...

_________

"Hoş gelmişsin dostumun torunu."

Diye gayet samimi bir tavırla karşılandı mirzahan.

"Hoş bulmuşum beyim." Dedi.

Gülümsemesi derindi. Belli ki önceden tanışıyorlardı.

Samimi bir kucaklaşmadan sonra elini Mirzahanın omzuna atıp ilerlerken "Hünkârımız beylerle toplantıdadır. Gel hele biraz muhabbet edelim. Sahi hiç uğramaz oldun. Yoksa hatunlara mı özenirsin." Dedi sakalları beyazlamaya durmuş gün görmüş, savaşın kendisini eskittiği belli olan gülüşü ile.

Mirzahan bu lafı başkası söylese asla affetmezdi ancak bu adamın ahlakının böyle olduğunu bilirdi. Amacı gençlere takılıp onları heveslendirmekti.

Bir yandan konuşurken karargâhın kimse olmayan kısmına ilerlemişlerdi.

"Öyle oldu beyim. Az daha çoluk çocuğa karışıp gidiyorduk."

"Öyle olur tabi. Benim de öyle bir nenem olsa şimdi tam da dediğin gibi olurdum Allah korusun." Dedi kahkaha atarak.

Mirzahan şaşırmış ve kızarmıştı. Nenehatunun sultana yazdığı Mektuptan İdris ağanın haberin olması demek bütün karargâhın bilmesi demekti...

"Hiç sorma ağam. Bir imtihan geçirdik işte. Ben yokken neler oldu anlat hele." Diye konuyu dağıttı mirzahan.

"Burası aynı bildiğimiz gibi de. Sen haber ver bakalım. Tüccarın kızı nasıllar." Dedi gözünü kırparak.

İşi utandırmak mıydı bu adamın?

"Gözünden ne bir şey kaçmaz be İdris ağa."

"Dedenin emanetisin bize yiğidim. Kaçar mı hiç."

"Sağ olasın ağam. Cidden eğer biraz bir şeyler kaçsaydı gözünden beni kurtaramazdın değil mi?" dedi mirzahan.

Ne oldu Mirzahana?

"Lafı değiştirme çocuk de bakalım ne var ne yok iyi midir hali."

"İyi ağam iyi. O da benimle gelmek istemişti bursaya da ata binmeyi bilmezmiş. Gelemedi." Dedi ve ekledi.

"İyi ki gelemedi."

"Her şeyde bir hayır var işte. Az daha muratlarına eriyorlardı desene gâvurcuklar."

Başını sallamakla yetindi Mirzahan. Ne diyebilirdi ki. Bursaya doğru giderken onunla gelmesini ne kadar istese de, bursa da karşılaştıkları ona iyi ki gelmemiş dedirttirmişti...

"Gözünü dört açmalısın dostumun torunu. İçimize kadar adamları olabilir der beyim. Gerçi içimize herkesi almayız bizde. Şimdi savaş hazırlıkları içindeyiz ya faydalanacakları kesindir."

"Haklısın ağam. Savaş kararı da ani oldu biraz."

"Sultanımızın kafasında olan bir şeydir de bize açması duyulması derken vakit aldığı doğru."

"Rabbim zaferle sonuçlandırsın ağam. Sultanımızın ferasetini genişletsin."

"Âmin!"
___________

"Sana güveniriz Mirza alp!"

"Yüzünüzü ak etmeye çalışacağım beyim." Dedi boynunu büküp.

Konuşmanın sonuna geldikleri belliydi.

Beyler toplantıdan çıkınca akıncı beyi Harun Bey onu kendi çadırına alıp orada görevini veriyordu. Mirzahan karşısında elleri bağlı boynu büküktü.

Edepten...

Mirzahan bu beylerle özelden çok samimi de olsa, konu devlet olunca konumunun ne olduğunu biliyordu.

Dedesi ona her şeyden önce 'konumunu bil!' demişti ve bunu öğretmişti.

Konumunu bilmek demek büyüğüne küçüğüne nasıl davranılır, oturmasını kalkmasını, konuşmasını bilmek demekti...

"Düşman dediğimiz mahlûkun içimize kadar sızmış olacağı ihtimali çok yüksektir. Evvela kendine dikkat etmelisin, adımların sağlam at. Yapacağın iş üzerinde çok düşün. Yaptığından pişman olma evlat."

"İnşallah beyim."

"Bilirsin savaş hazırlığı içindeyiz, bunu fırsata çevirmek isterler. Bizde fırsata çevireceğiz. Bizi meşgul sanıp daha fazla iş görmeye çalışacaklardır. Dolayısıyla hata yapma ihtimalleri yüksek olur. Sana uyanık olmak düşer Mirza alp."

