salazar // dramione

Por ravenclawdahisi

132K 8.2K 26.3K

"Sondördünde doğan çocuk dünyanın sonu olacak, Egemen olmak istediği büyüyü karanlığa boğacak." Beyza'yla bir... Mais

➳ prolog
➳ bir
➳ iki
➳ üç
➳ dört
➳ beş
➳ altı
➳ yedi
➳ sekiz
➳ dokuz
➳ on
➳ on bir
➳ on iki
➳ on üç
➳ on dört
➳ on beş
➳ on altı
➳ on yedi
➳ on sekiz
➳ on dokuz
➳ yirmi
➳ yirmi bir
➳ yirmi iki
➳ yirmi üç
➳ yirmi dört
➳ yirmi altı
➳ yirmi yedi
➳ yirmi sekiz
➳ yirmi dokuz

➳ yirmi beş

1.4K 80 102
Por ravenclawdahisi

Merhabalar.

Yirmi dört özetini şöyle bırakayım, bölüm sonundaki açıklamayı okursanız da çok çok sevinirim.

Efenim önceki bölümde Godric ve Salazar yüzleşmesi okuduk. Rowena'dan fazlasıyla şüphelenen ve huzursuz olan Godric'in bütün şüpheleri gerçek çıktı: Salazar onlarla birlikte.

Günümüzde, Hermione ve Draco bir rüya cehenneminin içine sıkışmışlardı. Salazar, Hermione her şeyi Harry'ye anlattığı için ceza olarak böyle bir yöntem seçmişti. Draco da Hermione'yi buradan çıkarabilmek, uyandırabilmek adına bu rüyaların içine girmişti. En sonunda birlikte uyandılar, Draco Hermione'den onu yaralı bir şekilde bıraktığı için özür diledi.

Sanırım hatırlanması gereken en kilit noktalar bunlar.

Şimdi yeni bölümümüze geçelim.

İyi okumalar dilerim.

Hogwarts'ın üç kurucusu, kendi binalarının yatakhanesinde başka kimliklere bürünmüşlerken tamamen farklı ruh hâlindelerdi. Rowena, yaşanılan her şey yüzünden büyük bir kafa karışıklığı içerisindeydi. İçinde savaşan iki taraf vardı ve hangisinin kazanacağını bilmiyor olmak kendisi için çok büyük bir değişiklikti. Bundan korkuyordu. Her zaman bütün kararlarından, yapacaklarından, geleceğin getireceklerinden emin olurdu. Her hareketi en ince ayrıntısına kadar hesaplar, mantığını kullanarak her türlü sorunun içinden çıkmasını başarırdı. Ama bu noktada mantığının sesini bile duyamıyordu. Daha doğrusu, duyuyor olmasına rağmen ona uygun davranmak istemiyordu. İşte her şeyin karıştığı nokta da tam olarak buydu. Binasını bile bu temel üzerine yerleştirmiş olan Rowena, kendisinde en temel özellik olarak gördüğü mantıksallığında yalpalıyordu. Geçmişte içine gömmüş olduğu duyguları artık gömemeyecek kadar güçsüz olduğunu oldukça yıkıcı bir şekilde fark etmişti. Yıkılan da sadece kendisi değildi; işin sonunda fazlasıyla zarar olacağının farkındaydı fakat ilk kez kendisini durduramıyordu. Durdurmak istemiyordu. Geçmişte de başkaları için yaşamıştı. Başkaları için ölümü bile reddetmişti, huzurla geçirebileceği yıllara arkasını dönerek ruhunu bir nesnenin içine saklayarak yüzlerce yıl uyku hâlinde tekrar uyanacağı o günü beklemişti. Başkaları için huzurlu bir ölümden bile feragât etmişti. Geçmişte de bütün sınırlarını her yönden zorlayan Salazar'ın sürpriz bir konuk gibi çıkagelmesi hiçbir şeyi kolaylaştırmamıştı. Aksine geçen yılların buzlaşmış kalbini erittiğini, kararlılığını yıktığını, ördüğü duvarları çatlattığını fark etmişti. Soğuk mizacını kaybettiğini, 'görev adamı' kimliğinden sıyrıldığını görmüştü. Olay sadece Salazar'ı reddetmekle ya da onu cezalandırmakla bitmiyordu. Tom vardı. Her şeyin başlangıcı ve belki de her şeyin sonu. Rowena'nın kafasının bu denli karışık olmasının bir diğer nedeni de Tom'du. Çocukla aralarındaki ilişiyi her zaman görev olarak görmüştü, hiçbir zaman aralarında gerçek bir duygusal yakınlaşmanın olabileceğine ihtimal vermemişti. Rowena'nın hissettiği şeyler birbirini gerçekten seven iki arkadaşın duygularından öteye gidemezdi fakat yine de Tom'a gerçek bir duygu besliyordu ve bu büyük bir sorundu. Çocuğu sadece görev olarak görmesi, bu şekilde yaklaşması, duygusal kararlar almasını sağlayacak her türlü durumdan uzak durması gerekiyordu. Ama öyle bir noktadalardı ki, kendisini 'aşk' üçgeninin tam ortasında bulmuştu. Yatağında uyuyamadan saatlerce tavanı izlemesinin bir diğer nedeni de Godric'ti. Birlikte geldiği arkadaşına Salazar'ın burada olduğunu bile söylememişti. Bu da bir diğer sorunu beraberinde getiriyordu. Israrla görev olarak bakmaya çalıştığı şeyin görevlikle uzaktan yakından hiçbir alakasının kalmadığının en büyük kanıtlarından biriydi. Birlikte planlarla ilerleyip her şeyi paylaşarak hareket edeceklerdi. Şimdiyse... Rowena düşünmek bile istemiyordu. Gözlerini diğer gün için zorlukla kapatıp yastığına kafasını sertçe bastırırken hayatında ilk kez kendisine küfretti. Ve son derece de içtendi.

Rowena'nın yaşadığı sıkıntıların yanındaysa Salazar fazlasıyla keyifliydi. Slytherin ortak salonunda öğrencileri ayakta tutarak bol kahkahalı bir sohbet akabinde küçük sihirli düeollalar yapmışlardı. Kendi binasında olan fazlasıyla becerikli, azimli, hırslı ve gözü kara bu insanları görüyor olmak gururlanmasına neden oluyordu. Hogwarts'taki en iyi binanın kendisine ait olduğu her şeyinden belliydi. En başarılılar, en hırslılar, asa kullanmayı en iyi bilenler... Bütün bunların yanında Godric'le gerçekleştirdikleri yüzleşmenin de getirdiği bir keyif vardı. Asla itiraf edemese de ezeli rakibi olarak gördüğü 'arkadaşına' haddini bildirmiş olmak gücü tekrar hissetmesine neden olmuştu. Aylarca bir ergen bedeninde tıkılı kalmak içindeki kudreti neredeyse unutmasına neden olacaktı ama karşısında korkudan neredeyse titreyecek hâle gelen Gryffindor bütün keyfini yerien getirmişti. Aynı zamanda Rowena'nın da yaşadığı ikilemleri görüyordu. Buraya bitirmek için geldikleri işi bitiremeyeceklerinin farkındaydı, bütün bunlarla beraber içinde bağırıp duran sevgiyi gömmede Rowena'dan kat kat daha iyiydi. Kadının kafası bundan karışıyor olabilirdi ama Salazar hâlâ son derece görevine odaklanmış durumdaydı. Tom'un gerçek bir güç olarak arkasındaydı, çok sevgili arkadaşlarının en ufak hamlesini püskürtmek için hazırdı; ama grubun 'beyninin' son derece karışık olduğu düşünülürse yakın gelecekte herhangi bir hamle gelebilecek gibi değildi. Bütün bunların yanında düşünmemek için çok uğraştığı, keyfini daha çok yerine getirse de aynı zamanda ürküten, Rowena'yla paylaştıkları o öpücük de vardı. İçinde bittiğinden emin olduğu bütün yaşanmamış duygular harekete geçerken afallamıştı. Yine de, Rowena'ya kıyasla o öpücüğün ne olup olmadığını çok daha iyi biliyordu. Duygularına karşı koyabileceğinden emindi. Neredeyse.

