MEVA

By mavinintonuu7

1.8M 118K 34.6K

"Benim..." dedim gözlerim anlık dudaklarına kayarken. Etli dudaklarının üzerindeki su taneciklerini diliyle t... More

Meva | Tanıtım
Bölüm 1 | Tuzak
Bölüm 2 | Pusula
Bölüm 3 | Kara Yağız
Bölüm 5 | Ring
Bölüm 6 | Yeni Adımlar
Bölüm 7 | Gerçek
Bölüm 8 | Yalancının Mumu
Bölüm 9 | Aile
Bölüm 10 | Saklı Yaralar
Bölüm 11 | İhanetin Dalı
Bölüm 12 | Tehdit
Bölüm 13 | Lansman
Bölüm 14 | Geçmişin Yükü
Bölüm 15 | Ateş
Bölüm 16 | Semaver
Bölüm 17 | Fetih Bey
Bölüm 18 | Ayar
Bölüm 19 | Gece
Bölüm 20 | Kadının Fendi
Bölüm 21 | Ateşlenen Fitil
Bölüm 22 | Kuşku
Bölüm 23 | Kalp Sancım
Bölüm 24 | Maç
Bölüm 25 | Mühür
Bölüm 26 | Galibiyet
Bölüm 27 | Aşık Olma Sanatı
Bölüm 28 | Demir ve Eda
Bölüm 29 | İyi ki ve Keşke
Bölüm 30 | Pişmanlığın Bükük Boynu
Bölüm 31 | Al Yanak
Bölüm 32 | Taş Evler
Bölüm 33 | Kriz
Bölüm 34 | Hiddet
Bölüm 35 | Tutkulu Kıvılcım
Bölüm 36 | Duş
Bölüm 37 | Anlaşma
Bölüm 38 | Telefon
Bölüm 39 | Masaj
Bölüm 40 | Gizli Adam
Bölüm 41 | Doğruluk
Bölüm 42 | Sabırsızlandıran Haz
Bölüm 43 | Kafes
Bölüm 44 | Kırık Kalpler Durağı
Bölüm 45 | Baskın
Bölüm 46 | Hüküm
Bölüm 47 | Mühim Soru
Bölüm 48 | Karamsar
Bölüm 49 | Nişan
Bölüm 50 | Büyük Yalan
Bölüm 51 | Acı
Bölüm 52 | Yük
Bölüm 53 | Pusulanın Yönü
Bölüm 54 | Son Defa
Bölüm 55 | Kara Haber
Bölüm 56 | Toprak
Bölüm 57 | Çan
Bölüm 58 | Sadece Sevmek
Bölüm 59 | Gün
Bölüm 60 | Kamp
Bölüm 61 | İtalya
Bölüm 62 | Gözyaşı
Bölüm 63 | Dayanışma
Bölüm 64 | Düğün
Bölüm 65 | Minik
Bölüm 66 | Hamile
Bölüm 67 | Büyüleyici
Bölüm 68 | Evlat
Bölüm 69 |Nefes
Bölüm 70 | Final
Özel Bölüm

Bölüm 4 | Bıçak

27.3K 1.7K 329
By mavinintonuu7

Görüşlerinizi ve vereceğiniz voteleri merakla bekliyorum. Yeni bölümlerle ilgili kesitlerden ve başka bilgilerden haberdar olmak için;

İnstagram: _mavinintonuu7

Ve

Twitter: mavinintonuu7

Hesaplarımı takip edebilirsiniz.

🕊

Bölüm şarkısı;
Sezen Aksu - Seni Gidi Vurdum Duymaz

🎶


Göstere göstere bilediğin bıçak, bir gün elini kesecek.


🕊


"Benim..." dedim gözlerim anlık dudaklarına kayarak. Etli dudaklarının üzerindeki su taneciklerini diliyle temizlediğinde gözlerim gözleriyle buluştu. "...korumam ol, Kara Yağız."

Gözleri hafifçe kısılırken ağzımdan çıkan cümleyi anlamaya çalışıyor gibiydi. Omzunu okşamaya devam ettiğimde kafasını elime çevirdi. Ardından sırtını dikleştirerek tekrar benden uzaklaştı. Yine sırtı suyun altında ıslanıyordu.

"Bu işi hobi olarak yaptığını düşünmüyorum."

"Seni ilgilendirmez." dediğinde gülümseyerek kafamı salladım.

"Beni ilgilendirmez, evet. Ama canımı kurtarman karşılığında sabah sana yardımda bulundum, kabul etmedin." Gözlerimle bedenini süzmeye devam ettim. "Anladık, çalışmadığın parayı almak istemiyorsun."

"Hayatına muhakkak dokunan birine böyle yapışıp kalır mısın hep?" Kaşlarım havaya kalkmıştı.

"Yapışıp kalmak?" Ağzımı açıp tam sesli bir şekilde konuşacakken gözleri büyümüştü. Avucunu dudaklarımın üstüne basıp sesimi kestiğinde, "Sen gerçekten delisin." dedi. "Bak bir kadını burada görürlerse seni burada yerler. Kadın vücudunu görünce sapıtıyor buradakilerin hepsi." Yerimizi ifşa etmeyeceğime emin olduğunda elini ağzımdan çekti. Saçlarından akan damlalar yüzüne doğru kayarken, "Ama sen farklısın." dedim. "Sen sapıtmıyorsun."

"O yüzden bu konuda da şanslısın. Yine diyorum, o şansın her zaman dönmez."

Yaslı olduğum kapıya güçlüce biri vurduğunda yerimde sıçradım. Bir adım öne doğru gidip Yağız'a yanaştığımda, "Bitmedi işim!" dedi Yağız gür bir sesle.

