Gülbahar Hatun

נכתב על ידי Hanzade14533

4.9K 329 255

- ARA VERİLDİ- Gülbahar hatun; Osmanlı'nın en görkemli zamanlarını yaşadığı bir dönemde, İstanbul'un sayıl... עוד

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
Soru-cevap bölümü

8. Bölüm

191 20 1
נכתב על ידי Hanzade14533

Instagram: thegullbahar
Wattpad: Hanzade14533

Yazım veya mantık hatası varsa lütfen uyarınız...

Saygılar, sevgiler...

________

Panayıra bir hafta kalmıştı...

Herkes de bir heyecan, bir telaş vardı. Sürekli bir şeyler yetiştirilmeye çalışılıyordu.

Zehra ve Nurbanu çeşmeden su getirmekle görevliydiler bu gün. Dört seferdir gidip gelmekten yorulmuşlar, bir taşın üstünde dinleniyorlardı. Ancak Nurbanu dalgın duruyor, sanki bir şeyler düşünüyordu. Birlikte büyüdüğü Zehra'dan ise bu hiç kaçmazdı.

"Senin aklında bir şeyler dönüyor ama kardeşim." Dedi düşünceli düşünceli. Nurbanu da zaten bunu bekliyor olmalıydı.

"Diyorum ki şu beyaz atı panayırda at yarışının kazanına ödül olarak mı koysak."

"Ağamın atının tayını mı?" dedi Zehra hayretle.

"He, Gülbahar çok beğendi ya yarışı kazanır atı almak için. Hem kafası dağılır."

"Sen iyi misin Nurbanu? Ağam gözü gibi bakar ona... Gülbahar kazansa neyse de başkası kazansa ele mi gitsin cancağızım at."

"Ya kardeşim, dört senedir ağan kazanmıyor mu zaten, bu sene de o kazanır muhakkak ama biz Gülbahara bir şans vermiş olacağız işte. Hırs yaparsa kazanır. Biz de ağanın havalarından kurtuluruz." Dedi Nurbanu.

Ağabeyine laf söylenmesi hoşuna gitmemişti. Nurbanu'ya ters ters baktı. Ama Nurbanu haklıydı. Her kazandığında havalara giriyordu. Zehra kardeşiydi tamamda Nurbanu neden çekmek zorundaydı bu havaları?

"Babamları ikna etmek sana düşer." Dedi Zehra.

"Tamam, merak etme. Amcam da her sene Ömer ağaya bedava at vermekten usanmıştı zaten. Biraz da onun atları ödül olarak koyulsun dimi?" dedi Nurbanu gülümseyerek.

İçinde ki düşünceleri paylaşmanın rahatlığıyla bir nefes bıraktı Nurbanu. "Oh be! Mantıksız bulacaksın diye o kadar korktum ki." Dedi.

Zehra başını sallayarak onay verirken "Atta hemen alıştı Gülbahara. Benim atım bana alışana kadar kaç çifte yedim."

"Şans meselesi işte."

__________

Ertesi gün Nurbanu babalarıyla konuşup işi hallettikten sonra görev dağıtım yerine gitti. Panayır, düğün, bayram gibi günlerde bütün köy imece olarak çalışırdı. Bu onlar için çok büyük kolaylıktı. Birlikte yapar, birlikte yerlerdi. İlk işi Zehra ve Gülbaharı bulmak olmuştu. Yanlarına vardığında.

"Ne işi aldınız?" diye sordu.

"Yemek yapanlara yardım edeceğiz. Sen?"

"Daha almadım. Bende yanınıza geleyim bari tek ne yapacağım."

"Geç kalmamışındır inşallah. Çoğu iş bitti neredeyse."

"Tamam bekleyin." Diyerek ayrıldı yanlarından. O gittikten sonra Zehra "Gülbahar hatun seni at yarışlarına yazdıralım mı?" dedi.

"Ciddi misin?" dedi Gülbahar. Dalga geçtiğini düşünüyor olmalıydı.

"He ya, ciddiyim. Kazanırsın bence."