Godric'se kuşkuluydu. Daha önce hiç yaşamadığı bir güvensizlik yüzünden uyuyamıyordu. Hayatı boyunca Rowena'dan ilk kez şüphe etmişti. Kadının her zaman kendisinin yanında destek olacağından emindi. Onun dışında herhangi biriyle bu göreve gelmeyi hayal bile edemezdi. Görevin düzenli ve planlı ilerleyeceğinden emin olabilmek adına kendisine eşlik edebilecek en iyi isim Rowena olabilirdi. Ama birkaç gün önce Nagini olarak bildiği 'çocuğun' Salazar çıkmasıyla, bunu Rowena'nın da biliyor olmasıyla birlikte sarsılmıştı. Hayal kırıklığı o denli büyüktü ki öfkesini hissedemiyordu. Geçen üç günde Rowena'nın yanına gitmemişti. Zaten o Rowena'nın yanına gitmedikçe kadının yanına geldiği de yoktu. Karşısına çıktığında ne yapacağını bilemiyordu. Ne demeliydi? Belli etmeli miydi? Belki Rowena da yeni öğrenmişti. Slytherin'in sözlerine öylece güvenip kadına saldırmak en büyük hata olurdu. Rowena kendisine anlatmak için doğru zamanı bekliyor olabilirdi, ona anlatması için zaman ve ortam sağlamak da kendisine düşüyordu. Slytherin'in sözleriyle birlikte harekete geçmek aptallıktan başka bir şey olmazdı. Geldiklerinden beri Rowena'yla bir sürü zorlu şey yaşamışlarken bu sefer fevri hareket edemezdi. Slytherin buradaysa gerçek bir plan yapıp harekete geçmenin zamanıydı, çok bile geç kalmışlardı. Tom için son artık belli olmalıydı.

Diğer gün, Godric gözlerini çok daha dinç, diğer günlere kıyasla güçle dolmuş bir şekilde açtı. Geçen gece kafasına koyduu küçük planı, Ravenclawlarla olan ortak derslerinde harekete geçirecek, gün boyu Rowena ile yalnız olmalarını sağlayacaktı. Kadının yalnız olduğu ilk anda kendisine anlatacağına da emindi. Uzaktan gördüğü kadarıyla bu üç günü hep Nagini'den uzak durup genellikle Tom'la birlikte geçirmişti. Çocuğu kendisinden uzaklaştırmak istemediği için de bir türlü yanına gelemiyor olabilirdi.

Godric, iksir dersine girerken kendisine selam veren herkese aynı şekilde cevap verdi; normalde girmiyor olduğu derste kendisini gören Rowena'nın şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu. Oldukça genç görünen fakat binlerine yaklaşmış olan adam yanına oturduğunda Rowena masaya yaymış olduğu kitaplarını hızlıca toparladı.

"Sabah derslerine gelmemeye karar verdiğini sanıyordum." dedi. Ses tonunu oldukça normal tutmaya çalışmış, içinde yaşadığı fırtınaları bastırmıştı. Zaten ne yaşıyorsa kendine yaşıyordu, haftalardır kendisini yok eden karmaşayı herkesten gizli tutmayı başarıyordu. En azından, öyle sanıyordu.

Godric omuzlarını silkerken koltuk altına sıkıştırdığı tek kitabı masanın boşalan tarafına koydu. "Uzun zamandır görüşemedik. Seni yakalamak için geldim aslında." dedi dürüstçe. Ama Salazar'ı bildiğinden bahsetmedi. Aynı şekilde herhangi bir şeyden şüpheleniyormuş gibi görünmemek adına da oldukça eğlenceli konuşmaya özen gösteriyordu. "Ve tahmin edeceğin gibi bu işin çok uzadığını da düşünmeye başladım."

Rowena da bu işin fazlasıyla uzadığının farkındaydı. Sadece bir ayda çözüp döneceklerine inanıyorken kendisini bir karmaşanın içerisinde bulmuştu. Gerçekten tekrar ergen olmuş gibi hissediyordu. "Tom düşündüğümüzden daha karmaşık biri çıktı." diye hızla savunmaya geçti Rowena, Godric'in kendisinden bir savunma istemediğinin farkında bile değildi o anda. "O yüzden bu kadar uzadı. Öylece gidip öldüremeyeceğimize göre!" diye de imâyla devam etti.

"Tabii ki! Biz Slytherin gibi barbar mıyız?" diye fısıldadı. Adamın adının zikredilmesiyle birlikte Rowena'da gerçekleşecek bir değişim aradı. Göz seğirmesi, yanakların kızarması, bedenin gerilmesi... Hiçbir şey. Sadece gözlerini içeriye giren profesöre çevirdi. Godric'se bunu dikkatini gerçekten çektiği için mi yoksa gözlerini kaçırmak için mi yaptığını kestiremedi.

"O da bir ergeni öldürmezdi." dedi Godric'ten tarafa bakmayarak. Sonrasındaysa Godric'in konuşmaya çalıştığı her seferinde derste olduklarını imâ ederek onu susturdu.

Dersin bitiminde Tom'un gelmesi ve Rowena'yı almasıyla birlikte, ilk gün Godric için başarısızlıkla sonuçlandı.

İkinci gün, öğle yemeğinde çok da normal bir hareket sayılmayan şeyi gerçekleştirip bir Gryffindor olarak Ravenclaw masasına oturdu. Slytherin masasında kendisini sırıtarak izleyen Nagini'yi, Nagini'Ye bir şeyler anlatan Tom'u görebiliyordu.

"Bu akşam müsait misin?" diye sordu Godric, tabağına gayet normal bir şekilde biraz tavuk alırken.

"Üstümüze çok dikkat çekiyorsun." diye dişlerinin arasından fısıldadı Rowena. "Ravenlcaw masasına oturmak da ne?" Aslında, bu o kadar da büyük bir sorun değildi. Ama o noktada, Rowena için sorundu. Bu yüzden son derece anormal bir harekette bulunmuş gibi davranmayı tercih ediyordu.

Godric omuzlarını silkti. "Ne zaman konuşacağız? Konuşmamız gerektiğini sana söyledim. Konuşmak istiyorum." dedi. Bu sefer sesi çok daha sertti.

Rowena gözlerini ona çevirdi, "Konuşacağız." dedi. Ve ilk kez o anda içine Godric'le ilgili korku düştü. "Ama şimdi değil. Herkes bize bakıyor, kalk." diye masanın diğer ucundan ittirerek konuşmayı bitirdi. Günün kalanında Godric'ten kaçarak devam etti. İçindeki fırtınayı dindirmeden adamla konuşamazdı. Böylelikle, ikinci gün de başarısızlıkla sonuçlandı.

Ve Godric, Rowena'dan oldukça umutlu olmak istediğinden dolayı bilmediğine inanmak istedi. Bu noktadan sonra da gözlemlemeye karar verdi. Kadın bilmediği bir şeyi anlatamazdı. Ancak Godric, aklına girmiş olan yılan yüzünden de gidip açık açık soramaz, kendi bildiklerini anlatamazdı. Slytherin'i biliyor olmak kendisini bir adım öndeymiş gibi hissetmesine neden oluyordu ve eğer Rowena bunu biliyorsa, kendisi gidip anlattığında şaşırmış, ilk kez duymuş, korkmuş, bunu beklemiyormuş gibi rol yapmasına izin veremezdi. Kadının yalan konusunda oldukça iyi olduğunu da biliyordu. Soğuk mizacı, mantıksal yönü ve kesin kararlar vermesi sayesinde yalan söylerken gözünü bile kırpmazdı. Bundandı ki gidip ne sorabilirdi, ne de kartlarını açık edebilirdi. Sonraki bir haftasını tamamen kadını izlemekle geçirdi. Ders aralarında, yemek saatlerinde, gece yataklarında olması gereken saatlerde bile kulenin yakınlarında bir yere gizlenip kadının kuleyi terk edip etmediğini görmek için saklandı.

Rowena'ysa kendisini gözleyen bu gözden oldukça habersizdi. Normal şartlar altında gizli bir şeyler yapıyorsa, sakladığı bir sırrı varsa bütün algıları açık olurdu. Ters giden her şeyi anlayabilmek, fark edebilmek için ekstra odaklanırdı. Kafasının ve duygularının karışıklığı nedeniyleyse bir hafta boyunca üstünde olan Godric'in gözlerini fark etmemişti.

Salazar'la konuşmak için gecenin bir saatinde, boş bir sınfıta randevu ayarlamanın ne kadar mantıklı olduğunu bilmiyordu kulesinden çıkarken. Sadece kafasında her şeyi bitirmek, restleşmek, Slytherin'le bu oyunda farklı taraflarda yer aldıklarını söylemek vardı. Öpücük kafasını karıştırmış olabilirdi fakat yapılacak şey kesin ve tekti. Böyle bir konuşmayı birilerinin kendilerini duyabileceği bir zaman diliminde yapmayı göze alamamıştı. Büyük ihtimalle duyan kişi kendilerine gülüp, deli deyip giderdi ama sonrasında okulda konuştukları şeylerle ilgili fısıltılar duyacağına da emindi.

