Gülbahar Hatun

By Hanzade14533

5K 337 255

- ARA VERİLDİ- Gülbahar hatun; Osmanlı'nın en görkemli zamanlarını yaşadığı bir dönemde, İstanbul'un sayıl... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
Soru-cevap bölümü

6. Bölüm

237 20 5
By Hanzade14533


Instagram: thegullbahar
Wattpad: Hanzade14533

Yazım veya mantık hatası varsa lütfen uyarınız...

Saygılar, sevgiler...

________

Gülbahar, Mirzahan ve Ak Mehmet hoca ayrıntı hakkında konuşmuşlar ve ilk yapılması gereken şeyin Bursaya gidip pusulanın iletilmesi gereken kişiyi bulmak olduğuna karar vermişlerdi.

Sabah erkenden yola çıkmak üzere anlaştılar ve ayrıldılar.

Gece gökyüzü açıktı Bursa'da...

Gülbahar için herkesten farklıydı. Merak, heyecan ve burukluk vardı gönlünde...

Plan işler de tahmin ettikleri gibi olursa, o halde bu son gecesiydi burada...

Her şey güzeldi böyle düşününce, ancak Gülbahar buruktu nedense...

Yattığı yerden kalktı yavaşça, Meryem'i uyandırmamaya dikkat ederek pencere kenarına gitti. Ay ışığında parlayan bir şeylerin olduğunu fark etmesi fazla vakit almamıştı. Bir süre izledi ama dayanamamıştı. Bir cesaretle büyük bir yemeniyi başına geçirerek kendini odadan dışarı attı. Merdivenleri hızla inerken, neyle karşılaşacağını düşünmeye çalışıyordu.
Tahta kapıya yaklaştığında adımlarını yavaşlattı ve kapının tam kapanmamış olduğunu fark etti. Aynı yavaşlıkta bahçeye çıktı ve karaltıların olduğu ağaca doğru sessizce yürüdü.
Adımları karaltıya yaklaştıkça, sesler duymaya başlamıştı.
Önce sessizce konuşan bir erkek sesi duymuştu.
Ardından bu sesin ahenkli olması dikkatini çekmişti.
____________

Aramızda beş metre kadar bir mesafe kaldığında duracak kadar adımlarımı yavaşlattım. İster istemez bir gülümseme oluştu dudaklarımda, tanıyordum ya bu sesin sahibini, yaklaştıkça daha da netleşmişti siması.

Mirzahan ağacın dalına kandili asmış, altına bağdaş kurup oturmuş huzurla kuran-ı kerim okuyordu...

Hala ses çıkarıp onu rahatsız etmeye korkarken gördüğüm manzara beni çok mutlu etmişti. Sabah ki sözlerini teyit ediyordu bu görüntüsü. Dudaklarımda geniş bir tebessüm ve gönlümün huzuru içinde ağacın ona ters gelen tarafına yavaşça çömeldim. O güzel sesiyle içime huzur verirken dışarı ile irtibatı kesmiş yanındaki köpeği bile bu huzurun farkında, bozmamak için kımıldamadan onu seyrediyordu.

Rüzgâr hafif hafif esiyor, Yapraklar hışırdıyor ve sesi dalga dalga dağılıyordu.

İtiraf etmeliyim ki eğer rüyamda görsem akıncı deseler inanmazdım, "hayır ilim erbabıdır" diye iddia ederdim. Çünkü bize akıncı hikâyesi anlatanlar hiç bu taraflarından bahsetmemişlerdi. İnsan görmeden inanmıyordu.
Ve ben şu son üç günümde bir akıncının savaş dışındaki bütün hallerine şahit oluyordum...
"Sadeka Allahü-l azim" derken ayağa kalktım ve ellerimi önümde bitiştirerek duasını yapmasını bekledim. Nihayet dua bitince kuran-ı kerimi öptü başının üstüne koydu.
Düşmanın karşısında durdurulamaz bir aslan olurken, Allah'ın karşısında kimse başlarını yerden kaldıramıyordu. Ne güzel edep, ne güzel insanlardı...

