𝑴𝒐𝒏𝒐 𝑵𝒐 𝑨𝒘𝒂𝒓𝒆 / Mi...

By blueflower_s

45.5K 7K 6.4K

Jisung renkleri olmayan hayatına birkaç damla renk istiyordu. Ve o gün hayatına giren o adam, hayatını değil... More

Başlangıç
Renklerin sesi - Bölüm 1
Kader değil benim resmimdi karşımdaki-Bölüm 2
Ve renkler akmaya başladı - Bölüm 3
Zamana göre değişen kader - Bölüm 4
Uçurumun kenarındaki camdan çocuk - Bölüm 5
Solmuş kalpte açan renksiz çiçekler - Bölüm 6
Sarı sayfaların kesilmiş satırları - Bölüm 7
Okyanusun derinliklerindeki hayaller - Bölüm 8
Sessiz cehennemin aralık kapıları - Bölüm 9
Ben ve avucumdaki paslanmış anılar - Bölüm 10
Yanlış yol doğru seçim - Bölüm 11
Çalan şarkının isimsiz melodileri - Bölüm 12
Düğümlenmiş kaderi yaralı ellerle açmaya çalışmak - Bölüm 13
Çiçekle birlikte açan sahte sevgi - Bölüm 14
Hayatsız insanların elindeki hayat kalemi - BöLüm 15
Kovalanırken taşa takılıp düşen değersiz zamanlar - Bölüm 16
Kendini iyi sanan şeytan anılar - Bölüm 18
Acının tatlı tebessümü - Bölüm 19
Gülümseyen yüzün hıçkıran kalbi - Bölün20
Gidenin ardında kalan kanayan yara - Bölüm 21 (Part 1)
Gömdüğüm yerden tekrar doğan hayat darbesi - Bölüm 21 (Part 2)
Kadere inanıp yolunu bulamayan geleceğin umudu - Bölüm 22
Ben gittim ama kalbim seninle kaldı - Bölüm 23
Yıllar sonra kapıları açılan kafes - Bölüm 24
Cesed kokan satırlar - Bölüm 25
Final

Başlangıcın ortasına bırakılmış anlamsız sonlar - Bölüm 17

1.2K 200 112
By blueflower_s

Not: Bölüm sonuna bir oylama bıraktım. Lütfen herkes o oylamaya katılsın.

Bölüm şarkısı: Rosé (BLACKPINK) - If It Is You ( Cover) 

Üstü tozlanmış eski günlerin biriktirdiği güzel anılar şimdilerde yüzündeki alaycı gülümsemesiyle hayatın karmaşık zihnini izlerken belki de kalbimdeki geçmişin hissizliği daha da acı bir hal alıyordu. Hiçbir şeyi olmayan ben, dudaklarımda asılı kalan emanet duygusuzluğun bana verdiği yetersiz zamanla birlikte o alaycı bakışlardan kaçmaya çalışıyordum.

Bazılarının aksine ağlamanın rahatlamaktan çok çıkmaza soktuğunu düşündüğüm o zamanlarda daha yaşım sekiz bile değildi. Gelen gider, giden bir daha dönmez diyen ses durmadan zihnimde tekrarladığında en fazla on bir yaşlarındaydım mesela. Veya sevgi denilen kelimenin anne ve baba dışında kimsenin kalbinde var olmayacağını kendi kendime tekrarladığımda on sekiz yaşımın daha ilk günüydü.

Şimdiyse on dokuz yaşındaki ben, eskiden içi bomboş olan ruhumun şimdi yarısına kadar dolduğu renklere bakıp gülerken, kalbimdeki tek adamın sevgisinin ağırlıyla birlikte güne başlıyordum. O gün partide söylediklerini bir an bile unutmayan zihnim, bakışlarımda takılı kalan ışıltı bakışları, benimle birlikte güne devam ediyordu.

Partiden sonra kimseye bir şey söylemeden çıktığımızda gecenin huzurlu sessizliği ile birlikte saatlerce yürümüş, hiçbir şey söylemeden şehri izlemiştik. Arada çarpışan ellerimiz daha birkaç saat önce öpüştüğümüz anıların aklımda şimşek gibi çakmasına neden oluyordu.