Bundandı elleriyle oynayıp dururken ve etrafa göz atarak oldukça hızlı bir şekilde ilerlerken gergindi. Salazar'la konuşmak istediğini söylediği zaman adamın suratına yayılmış olan sırıtmadan neyi beklediğini anlamak hiç zor değildi, Rowena o noktada bunun açıklamasını yapmaya çalışmadan çocuğun yanından ayrılmıştı.

Godric'se oldukça sinirli bir şekilde takip ediyordu Rowena'yı. Gecenin bu saatinde Tom'la gizli gizli buluşup sevişmediğinden emin olduğu kadar, kimin yanna gittiğinden de emindi ve bu her geçen saniye daha da sinirlenmesine neden oluyordu.

Kendisiyle resmen oynamıştı.

Yüz yıllar sonrasına birlikte, bir görev uğruna gelmişlerdi ve dünyanın en zekisi olarak gördüğü kadın, bir anda en aptalıymış gibi davranmaya karar vermişti.

Yine de son bir umut, eskisi gibi kendi kendine keşiflere çıkıyodur belki sadece, diye düşündü. Ama bunun doğru olmadığını hissedebiliyordu. Ki sadece saniyeler sonra boş bir sınıfın kapısının pervazına yaslanmış Slytherin'le birlikte, o boş sınıfa gimesi bütün şüphelerini doğruladı.

Sinirli bir gülüş o an için boş koridorlarda yankılandı fakat Godric bunu da umursamadı. Arkasını dönüp giderken gerekli cevapları aldığından emindi; geriye sadece yüzleşmek kalıyordu. Bu yüzleşmenin dostça mı düşmanca mı olacağını ise hiç bilmiyordu.

Rowena'ysa boş koridorda yankılanan gülüşü bile duyamayacak kadar gergindi. Slytherin'in suratındaki kendini beğenmiş olan sırıtmayı görmezden gelmeye çalışarak, bakışları üzerindeyken sınıfa girdi. Kapıyı arkalarından kapattıktan sonra derin bir nefes alıp sırtını kapıya yasladı.

"Bu oyuna devam edemem." dedi. Sesinin güçsüz çıkmasına engel olamamıştı. "Buraya bir görev için geldim, o görevi tamamlamakta bugünlerde gerçekleştireceğim tek şey olacak. Birbirini durdurmaya çalışan iki düşmandan fazlası değiliz."

"Düşman mı?" dedi Slytherin tükürürcesine. "DÜŞMAN MI?" Bu sefer ses tonu beklediğinden de yüksek çıkmıştı. "Farklı emellerimizin olması bizi ne zamandır düşman yapıyor, Rose?"

"Bana Rose deme!" diye çıkıştı. "Oyun oynamanın anlamı yok, Salazar." derken sırtını kapıdan ayırdı, sınıfın ilerisine doğru yürüdü. Sıralardan birine kalçasını yasladığı sırada adamın sözlerini işitti.

"Hayatında bir kez, sadece bir kez, kendin için bir şey yaptıktan sonra gerçekten bundan bu kadar hızlı mı kaçacaksın?"

"Kendim için bir şeyler yapmama izin verecek en son noktada duruyorum. Buraya kendim için gelmedim, kendim için yüzlerce yıl uyumadım, kendim için Tom'la ilişki kurmadım."

"Sorun zaten bu değil mi?" Slytherin'in sinirlenmiş olduğu ela gözlerine yansımıştı. "Geçmişte de kendin için yaşamadığından bu noktada değil miyiz zaten? Korkaksın, korkak olduğunu kabul edemediğin için daha da korkaksın!"

Rowena terlemiş ellerini cüppesine silerken gülmeden edemedi. "Korkak olmadığımı çok iyi biliyorsun, duygularına yenilen biri değilim o kadar." Bu aslında yalan sayılırdı zira neredeyse üç haftadır duygularının kontrolünü eline almaya çalıştığından, içsel bir savaş verdiğinden bitap hâldeydi. Slytherin'inse bunu fark etmeyeceğini umut ediyordu.

Salazar söylediklerinin aksini ipsat etmek istermiş gibi kadının üzerine doğru yürüdü. "Duygularını kontrol etmekmiş!" dedi dibine kadar girdikten sonra. İkisinin de nefesleri bu hareketle birlikte düzensizleşti, sessiz sınıf sanki daha da sessizleşti. "Beni salak yerine koyma." dedi Slytherin daha keskin bir sesle. "Dünyanın belki en zekisi olabilirsin ama tek zekisi değilsin." diye devam etti. "Ve seni benden daha iyi tanıyan başka da kimse yok."

Dibine girmiş olan adamı ittirmek için ellerini göğsüne koydu. Uzaklaştırmak adına güç uyguladı fakat Slytherin yerinden bir gıdım bile kıpırdamadı. Aksine kadın ittirdikçe daha da yaklaşıyor gibiydi. Yüzlerinin arasında şimdi tekrar santimler kalmıştı. Karagölde paylaştıkları o öpücük tekrar aklında oynadığında gözlerini kapatıp titrek ve derin bir nefes alması gerekti.

"Bunun ikimize de faydası yok." dedi Rowena. Elleri hâlâ göğsünde ittirmek için duruyordu. İlk anki kadar baskı uygulamasa da yine de uzaklaştırmak için küçük bir güç sarf ediyordu. "Bunun sonunun iyi olmadığını çok iyi biliyorsun."

"Kaçalım." dedi Salazar.

Rowena kapatmış olduğu gözlerini elektrik çarpmış gibi açtı.

"Kaçalım, neden buradayız? Neden birilerine hesap vermen gerekiyormuş gibi hissediyorsun? Neden, yaşamıyorsun?" Salazar söylediği şeylerde belki de ilk kez samimiydi. Kadın gelirse, giderdi. Ama Rowena, bunun da bir oyun olup olmadığını kestirememekle birlikte; söylediği şeylerin ağırlığıyla ezilmişti. "Buradan gider, kendimize bir hayat kurar ve elimize geçmiş olan bu ikinci şansı hakkını vererek değerlendiririz. Neden kendini bütün dünyadan sorumluymuş gibi hissediyorsun? Değilsin, Rose. Değiliz." Kadının tek bir sözüyle Tom'u da, görevi de, büyücedünyayı da siktir etmeye hazırdı.

"Saçmalama!" diye çıkıştı Rowena. Aklına üşüşmüş, Salazar'la geçirilen mutlu hayalleri hızla uzaklaştırdı. Bu bir seçenek bile değildi. "Ne dediğini kulağın duyuyor mu?"

Salazar bir tepki vermedi. Bu konuşmaya girerken bile aslında nasıl bir cevap alacağını çok iyi bildiğini gösteren, hayal kırıklığıyla dolu surat ifadesini gizlemeye çalışmadı. Yorulmuştu. "Ne yazık ki duyuyor." dedi. Sesi şimdi çok daha sakindi.

Yine de kadından uzaklaşmadı, aksine kadının dudaklarına dokunabilmek için biraz daha yaklaştı. Rowena'nın nefesleri sık ve hızlıydı. Salazar'ın belini bulan dokunuşlarıyla birlikte gözleri otomatik olarak kapandı, adamın göğüslerine yaslamış olduğu elleri artık hiç baskı uygulamıyordu. "Bu yanlış." dedi fısıltıyla, hayal meyal. "Yapmamalıyız. Doğru değil. Gitmelisin." diye tekrar etmeye devam etti. Büyük ihtimalle Salazar dudaklarını dudaklarıyla kapatmasa konuşmaya devam da ederdi.

Öpücükleri, Karagöl'de paylaşmış olduklarından çok daha farklıydı. Tutkunun eksik olduğu düşünülemezdi fakat bu defa duygu doluydu. Aceleci değildi, her anın tadını çıkarmak istercesine yavaşça öpüyordu, Salazar. Dudaklarının hareketleri ısrarcı değil, oldukça nazikti. Rowena en başta karşılık vermese de teslim olması uzun sürmemişti. İçinde cinsellikten çok daha fazlasını harekete geçiren bu öpücüğe kayıtsız kalmak herhangi biri için oldukça zordu. Adamın göğsünde duran ellerini ensesine, saçlarına geçirdi. Salazar'ın elleri de belindeki tutuşunu sıkılaştırdı.

Nefes almak için ayrılmak zorunda kaldıklarında Salazar'ın dudaklarında ikisinin de göremediği küçük bir tebessüm vardı. Rowena gözlerini açamayacak kadar dağılmış hissediyordu kendisini.

"Yanılıyorsun, dünyanın en zeki cadısı." dedi Salazar fısıltıyla. "Yaptığımız şey, dünyanın en doğru şeyi." diye sürdürdü sözlerini öpmeye devam etmeden hemen önce.