O sıra da Nurbanu gelmişti. Mutlulukla "Tamam, Şifakadın halletti. Beni de sizin yanınıza aldı. Köyde sözü geçen kadınların bizi sevmesine bayılıyorum ya!" dedi gülerek.

"Biz de Gülbahar hatunun yarışa katılmasından bahsediyorduk." Dedi Zehra.

"Hayır olmaz. Hem ben kazanamam ki. Daha yeni öğrendim binmeyi." Dedi Gülbahar.

"Sen iste yeter ki, Mehmet öğretir sana. O çok iyi binicidir." Sevgilisini överken çok tatlıydı. Gülbaharla Nurbanu onun bu haline güldüler.

"Hem de ödül senin beyaz at." Dedi Nurbanu.

"Nasıl yani? Ama o at ağanın değil midir?" dedi Gülbahar şaşkınlıkla.

"Olsun." Dediler omuz silkerek.

Gülbahar düşünceye dalmıştı. Neyi ölçüp biçiyordu bilinmez. Nihayet "Tamam, işimizi bitirip Şifa kadından izin alalım." Dedi.

"Yok, siz beceremezsiniz izin almayı. Ben derim ona." Dedi Nurbanu.

_____________

İşler yoluna girdiğin de Nurbanu Şifakadına, Zehra ve Gülbahar ise Mehmet'in yanına gittiler. Zehra, Mehmet'e Gülbaharın da yarışa katılacağından, onu çalıştırmak gerektiğinden bahsedince kabul edip bir de at ayarladı.

"Gülbahar hatun! Her sabah iş paylaşımından önce bir saat çalışırız. Zaten az da olsa biliyorsunuz. Gün için de kendiniz çalışın ve geliştirin." Diyerek tembihte bulundu.

Bu işi de hallederek ayrıldılar. Üçüncü aşama işleri dağıtan kadına gitmekti. Yani Zehra'nın babaannesine. Bu iş daha da basit olmuştu. Yalnız Gülbahara bir ton soru sormuştu. O kadar...

Şifakadının evine gittiklerinde Nurbanu'yu orada buldular. Nurbanu göz kırpınca bu işin de halledildiği anlaşılmıştı. Bir ıhlamur kaynatıp armut ağacının altına oturdular. Hava soğuk, ıhlamur sıcak, muhabbet koyuydu...

____________

"Bunları ne yapayım?"

"Şu sepete koy kızım."

Panayıra gidiyorduk ve Şifakadınla yanımıza eşya alıyorduk. Çünkü orada kalacaktık. Zehra ve Nurbanu'da hazırlanıyorlardı. Çeşmede buluşmak için sözleşmiştik. Panayıra katılmak isteyenler çadırlarda kalacaktı. İstemeyen her gün gidip gelecekti. Bizim gitmemizin nedeni hem benim yarışa hazırlamam içindi hem de Zehra ile Nurbanu orda kalacaklardı. Kaçıramazdım...

"Haydi, bakalım, tavukların suyunu da doldurayım da." Diyerek evin tahta kapısını çekti Şifakadın. Ben atlara eşyaları yerleştirirken o işini halletmişti bile. Çok fazla yükümüz yoktu zaten...

Çeşme başı ana baba günüydü sanki. Herkes hazırlanmış birilerini bekliyordu. Nihayet Zehralar da gelince yüklerimizi onların arabasına atıp, üçümüz atlarımıza binip elimizi kolumuzu sallaya sallaya gidiyorduk.

Aramızdan hızla bir atlının yaklaşmakta olduğunu fark edince hemen kenarlara çekildik. Biraz yaklaşınca Mehmet olduğunu anlamıştık. Zehra'nın gözlerinden her zamanki parıltı geçmişti yine. Tebessüm ettim, güzellerdi de bana Mirzahanı hatırlatıyorlardı...

Mehmet "Yetişin bakalım Gülbahar hatun." Diye bağırarak geçti yanımızdan.

İyi biriydi Mehmet ama çok rahattı... Ben Zehra'nın yerinde olsaydım çok aşırı kıskanırdım. Demek ki onlar bu boyutu aşmışlardı.