Benimle birlikte evime kadar yürüdüğünde aklından neler geçiyordu, acaba o da benim gibi içten içe deliriyor muydu diye durmadan kendime sorduğum sorular, evimize yaklaştığımızda tam karşıma geçip dudaklarını önce boynuma daha sonra saçlarıma yaslamasıyla bir son bulmuş, "Git uyu, uyandığında beni ara." demesinden sonra sıkıca sarılıp geriye bakmadan yürüyerek gözden kaybolmuştu.

O günün üzerinden sadece birkaç gün geçmişti ama o günden sonra onu bir daha hiç görmemiştim. Sevgili olduktan sonra daha sık görüşürüz sanıyordum ama bu geride kalan günler düşüncelerimin ne kadar da yanlış olduğunu göstermişti.

İçten içe endişelenmeden edemiyor oluşum acaba yanlış bir karar mı verdim sorusunu bana sordurup durmak dışında bir işe yaramıyordu. Acaba pişman mı oldu? Acaba sadece o anlık duygularla öylesine ağzından çıkan şeyler miydi de şu an böyle yapıyordu? Belki de sorun bendim? Belki de her şeyi ben kafamda büyütüyordum?

Bunun gibi günlerce zihnimden silinmeyen sorular susmadan ruhumu bulanıklaştırırken içten içe yine benliğimde kaybolmaya başladığımı hissetmeme neden oluyordu.

Uykusuzluktan kapanmak üzere olan gözlerimi sıkıca yumup tekrar açtıktan sonra iç çekip omzumdan düşmek üzere olan çantayı yukarı çekerek sınıftan içeri girdim. Bu sırada beni görür görmez "Ooo, dilcimiz de gelmiş." diyerek günlerdir aynı espriyi yapan Beomgyu yüzünden gözlerimi devirerek sırama doğru yürüdüm. Bir de bu vardı tabii. O gün partide Minho hyungla öpüştüğümü gören canım arkadaşlarım (!) günlerdir bunun esprisini yapmaktan vaz geçmemiş, gördükleri her yerde bel altı şakalarla sinirlerimi bozmayı başarıyorlardı.

(Not: Geçen bölüm okuyuculardan birisi bunu tahmin etmişti. Kim olduğunu hatırlamıyorum ama helal olsun sana çekirge. Al benden bir çatal bıçak takımı hediye 🍴.)

Çantamı yüksek bir ses çıkacak şekilde sırama atıp yerime oturarak bakışlarımı karşımda oturan ikiliye çevirdim. Younghoon yine her zamanki gibi dünya yansa umurumda olmaz bakışlarıyla elindeki telefondan oyun oynarken onun aksine Beomgyu yüzündeki sırıtışla göz kırpıp, "Gününüz aydın olsun dilci Jisung bey." demişti. Şu an o kadar sinir bozucu bir ifade takınmıştı ki yüzünün ortasına bir tane geçirmemek için zor tutuyordum kendimi.

"Beomgyu, gerçekten hiç havamda değilim. Uğraşma benimle."

"Niye? Bugün sabah öpücüğünü almadın mı?"

Tam yumruğumu kaldırıp koluna vuracaktım ki son anda vazgeçerek elimi aşağı indirip sırtımı arkamdaki duvara yasladım. Gerçek anlamda o kadar yorgun hissediyordum ki konuşmak için bile gücüm yoktu.

"Bir şey mi oldu Jisung? Şu an senin neşeli bir şekilde ortalıkta gezmen gerekiyordu. Sonuçta hayatında ilk kez bir sevgilin oluyor ve o da ressam."

Younghoon oyununa devam ederken, kısaca yüzüme bir bakış atmış, daha sonra bakışlarını tekrar elindeki telefona indirmişti. Düz ifadesi ne düşündüğünü anlamama hiç yardımcı olmasa da Beomgyu'nun aksine bir şeylerin ters gittiğini anlamış olmalıydı.

"Bilmiyorum. Bir şeyler ters gidiyor ve ne olduğunu ben de bilmiyorum."

Her ne kadar göstermeye çalışmak istemesem bile üzüntüm bir şekilde sesime yansımıştı. Kafamda binbir tane senaryo dönüyordu ve hangisi gerçek, hangisi sadece hayal olduğunu anlayamıyordum bile.

"Minho hyungla kavga mı ettiniz? Daha yeni sevgili olmadınız mı siz?"

"Minho hyungu görüyor muyum ki de kavga edelim Beomgyu. Günlerdir yüzünü görmüyorum adamın."

