Bebeğimiz İçin • [b×b]

By mavigollge

876K 70.2K 44.7K

[Tamamlandı] Anıl, boşanma aşamasındayken hamile olduğunu öğrenir. -Mpreg- 🌈 Herkesin eşit haklara sahip old... More

Tanıtım
1|Doğum Günü
2 |Boşanmak İstiyorum
3|Bir şans daha
5|Çilekten nefret ediyorum
6|Seni özgür bırakmalıyım
7|Seni özlüyorum
8|Bu evlilikten sıkıldım
9|Çok güzeldik biz
10| Sessizlik
11| Belki de iyileşebiliriz
12| En çok seni sevecek
13|Yeni bir sayfa
14| Göl kenarı
15|Kimse benim eşimi üzemez
16|Tatlı anılar
17|Otel
18| Haber yazısı
19|Düzeliyoruz sanmıştım
20|Bana güven
21|Evimize gidelim
22|İyileşmemizin tek yolu
23|Aile ziyareti
24|Bebeğimizin cinsiyeti
25|Beraber duş alalım
26|Kilo takıntısı
27|Trip
28|Dünya güzelim
29|Yabancı
30|Bebek
31|Endişe
32|Misafir
33|Anne ve Baba
34|Şirket
Final|Bebeğimiz İçin

4|Kimseye belli etme

34.4K 2.6K 2.1K
By mavigollge

Toplam oy ve yorum sayısı eşit şu an 1.4k oy, 1.4k yorum aslkdjsakfdhsdh

tamam bunda gülüncek bir sey yok bolume gecelim

keyifli okumalar, bol yorum yapmak isterseniz hic cekinmeyin<3

*

Üzerime giydiğim açık kahverengi çizgileri olan beyaz pijamamın düğmelerini iliklerken aynadaki yansımama bakıyor, geceliğin uzunluğu nedeniyle gözükmeyen şortumun yerine daha uzun bir şey giysem mi diye düşünüyordum.

Fiziğimi her zaman beğenmiştim. Üst bedenime oranla daha uzun olan bacaklarımın baldırlarıma doğru hafiften kalınlaşması ve dolgun kalçalarımı ön plana çıkartan ince belim sayesinde her giydiğimin bana yakıştığını düşünür, en cüretkar parçaları bile büyük bir özgüvenle üzerimde taşırdım.

Lakin şu sıralar bu özgüvenimden eser yoktu.

Bu durum ne zaman başlamıştı bilmiyorum. Çünkü benim aniden bayılmam üzerine Savaş'la hastaneye gittiğimizde dahi kendimi iyi hissediyordum. Muhtemelen son birkaç saattir üzerime ne alsam kendime yakıştırmıyor, çirkin olduğum düşüncesiyle somurtuyordum.

Bunun birçok nedeni olabilirdi. Daha dün akşam öğrendiğim hamilelik meselesi nedeniyle karışmış olan zihnimin bir oyunu veya gelip geçici, öylesine bir şey olma ihtimali yüksekti.

Belki de, uzunca bir süredir iltifat almamamdan kaynaklıydı.

Sonuçta işten dönüp yorgun argın üstünü değiştirmeye geçmeden önce dahi bana sarılıp ne kadar güzel göründüğümü söyleyen eşim, son zamanlarda iltifat etmeyi bırak, konuşmak için dahi aralamamıştı o dudaklarını.

Bu ilgisizliği karşısında verdiğim kararın doğruluyla bir kez daha yüzleşirken makyaj masasına ilerlemiş, önündeki kırmızı koltuğa oturmuştum. Eş zamanlı olarak açılan kapıdan içeri giren Savaş'a şöyle bir bakıp nemlendiricime uzandığımda "Selam." dediğini işittim. İçimden bu saçma kelimeye gülmek gelse de sadece başımı sallayıp konuşma gereği duymadan selamına karşılık vermekle yetindim.