Beni fark etmişti.
"Size saklanmayı kim bellettiyse güzel belletmiş Gülbahar hatun!" Dedi bana hiç bakmadan köpeğin sırtını sıvazlarken.

"Bölmek istemedim Mirza alp. Şimdi çıktım işte, buldunuz beni." Dedim tebessümle.

"Ben değil Karaoğlan anladı geldiğinizi. Oda olmasa şehit olur giderdim herhâlde."

Sessizce yaklaşıp ona zarar vermemden bahsediyordu galiba. Düşman mı belledi ki beni de... Şaka yapıyor da olsa demek ki hala güvenememişti bana. Üzülmüştüm, çünkü ben güvenmiştim, zaten başka şansım da yoktu.

"Aşk olsun Mirza alp! Benden zarar gelir sanırsınız madem, buyur bağlayın ellerimi de haddimi bileyim." Diyerek tepkimi belli ettim.

Kafasını yavaşça kaldırırken kaşlarını çatmış bir halde anlık baktı gözlerime, belki hissedilemeyecek kadar az bir an...
"Estağfurullah Gülbahar hatun ne haddime. Anlayamayacağım kadar sessiz olabilmenize şaşırdım sadece." Dedi. Ve eli ile az ilerisini göstererek "Buyurun ayakta kaldınız." Diyerek yer gösterdi.

Bu, özür dilemek manasına gelebilir miydi acaba? Ben getirirsem gelirdi elbette.

"Kuran okurken kendinizi çok kaptırmanızdan duymadınız. Ya Kuran okurken köpeğinizi yanınızdan ayırmayın, ya da düşmanınızın olabileceği yerlerde okumamanızı tavsiye ederim." Dedim gösterilen yere otururken

Hafifçe gülerek kafasını salladı, bir eli köpeğinin üzerinde idi hala.

"Neden uyumadınız." Dedi bir müddet sessizlikten sonra.

"Uyku tutmadı... Heyecandan herhalde."

"Siz?" Dedim başımı hafif ona çevirerek.

"Fazla uyumam zaten de. Bu gün ki cüzümü okuyamadım. Malum, Nenehatun sağ olsun." Dedi bariz bir şekilde gülerken.

Bu adam beni şaşırtıyordu. Demek her gün bir cüz okuyordu ha? Sabahtan beri her söylediğine şaşırıyordum ya bu sefer fazla belli etmedim.

Hoş oda Müslümandı ve her Müslüman gibi görevleri vardı.
"Her gün okuyabiliyor musunuz peki?"

"Elimden geldiği kadar... Bir şey merak ettim Gülbahar hatun!"
"Sorabilirsiniz elbette." Dedim.
Ben ona o kadar soru sordum da izin almadım, o bir soru için izin alıyor, Benim burada yabancı olmamdan, fırsatçılık yapıyormuş durumuna düşmemek için dikkatli hareket ediyordu. Her hareketinde beni düşünüyor, incitmemeye çalışıyordu. Bunları anlamak için kâhin olmaya gerek yoktu, kendi hareketlerimle kıyaslayarak rahat bir şekilde anlayabiliyordum.

"Pusulayı göstermek için sizi çağırdığımda, kuran-ı kerimi bir günde okumaktan bahsettiniz?" Dedi soran gözlerle bakarak.

Güldüm bu sorusuna önce. Söyleyeceklerimi toparlayınca cevap verdim.

"Elbette okudum. Babam kuran öğrenmem için özel hoca ayarlamıştı. Hocam bendeki ışığı fark etmiş olacak, çok özel ilgilenerek küçükken kuranı ezberletti, sağ olsun, Allah ondan razı olsun."

