NUMUNE ŞAHIS

By Fatma_Zehra446

7K 1.6K 284

Her şey eski taş binaya adımını atmasıyla başladı. İşini çok seven bir gazeteci Numune Şahıs. Çalışmak için b... More

NUMUNE ŞAHIS-1
SEYYAR SATICI-2
FESLEĞENLER VE SİNEKLER-4
SAYGIN BİR BEY-5
KAYIP İLAN-6
İNŞAAT ÖNCESİ ÖDÜL MERASİMİ-7
İKİ SEÇENEK-8
KARMAŞIK İLAÇLAR- 9
KAZA SONRASI NORMALLİK-10
DÖNEN FENOMEN-11
VATOZ FELSEFESİ-12
İNCİR Mİ ADASI-13
ANTİKA MI PIRLANTA-14
KAĞIT KALİTESİ-15
ÇORAP SÖKÜĞÜ-16
MEMURA HAP-17
ÇİÇEK KAPISI-18
YÜKSEK VE KORKAK-19
İYİ ÇOCUK AMA KORKUT-20
KÖTÜ İZLER-21
MAHZENDE DENGESİZLİK-22
ŞAHIS AİLESİ-23
ALIŞMAK HEM DE ÇABUK-24
İMAMI KAÇIRMIŞLAR-25
BEKLENEN İHTİMAL-26
HESABI KAPATALIM-27
GELENLER-28
KANLI SİLAH-29
YEŞİL LAZER-30
VEDA ÖDÜLÜ-31
GEÇMİŞE YOLCULUK-32
FİNALDEN SONRA OLMAZSA OLMAZ KONUŞMA
NUMUNE ŞAHIS - 2. KISIM
ZAMANE KORSANLARI - 1
DENİZANASI KUCAĞI- 2
KAPTANIN OYUNU- 3
GÜVERTEDE AKŞAM YEMEĞİ- 4
KONUM; ZAGAZİG- 5
YILAN VE HAMSTER -6
DÜRBÜNLERE KAST - 7
GÖKYÜZÜNDEKİ KUBBE - 8
TAZE LİMON - 9
UZAYLI AYİNİ - 10
MANYETİK MAKARALAR - 11
ALTIN TOZLU ÇORBA -12
KİMYA SİHİRBAZI - 13
KİLİMLERE ÖZGÜRLÜK -14
KARANLIK ESARET -15
NUMUNE ORMANI - 16
İHANET KELEPÇESİ - 17

KARANLIKTA AÇIK IŞIKLAR-3

317 62 18
By Fatma_Zehra446

Eve geldiğimde hava kararmıştı. Annem mutfaktaki işlerini yapıp bir yandan da sorgusunu tamamlarken, babam istediği cevapları soru sormadan alıyordu. Gizlice çekime aldığım seyyar satıcıdan bahsetmeden gereksiz detaylarıyla günümü anlattım. Annem birini takip ettiğimi bilse canımı okurdu. Yemeğimi hızlıca yiyip odaya gitmekti niyetim, Korkut'a haber vermem lazımdı. Ama abimin, çantamdaki kamerayı bulmasıyla bu işimi biraz ertelemem gerekti. Kamerayı elinde evirip çevirip konuşmasını dinledim bir süre.

"Bu ne böyle? Çalışıyor mu bari?" İki cümle kurup bana bakarak gülüyordu. Onun gibi akşama kadar bilgisayar başında çalışmadığım için mutluydum. Caydırıcı hareketleri umurumda değildi. Sorusuna da cevap vermedim çünkü çalışıp çalışmadığını bilmiyordum.

"Düğmesine bas ve aç, denemeden bilemezsin!" Sitemle konuştuğumda çalışıp çalışmadığını ben de merak eder olmuştum. Düğmesine basıp elinde bir kez daha çevirdi makineyi, kenarında kırmızı bir ışık yandı ve açıldı. Kameraların kendine has metalik sesini çıkarttığında abim karşıma geçerek cihazı gözüne koydu. Çalıştığına tereddüt ettiğim kameraya yalancı bir gülümsemeyle poz verdim.

"Haksızlık etmişiz, çok güzel çekiyor." Alt dudağını büzüp fotoğrafa baktı bir süre. Yerimden kalkıp yanına gittim, işe yarar olması güzel bir şeydi.

"Gerçekten mi? Bir bakayım" Elime verirken abimden beklenmeyen bu sakinlik gözümden kaçmamıştı. Normalde bir şeyi istesem ya kavga ederdik ya da evin içinde en az iki tur koşardık. Ben fotoğrafa bakarken o da meyve soyan annemin yanına oturdu. Niye böyle sakin olduğu belli oluyordu, beni değil arkamdaki saksıyı çekmişti. Yine de hiç fena değildi, cihazın eskiliğine bakılırsa yani.. Ama bu kamerayla çekilmiş bir fotoğraf gazetede ne kadar iyi çıkardı bilemiyordum.

"Çok güzel çıkmış değil mi?" Ağzından sular akıta akıta portakal yerken kıkırdadı.

"Niye beni çekmedin."

"Ben seni senelerdir çekiyorum kardeşim." Kamerayı kapatıp abimin yüzüne doğru derin bir of çektim. "Merak etme, bozulmadan önce bir hatıra fotoğrafı çekeceğiniz kadar çalışır durumda."

"Bu kamerayla iş yapmam gerekecek abi, halime acıyıp dalga geçmesen olmaz mı?"

"Ellerinde yok mu başka cihaz? Nasıl bir yerde çalışıyorsun ki sen böyle?" Babam araya girip söylediklerinde haklıydı ama en azından bir ay sabretmem gerekiyordu. Tüm eksiklik ve zorluklara rağmen gazete kapanana kadar dayansam benim için iyi bir tecrübe olurdu. O zamana kadar da başvurabileceğim başka yerler bulurdum muhakkak. Üstelik farklı bir haber yaparsam da işe alınmam daha kolaylaşırdı. Omuzlarımı düşürüp koltuğun kenarına oturdum. Annem bu hareketimi sevmiyordu ama asılan suratımı görünce bir şey demeden elmayı soymaya devam etti.

"Şimdilik elimizde sadece bu var baba. Bir süre daha sabretmem gerekecek. Sonrasının iyi olacağına inanıyorum."

"Olur olur, daha gençsin, bulunur bir yolu." Her zaman yaptığı gibi tek düze bir ses tonuyla beni desteklediğini belirten babama sadece tebessüm ettim. Olayları ciddiye almamak konusunda verdiği enerjiyi ciddi konularda harcamasa da söylediği sözlerde samimi olduğunu biliyordum. Abim de esneyerek yerinden kalktı ve sırtıma hafifçe vurdu.

