the kingdom love, hyunin ✓

By kenyusiimii

196K 25K 30.4K

majesteleri, sizi seviyorum. | royalty More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6 F'

1.1

4.9K 674 601
By kenyusiimii

"Jeongin!" diyerek odanın içinden gelen sesle kapıyı aralayıp içeride kağıtlarla savaş veren Majestelerine baktım. Her taraf kağıt olmuş, toparlamaya çalışıyordu.

Durumu özet geçmek gerekirse minik o kaçamaktan sonra saraya dönmüş, 1. Prens yani artık tam adıyla Hyunjin, Majesteleri ile konuşup işleri beraber yürütmeyi öne atmıştı.

Şimdi ise yaklaşık iki gündür bu tonlarca kağıtlarla savaş veriyordu ve bende odasının kapısının önünde onu bekliyordum.

İçeri uzattığım başıma bakıp ofladı. "Gelsene. Ölüyorum galiba."

"Yine kağıt savaşı mı?" derken içeri girmiştim. Kafasını sallayıp elinde toparladığı kağıtları da fırlattı. Onlarda diğerleri arasında kaybolurken göz devirdim.

Bu yaşta bu zeka

"Hepsini karıştırdım!" Sinirle bana baktı. "Muhafız düzenini okurken yanlışlıkla saray mutfağına geçmişim, patlıcanlarla uğraşırken buldum kendimi!"

İşte böyle zeki bir prense sahibiz

İşte veraset işte fazilet

Mal aq

"Kağıtları birbirine karıştırmayı nasıl başardınız?" dedim odanın her bir yerine dağılmış parçalara göz atarak. Cidden, en son hatırladığım ona hepsi ayrı ayrı, takım olarak gelmişti ama şu an sadece bir tomar yığın vardı.

Omuz silkti. "Anlamadım ki. Aynı sandım hepsini, üst üste koymuştum sonra bacağımla çarpınca hepsi dağılıp birbirine girdi."

"Bravo," dedikten sonra iç çekip yere eğildim. Kağıtlara baktım ama pek bir şey belli olmuyordu. Prens, "Bana ne ya!" diyerek kendini yatağına attığında göz devirerek geri kağıtlara döndüm.

Elime rastgele iki tanesini aldığımda onları iyice incelenmiştim ve bir şey fark etmiştim. Askeri düzen ile olan kırmızı renkte damgası vardı, mutfak düzeni ile olan yeşildi, saray yönetimi siyahtı. Böyle böyle değişik renklerle damgalanmıştı.

Yatakta uzanan prense kısa bir bakış atıp kırmızı damgalı olanları toplamaya başladım ilk. Odanın her bir yanına dağılmıştı cidden. İlk önce onları bitirip yeşillere geçtim. İlk kağıt tomarını masanın üstüne bıraktığımda çıkan sesten dolayı prens başını kaldırıp bana baktı.

Sonra kağıtları gördü. "Oha! Toparladın mı?"

Kafamı salladım. "Aynı konularla olanlar aynı renklerle damgalanmış, mesela bu kırmızı olanlar. Hepsi askeri düzenle ilgili."

Sonra elimdeki kağıdı kaldırıp yeşil damgayı işaret ettim. "Bunlarda mutfak düzeni ilgili olanlar. Ben onları toplarken siz hazırladığım kırmızı damgalı olanları sayfa sayısına göre düzenleyin."

Birkaç saat içinde Veliaht Prense düzenli bir şekilde gitmesi gerekti bu kağıtların, ilk görevi olduğu halde prens böyle bitmişse gerisini düşünemiyordum. Lafım biter bitmez eğilip diğer kağıtları toplamaya başladığımda, "Sen," diye düzeltti. "Siz değil sen. Arkadaşız biz, unuttun mu?"

Kafamı salladım. "Pekala."

Hemen diyemesemde bu duruma alışacaktım, prens kalkıp dediğim gibi kırmızı damgalı kağıtları sayfa numarasına göre dizmeye başladığında bende renkli gruplara ayırıyor aynı zamanda olayın daha çabuk bitmesini sağlıyordum.

Ondan önce bitirince yanına geçip sarı damgalı olanları sayfa numarasına göre sıralamaya başladım. Tahmin ettiğimden daha zordu ancak alışmıştım.

"Bir mavi eksik," dedi bana bakarak. "Odada bir yerlerde kağıt var mı? Elli yedinci sayfa eksik."

"Emin misin?" derken ayağa kalkmıştım. Kafasını salladı. "Evet, baktım ama yok. Burada olmalı."

"Dur, bulayım ben."