ϟ

"Gerçekten iyiyim." dedi Hermione gözlerini devirmemek için uğraşırken. Harry onu duymazdan gelmiş bir şekilde, gözleriyle elindeki çorba kaşığını işaret etmiş, Hermione'nin ağzına tıkmak için sabırla bekliyordu. Kız saçlarını kulağının arkasına atıp üfledi, ağzını açıp çocuğun çorbayı yedirmesine izin verdi. "Gerçekten iyiyim!" diye tekrarladı ama bu sefer sesi daha sitemkârdı.

"Neredeyse bir haftadır uyuyorsun, ağzına tek lokma yiyecek bir şey girmedi. İyi değilsin, iyi olduğunu sanıyorsun."

"Harry-"

"Bana Harry deyip durma."

Draco'nun nerede olduğunu bilmiyordu, Hermione. Çocukla birbirlerine sarılmış olarak geçirdikleri uzunca bir sürenin sonunda çocuk tuvalete gitmesi gerektiğini söyleyerek kalkıp gitmişti. Dakikalar sonraysa elinde çorbayla içeriye Harry girmiş, kıza bir bebek ve porselen muamelesi yaparak önce itinayla yatakta dik konuma geçip yastığa yaslanmasını sağlamış, sonra da çorbayı içirmeye başlamıştı. Cadı ne kadar kendi kendine içebileceğini söylese de çocuk pek bunu duyuyormuş gibi değildi.

En sonunda Harry pes etmiş gibi kaşığı çorbanın içine, kucağındaki tepsiyi de komodinin üzerine bıraktı. "Çok korktum, Hermione." dedi. "Uyurken kendini görmeliydin. Arada sırada moraran tenin, terlemelerin, inlemelerin... Ateşin çıktı, düşmeyeceğinden korktuğum uzunca bir süre boyunca sabit kaldı." Çocuk hatırlamak istemiyormuş gibi kafasını iki yana salladı.

Hermione anlayışla gülümserken çocuğun elini tuttu. "Özür dilerim." dedi.

Harry hıza gözlerini açtı, "Özür dilerim de ne demek?" diye sinirle soludu. "Ne yaptın ki özür diliyorsun? Özür dilemesi gereken tek biri var." diye devam etti.

Bu da Hermione'ye bir yeni sorunu hatırlattı. "Tehdit etmiş olmanın daha ağır sonuçlarını çekebileceğimizi hiç düşündün mü?"

"Sadece ruh formunda etrafta dolaşıp duran ve bir yüzüğe bağımlı, ergenleri tehdit edip duran birinden inan bana ruhunu parçalara ayırmış olana göre daha az korkuyorum."

Karşılaştırma Hermione'ye mantıklı gelmiş olacak ki sessizliğini korudu.

"Neden bana anlatılmasını istemediğini anlamıyorum. 'Seçilmiş çocuk' sıfatını çok sevmiyor olabilirim, bundan gerçekten nefret de ediyor olabilirim ama buyum. Bunu değiştiremem, bunu kabullendim, savaşıyorum. Herkes için. Neden benden gizlenmek istedi?"

Hermione bunu da çok düşünmüştü. Omuzlarını silkti. "Bence senden gizlenmek istemedi. Sadece sen Snape ve Dumbledore'la birlikte zihnine girilmesini engellemek için Zihnebendarlığı o kadar iyi öğrendin ki, güçsüz olduğundan bunu aşıp sana ulaşamadı. En yakınını seçti sonrasında da gizliliğin daha önemli olduğunu düşündü."

"Tabii, okuldaki herkes de anlattığımız anda bize inanırdı zaten!" diye devam etti Harry sinirle.

Hermione, Draco'nun kendisine söylediği ilk anı düşündü. Tatsız ve acı dolu sayılabilecek sonraki anılar içini ürpertirken konuyu değiştirmek için boğazını temizledi. "Savaş ne durumda?" diye sordu korkarak. "Koca bir haftayı kaybettin."

Harry bunun önemli olmadığını göstermek adına kafasını salladı. "Sen hayattasın, gözlerin açık, konuşuyor, gülüyor, tepki veriyorsun; kaybettiğim bir hafta umurumda değil." Suratını ekşitti. "Ama yine de artık daha fazla zaman kaybetmemem gerektiği kesin."

"Ne planlıyorsun?"

"Hogwarts."

Hermione devam etmesini göstermek adına başını salladı.

"Bu bir hafta içinde uyuduğum toplam 4-5 saatlik sürede rüyalarımı tahmin edebilirsin. Dalgın ve yorgun olduğumdan zihnim ona fazlasıyla açıktı. Hogwarts, Ravenclaw'ın imgeleriyle dolu bir sürü huzursuz rüya görüp durdum, ter içinde uyandım."

"Hortkuluklardan biri olduğunu düşünüyorsun." dedi Hermione. Çorbadan dört kaşık yemek bile midesini rahatsız etmişti, kaç gündür bir şey yemediği düşünülürse normal olmalıydı. Yine de Harry'ye hiçbir şey belli etmeden konuşmaya devam etti. "Ne yapmayı planlıyorsun?"

"Yola çıkmayı." Sonrasında hızla devam etti. "Hermione, yorgun olduğunu biliyorum. Gerçekten aceleci davrandığım için de üzgünüm ama-"

"Aceleci falan davranmıyorsun. Çok haklısın, sakın bunun için özür dileme." diye böldü genç kız.

Harry duymamış gibi devam etti. "...ama artık harekete geçmem lazım. Bir haftadır ne yaptığını, kimlere nasıl zararı dokunmuş olabileceğini düşündükçe deliriyorum. Yarına kadar daha iyi durumda olacağını düşünüyorum. Yarın birlikte yola çıkar-"

"Hayır."

Bu sefer kendilerini bölen ses bir başkasına aitti. Üzerindeki ceketten sonunda kurtulmuştu, bir haftadır üzerinde olan gömlek hafif sararmaya yüz tutmuş durumdaydı. Yine de bu hiç umurunda değilmiş gibiydi. Odanın kapısında dikilmişti, gözlerini ikilye çevirmişken bir yandan da gömleğinin kollarını sıvıyordu.

Harry sorgular bir edayla kaşlarını kaldırdı.

"Hayır, yarın birlikte yola falan çıkamazsınız."

Hermione konuşmaya başlayacakken Harry önce davrandı. "Ve sen kim olarak bunu söyleme haddinin olduğunu düşünüyorsun?"

Draco'nun dudaklarından çıkan gülüş sesi oldukça rahatsız ediciydi. "Onu önemseyen biri olarak." dediği sırada gözleriyle Hermione'yi işaret etmişti fakat hemen sonra tekrar bakışlarını gözlüklü çocuğa çevirdi.

Harry, Hermione'nin her şeyi anlattığını belli etmemek adına dişlerini sıkmak zorunda kaldı. Ne kadar önemsediğini çok iyi biliyordu, herkes önemsediği kızı seviştiği gece yatakta bırakıp giderdi zaten! Yine de kendisini sakin olmaya zorlayarak, dostça gülümsemek için çabaladı. "Bu odada Hermione'yi gerçekten önemseyen biri varsa emin ol ki o sen değilsin."

"Potter, burada seninle hangimizin kızı daha çok sevdiği yarışına girmeyeceğim." Hermione bu cümledeki sevgi kelimesinin üzerinde epey oyalandı. "Bir haftadır hiçbir şey yemedi, içmedi. Yatağına kadar çorbayı çıkardın, ağzına kaşıkla sen soktun. Şimdi yarın onu karmaşa dolu savaşa mı sürüklemeyi planlıyorsun? Hayır, yarın sen yola çıkıyor olabilirsin ama Granger çıkmıyor."

"Burada onu yalnız bırakacağımı düşünüyor olamazsın!"

"Yalnız da olmayacak."

Bununla birlikte odada keskin bir sessizlik oluştu. Hermione'nin varlığını en sonunda hatırlamışlar gibi Harry yavaşça ona döndü. Draco'nun söyledikleri kafasına yatmış gibi görünüyordu ama aynı zamanda da kızı çocukla yalnız bırakmak konusunda endişe de doluydu. İçini yiyip bitiren sorular arasında sessizlik biraz daha uzadı.

Hermione de ne diyeceğini bilemiyordu. Kendisini yataktan bile çıkabilecekmiş gibi hissetmediği bir gerçekti ama Harry'yi kırmamak adına, diğer gün sürünerek de olsa yataktan çıkıp Hogwarts'ın arazisine cisimlenirdi. Yine de Draco'nun söylediği gibi dinlenme fikri kendisine çok daha cazip geliyordu. Ama bunu isteyecek kadar şımarık biri değildi, Harry'den kendisine bebek bakıcılığı yapmasını isteyemezdi.

"Hermione?"