"İçerideki Kara Yağız'mış lan..." Az önce kapıyı yumruklayan kişiyi aslan zannetmiştim; fakat çekinceli çıkan sesiyle kedi olduğunu anlamıştım.

Aslan, benim yanımdaydı.

Alt dudağımın içini dişlerken biraz daha inceledim onu. Suratındaki kanın çoğunluğu akan su sayesinde gitmişti. Geriye sadece yara izleri kalmıştı. Dudağında ve kaşındaki patlakları arşınladım gözlerimle. O ise çatık kaşlarla dışarıyı dinliyordu.

"Ne yıktı lan Taşkıran'ı!" diye konuştu içlerinden biri. "Taşaklı çocukmuş." Sessizce kıkırdarken Yağız'ın gözleri anlık bana değmişti.

"Hiç sorma." dedi az önce kapıya vuran kişi. "Ama biri gaza getirdi onu. Bir hatun bağırıyordu. Manitası falan mı ki acaba?"

Yağız, eliyle yüzünü sıvazladıktan sonra gözlerime baktı. "İnsanların diline düştük." dedi sessizce. Omuzlarımı silkerek tekrar arkama yaslandım. Ben şu an olduğumuz durumdan gayette memnundum.

İlk konuşan, "Taşkıran bunu yanına koymaz ama." dedi. Yağız, alayla yarım ağız gülerek dinliyordu onu. Taşkıran denilen herifi ciddiye almadığı çok açıktı.

"Neyse ne ya, çıkar kokusu zaten. Hadi gidelim. Bunun da çıkacağı yok içerden."

Adım sesleri birbirine karışırken en son kapının kapandığını da duyduk. Soyunma odasında yeniden baş başa kalmıştık. Yağız'ın çatık kaşları düzeldi. Omuzlarını düşürürken az önceki ettiği kavganın ağrısı belli ki baş göstermeye başlamıştı. Bir adım geriye giderek kendini tamamen suyun altına soktu. Arkasını dönüp ellerini duvara yaslayıp, başını öne doğru eğdi. O an ensesindeki dövmeyi fark etmiştim.

Dilimi keyifle dudaklarımın üzerinde gezdirirken bir iki adım atarak ona yaklaştım. Elimi ensesine koydum. Önce kafasını kaldırdı. Omzunun üzerinde bana bir bakış atarak döndükten sonra havada kalan elimin bileğini yakaladı. İkimizde suyun altında ıslanıyorduk.

"Hiç rahatsız olmuyor musun?" dedi dişlerini sıka sıka. "Daha tanımadığın bir adamla daracık bir kabinde ıslak haldesin. Üstelik çolak bir şekilde bana karşılık veremeyecek durumdasın. Korkutmuyor mu bu seni?" Benden rahatsız olduğunu gizleme gereği duymuyordu.

Bileğimi tutan eline baktım. Gevşeterek parmaklarını bileğimden çekti. "Seni tanımadığım doğru." dedim umursamaz bir tavırla. "Ama sen de beni tanımıyorsun."

Başını sağa sola sallayarak, "Normali beni bulmaz, delisi peşimden ayrılmaz." diye söylendi.

Saçlarından damlayıp yüzüne değen su taneleri odağımı kaydırıyordu sürekli. Üstelik bana çöpmüşüm gibi davranması da ayrı canımı sıkmaya başlamıştı. Derin bir nefes alarak ona doğru bir adım attım. Ne olduğunu anlayamamış bir vaziyette geriye doğru gitti. Sırtı duvara değdiğinde şaşkınca bana bakıyordu. Sıkışmanın nasıl hissettirdiğini artık o da biliyordu.

"Sana güzel bir iş teklifinde bulunuyorum ama sen bir teşekkür bile etmiyorsun." dedim huysuzlanarak. "Üstüne üstlük bir de azarlıyorsun beni."

"Kızım, sen üşüttün herhalde." dedi elini deli der gibi sallayarak. "Neredeyiz şu anda farkında mısın?"

Dudaklarımı bükerek yüzüne doğru yaklaştım. Afallamış vaziyette bana bakarken, "Öyle bir anlatıyorsun ki yanlış düşüncelere kapıldığını zannedeceğim." diye mırıldandım. "Yoksa kapılıyor musun?"

Dişlerini sıkarak yüzünü sağ tarafa çevirdi. "Sen, kaşınıyor musun?" dedi dişlerinin arasından. "Tövbe tövbe."

Kıkırdayarak geriye çekildim. "İş teklifimde ciddiyim." dediğimde cevap vermedi. Ben de daha fazla ısrar etmek istemiyordum. Biraz daha bu daracık kabinde kalırsak yanlış düşüncelere kapılacak olan bendim.

Sırtımı ona çevirip kapının sürgüsünü geriye çektim. Kapıyı açmamla birlikte dışarıya çıkardım bedenimi. Üstümden damlalar sızıyordu. Gördüğüm kırık bir boy aynasına yaklaşarak bozulan saçlarımı tek elle düzeltmeye çalıştım. Aynadan Yağız'ın da çıktığını görüyordum. Kilitli dolaplardan birini açtı. İçinden kıyafetler çıkardığında gözlerimi tekrar yansımama çevirdim. Kot elbisem, ıslandığım için büyük, koyu lekeler bırakmıştı üzerimde. Eve gidene kadar böyle idare etmem gerektiğini düşünerek aynadan ayrıldım.  Çıkış kapısına yürüyecekken, "Bekle." dedi Yağız. Duraksayıp omuzumun üzerinden ona baktım. Elindeki tişörtü kaldırıp, "Bunu giy." dedi. Tek kaşım havaya kalkmıştı. "Ayrıca alçın ıslandı. Yumuşayacağı için değiştirmen gerekecek." Koluma göz ucuyla bakış attıktan sonra tamamen ona döndüm. Elindeki tişörtü aldım.