Muhtemelen o hastane odasında konuşulanlardan sonra attığı ilk adıma bir karşılık alacağını sanmıştı. Cevap vermemem omuzlarını düşürmesine neden olurken başını iki yana sallayarak giysi dolabına yöneldi. Rastgele seçtiği birkaç parçayı ayna sayesinde görebiliyordum. Gri eşofmanı üzerine oldukça bol siyah bir tişört seçmiş, ardından hızlıca üzerine geçirmişti.

Önceden, ben burada böyle oyalanıp dururken Savaş mutlaka yanıma uğrar, yüzüne bir şeyler sürmem konusunda ısrarda bulunurdu. Benim gibi makyaj yapmayı seven bir yapısı yoktu. Hatta nemlendirici dışında yüzüne herhangi bir şey sürdüğünü dahi hatırlamazdım ama o, sırf benimle eğlenmek için konuşur dururdu. Ben de bazen oyununa eşlik edip ona makyaj yapar, sonra komikliği karşısında kahkahalara boğulurdum.

Birçok nemlendirici ve deodorantları saymazsak, herkeste bulunan temel eşyalarım dışında fazla makyaj malzemem yoktu. Uykusuz kaldığım zamanlarda kurtarıcı görevi gören kapatıcım ve vişneli dudak kremim bana yetiyordu.

Bu sıralar sık sık kendi kendime düşünür olmuştum. Bu durumu Savaş'ın da fark ettiğini biliyordum çünkü o da aynı şeyleri yaşıyordu. Benim gibi sürekli eski anılarımızı mı düşünüyordu bilmiyorum ama zihninin daima dolu olduğuna emindim.

Yavaşça yerimden kalkıp koltuğumu düzelttim. Siyah ve kırmızı renklerinin yoğun olduğu yatak odamda adımlayıp yatağa ilerlerken Savaş çoktan örtünün altına girmiş, telefonunu eline alarak oturmuştu. İşten gelir gelmez öylece yatması içimde bir yerleri rahatsız ederken "Aç değil misin?" diye sormadan edemedim. "Bugün yemek sipariş etmiştim."

"Şirketten çıkmadan atıştırdım bir şeyler."

Hızlı cevabı beni şaşırtmıştı. Çünkü en son yanına oturup boşanma isteğimi söyleyeceğimde bile dikkatini bana vermesi uzun sürmüştü. Oysaki şu an ağzımdan çıkacak kelimeleri kolluyor gibiydi.

Örtüyü kaldırıp yanına uzandım ben de. Onun gibi oturur pozisyonda durmak yerine direkt uzandım. Belimde hafiften bir ağrı vardı ve nedenini bilmiyordum.

"Bir sorun mu var? Yüzünü buruşturdun, bir yerin mi ağrıyor? Neresi, karnın mı?"

Savaş'ın telefonunu kenara bırakıp tamamen dikkat kesilmesi kaşlarımın usulca çatılmasına sebep oldu.

"Biraz belim ağrıyor..." diye mırıldandım sessize, neden büyüttüğünü anlayamamıştım. "Önemli bir şey değil."

"Doktoru arayıp soracağım."

"Ne?"

"Belki bebek bir şeyler söylemeye çalışıyordur."

Telaşlı bir şekilde telefonuna sarıldığında bu saçma cümlelerinde ciddi olduğunu anlayarak elini tuttum. "Belimin ağrımasıyla ne gibi bir haber yollamaya çalışıyor olabilir? Arama kimseyi."

"Önemli olabilir. Zaten düzgünce dinlemedin adamı."

"Çünkü şaşkındım, Savaş. Dikkatimi veremedim. Yarın gidip görüşeceğim."

Uzun uzun baktı gözlerime. En sonunda ciddi bir problem olmadığına ve yarın kesinlikle doktorun yanına gideceğime ikna olduğunda telefonu yeniden kenara bıraktı. Elimi çekip örtünün kırışmış yerlerini düzelterek uzanmaya devam ettim. Gülmemek için alt dudağımı ısırıyor, bu tuhaf hallerini çaktırmadan izliyordum.