Akşama kadar duyduklarına şaşıran bendim ama görünüşe bakılırsa güne son noktayı yine ben koymuştum.
Mirzahan duyduklarından sonra, her zaman ki gibi yavaşça kafasını bana çevirmiş baka kalmıştı.
Tahminimce ne derece doğru söylediğimi ölçüyordu.
Ondan ses gelmeyince devam ettim sözlerime.

"Tabi hafızın zekâsının tamamı açık olur derler, bu sayede duyduklarım da aklımda kalıyor."

Bir müddet daha cevap vermeyen Mirzahan sadece

"Maşallah!" Diyebilmişti

"E sabah yolcusunuz Mirza alp. Dinlenmeye niyetiniz yok mudur?"
Sorum onu düşündürmüştü. Bir süre daldı gitti neden sonra

"Sabah akın varmış gibi dediniz Gülbahar hatun. Bursa uzak değildir ki!"

"Bazen karşımda bir akıncının olduğunu unuturum. Sahi anlatacak anılarınız vardır elbet. Rica etsem anlatmaz mısınız?" dedim.

Madem dinlenmek sorun değildi anlatmak da sorun olmazdı herhalde.

"Şövalyeler güzel anlatır bizi, biz beceremeyiz pek anlatmayı." Dedi.

Tevazuunun sırası mıydı ama şimdi! İlla zora sürükleyecek.

"Elimizde akıncı var ama."
Durdu. Her zaman ki gibi yavaşça kaldırdı başını önünden. Önce sessiz sonra sesli gülmeye başladı. Bir müddet güldü ve
"Demek elimizde akıncı var ha!" dedi gülme ile karışık bir halde. Ve devam etti.

"O halde borcum olsun Gülbahar hatun. Size kıssa anlatacak bir şövalye bulmak." Hala gülüyordu. Güzel gülüyordu...

"Sizi iyi tanıyan bir şövalye olursa kabul ederim, yoksa siz anlatacağınıza söz verin." Dedim.

"Pekâlâ, sözüm olsun." Dedi.

Bütün akıncılar mı böyle idi yoksa çok mu şanslıydım?
Farklı düşünceler beni ele geçirmeden, kendimi toparladım. Benim için uğraşan bir adam hakkın da böyle düşünmem çok yanlıştı. O akıncı bir gezgindi, kaç kişinin hayatını kurtarmıştı belki de...
Düşüncelerim beni umutsuzluğa sürüklerken, sesi ile kendime geldim.

"Siz gelmiyor musunuz Bursaya?"

"Gerek varsa geleyim, ayak bağı olmak istemem." Dedim.

"Nenehatunla kalmak isterseniz gelmeyin tabi. Ama sizi kurtaran biri olmayacak."

Ah evet birde Nenehatunumuz vardı!
"Teşekkür ederim Mirza alp! Orada beni kurtardınız gerçekten." Dedim. Utanmıştım galiba biraz.
"Belki de benim yüzümden söylememeniz gereken şeyleri söylediniz orada." Başımı öne eğdim ve cevap vermesini bekledim.

"Sadece orada mı kurtardım dersiniz?" dedi. Gülerek, sorarcasına. Sonra devam etti.

"Evet, gerçekten söylememem gereken şeylerdi ama içime dert olmuştu söyledim de rahatladım."

Ne güzel itiraf ediyordu öyle. Bende katıldım gülmesine.

"O halde sizin de bana bir şükran borcunuz var."

"Ödeştik yani." Dedi. "Ee... Nenehatun mu? Bursa mı?"

Nenehatun mu ben mi diyecekti. Bursaya gidersem belki geri dönemeyebilirdim. Şıklarda "ben mi?" yoktu ki.

"Bursa." Dedim üzülerek.
Onunla olacağım için mutlu, dönemeyeceğim için mutsuzdum.

"Yorucu bir gün olacak sizin için dinlenmelisiniz artık." Dedi.