Meydan okumaya atımı yola sürerek karşılık verdim. Mehmet'in bana öğrettiği gibi hızlandıkça sırtımı eğiyordum. Artık yetişmek üzereydim. Mehmet arkasına bakarak bir kahkaha attı.

" Oo hoş gelmişiniz Gülbahar hatun!"

O gevezelik yapa dursun son bir gayret ile onu geçmeyi başarmıştım. Sanırım fazla ciddiye alıyordum bu yarış işini. Ama kendimi kanıtlamam gerekiyordu. Dört senedir Zehra'nın ağabeyi kazanıyorsa ya çok güzel biniyordu ata, ya da kimse binemiyordu...

Birinci şık daha mantıklıydı bence. Kazanma ihtimalim çok fazla olmasa bile yine de kendimi kanıtlamam için bir fırsattı. Nihayetin de ata binmeyi bilmediğimden Mirzahanla gidememiştim.

Mirzahan... Kafam o kadar karışıktı ki. Şifakadın vurulduğunu söylediğinde çok etkilensem de sonradan Mehmet'in dedikleri kafamı karıştırmıştı. Ne demek istemişti Mehmet... 'Şehit olmuş olabilir' de dedi. 'O kolay yem olmaz' da dedi. Bu ihtilaf benim beynimde de vardı zaten. Beni teskin mi etmek istedi? Neden beni rahatlatmak istesindi? İstedi madem. Öyle ise ona neydi?

"Heeeyy!" sesi ile irkildim hayallerimden.

Atımı yavaşlatıp etrafa baktım. Ta uzakta üç karaltı vardı ve ben koca bir ovanın ortasındaydım. Ne ara bu kadar gelmiştim en son ormandaydık. Dalınca fark etmedim anlaşılan. Yavaş adımlarla geri dönüp onlara doğru sürdüm atı.

"Vur dedik öldürdün be kardeşim." Dedi Zehra.

Şaşkınlıkla onlara bakıyordum. "Neden ki?" dedim gülümseyerek.

"Bizi duymasaydın bu dalgınlıkla dünyayı turlardın herhâlde." Dedi Nurbanu.

"Siz Gülbahar hatun!" bu adamda bir şey vardı ama hayırlısı... Devam etti. "Ömer'i de geçersiniz dünya turuna da çıkarsınız Evelallah." Dedi gülümseyerek.

"Teşekkür ederim arkadaşlar. Sizin sayeniz de oldu hepsi. Eğer ben bir başarı sağlarsam; Mehmet ağanın yol göstermesi, Zehra'nın bineceğim atı ayarlaması, babaannesinden işlerden muaf tutulmam için izin alması ve Nurbanu'nun Şifakadından yarışa katılmam için izin almasına borçluyum. Ayrıca beni de yarış için siz ikna ettiniz." Dedim.

Duygulanmıştım. Ne güzel insanlardı... Ama işte hiçbir şey tam olmuyordu ki. Mirzahan olmazsa bundan sonra asla tam olamayacaktı zaten...

Uzaklara daldı bakışlarım... Şuradan tozu dumana katarak gelseydi ya... Yine laflar söyleseydi, Gözlerini kısarak baksaydı, Tebessüm etseydi ya... Ah be Mirza alp ah...

"Oho! Böyle dalıp dalıp durursan olmaz ki ama Gülbahar hatun!" dedi Nurbanu.

Buruk bir tebessümle "Haklısın." Dedim sadece. "Elimde değil."

"Dikkat et, sen kazanacaksın." Dedi.

"İnşallah."

__________

Yarışların yapılacağı yerin az ilerisine yuvarlak gelecek şekilde çadırlar kurulmuştu. Biz, yani Nurbanu, Zehra, ben ve Şifakadın aynı çadırda kalacaktık. Eşyalarımızı yerleştirip etrafı gezmeye çıkmıştık.

"İstanbul'da konağın olacağına, buralarda yerin olsun arkadaş." Dedim gülümseyerek.

"Öyle deme Gülbahar hatun! Konağın da olsun, yerinde." Dedi Zehra.