"Birkaç doktorla daha görüşmeliyiz. Hepsi kontrol etsin, sağlıklı olduğundan emin olalım. Sonra, içlerinden hangisine güvenirsen onunla devam edersin. Aylarca seninle ilgilenecek sonuçta. İkinize de iyi bakacak birisi olmalı-"

"Özkan gayet iyi bir doktor. Üstelik..."

"Üstelik ne?"

"Ben emin değilim." gözlerimi yatağın karşısındaki dolaba sabitledim. Ona bakmak için fazlasıyla çekingendim. "Onu isteyip istemediğimden."

"Ne saçmalıyorsun sen?" sesinin anında yükselmesi şaşırılacak bir durum değildi. Beklediğim tepkiyi veriyordu. Bu yüzden sakin kalmaya çalışarak gözlerimi ona çevirmedim. "Yüzüme bak Anıl, düzgünce söyle. O ne demek?"

"Çok ani olmadı mı sence de?"

"Ani olması onu aldırabileceğini göstermez." bana doğru biraz yaklaşarak yüzüne bakmam için uğraştı. "Ayrıca böyle bir şeyi bana sormadan karar veremezsin."

"Sana aldırmak istediğimi söylemedim."

Hamilelik konusundaki bilgim çok azdı ancak aldırılacak evreyi çoktan geçtiğimizi biliyordum. Üstelik cidden, bu durum aklımın ucundan bile geçmemişti. Benim korkularım başkaydı. İsteyip istemediğime emin değildim, çünkü mutlu bir evliliğim yoktu. Hatta, bebek dünyaya geldiğinde ortada bir evlilik bile olmayacaktı. Bu şartlar altında onu nasıl büyüteceğimi, sevgimi nasıl aktarabileceğimi bilmiyordum. Dünden beri zihnimi meşgul eden bu korkular beni bunu düşünmeye itiyordu.

"Onu istediğimden emin değilim diyorsun. Bundan başka ne anlamalıyım?"

"Kastettiğim şey aldırmak değil. Artık aldıramayacağımı biliyorum ve bunu düşünmedim bile. Ne olursa olsun ona zarar vermezdim." karnıma sarılmak için hareketlenen parmaklarımla örtüyü kavrayıp kendimi dizginlemeye çalıştım. "Ama dünyaya geldiğinde, ona nasıl yaklaşacağımı bilemiyorum. Onun için nasıl bir baba olacağımı dahi kestiremiyorum. Ona alışamazsam ve istediği ilgiyi veremezsem ne olacak? Anlatmak istediğim şey buydu. O bir şekilde dünyaya gelecek ama ben onu isteyecek miyim, sahiplenebilecek miyim? Bunlardan emin değilim."

Cümlemin sonlarına doğru kendimi tutamayıp bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde gözlerindeki öfke kırıntılarının yerini şefkate bıraktığına çok net şahit olmuştum. Savaş, duygularını saklayabilen bir adam değildi. Kızdığı zamanlarda içine kapanıp herkesi kendisinden uzak tutabilirdi ancak ne mutluluğunu, ne de hüznünü gizleyemezdi.

"Daha dün öğrendin, Anıl. O yüzden düşünüyorsun bunları. Zamanla alışacağına eminim."

"Nasıl emin olabilirsin? Sen hemen kabullenip heyecanlandın ama ben...hiçbir şey hissetmiyorum." gözlerimi sımsıkı kapatarak sızlamaya başlayan burnumu çektim. "Onun varlığını bile hissedemiyorum, hiç hissetmedim..."

"Şşh, ağlama."

Akmaya hazırlanan gözyaşlarımı silmek için parmaklarını uzattığında yana çektim kendimi.

Bu yaptığım yüzündeki anlayışlı ifadenin saniyeler içerisinde donmasına neden olurken gerçeklerle yüzleşmiş gibi görünüyordu. Dokunmasını istemiyordum, bana dokunduğu zaman çok daha iyi hissedeceğimi bildiğim halde, ondan uzak kalmak istiyordum.