Mirzahandan cevap yoktu. Pür dikkat beyini dinliyor sözlerini bir bir hafızasına kazıyordu. Böyle insanların hiçbir kelimesi yabana atılmazdı. Ağızlarından çıkan her kelimede hikmetler olurdu. Düşünüp anlayana...

"Söylemek istediğin bir şey var mıdır?"

Mirzahan bu sorunun sorulacağını bildiği için kendisi izin almamış karşıdan müsaadenin gelmesini beklemişti. Ve gelmişti.

"Beyim, müsaade ederseniz Kimlerle muhatap olacağımı nerelere gitmem gerekeceğini öğrenmek isterim. Bir de beyim, resmi yerlere girebilmek için imzanızı almam çok büyük kolaylık olacaktır diye düşünüyorum."

"Bunların hepsi İdris Bey tarafından yarın akşam sana teslim edilecektir. Başka isteğin var mıdır evladım?" dedi Harun bey kalkmaya davranırken.

Belli ki sabahtan beri toplantılar vesaire baya yoğun geçmişti, istirahat etmek istiyordu.

"Sağlığınıza duacıyım beyim. Rabbim başımızdan eksik etmesin."

"Sizin gibi yiğitler de eksik olmasın aslanım." Dedi elini Mirzahanın omzuna koyarken. Gözlerinin içine muhabbetle bakıyordu.

Sesini alçaltarak devam etti. "Şehmuz Bey senin bu işi becerebileceğinden emin değil. O ve tayfasından uzak dur evlat."

"Emredersiniz beyim."

Ardından kapıya doğru yürüdü ve kapıdaki nöbetçiye Mirzahanı rahat ettirmelerini söyleyerek çıktı.

Beyin ardından Mirzahan nöbetçiyle beraber başka çadıra giderken akıncı beyi Harun Bey istirahate değil başka bir işe gidiyordu...

Onlar bu kadar çalışmasaydı, bize bu kadar rahat ve geniş topraklar kalır mıydı?..
_______

Mirzahan ertesi akşama kadar sabırla beklemiş ve İstanbul'daki ziyaretlerini yapmıştı.

Adet etmişti ziyareti...

Hazreti Yuşa a.s.'mı ziyaret eder, Ebu Eyüp el-Ensari'yi ziyaret eder, sonra sırasıyla bütün türbeleri gezer işlerinin rast gitmesi için dua ederdi.

Akşam olunca İdris beyle kararlaştırdıkları yer de evrakları teslim aldıktan sonra sahile doğru yürürken,
"Beyim, Harun beyim dedi ki; Şehmuz bey ve tayfasından uzak dur. Neden ola ki?" deyince İdris bey "Oğul! Şehmuz beyin senin gibi yiğit bir oğlu vardır. Daha önceden beri kendini kanıtlaması için beyimden oğluna görev ister, beyim de senin oğlun o olgunlukta değildir der. En son beyim dayanamayınca bu görevi ona verdi. Çocukta beceremeyince Şehmuz Bey kıskanabilir diye demiştir beyim."

"Yoksa beyime tepki mi yapar?" Dedi Mirzahan kaşlarını çatmıştı.

"Orası aralarındadır artık. Ne olacağı bilinmez."

"Mahcup olması gerekmez midir?"

"Neyse bırak şimdi sen bunu da işini yap, Beyimiz dediyse vardır bir hayır evlat."

Yatsıdan sonra kimse kalmamış diyecek kadar azalmıştı insanlar.
Uzun aradan sonra tekrar bir araya gelmeleri ikisi için de birikmiş muhabbet demekti. Sahile oturup biraz hoş muhabbet iyi gelecekti...

"Annen, bacın, nenen nasıllar?" dedi İdris bey. Dedesinin ve babasının savaş arkadaşı olduğundan az kalmamıştı zamanında onlarda.

"Anam, biraz rahatsız. Diğerleri iyiler elhamdülillah. Sizinkiler nasıldır beyim."

Gülümseyerek cevap verdi İdris Bey. "Gülfidan büyüdü. Görsen tanıyamazsın, kocaman kız oldu. Nenesi verelim der durur da bir tek kızım var benim onu da verince kimim kalır be Mirza alp?"

İdris beyin karısı hastalıktan vefat etmişti. Bir tek kızıyla senelerdir hanımının özlemini çeker dururdu. Ne kadar evlendirmek isteseler de istemez 'gayrı bundan böyle benim için cihat vardır.' Derdi...

"Eminim çok güzel olmuştur beyim de sevdiğin beğendiğin biri çıkarsa neden vermeyesin ki. Sen bu gün varsın da yarın olacağın belli değildir. Nene onu koruyamayacak kadar yaşlıdır. Bu açıdan düşünmez misin?"