Bu da olabilirdi. Evet.

"Neden ki? Nesi vardır konağın?" diye sordu Nurbanu.

"Konak hanımı olunca konağında ki işleri yönetirsin, evinde vakit geçirmeye çalışırsın, misafirin gelir, güzel giyinmelisin." Diyerek saydım. "Gerçi ben ilgilenmezdim öyle şeylerle sağ olsun dadım vardı..."

"Fena da değilmiş be Gülbahar hatun." Dedi Zehra.

"Ama bak burada doğayla iç içesin. Ata binersin, ok gezelersin kimse bir şeycik demez."

"Orada nasıl olur ki?" dedi Nurbanu.

"Orada kardeşim; seyisin olur, at araban olur, hizmetçilerin olur, dadın olur. Ve her yer ev ve insan doludur. Kimin ne diyeceği belli olmaz."

Zehra ve Nurbanu birbirlerine kardeşim dediklerinden ben de demeye başlamıştım. Olsun, hoşuma gidiyordu...

İkisi de omuz silkmekle yetindiler, çünkü az ileride bir şeyler oluyordu. Hızla o tarafa doğru yürümeye başladık. Zehra;

"Ağa! Mehmet! Ne yapıyorsunuz siz Allah aşkına?" diyerek hızla aralarına daldı. Tam olarak meydanın ortasında ikisi dövüşüyorlardı ve kan ter içinde kalmışlardı. Zehra'nın peşinden Nurbanu atıldı aralarına.

Ben kenarda beklemeyi tercih etmiştim. Tamam, kötü bir işti yaptıkları ama beni de ilgilendirmezdi yani... Nihayet bir süre sonra etraftakilerin yarımıyla ayrıldılar.

Beraber bizim çadıra gittik. Onların halini görünce Şifakadın deliye dönmüştü.

"Biri ne olduğunu anlatabilir mi?" Dedi Zehra hırsla. Ağabeyi ile sevgilisi kavga etmişti, kolay değildi...

"Sana ne kız. İşine bak sen." Dedi ağabeyi.

Kötü insan! Burun kıvırdım bu sözüne kimse görmesede..

Zaten ilk gördüğümde de hiç gözüm tutmamıştı. İçinde böyle terbiyesiz biri olduğu belliydi... Diye düşünürken... Nurbanu ağlıyor muydu ne?

Kalkıp yanına gittim.

"Kız! Bak bakalım bana." Dedimse de bakmak istemedi.

"Dışarıya çıkalım mı Nurbanu. Hadi gel." Diyerek kolundan tutup dışarıya sürükledim onu.

Çadırların arkasına doğru yürüdük baya. Bir şey söylemiyor sürekli yürüyordu. Hiçbir "dur!" ihtarımı dinlemeyince "Koş!" dedim bende...

Elinden sıkıca kavrayıp orman yolunda koşturuyorduk. Etrafta kimsenin olmadığını bilmek rahatlatıyor ve başımızın bozulmasını önemsemiyorduk.

Biz koştukça etrafımızdaki çeşitli ağaçlar silinir gibi oluyor, gece yağan yağmurdan yerler kayıyor ve gazeller ayaklarımız altında çatırtılı sesler çıkartıyordu.

Koşmamızın sonu benim ayağımın kayması ile beraber üst üste yere kapaklanmamıza neden olmuştu. Başta korksak da ikimize de bir şey olmadığını anlayınca yolun ortasına oturup gülmeye başlamıştık...

Kafayı sıyırmış olmalıydık...

Kendimize geldiğimiz de kalkıp geldiğimiz istikamete doğru yürümeye başladık. Nurbanu gülümseyerek;

"Delice bir fikirdi ama iyi geldi... Sağ ol" dedi.

"Rica ederim canım ama inan benim fikrim değildi."

Gözlerini pörtleterek "Kimin fikriydi peki?"

"Bilmiyorum. İçimden geldi ama iyi geldi." Dedim.

İki deli gibiydik. Durmadan gülüyorduk.