"Aynen, daha gençsin, olmazsa bizim şirkete temizlikçi olarak alırız seni." Cümleye iyi başlayıp bu kadar kötü bitiren biri olabilir miydi acaba?

"Abi!" Sinirlenmem umurunda bile değildi. Bir kez daha esneyerek odasına doğru gitti. Annem ve babam bizim bu hallerimize alışkın olduklarından tepki vermeden televizyon izlemeye devam ettiler. Ben de sessizlikten yararlanıp odama geçtim. Korkut'un numarasını almamıştım, internet sitesi üzerinden ulaşabileceğimi umdum. Saat uyuyacağım kadar geç değildi henüz. Kıyafetlerimi değiştirip ev halime dönene dek geçen yirmi dakikada da uyumamış olmasını diledim. Bu akşam videoları bilgisayara atıp, Korkut'la konuşup, dizimi izleyecektim. Gecelerim gündüzlerden daha yorucu geçiyordu neredeyse.

***

Evden erkenden çıkıp gazete binasına en yakın karakola gittim. Fazla uzak olmadığı için şanslıydım. Gün güneşli, etrafsa sakindi. Telefonumu elime alıp içeriye girdim. Daha önce hiç karakolda bulunmamıştım. Kendi adıma bu duruma sevinmeliydim, sabıkasız bir geçmişim vardı. Bu sebeple ilk deneyimimde biraz eksiktim. Şu anda sorunum kiminle konuşacağımı bilmiyor olmamdı. Bir süre etrafa bakındığımda polis memurlarının sabit bir yerde durmadıklarını fark ettim. Hepsi sırayla aynı sandalyeye oturabiliyordu. Yani hepsi beni dinleme yetkisine sahip miydi?

Denemeden bilemezdim. Evrakların olduğu bir masada oturup çay içen memura yaklaştım. Konuşmak istediğimi söyleyecek ardından da görüntüleri gösterecektim. Eğer seyyar satıcı bulunursa ve yasadışı bir iş yapıyorsa hem benim için hem de halk için iyi bir iş çıkartmış olacaktık. Kafamın içinde küçük bir giriş konuşması hazırladığımda, başında dikildiğim memurun bana baktığını fark ettim.

"Merhaba." Memur yüz ifadesini hiç bozmadan elinde tuttuğu buhar çıkartan çayıyla beni izliyordu. Konuşması gereken bendim ama selamıma karşılık vermesi de büyük bir nezaket olurdu tabi. "Şüphelendiğim bir durum var da, konuyla ilgilenecek bir polise ihtiyacım var. Yardımcı olursanız sevinirim." Ben kendimi güzelce ifade ettiğimi düşünürken memur bey çayından bir yudum alıp ayağa kalktı. Tavırlarında rahatlık, gözlerinde kızarıklık vardı. Dikkatli bakınca yorgun olduğu anlaşılıyordu. Otuzlarındaydı, parmağında evlilik yüzüğü vardı. Farklı bir atmosferin içindeydim, buraya ait olanları istemeden de olsa inceliyordum. Oysa bunu yapmak yerine cümlelerimi sıraya koyup, düzgünce aktarmaya çalışsam benim için daha faydalı olurdu.

"Koridorun sonunda adınızı soyadınızı yazdırıp durumla ilgili ifadenizi verirseniz memur arkadaşlar ilgilenecektir." İçimde kontrol edemediğim bir sabırsızlık vardı. Hemen burada konuşabilseydim keşke. Hem ifade yazmak anlamsız gelmişti bir anda. Elimde görüntüler vardı, olayla bir alakam yoktu ve yaşananlar sadece bir varsayımdı. Gösterdiklerimi takip ederek haklı olup olmadığım cevabını vereceklerdi bana.

"Yalnız benim durumum biraz farklı, kendimi tanıtayım isterseniz, gazeteciyim ben." İlgisini çekmek adına biraz hızlı biraz da heyecanlı konuşuyordum. Yorgunluğuna saygı duyuyordum ama beni bu şüpheden kurtarması da çok önemliydi. "Dün bir seyyar satıcı gördüm, yoldan uzaktaydı, bir grup genç geldi, simit tezgahını alacak kadar para verdiklerinde..."

"Ne, ne, ne? Biraz yavaş olun lütfen, sorununuzu anlatmanız gereken yeri gösterdim size!" Bıkkın bir ifadeyle baktı bana, sesini yükseltmemeye çalıştığı barizdi. Ne diyebilirdim ki o da haklıydı. Omuzlarımı düşürüp heyecanımı bastırmaya çalışarak gösterdiği yere doğru yöneldim. Bu gün cevap almak istiyordum, iyi ya da kötü o adam sorgulanmalı ve ne yaptığı anlaşılmalıydı. Korkut'a olanları anlattığımda dikkatli olmam gerektiğini söylese de onun da içini bir merak kapladığını sesinden anlamıştım. İyi ya da kötü, o adamı yazmak istiyordum.

"Hanımefendi bakar mısınız?" Arkamdan gelen bir kadın sesiyle durdum. Etrafıma bakındım, benden başka hanımefendi diyeceği biri yoktu. Arkamı dönüp bekledim. Saçlarını sımsıkı bağlamış bir polis memuruydu bana doğru yaklaşan. Yüzünü gölgeleyen bir unsur yoktu, her hattı okunabilecek yüzü güzeldi. İfadesi ciddi, kaşları çatıktı. Kendinden emin bir duruşu vardı. Belki benim yaşımdaydı belki benden büyük, kestirmek zordu ilk bakışta. O yaklaştıkça ben de beni durdurma sebebini merak etmeye devam ettim. Günümün çoğunu merak etmekle geçiren biri olduğum için farkında olmasam da hep tek kaşım havadaydı.

"Az önce arkadaşımla konuştuklarınızı duydum, şikayetiniz neyse bana bildirebilirsiniz." Önce duyduğuma inanamasam da hemen toparlandım. Yüzümde sinmeye çalıştığım bir gülümseme vardı. Deli olduğumu düşünmesin diye kafamı evet anlamında sallayıp, kendisini takip etmemi söyleyen polisin arkasından yürüdüm. Benim onlara gitmemdense onların bana gelmesi çok daha rahatlatıcıydı. Dinleyicinin istekli olduğu bir konuşmayı yapmak kadar zevklisi yoktu. Üstelik koridoru tamamlayıp üst kata çıktığımızda karakolun sakin olduğunu görmek daha da cesaretlendirmişti beni. Bir odanın önünde durup sırayla içeri girdik. Gözümüzün aşina olduğu, resmi devlet dairesi stiliyle dizayn edilmiş odaya kısacık bir an bakındım. Benim odam gibi dağınık ve insanın içini karartan türden değildi.