"Ne demek yüzünü görmüyorum? Bir şey mi oldu acaba? Evine gittin mi? Belki adamın başına bir şey geldi."

Çattığı kaşlarıyla gözlerimi delen bakışları gerçek anlamda az önceki tüm muzip ifadesinin silindiğini gösteriyordu. Bir sorunum olduğunda sanki kendi sorunlarıymış gibi bu kadar içten bir şekilde benimle ilgilenmeleri gerçekten benim için çok değerliydi ve ben bu arkadaşlığı hakediyor muydum onu bile bilmiyordum.

"Bu sabah sadece iyi olduğu ile ilgili bir mesaj atmış. Ondan önce hiçbir şey yazmamıştı. Birkaç kere aradım her seferinde aramalarımı görmezden geldiği için daha fazla aramadım ben de."

Younghoon elindeki telefonu kapatp masanın üzerine bıraktıktan sonra o da benim gibi sırtını duvara yaslayarak bakışlarını aşağı indirmişti. Beomgyu anlamış gibi kafasını sallayıp hiçbir şey söylemeyince ben de susmayı tercih ettim. Zaten söyleyecek başka bir şeyim de yoktu.

Pranganın havada süzüldüğünü sakin gözlerle izleyen çocuğun masumiyeti ardında saklanan kötü karakterin kanı akıyordu şu an damarlarımda. Tek bir iyi bir şey bile düşünemeyen zihnimin her geçen saniye artan sesi, kafamın her an patlayacakmış hissetmesine neden oluyordu. Saniye geçiyor, zaman su gibi akıyordu. Ve ben yine bilinmezliğin uçurumdan kendimi aşağıya doğru sarkıyordum.

"Niye bu kadar sessizsiniz siz? Bir şey mi oldu?"

Gelen sesle birlikte kafamı kaldırıp yanımda oturan çocuğa çevirdim bakışlarımı. Changbin sırtındaki çantayı sakinlikle benim çantamın yanına koyup "Kötü bir şey mi oldu?" diye sormuştu arkasına yaslanırken.

Uykusuzluktan her an kapanmak üzere olan gözleri, siyah göz altları ve esmer tenine rağmen beyazlaşan yüzü onun da benden bir farkı olmadığını gösteriyordu.

"Sen bizden daha betersin. Hâlâ onu mu düşünüyorsun?"

Masanın üzerindeki ellerini izleyen bakışları çok sakinlikle gözlerimi bulunca sadece kafasını sallamış, daha sonra sesli bir iç çekerek kafasını ellerinin üzerine yaslamıştı. Galiba hayat gerçekten bizimle dalga geçiyordu.

"Çocuk gitmiş Changbin. Bundan sonra hayatında görmeyeceğin biri için bu kadar üzülmen ne kadar doğru?"

"Zaten hayatımda görmeyeceğim için üzgünüm Beomgyu. Ne yaparsam yapayım çıkmıyor işte aklımdan. Yüzü, gülüşü, samimiyeti birkaç saatte öyle bir akmış ki içime, olmuyor, yapmıyorum. Anlıyor musunuz?"

"O zaman neden numarasını almadın? Günlerdir kendini yiyip bitireceğine alsaydın ya numarasını. En azından telefondan konuşurdunuz."

"Korktum. Beni biliyorsunuz. Uzakta bile olsa eğer birine bağlandıysam zor koparım o kişiden. Ve ben kendimi biliyorum. Bir daha ülkeye geri dönmeyecek birisine bağlanacaktım ve bu benim için yaşayan ölü olmam demekti. Eğer yanına gidebileceğim bir şansım olsaydı yapardım. Ama o da yok işte."

Bakışlarını teker teker yüzümüzde gezdirip kafasını tekrar koluna yaslamıştı.

O gün partide Changbin bir çocukla tanışmıştı. İlk başta ikisi aynı içki bardağına uzanınca aralarında garip bir bakışma olmuş ve daha sonra gülüşüp ikisi de elini bardaktan çekmiş.

Ondan sonra zaten birlikte koltuğa oturup saatlerce konuşmuşlar. Changbin sürekli güzel gülümsemesinden, tatlı aksanından, samimiyetinden konuşup durmuştu bize. Bir an kendini nasıl kaptırmışsa gerçekten çocuğa âşık oluyorum diye düşünmüş ve numarasını almak istemiş ama çocuk bir anda yarın temelli İngiltere'ye yerleşeceğini söyleyince Changbin vazgeçmiş ve kısa bir vedalaşmanın sonunda çocuğun yanından ayrılmış.

