MESEL

By Dilopervinova_

18K 1.2K 85

İbret alınacak bir söz ya da hikaye. "Seninle değil, senin için mücadele ediyorum," isyan dolu sesi dişleri... More

1.BÖLÜM: YIL DÖNÜMÜ
2.BÖLÜM: DUVAK
3.BÖLÜM: İLK TANIŞMA
4.BÖLÜM: HEDİYE
5.BÖLÜM: DOĞRU KİŞİ
6.BÖLÜM: FARKINDALIKLAR
7.BÖLÜM: DIŞARIDAN BAKILDIĞINDA
8.BÖLÜM: BAŞKA YOL YOK
9.BÖLÜM: ZAMAN
10. BÖLÜM: GÖLGESİ ALTINDA
11.BÖLÜM: KARŞILIKLI İTİRAFLAR
12.BÖLÜM: ACI YÜZLEŞME
13.BÖLÜM: BEDELİ VAR
14.BÖLÜM: LOTUS ÇİÇEĞİ
15.BÖLÜM: SENİN BEN OLDUĞUNU BİLİRİM
16.BÖLÜM: FARKLI PENCERELER
17. BÖLÜM: AMA DİLEYEBİLİRİM
18.BÖLÜM: BENİ DUYMUYORSUN
19.BÖLÜM: BENİM SEVEMEYECEĞİM BİRİ
21. BÖLÜM: DOĞRU VE YANLIŞ
22.BÖLÜM: GİTMEK Mİ KALMAK MI
23.BÖLÜM: CEVAPSIZ SORULAR
24.BÖLÜM: YENİ HAYATLAR
25.BÖLÜM: KÖTÜNÜN BULAŞTIĞI İYİ
26.BÖLÜM: KARŞILIKLI SUSKUNLUKLAR
27.BÖLÜM: ARKADA KALANLAR
28.BÖLÜM: BAZI ŞEYLER DİLE GELMEZ
29.BÖLÜM: SON PİŞMANLIKLAR
30.BÖLÜM: ARTIK VARDI
YENİ KURGUM: ISTAKOZ

20.BÖLÜM: İKİ BEDEN TEK RUH

355 18 0
By Dilopervinova_

Ölüm sessizliği denilen durumun şu anda tam ortasındayken, bu ana uygun düşmeyen bir canlılık haline bürünmüştüm. Dakikalar önce beni terk ettiğine inandığım kelimelerim, yanlarına yandaşlarını da alarak geri gelmişti ve daha ben ne olduğunu anlayamadan zihnimde sıralı cümleler haline dizilmişlerdi. Tek yapmam gereken, dudaklarımı aralamak ve beni aşağılan bakışlar atan bu adama var olan bütün cevaplarımı vermekti.

"Haydi," dedi Nejat alayla gülerken, sesinin titreme nedenini anlayamamıştım. "Koy bakalım kendini benim yerime, aldatılmak nasıl bir duyguymuş anlat bana,"

Yüreğimin sıkıştığını hissetmeye başlıyordum. "Ben seni aldatmadım," dedim tek nefeste, Nejat mümkünü varmış gibi daha da gerildi ama gözlerinde merak kırıntıları gelip geçmişti. "Eğer bizim normal sayılacak bir evliliğimiz olsaydı, eğer sen benim değer verdiğim biri olsaydın ancak o zaman dediğin gibi bir aldatma söz konusu olabilirdi ama böyle bir şey bizim aramızda yok,"

"Bakıyorum da bahanelerin dünden hazır," Nejat inanamıyor gibi başını iki yana sallarken hayal kırıklığı yaşıyormuş gibi bakıyordu. "Susup özür dileyeceğin hatta belki inkar edeceğin yerde utanmadan karşımda konuşabiliyorsun,"

"Utanmamı gerektirecek hiçbir şey yapmadım ben," tüm benliğimi ele geçirmiş bir kararla ona bakarken peş peşe dizilmiş olan cümlelerim teklemeden ağzımdan dökülüyordu. "Durup bir anlığına da olsa tarafsızca düşünebilirsen bunu sen de görebilirsin,"

"Ben sadece kocasını aldatan bir kadın görüyorum," dedi ezici bir sesle, benim gibi sarsılmaz bir kararlılık içindeydi ama tutmaya çalıştığı o öfkesi yüzünde çoktan can bulmuştu. "Hangi bahaneyi öne sürersen sür bu gerçeği değiştiremezsin,"

"Bunların hiçbiri bahane değil, asıl benim söylediklerim değişmez gerçekler," tıkanır gibi olduğum için yutkundum, bir yandan ona kendimi açıklamak zorunda kalmanın rahatsızlığı içindeyken diğer yandan sanki konuştukça rahatlıyordum. "Sakın beni aşağı çekip de kendini üstün tutmaya çalışma,"

"Ben kendimi üstün tutmuyorum ama sen o kadar aşağıdasın ki aynı yerde olduğumuzu kendin bile göremiyorsun," Nejat gülmeye çalıştı, bu zorlama da olsa alaycı tavrı kızgınlığımı körüklemişti. "Nasıl bunu yapabildin? Kendini bu pozisyona düşürmeyi nasıl yedirebildin?"

Dişlerimi sıkarak ona bakarken birden bir şeyi fark etmiştim. Nejat, her ne kadar öfke içinde olsa da, hayatımda birinin olduğunu biliyor olsa da bunun kim olduğuna dair bir fikri yoktu çünkü eğer olsaydı şimdi asla karşımda duruyor olmazdı. Aklıma düşen Çağan, endişemi dürtüklerken yeniden yutkundum, öncelikle Nejat'ı alt etmem gerektiğini bildiğim için başımı dikleştirerek ona doğru bir adım attım.

"Bana bahaneler uydurduğumu söylüyorsun ama asıl bahanelerin ardında sığınmaya çalışan sensin," dedim, kızgınlığımdan beslenmek istediğim için ellerimi iki yanımda yumruk yapıp yangımın beni ele geçirmesine izin verdim. " Ben artık senden bağımsız bir kadınım ve canım ne isterse onu yaparım; ister birini severim, ister ömrümün sonuna kadar bekar kalırım. Ne yaptığım seni artık ilgilendirmez."

"Öyle bir ilgilendirir ki," dedi hemen, sert sesine öfke saçan bakışları eklenince ortaya korkutucu bir görüntü çıkmıştı. " Sen hala benim karımsın, anladın mı? Hala bana bağlısın, duyuyor musun?"

"Ben, senin karın değilim," dedim kelimelere tek tek bastırarak, bu cümleyi yeniden kurmuş olmanın rahatsızlığı içindeyken ağzımın tadının bile bozulduğunu hissetmiştim. " Ben, senin hiçbir şeyin değilim ve saçmalıkların artık canıma tak etti!" birden öyle bir bağırdım ki şaşıran sadece Nejat olmamıştı. " Sana aylar öncesinden boşanmayı istediğimi söylememe rağmen, hatta yetmeyip davayı açmama rağmen işi yokuşa sürdün, şimdi karşıma geçmiş yaptıklarımla ilgili bana hesap mı sormaya çalışıyorsun? Hala nasıl buna hakkın olduğunu düşünüyorsun, ben de bunu anlayamıyorum!"

"Boşanmayı bekleyemeyecek kadar kör sevdaya mı düştün?" Nejat her ne kadar kontrollü bir seste konuşsa da öyle hissetmediği o kısılan gözlerinden belli oluyordu. "Adımızın çıkmasını umursamayacak kadar gözün mü döndü? "

"Bir türlü kabul etmediğin davayı şimdi işine geliyor diye koz olarak kullanmaya çalışma," bu ikiyüzlülüğüne inanamayarak gülerken büyük bir nefret içindeydim ama bu sadece ona karşı değildi. "Böyle bir şeyin olmayacağını daha dakikalar önce söyleyen sen için değil aylarca beklemek, bir dakikamı bile boşa harcamam. Umurumda bile değilsin,"

"Sen de benim umurumda değilsin," dedi oldukça sakin bir şekilde, birden arkasındaki koltuğa oturunca şaşırarak baktım ona. " Madem sen benim için dakikalarını harcayamıyorsun, aynı şey benim için de geçerli Arya Hanım. Bu evde, benim yanımda, benim istediğim şekilde kalacaksın ve yine benim istediğim gibi bir hayat yaşayacaksın," bacak bacak üstüne attı, acımasızlığı tüm benliğini ele geçirmişti. " Ne sen, ne de o hayatına aldığın adam umurumda değilsiniz. Artık sadece kendimi düşünüyorum ve sen de tüm çıkarlarımı elde edebilmek için gerekirse bütün ömrünü feda ederek benimle birlikte hayatını geçireceksin."

O sussa da cümleleri beynimde yankılanmaya devam etti. Hayatına aldığın adam... Bütün ömrünü defa ederek benimle birlikte hayatını geçireceksin... Sinirlerim bozulduğu için birden güldüm. Şu anda korkuyor muydum, endişeli miydim, şaşkın mıydım anlayamıyordum. Bana, beni umursamadığını tüm hücreleriyle belli eden bu adam karşısında donduğumu hissederken bir yanım hala ona karşı direnmem için beni dürtüklüyordu ama ben sanki nefes almayı bile bırakmıştım.

O, az önce sıraya girmiş cümlelerim bile yenilgiyi kabul etmiş gibi dağılmaya başladığı sırada sadece yutkunabildim, tanıdık bir kalp çarpıntısını göğsümde hissederken o mide bulantısı geri gelmişti. Hala bana bakan Nejat'ın ne planladığını tam olarak idrak edememiş olsam da o sanki amacına ulaşmış gibi birden o kadar ifadesizleşmişti ki bu hali beni büyük bir boşluğa düşürmesine neden oldu. Susarken bile üstümde etki bırakabilmesi beni yine ruhsuzca güldürdü, dudaklarım açılıp kapansa da havadan başka hiçbir şey dışarıya çıkamadı.