Hermione yağdan ve terden kafasına artık neredeyse yapışmış olan saçlarını karıştırdı, derin bir nefes alırken omuzlarını silkti. "Bilmiyorum, Harry." dedi. Sesi, iki oğlana göre çok daha güçsüz çıkıyordu. Harry de sanki bunu ancak o anda fark edebilmişti. "Seni yalnız bırakmayı hiç istemiyorum ama..."

Cümlenin devamını odadaki herkes biliyordu. Harry kafasını iki yana salladı, "Beni yalnız falan bırakmadın. Bırakmayacaksın da. Üç gün senden ayrı kalırsam ölmem."

Hermione buna gülümsedi. "Ben olmasam da ölmezsin zaten. Kendini hafife alıyorsun."

"Sevgi saatinde değiliz."

Draco'nun cümlesiyle birlikte Harry gözlerini devirerek, Hermione'yse gayet normal bir şekilde çocuğa döndü. Birlikte, yalnız birkaç gün geçirecekleri düşüncesi karnında bir karıncalanmanın oluşmasına neden oldu. Aylarca kilit vurmaya çalıştığı bütün duyguları gördüğü rüyalarla birlikte bir tufan gibi her tarafını sarmıştı.

"Sevgiye alerjin var, değil mi Malfoy?"

"Senin olduğu kadar." diye dişlerinin arasından söylendi Draco.

Sonrasında her şey çok hızlı ilerledi. Harry diğer gün yola çıkacağı için odasına gitmesi gerektiğini söyleyerek yanlarından ayrıldı, Draco da hava alması gerektiğini söyleyerek odadan çıktı. Kendisiyle yalnız kalan Hermione yataktan yavaşça ayaklarını sarkıttı. Draco haklıydı, ayağa kalktıktan sonra dengesini kurabilmesi bile on saniye kadar sürmüştü. Bahaneyle çorbanın unutulup gitmesi de işine gelmişti. Midesindeki hafif ağrı kendisini göstermeye devam ediyordu. Yine de banyoya giremeyecek, üzerindeki leş kokudan, kıyafetlerden kurtulamayacak durumda değildi. Bu yüzden adımlarını ağır ağır banyoya çevirdi, Draco ya da Harry ikilisinden birinin kendisini bu şekilde görmesi durumunda müdahale edip odasına geri döndürecekleri kesin olduğundan adımlarını biraz daha hızlandırdı. Banyoya girdikten sonraysa kapıyı kilitleyip kendi kendine kıkırdadı. Savaşın ortasında, dünyanın en güzel duygusuyla, en tuhaf şekilde sarmalanmış bir hâldeydi. Ve bu duygunun birkaç gün boyunca kendisini epey toparlayacağı da kesin gibi görünüyordu.

-

"Her şeyi yanına aldın mı?"

"Yemin ederim aldı." dedi Draco bıkmış bir tonda.

"Aldım." diye cevapladı Harry.

Aynı soruyu belki de ellinci kez soruyor da olsa Harry'nin sabırla her seferinde cevaplaması, aldıklarını sayması, ceplerini kontrol etmesi takdire şayandı. Bunun yanında sorunun hedefi bile olmamasına rağmen gözlerini deviren Draco, Hermione'nin gözlerini devirmesine neden oluyordu.

Hermione kapının önünde çocuğa sıkıca sarıldı. Bir dakika kadar bırakmadı. "Lütfen çok dikkatli ol." diye mırıldandı.

Draco, bu veda anına saygılı davranıp hiçbir şey söylemedi. Aynı şekilde Harry de son derece gergin ve kızı bıraktığı için mutsuz görünüyordu. Ayrıldıklarında yanağından kısaca öptü, "Olacağım. Senin için Ron'a selam da söyleyeceğim." dedi gülümserken.

"Söylemese olmaz." diye fısıldadı Draco yere, ayaklarına bakarken. İkisi de duydu fakat bir şey söylemedi.

Hermione en sonunda hafifçe geriledi, Draco'nun hemen yanında durdu, "En kısa sürede yanına katılacağım."

Harry sadece gülümseyip başını sallamakla yetindi. Kapıdan çıkmadan önce Draco'ya da döndü, aynı şekilde başıyla selam verdiğinde Draco da aynı şekilde karşılık verdi.

"İyi şanslar, Potter."

"Teşekkür ederim, Malfoy."

Kapı arkasından kapandığında Hermione tutuyor olduğunu fark etmediği nefesini gürültülü bir şekilde bıraktı. Gözlerine dolmuş olan yaşların akmaması için hızlı hızlı kırpıştırıp iç geçirdi.

"Kavuşacaksın siyam ikizine merak etme."

Çocuğun dalgasına karşılık veremedi. Son derece duygusaldı. Gülümseyerek sadece "Umarım." demekle yetindi. Birlikte yarım bırakmış oldukları kahvaltı sofrasına tekrar oturduklarında ikisi de son derece sessizdi.

"Yemen lazım." dedi sonunda Draco uzunca bir süreden sonra.

"Yiyemiyorum."

"Biliyorum. Ama bedeninin eski formuna kavuşması için bir şeyler yemelisin. Hâlâ çok güçsüzsün, normal olarak. Midenin kabul etmemek için direndiğini de biliyorum ama yemeden de eski hâline geri dönemezsin."

Hermione bunun üzerine peynirden ve ekmekten bir parça daha attı ağzına. Çay bardağı çoktan boşaldığından zaten kurumuş olan ağzının içerisindekileri yutması oldukça zaman aldı. Draco kendisinden çok daha iyi durumda görünüyordu. Harry'nin vermiş olduğu eşofmanların içindeyse çok farklı görünüyordu. Harry'nin boyu Draco'dan daha kısa olduğundan eşofman altı çocuğun bileklerinin hayli üzerinde son buluyordu. Aynı şekilde üzerindeki tişört de bol gelmişti. Gülmeden edemedi.

"Ne var?" diye homurdandı Draco.

Hermione omuzlarını silkmekle yetindi. Bu kahvaltı sofrası kendisini rüyalardan birine sürüklediği sırada ürperdi. Yanaklarının kızarmasına engel olamadığının farkındaydı.

"Peki, şimdi ne var?" diye tekrar sordu Draco. Onu incelediğini ve hiçbir mimiğini kaçırmadığını belli etmeyi oldukça fazla istiyor gibiydi.

Hermione bu sefer soruyu cevapsız bırakmadı ama ona bakacak cesareti de bulamadı. "Rüyaları..." dedi. "Hatırlıyor musun?"

Bu sefer cevapsız kalacak olan tarafın kendisi olduğunu düşünmüştü. Hatta sorduğu anda pişman olmuş, neden bu konuya girdiğini kendi kendine sorgulamıştı. Çocuğun dilediği özür hâlâ kafasının içinde deli gibi dönüyor, kalbinin buzlarını eritmek için olağanca gücüyle savaşıyordu. Tek bir cümle buna elbette yeterli olmayacaktı, Bellatrix ve diğerlerini okula aldığı o geceyi unutması asla mümkün değildi. Yine de malikâneden sağ çıkmalarının, o rüyalardan uyanabilmesinin tek bir nedeni vardı. Draco olmasa şu anda hâlâ Salazar kapanının içinde olabilirdi, hatta Draco olmasa, o malikânede ölmüş bile olabilirdi. O yüzden ne hissedeceğini şaşırmış durumdaydı.

"Evet." dedi çocuk. Hermione aldığı cevapla birlikte boş bulunarak kafasını kaldırdı. Yanaklarındaki hafif pembelik hâlâ geçmemişti, Draco'nun da gözlerini kendisinden bu süre zarfı boyunca hiç ayırmadığını gözlerini kaldırdığında fark etmişti. Göz göze gelmelerinden hemen önce çocuğun suratından silinen tebessümü son anda görmüştü. "Hatırlıyorum."

Hermione ne diyeceğini bilemedi. Bir savaşın ortalarındayken yaşayabilecekleri hayatları tartışmak nedense o an için tuhaf gelmişti. Bununla birlikte, o hayatlarda evli, hatta çocuklu olduklarını konuşmak da tuhaftı.

Draco'nun ayaklanmasıyla birlikte Hermione'nin içine bir ağırlık çöreklendi. Yine hava alması gerektiğini söyleyerek çekip gidecekti, Hermione de bu konuyu açtığı için pişmanlığıyla mutfak sofrasında oturmaya devam edecekti. Fiziken yalnız olmayabilirdi fakat ruhen boşlukta süzülüyormuş gibi hissediyordu.

Ama Draco, düşündüğü gibi davranmadı. Aksine yanındaki sandalyeye otururken kendisine epey yaklaştı.

"Hatırlıyorum." diye devam etti.