Günlerdir o çocuğun hayatına geldiği gibi gitmesinin boşluğuyla savaşıp duruyordu ve onu belki de en iyi ben anlıyordum. Kısa bir zaman diliminde Minho hyungun varlığına öyle bir tutulmuştum ki bundan sonraki hayatımın onsuz olacağı düşüncesi bile deli olmama yetiyordu. 

O gün ben ve arkadaşıma hayat hem en büyük hediyesini vermiş ve hem de aynı gün içinde vazgeçip hediyeyi elimizden çekip almıştı. Changbin uzaklara giden güzel gülümsemeli çocuğun mucizevi bir şekilde geri dönmesini beklerken, ben sevdiğim adamın sevgili olduğumuz günden sonra ortadan kaybolma sebebini bilmek istiyordum.

Tüm kelimelerini kaybetmiş bir kalbin ardından gelen hırıltılı kırık sesin her iç çekişinde bir yalnızlık saklıydı. Uzun yıllar boyu aranıp bulunmayan duyguların tam pes edecekken bir anda kenarda, saklandığı yerden bulduktan sonra günler geçtikçe yitirdiği değerin belki de en başından beri var olmadığını anladığın o anda sıkışıp kalmıştı hastalıklı kalp.

Günlerdir kırık duvarlarının ardında saklanan kalbimin sessiz fısıltısı eşliğinde söylediği ninni, zihnime acı bir çığlık gibi durmadan akıyordu. Yine giden gitmiş, gittiği gibi de boşluğunu bırakmıştı diye binince kez kendime fısıldadığım o anda gelen gürültüyle birlikte sıraya yasladığım kafamı kaldırdım.

Uykusuzluk yüzünden acıyan gözlerimi yumruk yaptığım elimle ovuşturup bakışlarımı öğretmen masasına çevirdim. Başkan elindeki defteri yukarı kaldırıp yüksek bir sesle "Bugün yarışmanın son kayıt günü. Sonradan ismini yazdırmak isteyen birisi var mı? Varsa eğer şimdi söylesin çünkü bizim sınıfın listesini şimdi teslim edeceğim." derken sesindeki aceleci tavır bir an kaşlarımın çatılmasına neden olsa da sesimi çıkarmadan kafamı tekrar koluma yasladım. Yarışmaya katılmadığım için benlik bir şey yoktu sonuçta.

"Başkan ben birisinin ismini vermek istiyordum."

"Kimin ismini vermek istiyorsun Soo Min?"

"Jisung'un. Resim dalında Jisung'un aday olmasını istiyorum. Hem siz de o gün ne kadar yetenekli olduğunu gördünüz. Eğer Jisung resim dalında katılırsa kesin bu sene biz birinci olacağız."

Soo Min'in neşeli sesiyle birlikte söylediklerini duysam da tepki vermeden kafamı koluma yaslamaya devam ettim. Sınıfta gittikçe artan uğultu ağrıyan başımın acısını iyice artırınca bıkkınlıkla iç çekip kafamı değil de sanki tonlarca ağırlıkta bir taş kaldırıyormuş gibi büyük bir zorlukla kafamı kaldırdım.

Tüm sınıf bakışlarını yüzüme dikmiş benden bir şeyler dememi bekliyordu ama zaten benim cevabım en başından beri belli olduğu için "Hayır, katılmak istemiyorum." dedim ve kafamı tekrar koluma yasladım. Belki de birkaç gün önce bu soruyu bana sorsalar kabul ederdim ama bok gibi bir zihinle o yarışmaya katılma düşüncesi bile şimdiden gerilmeme neden oluyordu.

"Hadi ama Jisung. Ne kadar yetenekli olduğunu bizim gibi sen de biliyorsun. Hem zorlansan bile sana yardım edecek ressam bir arkadaşın var. Lütfen, kırma bizi."

"Jisung, bence de katıl. Hem, her yıl katılmak isteyip geri çekilmiyor musun? Bu sefer olacak, hissediyorum."

Changbin kolumu tutup konuşunca istemsizce kafamı kaldırarak bakışlarımı yüzüne çevirdim. Deyim yerindeyse bok gibi görünüyordu ama sırf beni cesaretlendirmek için yüzüne taktığı emanet gülümsemenin maskesi her an çatlayıp ikimizin ayağına dökülecek gibiydi.