Geçen saniyeler içinde bu evden çıkamayacağımı anlamanın verdiği panik hissiyle birlikte kendime gelmeye çalışarak hızla arkamı döndüm, bastığım yeri hissedemeyerek salondan çıktım ve merdivenlere yönelerek basamakları inmeye başladım. Zemin altımda titriyor gibi hissederken korkuluğa tutundum ve dengesiz de olsa aşağıya inebildim, iner inmez karşımda duran çıkış kapısına koştum ve kulpu tuttuğum gibi aşağıya indirdim ama nafileydi. Durmadım, defalarca kere aynı hamleyi yaptım, kapı adeta açılmayacağını belli eden kulak tırmalayıcı sesler çıkarmaktan öteye gidemedi.

Bu anda artık daha da netleşen bir gerçek yüzünden paniğime korkum eşlik etti, zaten var olan öfkem de onlara eklenince birden yumruk yaptığım elimi kapıya geçirdim. Canım o kadar yandı ki ağzımdan acı dolu bir ses çıktı ama aldırmadım, bir kere daha demir kapıya vurdum, yine bağırdım ve yine vurdum. Gözlerimden akmaya başlamış olan yaşların nedeninin ne olduğunu anlayamayacak kadar karmaşa içindeyken zonklayan elimi yeniden kaldırdım ama bu sefer zemine değemeden biri beni durdurdu, daha ona bakmadan bunun Nejat olduğunu anladığım için hızla kendimi ondan çektim ve geri adım atarak uzaklaştım.

Beni boğan bir nefret içinde ona bakarken Nejat gördüklerinin şoku yüzünden donup kalmış ifadesiyle bir bana bir elime bakıyordu, onu zerre umursamadan yanından geçip mutfağın kapısına koştum ve içeriye girdiğim gibi telsiz telefona yöneldim, elime aldığım telefonun da kapalı olduğunu görmek bardağı taşıran son damla olmuştu. Hırs içinde telefonu bir kenara fırlattım, sadece ikimizin olduğu bu evde Zehra'yı bile göndermiş olmasına inanamayarak mutfaktan çıktım, Nejat artık aşağıda olmadığı için yukarıya çıkmış olduğunu düşündüm ve ben de hızla merdivenlere yöneldim.

Her ne kadar zemin altımda titriyor, kalbim delice çarpıyor olsa da bir solukta merdiveni çıktım, boş olan salonu es geçerek koridorda ilerledim ve yatak odasında olan Nejat'ın yanına gittiğim gibi kolundan tutarak kendime döndürdüm.

"Ver şu anahtarı," dedim nefes nefese bir halde, elinde pijama takımı olan Nejat her ne kadar umursamaz görünmeye çalışsa da gözleri çok başka şeyler anlatıyordu. "Ver dedim şu anahtarı!"

"Boşuna kürek çekiyorsun," dedi sessizce ama sesi kulaklarımda patlamış gibi gözlerim titredi. Çaresizliğime esir olmamak için uzanıp elindeki eşofmanı aldım ve aldığım gibi ayaklarının ucuna fırlattım. Nejat, sabrının sınırlarına geldiğini belli eden bir şekilde bana baksa da tek söz etmedi, gerilen çenesiyle sadece yutkundu ve yanımdan geçmek için hamle yaptı.

"Hiçbir yere gidemezsin!" o yürürken kolunu tutmaya çalışıyordum ama Nejat aldırmıyordu. "Anahtarları ver dedim!"

"Ben de sana boşa kürek çekme dedim," kolonu sert bir hamleye benden kurtarınca birden geriye doğru sendeledim, Nejat bunu fırsat bilerek hızla dışarıya çıktı ve kapıyı kapattığı gibi üstüme kilitledi.

Koşar adımlarla kapıya gidip vurmaya başlasam da olan artık olmuştu, yine bu odaya hapsolmuştum. Halime inanamayarak hırsla kapıya vurmaya, adını seslenmeye devam ettim ama geçen sadece dakikalar olmuştu ve ben hiçten başka bir şey elde edememiştim. Zaten ağrıyan elimin acısı artık dayanılmaz bir boyuta geldiğinde durdum, titreyen bedenim ayakta durmama izin vermediği için dayanamayarak yere doğru kaydım ve duvarın köşesine, dizlerimi kendime çekerek oturdum.

Ağladığımın yeni farkına varsam da bu sefer kendimi durdurmadım, acı bedenimi, ruhumu, tüm varlığımı ele geçirirken ağlamaya devam ettim. Gözyaşlarım, neden aktığını biliyormuş gibi öylesine seri ve öylesine fazlaydı ki çenemden ellerime damlayan tanelerin arasına çok kısa bir süre giriyordu. Kollarımı biraz daha bacaklarıma sardım, kendimi bırakıp bu ana, içinde olduğum çaresizliğe kapılıp gitmek istesem de aklıma düşen Çağan, direnmem gerektiğini hatırlamama neden oluyordu.

Hiçbir şeyden haberi yokken, benden tek bir haber dahi alamamışken, kim bilir aklından hangi ihtimaller geçiyorken kendimi şu anda koyveremezdim. Zaten Nejat'ın da istediği bu değil miydi? Kendi ellerimle ona istediğini vermeyecektim, gerekirse günlerce onunla savaşacaktım ve ben değil, onun pes etmesine neden olacaktım. Bir toz bulutu gibi içimde uyanan kararlılığıma sarılmak istesem de kollarımı doladığım an bir boşluğa düşmüştüm.

Şu anda varlığı net olan iki duygu vardı: Biri korku, diğeri ise panikti. En olmaması gereken bu iki duyguyu içimden def etmeye çalışarak başımı arkaya attım, titreyen benime rağmen terleyen anlımla birlikte o duvar köşesinde durmaya devam ettim.

Kendimle olan bu çatışmam bitmeyecekmiş gibi uzadı, saatler geçti ve pencereden gördüğüm gökyüzü artık yavaştan renk almaya başlarken ancak o zaman gece boyunca uyumadığımı fark ettim. Bir anda gözlerim cayır cayır yanıp kapanmak için yalvarmaya başlasa da buna izin vermedim, uyuşmuş kollarımı kendimden çözüp yine uyuşmuş bedenimle zorlanarak da olsa ayağa kalktım. Geçen saatler boyunca kararlılığım varlığını daha da belli etmiş, o var olan iki olumsuz duygum yok olmasa da en azından uykuya dalmış gibi yatışmışlardı. Tutulmuş bacaklarım ve hala ağrıyan elimle birlikte sarsılarak da olsa pencere kenarına geldim, zaten açık olduğu için temiz hava anında yüzüme çarpmıştı.

Islak yerlere bakınca yağmurun yağmış olduğunu ancak yeni kavrayabildim, zaten gün ağarsa da o kara bulutlar hala aynı yerinde duruyordu. Saat daha erken olsa da uzanıp garaja doğru baktığımda Nejat'ın daha gitmemiş olduğunu gördüm ve bu beni rahatlattı. Eninde sonunda bu kapıyı yine açacak, yine karşıma çıkacaktı ve o zaman atağa geçerek caydırma planımı devreye sokabilecektim. Kendi kendime başımı salladım, her ne kadar aklım allak bullak bir halde olsa da sadece tek bir isim net bir şekilde zihnimde parlıyordu.

Bugün akşam eve döneceğini söyleyen Çağan olur da ben hala burada olduğum için geldiğinde beni evde bulamazsa ne yapardı? Kendi elleriyle beni mekana bırakmıştı, bu eve geldiğimden haberi bile yokken beni aramak için ilk nereye giderdi? Hiçbir şeyden haberi bile olmayan anneme mi? Bu durumu duysa sadece sevinecek olan ablasına mı? Kime gidecekti, benim burada olduğumu nasıl anlayacaktı? Git gide çoğalan sorularım yüreğimi sıkıştırmaya başlasa da bunları düşünmemek çok zordu. İhtimaller o kadar çoktu ve ben öylesine karamsar bir haldeydim ki sadece en kötü sonucu elde ettiğim senaryoları kurabiliyordum kafamda.

Bazen Çağan'ın benden hiçbir zaman haber alamayacağını düşünerek korkuyordum, bazense burada olduğumu öğrenince vereceği tepkisini düşünerek öğrenmemesinin onun için daha iyi olacağına inanıyordum. Her iki durumda bana sadece eziyet çektirirken hangisinin daha ağır bastığına bile karar veremiyordum. Buradan kurtulmayı istiyordum ve bunu sadece kendi başıma başarabileceğimi biliyordum. Nejat, belli ki bu planı günler öncesinden planlamıştı ve emindim ki tek bir kişinin dahi kuşkulanmamasını sağlayacak her türlü önlemi almıştı.

İçimdeki, seni burada hiç kimse bulamayacak diyen sese hak vermemek imkansızdı ama hak verirsem de içine düştüğüm çaresizlik yüzünden ayakta kalmam ve direnmem daha da olanaksızlaşıyordu.

Tek bir umuda, tek bir olumlu düşünceye, tek bir iyiliğe ihtiyacım vardı, aksi halde bunlar olmadan nefes bile alamayacakmış gibi hissediyordum.

Dudaklarımı aralayıp serin havayı içime çektim ve başımı iki yana sallayarak düşüncelerimin dağılmasını sağlamaya çalıştım. Şimdi sadece bugünün sabahına odaklanmalı ve kendimi buradan çıkarmanın yolunu bulmalıydım, bunun için de sadece günün tamamen aydınlanmasını ve Nejat'ın kapıyı açmasını beklemem gerekiyordu. Yutkunarak ve gözlerimi etrafta gezdirerek beklemeye başladım, zaman ilerledikçe soğuyan havaya yağmur eşlik etmeye başladı, pencereden geriye doğru kaysam da kollarımı önümde bağlayıp orada durmaya devam etti.

Dakikalar evirilip saatler oldu, gökyüzü artık tamamen aydınlandı ama ne benim kapım açıldı, ne de Nejat'ın arabası olduğu yerde kıpırdandı. Tam olarak saati bilemesem de çoktan sekizi geçmiş olmalıydı ve bu da Nejat'ın ayaklanıp işe gitmesi gereken saatti. Sabırsızlıkla soludum, yanlış hesapladığımı düşünerek biraz daha beklemeye çalıştım ama ne kadar zaman geçerse geçsin hiçbir şey olmadı. En sonunda dayanamayarak arkamı dönüp kapıya doğru gittim, ellerimi kapıya koyup ardından da kulağımı dayadım ve sessizliğe kulak kabarttım, dakikalarca bu şekilde beklesem de çıt dahi çıkmamıştı.

