𝑴𝒐𝒏𝒐 𝑵𝒐 𝑨𝒘𝒂𝒓𝒆 / Mi...

By blueflower_s

45K 6.9K 6.4K

Jisung renkleri olmayan hayatına birkaç damla renk istiyordu. Ve o gün hayatına giren o adam, hayatını değil... More

Başlangıç
Renklerin sesi - Bölüm 1
Kader değil benim resmimdi karşımdaki-Bölüm 2
Ve renkler akmaya başladı - Bölüm 3
Zamana göre değişen kader - Bölüm 4
Uçurumun kenarındaki camdan çocuk - Bölüm 5
Solmuş kalpte açan renksiz çiçekler - Bölüm 6
Sarı sayfaların kesilmiş satırları - Bölüm 7
Okyanusun derinliklerindeki hayaller - Bölüm 8
Sessiz cehennemin aralık kapıları - Bölüm 9
Ben ve avucumdaki paslanmış anılar - Bölüm 10
Yanlış yol doğru seçim - Bölüm 11
Çalan şarkının isimsiz melodileri - Bölüm 12
Düğümlenmiş kaderi yaralı ellerle açmaya çalışmak - Bölüm 13
Çiçekle birlikte açan sahte sevgi - Bölüm 14
Kovalanırken taşa takılıp düşen değersiz zamanlar - Bölüm 16
Başlangıcın ortasına bırakılmış anlamsız sonlar - Bölüm 17
Kendini iyi sanan şeytan anılar - Bölüm 18
Acının tatlı tebessümü - Bölüm 19
Gülümseyen yüzün hıçkıran kalbi - Bölün20
Gidenin ardında kalan kanayan yara - Bölüm 21 (Part 1)
Gömdüğüm yerden tekrar doğan hayat darbesi - Bölüm 21 (Part 2)
Kadere inanıp yolunu bulamayan geleceğin umudu - Bölüm 22
Ben gittim ama kalbim seninle kaldı - Bölüm 23
Yıllar sonra kapıları açılan kafes - Bölüm 24
Cesed kokan satırlar - Bölüm 25
Final

Hayatsız insanların elindeki hayat kalemi - BöLüm 15

1.3K 204 138
By blueflower_s

Bölüm şarkısı:  Kadebostany - Save Me

Hayatımda ilk defa evden kaçtığım günün soğuk rüzgarı hâlâ kalbimin etrafında sessizce eserken, o günün hatırları şimdi bile taptazeydi bende. On beş yaşın getirdiği ergenlikle birlikte kalbimdeki hiçsizlikle harmanlanmış huzursuzluk yüzünden kendimi gecenin bir yarısı dışarı attığımda ne gecenin tehlikesi ne de evde her şeyden habersizce uyuyan ailem umurumdaydı.

Anne kucağına verildiğim ilk andan yaşadığım yıllar boyunca boğazıma kadar hissizlikle o kadar dolmuştum ki o gece nefessizlikten ayaklarımın beni sürüklediği yere giderken bulmuştum kendimi. Yorgunluğun yakasına astığı sessiz çığlıklarla birlikte gözlerimdeki dinç bakışların aksine yorgunlukla kendi kendine ritim tutan kalbimin eşliğinde o gece sabahlara kadar yürümüştük hiçbir beklentimiz olmadan.

Sessiz parklar, ışıklarını kapattıkları için rengini kaybetmiş gibi görünen binalar, yolları aydınlatan lambalar ve gerideki hayata rağmen hâlâ canlı bir şekilde gecenin tadını çıkaran insanlar. Bir sürü barların, kafelerin, restoranların olduğu caddelerde adımlarken fazla renk ve ışıltı bir an gözüme o kadar ürkütücü gelmişti ki adımlarım gerilemiş, bir ireli bir geri bakarken bulmuştum kendimi.

Ama dedim ya gerideki hayatın renksizliği o kadar sessizdi ki renksiz huzurdansa renkli korkuyu tatmayı kabul ederek ireli doğru adımlamıştım.

Bir sürü farklı yüz, bir sürü farklı bedenler, birbirine karışmış gürültülü şarkılar. Bar kenarlarında kusan insanlar, duvar kenarlarında öpüşen çiftler, alkolün etkisiyle bilinçlerini kaybedip bir yere yığılanlar. Ve koskoca dünyanın içinde kendilerine yer bulamayıp diğer insanların arasına karışmaya çalışan benim gibi insanlar.

Cesur adımların arkasında saklanan ürkek bakışlar eşliğinde attığım her adımın sonunda şehrin farklı yüzlerini görmüştüm. Hatta o kadar fazla yüz görmüştüm ki bir an içimdeki ruhsuzluğun adresini unutup kendi yolumu çizmeye başlamıştım.