Ona baktığımda bir kez daha çok yanlış bir zamanda doğduğumuz anlıyordum. Biz bu dünyaya yaşamak için değil de hayatın diğer insanlardan arta kalan paylarını önümüze atıp sürünerek devam etmemiz için geldiğimizi düşünüyordum.

"Changbin, diyelim katıldım. Ne çizeceğim? Bu zihinle, yarım yamalak hayatımın bana bıraktığı hikayelerle ne çizeceğim? Hadi diyelim bir mucize oldu, kazandım. Ödülü nasıl eve götüreceğim? Resme, boyalara, renklere düşman olan bir ailenin içine 'Bakın, ben çizdiğim resimle ödül kazandım' mı diyeceğim?"

En ciddi ortamda bile bir şekilde şaka yapmayı seven arkadaşlarım önümüzde sessiz bir şekilde otururken, Changbin biraz daha yüzüme baktıktan sonra kafasını sallayarak önüne döndü. Böyleydi işte. Bir şekilde kabullenmeyi başarıyordu insan.

"Tamam arkadaşlar. Daha fazla Jisung'un üzerine gitmeyin. Zorunlu bir şey değil sonuçta. Başka ismini yazdırmak isteyen yoksa müdürün yanına gidiyorum o zaman."

Mırıltılar eşliğinde başkanı onaylayan sınıf arkadaşlarım kendi işlerine geri dönünce derin bir iç çekerek "Başkan," dedim yüksek bir sesle. Tam sınıftan çıkmak üzere olan Sunwoo sadece kafasını döndürüp yüzüme bakınca "Tamam, resim dalında benim de ismimi yaz. Ben de katılacağım." dedim tekrar önüme dönerek. 

Belki dedim içimden, belki de çizdiğim resmin renkleri hayatıma yeni bir ışık getirirdi.

***

Büyük bir hevesle çıktığın yolun başıyla sonu arasında takılı kalan hatıraların geçen zamanla birlikte solarak ayaklarının altında ezildiğinde geriye dönüp kısa bir bakış atarak 'Ah, onca umut bunun için miydi? ' diye düşündüğün an ölüm kalım arasındaki savaş da bitmiş olacaktı. Gelgitlerin bile bir sonu varken kalpte yeşeren acının ne bir başlangıcı vardı ne de ki bir sonu. Kendini bildin bileli, kendimi, bu cılız bedenin sahibi ben, bildim bileli hep var olan bu duyguların bir damga gibi oradan hiç silinmediğini uzun yıllardır şahit olmuştum.

Eksiğiyle kabullendiğim bu yaşantımda belki de acı çeken binlerce hatta milyonlarca insanlara haksızlık ediyordum ama ben de bu dünyanın bir evladı değil miydim?

"Niye bu kadar durgunsun cafuné?"

Omzuma bırakılan şeyle birlikte irkilerek kafamı yukarı kaldırdığımda Byungchan yüzündeki hafif gülümsemeyle omzuma bıraktığı ceketi düzelterek yanımdaki boşluğa oturmuştu. Siyah saçlarını bugün biraz daha kestirdiği için alnı iyice ortaya çıkmıştı.

Havalar gittikçe soğumaya başladığından bundan sonra kendime iyice dikkat etmem gerekiyordu. Zayıf bir vücuda sahip olduğum için sonbahar ve kış aylarında kendime daha özenle yaklaşmalıydım ama şu günlerde kendimi o kadar unutmuştum ki hastalanmak umurumda değildi.

"Senin şu sıralar daha mutlu olman gerekmiyor mu? Niye aksine bu kadar bitkinsin Jisung? Sorarak seni sıkmak istemiyorum, zaten sorsam da cevap vermiyorsun ama yine de bana ne olduğunu anlatamaz mısın?"

Sitemden çok üzgün çıkan sesi kalbimin bir an pişmanlıkla burkulmasına neden olmuştu. Kendimle onun arasında her zaman bir çizgi çizmiştim. O her şeyi bana anlatmayı seçen bense dinleyen taraf olmuştum. Ve aynı zamanda susan taraf da yine ben olmuştum. Güvenmediğimden değil, anlamayacağından da değil sadece kendimi ifade edecek kelimelere hiçbir zaman sahip olmadığım için sessizlik köşemden hiç çıkmamıştım.

"Ben galiba mutlu olmayı haketmiyorum Byungchan."

"O da nereden çıktı şimdi? Sen bu dünyada en çok mutluluğu hakeden kişisin. Böyle konuşma."

Alnıma dökülen saçları eliyle geri itip kafamın arkasındaki saçlarımı okşadığında yüzümde küçücük bir gülümseme olmuştu. Çocukken beni teselli etmek için yaptığı bu hareket en azından yanımda onun olduğunu hissetmeme sebep oluyordu. Ben onun varlığını tüm kalbimle kabul edemesem de o varlığının her zaman yanı başımda olduğunu bana göstermekten hiç çekinmiyordu.

"Konu neyle alakalı bilmiyorum ama sen çok değerli birisin Jisung. Çocukken de böyleydin. Aramızda yaş farkı olmasına rağmen her zaman olgun davranan taraf senken, çocuksu ruhunu hiç kaybetmeden, ordan oraya atılıp her şeyi yapmaya çalışan kişi de bendim. Çok şaşalı bir kişiliğe sahip olduğum için beni bir türlü kabul edemediğini biliyorum ama aynı zamanda hep aradığın ama aslında bir köşende sakladığın renklerin varlığını da kabul edemediğini de biliyorum. Uzakta aradığın şeylere çoktan sahip olduğunun gerçeğini hep görmezden geldin."

Kafasını omzuna yaslamış saçlarımı okşarken söyledikleri kırık duvarların ardında kaybolan ruhumu sızlattığında bir gözyaşı yanağımdan çeneme doğru akmıştı. Bana hep 'Sen binlerce renklere sahipsin ama onları kullanmayı bilmiyorsun ve sürekli onlardan kaçıyorsun. ' derdi. Bana savaşmayı öğretmeye çalışırdı ama ben elimdeki savaş fırçasını olduğum yere bırakarak yürüyüp gitmeyi seçmiştim her seferinde. Çünkü cesaretim hiçbir zaman olmamıştı. Başlarsam ve iki elle sıkıca sarılıp yine ailem tarafından ondan uzaklaştırılırsam bunu kaldıramazdım. Ama şimdi uzun yıllar sonra tüm cesaretimi toplamışken şimdi o cesareti bana bağışlayan kişi gözden kaybolmuştu.

"Korkuyorum."

"Neden korkuyorsun Jisung?"

"Kaybetmekten. Yaşadıklarımın sadece tozpembe bir hayal olmasından ve hiç var olmamış gibi kaybetmekten korkuyorum." diye fısıldadığımda belime sarılan kollarla birlikte yüzüme omzuna yaslayıp ağlamam bir olmuştu. Çocukken kaçtığım omzun şimdi ağladığım omuz olması gerçekten değiştiğimi bir kez daha net bir şekilde bana kanıtlamıştı. Değişiyorsun Jisung ve bu yeni halin ürkmeme neden oluyor.

"Ağla. İstediğin kadar ağla ama kalbinden, ruhundan gelen tüm o acı haykırışların gözyaşlarınla birlikte akıp gitmesine izin ver. Unutma ki kim giderse gitsin, kaybolursa kaybolsun ben her zaman yanındayım."

Biliyorum. Başka bir ülkede olsa bile tek bir aramamla yanıma gelip sonsuza kadar benimle kalacak birisi o ama neden yine de acı oradan gitmiyordu?

Öyle kaç dakika omzunda ağladığım bilmiyorum ama hava gittikçe daha da soğumaya başladığında ve gözyaşlarım iç çekişlerle yer değiştirdiğinde oturduğum merdivenlerin üzerine bıraktığım telefonum çalmaya başlamıştı.

Byungchan'ın omzuna yasladığım kafamı geri çekip gelen aramaya baktım.

Minho hyung arıyor...

Acı hatıra sızdıran ruhumun üzerine yapıştırdığım yara bantları ismini gördüğüm kişiyle birlikte kopup boşluğa düştüğünde yaram sızım sızım sızlamaya başlamıştı. İçimdeki özlem ve aynı zamanda kızgınlık yüzünden elimi uzatıp da o aramayı açmak istemiyordum. İlk başta açmadığım için arama sonlandığında derin bir iç çekip kafamı çevirecektim ki tekrar aynı ismin ekran gözükmesiyle burnumu çekerek aramayı yanıtlayıp kulağıma yasladım.