O beklerken ben odayı turlamaya başlamıştım. Görünürde bir şey yoktu ta ki masanın altına giren minik kısmı görmemle beraber. "Buldum!" dedikten sonra eğilip kağıdı alarak prensin önüne bıraktım.

O geri işine dönerken düzenlediğim sarıları dikkatlice kaldırarak yere yan yana koyduğumuz diğer kağıt tomarların yanına yerleştirip prense baktım. "Onlar bitti mi?"

"Bitti," dedikten sonra her iki tarafa düzenlediği kağıtları birleştirip ayağa kalktı. "Şunlar geri bozulmadan hyunga bırakalım. Al birini, diğerlerini de muhafızlar alsın."

Eğilip bir tanesini kucağıma aldım. Prens önden çıkıp muhafızlara haber etmiş onlarda diğer tomarları alırken hep beraber Veliaht Prensin çalışma odasına doğru ilerlemeye başlamıştık.

"Şşt Jeongin?" dedi odaya yaklaşırken.

Ona bakıp, "Efendim Majesteleri," dedim çünkü etrafımız insan doluydu ve burada ismi ile seslenip kellem alınsın istemiyordum.

"Sana tatlı ısmarlayacağım."

"Cidden mi?"

"Hım, evet. Kağıtları toparlamamda yardım ettiğin için."

"Oha, o zaman hep yardım ederim!"

Ben sevinçle yükseldiğimde prens halime gülmüş ve Veliaht Prensin odasının önüne geldiğimiz için durmuştu. Kapıyı çalıp hep beraber izin aldıktan sonra Seungmin tarafından açılan kapıyla içeri girmeye başladık.

Yanından geçerken göz kırpıp, "Naber yakışıklı?" demiştim ama o bir mal olduğu için popoma şaplak atarak kapıyı kapatmıştı. İç çektim. "Salak mısın mal mısın anlamıyorum ki."

Gidip kucağımda tuttuğum kağıtları diğerlerinin yanına bırakınca muhafızlar selam vererek odadan çıkmış biz kalmıştık. "Cidden hallettin mi?" dedi Chan hyung yani namı değer Veliaht prens ayağa kalkarak.

"Evet, zor oldu ama hallettik."

İnanamazca kağıtlara baktıktan sonra fark ettiği şeyle, "Tik?" diye konuştu. Prens beni yanına çekti. "Jeongin yardım etti."

"Ah tabi, tek senden beklemek zor olurdu."

"Üzüyorsun bak."

"Hyun, yapmak istemiyorsan zorunda değilsin?"

"Ne alaka?" deyip omuz silkti büyüğüne karşı. "Yapmak istiyorum, normalde çoktan hallolurdu ama sakarlığım yüzünden bütün kağıtlar odanın her bir yanına dağıldı."

"Okudun mu peki?" diyen Chan hyungla kafasını salladı. "Okudum ama mutfak düzeninde birkaç gariplik var. Onları düzeltsek iyi olur."

Şokla prense baktım

O kadar yığını nasıl okumuştu lan

Yuh

"Nasıl yani?"

"Şöyle ki yemek düzeninde muhafızlar için zinde olsunlar diye ayrı bir program uygulanmış ancak şekerli şeyler düşük tutulmuş. Ama tatlı enerji veren bir besin bu yüzden onun arttırılması lazım."

Veliaht prens hiç bilmediği bu yemek düzeni ile bize dönüp, "Doğru mu?" diye sorduğunda ben aşağı yukarı sallarken Seungmin sağa sola sallamıştı.

Ya yemin ederim mal bu çocuk

Doğarken kesin başını falan vurdu

Başka açıklaması olamaz yani

İki kardeş halimize güldüklerinde Seungmin konuya el attı. "Jeongin tatlı delisi olduğu için ona doğru ama ben olmadığım için yanlış Majesteleri."

"Ama enerji seviyeleri arttırılmalı!" diyerek olaya dahil oldum. "Herkes yerken biz neden bakıyoruz, tatlı enerji vermenin yanında yemekten sonra bir hediye gibi. Bence olmalı."

"Jeongin haklı."

1. Prens beni onaylarken ona dönüp gülmüştüm o ise göz kırpıp abisine bakmıştı. Dördümüz odada bir süre bunu istişare ederken en sonunda Veliaht prens, "Ben halledeceğim," diyerek bizi odadan çıkarmıştı.

Seungmin üstümüze kapıyı kapatırken ona dil çıkarıp önüme döndüm. "Seungmin'i öldürürsem zindana atılır mıyım?"

"Neden?"

