Gülbahar Hatun

By Hanzade14533

4.9K 337 255

- ARA VERİLDİ- Gülbahar hatun; Osmanlı'nın en görkemli zamanlarını yaşadığı bir dönemde, İstanbul'un sayıl... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
Soru-cevap bölümü

9. Bölüm

163 17 0
By Hanzade14533

Instagram: thegullbahar
Wattpad: Hanzade14533

Yazım veya mantık hatası varsa lütfen uyarınız...

Saygılar, sevgiler...

__________

Panayıra akşamdan gelip yerleşmiştik ve bu gün panayırın ilk günüydü. Hala gelenler ve yerleşmeye çalışanlar vardı. Yarışmalar öğleden önce yapılacağından meydanda kalabalık toplaşıyor ve yer kapmaya çalışıyorlardı.

Herkes yerini alınca görevlinin işareti ile üç gün boyunca yarışacakların sahaya gelmeleri istendi. Çok heyecanlıydım. Daha önce bırakın yarışmaya katılmayı böyle bir ortamda dahi bulunmamıştım ki.

Önce biraz sonra yarışacak olan okçular indi, yaklaşık yirmi kişi vardılar... Peşinden gürz sallayacaklar indi ve bunlar altı kişilerdi... Onları güreşçiler ve mızraklılar takip etti.

Sanırım sıra bizdeydi.

"Ya Allah, Bismillah!" diyerek sıraya girdim ve yaklaşık on kişi kadar vardık. Yarı yarıya kızların olması beni şaşırtmıştı. Her biri siyah bol şalvar ve siyah bol bir gömlek giyerek çıkmışlardı sahaya ve elbette başlarında dizlerine kadar uzanan siyah yemeni vardı.

Sahada bir tur atarak tekrar eski yerlerimize dönmüştük. Benim yarışma günüm olmadığından kızların yanına gittim.

"Çok heyecanlıyım." Dedi Nurbanu gözleri parlarken. Dünkü halinden hiç eser kalmamıştı. Anlaşılan içine gömmüştü derdini...

"Ağam gürz yarışına da yazılmış." Dedi Zehra. Nurbanu göz devirdi ve bir şeyler mırıldansa da kalabalıktan anlaşılmamıştı söyledikleri...

Tellalın davulunun sesi neredeyse herkesin sesini bastırmıştı bir anda. Konuşmamızı bırakıp sahaya odaklandık. Yaklaşık yirmi kişi her birinin önünde bir hedef tahtası ile yayları ile hazır ol da bekliyorlardı. İçlerinde ise sadece bir kız vardı. Elindeki yayı ve siyah kıyafetleri ile kendinden emin olduğu her halinden belliydi.

Tellalın davula üç vuruşu ile sağdan ilk okçu yarışmayı başlatmıştı. Üç hakkı vardı ve üçünü de kullanmıştı hızla, tereddüt etmeden. Anlaşılan yaman okçuydu...

Sırası gelen her yarışmacı okunu attığında hedef tahtaları köy ağalarının önüne geldi. Uzun bir incelemeden sonra aralarından sekiz kişi tekrar sahaya gelip birer atış daha yapacaklardı. On bir kişinin elenmiş olması beni çok şaşırtmıştı. Demek çok çekişmeli bir yarış olacaktı...

"O kızda kim?" dedim yanımdaki Zehra'nın kulağına eğilip. Zira her kafandan sesler çıkıyor, tezahüratlar yapılıyor, yarışmacıları isimlerini söyleyerek destekliyorlardı.

Yani çok ses vardı...

"Bilmiyorum. İlk defa gördüm bende." Dedi Zehra. Demek yeni bir heyecandı yarışma için.

Benim gibi...

Yarışacağım aklıma geldikçe heyecandan uçacak gibi oluyordum. 'Yıldız' ı düşündükçe daha da hırslanıyor, kazanmak için elimden ne gelirse yapacağıma söz veriyordum...

Karar verilip tekrar tellalın yarışmanın başladığını anlatan davula vurması ile yeniden bir sessizlik olduğunda sadece okların ıslıkları duyuluyordu...

Nihayet üçüncü defa sahaya çıkabilen sadece iki kişi kalmıştı. Hepimiz hayretteydik çünkü yarışmacılardan biri o kızdı... İlk defa bu kadar güzel ok atan bir kız görmek bizi çok etkilemişti ve tabi ki kim olduğunu da merak ediyorduk...