"Oturun lütfen!" Kendinden emin ve dik yürüyüşüyle masanın arkasına geçtiğinde ben de bana gösterdiği yere oturdum. Masanın üstünde yazan komiser yardımcısı yazısı dikkatimi çekti. Bir anda gerginleştim, kendimce bir merakla komiser yardımcısının karşısına çıkmamdı buna sebep olan. Yanlış gelmişim deyip kalkıp gitmekle, cesaretimi toplayıp olanları anlatmak arasında kısa bir süre düşündüğümde tercihimi ikincisinden yana kullandım. Bütün gece bu anın heyecanıyla uyumakta zorluk çekmemin karşılığını alırdım en azından. Çalmadan kapılar açılmıyorsa sormadan da cevaplar bulunmazdı.

"Memur arkadaşlar gece boyu nöbette oluyor, dediklerinin dışında bir şey yaparsanız da gerilebiliyorlar." Ellerini önüne bağlayıp masaya yaslandığında aşağıdaki konuşmayı tamamen duyduğunu anlamıştım. Umarım o da benim ilk kez bir karakola geldiğimi anlıyordur. Cevap vermem için söylenmiş bir cümle miydi bilmiyorum ama anneannem gibi ellerimi dizlerime vurup başımı sola yatırdım ve yaşlılara özel şefkat ile kabullenişin harmanlandığı ses tonunu kullandım.

"Tabi vatanı kollamak zor iş, uğraşıyorlar sabaha kadar, üstlerine gitmemek lazım." Odada kısa süreli bir sessizlik oldu, doğru bir tepki vermiş olmalıydım ki komiser yardımcısı başını hafifçe salladı. Yine de dümdüz bakan kahverengi gözlerinden, sıkıldığını okumak mümkündü. Günün güzelliğinden, karakola ilk kez geliyor oluşumdan bahsetmeyeceğimizi ben de biliyordum. İlk deneyimimde insanların bu kadar sabırsız olması çok üzücüydü. Beni buraya getiren şeyi söylemek için toparlandım.

"Aşağıda konuşurken de duymuşsunuzdur, dün rastlantı sonucu bir seyyar satıcı gördüm, su almak için yanına gidecektim ki bir grup genç geldi ve hepsi ceplerinden para çıkartıp siyah bir poşet karşılığında adama verdiler ve gittiler. Sonra adam da daha fazla beklemeden toparlandı ve yolun sonunda bir otomobile binip uzaklaştı. Hepsinin görüntüleri elimde var, arabanın plakası modeli hepsini biliyorum, rahatlıkla bulabilirsiniz." Düne ait her şeyi tane tane anlattığımda komiser yardımcısı öne doğru eğilerek gergin bir ifadeyle kekelememe sebep olan soruyu sordu.

"Neden bu kadar çok şey araştırdın?"

"Şey ben... dedim ya rastlantı sonucu gördüm olanları, belki adamı yakalarsanız ne yaptığını öğrenirsiniz iyi ya da kötü..." Neden bu kadar gerildiğini çözememiştim. Halk sorunlarını polislere anlatmıyor muydu? Sorun benim anlattıklarımın belirsiz bir şüpheden ibaret olması mıydı? İçimdeki keşke diyordu ki, keşke aşağıdaki memurlardan birine ifadeni verseydin!

"İnsanlar rastlantı sonucu birçok şeyle karşılaşıyorlar, yetişebilirsek bizi arıyorlar yetişemeyeceksek de yollarına devam ediyorlar. Seni görüntü kaydı yapıp buraya gelmeye iten neydi?" Oturduğum koltukta neredeyse küçülmüştüm. Bir şüpheli gibi sorgulanmak hiç de hoş değildi. Üstelik daha görüntüleri izlememişti, olayı düşünmemişti beni niye sorguluyordu? Stres altında kaybettiğim düşünce yetimi bulmaya uğraştım. Neden görüntü kaydı yapmıştım, çünkü ben bir gazeteciydim ve görüntülü delile ihtiyacım vardı. Sınavda doğru cevabı bulmuş gibi farkında olmadan kıkırdadım.

"Niye gülüyorsun?" Komiseri sinirlendiriyordum hem de yavaş yavaş değil, doğrudan!

"Gazeteciyim ben."

"Gülünecek bir şey mi bu?" Nasıl bu kadar gergin olabiliyordu? İstemsiz gülmüştüm bir anda, ne vardı bunda? İçinde bulunduğum durum kendimce komik ve saçmaydı. İzlediğim dizilerin etkisinde mi kalıyordum acaba? Etrafa kısa bir bakış attığımda düşünceme göre verilen bir müzik olmadığını hatırlattım kendime. Bunun aksine komiser yardımcısının gerginliğinin ortama kattığı çok şey vardı. Olabildiğince ciddi bir ifade takınıp esas mevzuya girdim.

"Ben gazeteciyim, elimde bu adama dair görüntüler var, eğer siz de ne iş yaptığını bulursanız ikimiz de işimizin gereğini yapmış olacağız." Beklemediğim bir anda hışımla yerinden kalktığında karşıma geçip parmağını koltuğa doğrulttu. Karşılaştığımızda bana solgun gelen teni şimdi renkten renge giriyordu.

"Bu koltukta iş için oturuyor gibi mi duruyorum! Vazifemi iş olarak adlandırmana izin vereceğimi mi sanıyorsun? Bir de karşıma geçmiş karşılıklı iş yaparız diyorsun!" Öyle demek istememiştim, ağzımdan çıkan kelimeler bunlar değildi, niyetim de öyle. Sonuçta polis suçluları yakalar, gazeteciler de haber yapardı. Önüne hali hazırda delilleriyle birisini getirmiştim ve buna iş dediğim için azar işitiyordum şu anda. Karşımda burnundan soluyan kıza karşı içten içe sinirlenmeye başlamıştım ben de. Bir polis olarak saygım sonsuzdu ama şu anda mesleklerimizin yanı sıra gündelik hayattaki iki insan gibi öfkeliydik birbirimize. Ne o polisti ne de ben suçlu.

"Daha fazla konuşmak istemiyorum, dışarı çıkın lütfen, alt katta size gösterilen yerde ifadenizi verin, arkadaşlar sizinle ilgilenir." Arkadaşlar sizinle ilgilenir, lafına fazlasıyla gıcık olmaya başlamıştım. Baştan sona her şeyi anlatmıştım zaten, bir kez videolara bakıp, aracın plakasını sorgulamak yerine beni oradan oraya sürüklüyordu. Üstelik yapması gereken bir şeye iş dedim diye yaşanmıştı bu gerginlik. Sinirle soluyup yaptığı anlamsız harekete karşılık gözlerimi yüzünden hiç çekmeden kızgınca baktım. "Sen de mi nöbete kaldın gece?" diye sorsam nezarete girerdim herhalde. Tavrına rağmen yine de sustum. O arkasına dönüp cama doğru ilerlerken ben de kapıya yürüdüm. Bir sırt çantası ve biraz da hayal kırıklığı çıkartacaktım bu odadan.