İdris bey biraz düşündü ve "Aklıma bir şeyler geliyor da bekleyelim bakalım biraz." Dedi. 

Başını salladı Mirzahan. Ne düşündüğünü sormak istemedi. Zaten söylemek isterse söylerdi. Neyden çekinecekti?

Akıncı beyi Harun beyin verdiği evraklar ve Mirzahanın dedesi, İdris beyin hanımı hakkında bir müddet konuştuktan sonra ayrıldılar.

İdris bey evine giderken, Mirzahan belgede anlatılan yerleri keşif etmeyi tercih etmişti.

____________

  Mirzahanın düşüncelerinden bir kesit:

Elime tutuşturulan torbada bir deste adres ve isim kâğıdı, bir tane beyimden imzalı izin kâğıdı ve bir kese altın vardı.

Bu bilgiler elimdeyken yerim de duracağımı zannetmiyordum zaten. İlk adresten işe başlamalıydım.

Geldiğim yer bir liman meyhanesiydi. Soğuk bir son bahar gecesin de yağmur döküştürürken, sadece dışarıdan bakmakla yetindim. İçeriye bu kıyafetle giremezdim. En kısa zamanda kıyafet bulmalıyım.

Bu gibi yerlerde müthiş haber öğreniliyordu. Elbette bana bu adresin verilmesi buradan kolay haber alabileceğimle ilgili olmalıydı.

Lacosun ihracat yaptığı liman burası mıydı acaba? İşte onu en iyi buradan öğrenebilirdim. Eğer öyle ise o halde bu meyhane beni bir süreliğine misafir etmeliydi.

Yabancı ve Müslüman bir kumaş tüccarına içirebilecekleri çayları vardır herhâlde değil mi?

Bir yandan düşünüyor bir yandan ise sindiğim yerden içeriyi inceliyordum. Vaktin gece yarısına ulaşmış olmasına karşın içerisi azımsanmayacak derecede doluydu.

Kilolu olan adam mekânın sahibi olmalıydı ki millette laf atıyor birinin masasından kalkıp başkasınınkine oturarak herkesle konuşuyordu.

Etrafa içecek dağıtan uzun saçlarını arkadan bağlayan çocuk ise çırak olmalıydı. Bir telaşla siparişlere yetişmeye çalışıyordu.

On kişi saymıştım. Mekân sahibi ve çırakla on iki oluyordu...

Her akşam gelmeliydim buraya. Kilit nokta gibi bir his oluşmuştu içimde...  Neden olmasındı. Bu gibi meyhaneler gayrı meşru işlerin yapıldığı yerler demek değil miydi zaten?..   

Yavaş adımlarla ikinci adrese ilerlerken düşüncelerim sürekli yer değiştiriyor birden fazla tahminlerle hafızamı yormaya çalışıyordum.

Geldiğim yer eski bir evdi. Işık yanmıyordu ve etrafta kimse de görünmüyordu. Anlaşılan burası meyhaneden daha önemli bir yerdi.

Etrafta kimsenin olmaması sinirlerimin gerilmesine neden olsa da işim buydu...

Uzaklardan gelen birkaç köpek sesi dışında hiçbir canlı belirtisi olmayan bu sokakta önümü aydınlatacak tek şey de ay ışığıydı.

Havanın bozuk olması ay ışığını da engellediğinden, daha fazla yaklaşmadan geri dönmeliydim. Görevimin ilk günün de her şeyi mahvedemezdim.

İzlenecek ikinci yer olarak hafızama kaydederken birkaç eski evin ilerisinde bir ses duymamla arkamdaki evi kendime siper alarak beklemeye başladım.

Elimi ihtiyaten kılıcımın kabzasına atarken yanılmıyordum, orada biri vardı. O da beni görünce bir kenara sıvışmış olmalıydı.

Yapının arkasından dolaşmam vakit alır mi diye düşünürken tam arkamı dönmemle eli havada bir adamla karşılaşmam bir olmuştu.

Bir anlık refleksle kenara çekilince hamlesi boşa çıkmış, ancak benim tokadımdan kurtulamamıştı.

Tek hamlemde yere serilecek kadar kof biri olması beni güldürürken, onun hiçbir işime yaramayacağı da üzmüştü. Oysaki uyanmasını bekleyip bir güzel konuşturabilirdim ancak kıyafetlerini ve üstünü incelemekle yetinmeliydim.

Uyanmasını bekleyemezdim.
Üzerinde sivil kıyafetler varken ayağında ise rütbeli bir asker ayakkabısı vardı.

Anlaşılan bir askerdi. O halde burası bizimkilerin yeri olmalıydı. Ekiptekilerin isim listesinde askerler de vardı.