"Dışarıda hallederim, sağ ol." demekle yetindim. Kafasını yavaşça salladığında elindekilerle az önce çıktığı kabine geri girdi. Kapıyı kapatmadan önce, "Ben çıkmadan, sakın dışarıya çıkma." dedi ve kapıyı kapattı. Alt dudağımı ağzımın içine doğru kıvırırken elimdeki gri tişörtle bakıştım. Acaba şimdi giyinse miydim? Aklımdan geçeni yapmaya karar vererek bulunduğum odanın en köşesine gittim. Kol askımı çıkardıktan sonra alçıma baktım. Elime bulaşan beyaz malzemeyi üzerimdeki elbiseye sildikten sonra elbisemi güç bela üzerimden çıkardım. Gri tişörtü, kolumdaki alçı yüzünden giymek çok daha zordu. Beyaz alçı şimdi tişörte de bulaşmıştı; ama yapacak bir şey yoktu. Tişörtün etek ucunu bacaklarıma doğru indirirken Yağız'ın girdiği kabinin kapısı açıldı. O da üzerini değiştirmişti. Şimdi yüzündeki yaralar daha çok kendini belli ederken bakışları ben de takılı kaldı. Derin bir nefes alarak gözlerini bu kez kaçırdığında kot elbisemi elime aldım.

"Alçı hep üstüme bulaştı." dedim keyifsizce.

"Benimle uğraşacağına aklını çalıştırsaydın bu yaşanmayabilirdi." Çenemi hareket ettirerek yanına doğru adımladım. Tekrar dolabını açmış, bir gömlek çıkarmıştı. "Dün giymiştim. Tertemiz değil ama beline sararsın."

"Neden?" Kaçamak gözlerle bacaklarımı işaret ettiğinde yanımdaki aynadan elbise gibi olan tişörte baktım. Kalçamı güzel kapatmıştı. "Bundan bir şey olmaz."

"Bundan?" dedi bir parmağıyla işaret ederek. "Sen bilirsin." Küçük bir sırt çantasını omzuna taktığında kapının kulpunu indirdim. Dışarıya çıktığımız anda kulağıma insanların sesleri çalmıştı. Yağız'la yan yana insanların arasından geçerken neredeyse tüm erkeğin bakışlarını bacaklarımda hissediyordum. "İşte bu yüzden demiştim." dedi çok bilmiş bir tavırla. Dudaklarım alayla kıvrıldı.

"Sen bacaklarım çıplak diye baktılar sanıyorsun değil mi?" Bunu onaylayacak şekilde bakıyordu bana. "Bu tür adamlar üzerime çarşaf geçirsem yine bakarlar, yine laf atarlar. Geç bunları." diyerek önüme baktım. O baskın kalabalığın arasından çıktıktan sonra bar merdivenlerini zar zor çıkmıştım. Kendimi dışarıya attığımda temiz havayla ferahladım. Hava, ıslak saçlarımı eminim hemen kurutacaktı.

"Taksiyle mi buraya geldin?" Onun sorusuyla kafamı kaldırıp suratına baktım; fakat Eymen'i hatırladığım anda dudaklarımı birbirine bastırıp onun arabasının olduğu yere baktım. Bulunduğum yerden arabanın içinde olmadığını görüyordum.

"Kesin beni arıyor."

"Anlamadım?" dedi Yağız üstüne alınarak.

"Arkadaşımla birlikte gelmiştim. Beş dakika bekleyecekti; ama..." Lafımı bilerek tamamlamadım. Yine çok bilmiş havalarına bürünecekti.

"Benimle uğraşana kadar-"

"Yine başlama." dedim sözünü keserek. Gülümsemesini benden saklamaya çalıştığına şahit olduğumda gözlerimi kıstım. Dudaklarımı aralayıp artık kibarlığı bir köşeye bırakacakken, "Meva?" diyen Eymen'i duydum. Yağız'la aynı anda onun tarafına bakmıştık. Eymen, beni çatılı kaşlarla süzerken dudaklarımı ıslatıp, "Ben de seni arıyordum." dedim.

"Sen ciddi misin?" demişti ters bir sesle. "Bana beş dakika sonra geleceğim dedin, on beş dakika oldu. Aklım çıktı bir şey oldu diye. "

"Abartma, Eymen." dedim gözlerimi devirerek. Histerik bir şekilde gülmüştü.

"Senin bu gamsızlığın yüzünden bir gün çok fena kavga edeceğiz." dediğinde sesli bir nefes verdim. Yağız'ın yanında bu muhabbeti yaşamak istemiyordum.

"Hadi, gidelim artık." Memnuniyetsiz bakışlarını benden çekerek yanımdaki bedene baktığında tanımaya çalıştı. Sırtını dikleştirmişti.

"Sen kafesteki Kara Yağız değil misin?" Yağız, sadece kafasını salladığında Eymen'in kaşları havaya kalktı. "Siz ikiniz birlikte ne iş?"

"Eymen..." dedim uyarı dolu bir sesle. Sabırla dilinin ucunu ısırarak yanımızdan ayrılmıştı. Arabasına doğru yönelirken Yağız'ın bal rengi gözlerine son kez baktım. Görüşürüz, demeyecektim. Çünkü görüşeceğimize adımın Meva olduğu kadar emindim.

Sırtımı dönüp ben de arabaya doğru ilerledim. Eymen, ters ters bakıyordu arabanın camından. Kaportanın önünden dolaştıktan sonra kapıyı açıp içine geçtim. Elbiseyi arka koltuğa atarak tekrar önüme döndüm. Araba çalışmamıştı. "Gitmiyor muyuz?"