Dün akşam, hastane odasında benden bir şans istemesini cevapsız bıraktığım andan bu yana daha bir uzak davranıyordum ve bu istemsizce oluyordu.

"Ben biraz hava alacağım." diyerek üzerindeki örtüyü sıyırdı. Bacaklarını yataktan sarkıtıp kalktığında "Su falan getirmemi  ister misin?" diye sormuştu.

"Hayır, sağ ol."

"Az daha unutuyordum. Yarın bir işin var mı?"

"Doktora gidip görüşeceğim sadece."

"Ona birlikte gideceğiz." dedi, itiraz istemeyen bir dille. "Sabah erkenden hastaneye gidip Özkan'la görüşürüz. Sonrasında uygun musun?"

"İşten iki günlüğüne izin aldım." dilimi dudaklarımda gezdirerek baktım gözlerine. "Yani, Gözde benim yerime konuşmuş. Toparlanabilmem adına zaman tanımışlar."

"Sevindim. Şirketten birkaç kişi akşam yemeği için gelecek. Senin de katılmanı istemişlerdi ama işte olursun diye söz verememiştim kimseye."

Daha birkaç gün öncesinde doğum gününe dahi gelmemi öylesine bir dille teklif eden eşimin, şimdi böylesine konuşma meraklısı olmasının yanı sıra beni iş yemeklerinde yanında istemesi gülmeme sebep oluyordu. Saçmaydı. Gerçekten, içinde bulunduğumuz durum oldukça saçmaydı.

Hareketlerini anlamlandıramıyordum. Bir bebek haberiyle böyle değişmesi oldukça manasız geliyordu bana. Sürekli, bebeğimiz olacağını öğrenmeseydi hala bir duvardan farksız olan suratıyla evin içinde gezeceğini ve asla yüzüme bakmayacağını düşünüyor, bu yüzden samimi yaklaşımına karşılık veremiyordum.

"Neden eve geliyorsunuz?"

"Biliyorsun, arada böyle şeyler yapıyoruz."

"Misafir istediğimden emin değilim."

Başka zaman olsa onları seve seve kabul ederdim, çünkü şirketteki düzenin nasıl işlediğini en az Savaş kadar ben de biliyordum. Benim iş yerimin aksine, Savaş'ın şirketindeki herkes arkadaş gibiydi. Çalışacakları zaman birbirlerinin evlerinde toplanmak onlar için sıradan bir aktiviteydi ve patronlarının evine gelmek istemeleri de Savaş'ın çalışanlarına gösterdiği samimiyetten kaynaklıydı.

"Pekala, o zaman Özge'yle beraber zaman geçirirsin. Çünkü onları arayıp reddetmem mümkün değil."

Dakikalardır her kelimesine ters cevaplar vermemin onu eninde sonunda sinirlendireceğini biliyordum. Şu sıralar zaten depresif olan yapım, Savaş'ın bir daha eskisi gibi anlayışlı olmayacağını ve huysuz hallerime asla katlanmayacağını haykırırken gözlerimin dolması kaçınılmazdı.

"Evden git demenin kibar yolu mu bu?"

"Evden gitmeni istemedim, Anıl. Sadece biliyorsun, bunu ilk kez yapmıyoruz. Çalışmak zorundayız, onları reddedemem." ne için kalktığını bile unuttuğuna emin olduğum yatağımıza yeniden oturdu. "Hepsiyle iyi anlaşıyorsun sen de, lütfen, idare etmeye çalış."

"Git."

"Ne?"

"Uyumak istiyorum ben."

Onu daha fazla geri çeviremeyeceğimi biliyordu. Surat assam bile, burası sadece benim evim değildi. Kararına saygı duyup yarın misafirleriyle ilgilenmem gerektiği düşüncesi normalde kızacağım bir durum değilken şu an için bana sadece yük oluyordu.