Adamın yüzünü iyice ezberleyip kenara çektim ve yoluma devam ettim. Ancak daha dikkati ve uyanıktım.

Sıradaki yer buradan biraz daha uzak olan bir konaktı. Olsundu gece uzun, heyecanım ilk andaki kadar fazlaydı.
Karşımda büyük ihtişamıyla duran konağın her yeri kandillerle aydınlatılmış, daha da ihtişamlı görünmesini sağlamıştı.

İçimden asla beğeni gelmemişti. Elbette çok güzel görünüyordu ancak benim için en büyük zengin iman ile yaşayıp, iman ile ölmek arzusuydu...

"Allah'ım sen iman zenginliği ver."

Diye dua etmeme neden olan düşüncelerimle köşkün karşı kaldırımına geçerken burasının neden listeye yazılmış olabileceğini düşünüyordum.

Bir müddet izledikten sonra hiçbir kıpırtı olmayan köşkün önünden yakınlardaki Selimiye camiine doğru çevirdim yönümü...

Böyle bir gece daha fazla dışarıda kalınamazdı. Havanın soğukluğunu yürüdüğüm için hissetmesem de beklemeye gelmiyordu. İstanbul soğuktu bu kış... Soğuk geçeceğe benzerdi...

İster istemez aklıma köyüm gelmişti. Bursada hapisten çıktıktan sonra, yani İdris beyim sayesinde çıkartıldıktan sonra köyüme uğramadan direk İstanbul'a gelmem bir daha Allah bilir ne zaman köye gitmem demekti...

Ya Gülbahar... Gülbahar hatun!  İstemeyerek de olsa Nenehatunla baş başa kalması hiç iyi olmamıştı. Allah bilir onun ne kadar kalbini kırmıştı?
Son gece yanımdan gitmek istememesi, tarlada odun kırarken saatlerce beni izlemesi, kaçamak bakışlarını düşünmek hapis de her geçen gün büyüyen bir alevi göğsüm de beslemek gibiydi...

O zamanlar belki de bir daha asla göremeyeceğim diye bir düşünce beynimi sarmalarken, İdris ağam Hızır gibi yetişmişti.

Anam, İdris ağam, Mehmet gibi iyi insanlar olduğu müddetçe sırtımız yere değmezdi Evelallah.

Bir de Gülbahar hatun...

İçimde biriken derin bir 'ah!' ı bırakarak Selimiye camiinin avlu kapısından girdim.

Aklıma gelen ilk düşünce rabbim büyüklerimizi başımızdan eksik etmesindi. Her biri arkalarından ya tekke ya medrese yahut cami çeşme, hamam, aş evi bırakıp gidiyorlardı...

Ne ince düşünceli insanlardı...

Öldükten sonra dirilmeye inanan her insanın böyle bir hayrat bırakması gerekirdi. Dünyada insanlar faydalansın ahirette de sen...

Akıllı adamlar mübarekler.

Rabbim her birine rahmeti ile muamele etsin...

Taze bir abdest ve Teheccüt namazı her zaman olduğu gibi yine iyi gelmişti.

En son Gülbahar hatunun yanında okuduğum cüzden sonra bir daha Kuran-ı Kerim okumak nasip olmamıştı.

Madem Gülbahar hatuna kavuşamıyordum onun ve benim geçmişlerimizin ruhlarına bir yasin okuyarak neden içimi ferahlatmayayım?

Düşüncem içimde bir mutluluğa dönüşürken dışarıya yansıyan ise sadece dudaklarıma yayılan hafif bir gülümsemeydi...

🌹🍂...

Instagram: thegullbahar
Wattpad: Hanzade14533

Nasıl gidiyor?

Mirzahan?

Gülbahar?

Nenehatun?

Meryem?

Zehra?

Nurbanu?

Ömer?

Mehmed?

    Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayıınnnn.

Continue Reading

You'll Also Like

Sahip By L.U.Tess

Historical Fiction

2.2M 89K 39
Aldığı kölelerle bir gece geçirip saraydan gönderen acımasız bir Şehzade... Ve Yıllardır eziyet çeken bahtsız bir köle.. Yolları bir gün kesişirse ne...
143K 6K 40
Sesiz bir ağıt yaktı genç kız yaşamına ve yaşayacaklarına. Onun adı olmuştu zaten uğursuz ama kızın bir suçu yoktu ki onun kaderi böyleydi. Adam içi...
Algon By cicek8899

Historical Fiction

30.8K 1.4K 29
iki düşman ailenin arasında filizlenen bir sevda meselesi🌼
5K 325 65
Hastane yatağında yatan, gözlerini açamayacak kadar ağır hasta olan Yu Bing, ölümü beklemekten başka hiçbir şey yapamadı. Narin vücudu nedeniyle doğd...