Hermione ona bakarken Draco yavaşça alnını kızın yanağına dayayıp derin bir nefes aldı. "Nasıl kokladığımı, sarıldığımı, dokunduğumu, öptüğümü..." Kelimeleri sayarken hepsini teker teker gerçekleştirmişti. Omzunu koklamış, dokunmuş, öpmüştü. "...sevdiğimi."

Hermione nefes alamayacak gibi hissetti. Sandalyede oturuyor olmasa büyük ihtimalle çoktan yere yığılmıştı. Zaten oldukça yorgun olan bedeni için fazla iddialı cümleler ve hareketlerdi bunlar.

"Nasıl mutlu olduğumuzu, bana bakarken nasıl gözlerinin içinin güldüğünü, bana nasıl dokunduğunu, beni nasıl öptüğünü, beni nasıl sevdiğini..." Kafasını kaldırıp kızla göz göze geldi. "Hepsini hatırlıyorum."

İzin alırcasına kıza baktı, Hermione cevap vermeye ihtiyaç duymadı. Aralarında kalmış olan son mesafeyi kendisi kapattı. Dudaklarını birleştirirken düşünmedi.

Titreyen bedeni neredeyse sandalyeden düşmeye bile hazırdı. Çocuğa tutunma ihtiyacıyla elleri kendisine oldukça bol gelmiş olan tişörtün uçlarını kavrayıp sımsıkı sıktı. Draco'ysa aralarında hiçbir mesafenin kalmasını istemediğini belli edercesine kızı belinden yakalayıp kucağına çekerken hiç zorlanmadı. Bu süreçte daha da zayıflamış olan Hermione kuş gibiydi.

Nefes nefese ayrıldıklarında Hermione kafasını oğlanın omzuna yaslayıp bir çocuk gibi kıvrıldı. Draco'nun bir eli kızın belinde destekti, diğeri ise kızın karnının üstünde duruyor, okşuyordu. Saçlarını kokluyor, öpüyordu. Kendisini tamamen ana, duygularına ve durdurmak için çabaladığı her şeyin kucağına bırakmıştı. Hermione'nin de ondan hiçbir farkı yoktu, kaçmış olduğu bütün duygular tarafından oldukça güzel bir şekilde yakalanmış gibiydi.

"Her şey için özür dilerim, Hermione." diye fısıldadı. Hermione bu özrü kabul ettiğini belirtmek için sadece başını salladı. Eliyle çocuğun çıkmaya yüz tutmuş sakallarını okşarken derin bir nefes bıraktı.

"O rüyaları sana yaşatacağım." dedi bir anda. Hermione gülerek karşılık verdi.

"Savaşın ortasındayız, Draco." dedi fısıldayarak.

"Savaş bir gün bitecek." dedi kesin bir dille. "Potter'ın gözlerinde o inancı ve gücü gördüm." diye devam etti.

Hermione abartılı ve alaylı bir şaşkınlıkla doğruldu, çocuğun kucağında, gözlerinin içine bakıyordu şimdi oldukça eğlenceli bir surat ifadesiyle. "Ağzından ilk kez Harry'yle ilgili olumlu sayılabilecek bir şey çıkıyor."

"Bu da sondu zaten." diye yanıtladı Draco ama onun bahsini açtığı için bile şimdiden pişman olmuş gibi görünüyordu. Sonrasında bir anda mod değiştirerek, "Bu gece için hazırlanmanı istiyorum." dedi. Hermione kaşlarını kaldırırken Draco hızla devam etti. "Odandan akşam yemeğine kadar hiç çıkmayacaksın. Soru sormayacaksın. Sadece şu anda yanında bulunan en güzel elbiseni giyecek ve yanıma ineceksin."

"Makyaj da yapayım mı?" diye alayla sordu Hermione. Sesindeki eğlence son derece belli oluyordu, çocuğun söylediklerini ciddiye almamış gibiydi.

"Yap." diye kesin bir dille cevap alması kaşlarının alayla havalanmasına neden oldu.

"Sen ciddisin." dedi. Şimdi ses tonundaki alay yerini şaşkınlığa bırakmıştı.

"Tabii ki ciddiyim! Dünyanın en şaka dolu adamı olduğumdan olsa gerek ciddiye alamadın sanırım." diye homurdandı. Hermione o an için bunu bile eğlenceli buldu.

"Bana sürpriz mi hazırlayacaksın?"

"Sürpriz falan değil. Gecenin bizim için son derece özel olacağını söylüyorum işte, neresinde bunun sürpriz? Sadece ne yapacağımızı bilmeyeceksin."

"Buna gerek yok, biliyorsun değil mi?" dedi Hermione yumuşak bir sesle. Ama yine de oldukça hoşuna gittiğini, bundan zevk aldığını yalanlamayacaktı.

"Hayır, gerek var. Atlanmış bir ilk randevu istemiyorum."

"İlk randevu?" Şimdi şaşkınlığı surat ifadesine de yansımıştı.

"İlk randevu." diye onayladı çocuk.

Hermione'yi kucaklayıp ayağa kalktığında ağzından kaçan küçük çaplı çığlık boş evde yankılandı. "Draco!" dedi şaşkınlıkla.

"Şimdi seni odana çıkarıyoruz ve ben hazırlıklara başlıyorum. Biraz daha tembel tembel burada oturmaya devam edersek hazırlanılabilecek bir gün kalmayacak."

Çocuk gayet ciddi bir surat ifadesiyle merdivenleri çıkarken Hermione büyülenmiş bir ifadeyle çocuğu izliyor, söylediklerini düşünüyordu. Kendisinin yürüyebileceğini söyleyip inmek için debelenmek o anda aklına bile gelmemişti. Zira saniyeler önce gerçekleşmiş olan her şeyin gerçekliğini kafasında tartıp duruyordu. Salazar'ın rüya kabusundan uyanamamış olabilir miydi?

Odasından içeriye girdiklerinde Draco kızı kibar bir şekilde yatağın üzerine bıraktı. "Sonsuzluğa uzanan o çantanda özel geceler için giyebilecek bir şeylerin olduğuna eminim." dedi. Sonrasında kızın cevap vermesine izin vermeden odadan çıktı. Hermione yatağın üzerinde öylece etrafı şaşkınlıkla izlerken kapının kilit sesini duyduğunda şaşkınlığı biraz daha arttı.

"ODAMDAN ZATEN ÇIKMAYACAKTIM!" diye seslendi.

"İşimi sağlama almayı tercih ederim." diye yanıtladı Draco ona nazaran çok daha sakin bir sesle. Sonrasında merdivende uzaklaşan adım seslerini duydu. Dudaklarından dökülen kıkırtıları engelleyemedi, kafasını yastığa bastırıp çığlık bile attı. Bütün bedeninde ısı yükselmişti, heyecandan titriyordu ve suratındaki sırıtmayı silemiyordu. Kitaplarda okuduğu o duygu bedenini sararken savaşta oldukları gerçeğini kafasının en en arkasına itti. Bu evden zaten çıkamayacaklardı, o yüzden kendilerine kurdukları paralel evrende küçük bir oyun oynamanın hiç mahsuru yoktu. Bundandı ki yarım saatlik bir duygu patlaması akabinde Draco'nun bahsettiği sonsuz çantasını eline almıştı.

Ne yazık ki çanta sadece savaş amaçlı oluşturulmuş olduğundan çok şık elbiseler yoktu. Ancak şanslı sayılırdı ki Bill ve Fleur'un düğününde giymiş olduğu elbiseyi çantasından çıkartmak aklına gelmemişti. Kırmızı elbisenin kendisine yakıştığını düşünüyordu, eldeki imkânlarında bu kadar olduğu düşünülürse gecenin konseptine fena gitmeyeceği de kesindi.

-

Hermione genel olarak hızlı hazırlanan biri olduğundan ancak akşama doğru hazırlanmaya girişmişti. O zamana kadar çantasındaki büyülerle ilgili kitapları karıştırmış, savaşta oldukları gerçeğini akşam kafasının en arkasına atmanın en doğrusu olacağına karar vermişti.

Sonrasında akşama yaklaştığında elbisesini giymiş, asasıyla saçlarını düzleştirmiş, küçük bir parlatıcı ve rimel de sürdükten sonra oturup öylece Draco'yu beklemeye başlamıştı. Camdan bir kere bahçeye bakmaya çalışmıştı fakat Draco'nun bunu akıl edip aldığı önlemle birlikte perdeyi çektiği anda bir duvarla karşılaşmıştı. Gülmeden edememişti bunu gördüğünde de.