İki yarışmacının da hedefi aynı vurmaları yarışmanın uzamasına neden oluyordu. İnsanlar deli gibi bağırıyorlar onları gayrete getirmeye çalışıyorlardı.

Sırada at üzerinde hedefi vurmak vardı ve gerçekten de çok heyecanlı ilerliyordu süreç. Nefesimizi tutup kimin başaracağını görmeye hedeflemiştik kendimizi...

Sahanın kenarlarında bir tur atıp tekrar hedefin önüne gelirken belirlenen çizgiye yaklaşınca yaylarını gerdiler ve sırayla hedefin elli metre uzağından geçerken atışlarını yapmışlardı... Hızla giden okun sadece ıslığı ve çarpma sesi duyulmuştu. O kadar...

Bir müddet daha nefesler kesikti... Ağalar kısmındaki hareketleri takip ediyordu herkes. Hedefler şimdi orada inceleniyordu...

Ancak yine hiçbir sonuç alınamamıştı. Yarışa devam davulları çalarken yarışmacılar yerlerini alıyor ve hedefte değişiklikler yapılıyordu...

"Nasıl atacaklar şimdi?" diye sordum Zehra'ya.

"Galiba sallanan hedefe atacaklar." Dediğinde idrak etmem biraz zamanımı almıştı...

Diğer yarışmacı atından inerken, kız olan inmemişti. Görevlilerle bir şeyler konuştuktan sonra kızı ağalar kısmına götürdüler. Orada birkaç konuşma oldu ve tellallar yeni bir ilan yapmak üzere harekete geçmişlerdi... Bunların hepsini önümdeki kadının omzunun üstünden görüyordum.

"Erkek yarışmacımız kurallar gereği yayan, kız yarışmacımız kendi isteği ile at üzerinde atış yapacaktıııır!" diye bir süre ilanlar yapıldıktan sonra önce erkek olanı atış yapmaya hazırlandı ve görevlinin direğe iple bağladığı sallanan çuvalı hedef aldı, atışını yaptı... Ok çuvalı sıyırıp yere saplanmıştı...

Sıra kızdaydı. Atını yavaşça mahmuzlarken bir yandan okunu yerleştiriyor, bir yandan da atın hızlanmasını sağlıyordu...

Nefesler kesilmişti ve gözler kızın yaptığı harekete odaklanmıştı...

Ve hiç ummadığımız bir hızla atın üzerine ayağa kalkarken fırlattı okunu...

Hedefe uzaklığı yaklaşık kırk metre vardı, atı hızlı denilecek bir süratteydi, ayaktaydı ve en ilginç olanı ise hedefi vurmuştu...

Kimsenin ismini bilmediği bu kız şimdi senenin ok yarışları kazananı olmuştu. Elbette bunun resmi açıklaması panayırın son günü belli olacaktı.

İnsanlar avazları çıktığı kadar bağırıyor ve bu yeni şampiyonu kutluyorlardı... Cidden güzel bir hareketle bağlamıştı...

Her ağızdan farklı çıkan övgü sözleri birleşti birleşti ve şimdi insanlar hep birlikte

"Mirza alp! Mirza alp!" diye bağırıyorlardı.

Anlamadığım şekilde kendimi farklı hissetmeme neden olan bu durum ortamda beni rahatsız eden bir şeylerin döndüğü hakkında hislerimin devreye girmesine neden olurken gözlerim etrafa 'o' nu arıyordu...

Zehra'nın dürtmesi ile kendime gelmiştim.

"Gülbahar hatun! Beni duyuyor musun?" dediğini duysam bile deli gibi dönen gözlerim sanki her an onun gözleri ile buluşacakmış gibi beni uyarıyor 'sakın aramaktan vaz geçme' diyordu...

_____________

O oradaydı... Emindim, içimden bir şeyler kopuyor sanki beni onu ararsam bulacakmışım gibi kıvrandırıp duruyordu...

Zehra ile Nurbanu beni durdurmaya çalışsalar da olmuyordu, onu bulmalıydım. Ani bir kararla çadırdan dışarı fırladım ve içimden ne tarafa gitmek geliyorsa koşmaya başladım. Düşünebildiğim kadarıyla bu konuda bilgisi olabilecek tek kişi Mehmetdi. Onun bir şeyler bildiğini biliyordum, en azından tahmin ediyordum.