Elimi kapının koluna attığımda hemen yanımdaki sehpanın üzerinde kenarları kırmızı, şeffaf bir dosya gördüm. Esas ilgimi çeken ve durmama sebep olan şey ise dosyadaki fotoğraftı. Sanki tanıyordum bu adamı ama bulunduğum mesafeden de net göremiyordum. İçimdeki sinir daha da artmıştı, zaten şüphelerle buraya gelmiştim, üstüne azar işitmiştim bir de uzaktan gördüğüm birini gözüm ısırıyor diye tanıdığımı söylesem delirdiğime ikna olacaktım. Peki ya gerçekten tanıyorsam? Kaybedecek neyim vardı ki? Hışımla bir adım atıp dosyayı elime aldım ve fotoğrafa dikkatlice baktım. Bu sefer emindim, bu adamı tanıyordum. Gür sakalları ve kalın kaşlarıyla dün gördüğüm bu yüzü unutmak imkansızdı.

"Hey hey! Ne yapıyorsun? Bırak o dosyayı." Pencerenin önünden bana doğru gelmesini umursamadan gözlerimdeki zafer pırıltısıyla fotoğrafa bakmaya devam ettim. Haklıydım, o adam eğer fotoğrafı buradaysa aranan biriydi ve ben onu bulmaya yaklaşmıştım. Elimde delil vardı, yanına gitmiştim ve onu görmüştüm. Elimden dosyanın çekilip alınmasıyla karşımda duran kızın yüzüne baktım. Duruşum dikleşmiş, sinirim uçup gitmişti. Hatta gülümsüyordum bile.

"Gazeteciyim dedin değil mi? Peki bu sana odamdaki dosyaları karıştırma hakkı veriyor mu? Sabah sabah bela mısın kızım? Kötü şeyler yaşanmadan git işine!" Bu kadar kaba konuşmaması gerektiğini yaptığım iş başarıya ulaştığında gösterecektim ona. Bu adamı bulmak için bildiğim her şeyi anlatmamı istediklerinde, elimdeki delillerle ona ulaştıklarında gözlerimdeki parıltının zafere ait olduğunu anlayacaktı.

"Bu adamı tanıyorum. Bahsettiğim seyyar satıcı bu adam." Yavaş yavaş sakinleşirken bir şaşkınlık ifadesi yerleşti yüzüne. Beni dikkatlice dinleseydi zaten söyleyeceğim şeyleri bir kavga sonucu öğrenmiş olmasından mı, yoksa adamı tanıyor olmamdan mı? Bunu ancak zaman gösterirdi.

"Nasıl yani? Neredeydi tam olarak? Arabayı gördüm demiştin değil mi?" Arka arkaya sorduğu soruların cevabını zaten vermiştim ona, elimdeki bilgileri paylaşmayı teklif etmiştim. Bahsettiğim adamın bu fotoğraftaki adam olduğunu anlayana kadar bu kadar ilgili davranmamıştı. Ne vardı bu adamda? O masasına doğru ilerleyip bir kağıt çıkartırken ben aynı yerimde kaldım. Küçük bir oyun oynamak hakkımdı değil mi? Kabalıkla karşılanmış, bir de kovulmuştum. Kimin hakkı vardı bunu yapmaya?

"Sizin işiniz var sanırım, meşgul gözüküyorsunuz. Ben benimle ilgilenecek birilerini bulayım." Kapının kolunu tutup çıkmaya hazırlandığımda yerinden kalkarak beni durdurdu. Durdurulmayacak insan mıydım?

"Bekle bekle! Biraz yanlış anlaşılma oldu aramızda ama konuşursak anlaşabiliriz. Yani bak, bu önemli bir konu, şahsi tartışmalarımızı geri plana atmamız lazım değil mi?"

"İş konuşalım diyorsunuz yani." İmayla tek kaşımı kaldırdım.

"İş değil!" Elini masaya vurdu cevap verirken. Tamam, bundan sonra iş demeyeceğim, sakince anlaşmamı yapıp kendi mesleğimle ilgileneceğim. Aslında haklı konumunda olan bendim ama o, dik başını bir an bile yere indirmeyerek ileri gitmemem konusunda beni uyarıyordu sanki. Aramızdaki gerginlik sürse, elimdeki delilleri alıp beni olayın dışına atması ihtimali de geliyordu aklıma. İlk haberim olabilirdi bu olay, bir öfkeye teslim edemezdim. Biraz alttan almam gerekiyorsa, biraz alırdım.

İlk görüşmemiz olsa bile bana tahammül etmeye çalıştığını anlamak zor olmuyordu. Fazla zorlamam da benim için iyi değildi, bu yüzden oturup telefonumu çıkardım ve görüntüleri eline verdim. İzledikçe sinirlendiğini fark ediyordum. Bu adama bu kadar sinirlenmesinin sebebi neydi? Muhakkak daha önce karşılaşmışlar ve aralarında bir husumet olmuştu. Peki ben bu hikayeyi ne zaman öğrenecektim? Çok yakında.

"Videoda yüzünü göremiyorum, arkası dönük. Diğer videoda da görüntü pek net değil. Emin misin o olduğuna!" Telefonu kıracak gibi bakıyordu. Mümkün olsa videonun içine girer adamı döverdi. Birazcık şüphem varsa bile onun bu davranışı sayesinde uçup gitmişti. Seyyar satıcının fotoğraftaki adam olduğuna emin olduğum kadar emindi o da, sorgulamak ne yapacağını düşünmek için zaman kazanmaktı sadece.

"Eminim, o adam. Bakın benim habere ihtiyacım var. Görüntüleri elinize kadar ulaştırdım. Beni de bu olaya dahil etmeniz gerek. Hiç kimsenin haberdar olmadığı bu adamı artık ikimiz de biliyoruz." Vereceği cevabı bekledim bir süre. Telefonu kapatıp düşünceli gözerle yüzüme baktı.

"Normalde ne yapacağımı söyleyenlerden hiç hoşlanmam ama bu adamı neredeyse ayağıma getirdin, haber yapmayı hak ediyorsun." Sevinçle ellerimi yumruk yapıp havaya kaldırdığımda beni bölen, konuşmaya devam etmesi oldu. "Ama sadece izin verdiğim kadarına dahil olacaksın, biz sana bir şey söyleyene veya bu adamı yakalayana kadar sadece bekleyeceksin!" Koyduğu şart ağırdı, olayı başından sonuna kadar takip etmek istiyordum. Bu işte yeniydim, heyecanlıydım, üstelik hikayesi olan bir kovalamacanın içine düşmüştüm bir anda, benden sadece beklememi istemesini nasıl kabul edebilirdim?