Beni burada bırakıp gitmiş olduğunu düşünmemeye çalışarak ellerimi kapıdan çektim, odanın içinde volta atamaya başlarken kendimi hala saatin daha erken olduğuna inandırmaya çalışıyordum. Bu inancım şaşıracağım kadar uzun sürse de eninde sonunda hüsranla sonuçlanmıştı. Birden odanın ortasında durdum, değil dakika saatler geçse bile bu kapı açılmayacaktı çünkü Nejat çoktan gitmişti. Kendimi onun geleceğine o kadar inandırmıştım ki aslında gerçeğin ne olduğunu içten içe bildiğim halde bu kabulleniş beni resmen yıkmıştı.

Titreyen elimi nereye koyacağımı bilerek havada sallarken dönüp bir kere daha kapıya baktım ama hala kapalıydı ve görünen oydu ki uzun bir süre daha böyle kalacaktı. İçimde panik zilleri çalmaya başlasa da buna kulak asmamaya çalıştım çünkü şimdi kendimle savaşarak hiçbir şey elde edemezdim, sadece gücümü tüketirdim. O yüzden yutkunarak derin bir nefes verdim, dolaba doğru yaklaşıp yere oturdum ve sırtımı arkaya yaslayarak kollarımı da dizlerime koydum.

Nasıl ki sabaha kadar sabredebildiysem akşama kadar da bekleyebilirdim diye düşündüm ama araya hızla giren diğer düşüncelerim bana emin olup olmadığımı sorgulatmaya niyetliydi. Hani akşam Çağan eve döndüğünde ben de evde olacaktım? Oysa daha değil bu evden, bu odadan bile çıkamamıştım ve ne zaman çıkacağım belli bile değildi. Ya Nejat akşam da eve gelmezse ve bir günün sabahını daha bu odada, bu pencerede görerek karşılarsam, o zaman ne yapacaktım? Buz tutmuş ellerimi kaldırıp yüzüme koydum, delirecekmişim gibi hissetmeye başladığım için anlamsız bir kıpırdanma içindeyken zihnimde dönüp dolaşan sesleri artık durduramıyordum.

Üstelik hepsinin haklılık payı da vardı. Bu odadan ne zaman çıkacağım bile belli değilken burada oturmuş, olmayacak hayallerle kendimi teselli etmeye çalışıyordum. Kalkıp bir şeyler yapmam gerektiğini artık damarlarımda akan kanda bile hissediyorken hızla oturduğum yerden kalkıp pencereye doğru gittim, kafamı uzatıp da çıkış tarafına baktığım anda saçlarımın arasına düşen yağmur yüzünde gözlerimi kısmak zorunda kalmıştım.

Biraz sabredip bekledim, ne olursa olsun illa ki birileri bu havada dışarıya çıkmış olmalıydı. Pervaza sıkıca tutunup biraz daha eğildim, biraz daha sabretmeye çalıştım ama yoldan arabalardan başka hiçbir şey geçmemişti ve şiddeti artan yağmur adeta uzun bir süre daha geçmeyeceğini yüzüme vurmaya başlamıştı. Bir çıkış yolunun daha tıkalı olduğunu görünce başım önüme düştü ama öylesine bir kızgınlık uyanmıştı ki içimde birden başımı yukarıya kaldırarak avazım çıktığı kadar bağırdım.

Yüzüme vuran yağmur tanelerine rağmen ne gökyüzüne bakmayı kestim ne de bağırmayı, birilerinin beni duyması imkansız olsa da en azından bu haykırışın bana kendimi iyi hissettirdiğini inkar edemezdim. Acıyan boğazım yüzünden durdum, derin derin nefesler alıp verirken birden dudaklarım titredi ve o çaresizlik hissi yüzünden yeniden gözlerime yaşlar birikti. Artık yanaklarımdan akan yağmur mu yoksa gözyaşım mı bilemezken içeriye doğru girdim, ellerim hala sıkıca pervazı tutarken başımı önüme eğerek ağlamaya devam ettim.

Yine saatler geçti; yağmur hiç durmayacakmış gibi yağıp gökyüzü yine akşamın geldiğini haber verdi. Ben ise olduğum yerde, soğuk ve rüzgar yüzünde resmen titreyen bedenimle hala pencerenin önünde duruyordum ve artık olduğum yeri bile algılayamıyordum. Bir odanın içinde saatleri geçirdiğime, yine günü burada bitirdiğime inanamıyordum.

Zaman nasıl hem bu kadar yavaş hem de bu kadar hızlı akabiliyordu? Nasıl tek bir anın hissiyatıyla saniyeler bile duruyorken hiç istemediğim halde şimdi su gibi bir hızda akıp geçebiliyordu?

Bu iki zıtlığa birden güldüm, dudaklarım zorlanarak yukarıya kıvrılsa da saniyeler sonra hiç zorlanmadan geri aşağıya düşmüştü. Ellerimi pervazdan çekip yavaşça doğruldum, artık o kararlılığımdan eser olmadığını hissediyordum ama buna aldırmadım, kapalı olan kapıya bile bakmadan odada ilerledim ve banyonun kapısını açarak içeriye girdim. Üstüme çöken bu durağanlığın iyi olmadığını içten içe biliyor olsam da aldırmadım, en azından düşüncelerim şimdi susmuş, canımı yakan duygularım bir anlığına da olsa yok olmuştu.

Önce gidip tuvaleti kullandım, ardından lavaboya gidip ellerimi ve yüzümü yıkadım. Çeşmeyi kapatırken yüzümden damlayan su taneleri mermere düşüyor ve orada birikinti oluşturuyordu, bir an gözlerimi oraya diksem de sonra yavaşça başımı kaldırıp karşımdaki aynadan kendime baktım. Nemli saçlarım, şiş ve kızarmış gözlerim, aşağıya doğru üşmüş dudaklarım, bembeyaz kesilmiş suratımla hiç olmadığı kadar ruhsuz ve kötü gözüküyordum. Bu halime inanamadım, inanmak istemedim.

Daha günler öncesinde kendime başka bir yerde, başka bir aynada baktığımda ne kadar iyi göründüğüme, yüzümün canlılıkla parladığına şahit olmuştum; şimdi ise değil solmuş bir çiçek, kökünden koparılmış bir çiçek gibiydim.

Kişiyi içinde bulunduğu durumun, ortamın hem ruhen hem de bedenen bu kadar çok değiştirebildiğine ilk defa şahit oluyordum. Beni asıl şaşırtan ise Çağan'la birlikteyken ne kadar iyi olduğumu şu anda, bu bitik halime bakarken daha çok hissediyor olmamdı. İnsan gerçekten de bir şeyleri kaybedince mi değerini daha çok anlıyordu? Birden başımı iki yana salladım, ben Çağan'ı kaybetmemiştim.

Onunla en son ki tartışmamız ve bana Nejat'la buluşmam konusundaki haklı fikirleri aklıma gelince dudaklarım titredi, öylesine büyük bir pişmanlık içimde uyandı ki birden dudaklarımın arasından boğuk bir hıçkırık çıkıverdi. Sanki birileri beni duyabilirmiş gibi elimi kaldırıp ağzımın üstüne koydum, artık bulanık bir şekilde gördüğüm benliğime aynada bakmaya devam ederken bu pişmanlığı hissetmemek istiyordum çünkü eninde sonunda Çağan'la aramı düzeltecek, o saçma tavırlarım yüzünden özür dileyecektim ve aramızda hiçbir sorun kalmayacaktı.

Bu düşünceme inançla sarıldım, her ne kadar beynimde yankılanan çok daha acı verici sesler olsa da şimdi onlara kulak asamazdım. Yutkunarak elimi dudaklarımdan çektiğim sırada gözlerim birden boynumda parlayan gümüş zincire düştü, kısa bir duraksama sonrasında titreyen ellerimle zinciri tutup kazağımın altında kalan kolyemi gün yüzüne çıkardım. Bakışlarımı sadece Çağan'ın bana verdiği kolyeye dikerken aklıma düşen anılar yüzünden hem özlem dolu gözyaşları döküyordum hem de engel olamadığım bir şekilde tebessüm ediyordum.

Gözlerimin önüne bunu bana verdiği o güzel an, yüzünde beliren o ifadesi ve ağzından çıkan o etkili cümleleri gelip geçti, üstünden çok zaman geçmiş olsa da hala tüm tazeliğiyle benliğimdeki yerine koruyan güzel bir anıydı. Bu anıyı anımsamayı hemen bırakmadım, artık neye olduğunu bilmediğim gözyaşlarımla tuttuğum kolyeye dalmışken uzun bir süre sonra kulaklarıma bir ses doldu. İrkilerek elimi kolyemden çekmem kazağımın üstüne düşmesine neden oldu, aynı yerde sesi bir daha duymayı bekledim ama saniyeler sessizlikle geçmişti.

Merakla banyodan çıkarken ellerimle gözlerimi kuruluyordum, dönüp de kapıya bakınca aralık bir şekilde açık olduğunu gördüm. Sırtımda ağır bir yük kalkmış gibi rahatlarken derin bir nefes verip dikleştim, aceleci adımlarla yatağın etrafında dolandım ve kapıyı açtığım gibi koridora çıktım. Gelen sesler doğrultusunda salona doğru gittim ve girer girmez tekli koltukta oturan Nejat'ı, hemen sonra da ortadaki masaya koyulmuş olan paketi gördüm.