Çadırları geçip atların olduğu yere geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Etrafa bakarak içeri girerken Mehmet'in orada olmasını umuyordum.

Karanlığa alışmaya çalışarak yavaş adımlarla ilerlemeliydim yoksa her an bir tezeğin üstüne basıp kaymam işten bile değildi.

Kısık sesle "Mehmet!" diye seslendim. Birkaç çıtırtının gelmesi beni umutlandırırken "Burada mısın?" dedim. Bir nebze olsun rahatlamıştım her şey ters giderken Mirzahanın nerede olduğunu bildiğini düşündüğüm insanı bulabilmek iyi gelmişti.

Sesin geldiği tarafa ilerlerken sert bir yere çarparak durdum.

"Bunun burada ne işi var ya?" diye söylenerek başımı ovuştururken beni kucaklayıp geldiğim istikamete dışarı doğru götürmesi anlık bir olaydı. Mehmet'e çarpmıştım ve oda beni kucaklayıp dışarı mı götürüyordu?

"Demek Mehmet'e geldin ha!" diye kükreyince Mehmet olmadığını anlamıştım. Beni sert bir şekilde yere bırakması ise yere düşmeme neden olmuş ve çokta incitmişti... Herkimse çok kaba biriydi...

"Demek hala, o kadar azarı yemene rağmen Mehmet'in peşini bırakmadın ha?" demesi daha da şaşırtıcıydı. Başı zırhlı olması da onu tanımama engel oluyordu ki o da doğru kişiyi yakaladığından o kadar emindi ki yüzüme bakma gereği bile duymuyordu.

Beni başkası zannediyor olmalıydı. İyi de kim ki bu adam?

"Demek açıktan buluşmalar yetmiyor da gizli buluşuyorsunuz ha?" diye devam etti azarlamasına başındaki zırhı çıkartırken.

Uzun boylu ve dizleri zırhlıydı... Kara sakalları buğday teninde dikkat çeken ilk şeydi. Ardından ise yay gibi gerilmiş karakaşları ve yeşile dönük ela gözleri dikkat çekiyordu.

Benim saf saf onu izlemem onu kuşkulandırmış olacak ki "Sen de kimsin?" dedi.

Nihayet anlayabilmişti.

"Affedersin." Dedi peşinden, aradığı kişi olmadığımı anlamıştı ama yanlış kişiye çatmıştı bugün, bu gün yanlıştı işte...

"Yahu ne edersin sen, bu ne cürettir?" diye bağırmamla zaten şaşkın olan ifadesi daha da değişmişti. "Önce karşıma çık, kaldır götür, bir de fırlat, yetmezmiş gibi bir güzel azarla olur mu öyle şey? Bu ne kabalıktır?" diye avazım çıktığı kadar bağırıyordum.

"Tamam bacım. Ne bağırır durursun yanlış ettik işte."

"Böyle her karşına çıkanı kaldırır götürürsen adın da çıkar, yanlış da edersin. İnsanlara bakacak halin bile kalmaz, bilesin." Dedim sinirle. Zaten gergindim.

"Sen de kuytularda öyle deli gibi Mehmet'i ararsın. Sana ödül verirler herhâlde?" dedi aynı sinirle.

Şimdi nasıl da çıktı karşıma şu adam! Normal zaman da olsam bilirdim yapacağımı ama işim vardı. Onu takmayarak uzaklaştım yanından.

Mehmet'in orada olmadığını geç de olsa anlamıştım herhâlde...

Hızla ondan uzaklaşıyorken arkamdan "Hey! Nereye böyle? Adın nedir?" diye seslenmesini duymazdan geliyordum.

Bu kadar sorunun için de... Allah'ım ya rabbim... Diye söylenerek dağılmaya başlayan insanların arasına karıştım. Ağalar kısmına gitmeliydim, Mehmet orada da olabilirdi.

Belli ki bu günkü yarışma bitmişti. İnsanlar 'mirza alp' diye bağırdıklarını ve rahatsızlandığımı hatırlıyorum. En son da çadırdan çıkmıştım zaten...

Arası yoktu...

İnsanlar benim geldiğim istikamete ilerlerken onların tam tersine yürümem hiçte kolay olmuyordu.

Ne olursa olsun Mehmet'i bulmalıydım, Mirzahana gitmemin anahtarı oydu...