"Ama..."

"Aması yok, bizim vazifemiz bittiğinde sen kendi işini yapacaksın! Bize karışmayacaksın. İstesem bu görüntüleri alır seni bu olaydan tamamen mahrum bırakırdım ama yapmıyorum. Bu faydalı bir rastlantı ve hak ettiğin gibi seni bu olayı yazmaktan mahrum bırakmayacağım." Karşımda polis kimliğiyle konuştuğu için fazla ısrar etmiyordum ama herhangi biri olsaydı sanki lütfediyormuş gibi konuşmasına asla katlanamazdım. Başımı sallamakla yetindim. Buna rağmen bana verdiklerinden daha fazlasını almaya kararlıydım. Hakkımdan fazlasıydı bu, her tarafıma yayılan bir meraktı.

"Şuraya iletişim bilgilerini yaz. Adın neydi bu arada? Soramadım dalgınlıktan." Kısa bir bakış attım ona, dalgınlık kelimesinin yerine getirilebilecek her türlü duygu ifadesi uygun olabilirdi ama yaptığı kesinlikle dalgınlık değildi. O adamı gördüğümü söyleyene kadar anlattıklarım bile değerli değildi onun için. Menfaatler açıyordu kapıları demek ki. Kağıda adımı ve telefon numaramı yazarken sessizliğimi korudum. Türlü türlü insan çıkıyordu her gün karşıma ve çıkacaktı. En azından birkaç saatliğine alışmaya çalışmalıydım. Sabır yetisi olmalıydı bunun adı.

"Buyurun Nigar komiser!" Kendimden emin bir ifadeyle ayağa kalktığımda yüzüme sorgular gibi bakıyordu. Muhtemelen adını söylemem garbine gitmişti. Ben de hep garipserdim masalarının üstünde adları yazıyor olmasına rağmen, adını söylediğim insanların müneccimmişim gibi davranmalarını. Kağıdı eline alıp kısa bir bakışla okuduğunda dudağının kenarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi.

"Bu... senin adın mı?" Ellerimi iki yana açtım, o benim adımdı, insanların duydukça şaşırmaya devam edeceği nereye gitsem benimle gelecek adım.

***

Binaya geldiğimde yine aheste aheste bir şeyler yapan Suzan Hanıma selam verip Korkut'un odasına çıktım. En başından yüz yüze konuşmalıydık, üstelik komiser yardımcısının bu olayı haber yapmamıza izin verecek olması olayın en heyecanlı tarafıydı. Kapıyı çalıp içerden çağırılmamla odaya girdim. Bilgisayarın başında gözlüğünü takmış yazı yazmakla meşgul olan Korkut beni görünce ayağa kalktı. Lafı hiç uzatmaya niyetim yoktu.

"Dün söylediğim gibi emniyete gittim. Gördüğüm adam zaten aranan biriymiş, görüntüleri ve plakayı da verince komiser yardımcısı Nigar hanım haber yapmama izin verdi." Heyecanla odada bir iki tur attığımda Korkut benim aksime sakin ve düşünceliydi. Sırtını duvara yaslamış, kollarını göğsünde kavuşturmuştu.

"Polisler bu tip olaylara karışılmasına izin vermez genelde, nasıl oldu bu?" Sabah yaşadıklarımı hatırlayınca gerçekten de kolay olmadığını fark ettim. Gergin bir tanışma, elimdeki görüntüler ve birbirimize ihtiyacımız olması yollarımızı kesiştirmişti. Bir ara uzun uzun anlatırdım Korkut'a ama şimdi merak ettiğim başka şeyler vardı.

"Oldu bir şekilde, anlatırım sonra. İnternetten paylaştığın ilana cevap veren oldu mu? Hikaye, şiir, resim gönderen var mı?" Sıkıntılı bir nefes verip gözlüğünü düzeltti. Hayır mı demekti bu?

"Bir kişi yolladı şimdiye kadar. Daha fazlası olacağını da sanmıyorum." Aynı umutsuzlukla konuşmuştu yine. Her şeyin bir anda güzel olmasını bekleyemezdik. Yine de bu bizi denemekten vazgeçirmemeliydi. Belki başarısızlıkla sonuçlanacaktı ama en azından denemiş olacaktık. İki kişiydik, elimizde insanlara sunacak fazla bir şey yoktu, imkanlarımız azdı, bir anda Türkiye'nin her yanına yayılmayı hayal etmiyordum zaten. İstediğim şu kısacık zamanda çalışmalarımla biraz olsun ilerleyebildiğimi görmekti. Duvarları seyreden Korkut'u süzdüm. Ne kadar zamandır burada çalışıyordu ya da nasıl hayalleri vardı bilmiyordum. Belki bir gün konuşma fırsatımız olurdu. Daha dün tanışmış olmamıza rağmen tek başına da olsa uğraştığını görüyordum. Ara ara bakışlarına yerleşen yorgunluk da gözümden kaçmıyordu tabi.

"Bir kişilik yerimiz var zaten değil mi? Zaman geçtikçe sıraya gireceklerinden eminim."

"Öyle diyorsan... Ben manşet haberleri yazmaya başlayayım. Bu seyyar satıcı yazısını nasıl yazacağız?"

"Polislere bağlı, elimde görüntü var ama polisler o adamı yakalamadan hikayeyi bilemeyiz. Numaramı verdim. Geri dönüş yapacaklar." Döner sandalyesine yöneldiğinde başını hafifçe yana yatırdı. İçten içe söylediklerime inanmadığını fark etsem de başka çaresi olmadığını görüyordum. Ona rağmen benim inancım ve heyecanım tamdı, her hikaye bir kişiyle başlardı sonuçta...

***

Bir yanda merakımız bir yanda işlerimiz zaman geçmiş vakit öğleden sonrayı bulmuştu. İnternet sitesindeki iletişim adresinden bir iki hikaye daha göndermişlerdi. Şimdilik bize yeterdi bu kadarı. Gazete iki gün sonrasına basım için hazır olacaktı. Elimizde gizemli bir seyyar satıcı, halktan hikayeler ve herkesin merak ettiği son gelişmeler vardı. Güzel bir başlangıç yaptığıma inanıyordum.

Bir kahve almak için odadan çıktım. O sırada Mithat bey de nefes nefese merdivenleri çıkıyordu. Elinde yine bir kurabiye vardı. Uyurken de elinde kurabiye oluyor muydu acaba? Merdivenleri çıkmayı bitirdiğinde bir elini dizine koyup sesli sesli nefes alıp vermeye başladı. Kendini biraz daha iyi hissettiğinde doğruldu. "Bu merdivenler beni mahvediyor."