"Sana ne oldu bir anda?" dedim ciddileşerek.

"Önemli bir şey değil ya boş ver." Dedi gözlerini devirirken.

"Israr etmem ama bilesin ki ben senin dostunum ve paylaşmak istediğin zaman gelebilirsin yanıma." Dedim.

"Anlayışın için sağ ol." Dedi gülümseyerek.

Elbette anlayışlı olmak gerekirdi ama bu onu takip etmeyeceğim anlamına gelmedi. Bu işin peşini bulana kadar bırakmayacaktım. O istediği kadar söylemesindi...

Gülümseyerek karşılık verdim, tebessümüne...

"Hadi başlarımızı düzeltelim en azından da öyle karışalım kalabalığa." Dedim.

"Sen gideceksen git Gülbahar hatun! Ben şimdilik biraz yalnız oturmak istiyorum."

"Nereye?"

"Şurada şelale var, oraya çıkacağım biraz." Dedi sağdaki tepeyi gösterirken.

"İyi bende geleceğim. Merak ettim doğrusu." Dedim. Onu yalnız gönderemezdim cidden iyi değildi çünkü.

___________

Tam anlamıyla hayran olmuştum buraya...

Karşımızdan şelale akıyordu ve ateş böcekleri ile resmen görsel bir şölen sunuyordu doğaya... Hava ise kararmaya durmuş, parçalı bulutların arasından karanlık yavaş yavaş yayılıyordu etrafa. Şelalenin etrafı kayalıklarla çevriliydi ve nerdeyse karşısına gelecek yere oturmuş, ayaklarımızı boşluğa sallandırıyorduk.

"Burası çok güzelmiş be Nurbanu." Dedim hayranlıkla.

"Ya! Çok güzeldir." Dedi sanki dalga geçiyormuş gibi. Güzel değil mi demek istedi? Güzel ama ben bunu göremeyecek kadar kötüyüm mü?

"Nasıl keşfettiniz burayı?" dedim heyecanla.

Sustu biraz... Ufka daldı gözleri, bir şey söyleyecek gibi oldu ve

"Özür dilerim kardeşim ama konuşmayalım da huzuru dinleyelim. Olur, mu?" dedi. Sanki ben çok konuşuyormuşum gibi...

"Peki."

Nurbanu'nun bu kadar gizemli olmasına şaşırmıştım doğrusu...

Bacaklarımı sarkıttığım yerden çekerek sırt üstü uzandım. Sanki gökyüzündeymişim gibi hissediyordum. Suyun sesi huzur gibiydi...

Gözlerimi kapattım ve bu huzurlu ortamda Mirzahanla olduğumuzu hayal ettim. Yanımda sırt üstü uzandığını farz ettim ve bulutları bir şeylere benzetip güldüğümüz geldi gözlerimin önüne...

Çok güzel gülüyordu... Çok mutluyduk... Çok seviyorduk...

Kendime geldiğimde ise bir avuç hüzün, bir tutam özlem ve gözyaşı vardı sadece...

Nasıl gidiyor?

Mirzahan?

Gülbahar?

Nenehatun?

Meryem?

    Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayııınnn

המשך קריאה

You'll Also Like

Algon נכתב על ידי cicek8899

היסטורי בדיוני

29.5K 1.4K 28
iki düşman ailenin arasında filizlenen bir sevda meselesi🌼
LEYLA נכתב על ידי gizemmgurbuzz

היסטורי בדיוני

63.3K 5.8K 65
İskoçya'dan Osmanlıya uzanan destansı bir aşk...
66.6K 3.7K 20
Aşk, nefret ve intikam hırsıyla dolu kalplerde yer edebilir miydi? İskoçya ve İngiltere arasında yaşanan en kanlı savaşın ardından bir anlaşma yapıld...
ÖLÜ PORTRE נכתב על ידי asileyda

היסטורי בדיוני

93.1K 7.7K 34
Ecem'in normal giden hayatı, gittiği resim sergisindeki portrenin içine çekilmesiyle tepetaklak olur. Gözlerini açtığında ise, prensini öldürmeye çal...