En sonunda kapının kilit sesi tekrar yankılandı, kapı hafifçe aralandı. Draco temizlenmiş olan takım elbisesini giymiş, gerçek bir ilk randevuya çıkacakmış gibi görünüyordu. Hermione oturduğu koltuktan yavaşça ayağa kalktı, "Akşam hiç olmayacak sanmıştım." diye güldü kendi kendine. Sabahki bütün o rahatlığını kaybetmiş gibiydi. Karnındaki hareketlenmeler o kadar fazlaydı ki heyecandan karnı ağrıyordu, elleri de buz kesmişti. Son derece gergindi ve merak doluydu.

"Ben zamanın nasıl geçtiğini anlamadım bile." diye cevapladı Draco gülerek. Sonrasında gülümsemesi küçük bir tebessüme dönüştü, "Çok güzel olmuşsun."

"Teşekkür ederim." dedi Hermione kendisine uzattığı eli tutarken, "Sen de oldukça şık görünüyorsun."

Odadan çıkıp merdivenden inerlerken Hermione'nin ayağındaki topuklular tıkırdıyordu. Bu şekilde bile çocuğun çenesine ancak yetişiyordu.

Karanlık evi hafifçe aydınlatan soluk ışıklar bahçeden geliyordu. Draco da adımlarını bahçeye doğru çevirdiğinde Hermione daha da heyecanlanmadan edemedi. Evin arka bahçesi oldukça genişti. Savaş başlamadan önce birlikte geçirilmiş güzel bir sürü anıya ev sahipliği yapmıştı. Bir yenisine daha yapacakmış gibi görünüyordu.

Bahçeye çıktıklarında Hermione'nin içindeki heyecan daha da arttı sadece. Bahçeyi çevreyelen ve üç metreyi bulan özenle şekillendirilmiş bitkileri ışıklandırmıştı. Bahçe, soluk bir sarı ışıkla birlikte parıldıyordu. Hemen ortasında özenle hazırlanmış, iki tane mumun titrek bir şekilde yandığı bir yemek sofrası görülüyordu. Masaya karşılıklı iki sandalye koymuştu, sandalyelerin bir tanesinin arkasına bir tane şal özenle asılmıştı. Masanın yanındaki küçük sehpada da iki tane tava vardı.

"Neyse ki büyücüyüz." dedi Draco, anın sessizliği kendisini de germişti. "Asası olmayan diğer zavallı erkekleri epey düşündüm bugün."

"Demek hiç kılını kıpırdatmadın." dedi Hermione alayla.

"Yemeklerle uğraşmaktan gerisine zaman kalmadı."

Hermione gülmeden edemedi, "Çok güzel görünüyor her şey Draco. Eline sağlık." Bahçeye doğru adımladığı sırada Draco önüne geçip sandalyesini çekmek için hızlı davranmıştı. Hermione de ona ayak uydurup oturduktan sonra derin bir nefes aldı. Ateş böceklerinin sessiz gecede çıkardığı sesleri dinlerken gözlerini birkaç saniye kapattı. Yemek kokusuyla birlikte de araladı.

Draco, iki büyük bifteği tavada sosla birlikte özenle pişirmiş gibi görünüyordu. Özenle tabaklara koyarken ciddiyetini hiç bozmadı. İkinci tavadan püre ve sebzeleri de aynı şekilde çıkartıp tabaklara oldukça estetik bir şekilde yerleştirdi.

"Çok güzel kokuyor!" dedi Hermione. Draco da oturana kadar sabırla bekledi, adam kadehleri de kırmızı şarapla doldurduktan sonra en sonunda karşısına oturdu.

"Umarım beğenirsin." Beklentiyle kendisine bakarken Hermione etten küçük bir parça kesti, yumuşacık et sosla birlikte ağzında dağılırken gözlerini kapatıp güzelliği karşısında inildedi.

"Şahane olmuş!" dedi gözlerini açarak. "Nasıl yaptın?"

"Hangi aşçının sırrını paylaştığını gördün?" dedi Draco, keyfi hayli yerinde gibi görünüyordu.

Yemek, Hermione'nin düşündüğünden de güzel ve sakin geçti. Hayatlarında asalarını çekip savaşmaları gereken bir savaşın olmadığını düşünmek çok kolaydı. Normal bir hayat yaşamak ikisinin de hayalindeydi. Gece su gibi akıp geçerken bardaklar boşalıp tekrar doldu, Draco'nun yapmış olduğu yemekler bitti, gecenin soğuk havası kendisini göstermeye başladığında Hermione arkasına özenle konmuş olan şala sarıldı. En sonunda şarabın getirdiği tatlı mayhoşlukla birlikte masaya sessizlik çöktüğünde, Hermione suratındaki küçük tebessümü silemiyordu.

"Teşekkür ederim, Draco." dedi. "Düşündüğün, yaptığın her şey için. Dilediğin özür için. Beni kurtardığın için, iki kez." Durup çocuğun tepkisini izledi. "Malikâneden sağ çıkmamızı sağlayanın sen olduğunu biliyorum." Draco bir şey demedi, son yudumu kalmış kadehini tepesine dikmeyi tercih etti. Sonrasında da kalkıp elini Hermione'ye uzattı. Hermione eline baktı, kaşlarını kaldırdığı sırada Draco'nun küçük el hareketiyle arkadaki radyo çalışmaya başladı. Hermione kıkırdamadan edemedi.

"Teşekkür için yapmadım hiçbirini." dedi bahçede yükselen müzikle birlikte. "Sensiz bir dünya hayal edemediğim için yaptım."

Hermione kendisine uzatılan eli tutup kalkarken omzundaki şalı sandalyenin üzerine bıraktı. Bir elini adamın elinin içine, diğerini omzuna yerleştirdikten sonra Draco'nun profesyonel adımlarına ayak uydurabilmek için de elinden geleni ardına koymadı.

"Bir konuda yanıldın." dedi gözleri adamın gözlerine kenetli bir hâldeyken. Sesi oldukça boğuk ve kısık çıkmıştı.

"Hangi konuda?" diye sordu Draco.

"Bu ilk randevumuz değil."

"Öyle mi?"

Hermione kafasını yaslayarak onayladı. "İlk randevumuz, benim McLaggen'dan kaçmaya çalışarak terk ettiğim Slughorn'un partisinin olduğu gün yaşandı." dedi.

Draco'nun suratındaki tebessüm kahkahaya dönüştü. Gece Draco'nun kahkahasıyla sessizliğini kaybetti. Çakırkeyif olduklarından ötürü çok daha rahat bir şekilde davranan Draco, "Tanrım o gün o kadar güzeldin ki..." dedi dayanamadan. "Ve ben senin gerçekten bir aile ferdinin öldüğüne inanmıştım."

Hermione iltifata tepki veremeden çocuğun söyledikleriyle birlikte aynı şekilde güldü. Şarkı aralarında kaynayıp gidiyordu. "McLaggen'dan kurtulabilmek için başka bir bahane bulamadım. Saydığım diğer her şeyi öyle güzel bertaraf etmişti ki!"

Draco gülmeye devam ediyordu. "Haklısın, Granger." dedi. "O kesinlikle ilk randevumuzdu. Ama bir hatam vardı."

"Neydi?" dedi Hermione de gülerek.

Draco eğilip dudaklarını bir sene önce yapmak istediği şekilde kızın dudaklarıyla birleştirdi.

"O gece seni öpmemiş olmam." demek için ayrıldı, sonrasında ilkinden çok daha büyük bir istekle tekrar birleştirdi.

Birbirlerini öperlerken müzikle birlikte hafifçe sallanan bedenleri durmuştu, müzik aynı şekilde geceye karışmaya devam ederken çoktan kendi kalp atışlarından başka bir şeyi duyamaz hâle gelmişlerdi. Hermione ellerini adamın yanaklarına yerleştirmiş, gözlerini kapatmıştı. Çocuk dudaklarını ısırdığında ağzından dökülen inilti oldukça gürültülüydü. Draco'ysa kadını tamamen kendi bedenine yaslamıştı. Ne kadar dokunsalar da asla yetmeyecekmiş gibi hissediyordu. Ayrı geçirilmiş olan onca ayda içlerinde yaşamış oldukları özlemin acısını çıkartmak istercesine dokunuyorlardı birbirlerinin tenine.

Draco kadını belinden kaldırdı ve en yakınındaki masanın üzerine oturturken yere düşüp kırılan ve dökülen hiçbir şeyi umursamadı. Aynı şekilde Hermione de o anda dışarıdaki dünyada neler olduğunun hiç farkında değil gibiydi. Dokunuşlara, içinde yükselen hisse ve isteğe o kadar odaklanmıştı ki gerisini düşünemiyordu. Her şey, Draco'dan ibaret gibiydi.