Yaklaştığımı anlayınca adımlarımı yavaşlatıp etrafı süzmeye başladım. Sürekli bir şeyler taşıyanlar ve birbirleriyle konuşan insanlar vardı her yerde...

Bir müddet süzdümse de yoktu... Mehmet burada da yoktu...

Hem güneşten kaynaklanan bunaltıcı sıcak hem de hızlı hareket etmemden dolayı aşırı sıcaklamıştım ve hala Mehmet'i bulamamış olmam daha da bunaltmıştı beni. Yüzüm asık ve huzursuz bir şekilde orman yoluna girmiştim. Burası hem sakin hem de serindi, kendimi düşüncelerimle baş başa bırakmam için çok ideal bir yerdi, orman yolu...

Az ilerinden bir kişneme duymamla kendimi ağaçların arasına atmam bir olmuştu. Ve bir atlı hızla önümden geçmişti. Tanıyordum, bu Mehmet'in atıydı. Acelesi olduğu belliydi. Acaba nereden geliyor olabilirdi ki böyle acele?

"Mehmeet!" diye bağırarak çıktım hemen ağacın arkasından ve koşmaya başladım. Onun acelesi olabilirdi ama benim işim daha aceleydi. Birkaç defa daha bağırmamda nihayet duymuştu sesimi.

Yanına vardığımda "Size bir şeyler sormam gerekiyor." Dedim hızla.

"O halde rahat konuşabileceğimiz bir yere gidelim. Benim de sana diyeceklerim vardır." Dedi alnında biriken terleri silerken.

Onu bekleyemezdim işim aceleydi ve ben merakımdan çatlayacak durumdaydım neredeyse.

"Mirzahanın nerede olduğunu biliyorsun değil mi?" dedim. Peşinden giderken sabırsızdım.

Soru karşısında bir müddet durdu ve birkaç defa yutkundu. Anlaşılan yorgun ve susuzdu...

"Şuralarda su olacaktı hatta şelaleden geliyordu." Dedi. Beni takmamıştı bile... "Bu taraftaydı galiba." Dedi sola doğru ağaçların arasına giderken...

"O tarafta değil, ters gidiyorsun." Dedim arkasından göz devirirken.

"Teşekkür ederim." Dedi ve arkasına bile bakmadan gitti.

Anlaşılan yorgun ve susuz olması beni biraz bekletecekti...

__________

"Temizlik ve ihtiyaç molanız bitti mi efendim?" dedim alayla. Çok sıkılmıştım ve yarım saattir onu bekliyor olmam sinirlerimi bozmuştu.

"Aceleci çıktınız Gülbahar hatun! Ben ihtiyaçlarımı giderip bir güzelde yemeğimi yiyip öyle gelecektim yanınıza." Dedi suyun kenarındaki taşa yan otururken.

Ben ise tam yan tarafında kalıyordum. Ne bana sırt dönmüş oluyordu ne de tam. Düşünceli bir şekilde oturmuştu...

"Ee... Sorun bakalım Gülbahar hatun!" dedi bir buçuk metre kadar uzağındaki bana.

"Mirzahanın yaşadığını ve nerede olduğunu bildiğini itiraf etmeni istiyorum." Dedim açık bir şekilde.

"Bunu bildiğimi bilmek size ne kazandıracak?" dedi.
Yani yaşıyordu.

Kazandıracağı tek şey bildiğini bilmem olacaktı. Haklıydı. Ama ben Mirzahan hakkında bir şeyler duymak istiyordum. Haklıydım.

"Bakın Şifakadın Mirzahanın şehadetinden bahsetti ve siz ise hiç alakanız olmadığı halde bana şehit olmuş da olabilir olmamışta dediniz."

"Ancak yaşadığını da söylemedim değil mi?" dedi sözümü bölerek.

"Sorun da orada zaten." Dedim ve diyeceklerimi toparlayarak konuşmaya devam ettim. "O sözleriniz de hiçbir kesinlik yoktu doğru hatta bir teselli mahiyetindeydi." Nefesimi bırakarak devam ettim. "Ve teselli etmesi gereken son kişiydin belki de." Dedim kesin bir tavırla.

Bir müddet sonra "Haklısın." Dedi.

"O halde bir şeyler biliyor olman gerekir bunları söylemek için. Buda senin Mirzahanla bağlantılı olduğunu gösterebilir." Dedim. Pes etmişe benziyordu. Aklıma bir fikir gelmişti.