Saatlerin geride bıraktığı gecenin siyahı yavaş yavaş gündüzün rengiyle boyanmaya başladığında yürümekten şişen tabanlarım yüzümdeki küçük gülümsemenin silinmesine neden olmamıştı. Diğer insanları görünce kendi benliğimi unutup onların benliğini ayak uydurarak geçirdiğim saatlerin sonunda yüzüme konan bu emanet gülümseme bir barın köşesinde kavga eden bir erkek bir kadını görünce silik bir hal almıştı ama izlerini hâlâ orada saklamaya devam etmişti.

Kadının adama o kadar sert ve hırslı bir şekilde vurmasına rağmen tepkisizce karşısındaki kadını izleyen adamın bakışlarında bir an kendimi görmüştüm. O da benim gibi bakıyordu. Renksiz doğan gökkuşağı gibi.

Başka insanları dikizleyip izlemek gibi bir alışkanlığım hiçbir zaman olmamıştı ama o an ikisi arasındaki duygu arasına sıkışmış duygusuzluk o kadar dikkatimi çekmişti ki olduğum yerde durarak onları izlemiştim.

Geçen her saniye vuruşlarının gücünü kaybeden kadın sonunda ellerini az önce vurduğu göğse yaslayıp sesli bir şekilde ağlamaya başladığında 'Neden?' diye sormuştu ama adam hâlâ öyle durmaya devam etmişti.

Onun ruhsuzluğuna rağmen kadın tekrar sinirlenip adamın yakalarına yapışıp hırsla kendine çekerken 'Neden beni sevmedin orospu çocuğu? Fahişe olduğum için mi?' diye sorduğunda bir an arkamı dönüp koşarak uzaklaşmak istemiştim ama adamın sesini duyduğumda ayaklarım yere çiviyle çakılmış gibi bir adım daha atmamıştı.

'Bırak yakamı.'

Söylediği tek şey buydu. İki kelimelik duygusuzca söylenen bu iki kelime bir an karşısındaki o kadına değil de bana söylenmiş gibi kalp kasılmıştı bir anda. Kendimi unutup kadına diktiğim bakışlarım cebimde çalmaya başlayan telefonumla iki kişinin de bakışlarının yüzüme kaymasına neden olmuştu.

Kıpırdamadan onlara diktiğim bakışlarım onların da umurunda olmamış, tekrar birbirilerine dönmüşlerdi. O an kadının adama tekrar vurup acısını çıkaracağını düşünmüştüm ama benim düşüncemin aksine kadın adamın yakasındaki ellerini sakin bir tavırla çekerek önüne düşen saçlarını geri itmiş, yere düşen çantasını omzuna takarak adamı arkasında bırakıp yürümeye başlamıştı. Ama çok geçmeden bir anda olduğu yerde durmuştu.

'Bundan sonra ölsem dahi senin yanına gelmem. Ama şunu da unutma pislik herif. Fahişeler de âşık olabilir, sevebilir. Fahişe olduğumuz, kalbimizin olmadığı anlamına gelmiyor. Biz de insanız. Makyajlı yüzümüzün ardında sakladığımız gerçek kimliğimiz olduğu gerçeğini değiştirmiyor. '

O sözlerin ardından yürümeye devam eden kadının arkasından bakan ben, yüzümdeki emanet gülümsemenin son izlerini silip kadın gibi adamı geride bırakıp evime doğru yürümeye başladım. Bu sırada durmadan art arda çalan telefonum bile kulaklarımda çınlayan 'Fahişeler de âşık olabilir.' sözlerini bastıramamıştı.

Fahişeler de severdi. Tabii ki de. Çünkü onlar da insanlardı. Peki hiçbir duyguyla doğmayan çocuklar da bir gün birilerini sevebilir miydi? Sevilebilir miydi?

Şimdi camın arkasından izlediğim yollar, dört yıl önce yaşadığım o günün hatırasıyla kapımı çalıp bana kendisini hatırlattığında istemsizce bir gülümseme konmuştu dudaklarıma. Evet, hissiz doğan çocuklar da sevebilirdi. Evet, hissiz doğan çocuklar da sevilebilirdi.

Aklımdaki geçmişin esintileri, yüzümdeki buruk gülümseme yanağıma yaslanan bir elle birlikte kesilip irkilmeme neden olunca kafamı sola çevirmiştim. Minho hyung olduğu yerden eğilmiş dikkatli bir şekilde yüzüme bakarken bir yandan da yanağımı okşuyordu.