"Sağlığınız için merdiven çıkmanız iyi olur ama." Eğer her gün bu kadar çok kurabiye yiyorsa sağlıklı olması mümkün değildi tabi. Elini neyse dercesine havada salladı.

"Duyduğuma göre yeni haberler peşindeymişsin." Mithat beyin sevindiğini zannedip gururla gülümsedim.

"Evet Mithat bey, üstelik kimsenin bilmediği bir haber olacak. Gazeteye farklılık katacak birkaç uygulama daha var."

"Bak Numune, Allah nasip ederse çok yakında batacağız kızım, aman deyim mani olma. Git çay falan yap ne bileyim arşivlerde oyalan." Tüm heyecanımın ve sevincimin üstüne aldığım bu tepkiye verecek hiçbir cevabım yoktu. Gülsem mi, ağlasam mı, kızsam mı bilmiyordum. Çok anlamsızdı bu tavırları, madem batmak istiyordu kapatıp gitseydi o zaman, niye hala buradaydı? Korkut'u düşünmüyor muydu? Adam tek başına da olsa çalışmaya devam ediyordu. Buradan giderken iyi bir iş bulursam mutlaka Korkut'u da götürecektim. Bu adamın yanında heba oluyordu.

"Merak etmeyin Mithat bey, ne bu binayı ne de işinizi kurtaracak yetenekte biri yok henüz. Dilediğiniz gibi batabilirsiniz!" Sesim istediğimden daha sitemli çıkarken kaçan iştahımla mutfağa indim. Su, kahve, çay fark etmezdi artık. Emeklerin dalga geçilir gibi hiçe sayılmasını kabullenemiyordum. Üstelik bu sadece ilk günümdü, sabretmek ve pes etmek arasında bol bol gidip gelecektim.

"Kahve mi içiyorsun canım?" Arkamdan gelen sesle dönüp baktığımda Suzan hanımı gördüm.

"Şey, pek iştahım yok aslında, bir su içecektim." Normaldeki yavaş hareketlerinin aksine bu sefer hızla yanıma geldi. Tezgahın üstündeki cezveyi alırken bana sormadan iki fincan çıkarmıştı bile. Bir yandan da konuşmayı ihmal etmiyordu.

"Sen benim yaptığım kahveyi bir içsen bir daha içtiğin kahveye kahve demezsin. Benim babaannem de çok güzel kahve yaparmış, ona çekmişim. El lezzeti başka bir şey herkeste olmuyor. Misal aynı su, aynı kahveyi kullanarak bu kahveyi sen yapsan benim yaptığımın yanından bile geçemez. Ha kötü yapıyorsun demiyorum, tabi ki iyidir ama dedim ya el lezzeti başka bir şey. Korkut bayılır benim kahvelerime. Mithat bey daha çok çay seviyor..."

Cümlelerine başlarken duracağını sanmıştım ama hiç niyeti yoktu. Sanki benimle değil de kendi kendine konuşuyordu. Mithat beyden bahsettiği kısımda dinlemeyi bırakmıştım. İçten içe sinirliydim ona. Resmen dalga geçiyordu herkesle. Ya hayattan bıkmıştı, ya çok zengindi ya da kuralları kanunları umursamayan bir deliydi. Benden yaşça büyük bir adama içimden bile olsa deli demem beni rahatsız edince, ne diyorum ben, der gibi gözlerimi kapatıp başımı iki yana salladım.

"Ay ne oldu?" Suzan hanım kahveyi karıştırırken verdiğim tepkiye şaşırmış olacak ki konuşmayı bölüp bana ne olduğunu sordu.

"Yok bir şey Suzan hanım, aklıma bir şey geldi de..."

"Ay ne Suzan hanımı, Korkut bana Suzan abla diyor sen de öyle de." Burada herhangi bir mesafe, rütbe olmadığından bu cümlesini garip karşılamadım. Üstelik Korkut'a da bey demiyorum. Belki de durumumuz eşitti ve burası tamamen farklı bir binaydı diye düşünmüştüm. Üstelik çok az zaman ve şansımız vardı. Buraya okuduğum okulu bile söylemeden girmiştim, insanlarla sizli bizli konuşmamamı garipsemeye gerek yoktu.

Suzan ablayı onayladığımda köpüklü kahveleri fincanlara doldurmaya başladı. Hala bir şeyler anlatıyordu ama aklımda sadece seyyar satıcı vardı. Nigar komiser beni arayacağını söylemişti ama hemen haber vermeleri de olanaksızdı tabi. Kendimi sabırlı olmaya ikna ederken kahveden bir yudum aldım. Gerçekten de bahsettiği kadar güzeldi. Kahvenin yoğun tadını bastıran hafif köpüğü bir anlığına kafamı dağıtmamı sağlamıştı. Suzan abla çocuklarından, evinden, köyünden bahsederken yavaş yavaş dönmeye başlayan başımla ve boş bakışlarla onu seyrediyordum. Harika derecede sıkıcı bir öğleden sonrasıydı. Eğer şu an evde olsaydım annemle birlikte gündüz kuşağı programları izliyor olacaktık. Hangisinin daha heyecanlı olduğunu tartmaya çalıştım.

"Numune! Numune!" Üst kattan gelen Korkut'un sesiydi. Yerimden kalkıp Suzan ablaya teşekkür ettim ve çevik adımlarla yukarı çıktım. Bir ara Korkut'a da teşekkür edecektim beni kurtardığı için. Odamda bıraktığım telefona bir arama gelmişti ve ben aşağıda olduğum için duymamıştım. Gelen numarayı tekrar aradığımda bir iki kez çaldı ve açıldı.

"Alo beni aramışsınız?"

"Evet aradım, neden telefonlara bakmıyorsun?" Bu gergin sesin sahibini tanımak zor olmamıştı benim için. Şu an gerginliği pek de umurumda değildi, merakla cevap verdim.

"Kusura bakmayın komiserim, sizi dinliyorum."

"Sana haber vereceğimi söylemiştim, yarın sabah beş gibi karakola gelirsen haber için gerekli fotoğrafları çekebilirsin."

"Sabah beş mi? Ne yani buldunuz mu onu? Peki biraz garip bir zaman dilimi değil mi?"

"Numune istediğin haberdi ben de alman için fırsat veriyorum. Çok soru sorma, kimseye bir şey anlatma. Sadece dediğimi yap. Eğer yanlış bir hareket yaparsan başın çok büyük derde girer haberin olsun!" Net bir dille konuşup telefonu yüzüme kapattı. Mutlu muydum yoksa hüsrana uğramış mı bilmiyordum. Nasıl davranmam gerekiyordu hatta olaylar nasıl gelişmeliydi onu da bilmiyordum gerçi. Başımda öğretecek kimse yoktu, üniversitedeki bilgiler merakımı dizginleyememe bir çözüm bulamazdı herhalde? Korkut merakla bana bakarken telefonu elimde sımsıkı tuttum.