"Belki de şu anda Mirzahanın yanından geliyorsundur?" dedim sinsice sırıtarak.

Birkaç kere kıpırdandı ve bir müddet gözlerini yere sabitleyerek kaldı. "Biliyor musun Gülbahar hatun! Mirza ağam öyle kolay kız beğenmez." Dediğinde çok şaşkındım. Yoksa birini mi beğeniyordu? Evleniyor muydu? Ben oradayken öyle bir şey yoktu...

"Ya hu bana nedir kimi beğendiğinden. Onu mu sordum sana?" Demiştim. Heyecanlanmam sesimin yüksek çıkmasına neden olmuştu.

"Tamam, tamam. Ne hiddetlenirsin?" Dedi.

Ben heyecanlanıp yerimden kalkınca oda kalkıp atının ipini çözmeye başlamıştı. Eyvah hiçbir bilgi alamadan kaçırıyordum onu.

"Peki, ok yarışlarında neden onun adını çağırdılar?"

"Çünkü önceden yarışları hep o kazanırdı."

Heyecanlanmıştım, demek Mirzahan önceden yarışlara katılıyordu...

"Ee..." dedim sabırsızca.

"Ee'si, ondan işte. Mirza ağam en son yarışmayı o kızın son hareketiyle kazandıydı. İnsanlarda onu hatırladı ve andılar işte."

"Yaa... Ne güzel. Peki, rakibi kimdi?"

"Ömer'le yarışırlardı önceden."

"Sonra?"

"Mirza ağam Ömer'i öyle bir yendi ki, Ömer bir daha yenilirsem ok yarışlarına katılmayacağım dedi."

"Ee?"

"Tabi ki Mirza ağam onu yendi ve bir daha yarışlara katılamadı işte."

Çok komiğime gitmişti bu olay. Vay be demek ki önceden onun düşmanı şimdi benim düşmanım olacaktı ha?

"İnsanlar onu çok seviyor."

"Evet, ama o bunun için hiç övünmez ve bunu bir yükseklik olarak görmez. Aksine "Allah'ım bizi kibirden muhafaza et" diye dua ederdi."

Mehmet'e bak sen...

"Onu çok iyi tanıyormuş gibisin."

"Küçüklüğümün kahramanı diyebilirim." Dedi ve biraz durduktan sonra devam etti. "Çok merhametli ve düşüncelidir ama çokta ağır başlı olduğundan sert gibi görünür." Dediğinde Mehmet'ten öğreneceğim çok şeyin olduğunu fark ettim.

İnsanların arasına karıştığımızda daha fazla konuşmadık ve o ahırların olduğu yere ben ise çadıra gitmek üzere ayrıldık.

Sakin bir halde Mehmet'in dediklerini düşünmem gerekiyordu. En azından onun hakkında birkaç şey öğrenebilmenin mutluluğu vardı yüzümde. En önemlisi ise Mirzahanın yaşadığını öğrenmiş olmam ve Mehmet'in ikimizin ortak dostu olduğunu anlamamdı bence...

Demek Mirzahan yaşıyooor!!

Bölümler sizce Gülbahar'ın ağzından mı yazılsın yoksa Mirzahan'ın mı??

Nasıl gidiyor?

Mirzahan?

Gülbahar?

Zehra?

Nurbanu?

Ömer?

Son olarak mehmed??

    Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayıııınnn

Continue Reading

You'll Also Like

VAZİFE By ALGON

Historical Fiction

14.9K 822 33
Osman bey Alaeddine vazife vermişdir. Ama bu vazife onların planladığı gibi olmaz ve başka kötü şeyler olur
66.7K 3.7K 20
Aşk, nefret ve intikam hırsıyla dolu kalplerde yer edebilir miydi? İskoçya ve İngiltere arasında yaşanan en kanlı savaşın ardından bir anlaşma yapıld...
2.2M 103K 44
On dokuz yaşında, hayatı yalanlarla süslü, güzel, zeki ve cesur bir genç kız. Ettiği intikam yemininin esiri, etrafına korku salan, güçlü ve sevgisiz...
FATİH'İN MÜNECCİMİ By Su

Historical Fiction

5K 456 12
Biraz daha yasasaydi Hazreti Fatih Ne Venedik kalacakti, ne Floransa... Ya sonra ? Fatih hayranı genç bir tarih öğrencisi kendini 2. Mehmet'in devrin...