"Kesin Veliaht Prensin aklını karıştırıp tatlı fikrini iptal edecek! Pis herif!"

Ben söylenirken prens halime gülüp kolumdan tutarak ikimizi bahçeye çıkarttı. Beraber etrafı dolaşıp koca sarayı turlarken bugünkü muhafız taliminin yapıldığı alana gelince gözlerimi etrafta gezdirdim.

Minho hyung hiç korkmadan ok atan insanların önünde yürüyor bağırarak onlara nasıl yapmaları gerektiğini anlatıyordu. Şaşkınlıkla bu hareketine bakarken kenarda oturmuş buruşuk yüzle ayağına bakan Jisung'u fark edince prense döndüm.

"Jisung'un yanına gitsem olur mu?"

Dememle beraber Jisung'a bakıp kafasını salladı. "Gidebilirsin."

Başımı eğip ok atan kişilerin arkasından dolaştıktan sonra arkadaşıma yaklaşmaya başlamıştım. Bu sırada 1. Prensin geldiğini gören herkes hareketini kesip ona selam vermişti.

"Ne oldu lan sana?" deyip yanına varıp karşısında diz çöktüm.

İnledi. "Ayağımı incittim ya, yemin ederim bu dünyaya kahır çekmek için geldim ben. Başka bir şey yok."

Kaşlarımı çattım. "Nasıl becerdin bunu?"

Bir yandan da elimle tuttuğu ayağının üstünü yoklamıştım. Bileği morararak şişmişti. Jisung'un elinden buzu alarak kendim tutarken ofladı.

"Minho hyungum kedileri beni kovalıyordu, onlardan kaçarken düştüm."

İç çektim. "Yirmi iki yaşındaki adam değil iki yaşındaki çocuk gibi davranıyorsun yemin ederim."

"İki yaşındaki çocuk yürüyor mu be?"

"Yürür tabi mal! Ben yürümüşüm."

"Onu kim dedi?"

"Changbin hyung."

"Lan o daha dört yaşındaydı neyi hatırlıyor amına koyim, keklemiş seni. Çıksın şu baba kafasından."

Mantıklıydı, peki ben niye inandım o zaman amk

Susup sadece şişliğe bastırırken fark ettiğim şeyle kaşlarımı çatıp kafamı kaldırarak Jisung'a baktım. "Kediler mi? Minho hyungun kedisi mi var?"

Güldü. "He, hemde üç tane. İsimleri bile var, Soonie, Doongie, Dori."

"Beklemiyordum."

"Bende. Ama bir gün yine sarayı keşfederken denk gelmiştim, onları besliyordu."

"Tatlış," diye mırıldanıp yakıcı güneşin altında ayağa kalktım. Jisung ayağını uzattığı için buzu öyle bir pozisyonda bırakmıştım ki o ellemeden duruyordu. "Neyse," deyip Minho hyungla konuşmasını bitirip buraya doğru ilerleyen prense baktım, "Dikkat et kendine, odaya gitmek istersen birini gönder gelip kucağıma alayım seni. Basamazsın sen ayağının üstüne."

"Beni kucağına kaldıramazsın ki."

"Tüy kadar bir şeysin, boş yapma abisi."

"Yürü git."

Bağırarak koluma vurduğunda ona gülüp prense doğru ilerlemeye başladım. Karşısına geldiğimde, "Neyi varmış?" diyerek Jisung'a bakıp atmıştı.

Omuz silktim. "Yaramazlık yaparken yaralanan çocuklar gibi. Minho hyungun kedilerinden kaçarken ayağını incitmiş. Oturuyor şimdi."

Kıkırdadı. "Soonie ve çetesi onu neden kovalıyormuş? Kızdırmış olmalı."

"Bilmem, sormadım." Yüzüne baktım. "Şimdiki durağımız neresi? Nereyi turluyoruz?"

Cevap vermeden kendi halinde düşünmeye başladı bende kafamı yukarı kaldırmış yüzünü inceliyordum ki, "Gel," dedi aniden. "Seni bir yere götüreceğim."

Lafı biter bitmez ilerlemeye başladığında arkasından hızla atıldım, "Umarım saray dışı bir yer değildir," dediğimde kıkırdadı ve kafasını salladı. "Hayır değil, ama biraz uzak."

Pekala, bu sorun değildi.

Sessizce onu takip ederken sarayın içinde uzun bir süre ilerlemiştik, ardından ana binaya girdik art arda. Kaşlarım çatıldı, bana burada ne gösterebilir diye düşünüyordum ki Prens binanın içinden dolandırarak bizi daha önce hiç görmediğim bir odaya soktu.

Ardından kapıyı kapatınca ona baktım. "Burası neresi?"

"Geldiğimiz yer burası değil ama az kaldı."

"Burayı daha önce hiç görmemiştim," dedim odanın içinde dönerek. Bir sürü sandıklar, kitaplar ve eşyalar vardı. Odayı keşfedişim bittikten sonra geri prense baktım. "Tam olarak neresi burası?"

İç çekti. "Sarayın en sağ kısmındayız, burası da depo gibi bir yer."

"Tamam ama buradan nereye gidebiliriz ki? Çıkış yok."

Evet, cidden de burada daha nereye ilerleyebilirdik? Ben kendi kendime söylenirken Prens güldü. "Sen öyle san."

Ve ardından da üst üste dizilmiş sandıkları aşağı indirmeye başladı. Gücünü kenara bırakıp sadece ne yaptığını izlerken en sonunda karşısına çıkan duvara ellerini koymuş ve tüm gücü ile itmeye başlamıştı.

"Ne?" dedim en sonunda tamamen dönene duvara karşı. İnsan gücü ile dönmüş ve arkasındaki boşluk açılmıştı.

Hala şaşkınlıktan çıkamadan Prens elini uzatıp elimi tuttu ve beni o boşluğa çektikten sonra ikimizi karanlığa hapsederek kapı gibi olan duvarı itip geri kapattı.

Şaşkınlıkla bağırdım. "Vay canına!"

"Daha bitmedi. Merdivenden tırman."

"Çok yüksek değil mi?"

"Tırman sen."

Kafamı sallayıp duvara monte edilmiş merdivenden tırmanmaya başladım. Minik kare bir dik tünelin içinde gibiydik ve üst katta ne var aşırı merak ediyordum. Prens de arkamdan çıktığında en sonunda gördüğün kapağı ittim ve aydınlıkla buluşturdum gözlerimi.

Ellerimden destek alarak dışarı çıktığımda çatı gibi bir yerdeydik.

Prens çıktıktan sonra kapağı kenara bıraktı ve ayağa kalkıp ilerlemeye başladı. Nefes nefese kaldığım için ben hala yerde oturuyordum ama onun enerjisi yerinde gibiydi.

Taş duvarın dibine girdikten sonra bana dönüp gülümsedi. "Gel sende."

Bir şey demedim ama ayağa kalktım. Cidden merak etmiştim.

Tereddütlü adımlarla prensin yanına ilerlerken en sonunda duvarın önüne geldiğimde karşımda olan manzaraya karşı şaşkınlıkla ağzımı açtım.

Güneş batarken tüm saray gözümüzün önündeydi.

Hafifçe mırıldandım. "Çok güzel."

Bizim hep oturduğumuz taşın üstünden de tüm saray gözüküyordu ama sarayın içinden saraya bakmak çok güzel bir şeydi. Felix'in evi görünüyordu ormanın içinde mesela, sonra hala taburede oturan Jisung'un karşısında diz çökmüş onun ayağına bakan Minho hyung vardı.

Seungmin ve Chan hyung ise, Majestelerine özel yapılmış herkesin girmesinin yasak olduğu çiçekli bahçede oturuyorlardı. Daha doğrusu Majesteleri oturuyor, Seungmin ayakta çiçekleri inceliyordu.

"Bir biz eksiğiz," dedim tüm saray ahalisine bakarak. Hepsi karınca gibiydi ancak bu görüntü aşırı güzeldi.

Yüzümde istemsizce büyük bir gülüş olurken Prens de kıkırdadı. "Sen bana dışarıdan sarayı gösterdin, ben de sana içeriden nasıl göründüğünü göstermek istedim."

Yüzüme baktı. "Nasılmış?"

Tereddüt etmeden cevapladım. "Mükemmel."

Tüm sarayı seyre dalmışken prens aniden zıplayıp kalın taşın üstüne oturdu. Telaşla, "Düşeceksiniz!" diye atılıp dibine girdiğimde daha çok gülmüştü. "Düşmem."

Tamam, taş oldukça kalındı.

Birkaç saniyelik şüpheli bakışla ikna olduğumda prensin bacak arasından çekilip geri gidecektim ki elini omzuma koyarak durmamı sağladı. Panikle kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda, "Hala," dedi çenesi ile arkayı işaret ederek. "Bu görüntüyü gördükten sonra nefret ediyor musun buradan?"

Gözlerimi devirdim. "Neden bu kadar taktınız burada kalmamdan?"

"Bilmem," Omuz silkti. "Buradaki tek arkadaşımsın, beni eğlendiren tek kişisin."

Güldüm. "Emin olun, gülmek için her şeyden bir sebep bulabilirsiniz."

"Sen."

"Sen. Emin ol, gülmek için her şeyden bir sebep bulabilirsin."

"Kendi bulduğum değil, ben bulmadan güldüren birilerinin olmasını seviyorum."

Dediği şeyler içimde bir yerleri kıpırdatıyordu, bir de bacaklarının arasında olmamdan dolayı istemsiz gerilmem vardı. Diyecek bir şey bulamadığımda göz devirip beni itti ve, "Cidden diyecek bir şey bulamıyorum," deyip zıplayarak aşağı indi taştan.

"Kalmak için tek bir sebep bile mi yok?"

Kafamı salladım. "Yok. Siz cezamın bittiğini söylediğiniz zaman, gideceğim."

Güldü. "Ceza mı? Cezası mı kaldı bu işin Jeongin, sana arkadaş olalım diyorum, bunu demeden önce bile öldürülmen gereken hareketleri bile gözden geldim. Sence hala ceza mı veriyorum sana?"

Sesini yükselterek bana karşı konuştuğunda dediklerinden dolayı şaşkınlıkla duraksadım, ben olaya ciddi bakarken o çoktan ciddiyeti aşmış gitmişti ve hala anlamadığım için kızıyordu.

"Cidden mi?" deyip inanamazca konuştuğumda sinirle gülerek ellerini iki yana açtı.

"Günaydın matmazel. Şu at gözlüklerini çıkar biraz."

"At gözlüğü mü?"

"Jeongin," dedi sinirle başını eğerek. "Neden takılman gereken yerlere takılmıyorsun? Nerede boş mesela var, oradasın."

"Sanki keyfimden!" deyip sesimi yükselttim. "O kadar kolay mı sizce sizinle arkadaş olmak, sen diye seslenmek? Evet, sizin bakış açınızla kolay, emir verirsiniz yerine getirilir. Ama benim açımdan değil!"

Bir anda neden tüm ortamı bozduğunu anlamıyordum, olup olmaksızın aniden moral bozan meseleleri açma sorunu vardı bu prensin. Aylardır istediği şeylere katlandığım yetmezmiş gibi bir de Felix'in aklımı karıştırması ile başka bir şeye yorduğum saçma hareketlerim vardı ve sinirim gittikçe bozuluyordu.

O bana cevap vermezken ellerimi açtım. "Neden her gün sürekli bunu soruyorsunuz? Kalmak istemiyorum, gitmek istiyorum. Bu aptal kurallardan oluşan yer bana iyi gelmiyor!"

"Her şey sana zor değil mi? Sen sadece birkaç aydır bu kurallara esirsin, peki hiç yıllardır esir olanları düşünüyor musun? Ben mesela!"

"Umurumda değil!"

Ağzımdan çıkan sözlerle direkt pişman olurken prens buna izin vermeden hayal kırıklığına uğrayan gözlerini üstüme dikti. "Umurunda mı değil?"

"Umurunda değil?" dedi tekrar. "Cidden, cidden sana ne desem bilemiyorum Jeongin. Gitmek mi istiyorsun, kapı orada! Git!"

Hyunjin, karşımda delirmiş gibi bana bağırırken ağzımı açacaktım ki engel oldu. "Sana yemin ediyorum," dedi gözlerime bakarak. "Yer gök şahidim olsun ki seni bir kez daha umursamayacağım."

Duyduğum sözlerle kalakaldım, o ise beni neşe ile getirdiği bu yerden hızlı adımlarla terk etmeye koyuldu ancak son kez dönüp bakışlarını üstüme dikti.

"Özgür ve kuralsız hayatında başarılar!"

Göz devirdim. "Sağolun!"

O gözden kaybolup yok olurken tek başıma kaldığım çatıda çığlık atarak kendimi yere bıraktım.

Tam bir şeyleri isterken, kavga etmek zorunda mıydık şimdi!

***

Bir gün sonra bizimlesin meleğim 😭😭😭😭😭

Continue Reading

You'll Also Like

329K 25K 142
❝changlix'in arasında muhtemelen geçmiş olan, hatta geçtğine inandığım konuşmalar efendim.❞ _₂₀₂₀
20.5K 2.7K 23
"Jeongin... gözlerin çok güzel ama neden bu kadar üzgün bakıyorlar?" [düz yazı, psikolojik] 25092022 16062023
240K 22.7K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
1.5K 179 10
Can everybody see how much pain i'm in? ❥"Blackpink-You Never Know" şarkısından esinlenilmiştir.