Yatakta sağ tarafa dönüp onu arkamda bıraktım. Yüzüne bakmak ve daha fazla konuşmak istemiyordum. Yalnızca şu aptal gözyaşlarından kurtulmak adına bir an önce uyumak ve sabah olduğunda Savaş'ın misafirleriyle ilgilenip, bu karmaşık günlerden hızlıca sıyrılmayı istiyordum.

*

Doktorla aramda geçen konuşmadan sonra kendimi bir tık daha iyi hissetmiştim. 

Nasıl beslenmem gerektiği hakkında uzun uzun konuşmuştuk. Benim için uygun bir program hazırlamıştı ve aklıma takılan en ufak şeyleri bile sorabileceğimi söyleyerek telefon numarasını vermişti. 

Bu kadar ilgili oluşunun nedeni hastane sahibinin damadı olmamdan mı kaynaklanıyordu yoksa Özkan herkese karşı aynı mıydı, bilmiyordum ama oradan ayrıldığımda Savaş'ın babası beni aramış, böyle bir haberi neden hastaneden öğrendiğiyle ilgili birkaç şey söyleyip beni ufaktan azarlamış, sonrasında da hastanedeki herkesi tek tek uyaracağını söylemişti.

Bunun dışında pek bir şey olmamıştı bugün. Hastanede gerekli kontrolleri yaptırmış, Özkan'la ayrıntılı bir şekilde konuşmuştuk. Bu kadardı. Savaş'ın tuhaf ısrarlarına rağmen başka bir doktora gitmek istemiyordum çünkü doktorum bana güven veriyordu. Üstelik, bu duruma hala adapte olduğum söylenemezdi. Bu nedenle mantıklı kararlar verebilmekten çok uzaktım, sadece akışa ayak uyduruyordum.

Savaş ve arkadaşları birazdan geldiğinde direkt çalışmaya başlamayacaklarını biliyordum. Öncelikle bir şeyler atıştırmak isteyeceklerdi. Bende koca yemek masasını hazırlamaktansa kokteyl tarzı atıştırmalıklar sipariş etmiştim. Bol içeceğimiz ve ufak tefek yiyeceklerimiz vardı.

Tek istediğim yatağıma yatıp saatlerce tavanı izleyerek bir anda içerisine düştüğüm bu hamilelik olayını uzun uzadıya düşünmekken misafir ağırlamak zorunda oluşuma hala inanamıyor, öfkemi kontrol altında tutmaya çalışıyordum. Dakikalardır olduğu gibi yine buranın sadece bana ait bir ev olmadığını kendime hatırlatırken yatak odasına girdim. 

Hastane dönüşünde kendimi bitkin hissettiğim için duş alamamıştım. Şu an akşama bıraktığım bu olayın pişmanlığıyla omuzlarımı düşürdüğümde dolaptaki onlarca kıyafetle bakışıyor, hiçbirinin bana yakışmayacağını düşünüyordum. Cidden...bu his vücudumu ele geçirdiğinden beri kendimi daha bir kötü hissediyordum. 

Dolabımın bir kısmı Savaş'ın benim için aldığı dar kesim mini eteklerle doluydu. Diğer bir kısmında taytlarım, pantolonlarım ve renk renk şortlarım dururken ben hangisini seçersem seçeyim çirkin olacağımı bildiğim için, boş boş dolabı izliyordum.

Artık hareket etmem gerektiğini bildiğimden bol kesim bir kot pantolon aldım elime. En azından rahat görünüyordu ve yüksek bel olduğu için biraz daha iyi hissedeceğimi düşünüyordum. Üzerine giydiğim beyaz gömleğin bir kısmını beline sıkıştırıp yakasındaki düğmeleri açık bırakırken istediğim tek şey kaybettiğim özgüvenimi geri kazanabilmekti. Ancak hayır...açıkta kalan boynumu süsleyen ince zincir kolyelerime ve düzgün görünmesi için karıştırıp durduğum kıvır kıvır saçlarıma rağmen ben tam bir faciaydım.