"Korkut, şu an ne istiyorum biliyor musun? Beni sahnenin ortasına koysunlar, ben yokmuşum gibi davransınlar ben de olanı biteni çekeyim istiyorum. Bana bunun mümkün olduğunu söylesene!" Küçük bir kahkaha patlattı içinde bulunduğum durum karşısında.

"Şu an mümkün olan tek şey senin bana ne olduğunu anlatman Numune!" Eliyle odasına davet ederken gülmeye devam ediyordu. İnsanların hayallerine gülünmemeliydi. Sandalyeye oturana kadar bu imkansız fikrimin gerçek olabilmesini hayal ettim. Olaylara bu kadar yakınken uzak olmak benim gibi dram ve entrika dizilerini izleyen birini meraktan çatlatmaya yetiyordu.

***

"Sence bu mantıklı bir fikir mi? Sana karışmamanı söylemiş komiser."

"Bundan daha mantıklı ve işe yarar bir fikrin var mı Korkut?"

"Dün tanıştık ve her seferinde bu cümleyi söyleyerek beni durduruyorsun. Senin fikirlerin mantığıma hiç uymasa da mantıklı dediğim her şeyi denediğim için, senin mantıksız mantığını da denememiz gerektiğini hissediyorum." Kitap okur gibi cümleleri sıraladığında bir an duraksadım. Kızsa bile öyle sakin bir tonda konuşuyordu ki, konferans veriyordu sanki. Yine de cımbızladığım kelimeler, beni onun kadar oturaklı yapmayacaktı.

"Sen bana mantıksız mı dedin? Gazete çıktıktan sonra teşekkür edeceksin!"

"Polis sana karışma dediği halde karakola gidip onları erkenden yakalarım düşüncesiyle, gece boyu beklemek mantıklı mı olacak sence? Üstelik gazeteyi kaç kişinin okuyacağını, o seyyar satıcının ilgi çekici bir hikayesi olup olmadığını bile bilmiyoruz."

Korkut'u sessizce dinledim. Bir kez daha planımı anlattığında dediği kadar mantıksız olup olmadığını tarttım kafamda. Hayır, değildi gayet de mantıklıydı. Üstelik bana daha iyi bir fikir sunmadıkça benim fikirlerime mantıksız demesi de hoş değildi. Sonuçta geceyi karakolda geçirmek güvenlik açısından bir sorun değildi. Nigar komiserin nasıl bir planı olduğunu, o adamı ne zaman yakaladığını veya yakalayacağını bilmiyordum. İşin kötü yanı bana da anlatmayacaktı tüm bu detayları. Bana başka çare bırakmamışlardı yani. Korkut arabasını karakolun yakınlarında bir yere park ettiğinde ona beklemesini ve içeri girip haber vereceğimi söyledim. Bilgisayara bakmaktan kızarmış gözleri ve uykulu bakışlarıyla dediğimi onayladı.

Arabadan inip görülmemek adına beyhude bir çabayla duvar diplerinden yürüyerek karakolun bahçesine girdim. O sırada yüzüme yansıyan mavi kırmızı polis arabası ışıkları bir tavşan gibi gözlerimi kocaman açmama sebep olmuştu. "Saklanmana gerek yoktu Numune, artık daha çok gözüküyorsun!" Kendi kendime mırıldandım.

Korkut'un bu halimi görmemiş olması iyi bir şeydi çünkü zaten az olan inancı tamamen yitebilirdi. Bir gündür tanıyorduk birbirimizi ama iş uğruna bu yabancılığın lafı bile geçmiyordu aramızda. Zaten öyle güven vermeyen birine de benzemiyordu. Annelerin, beyefendi çocuk olarak nitelendireceği bir görüntüsü vardı. Üstelik karakolun önündeydik. Rahat hissetmemem için bir sebep yoktu.

Omuzlarımı dikleştirip normal bir vatandaş haline geldim. Yani öyle olmasını umdum. Kapıda nöbet tutan polislere hafifçe gülümseyerek selam verdim. Bu yersiz nezaketim karşısında zaten geç olmaya başlayan bir vakitte beklediğim ve hak verdiğim tepki olarak boş boş baktılar yüzüme. İçimden daha fazla saçmalamadan Nigar komiserin odasına gitmem gerektiğini tekrarlayıp durdum. Üst kata çıktım, sabahın aksine daha kalabalıktı burası. Koridorda biraz ilerleyip Nigar komiserin kapısını çaldım. Cevap veren yoktu. Kapı kolunu çevirip içeriye baktım, boştu. Burada beklemeli miydim? Belki de çay kahve almaya gitmişti.

Yine de izinsiz odasına girmek istemedim, belki de başka bir yerdeydi. Arkamı dönüp üç kişilik bir polis grubunun yanına yaklaştım, onlara sordum. Önce beni süzdüler haklı olarak. Sabah tanıştığımızı göz önünde bulundurarak bir tanıdığı olduğumu söyledim. Kısa bir şekilde dışarıda olduğunu ve beklememem gerektiğini söylediler. Anlamıştım seyyar satıcıyı yakalamak için operasyona gittiklerini. Tabi ki bekleyecektim, ne zaman döneceklerini bilmeden öylece eve gitmek ve saat beşte tekrar karakola gelmek fikrinin hiçbir mantığı yoktu. Arabada da olsa beklememiz gerektiğini söylemek için Korkut'un yanına gitmeye hazırlanmıştım ki telsizden gelen sesle durdum.

***

Karakoldan kendimce normal bir çıkış yapıp arabaya doğru koştum. Bu gece durmak yoktu. Korkut hala arabanın içinde beni bekliyordu. Başını öne eğmiş, yüzüne yansıyan ışığıyla telefonla ilgileniyordu. Tam bir ekran bağımlısı! Ona doğru koştuğumu fark etmemişti bile. Durmak için arabanın kapısına adeta tosladığımda Korkut da yerinde sıçradı. Hızlı hızlı nefes alıp verirken ağrıyan ayaklarımla yüzümü buruşturup arabaya bindim.

"Beni korkutmaktan zevk mi alıyorsun?" Hala nefesimi düzene koymaya çalışıyordum. Ağzımdan kesik kesik kelimeler çıktığında sakin olmam için beni uyardı ve elleri direksiyonda konuşmamı bekledi.

"Git... gitmemiz lazım, adresi aldım."

"Ne adresi?"

"Operasyonu yapacakları adres." Bedenini dar alanın izin verdiğince bana doğru çevirdi. Şaşkınlıktan ağzı yarı açık bana bakıyordu. Konuşmasına gerek olmadan hakkımda düşündüklerini bana iletmişti o bakışlarla. Daha ne istiyordu acaba? Hiçbir habere bu kadar yaklaşmış mıydı?