İlk defa başımı tam kaldırıp ona bakmaya cesaret ettim. Aslında duygularımdı bana bu cesareti veren.
Zaten bana bakarken buldum onu da.  İstemeden, elimde olmadan takıldım gözlerine, son kez bakıyormuşum hissi ile bakıyordum. Onu özleyeceğimi, gülüşünü, bakışını, hareketlerini, mimiklerini...
Son kez bakıyormuşum gibi...
O ne düşünüyordu bilmiyordum ama ilk toparlanan ben olmuştum.
Büyük bir suç işlemişim gibi hemen önüme dönmüştüm.

"Doğru söylersiniz Mirza alp. Gideyim. Yarın büyük gün, uzun olacak." Dedim nefesimi bırakırken.

Cevap vermesini beklemeden "Hayırlı geceler size." Diye ekledim ve ona hiç bakmadan kalkıp eve doğru yürüdüm.

Biraz uzaklaşmıştım ki arkamdan "Gülbahar hatun!" diye seslendi. Dönüp baktığım da, ayağa kalkmış yine her zaman ki duruşu ile bacaklarını biraz açmış, sağ elini sol göğsünde yumruk yapmış yavaşça vururken gülümseyerek,
"Size de hayırlı istirahatler Gülbahar hatun!" dedi.

Duygulanmıştım bu halinden, edep bilmesem koşup boynuna sarılasım gelirdi.
Kısık sesle "Sağ olun Mirza Alp!" dedim.
Bir süre kımıldamadan durduğumu görünce eli ile gitmem için yolu işaret etti.
Bu hareketi sanki "Biliyorum gitmek istemiyorsun, bende gitmeni istemiyorum ama ne gelir elden..." der gibiydi...

Veya;
"Şimdi gitmelisin ki ben seni almaya gelebileyim."

Ya da;
"Git. Sen git bari... Bak ben gidemiyorum bir yere kaldım öylece." Der gibiydi...

Ya da fazla amana yüklüyordum...
__________

Sabah mirzahan atları ayarlamıştı ancak Gülbahar ata binmeyi bilmediğini söyleyince her şey tersine dönmüştü...

Mirzahan mecbur Ak Mehmet hoca ile tek gitmiş, Gülbahar ise evde Meryem'le bir yandan muhabbet ediyorlar bir yandan da iş yapıyorlardı...

Gülbahar, Nenehatun hariç evdekilerle çok iyi anlaşmış, Mirzahanın annesi Hatice ana gülbaharın ata binmesini bilmediğini öğrenince

"Kızım tarlaya gidin de orda Gülbahara bildiklerini öğret." Demişti.

"Elbette anacığım. Gülbahar hatun bundan böyle benim büyüğüm yerindedir. Ağam değer verir ona, bizim de değer vermemizi ister." Dediğinde Gülbahar kızarmış, yanakları al al olmuştu...

Hatice ana Gülbahara dönüp "Elbette oğlumun kıymet verdiği benim içinde kıymetlidir. Hiç sıkılmayasın kızım zira nasipte ne varsa o olur. Hem Nenehatunun da kusuruna bakmayasın. Mirzahanı çok sevdiğinden bir şeyler yapmaya çalışır işte."

"Sağ olasınız." Dedi Gülbahar.
Ve Meryem işlerini toparlayınca birlikte çıktılar evden.
Yanlarında ise Meryem'in "Pancar" ismindeki atı vardı. Tarlada ilk yarım saatleri at eğitimi ile geçmişti. Nihayet yorulunca oturdular.

Meryem sessiz ve cana yakın bir kızdı. Evin birçok işini takip etmesine karşın sürekli tebessüm eder olaylara olumlu yaklaşırdı...