"Dünyanın en çirkin insanısın." diye mırıldandım aynamdaki yansımama karşı. "Çok çirkinsin. Çirkin."

Somurtarak kendimi izlemeye devam ederken kapıdaki tıkırtıları duyarak aynadaki görüntümle kavga etmek için yeniden araladığım dudaklarımı kapattım. Savaş ve arkadaşlarının gürültüsü daha şimdiden, buraya kadar geliyordu. Normalde bu kadar sesli bir giriş yapmayacaklarını, en azından benimle selamlaşmayı bekleyeceklerini biliyordum. Artık eve gelmeden önce aralarında ne yaşandıysa epey eğlenmiş olmalılardı.

Ben üzgünken başkalarının gülüyor olması...sinir bozucuydu.

İçimden hiç gelmese bile, misafirlerimizi karşılayabilmek adına isteksiz adımlarla çıktım odadan. Hala kapının önünde kıkırdayarak konuşan bir grup çalışan, Savaş'ın en değer verdiği kesimi oluşturuyordu. Şirkette en iyi anlaştığı ve çoğu zaman işlerini düzgün yapması nedeniyle övdüğü herkes karşımdaydı.

"Hoş geldiniz." diyerek gülümsediğimde Savaş'la göz göze geldim. "Buyurun, içeri geçin."

"Hoş bulduk Anıl Bey." içlerinden birisi, adının Asil olduğunu hatırladığım bir çalışan, son derece samimi tebessümüyle başını salladı. "Uzun zamandır görüşemiyorduk, nasılsınız?"

"İyiyim, teşekkür ederim."

Aynı soruyu yöneltmeme fırsat kalmadan hepsi salona adımlarken en arkada kalan Savaş, yavaşça yanıma yaklaştı. Önce etrafımızda bizi duyabilecek bir çalışan var mı diye şöyle bir bakınmış, sonrasında fısıltı halindeki sesiyle konuşmaya başlamıştı.

"Onlar bilmiyorlar...aramızın bozulduğunu." duraksadı, sanki aramızdaki tek şey basit bir küslükmüş gibi konuşması tuhaf olsa da doğru kelimeleri seçemediği için böyle söylediğini bildiğimden sesimi çıkarmadım. "Lütfen, kimseye belli etmeyelim. Olur mu?"

"Neden saklıyoruz?"

"Sadece çalışmak için geldiler, yeri değil."

İtiraz istemediği her an olduğu gibi sesi sertleştiğinde boğazıma bir yumru oturduğunu hissettim.

Ağlamamalıydım. Hayır, ağlayacak hiçbir şey yoktu.

"Güzel miyim sence?"

"Ne?"

"Baksana." gömleğimin eteklerini çekiştirdim. "Olmuş mu?"

"Olmuş-olmuş. Neden olmasın?" geçiştirircesine söylediği birkaç kelimenin şaşkınlığı yüzünden olduğunu biliyordum çünkü uzun zamandır ona böyle bir soru sormamıştım. Tuhaf bakışları altında rahatsızca kıpırdandığımda belki güzel şeyler söylemek, belki de neden bunu sorduğumu sorgulamak için dudaklarını araladı ancak içeriden kendini çağıran çalışanlarını duyduğunda "Misafirlerimiz." diye mırıldandı. "Misafirlerimizi bekletmeyelim."

O içeri geçtiğinde zaten hazırda bir sofra olduğunun bilinciyle, rahatça yanlarına gittim ben de. Eğer acıkan ya da atıştırmak isteyen varsa kalkıp kendisi alabilecekti, servis yapmakla uğraşmayacaktım.

"Eviniz gerçekten çok güzel Savaş Bey."

İşte bu ses yabancıydı.

Kapıdaki karmaşada hiç fark edemediğim genç bir adam, salonumun en uzak köşesindeki koltuğa oturup bacak bacak üstüne atmış bir şekilde etrafı süzüyor, hemen yanındaki şömineye imrenerek bakıyordu. 