"Yiyecek bir şeyler aldım," dedi Nejat, her zaman ki rahatlığında beni süzüyordu. "Saatlerdir açsın,"

Bir anda dudaklarım aralansa da ona ne diyeceğimi bilemediğim için garip sesler çıkarmaktan öteye gidemedim. Bu kadar rahat görünmek için kendisini zorluyor muydu yoksa gerçekten de böylesine bir rahatlık içinde miydi, çözemiyordum. İlk ihtimalin doğru olduğunu umarak yeniden dudaklarımı araladım ama kelimeler dilimin ucuna gelemediği için dişlerimi sıkarak arkamı döndüm, Nejat yerinden kıpırdansa da ben merdivenlerden inerken peşimden gelmemişti.

Bunun nedenini bildiğim halde inkar etmeye çalışarak aşağıya inip dış kapıya gittim, çok değil saniyeler sonra kilitli olduğunu anladığım kapı sayesinde artık gerçekleri inkar edemeyecek bir hale geldim. Hem korkunç bir kırgınlık hem de hırs içinde hala ağrıyan elimi yumruk yaptım, arkamı dönerek alt kattaki salonun kapısına yöneldim ama kulpu indirmeme rağmen bu kapı da açılmadı. Burayı bile kilitlemiş olmasına inanamayarak sinirle güldüm, dönüp hemen karşıdaki mutfak kapısını zorladım ama düne göre bunu da bugün kapatmıştı.

Ne hissedeceğimi bilemeyerek etrafımda dönüp tek tek kapılara bakındım, korkum büyük bir gürültüyle uyanırken yutkunarak merdivenleri hızla çıktım ve koridorun sonundaki çalışma odasına gittim ama o kapı da kapalıydı, zaten camdan gördüğüm kadarıyla masada duran bilgisayarı bile kaldırıp götürmüştü. Ne kadar ciddi olduğunu şu anda daha iyi bir şekilde anlarken ne yapacağımı bilemeyerek etrafa bakındım, bir an sonra hemen solumda dar, döner merdiveni gördüm ama orası çatıdan başka hiçbir yere çıkmıyordu. Buz tutmuş ellerimi yumruk yapıp arkamı döndüm ve hızlı adımlarla yeniden salona girdim, Nejat'ı açtığı televizyona bakarken görünce sinir harbiyle uzanıp televizyonu kapattım.

"Nejat," dedim hararet içinde yanarken, ona doğru gitsem de Nejat hala kapattığım televizyona bakıyordu. "Bu iş iyice sarpa sarmaya başladı, ver artık şu kapının anahtarlarını,"

"Yemeğini ye," dedi kuru bir sesle, başını oynatmayarak sadece gözleriyle bana buyurgan bir bakış attı. "Saçını başını da kurut, hasta olmak istemezsin,"

"Sen kafayı mı yedin?" yükselen sesim karşısında sanki beni duymuyormuş gibi kıpırtısız bir şekilde durdu, ellerim saçlarımın arasına giderken içimi kaplayan hareketliliğin nedeni bilemeyecek kadar karmaşa içindeydim. "Nejat, nereye kadar beni bu şekilde yanında tutacaksın? Biraz mantıklı ol!"

"Mantıksız davranışlar sergileyen biri varsa bu sensin," parmaklarını birbirine geçirerek başını arkaya doğru attı, o imalı gülümsemesi karşısında mideme bir kramp girdiğini hissettim. "Tüm gerçekleri biliyorken seni bırakacağımı hala nasıl düşünebiliyorsun?"

"Ölene kadar beni burada tutabileceğini mi sanıyorsun?" engel olamadığım bir dehşetle ona bakarken Nejat olabilir dercesine omuzlarını silkti, artık bu adam karşısında her şeyin kifayetsiz kalacağını o an anladım. "Sen, gerçekten kafayı yemişsin,"

"Evet, yedim!" dedi ve şimşek gibi bir hızda ayağa kalktı, artık ben başımı arkaya düşürerek ona bakarken bu ani hamlesi ödümü koparmıştı. "Yaptıklarını düşündüğüm her günde, senin bir başkasıyla olduğunu bildiğim her dakikada kafayı yedim, oldu mu?" üzerime doğru gelse de geriye doğru kaçtığım için aramızdaki mesafenin kapanmasına izin vermedim. "Seni, o adamın kollarına gidesin diye bırakmam, bir hiç uğruna evliliğimizi bitirmen için o kapıyı açmam, duyuyor musun?" gözü dönmüş bir öfkeyle bana bakarken genişlemiş burun deliklerinden sertçe soluyordu. "Bu yüzden aynı şeyleri tekrar etmekten vazgeç ve bu durumu kabullen!" birden delice güldü, o mide bulantısı şiddetle ortaya çıktığında boğazımın tıkandığını hissettim. "Eski hayatınıza hoş geldiniz Arya Hanım, gözlerimiz yollarda kalmıştı!"

O gülmeye devam ederken benim içim adeta kan ağlamaya başlamıştım. Ağzından çıkan her kelime sadece bedenime değil, ruhuma bile saplanıp hiç kapanmayacak yeni yaralar açarken beynimde eski hayatına hoş geldin cümlesi gürültüyle yankılanmaya başlamıştı. Hangi ara aşağıya düştüğünü bilmediğim kollarımı yeniden kaldırarak kulaklarımı tıkamayı ve o lanet cümleyi duymamayı istedim ama sanki kolum kanadım kırılmıştı, ellerimi bile kıpırdatamadım.

Ben, içimde uyanmış bir fırtınayla ona bakarken Nejat kaybolmayan öfkesiyle gözlerini benden bir an olsun çekmeyerek yerine oturdu. O, geçen saniyeler içinde garip sakinliğine yavaşça geri bürünse de çatılan kaşları aslında onun için de her şeyin yolunda gitmediğini gösteriyordu.

"Al şu yemeği, ye," dedi zehir saçan bir sesle, artık bana bakmasa da nereye baktığını kendisi de bilmiyordu.

Hiçbir şey diyemeden sadece ayakta durdum, o fırtınam kulaklarımı uğuldatan bir sesle içimde ne var ne yok söküp almaya başladığı sırada arkamı dönerek yürümeye başladım. Ne, nereye bastığımı ne de baktığım yeri algılayamayarak saatlerdir çıkmak için beklediğim yatak odasına yeniden girdim, kapının arkasındaki o duvar köşesine oturup bacaklarımı kendime çekerken içimde oradan oraya savrulan duygularım ve benim gibi köşelerine çekilmiş kelimelerimle sessizlik içinde kalakaldık.

Bir yanım hala ne olduğunu idrak edemezken diğer yanım hiç olamadığı kadar tüm gerçeklerin farkındaydı. Beklenmedik bir hızla kelimelerim bir araya gelerek bir cümle ortaya çıkardı, bu iç burkan soru karşısında sadece duyduğum uğultu sesinin daha da arttığını hissetmiştim.

Gerçekten de ölene kadar bu evde, onun yanında kalmam mümkün müydü?

Bu soru karşısında kahkahalarla gülmek istedim, bu saçma sorunun imkansızlığını avazım çıktığı kadar haykırmak istedim ama hiçbir şey yapamadım. Tüm gerçekleri çoktan kabul eden ve zaten en başından beri karamsarlığı kendisine siper edinmiş yanım, başını iki yana sallayarak bu durumu kabullenmekten başka hiçbir seçeneğimin olmadığını söyledi. Bu, ağırlığının altında ezildiğim düşüncem karşısında aksi bir ses, aksi bir hissin içimde uyanmasını bekledim ama belirsizlikten ve kuru bir uğultudan başka hiçbir şey duyamadım.

Yüreğimi sıkıştıran bir endişe içinde başımı hızla araya attım ve duvara vurdum, orada beni rahatlatacak birkaç cümle olmak zorundaydı. Başımı tekrardan vurdum, tekrardan vurdum ama ne kadar vurursam vurayım kelimelerim o kadar kaçıştı ve zihnim eskisinde de boş bir hal aldı. Zonkladığını hissettiğim başımı eğip alnımı dizlerime dayadım ve kollarımı kendime daha sıkı sararken yardım çığlıkları atmak için yanıp tutuşuyordum.

Bağırmak, birinin beni buradan alıp götürmesi için yalvarmak istiyordum ama biliyordum, o yakıcı istediğimin işe yaraması olanaksızdı.

Alt dudağımı sertçe ısırdığımda ne yapacağımı sorup duran endişem yüzünden durduğum yerde duramıyordum, başımı yeniden kaldırırken ağlamaya başladığımı o an fark ettim ama bu gözyaşları ne içindi? Korkumdan dolayı mıydı ya da endişelerim yüzünden mi? Sanki hangi soruyu sorarsam sorayım hiçbir zaman doğrusuna denk gelemeyecekmiş gibi hissederken oturduğum yerden kalktım, bir hıçkırık dudaklarımın arasından kaçıp gitse de aldırmadım, koşar gibi pencereye gidip yeniden kendimi dışarıya uzattım.

Tek bir kişiyi görmeyi dilerken çok kısa bir an sonra kapının önünden geçen bir erkek gördüm, o kadar şiddetli bir şekilde bağırdım ki kendim bile şaşırdım ama umursamadan yeniden yardım çağırısında bulundum. Ben, kendimi pencereden daha da ileriye sarkıtırken adam birden durdu, dönüp arkasına baktığında tam bir kere daha bağıracaktım ki kolumdan sertçe tutularak içeriye çekildim.

Nejat, kolumu aniden bırakınca dengesizlik içinde sarsıldım, beni yere düşmekten kurtaran şey tutunduğum tuvalet masası olmuştu. " Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye sordu, şaşkınlıktan çok delice bir kızgınlık içinde yanan gözlerini bana dikmiş olan Nejat karşısında kendimi topladım ve hiç çekinmeden tam önünde dikildim.

"Buradan çıkmak için elimden gelen her şeyi yapacağım," sırf onu rahatsız etmek için alaycı bir şekilde gülmeye çalıştım. "Sen de bunlara alışsan iyi edersin,"

"Amacın bizi daha da rezil etmek mi? Yaptıkların yetmedi mi?" Nejat aynı silahı bana kullanmak istercesine güldü ama bu çok uzun sürmedi çünkü kızgınlığı diğer tüm duygularının önüne geçecek kadar büyüktü. "Olmadık hareketler sergileyerek daha fazla küçük düşme, yoksa bu pencereye bile kilit vurmak zorunda kalırım,"

"İstersen kollarıma da zincir vur!" diye bağırdım, kesilen nefesim yüzünden göğsümü şişiren nefesler alıp verirken bana şaşkınlık içinde bakan Nejat'a yaklaştım. "Ne yaparsan yap asla ama asla burada, seninle birlikte kalmaya boyun eğmeyeceğim!"

"Sen kaybedersin," çoktan o şaşkınlığından sıyrılan Nejat beni delirten sakinliğine yeniden bürünmüştü. "Dünden beri buradasın ve hiçbir şey yapamadın, seni temin ederim ki hiçbir şey yapmamaya devam edeceksin," kaşlarını restleşir gibi kaldırdı, onu iyice anlamamı istediği için gözlerimi içine bakmaya başladı.

Onun bu kararlı tavrı karşısında benim kararlığıma sert darbeler inmeye başladı. O çaresizlik hissi tekrardan içimde doğarken etrafım dikenlerle kaplıymış gibi en ufak bir kıpırdanmamda bile tenime batmaya başladığını ve batan yerlerden kanamaya başladığımı hissediyordum. Boğazımı tıkayan mide bulantım yüzünden ağzımı açtığım ilk anda öğüreceğime emin olduğum için titreyen dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım.

Ne ben, ne de o bu meydan okuyan bakışlarımızı birbirimizden çekmeden bakışmaya devam ettik, her ne kadar hislerimi ona belli etmemeye çalışsam da onun birçok şeyi gördüğüne emindim.

Yüzünde belirmeye başlayan hoşnutluk ifadesi beni bu hale düşürebildiği içindi, belirsiz de olsa yukarıya kıvrılan dudakları çaresizliğimi gözlerimden okuyabildiği içindi. Bunları anlayabileyim diye mi bu kadar duygularını belli ediyor diye düşündüm ama artık onun ne yapacağını tahmin bile edemiyordum. Tüm benliğimle ona karşı saf bir nefret hissederken aslında bunu bile hakketmediğini biliyordum; Nejat çok uzun zaman önce hiçliğe karışmıştı benim için ve o şekilde kalmaya da devam etmeliydi.

Nefreti bile hak etmeyen bu adama acıyarak baktım, yüzümü buruşturan bu his karşısında Nejat anında ciddileşti.

"Biliyor musun," diyerek konuşmaya başladığımda tek amacım onun da bazı gerçeklerin altında ezilmesiydi. "Sen, nefret edilmeyi bile hak edemeyecek kadar hiçsin benim için," durdum, dileğimin yerine gelişini sakince izlerken ondan bir adım uzaklaştım. "Sen, hiçbir şeyi hak etmiyorsun; ne beni, ne sevgimi, ne bir ailenin olmasını ne de mutlu olmayı. Sen hiçbir şeyi bilmeyen, hayatı boyunca hissetmediği duyguları zorla elde etmeye çalışmış zavallının birisin. Ben de seni temin ederim ki hiçbir zaman o özlemini çektiğin duyguları tadamayacaksın." yutkunduğumda Nejat bir ruh gibi karşımda, bana kırpmadığı gözleriyle bakıyordu. Sanki her an çekip gidecekmiş gibi duruyordu ama gitmedi, ben de acımadan devam ettim. "Hiç kimse tarafından sevilmedin, sevilmeyeceksin, bu da sana ölene kadar dert olsun,"

Öfkeden başka hiçbir duyguyu içinde barındırmayan cümlelerim, bir tokat gibi onun yüzüne inmiş olsa da Nejat tek bir mimik bile sergilemedi. Yine de duyduklarının onda sarsıntılar yarattığını o küçük gözlerinden çok net bir şekilde görebiliyordum, o yüzden bu sefer de ben gördüklerimden zevk alıyormuşum gibi memnuniyetle gülümsedim.

Bu şekilde uzun bir zaman geçti, ben artık onun karşısında durmakta zorlanmaya başlamışken Nejat sanki bir heykel gibi kıpırdamadan, tek bir mimik dahi sergilemeden susmaya devam etti.

En sonunda hiç ummadığım bir anda arkasını dönerek yürümeye başladı, acelesi olmayan adımlarla dışarıya çıktıktan sonra yeniden bana doğru döndü ve öyle bir baktı ki kanımın bile donduğunu hissederken uzanıp kulpu tuttu. Bir an öne doğru atılmak istesem de o beni delip geçebilecekmiş gibi attığı bakışları buna engel oldu, zaten saniyeler içinde kapı yeniden kapandı ve ben yeniden bu odada kilitli bir halde kalakaldım.

Hala derin derin nefesler alıp verirken kendimi kapanan kapı yüzünden panik haline sokmamaya çalışarak önüme döndüm, yeniden pencerenin önüne gittim ve serin havayı ciğerlerime doldurmaya çalıştım. Bu kadar soğuk havaya rağmen terlemeye devam ederken o uğultuyu yeniden kulaklarımda duymaya başladım, nefes alış verişlerim daha da sıklaşırken başımı arkaya atarak biraz daha pencereye yaklaştım. Burada olduğumu düşünmemeye çalışarak aklıma olumlu bir düşünce, bir anı getirmeye çalıştım, zorlansam da en sonunda gözlerimin önüne birden annem gelmişti.

Yutkundum ve sanki o yanımdaymış gibi heyecanla dolarken annemin yokluğumu fark ederek harekete geçeceği ihtimaline sıkıca yapıştım. İlla ki beni arayacaktı, telefonlarına yanıt vermediğimi görünce de uğrayacağı ilk yer olmasa da eninde sonunda Nejat'la konuşmak için buraya gelecekti. Bu, içime su serpen fikre karşılık hızla başımı salladım, sonunda aldığım nefeslerin işe yaradığını hissetmeye başlarken pencerenin karşısında çekilerek dolabın yanına gittim ve yavaşça yere oturup bacaklarımı uzattım.

Buydu işte, en kötü ihtimalleri düşünerek kendime zarar vermeme gerek yoktu, bir iki güne kalmadan birileri mutlaka bu eve gelecekti ve beni bulup olanları görebilecekti. Engel olamadığım bir sevinçle gülerken kendimi kastığımı şimdi gevşemeye başladığımda fark edebiliyordum. Başımı arkaya düşürdüm, ansızın gözlerime çöreklenen uykusuzluk hissine direnmeye çalıştım ama sonra bunun anlamsızlığını anlayınca gözlerimi yumdum.

İçimde kaynayan bir şeylerin olduğunu bilsem de kulak ardı ederek önce annemi düşündüm, peşinden gelen Çağan'ın şu anda neler yaptığını sorgulamaya çalıştım ama çok zaman geçemeden bir karanlığına doğru düştüğümü hissettim.

*

Saatler sonra gözlerimi açtığımda ilk başta nerede olduğumu algılayamayarak saniyeleri geçirdim, çok geçmeden gördüklerim sayesinde kendime gelebildim. Elimle destek alarak uzandığım yerden doğruldum, en son dolaba yaslanmış olsam da uykuya dalınca düşmüş olmalıydım. Bu halime inanamayarak gerinmeye çalıştım, tutulmuş bedenim acıyla inleyince daha fazla devam edemedim, zaten o kadar üşümüştüm ki hızla kollarımı birbirine doladım. Gördüğüm penceredeki gökyüzü her ne kadar kara bulutlarla kaplı olsa da günün çoktan aydığını fark edince hızla kapıya doğru bakındım, yerde içi yiyeceklerle ve su şişeyle dolu olan tepsiyi görünce şaşkınlıkla kollarımı çözdüm.

Bir an ne yapacağımı bilemesem de aklıma kapının açık olduğunu ihtimali düştü, hızla yerimden kalkıp kapının kulpuna asıldım ama kilitliydi, Nejat tepsiyi bırakmıştı ve yine gitmişti. Dün akşam bana bir nebze de olsa umut ışığı olan o yarattığım ihtimalimi hatırlamaya çalıştım, çok geçmeden anımsasam da dünkü kadar etkili olamamıştı. Kapıdan çekilip de yeniden yere, tepsinin yanına oturduğumda zaten bildiğim gerçekler yeniden gün yüzüne çıkmıştı ve zihnimde yok olmak üzere olan o ihtimali arkasında bırakmıştı.

İnanamayarak elimi kaldırıp alnıma dayadım, neden tekrardan bu karamsarlığın esiri olduğunu bilemeyerek ve bundan kurtulmaya çalışarak dakikalarımı heba ettim ama hiç de istediğim gibi bir sonuç elde edemedim.

Ne geçen dakikalar boyunca ne de bir su gibi akıp giden saatler boyunca kendimi teselli edecek tek bir düşünce dahi bulamadım, aklıma gelenler misafirliğe uğramış gibi daha ben onlara elimi uzatamadan yerlerinden kalkıp hızla kaybolmuşlardı. Yine o ne yapacağım sorusu meydana çıktı, bu tanıdık soruya yine tanıdık bir karmaşıklıkla cevap vermekten başka hiçbir şey yapamadım. Bu karmaşıklığım zamanla dayanılmaz bir boyuta geldi, penceren gördüğüm kararan gökyüzü yine bir günümü daha burada geçirdiğimi fark etmeme neden olunca paniğim yine beni esir aldı ama bu sefer bir ipe dönüşmüştü ve boynuma dolanarak beni boğmaya çalışıyordu.

Elimi, ateşim yükseldiği için olsa gerek, yanan boynuma koyduğumda öylesine bir çaresizlik içine düşmüştüm ki birden gerçekten de boğulmayı ve bu karmaşadan kurtulmayı diledim. Belki gerçekten de tek çözüm buydu, belki de tek kurtuluş yolu buydu? Bana ilk defa bu kadar doğru gelen bu düşüncelerim karşısında yavaşça parmaklarımla boğazımı sardım, yakıcı bir his keskin bir bıçağa dönüşüp bana saplanmaya başlarken elimi sıktım ve zaten nefes alamadığımı hissettiğim için bir de boğazımda hissettiğim bu sıkılıkla daha kötü bir hale geldim.

Yine de bu beklenmedik hareketim karşısında ben bile şaşkınlığa uğramış olmalıydım ki birden tüm sesler kesilerek her şey boynumu tuttuğum elimde birikti, yandığını hissettiğim avucumun içini daha da boğazımı bastırdım ama çok geçmeden parmaklarımı gevşetmek zorunda kalmıştım. Kendime zarar vermeyeceğimi biliyordum, bunun tam tersini yapabilmeyi dileyerek ellerimle yüzümü kapattım. Hiçbir zaman benliğime bilerek zarar verememiştim ama bu odada geçirdiğim her saniyede zarar verme istediğim giderek körükleniyordu. Öyle ki bu düşünceler içinde debelenirken zaman yine su gibi akıp gittiğinde ve gün yeniden ağardığında ben hala yalnızca bu isteği gerçekleştirme peşindeydim.

Artık hareket edecek dermanı bulamadığım bedenimle bir ölü gibi hiç açılmamış olan kapıya yaslı bir şekilde dururken gözlerim birden tepsideki çatala ilişti, bir an almak için hamle yapacak olsam da bunun hiçbir işe yaramayacağını biliyordum. Aslında hareket etmeye dermanım bile olmasa da bu içimi kıpırdatan arzum yüzünden hiç de zorlanmadan ayağa kalktım, bir türlü dikleştiremediğim eğik sırtımla birlikte adımladım ve banyoya girdim, hemen lavabonun altındaki çekmeceyi açtım ve zaten orada olduğunu bildiğim makası elime alarak çekmeceyi geri kapattım. Elimde tuttuğum, hep Nejat'ın kullandığı bu makası havaya kaldırdım, bir an neden makası aldığımı hatırlayamayacak kadar aklım dağılsa da birden aynadaki yansımamı görünce ne için olduğunu anladım.

Bu çökmüş yüze gözlerimi dikerken iyice önüme doğru döndüm, avucumun içinde tuttuğum makasın sivri ucu tenime batsa da aldırmadım. Öylesine zavallı görünüyordum ki ben bile bu halime acıdım ve birden daha iyi anladım ki gerçekten de buradan kurtulmanın başka hiçbir yolu yoktu. Ne yaptığından haberimin dahi olmadığı Çağan'ın burada olduğumu tahmin etmesi imkansızdı, tek umudum olan annemin de geleceği yoktu çünkü emindim ki Nejat annemi bile yatıştıracak bir yalanı çoktan bulmuştu. Bu kadar kendinden emin olmasının nedeni buydu belki de, hiç kimsenin beni burada bulamayacağını o da biliyordu.

İşte bu düşünce bana oldukça doğru geldi, hatta o kadar doğru geldi ki dayanamayarak inkar etmek istedim, ağzımdan çıkacak tek kelimem olmadığı için avucumu biraz daha sıktım ve makasın tenime batmasına neden oldum. Canım, gözlerimin dolmasına neden olacak kadar yansa da aldırmadım, bu beklenmedik acı yüzünden yine zihnimdeki tüm sesler kesilmişti.

Ne daha fazla düşünmek istiyordum, ne de daha fazla çaresizliğimin beni boğmasını... Sadece bedensel bir acı duymak ve bu şekilde kendimden uzaklaşmak istiyordum, o yüzden makası biraz daha bastırarak yerimden titrememe neden olacak bir acı içinde dolmama neden oldum, avucuma biriken sıcak sıvının kanım olduğunu bilsem de aldırmadım.

Belki de tüm kanım akmalıydı, ancak içimdeki zehir saçan hislerden bu şekilde kurtulabilirdim. Bana yine doğru gelen bu düşüncem doğrultusunda elimi bir kere daha sıktım, aynı anda hem o katlanılmaz acıyı duydum hem de bir tıkırtı sesi kulaklarıma doldu. Birden duraksayıp kulak kesildim, o sesi bir daha duyunca elimdeki kana bulanmış makası tezgaha bıraktım ve hızla banyodan çıkarak kapıya bakındım. Tepsi yüzünden aralık duran kapının önünden birinin geçtiğini gördüm, bunun Nejat olduğunu bilsem de olduğum yerde kıpırdayamadım.

Ne diye açmıştı bu kapıyı? Yine zehir zemberek laflar etmek mi istiyordu? Sormaya bile gerek olmayan bu sorum karşısında gülecek gibi oldum ve hiç düşünmeden yürümeye başlarken parmaklarımın arasından kanımın süzüldüğünü hissediyordum. Aldırmadım, elimi uzatarak beyaz kapının lekelenmesini sağlayacak şekilde tuttum ve o aralıktan geçerek koridora çıktım. Belki de arzuladığım o acıyı biraz da Nejat'tan almalıydım, onun lafları karşısında yok olup gidebilmeyi dileyerek salona girdim.

Nejatgöreceğimi sanarak baktığım tekli koltukta oturan babamı görünce adımlarım zemine yapıştı, bir anda o olup olmadığını anlamayarak saniyeler boyunca yüzüne baksam da o mermeri andıran ifadesi karşımda babam olduğunu çok geçmeden anlamama neden oldu. Hiç beklemediğim bir şaşkınlığın kurbanı olurken yine hiç beklemediğim bir his doğdu içime, sanırım hayatımda ilk defa babamı karşımda gördüğüme seviniyordum.

Bir kurtuluş kapısının şu anda bana ifadesiz gözlerle baktığını görsem de aldırmayarak ona doğru koşmak istedim ama bir şey bunu yapmamı engelleyerek beni kapının orada durdurmaya mahkum etti. Bakmasam da hemen diğer koltukta oturan Nejat'ın bana baktığını hissediyordum, gözlerimi bir an olsun çekemediğim babamı neden buraya getirdiğini ona sormak istiyordum ama dili tutulmuştu.

Babamın neden tek kelime etmediğini bilemesem de sonunda bakışlarını benden alıp Nejat'a çevirdi, aralarında geçen bu sessiz konuşmada nefes bile almaya çekinerek onu izlemeye devam ettim. Babamın kaşları çatıldı, bir an gözleri yere düşse de ardından yeniden bana çevirdi ve kararlı bir şekilde yerinden kalkarken hiç de umduğum gibi bir neden yüzünden burada olmadığını hemen anlamıştım.

"Hayatım boyunca birçok yanlışına şahit oldum," babam bana doğru gelirken teklemeden konuşuyordu. "Artık beni şaşırtamaz dediğim her anda bunu yapmayı başarabildin," aramızda üç adımlık bir mesafe kalacak şekilde durdu, o kısılan gözlerinden akan küçümseyici ifadesi karşısında nefesim tıkandı. "Beni bir kere daha utandırmayı, bir kere daha hayal kırıklığına uğratmayı başarabildin, kendinle gurur duy."

Önce laflarının benliğime batmasına izin verdim, ardından, "Hayal kırıklığı mı?" diye sordum zar zor duyulan bir sesle, anlamayan gözlerle ona bakarken devam ettim. "Bana dair hayallerinin olduğuna inanacağımı mı sanıyorsun?"

"Sana dair hiçbir hayalimin olmadığı doğru," o tanıdık alaycı tavrıyla güldü, dişlerimi sıkarken bu tavrı gerginlikle dolmama neden olmuştu. "O kadar vasıfsız birisin ki hayatın boyunca tek bir şeyi bile becerip beceremediğini merak ediyorum," başını iki yana salladığında zaten cevabını biliyormuş gibi yüzü memnuniyetsizlikle kırıştı. "Sen sadece mahvetmeyi biliyorsun ve bu dünyaya yıkımdan başka hiçbir şey getirmemek için gelmişsin,"

"Bunları söylemek için mi buraya kadar geldin?" bastırmaya çalışsam da gömemediğim bir kırgınlık içinde ona bakıyordum, en çok canımı sıkansa sözlerinin hala canımı yakıyor oluşuydu. "Ben bu dünyaya neden geldiğimi bilmiyorum ama yıkım getiren yanımı gördüysen, aynı şeyi sen de bana yaptığın içindir," her ne kadar laflar ağzımdan aksamadan çıkıyor olsa da aslında tam olarak ne dediğimi ben bile bilemiyordum.

Gözünde bir değerimin olmadığını bildiğim bu adama ne söylersem söyleyeyim boş olacak olsa da dilimin ucuna kadar biriken sözcüklere engel olamayarak titreyen dudaklarımı araladım. " Asıl beni şaşırtan sensin, bana karşı demediğin laf kalmadı diye düşünürken her seferinde duymadığım laflar etmeyi başarabiliyorsun,"

"Çünkü sen bunu hak ediyorsun," dedi babam, tehlikeli bir ifadede kısılan gözlerinde ağzından çıkanları gerçekten de hissettiğini belli eden bir ima belirmişti. "Hata üstüne hata yaptın, hala da yapmaya devam ediyorsun. Önce inatçı bir çocuk gibi evliliğini bozmak istedin, sonra yetmezmiş gibi adımıza leke getirmeyi bile utanmadan herifin biriyle kırıtmaya başladın,"

"Baba!" diye bağırdım öfke içinde, iki yanımda yumruk olan ellerimle ona bakarken bu iğneleyici tavrına son vermesi için elimden geleni ardıma koymayacağımı hissediyordum. "Sanki hiçbir şeyi bilmiyormuş gibi, sanki sizin zorunuzla bu evlilik bir türlü bitmiyormuş gibi sakın suçu benim üstüme atmaya kalkışma,"

"Tek suçlu sensin Küçük Hanım," dedi tek nefeste, bana hitap şekli adeta içimi titretirken aynı şey bedenim için de geçerli olmuştu. "Hata yaptın, şimdi de bu hatanın bedelini ödeyeceksin,"

"Sen de mi onun planına dahilsin?" kulaklarıma inanamayarak ona bunu sorarken bir yanım çoktan cevabını almış gibi sakin bir şekilde yerine oturdu ve acı dolu bir gülümsemeyle bana baktı.

"Rezilliklerini örtbas edebilmeye tek kişinin gücü yetmedi," babam ortada komik bir şey varmış gibi gülerken hem tek kelime daha duymak istemiyordum hem de bu konuşmanın sonsuza kadar sürmesini diliyordum. Babam susmamalıydı, ben artık tek bir kelime dahi duyamayacak kadar kendimden geçene kadar konuşmalıydı, belki ancak o zaman o arzuladığım sessizliğe temelli olarak kavuşabilirdim. " Seni ancak bu şekilde durdurabileceğimize inanmıştık ve burada olduğuna göre düşüncelerimizde haklı çıkmışız,"

Boğazım düğümlenirken susmak istedim ama ona hala o kadar söyleyecek çok şeyim vardı ki bunu yapamadım. " Nejat'ın kendince bir çıkarı var diyelim haydi, onu anlayabiliyorum," diye mırıldandım, her ne kadar babama baksam da gözlerimi bile kör eden hislerim karşısında artık hiçbir şey göremiyordum. " Sen neden benim bu hale düşmemi istiyorsun? Sakın yaptığınız antlaşmayı öne sürme çünkü tek nedeninin bu olmadığını biliyorum," neden durduğumu bilmiyordum ama aramıza birkaç saniye boyunca bir sessizlik girdi, ellerimi açar açmaz yeniden kanımın parmaklarından aktığını hissettim ve o kadar üşümüş olmalıydım ki kanımın sıcaklığının tenimi yaktığını hissetmiştim.

"Sen de benim acı çekmemden hoşlanıyorsun, değil mi? Beni, hata yaptığım için suçluyorsun ama o hataları yapmam için beni bilerek zorladığını göremiyorsun. Belki de görüyorsun," durup birden güldüm, dudaklarım aşağıya düşerken gözlerime yaşlar birikse de aldırmadım. "Bilerek hata yapmamı istiyorsun çünkü sonrasında üstümde kuracağın baskıyı arzuluyorsun; o nefret dolu cümlelerini bana savurmaktan hoşlanıyorsun. Bunu bildiğin halde utanmadan yüzüme bakabilecek kadar duyarsızlaşmışsın,"

"Haddini bil!" dedi babam dişlerinin arasından, bana doğru yaklaştığını hissedince ancak onun öfkeyle kızarmış yüzünü görebildim. "Sen benim hakkımda yorum yapacak en son insan bile değilsin! Başkalarını eleştireceğin kadar önce dönüp kendine bak, birini aldatmayı kendine nasıl yedirdiğinin hesabını sor!"

"Ben değil ama siz kendinizi çok güzel bir şekilde aldatıyorsunuz," o arzuladığım sessizliği nihayet elde etmeye başladığımı fark edince birden ufak bir mutluluk hissettim, bu çok kısa sürse de en azından doğru yolda gittiğimi biliyordum. "Lafları bile onunla birlikte ezberlemişsin, bari fikirlerinizi ayrı tutabilecek kapasitede olsaydınız,"

"Bizim kapasitemiz yüzünden değil," babam yapay bir tatlılıkla gülerken iki elini de cebine soktu, artık o büründüğü rahatlığı bile beni sinirlendiremiyordu. "Yaptıklarını kim duyarsa duysun herkes aynı cümleleri kurardı, bu yüzden ikimizden de benzer lafları duyuyorsun,"

"Sen benim babamsın, hiç gocunmadan kendini nasıl herkesle aynı kefeye koyuyorsun," dedim, ne bu bir soru cümlesiydi ne de ben bir cevap duymak istiyordum. "Sen herkes değilsin, anladın mı? Ben de el kızı değilim, senin çocuğunum, hatırlıyor musun baba?"

Babam birden gözlerini kaçıracak sandım ama bunu yapmadı. " Bu duygu sömürülerine karnım tok benim," dedi daha da sarsılmaz bir ifadede, arkasını döndüğü gibi ilerledi ama oturmadan o şekilde ayakta kaldı. " Kızım olduğunu biliyorum ve maalesef bu gerçeği değiştiremiyorum," o duraksadı, artık bile isteye bu lafları teklemeden söylediğine emindim.

Babam nedense devam etmedi, sırtı bana dönük dururken gözlerim birden Nejat'a düştü, o da zaten bana baktığı için göz göze gelmiştik. O, şaşkınlıkla parlayan gözlerini görünce birden hiç ummadığım şekilde seslice güldüm, sanki bunları yaşayacağımızı bilmiyormuş gibi bir de inanamamasına karşın asıl ben şaşırarak uzun bir süre gülmeye devam ettim, öyle ki babam çattığı kaşlarıyla bana dönmek zorunda kalmıştı. İkisi bir anlığına dönüp birbirine baktı, onlar da tereddüt yarattığıma memnun olarak dudaklarımdaki gülümsemeyi silmedim.

"Mutlu musun?" diye sordum Nejat'a, ona doğru giderken yüzümde nasıl bir ifade varsa eliyle koltuğun kenarına tutunmasına neden olmuştu. "Sonunda dileklerin gerçekleştiği için mutlu musun?"

"Arya," dedi ama devam edemedi, eğer o ayağa kalkmasaydı ben durur muydum, biliyordum. Sendeleyerek bir adım gerilediğinde tam ikisi arasında, ikisine de aynı mesafede duruyordum. Her ne kadar iki ayrı beden gibi olsa aslında tek bir ruhu taşıyan bu iki yüze kendi yüzümden silmediğim gülümsememle bakmaya devam ettim.

"İkinize karşı aynı hisler içinde olmam ne kadar da garip," dedim, aslında bunda hiçbir gariplik bulamasam da irice açtığım gözlerimle onların gerginlikle parlayan yüzlerine bakınmaya devam ettim. " İkinizin de aynı hiçlikte olmasına seviniyorum ama itiraf etmeliyim ki baba, senin oradaki varlığın bana hala rahatsız hissettiriyor," gözlerimi diktiğim babam ne yapacağını bilemez gibi yüzüme baksa da duygularını harika bir şekilde gizleyen maskesini çok geçmeden takın. "Seni sevmediğime eminim, yine de hala neyden rahatsızlık duyduğumu bilemiyorum. Belki ben sadece öyle olduğunu sanmak istiyorumdur, belki hala sana dair bir şeyler hissetmek istiyorumdur, bundan da emin değilim," daha büyük bir şekilde gülümsedim, konuştukça beynimdeki sessizlik artıyor, içimdeki boşluk hissi fazlalaşıyordu.

"Neyse ki sen benim için tamamen bitmişsin," dedim Nejat'a doğru, o da ifadesizliğini takınmaya çalışsa da beceremediği için onun maskesinden gerçek yüzü görünebiliyordu. "Zaten bunu biliyorsun ama bir kere daha söylemekten zarar gelmez, değil mi?"

Ayakta durmakta zorlanıyormuş gibi gözüken Nejat'ın gözlerindeki duygu dehşetti. "Bu saçmalığa son ver," dedi, sesi titriyordu sık sık babama bakıyordu. "Bu şekilde yaptıklarından sıyrılamazsın,"

"Hiçbir şeyden sıyrılmak gibi bir niyetim yok, her ne yaptıysam bile isteye yapmışımdır," bir anda gülmeyi kestim, ciddiyet içinde gözlerim ikisi arasında gidip gelirken tek amacım onların da rahatsızlık içinde kıvranmasıydı. "Seni bilerek terk ettim, babamla aramın açılmasını istedim ve her ne kadar canım yansa da bunu kabullendim," bir adım daha attığımda hedefimdeki kişi Nejat'tı. "Ve evet, hayatıma isteyerek bir adamı aldım," beklediğim o saf şaşkınlığı gözlerinde görmek bana o kadar iyi hissettirdik ki bunu her bir zerremde hissedebilmiştim. " O adamı sevdim biliyor musun? Senin benden beklediğin o sevgiyi sana değil de o adama verdim, üstelik tek bir an bile bundan dolayı pişmanlık duymadım, duymayacağıma da eminim,"

"Terbiyesiz!" diyerek gürledi babam ama ona dönüp bakmadım bile, gözlerimi bana hınç içinde bakan Nejat'tan bir an olsun anladım. "Karşında kocan var senin, ben varım! Bu lafları nasıl edebiliyorsun? Bu kadar mı karaktersizsin?"

"O benim kocam değil!" birden öyle bir bağırdım ki Nejat bile irkildi, dönüp baktığım babamın bile bunu beklemediğini anlamıştım. "Ne sen ne de Nejat, hiçbiriniz umurumda değilsiniz! Senin gözünde karaktersiz biri olmak da bana ancak iyi hissettirir çünkü sen beni ne olarak gördüysen ben hep tam tersi bir insan oldum!"

"Sen zavallı bir insandan başka bir şey değilsin!" sabrı tükenen babam yeniden kızarmaya başlamıştı, o ateş saçan gözleri iri iri açılsa da ondan uzağa çekilmedim. "Yaptıklarından utanç bile duyamayacak kadar karakterini kaybetmişsin, bir de hala zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışıyorsun!"

"Karakterini kaybeden sensin!" dedim tükürür gibi, yüzüm titrerken sesim tam tersi bir netlikteydi. "Kızının arkasından işler çeviren, onu bir eşya gibi görüp üzerinden sözleşme yapan ben değilim, sensin! Asıl karaktersizlik timsali senken, sakın bu etiketi bana yapıştırmaya kalkışma!"

"Kes sesini!" diyerek gürledi, birden üzerime doğru gelse de anında duraksadı ama o içindeki canavar bir kere serbest kalmıştı. "Benim sayemde bu yaşa geldin, benim imkanlarımla okuyup hayatını idame ettin! Eğer ben olmasaydım bugün elde ettiklerinin hiçbiri olmazdı Küçük Hanım! Bana teşekkür etmen gereken yerde ağza alınmayacak laflar söylemekten çekinmeyecek kadar saygısızsın! Senin gibi bir evladım olduğu için utanıyorum!"

"İmkan verdin de ne oldu?" ses tonum babamınkiyle kapışacak noktadayken ona doğru eğilince yüzlerimiz bir anda yakınlaşmıştı. "Ne verdiysen onun iki mislini benden alıp götürdün baba! Keşke bana maddi imkan tanıdığın kadar biraz da manevi imkan tanısaydın! Belki o zaman aramızda nefretten başka duygular da olabilirdi!"

"Sana olan öfkemi hiçbir şey dindiremez!" dedi babam sıktığı dişlerinin arasından, sonunda beklediğim o yıkıcı darbenin geleceğini anlayınca durduğum yerde dikleştim ve kendime korkmayı yasaklayarak nefret saçan gözlerinden gözlerimi çekmedim. "Seni ne sevdim, ne de değer verdim çünkü bunların hiçbirini hiçbir zaman hak etmedin! Sen benden nefret ettin, ben de senden ettim ve çivi çiviyi ancak bu şekilde sökebildi! Zaten hep böyleydin, biliyor musun?"

Babam birden ölümcül bir sakinliğe büründü, onun karşısında dik durabilmek için kendimi o kadar kasmıştım ki boynumdaki kasların titrediğini hissediyordum. " İşine gelmediği zaman sürekli benim sana olan hislerimi koz olarak kullanmaya çalışırdın, hala da bunu yapıyorsun." diye devam etti. " Hani bana dedin ya hata yapmamı bilerek istiyorsun diye, işte sen de benim seni sevmemem için elinden gelen her şeyi yaptın. Kendine bu durumu siper edinmeye alışmışsın; her olayda bunu öne sürerek zırvalamaya başlıyor, böylece işin içinden sıyrılmaya çalışıyorsun ve bundan başka hiçbir şeyi bilmiyorsun!"

"Öyle değil!" diye bağırdım birden, konuştuğumu yeni fark ediyormuşum gibi irkilirken babam bir açığımı bulmuş gibi memnuniyetiyle gülümsedi.

"Öyleydi Küçük Hanım," o dudağının kenarı haklı çıkmanın zaferiyle kıvrılınca hiç ummadığım bir kızgınlık içimde patlak verdi. "Bahanelerin ardına sığınarak kendini acındırmaya bayılırsın sen, sanki seni tanımıyorum,"

"Sen benim hakkımda hiçbir şey bilemezsin!"

"Seni senden daha iyi tanıdığıma emin olabilirsin," dedi lakayt bir tavırda, bir anda nasıl bu kadar durağanlaştığına inanamayarak ona bakakaldım. "Ömrümü seni düzgün bir insana döndürmeye çalışarak heba ettim ben, neyi neden yaptığını çok iyi biliyorum!"

"Bilmiyorsun!" ona neden hala karşı çıktığımı ya da neden bir kızgınlıkla dolduğumu bilemiyordum ama artık tek kelime dahi duymaya tahammül edemediğim evreye ulaştığımın farkındaydım.

"Biliyorum!" diyerek bağırdı, bu sefer o bana doğru eğilince elimde olmadan geriye doğru kaçındım. "Sen benim söylediğim gibi sürekli bahanelerin ardına sığınan zavallı birisin ve hiçbir zaman bundan öteye de gidemedin! Hatalarının sorumluluklarını bile yüklenemeyip bunları sürekli başka birilerinin yüklenmesini bekledin ama bu sefer öyle olmayacak!"

"Sus!" dedim başımı iki yana sallayarak, bir adım geriye atarken artık sınır noktasındaydım. "Tek kelime daha etme!"

"Neden? Doğruları bile duymaya cesaretin yok mu?"

"Sus dedim sana!"

"Benimle doğru konuş!" dedi kelimelere bastırarak, anlamıştım ki babamın susmaya niyeti yoktu. "Bu sefer kaçamayacaksın Küçük Hanım, yaptıklarının hesabını vereceksin ve bu sefer kimse seni kurtaramayacak!"

"Konuşma," diye mırıldandığımda göğsümde hissettiğim ağırlıkla bakışlarım yere düştü, bir titreme beni ele geçirirken bedenimin yandığını hissetmeye başlamıştım.

"Şımarıklığının sonu geldi," diyerek devam etti babam, gözlerim birden üstünde kanımın kuruduğu elime kayınca en son isteyeceğim bir mide bulantısının uyandığını hissettim. "Yaptığın her şeyle yüzleşecek ve ikimizden de tek tek özür dileyeceksin!"

Şakaklarıma aniden ok gibi bir sızı attı, kollarım sanki benden bağımsız bir şekilde hareket ediyormuş gibi uzandı ve ardından ellerim babamın beyaz gömleğini tutunca ben bile ne yaptığıma şaşırdım ama kızgınlığım gözümü kör ettiği için bu çok belirsiz bir an olmuştu. Bana afallamış gibi bakan babama sıktığım dişlerimle bakarken yüzümü ona doğru iyice yaklaştırdım.

"Sana sus dedim!" dişlerimin arasından çıkan kelimelerim paramparça olarak babamın yüzünde dağıldı. "Hakkımda hiçbir şey bilmediğini, beni asla tanımadığını, nedenlerimi tahmin bile edemeyeceğini sen de benim kadar iyi biliyorken sakın aksi tek bir kelime daha edeyim deme!"

"Kendine gel," babam uzanıp bileklerimi tuttu ama ben gömleğine daha sıkı yapıştım, bu hareketim karşısında elleri donup kalan babamın artık gözlerinde saf bir endişe hakimdi.

"Arya, ne yaptığını sanıyorsun?" Nejat'ın bana doğru geldiğini görsem de aldırmadım, babamın beyaz gömleğine bulaşan kanımı görmek bir an beni duraksatacak gibi olsa da daha fazla benimle oynamalarına müsaade edemezdim.

"Bırak beni," dedi babam dengesiz bir sesle, bu anda bile bu kadar kolay bir şekilde kendisini toparlayıp eski haline bürünmesine şaşırarak kaldım, ellerim gevşese de ne ben ne de babam tek bir hamle dahi yapmadık. " Ne yaparsan yap hakkındaki düşüncelerimi değiştiremezsin. Doğruları duymak sana ağır geliyorsa buyur odana git çünkü sen gitmezsen ben konuşmaya devam edeceğim,"

Bunu yapacağını belli eden bakışları karşısında artık diyecek tek kelime bulamazken ellerim gevşedi, babam da bunu fark ettiği için fırsattan istifade eder gibi bileklerimi sıkıca tutarak kendisini benden kurtardı. Tam bana bakacağı sırada birden gözleri gömleğine ilişti, o kanımla bulanmış yere bakakalırken eli havada asılı kalmıştı.

"Ne yaptın sen?" dedi Nejat, ona dönüp bakmasam da yanıma gelmiş olmalı ki elini tenimde hissettim, şiddetli bir akıma tutunmuşum gibi hızla geriye doğru kaçınınca Nejat bu tepkime karşın kısa bir an şaşırdı ama gözleri elimde olduğu için o beklenmedik korkusuna geri bürünmüştü. "Ne bu elinin hali?"

"Kendine zarar vererek işin içinden çıkamazsın," dedi babam, bana baktığını ve çoktan bu durumu da kabullenmiş olduğunu gördüm, yerine otururken birden ellerini nereye koyacağını bilemiyormuş gibi titrese de bu da uzun sürmemişti.

Karşımdaki bu iki adama artık söyleyebileceğim hiçbir şey kalmamıştı. Ne babam ne de Nejat, ne duyarlarsa duysunlar, ne görürlerse görsünler adeta inat haline getirdikleri bu planlarından vazgeçmeyeceklerdi, bunu şu anda hiçbir şeyi anlamadığım kadar çok net bir şekilde anlayabiliyordum.

Bu kabulleniş beni korkutsa da o kadar belirsizdi ki hızla göz ardı edebildim, zihnimdeki sevindirici sessizlik ve ruhuma işleyen sözlerle birlikle arkamı dönerek yürümeye başladım. Nejat'ın bir şeyler dediğini duysam da aldırmadım, koridoru olağan bir hızda geçtikten sonra odaya girdim ve bu sefer ben kapıyı ardımda kapatarak olduğum yere çöküverdim.

Bir anda bu içine düştüğüm sessizlik bana ağır gelir gibi oldu, o görmezden geldiğim korkum birden büyüdü ama yapacak hiçbir şeyim olmadığını o kadar iyi biliyordum ki artık bu hisler bana anlamsız gelmeye başlıyordu.

Korksam ne olacaktı? Endişe içinde yansam neyi elde edebilecektim? Üzülsem, ağlasam, bağırsam kim bunları umursayacaktı? Sadece kendi kendime gördüğüm şeylerin bana yararı yoktu. O zaman neden hala söküp atamıyordum bu hisleri? Neden hala kalbim tekliyor, bedenimi titreten o duyguyla dolup taşıyordum?

Çünkü hala bir umudun var diyen iç sesime karşın ne diyeceğimi bilemeyerek başımı arkaya attım, kısa bir süre sonra koridordan adım sesleri geldi ve hemen sonra da kapının kilitlendiğini duydum. Tek bir tepki dahi veremeden ayak seslerini dinledim, birkaç saniye sonra kaybolunca artık bu evde, bu odada bir kez daha kendimle yapayalnız kaldığımı anlamıştım.

*

Herkes için kırılma noktası olan bir bölümdü, bundan sonra bizi daha çetrefilli yollar bekliyor, neler olup biteceğini hep birlikte göreceğiz. Oy ve destekleriniz için teşekkür ederim, yorumlarınızı esirgemeyin!!

Continue Reading

You'll Also Like

1M 55.6K 42
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
GELECEK By VeraHare

General Fiction

134K 6.8K 17
Tüp bebek merkezinde tüplerin karışması sonucu kocası yerine hiç tanımadığı bir adamdan hamile kalmıştı Mahru. #1İhanet/24.5.2024 #1Mahru/24.5.2024 #...
1K 208 6
"Siz," dedi genç kızın üstünü baştan ayağa süzerek. Gördüklerinden pek de memnun olmamış gibiydi. "Hep böyle mi giyinirsiniz?" Nilay şaşkınlıkla gözl...
1K 156 6
yarı zamanlı market çalışanı jeon, paramparça olmuş ailesini düzeltmeye çalışan chaeyoung.