"Efendim."

Ağladığım için boğuk sesimle birlikte çıkan soğukluk benim bile ürpermeme neden olmuştu. Saniyelerce geri gelmeyen karşılıkla birlikte kaşlarım çatılınca bir an aramanın sonlandığını sanmıştım ama kulağıma dolan "Jisung..." diyen kısık sesle birlikte gözlerimi sıkıca kapatmıştım. Özlemiştim. Öyle özlemiştim ki tüm onsuz günleri görmezden gelip tek bir isteğiyle yanına koşacak kadar gurursuz bir şekilde çok özlemiştim onu.

"Ben... Ben özür dilerim koca göz. Bana kızgın olduğunu biliyorum ama senden bir şey isteye bilir miyim?"

"Ne istiyorsun?"

"Yarın okula gitmeyip benimle bir günlüğüne şehir dışında çıkar mısın?"

Sorusuyla birlikte yüzümü yanımda oturan Byungchan'a çevirmiştim. Telefonum bozulduğu için ses dışarıya çok fazla geliyordu ve o da Minho hyungun söylediklerini duymuş olmalı ki hafif bir şekilde gülümseyip "Kalıp pişman olacaksan eğer git. Ben seni idare ederim." diye fısıldadı ikimizin duyacağı bir şekilde. Yarın okul sonrası tüm günümü onunla geçireceğim sözünü vermiştim. Bu yüzden tam 'Ama' diyecektim ki kolumu tutarak "Önemli değil. Sen geldikten sonra gideriz." deyince gülümseyerek boşta kalan elimle kolunu tutup kafamı salladım.

"Jisung? Orada mısın?"

"Buradayım. Nereye gideceğiz?"

"Suwon'a gideceğiz. Resim galerisi var seni oraya götürmek istiyorum. Ordan da çıkıp turistlik yerleri gezeriz. Yarın ben sana erkenden alırım. Olur mu?"

Biraz daha neşeli çıkan sesi beni de gülümsetince "Olur, sabah erkenden alırsın beni." demiştim. Açıkçası hem çok gitmek istiyordum hem de sevgili olmamızdan sonra kaybolması yüzünden onu görmek istemiyordum. Yine bir çıkmaza girmiştim ve yine hiç olmayacak bir yere doğru yürüyordum.

"Teşekkür ederim beni kırmadığın için."

"Önemli değil. İyi geceler hyung."

"İyi geceler koca göz."

Ve daha fazla bir şey söylemeden telefonu kapatıp tekrar merdivenlere bıraktığımda köşemden durup yüzüme bakan birkaç günün boşluğu alayla gülümseyerek 'Gurursuz' diye fısıldamıştı yüzüme doğru. Ve ben o an sevginin diğer yüzünün gurursuz bir maske olduğunu anlamıştım.

Oylama şöyle arkadaşlar. Yeni bir kitaba başlamak istiyorum. Konusu hazır ama hangi çiftle yapacağımı bilemedim. Bu yüzden aşağıya ship isimlerini yazacağım ve siz de hangi çifti istiyorsanız önüne + işareti koyun lütfen. Ona göre shipi seçip kitaba başlayacağım.

1. NoMin ( Jaemin ve Jeno)

2. MarkHyuck ( Mark ve Donghyuck)

3. ChangLix (Felix ve Changbin)

4. TaeGyu ( Taehyun ve Beomgyu)

5. Diğer ( Seçimler arasında ismi olmayan bir ship.)

Ve son olarak, lütfen herkes twitterdaki taglara katılsın. Onlar görmezden geliyorsa biz kendimizi gösteririz. 

Sevliyorsunuz.

Continue Reading

You'll Also Like

8.7K 1.1K 7
[Angst] Her şeyin başladığı ve son bulacağı yer Kaliforniya'dayız.
162K 17K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
15.8K 1.6K 31
Lee Minho hiç beklemediği bir zamanda karşılaşmıştı Han Jisung ile. Her ne kadar ilk gördüğü an onu öldürmesi gerekse de öldürmemişti, öldürememişti...
460 87 6
-"Beni kurtaracak mısın lino?" -"Tabiki güzelim. Yemin ederim ki kurtaracağım seni onlardan..." Angst bitirirmiyim bilmiyorum. Tutarsa okuyuculara so...