"Bunu yapmayacağız!"

"Evet, yapacağız."

"Numune deli misin? Kalkıştığın işin farkında mısın?"

"Korkut, deli değilim işimi yapıyorum."

"Ama buna iznin yok, üstelik adresi nasıl aldın? Ne işler karıştırıyorsun? Başımızı belaya sokacaksın!"

"Hiçbir şey olmayacak, ne dersen de oraya gideceğim ve kimse beni görmeden döneceğim. İstemiyorsan gelme, tek de giderim." Blöf yaptığımı anlamamasını umdum, yanımda biri olmadan bir operasyonun ortasına düşme fikri korkutucu geliyordu. Yani en azından ilk sefer için. Hala yüzüme bakarken elimi kapının koluna attım. Gelmeyecek miydi benimle? "Gidiyorum!" Kaşlarımı çatıp hafif yüksek sesle konuştum. Bu adam korkak mıydı yoksa dediği gibi mantıklı mı? İkisi de umurumda değildi, benimle gelmeliydi. Daha doğrusu beni oraya götürmeliydi. Ekmek almaya gitmediğimiz zaman, "ben gideyim bari" diyerek yerinde hafifçe salınan annemin taktiği bende de işe yarasaydı keşke. Vicdan yaparak ya abim ya da ben giderdik. Vicdan diyorum Korkut, vicdan!

"Adresi söyle!" Işık hızıyla başımı çevirip ağzım kulaklarımda güldüm beklediğim bu cümleyle.

"İşte bu!" dedim yumruğum havada. Bana destek olursa iyi bir ekip olabilirdik. Telsizde geçen adresi söyledim hemen. Zaten hemen ardından iki polis arabası yanımızdan geçti. Ekip istemişlerdi. Çevreledikleri binanın olduğu sokağın başına ve şüphelilerin kaçabileceği diğer bölgelere de polis yerleştireceklerdi. Üstelik birden fazla kişi olduğunu da bildirmişlerdi. Korkut söylenirken polis arabalarını takip etmeye başladı. Bir yandan da, gazeteci olduğumuzu, bu işlere fazla karışmamamız gerektiğini anlatıyordu ama verilen adrese yaklaştıkça kalbimin sesinden başka bir şey duyamıyordum.

***

"Burada durdular, daha fazla gidemeyiz." Karanlık nedeniyle gözlerimi kısıp etrafa baktığımda içlerinde kimsenin yaşamadığı belli olan evler, bir iki oto yıkama dükkanı gördüm. Çok geniş bir sokaktı. Polislerle aramızdaki mesafeyi koruyorduk. Onlar araçlardan inip etrafa dağıldıklarında biz de ağaçların altındaki yerimizde beklemeye başladık. Aslında Korkut beni beklemeye zorlamasa beklemezdim. Buraya kadar gelip öylece beklemek mızıldanmama neden oluyordu. İlerde sokağın sonunda fabrikaya benzer büyük bir yapı vardı. Sokaktaki tek ışık kaynağı onun önündeki yanıp sönen bir floresandan geliyordu. Rüzgarın ara ara sert esmesiyle arabanın camına vuran eğik ağacın dalları Korkut'un huzursuz bir şekilde kıpırdanmasına sebep oluyordu.

"Ben iniyorum!"

"Numune saçmalama, lütfen artık saçmalama!"

"Korkut, kal burada beş dakikaya dönerim!" Bir daha böyle bir olayın içine düşer miydim bilmiyordum ama kesinlikle Korkut'u getirmeyecektim. Adının hakkını verircesine cesaretimi kırıp korkutuyordu beni. Kendi kendime cesaret ve motive konuşmaları yaparak Korkut'u dinlemeden dışarı çıktım. Ellerini başının arasına almış çaresizce bana bakıyordu. Başına dert açmamaya gayret etmeliydim. Sessizce ve kimseye görünmeden gidip gelecektim. Birkaç fotoğraf da çektim mi tamamdı. Karakolda değil, operasyon anında görüntü almak istiyordum.

Etrafta ışık olmaması biraz ürkütücü olsa da gizlilik açısından iyi bir şeydi. Sokağın karşısından yürüdüm polislerle karşılaşma ihtimaline karşın. Boynumda asılan kameraya sıkı sıkı tutundum. Herkesin biraz cesarete ihtiyacı vardır. Neredeyse yıkılmak üzere olan virane bir evin yanında durdum. Polisleri bir türlü göremiyordum, araçları da ortalıkta yoktu. Bir anda gelip bir anda kaybolmuş gibiydiler. Floresan hala yanıp sönüyordu, burada yalnız değildim. Polisler ve suçlularla aynı sokaktaydım ama hiçbirisinin nerede olduğunu bilmiyordum. Rüzgar esmeye devam ederken derin bir nefes aldım. Hangi yöne ilerlemem gerektiğine karar vermek için etrafa bakındım bir süre.

O sırada büyük yapının pasları bulunduğum mesafeden bile görünen kapısı kulak tırmalayan bir gürültüyle açıldı. İçeriden sırasıyla beş kişi çıktı ve bu adamlar polis değildi. Bir kenara çekilip beklemeye başladıklarında lambanın altında duran kişiyi tanımıştım. Seyyar satıcıydı bu, peki ya polisler neredeydi. Biraz sonra bir araba sesi duyduğumda yine büyük yapıya çevirdim gözlerimi. Araba içerden çıkıyordu. Bu adamlar ne yapıyordu böyle. Bir yere gideceklerdi ve polislerden gelen herhangi bir hareket yoktu. Sokağın başında mı yakalayacaklardı bu adamları. Onlar önlerinde duran arabaya binmeye hazırlanırken bir iki fotoğraf çekmem gerektiğini hatırladım. Kamerayı açıp gözüme yaklaştırdığımda netlik için biraz daha yaklaşmam gerektiğini fark ettim. Taş duvarların ve kırılmış camların arasından yavaş adımlarla geçip ilerdeki çalıların arkasına saklandım.

Kamerayı ayarladım ve düğmeye bastım. Ardından hiç tahmin edemeyeceğim bir kargaşa ve telaş sardı sessiz ve karanlık sokağı. Deklanşör sesinden sonra patlayan silah seslerinin sebebi bendim. Kameranın flaşını açık unutup, seyyar satıcının gözüne ışığı patlatan ben! 

Continue Reading

You'll Also Like

SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.6M 100K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
5.1M 238K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
33.2M 1.9M 39
Yaşıyorduk, işkence çekiyorduk, idam ediliyorduk, köle gibi çalıştırılıyorduk, susuyorduk, çığlık atıyorduk ama hepsinin sonunda sesli ya da sessiz b...
168K 15.7K 44
Kerem Aktürkoğlu & Kumsal Yıldız