"Anlat hele Gülbahar hatun. Ağamla tarlada ne yaptınız dün?" diye şaka ile karışık merakla sormuştu.
Bu soru elbette Gülbaharın çalışmadığı yerden çıkmıştı. Fena afallasa da
"Bir şey yapmadık." Dedi utanarak.
Meryem bir yandan kolu ile dürtüklüyor bir yandansa

"Hadi de çok merak ettim. Peşinden gelecektim de ayıp olur diye gelmedim. De hadi" diye yalvarıyor bir yandan da kimseye söylemeyeceğine sözler veriyordu.
Gülbahar akıllı bir kızdı. Bu kadar ısrara söylemezse sanki yanlış bir şey yapmışlar görüntüsü oluşur diye korkmuştu. Mirzahan aklına gelmiş, kendisini onunla yakıştırmalarından hiçte memnun olmayacağını düşünmüş ve güzel bir açıklama yapmak istemişti.

"Meryem hatun! Evvela bilmelisiniz ki, Mirza alp ile aramızda kastettiğiniz gibi bir şey yoktur. Sizin kadar benim de ağamdır. O insanlık görevini yerine getirmek için beni evine getirdi ise ben hangi hatasının karşılığı olarak o gözle bakarım ki ona." Meryem pür dikkat Gülbaharı dinliyordu. Gülbahar yutkunduktan sonra devam etti.

"Ben onun için sadece bitirilmesi gereken bir görevim. Şimdi anladınız mı aramızda ki ilişki boyutunu?" dedi.
Gerçekler... Gülbaharı incitmişti...

"Lakin yine de ağam boşmuş gibi gelmez bana. Bir şeyler var ama... Çıkar elbet kokusu." Dedi Meryem kafasını sallaya sallaya.

Bu Gülbaharı biraz umutlandırsa da tam da emin değildi böyle olduğundan.

"Sen bacısısın elbet bilirsin ağanın boşunu dolusunu... Ancak şunu da bilmelisin ki Meryem hatun! Ağanız bir alptır. Ki o genç kızların dillerinde destan olmuş Mirza alptır. Ben ise onun kurtardığı yüzlerceden sadece bir tanesiyim. Ne siz heveslenin, ne de ben..." diyerek bitirdi cümlesini Gülbahar.

Ancak son kelimeler kısık çıkmıştı ağzından...
Meryem aynı kısıklıkla "Anladım Gülbahar hatun." Dedi.

Meryem ayağa kalktı ve geldiklerinde kenara koyduğu yayını eline aldı.
"Gel hadi biraz ok gezeleyelim de gideriz. Ağam acıkmış gelir."

"Sen at Meryem hatun ben yarın atarım." Diye geçiştirdi.

Gülbaharın hali kalmamıştı. Yerinden kalkıp pancarın yanına gitti. Başını okşadı elleri ile yelelerini taradı. Görünüşte atı seviyor bile olsa kafası başka yerde idi.

Mirzahanı düşünüyor, ne yaptı acaba diyor ama şöyle yapmıştır diyecek bir ihtimal bile oluşmuyordu zihninde...

"Allah'ım! Sen yardım et." Demekten başka çaresi kalmıyordu...


    Eyvah Mirzahan! Gülbahar ile Nenehatunu nasıl yalnız bırakırsın??

     Bakalım Gülbahar'ın ahvali ne   olacak? Gidecek mi Bursa'dan??


Nasıl gidiyor?

Mirzahan?

Gülbahar?

Nenehatun?

Meryem?

    Yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayııınnn

Continue Reading

You'll Also Like

ZAMAN KIRAN By ay parçası

Historical Fiction

1.6K 126 6
Zaman her şeyin ilacı olarak bilinir. Ancak her ilaç gibi bu ilacın da içileceği zamanı sadece kendi belirler... Annesini kaybeden Karmen birden bire...
OrNil By Umay Yıldıran

Historical Fiction

5.8K 167 20
Bir gönül davası🤍
algon By algon

Historical Fiction

29.1K 1K 34
Algonsuz hayat hayat mıdır lov
115K 9K 190
''Boşanmayı kabul ediyorum.'' Sovieshu yarı rahatlamış, yarı pişman bir ifadeyle bana baktı. Maskaralık mı yapıyordu, yoksa samimi miydi? Şu ana kada...