"Eve geldik koca göz. Deminden beri sana sesleniyorum, duymuyorsun beni. İyi misin?"

Işıl ışıl parlayan hareleri dikkatli bir şekilde yüzümde turluyor, aynı zamanda boşa kalan elini kaldırıp alnıma yaslayarak ateşimin olup olmadığına bakıyordu.

Endişeli bakışları o kadar dikkatliydi ki istemsizce yüzümü ona yaklaştırırken bulmuştum kendimi. Kalbim huzurun ağırlığı ile beni o kadar yoruyordu ki emniyet kemerine rağmen ona tam yaklaşarak kollarımı sıkıca boynuna doladım.

Anında burnuma dolan hoş kokusu, vücudumu saran sıcaklığı ile mayışıp gözlerimi kapatarak çenemi omzuna yaslamıştım. İlk başta afalladığı için donup kalmıştı ama çok geçmeden iki yanında duran kollarını kaldırıp sıkıca belime dolayarak yüzünü boynuma gizledi.

"Neyin var koca göz? Niye üzüldün böyle?"

"Üzgün değilim ki. Aksine mutluyum hyung. Sadece... sadece geçmişin bazı anıları aklımı çeliyordu."

İki saatten az bir uykuyla bugün okula gidecek olmam gerçeği sinirlerimi bozuyordu çünkü gün boyu sırama yaslayıp uyuklayacağımı biliyordum. Her ne kadar çok çalışkan bir öğrenci olmasam da dersi derste öğrenen kişilerden olmuştum her zaman.

Söylediklerimle birlikte dudaklarından küçük kıkırtılar çıktığında kollarımı geri çekerek yüzüne baktım. Aramızda çok bir mesafe olmadığı için nefesi yüzümün sınırlarında geziyordu. Dikkatli bakan bakışları tam gözlerimin içine bakarken ben bakışlarımı ilk önce alnına dökülen siyah saçlarında, seyrek kaşlarında, uzun kirpiklerinde, şekilli burnunda, yanaklarında, dudaklarında gezdiriyordum. O, o kadar güzeldi ki saatlerce yüzünü izlesem her seferinde yeni bir şeyler keşfedecekmişim gibi hissediyordum.

Bakışlarım en son yanağındaki bende takılı kaldığında dudaklarımı beninin üzerine yaslayıp öptükten sonra geri çekilmiştim. Başka zaman olsa böyle bir şey yaptıktan sonra çok utanıp hemen oradan uzaklaşırdım ama Minho hyungun donmuş ifadesi, titreyen göz bebekleri kafamı sol omzuma yaslayıp hafif bir şekilde gülümsememe neden olmuştu.

"Jisung?"

"Hm?"

"Seni bir kere öpebilir miyim?"

Yüzümdeki ifade söyledikleri ile birlikte yok olduğunda yutkunarak bakışlarımı kaçırmıştım. Açıkçası bana sormasındansa kendisinin öpmesini tercih ederdim. En azından şimdiki gibi utanıp elim ayağıma dolanmazdı.

"Niye soruyorsun ki hyung?"

"Sen söylemiştin. Seni öpen kişinin sormasını istemiştin."

"O ilk sefer için geçerliydi."

Ve cümlemin bitmesiyle bir anda yanağıma yasladığı elleri ile yüzümü kendisine çekip dudaklarını dudaklarıma yapıştırmıştı. Dudaklarımdaki sıcacık dudakları ilk önce üst dudağımı daha sonra alt dudağımı emip çok geçmeden geri çekildiğinde afallamış bir ifadeyle yüzüne bakıyordum.

Onun baygın bakışları tekrar dudaklarıma inince "Gitsem iyi olacak," diye mırıldanmıştım. İkinci bir öpücüğü kaldıramayacağımı bildiğim için hemen gitmem gerekiyordu ve en önemlisi odamda yalnız başına uyuyan bir arkadaşım vardı.

Zihnimdeki ses 'Arkadaşın şimdi mi geldi aklına?' diye mırıldanınca gözlerimi devirmemek için kendimi sıkarak son kez Minho hyungun yüzüne bakıp kemerimi çözerek arabadan inmiştim. Kulaklarım uğulduyordu.

Elimde tuttuğum telefonumu sıkıp derin bir nefes alarak eğdiğim kafamı kaldırmıştım. O an göz göze geldiğim Byungchan, kapıya yaslanmış düz bir ifadeyle yüzüme bakıyor olması ikinci kez Minho hyungla beni yakalamış olduğunu gösteriyordu.

İlk başta ona bir açıklama borçlu olduğumu düşünmüştüm ama daha sonra bundan vazgeçerek bahçe kapısını açıp içeri girdim. "Ne zaman uyandın?"