Bir elini ensesinde gergince dolandırıp, "Sen bu adamı daha önceden de tanıyorsun, değil mi?" dedi.

Gayet rahat bir tavırla, "Evet." dedim.

"Nereden tanıyorsun?" derken ses tonu yavaş yavaş küçüldü. "Bir dakika." İşaret parmağını hafifçe salladı. "Seni kurtaran adam için Yağız falan diyordun sen, bu o mu?"

Keyifle yeniden, "Evet." dedim. "Beni kurtaran, kahramanım." Düşünceli bir ifadeyle arabayı çalıştırdığında mekanın çevresinde öne doğru hareketlenmiştik. Yağız, kapı önündeki güvenlikle konuşuyordu. Birkaç saniye sonra gözden kayboldu. "Neden ıslaksın peki? Tişört geçirmişsin bir de üstüne."

"Planlamadığım şeyler gelişti." derken dudaklarım kıvrıldı. Kafamı arabanın penceresine yasladım. İçim bir yandan huzursuzken, diğer yandan bugün keyfimde yerine gelmişti.

"Yarın..." Eymen'in sesine rağmen rahatımı bozmadım. "...bir toplantı yapalım. Ürün reklamını yapması için ünlü fenomenlere hediyeler göndereceğiz. En azından listeyi konuşalım."

"Olur." dedim kafamı camdan çekerek. "Şık bir kutu içerisinde gitmeli. Kutu tasarımını da konuşalım." Eymen, beni onayladığında karanlıkta akan yolu seyrettim. Bir an önce sabah olsun istiyordum. Tekrar işimin başına geçip ortalığı her zaman ki gibi kavurmak istiyordum.

Dün gece yenilenen alçıma bakış attıktan sonra saç düzleştiricimin fişini prize taktım. Isınmasını bekleyene kadar makyaj masanın üzerindeki telefonu elime alarak biraz sosyal medyada dolaştım. MV olan marka etiketime tıkladım. Birçok profilin paylaştığı yeni yazılar vardı.

'MV'yi yıllarca kullanırım. Kimi parfüm kokularının çalıntı olduğunu söylüyor, kimi de ürünlerin hayvanlar üzerinde denendiğini. Kimyasal içeriğinin derecesinden bahsetmiyorum bile. Bu işte bir tutarsızlık var. MV'nin web sitesinde yayınlanan kınama metnine katılıyorum!'

Dudaklarım kıvrılırken paylaşan kızın profiline bakmadan edemedim. Kendi fotoğrafı yoktu, animasyon bir karakterin resmini koymuştu. Profilden çıkarak başka bir yorumda gözlerimi gezdirdim.

'Bir kadının güçlü ve başarılı olmasını kimse çekemiyor. MV markasına yapılan bu karalama kampanyasını kınıyorum!'

'MV hep yenilikçiydi. Ürünlerin çıkmasından aylar sonra ona benzer ürünler çıkarıyordu. Bence MV birinden çalmıyor, asıl onun ürünlerini çalıyorlar.'

Aralarda bir iki kötü yorum görsem de keyfim yerine gelmişti. Neredeyse herkes arkamdaydı. Düzenlenen lansmanda da mesajımı çok güzel vermeye çalışıp bu işten sıyrılacaktım; ama Adem Kırımlı rahat durmayacaktı. Onun için çok değerli olan arsayı benden almak için her şeyi yapacağını biliyordum artık.

Boynumu esneterek telefonu elimden bıraktım. Ayağa kalkıp makyaj masasına yöneldim. Düzleştiriciyi elime alıp saçlarıma götürdüğümde kaşlarım çatıldı. Parmağımın ucunu korkakça iç seramiğine değdirdim. Beklediğim gibi parmak ucum yanmamıştı.

"Bozuldun mu sen ya?" diye düzleştiriciye söylenmiştim resmen. Arka kablosuyla oynamama rağmen çalışmasına dair bir belirdi yoktu. Sesli bir nefes verip fişi çektim. Yeni bir düzleştirici almam gerekiyordu. Bugün toplu saçlarla idare edecektim artık. Tel tokalarla saçıma güzel bir topuz yapmayı becerirken düşünceli bakışlarım yeniden düzleştiriciyle buluştu. Çöpe atmayı düşündüğüm makinayı, atmaktan vazgeçmiştim. Dudağımın kenarı kıvrılırken, "Bir tamirciye götürelim." dedim kendi kendime konuşarak. "Belki tamir olursun." Düzleştiriciyi bez bir çantaya koyduktan sonra geri kalan eşyalarımı toparladım. Eşyalarımı ve özellikle saç düzleştiricimi unutmadan merdivenlerden aşağıya indim. Kahvaltı pek yapamazdım. Önceden zamanım olmadığı içindi; fakat yapmamaya da alışmıştım, yiyesim belki de o yüzden gelmiyordu. Derin bir iç çektikten sonra evin çıkışına doğru adımladım. Şirkette bir kupa kahveye kendimi hazırlamıştım bile.

Çağırdığım taksi kapı önünde beni bekliyordu. Binerek şirketin yolunu tuttuk. Gözlerim etrafı inceliyordu usulca; fakat aklım düşüncelerle boğuşuyordu. Parmağımı şakaklarımda gezdirerek kendimi bugüne hazırlamaya çalıştım. Toplantı yapılacaktı ve biraz yoğun geçeceğini tahmin ediyordum. Üzerime birden yapışan bu tembelliği nasıl atacağım konusunda bir bilgim yoktu. Dört elle sarıldığım işlere bugünlerde göz ucuyla bakasım dahi gelmiyordu.