"Anıl'ın zevki." dedi Savaş. "Her şeyiyle o ilgilendi."

"Öyle mi?" yemin ederim, önyargıyla yaklaşmamak için kendi kendime telkinler verdiğim halde adamın bana dönen bakışları öylesine garip bir hal aldı ki, iyi niyetli biri olmadığını anlayıp içimdeki küçük tartışmayı anında sonlandırdım. Ukalaydı, evet. Sarı saçlarını geriye doğru tarayıp beni baştan aşağı süzerken onu anlatan tek kelime bu olabilirdi. 

"Anıl Bey ünlü bir tasarımcı, adını duymuş olmalısın?" diyerek gülümsedi, Şeyda. Daha önce sık sık gördüğüm ve tanıdığım bir kadındı. Samimi bakışları benimle o genç adam arasında gidip gelirken bir kez daha onu daha önce görmediğime emin olmuştum. Muhtemelen işe yeni başlamıştı ve herkesle yeni yeni kaynaşıyordu.

"Aslına bakarsanız, adını daha önce hiç duymadım. İşe yeni mi başladınız?" 

Kenarında durduğum koltuğa uzanıp yastıklardan birini kavradığım gibi yüzüne atma isteğiyle dolup taşarken sıradan bir tebessümle, "Yeni başlamadım." dedim. "Uzun zaman oluyor."

"Gerçekten mi? Üzgünüm...daha önce herhangi bir yerde adınızı duyamadığım için yanlış yorumlamış olmalıyım. O halde, kendi halinizde çalışıyorsunuz? Çünkü ben modayı yakından takip ederim, özel tasarımların gözümden kaçmasına imkan yok." 

Başarısızlığım konusunda açıkça ima yapmasını sindirebilirdim. Salondaki tüm gözlerin üzerime dönmesine rağmen bunu sineye çekebilir, görmezden gelebilirdim ancak aynı zamanda üzerimdeki kıyafetleri küçümseyici bir edayla baştan aşağı süzmesi tüm özgüvenimi kaybettiğim şu anda bana daha da berbat hissettirmekten öteye gidemezken kendimi dünyanın en çirkini olduğuma bir kez daha inandırmış, ağlayıp daha da küçük duruma düşmemek için dişlerimi sıkmıştım.

"Aslında şu sıralar önemli işlere imza atıyorlar..." çıt çıkmayan salondaki boğucu sessizliği bölmek ve beni savunmak adına konuşma yapan Şeyda'ya şöyle bir bakıp çıkışa yöneldim. Burada durmak istemiyordum. O genç çocuğun ukala bakışlarını da, pür dikkat beni izleyen diğer çalışanları da istemiyordum. Sadece yalnız kalmak, ağlamak, çirkinliğime karşı duyduğum nefreti haykırmak istiyordum.

Mutfağa girdiğimde kapıyı sertçe itme çabam benim kuvvetimden daha sert bir şeye çarparak sonuçsuz kaldı. Savaş, tam arkamdan içeri girip kapıyı bana göre daha nazik bir şekilde kapattıktan sonra, kalçamı tezgaha yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirmemi şaşkınlıkla izledi.

"Anıl-"

"Sus."

"Yalnızca-"

"Sus dedim." ağlamak istemiyordum, cidden...şu an yapmak istediğim onlarca şey vardı. Mesela gidip o çocuğu evimden kovabilir, onun öncesinde küçümseyici sözlerine karşı kat kat daha ağır bir ton şey sıralayabilirdim ancak  şu son bir aydır, yapmak istediklerimle yaptıklarım hep ters düşüyordu.

Onu terslememe rağmen bana doğru bir adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattı. Tam önümde durduğunda yüzüne bakmadım. Bakar bakmaz daha beter halde ağlayacağımı biliyordum. Bu yüzden en iyisi halımdaki desenleri incelemeye devam etmekti.

"Şşh, sakin olmalısın." benim ellerime oranla daha büyük olan elleri, kıpkırmızı olduğuna inandığım yanaklarımı kavradı. "Ağlama, lütfen. Kendini üzmen hem seni hem de bebeğimizi kötü etkileyecek. İkinize de zarar gelsin istemiyorum."

"Çok çirkinim, değil mi?"

Birkaç dakika önce sorduğum için olsa gerek bu sefer hiç duraksamadan, "Değilsin." dedi, "Gerçekten değilsin. Hatta-hatta sen benim gördüğüm en güzel şey olabilirsin."

"Yalan söyleme." 

Yanağımdaki ellerini ittirip sıcaktan yanmaya başlamış yüzümü kendi ellerimle kapattım. Sessiz tutmaya çalıştığım hıçkırıklarım bir bir dudaklarımdan firar ederken Savaş, bir kez daha düşünme gereği duymadan sarıldı bana. 

Bir ay sonra ilk kez, saçlarımı okşayarak, sıkıca sarıldı.

"Ağlama, ağlama...cidden, cidden ne yapacağımı bilmiyorum. Ağlama lütfen, Anıl." ellerimle kapalı olan yüzümü göğsüne bastırıp kıvırcık saçlarım arasına daldırdı parmaklarını. Hafif hafif okşayıp sakinleşmem için uğraşırken durmadan bir şeyler söylüyor ve sakinleşmem için uğraşıyordu. "Güzelsin, yemin ederim çok güzelsin. Üzerindeki her şey çok güzel, çok yakışmış sana."

"Kolyemi çıkar."

"Anıl, yapma lütfen. Gerçekten çok yakışmış."

"Çıkar işte." burnumu çekerek ayrıldım göğsünden. Kızardığını bildiğim gözlerimi az önce temas halinde olduğum göğsünde gezdirirken derin bir nefes verdi. Ne yapacağını bilemediğini, hatta normalde o adama cevap vermemi beklerken ağlamaya başlamamı garipsediğini biliyordum. Yine de asla kendimi tutamıyor, içimdeki ağlama isteğine karşı koyamıyordum.

Soğuk parmakları boynumla temas ettiğinde titredim. Üst üste taktığım birkaç zincir kolyemi hızlıca çıkartıp mutfaktaki masanın üzerine bıraktı. Bense bu sırada hala sessizce ağlıyor, burnumu çekip duruyordum.

"Gömleğimi de çıkartacağım."

"Saçmalama." gömleğin eteklerini kavramış ortadan ikiye ayırmaya hazırlanan ellerimi tuttu aniden. "Saçmalama Anıl, çıplak mı geçeceksin içeri?"

"Çıplak geçemem..." sanki ilk kez duyduğum önemli bir gerçekle yüzleşiyormuşum gibi somurtarak baktım gözlerine. "O zaman...o zaman kıyafetimi değiştirelim."

Savaş, bir ay sonra ilk kez bu kadar fazla temas halinde oluşumuzun keyfini sürüyormuş gibi yeniden saçlarıma dokunup beni göğsüne çekerken derince bir nefes alarak "Tamam." dedi. "Kıyafetlerini değiştirelim. Sen ağlama yeter ki..."

*

uzun soluklu kurgularda boyle her seyi yavas yavas islemeyi cok seviyorum

bu arada anne-baba deme olayinda karari verdim. bebek genel olarak baba diyecek ama arada anne dedirtip tatli sahneler cikmasini saglayabilirim

Instagram: xmavigollge

Continue Reading

You'll Also Like

843K 58.2K 35
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
1M 73.5K 56
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
511K 43.9K 30
Savaştan sonra öğrencilerden bazıları sekizinci yıl için Hogwarts'a dönmüştür. Kendilerine özel ortak salonları ve yatakhaneleri olan öğrenciler, McG...
GURUR | BXB By Lord

Teen Fiction

738K 58K 31
Kendini haşarı bir çocuğu adam etmek için harcayan bir adam ve onun başının belası bir çocuk...