Normal tutmaya çalıştığım sesimle birlikte söylediklerim yüzüne hafif bir gülümseme kondurunca istemsizce kaşlarım çatılmıştı. Komik bir şey söylediğimi düşünmüyordum.

"Yeni uyandım. Geç içeri annenler bu halde dışarıda görmesinler seni."

Yüzündeki küçük gülümseme eşliğinde söyledikleri kelimelerle birlikte bakışları omzumun üzerinden arkaya kaymış daha sonra tekrar yüzüme dönmüştü. Minho hyung hâlâ buradaydı.

Bir an ağzımı açıp bir şeyler söylemek istemiştim ama daha sonra vazgeçip içeri girdim. Benimle birlikte o da içeri girip kapıyı kapatıp yanımda durunca bir şey söyleyecek gibi olmuştu ama "Neden erken uyandınız?" diyen annemin sesiyle bundan vazgeçmişti.

"Jisung okul için kalkınca ben de uyandım. Halletmem gereken bazı şeyler var. Onları erkenden hallederim."

"Öyle olsun bakalım ama keşke biraz daha uyusaydın. Yorgunluğun çıkardı. Neyse, Jisung elini yüzünü yıka sofrayı kurmama yardım et."

Uykudan yeni uyandığı için kısık bakışlarla bir benim, bir Byungchan'ın yüzüne bakıyor, arada gülümsüyordu. Çok garip bir ortamın içine düşmüş gibi anlamsız bakışlarla yüzene bakıyordum ama o bir anda boynuma kayan bakışları ile birlikte kaşları çatılmış, daha sonra kafasını yaklaştırmaya başlamıştı.

Ben anlamsızca yüzüne bakmaya devam ederken bir anda Byungchan kolunu boynuma atıp beni kendisine çekerek, "Jisung, sen bana yeni aldığın ayakkabını gösterecektin hani? Hadi gidelim, size de kolay gelsin." diyerek beni çekiştirmeye başlamıştı.

"Ne diyorsun? Yeni ayakkabı almadım ben."

"Boynunda boya var. Sessizce yürü, annen yanına çağırmadan git yıka hemen."

Fısıldayarak söyledikleri bir an afallayarak duraksamama neden olmuştu ama o omzumdaki kolunu çekmeden beni sürüklemeye devam etmişti. Bugün heyecandan fırçayı sallayınca boya boynuma kadar gelmiş olmalıydı ve Byungchan olmasaydı gerçekten olacakları düşünmek dahi istemiyordum.

"Teşekkür ederim."

Mırıldanarak söylediklerim onu güldürse de, "Arkadaşın ressam dimi?"diye sormuş, karşılığında "Evet." cevabını alınca başka bir şey söylemeden banyonun kapısını açarak beni orada bırakarak odama dönmüştü.

Çocukluğumda olduğu gibi yine annemin gazabından kurtarmıştı beni. Yine çocukluğumdaki gibi karşılığında düzgün bir teşekkür bile alamamıştı.

***

"Yarın bir şeyler yapalım diyoruz. Ne diyorsun Jisung?"

"Byungchan burada. Ne yapmak istiyorsunuz ki? Ben gelirsem o da gelecek. Rahatsız olur şimdi yanınızda."

Bir saatlik uykuyla derste zorlukla uyanık kalmış, elimden geldiği kadar notlarımı tutmaya çalışmıştım ama tarih dersinde kendimin bile haberi olmadan uykuya dalmıştım. En son Changbin kolumu dürtünce uyanıp bahçeye inmiştik.

"Gelsin o da. Bizi tanımıyor ama bence sevecektir. Hem sen demiyor muydun hemen girdiği ortama ayak uyduran, arkadaş edinen birisi."

"Öyle dedim de işte pek emin değilim."

Beomgyu gözlerini devirip sırtını arkasındaki ağaca yasladığında Younghoon hemen kafasını dizlerine yaslamıştı. Beomgyu birkaç kere kafasını itip uzaklaştırmaya çalışsa da Younghoon kıpırdanmayınca pes edip geriye yaslandı tekrar.

"Jisung bazen ağzına ağzına vurasım geliyor. Yeter cidden. Yarın kendinle getir çocuğu. Ne uzattın be. Changbin bir şey söyle şuna."

Elindeki telefonda dizi izleyen Changbin kafasını kaldırıp bize kısa bir bakış atıp tekrar telefonuna dönünce Beomgyu ayağıyla koluna tekme atarak tekrar gözlerini devirdi. Hava zaten sıcaktı, bu salaklar yüzünde de iyice hararetim çıkmıştı.