"Geldik, hanımefendi." Taksi şoförünün sesiyle gözlerim arka koltukta, dikiz aynasından onunla buluştu. Hazırda tuttuğum parayı ona verdikten sonra, "Üstü kalsın." diyerek araçtan indim. Kapıyı peşimden kapatırken Melih'le karşılaşmıştım. O da tıpkı benim gibi taksiyle gelmişti.

"Hayırdır?" diyerek arkasına baktım. "Araban nerede?"

"Sorma..." derken yanıma yaklaşmıştı. Şirketin merdivenlerini aynı adımlarla ağır ağır tırmandık ikimizde. "Dün iç ve dış temizlik için adamlara bıraktım, sikmişler arabayı." Kaşlarım havaya kalkmıştı. "Gençlerden biri arabayı al, bir tur yapayım diye sür, sonra da kör gibi ağaca çarp."

"Çocuğa bir şey olmamış değil mi?"

"Yok, çocuğa bir şey olmamış ama arabayı perte çıkarmış."

"Bana bak." dedim şirketin kapısından içeri girerken. "Çocuktan falan parasını isteme bak. Durumun gayet iyi."

"Sen beni Eymen'le karıştırdın herhalde."

"Ne bileyim?" dedim. "Herhalde öyle oldu."

"Çok şükür param var. Tabii gidip ben yaptıracağım. Zaten eti ne budu ne onun?" Dudaklarım kıvrılırken elimle omuzunun sivri yerini okşadım.

"En iyisini yapıyorsun."

"Öyle de... Bir yandan da ders çıkarsınlar istiyorum. Hadi ben anlayışlıyım, yarın başka birine aynısını yapsalar ne olur?" dediğinde dudaklarımı büktüm.

"Sen iyisini düşünür, bulursun." dedim tebessüm ederek. Melih, yüreği güzel bir adamdı. Her şeyimi çok anlattığım biri belki değildi; ama başım sıkışsa ilk yardımıma koşacak olanlardandı, bunu biliyordum. "Direkt toplantıya geçeceğiz. Sonra şirket dışında bazı işlerim var." dedim aynı zamanda toplandı odasına doğru adımlayarak.

"Yanlış anlama; ama bu aralar şirketten daha çok bulunuyorsun dışarıda. Hani sevgilin var desem..." Dudaklarını büküp tekrar eski hane çevirdi. "...sen sevgilin olduğunda dahi işlerden başını kaldırmazdın. Ne oluyor cidden?" deyip göz kırpmıştı.

"Abartma Melih. Ufak tefek işleri halletmem gerekiyordu bu hafta." dedim gülerek. Pek inanmıyordu bu söylediğime. Gözlerini önüne çevirirken toplantı odasına doğru giriş yaptık. Sadece Hazal vardı.

"Günaydın."

"Günaydın." diyerek elleriyle kıvırcık saçlarını dağıttı.

"Sana pek gün aymamış gibi; ama neyse." dedi Melih sandalyeye yerleşerek.

"Geceden kalmayım." diye açıklama yaptığında Hazal, dudaklarını ıslattı. "Hafta içi içmemem gerekiyor; ama dün arkadaşlarla takılınca mecbur kaldım." dedi bana doğru.

"Hep yaptığın şey değil sonuçta." deyip bacaklarımı üst üste attım.

"Bilge ve Eymen katalogları getirecek. Ayrıca influencer ürünleri için kutu istemişsin. Onun örnekleri de gelecek." dediğinde Eymen ve Bilge elleri dolu vaziyette içeri girdiler. İkisinin de alınlarındaki küçük saçları terden ıslanmıştı.

"Yok böyle bir hava!" diye sitem edip elindeki kutuyu masaya bıraktı Bilge. İki elini yelpaze gibi kullanarak yüzünü serinletti.

"Hava resmen tatile gidin, diyor." diyerek karşıma yerleşti Eymen.

"Az kaldı, yakında hepiniz izinlerinizi kullanabilirsiniz."

"Belki birlikte bir tatil yaparız." dediğinde Eymen, pek istekli değildim. Bu düşüncesine karşı bir cevap vermediğimde artık herkes yerleşmişti.

"Bu karalama kampanyası ile ilgili bir gelişme var mı?" diye sormuştu, Melih.

"O iş yaş. Uğraşıyorlar; ama hiçbir şey çıkmıyor." dedi Hazal. Ardından aynı anda hepsinin bakışları bana döndü. "Sen ne yaptın Adem işini?" demişti Hazal.

"Yapıyorum bir şeyler." dedim hâlâ durumu açıklamayıp.

"Bir de gizlemez mi? Bitiriyorsun bizi." diyerek önündeki kutuyu açtı Bilge. "Neyse en iyisi biz işimize odaklanalım." Kutunun içinden bir deste katalog çıkarıp masanın üzerine bıraktı. Elden ele dördümüze ulaşmıştı. Masaya koyup kapağını inceledikten sonra sayfalarını çevirmeye başladım.

"Gayet güzel görünüyor." dedim sayfaları çevirmeye devam ederek. Hazal, iyi iş çıkarmıştı.

"Kapağa özellikle en iyi çıkış yapacağını düşündüğümüz ruju koydum. Her sene rujun çokça ön planda oluyor ve büyük bir kesim şu an bu ruju bekliyor."

Hazal'ın dediğini başımı sallayıp onayladım. Kataloğun son sayfasına geldikten sonra üzerine hafifçe vurdum.

"Katalog dağıtım planı bir an önce oluşturulsun." Verdiğim komutla hepsi beni onaylamıştı. Reklam amaçlı hediye ürün kutularını da güzel bir şekilde seçmiştik. Ürünlerin içine yerleşmesine kadar gayet özenilmişti. Buradan bile bir artı kapacağımızı biliyordum.

"Şaka bir yana bir sezon daha yaklaşıyor." dedi Melih geriye yaslanarak.

"Bir ay dinleniyoruz, bu kez diğer sezon için çalışıyoruz." deyip kafasını gülerek salladı, Eymen. "Yoruluyoruz; ama değiyor."

Öyleydi. Bu tatlı telaş en azından bana çok iyi geliyordu. Oldum olası oturmayı seven bir tip değildim. Sürekli bir şeyleri yapmak için uğraşırdım. Hırslıydım, istediğimi almak isterdim. Bir kadın olarak kurtların olduğu bu sektörde çok kez yalpalasam da şimdi iyi bir konumdaydım.

"Senin alçı ne zaman çıkacak?" diyen Bilge'ye döndü
bakışlarım.

"Haftaya."

"Lansmana kadar çıkar mı acaba?"

"Hesapladım. Lansmandan önce çıkıyor." dedim ayağa kalkıp. "Toplantı bitmiştir." Sandalyemi geriye çekip masadan uzaklaştım.

"Odana mı geçeceksin?" diye sordu Eymen merakla.

"Hayır, dışarıda işlerim var."

"Bu aralar çok sık olmaya başladı bu işler." dedi Bilge alayla. "Manita varsa bilelim."

"Meva, bir erkek için ne zaman işini gücünü bıraktı?" dedi Hazal gözlerini devirerek.

"Belki bu sefer farklı canım. Olamaz mı?"

"Arkadaşlar..." diyerek sesli bir nefes verdim. "Ben çıkıyorum." dediğimde Bilge dudaklarını birbirine bastırdı. Hafif bir tebessümle birlikte odadan çıktım.

Şirketten çıkmadan önce saç düzleştiricimi koyduğum torbayı odamdan almıştım. Şimdi bir taksinin içinde elektrikçi dükkanına varmayı bekledim. Yağız'ın orada olup olmadığını bilmiyordum. Şans niyetine gidiyordum sadece. Lacivert renkle yazılan dükkanın adını görmemle birlikte taksi şoförü arabayı durdurdu. Ona ücretini verdikten sonra kapımı açıp aşağıya indim. Kapıyı tekrar kapattığımda taksici uzaklaşmıştı. Elimdeki bez torbanın sapını sıkıca tutarak kaldırımda yürüdüm. İnce topuklarım bozuk kaldırımın çıkıntılarına girse de ustaca adımlamıştım. Dükkanın sonuna dek açık olan kapısından içeriye girdiğimde Yağız, eliyle sakallarını sıvazlıyordu. Ertuğ'nun bakışları beni bulduğunda kaşları havaya kalktı.

"Meva?" dedi aynı zamanda kendi de ayağa kalkarken. Yağız'ın gözleri de bana döndüğünde tamamen içeriye girdim.

"Kolay gelsin." dedim dükkanın içine kısa bir bakış atıp.

"Sağ ol." diyerek aceleyle boş olan diğer sandalyeyi gösterdi. "Otursana." Dudaklarımı birbirine bastırarak Ertuğ'u dinleyip Yağız'ın tam karşısına geçtim. İfadesizce suratıma bakıyordu. "Bu kez Yağız'a denk gelebildin." diyerek keyifle konuştuğunda Ertuğ, omuzlarımı silktim.

"Onun için gelmemiştim." Dudaklarını ıslatıp sırtını geriye yasladığında Ertuğ'a bakıp elimdeki torbanın içinden düzleştiricimi çıkardım. "Sabah çalışmadı, tamir edilebilir mi acaba?"

"Bir bakmak lazım." deyip düzleştiriciyi Yağız'a uzattı. "Sen bir bak, ben çay söyleyeyim buraya." Yağız oturduğu yerden kalkıp Ertuğ'la yer değiştirdi. Ertuğ kapıdan çıkıp birine el işareti yaptığında tekrar Yağız'a baktım. Resmen beni tanımamış gibi davranıyordu. Düzleştiricinin fişini prize takarken yeniden dükkana girdi Ertuğ. "Ee, ne var ne yok? Nasıl oldu kolun?" dedi tüm samimiyetiyle.

"Ufak bir ağrı var. Ama haftaya alçıdan çıkacak. O zamana kadar geçer diye umuyorum."

"Geçer geçer." dedi kafasını sallayıp. "Benim de bacağım çatlamıştı. Üzerine basmama rağmen geçtiyse seninki hayli geçer."

"Umarım." dediğimde bir adam elindeki gümüş rengindeki tepsiyle içeri girdi. Üç bardak çay vardı.

"Önce misafirimize." dedi Ertuğ kibarca. Adam bardak altıyla birlikte yanımdaki masaya bıraktı. Diğerlerine de dağıttıktan sonra dükkandan çıkmıştı.

"Siz ne yapıyorsunuz, işleriniz nasıl?" dedim sımsıcak çaydan rahat bir yudum alarak.

"Allah'a şükür diyelim. En azından karnımız doyuyor." deyip  göz ucuyla Yağız'a baktı. Sesli bir nefes verip o da çayından yudumladığında Yağız'ın uğraşmaya başladığı makineme baktım. Sapını kontrol ediyordu.

"Temassızlık var." dedi ilk defa sesini bize duyururken. "Kabloyu çok hor kullanmışsın."

"Ama dıştaki kablo zarar görmemiş."

"Çok eğilip bükülünce de bozulur bu şeyler." dedi ağız ucuyla. Zahmet ediyordu benimle konuşmak için!

"Tamir olur mu peki?"

Basit bir işmiş gibi ifadeye bürünmüştü yüzü. "Hallolur." Makineden kafasını kaldırıp yüzüme baktı. "Bunu bırak, yarın alırsın." dediğinde bacaklarımı üst üste attım.

"Beklerim."

"Sen bilirsin." dedi sadece. Tüm ilgisini elindeki makineye verirken ara sıra çayından yudumluyordu.

"Unutmadan akşam bahsettiğim eve gidelim." dedi Ertuğ.

"Benim akşam bir işim var." dediğinde Yağız, Ertuğ'un kaşları çatıldı.

"Ne işiymiş?"

"Sana ne oğlum? İş işte."

"Bana bak." diyerek önündeki çayı kenara itti Ertuğ. "Sıkıntıdan yine birine dalaşma. Zaten şu haline bak, çarşamba pazarı sanki." Yağız göz ucuyla beni işaret ettiğinde Ertuğ'un gözleri kısıldı. "Ben söylemesem kız görmüyor mu o yüzünü? Hayır, kim yaptı onu da demiyorsun. Söylesen belleteceğim adamı." Yağız'ın kafes dövüşü yaptığını bilmiyordu. Bunu Yağız'la göz göze geldiğimde daha iyi anlamıştım. Bunu ortaya çıkarmadığımdan olsa gerek şimdi doğrudan, rahatça suratıma bakıyordu Yağız. "Bu adam böyle işte, Meva. Ara sıra yüzü bu halde gelir." Tebessüm etmekte çareyi bulurken aklıma başka bir konu gelmişti. Her ne kadar o benimle konuşmak istemese de ona bunu soracaktım.

"Evi ne yaptın?"

Kabloyu makineden tamamen ayırdı. "Bir hafta müddet verdi. Ev bakıyorum." diye mırıldandı yüzüme bile bakmadan.

"Teklifim hâlâ geçerli." dediğimde duraksamıştı. Çok uzun sürmemişti, tekrar işine koyulduğunda Ertuğ merak etse de sormamıştı bu teklif meselesini. "Ortak mısınız?" derken yeniden gezdirdim gözlerimi raflarda.

"Sahibi benim ama kardeşimle ortak sayılırız." dedi Ertuğ keyifle. "Aynı mahallenin çocuklarıyız. Çocukluğumuzdan beri kopmadık."

"Ne güzel..." derken dudaklarım kıvrıldı. "Bunca yıl arkadaşının somurtkan tavrını iyi çekmişsin." Ertuğ kıkırdarken ben de gülmüştüm. Yağız, sabır dilenerek tamir kutusundan başka bir malzeme çıkardığında, "Aha!" dedi Ertuğ. "Seninki geldi."

Dediğinden bir şey anlamadığımı düşünecekken, "Kolay gelsin..." dedi bir kadın sesi. Kapı ağzına gözlerim döndüğünde elinde bir tabakla içeriye girmişti kadın. Tabağın üstü peçeteyle kapatılmıştı. Dizlerinin altında biten büyük çiçek desenli elbisesi, içerideki vantilatör sayesinde hafif hafif uçuşurken, "Sağ ol, Selvi." deyip ayağa kalktı Ertuğ.

"Size börek getirdim. Bu saatte iyi gider."

"Niye zahmet ettin?" derken tabağı elinden aldı, Ertuğ. "Geç otur, haydi." Selvi, gülümseyerek karşıma oturdu. Gözleri Yağız'a kaydığında, "Kolay gelsin." dedi ona da.

"Sağ ol, Selvi."

"Yüzün?" Gözleri kısılmıştı Selvi denen kadının. "Yine yaralanmışsın."

"Ee, Yağız efendinin yüzünü bir gün sağlam görsek kıyamet kopacak çünkü."

"Ertuğ." Uyarıcı bir ses tonuyla arkadaşının adını söylerken Ertuğ tabaktan bir börek aldı. Isırıp çiğnemeye başladığında, "Valla ellerine sağlık." dedi. "Sen de olmasan, midemiz bayram etmeyecek."

Selvi, utanarak Yağız'a bakıp, "Sen yemeyecek misin?" diye sordu. Yağız, tabağa bakış attıktan sonra omuzlarını düşürüp, "Bir tane alayım." dedi. Selvi, pür dikkat Yağız'ın yediği böreği izlerken, Ertuğ göz hizama tabağı sokmuştu.

"Meva, sen de bir bak tadına." Kafamı olumsuzca sallayıp, "Sağ ol." demekle yetindim.

"Yoksa sevmiyor musun? Kadınlar yağlı şeyleri yememeye dikkat eder falan genelde." diye bana takıldığında kafamı olumsuzca salladım.

"Sadece canım istemiyor." deyip yeniden Selvi'ye baktım. İçi gidiyordu Yağız'a bakarken. Ellerini kucağında birleştirip oturduğu yerde hareketlendi.

"Beğendin mi?"

Yağız, son lokmasını çiğnedikten sonra, "Ellerine sağlık." dedi.

"Çok beğendiysen yarın bir daha yaparım." dediğinde Ertuğ keyifle ikisini izliyordu.

"Sürekli zahmet ediyorsun, gerek yok."

"Ne zahmeti canım? İçimden gelerek yapıyorum." dedi iç çekerek. Yağız, ağzındaki son lokmayı da çiğnedikten sonra tekrar makinemle ilgilendi.

"Meva? O gördüğüm şirkette böyle parfüm falan mı üretiliyor?"

"Üretim değil; ama üretimden önceki tasarımlar orada yapılıyor. Ayrıca makyaj malzemeleri de yapıyoruz, yani tek parfüm değil." Selvi, ben konuşurken tüm ilgisini bana çevirmişti.

"Sen ne iş yapıyorsun orada?" dediğinde Ertuğ, geriye yaslandım.

"Oranın sahibiyim. Yani patronu." Ertuğ'un dudakları aralanmıştı.

"O koca şirket?" dedi teyit etmek istercesine. Gülümseyerek kafamı salladım. "Bir kadın olarak bunu başardığın için seni tebrik etmek istiyorum." deyip elini uzattı. Keyifle tokalaşmıştık.

"Ee, siz nereden tanışıyorsunuz?" diye dahil oldu Selvi konumuza.

"Bizim delikanlı Yağız'ımız, Meva'nın hayatını kurtardı." Selvi'nin kaşları havaya kalkarken Yağız'ı kontrol edip yeniden bana baktı.

"Geçmiş olsun." dedi kibarca.

"Sağ ol."

"Yağız, böyle şeylere sırt çeviremiyor. Gerçekten iyi bir insana denk gelmişsin." demişti.

"Ya... Öyle, öyle." dedim imâyla. Yağız'ın gözleri kısıldığında keyif duymuştum.

"Sen de onlarla aynı mahallede misin?"

Kafasını salladı yavaşça. "Evet. Birlikte büyüdük sayılır."

"Ne güzelmiş..." diye mırıldanırken kapı ağzındaki seslerle gözlerimi oraya çevirdim. O gürültünün telaşıyla birlikte tam sayamamıştım; ama beş kişi gibilerdi. En önde Taşkıran vardı.

Taşkıran.

Oturduğum yerde ayağa kalktığımda, "Selamünaleyküm!" diyerek içeriye girdi Taşkıran. En son arkada kalan adam kapıyı kapattığında Yağız'a baktım. Kaşları çatılmıştı. Masanın arkasından çıkarak beni ve Selvi'yi arkasında bıraktığında, "Ne oluyor?" dedi olanı biteni anlamak için Ertuğ.

"Senin ne işin var burada?" Yağız, Taşkıran'la karşı karşıya gelip bunu sorduğunda, Taşkıran adice sırıttı.

"Senden bir şey isteyeceğim, sen de yapacaksın." Derin bir nefes aldım. Arkalarındaki iki adamın elinde odun parçası vardı.

"Çık buradan."

"Yağız, kim bunlar?" diyerek Yağız'ın yanına yaklaştı Ertuğ. Ona cevap verecek biri yoktu.

"Önce isteğimi kabul et, sonra uslu uslu çıkayım. Bu akşam ki maçta bile bile yenileceksin." Gözlerim kısıldı.

"Yenileceğini bir kez daha anlayınca adamlığı bu çarede mi buldun?" dedim dayanamayıp Yağız'ın arkasından.

"Meva!" Yağız, kafasını yarı bir şekilde bana çevirip öldürücü bir bakış atmıştı. Adımı dudaklarından ilk kez bu şekilde duymak tatsızcaydı.

"Ooo! Ringde ona destek veren kişi sen miydin yoksa?" dedi alayla. Ardından yüzünü sert bir ifadeye sokup benim üzerime adımlamaya çalıştı. "Senin de parmağın var yenilmem de."

"İkile." Yağız, aramıza girerek beni korurken sırtı göğsüme yaslandı.

"İkile? O zaman akşam ki maçı bana veriyorsun?" dedi sorar gibi.

"Sana maç falan vermiyorum, adam gibi ya kazanırsın ya da yenilgiye mahkum olursun."

Taşkıran, boynunu esnettikten sonra, "Sana teklif sundum, kabul etmedin." dedi. Ardından ellerini beline yerleştirerek, "Dağıtın, ulan!" diye bağırdı. Arkadaki adamlar ellerindeki odunla raflara vurduğunda tüm malzemeler yere dökülmeye başlamıştı.

"Lan! Lan ne yapıyorsunuz siz?" Ertuğ, dükkanı birbirine katan adamlara yanaşmak isterken elleri boş olan iki adam Ertuğ'u tuttu. Yağız da boş durmayıp onlara engel olmaya çalışıyordu. Selvi, irkilerek masanın arkasına geçerken, "Yağız!" diye bağırdı.

"Sana söyledim! Geri çekileceksin, dedim!" Dükkanın camı tuzla buz olmuştu. Gürültülü sesle birlikte bir elimle kulağımı kapatmaya çalıştım.

"Durun!" diye bağırdım onlara doğru. "Durun!" Ama sadece Taşkıran'ın dikkatini çekmişti sözlerim. Bana doğru keyifli bir adım atacakken Yağız, onu tutan adamın karnına sert bir tekme attı. Adam iki büklüm olmuştu. Yanıma hızla vararak bu kez yumruğunu Taşkıran'a çevirdiğinde geriye doğru düştü, Taşkıran.

"Masanın arkasına geç!" diyerek beni geriye itmeye çalıştı, Yağız. O sırada Taşkıran'ın öfkeyle doğrulurken cebinden çıkardığı aleti gördüm. Mekanizmasına bastığı anda ucu parıldayarak meydana çıkmıştı.

Çakının ucu Yağız'a doğruydu ve Yağız bunun farkında bile değildi.

Continue Reading

You'll Also Like

5.8K 1.9K 14
Onu öldürmek isteyen bir adamdan kaçarken kaza geçiren Gece, gözlerini açtığında hafızasını kaybettiğini farkeder. Kendini bir anda sindirilmiş bir k...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

717K 35.4K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
784 293 47
✨WATTPAD ROMANCE TR OKUMA LİSTESİNDE✨ Kelebek kuşun acılarını gören yeryüzündeki tek canlıydı... Luna aşkın en can yakan kısmının aslında ayrıldığı g...
850K 58.7K 35
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...