*Uyarıyı verelim, atlamak isteyen tekrar yıldız görene kadar aşağı kaydırabilir.*

Draco'nun dudakları kadının dudaklarından ayrıldıktan sonra çenesine, oradan boynuna, oradan omuzlarına kadar indi. Hermione ellerini masaya rahat koyabilmek adına masanın üzerinde kalmış olan son tabağı da yere iterken masada neredeyse uzanır bir konuma gelmişti. Draco da aynı şekilde bacaklarının arasına girmiş, üzerine doğru eğilmişti.

Kızın omzundaki askıları olabildiğince indirdi, en sonunda yetinemediğini fark ettiğinde neredeyse hırıldayarak elbisenin üst kısmını yırttı. Hermione buna homurdandı, "Şahane." dedi. "Artık bir başka randevu için giyebilecek elbisem kalmadı." Nefes nefeseydi.

Draco bununla birlikte kızın tenine doğru güldü. Hermione doğrulup çocuğu da yakasından tuttuktan sonra kendisiyle birlikte doğrulttu. Yırtılmış olan elbise beline kadar düşüyor, sütyen giymediği göğüslerini ortaya seriyordu. Ama bu o an için Hermione'nin hiç umurunda değildi. Tek derdi çıplaklıklarını eşitlemekti.

Aynı hizaya geldiklerinde dudaklarını bir kez daha buluşturdu, kendisini aşağılarda hissettiği sertliğe doğru bastırırken çocuğun dudaklarına doğru inildedi. Elleri hızla önce ceketten kurtuldu, sonrasında da hızla gömleğin düğmelerini çözmeye başladı. İlk üç düğmeden sonraysa aynı Draco gibi buna sabrının olmadığını fark ederek gömleği tutup düğmelerin kopmasını önemsemeden açtı. Ceket gibi gömlek de yerle buluştuğu sırada Hermione çocuğun dudaklarını tekrar öpmeye başladı. Aynı zamanda elleriyle göğsünü okşayarak aşağıya, pantolonunun düğmelerine kadar indirmişti.

Orada özellikle oyalanarak, elinin belli bölgelere değdiğinden emin olarak hareket etti. Bütün yavaş hareketler ve işveli edalar Draco'nun bütün sabrını tüketmesine yol açtı. Kızı tekrar kucakladı, yıkılmış bahçeyi arkasında bırakarak içeriye girdi. Bahçe kapısı arkalarından gürültüyle kapanırken karanlıkta öpüşmeye devam ederek yukarıya kadar çıkardı. En sonunda Hermione'nin sırtını yatakla buluşturduğunda dudaklarını tekrar aşağıya, kızın göğüslerine çevirdi.

Olabildiğince oyalanarak hareket etti. Beline kadar inmiş olan elbiseyi çekiştirerek, iç çamaşırıyla beraber bir çırpıda çıkarıp attı. Şimdi kız karşısında tamamen çıplak bir şekilde, tanrıça gibi yatıyordu. Üzerine tekrar eğilirken tenine asla doyamayacağının, ne kadar dokunursa, ne kadar öperse öpsün daima daha fazlasını isteyeceğinin farkındaydı. Boynundan göğüslerine, göğüslerinden karnına, karnından kasıklarına kadar ilerledi. Dil ve dudaklarının her darbesinde inildeyip daha fazlası için yalvaran Hermione, kendisini tamamen Draco'ya bırakmıştı.

En sonunda çocuğun hâlâ giyinik olmasına dayanamayıp hızlı bir hareketle yerlerini değiştirdi. Aynı çocuk gibi boynundan başlayıp bütün üst vücudunda dudaklarını gezdirerek pantolonuna kadar geldi. Pantolonu açıp seri hareketlerle çıkardıktan sonra çocuğun yaptıklarının intikamını almak istercesine dudaklarını ustaca kullandı. Ki Draco, Hermione'ye göre daha sabırsızdı. Bundandı ki kızı belinden yakalayıp kucağına çekerken daha fazla beklemeye, ön sevişme denen zımbırtıyla oyalanmaya takati kalmamıştı.

Bedenleri birleştiğinde dudaklarından dökülen iniltiler hem zevk hem de rahatlama doluydu. Uzun zamandır düşündükleri, bekledikleri ve özledikleri his ikisini de sarmalarken inlemeleri odada yankılanıyordu.

Uzun bir gecenin onları beklediği de belliydi.

*Hâlâ yaşıyorsak devam edelim.*

Hermione sabah gözlerini oldukça huzurlu bir dünyada yaşıyorlarmış gibi hissetmesine neden olacak şekilde kuş cıvıltılarıyla birlikte açtı. Draco'nun randevu sırasında duvarı kaldırmış olduğu pencereden içeriye güneş ışığı sızıyordu. Ve sabahın en güzel şeyi, göğsüne kıvrılmış bir şekilde uyumaya devam eden Draco'ydu.

Suratında küçük bir tebessüm oluşurken gece boyunca kıpırdamadan ikisinin de nasıl böyle yatabilmiş olduğuna şaşırdı öncelikle. Sonrasında karnında hissettiği öpücükle birlikte böyle uyumadıklarını, Draco'nun uyandıktan sonra kucağına kıvrıldığını, o anda da uyanık olduğunu fark etti.

Neredeyse ağlayacaktı. İçinde yükselen duygu o kadar yüksekti ki içinde tutamayacağını fark ettiğinde eğilip çocuğun saçlarına bir öpücük bıraktı. Gözleri uykudan dolayı kısık ve mahmur görünen Draco kafasını arkaya çevirip Hermione'ye baktı. "Uyandırdım mı?" diye sordu.

Hermione kafasını iki yana salladı. "Hayır, senin yüzünden uyanmadım ama bu şekilde uyansam da şikayetçi olmazdım." diye cevapladı. Draco buna tekrar kızın karnını öperek cevap verdi.

Hermione, o sabahın içine hapsolmak için her şeyi verebileceğini o anda fark etti. Aynı şekilde Draco'nun da ondan farkı yoktu. Paralel evrende yaşayan mutlu bir çift versiyonlarının olduğunu düşünmekten başka bir şansı yokmuş gibi geliyordu Hermione'nin. Dün gece, her şeyden soyutlanmış olabilirlerdi ama hiçbir şey bitmemişti.

Savaş devam ediyordu, savaş kapılarındaydı ve ne yazık ki bu savaşta baş rolleri paylaşıyorlardı.

Buraya kadar geldiğiniz için hepinize çok teşekkür ederim, umarım okuduklarınızdan memnun kalmışsınızdır. Araya aylar girdikten sonra sizin için okumak ne kadar zorsa, gerçekten yazmak da benim için o kadar zor oldu...

Özür diliyorum hepinizden teker teker bu kadar uzadığı için. Ve gerçekten aylardır yazmaya çalışıyor olduğuma inanmanızı istiyorum. Vakitsizlikten, derslerden falan yazamıyor değilim; açık bir şekilde tıkandığımız için devam edemiyordum. Kurgunun ilerleyişiyle ilgili, devamında ne olacağıyla ilgili kafamızda bir sürü soru işareti vardı. Elbette bu gibi şeyler daha başlarken bile belliydi ama ilerledikçe bazı şeyler değişti, değiştikçe uyuşmadı, uyuşmadıkça rahatsız olup değiştirmek için çabaladık ve bu değişimi bir türlü tam olarak gerçekleştiremedik. Ne düşünürsek kurguda hep bir şeyler açık kalıyor gibiydi. Ama bu sefer, başardık gibi. Sonraki bölümlerin de kurgusu, ilerleyişi ve olacaklar hazır olduğu için bu şekilde araya aylar girmeden, haftalar içerisinde gelmeye devam edecek.

Ggeriye son 5 bölümümüz kadar kaldı, 27-30. bölüm aralığında final yapacak gibi görünüyor. Hepinizden bu bekleyiş için tekrar özür diliyor, bu bekleyişten en az sizin kadar bizim de hiç memnun olmadığımızı belirtmek istiyorum. Umuyorum bundan sonra düzenli ve çabucak ilerleyecek, sonu birlikte göreceğiz. Kuşkunuz olmasın, hikaye her şekilde final yapacak. Bu söylediklerim tutmaz, yine hikaye için aylar beklemeniz gerekse bile emin olabilirsiniz ki finali bir şekilde getireceğiz. Bu konuda her birinize söz veriyorum.

Öpüldünüz, çokça.

Seviliyorsunuz, bolca.

Continuar a ler

Também vai Gostar

15.4K 1.7K 10
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
419K 34.3K 27
Melez Kaplan Taehyung, Melez Tavşan Jungkook ile sevgili olmak istiyordu Ha birde onu altında inletmeyi... [texting+düz yazı] #3 - taekook [13.08.202...
155K 14K 22
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedic...
55.8K 5.1K 13
kore'nin en tehlikeli mafyası olan Jeon Jungkook, asistanı Kim Taehyung'a çok iyi bakıyordu mafia düz yazı/text semekook