Daha fazla kelime kalabalığı yapmamak için bir şey söylemeden ben de sırtımı arkamdaki ağaca yaslamıştım. Belki uyurum düşüncesiyle gözleri kapatıp içimden saymaya başlamıştım ama daha yirmiye bile gelemeden çalan telefonumla birlikte iç çekerek kapattığım gözlerimi tekrar açıp otların üzerine bıraktığım telefonumu elime aldım.

'Minho hyung' arıyor...

Telefonumun melodisi ortamdaki sessizliği bozduğu için çocuklar kafalarını kaldırmış büyük bir dikkatle yüzüme bakarak aramayı cevaplamamı bekliyordu. Açıkçası bu sabah yaptığım şey yüzünden çok utandığım için açıp açmamakta kararsız kalmıştım ama çocuklar homurdanmaya başlayınca mecburen açıp kulağıma yasladım.

"Jisung? Derste misin? Hesaplamama göre şu an teneffüste olman lazım."

Yeni uyandığı belli olan sesiyle söyledikleri istemsizce gülümsetirken, bu kadar özenle hareket etmesi çok hoşuma gitmişti.

"Hayır hyung, teneffüs şu an. Yeni mi uyandın sen? Sesin uykulu geliyor."

Boşta kalan elimle otları yolup yine otların üzerine attığımda Changbin kıkırdayarak "Hareketlere bak. Resmen yeni gelin nazı var çocukta." deyince diğerleri de ona katılıp gülmeye başladığında gözlerimi devirip önüme dönmüştüm. Her an cıvımayı nasıl başarıyorlardı çok merak ediyorum.

"Evet şimdi uyandım. Sen doğru düzgün uyuyamadan gittin okula. İyi misin? İstersen gelip seni alayım. Eve ya da bana gelirsin. Uyumak için."

Arkadan gelen hışırtı sesi yataktan kalktığını anladığımda yutkunarak "İyiyim hyung, merak etme." demiştim ama yanına gitmeyi isteyen yanım şu an o kadar ağır basıyordu ki çocuklar yanımda olmasaydı belki de şu an çoktan ayaklanmış yanına gidiyor olurdum.

"İyi o zaman. Jisung ben seni şey için aramıştım. Yarın bizimkiler geçen gittiğim kafede parti gibi bir şeyler yapıyorlar. Seni de getirmemi istiyorlar. Açıkçası, seni kalabalığa sokmak istemiyorum ama Soobin ısrarla getirmemi istedi. Gelmek ister misin? Hatta arkadaşlarını da çağırabilirsin. Kendini daha rahat hissedersin."

Soobin hyungun ismini duyar duymaz yüzümde peyda olan gülümseme ile bakışlarımı çocuklara çevirmiştim. Parti gibi kalabalık ortamları asla sevmezdim ama Soobin hyungu gerçekten görmek istiyordum.

Çocuklar büyük bir dikkatle yüzüme bakıyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Elimdeki telefonu aşağı indirip "Partiye gitmek ister misiniz?" diye sorunca hepsi bir anda bağırıp kabul etmişti. Resmen bunu anı bekliyorlarmış.

Kafamı sallayıp telefonu tekrar kulağıma yaslayarak "Hyung, geliriz. Parti ne zaman?" diye sorunca kısa bir saniyeliğine sessizlik olmuştu. Bir an telefonu kapattığını düşünmüştüm ama gelen hışırtıyla birlikte "Harika. Yarın ben sizi akşama doğru evinin önünden alırım." demişti.

"Pekala, yarın görüşürüz hyung."

"Görüşürüz koca göz."

Kapattığım telefonumu tekrar otların üzerine bırakıp meraklı gözleri görmezden gelerek geriye yaslanmıştım. Yarın için heyecanlı bakışların yarın benim için büyük bir sınav olacağını bilselerdi bu kadar heyecanlı olurlar mıydı acaba?


Nasıl, bölümü beğendiniz mi? Duygularınızı benimle bölüşün lütfen.

Diğer bölüm delireceksiniz. O yüzdennn bol bol yorum atmayı unutmayınız.

Ve son olara karakterlerle ilgili veya bana sormak istediğiniz sorular varsa buraya yazın. Hepsini cevaplayacağım.

Seviliyorsunuz.

Continue Reading

You'll Also Like

26.8K 1.3K 14
Her aşk kendi masalını yazar ❤️‍🔥
133K 5.4K 33
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
2.1K 325 14
Kuzey Kore'ye hediye olarak satılan 8 genç ve onların yaşadıkları acılar...
214K 20.1K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin