𝑴𝒐𝒏𝒐 𝑵𝒐 𝑨𝒘𝒂𝒓𝒆 / Mi...

By blueflower_s

45.5K 7K 6.4K

Jisung renkleri olmayan hayatına birkaç damla renk istiyordu. Ve o gün hayatına giren o adam, hayatını değil... More

Başlangıç
Renklerin sesi - Bölüm 1
Kader değil benim resmimdi karşımdaki-Bölüm 2
Ve renkler akmaya başladı - Bölüm 3
Zamana göre değişen kader - Bölüm 4
Uçurumun kenarındaki camdan çocuk - Bölüm 5
Solmuş kalpte açan renksiz çiçekler - Bölüm 6
Sarı sayfaların kesilmiş satırları - Bölüm 7
Okyanusun derinliklerindeki hayaller - Bölüm 8
Sessiz cehennemin aralık kapıları - Bölüm 9
Ben ve avucumdaki paslanmış anılar - Bölüm 10
Yanlış yol doğru seçim - Bölüm 11
Düğümlenmiş kaderi yaralı ellerle açmaya çalışmak - Bölüm 13
Çiçekle birlikte açan sahte sevgi - Bölüm 14
Hayatsız insanların elindeki hayat kalemi - BöLüm 15
Kovalanırken taşa takılıp düşen değersiz zamanlar - Bölüm 16
Başlangıcın ortasına bırakılmış anlamsız sonlar - Bölüm 17
Kendini iyi sanan şeytan anılar - Bölüm 18
Acının tatlı tebessümü - Bölüm 19
Gülümseyen yüzün hıçkıran kalbi - Bölün20
Gidenin ardında kalan kanayan yara - Bölüm 21 (Part 1)
Gömdüğüm yerden tekrar doğan hayat darbesi - Bölüm 21 (Part 2)
Kadere inanıp yolunu bulamayan geleceğin umudu - Bölüm 22
Ben gittim ama kalbim seninle kaldı - Bölüm 23
Yıllar sonra kapıları açılan kafes - Bölüm 24
Cesed kokan satırlar - Bölüm 25
Final

Çalan şarkının isimsiz melodileri - Bölüm 12

1.6K 251 593
By blueflower_s

Dikkat dikkat! Bölüm sonu kalp krizine sepeb olabilir. Uyarmadı demeyin.

Bol bol ama var ya nasıl bol yorum istiyorum. Ne kadar çok yorum o kadar erken gelen bölüm. 

İyi okumalar güzellikler.

Bölüm şarkısı: (Hoppipolla) - 너의 바다(Your Ocean) (Mutlaka dinleyin çok beğeneceksiniz)

Küçük bir çocuğun kalbindeki saf sevginin mutluluğu artan her yaşında çiçek gibi solarak rüzgarla etrafa uçuşuyordu. Sabaha uyanma hevesi bir yerden sonra zorunlu bir duruma geldiğinde artık gerçekten tamamen büyüdüğünü anlıyordu insanoğlu.

Mutsuzluğun ne demek olduğunu anlayamadığım zamanlar gerçekten hayat yaşamak için katlanabilir bir yerdi küçük Jisung için. Ama zamanla içimde ışığı sönen küçüklüğümün oyun bahçesi bir yerden sonra unutularak terk edilmiş eski bir alana dönüşmüştü. Niye böyleydim niye böyle oldum sorularını yıllardır kendime soran benim aksime birçok kişinin elbet bir cevabı vardı. Vardı var olmasına ama hiçbiri gerçekliğin ne olduğunu bilemeyecek kadar gözleri gördüğü halde kör taklidi yapan kelimeler kadar anlamsız ve sahteydi.

"Arkadaşlar, gerçekten ne yapacağınızı biliyor musunuz? Bakın hafta sonu olduğu için müdürden çok zor izin aldım. Size yarışmayı kazanın demiyorum ama en azından lütfen sonuncu olmayın. Yıllardır sınıfımız sonuncu olduğu için müdür bizi her gördüğünde tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş sınıfı diyor. Bu sefer kendinize güveniyorsunuz dimi?"

Sunwoo elindeki defterle kendini yellerken bir yandan bıkkınlıkla gözünü spor salonundaki çocuklarda gezdiriyordu. Bu sefer kafasına takmıştı, sonuncu olmamak için gerçekten elinden geleni yapıyordu ama unuttuğu bir şey vardı ki bizim sınıf bu okulun en yeteneksiz sınıfıydı. İşte bu yüzden müdür bize tencere kapak diyordu.

"Başkan bir şey soracağım ama çok sinirlenme."

"Sorunun konusuna göre ne kadar sinirleneceğime o an karar verebilirim. Hem belki kızmayacağım. Sor sen önce."

Tüm sınıf merakla Eric'in yüzüne bakarken o derin bir nefes alarak geriye yaslandı. Sunwoo'nun dayağını yiyen birisi olarak ihtiyatlı davranıyordu çocuk.

"Kazanamayacağımızı veya sonuncu olacağımızı bildiğin halde neden sürekli bu yarışmaya katılmak istiyorsun? Bunu seni sinirlendirmek için sormuyorum. Sadece sen de biliyorsun ki bizim sınıf okulun en yeteneksiz sınıfı. İçimizde zeki kişiler var ama yetenek söz konusu olunca okul ne ki ülkede böyle yeteneksiz bir sınıf bulamazsın."

Eric'in söylediklerinden sonra belki başkası olsa sinirlenir veya kavga ederdi ama bizim sınıf artık bu duruma öyle bir alışmıştı ki gülerek söylediği her şeyi onaylarcasına kafalarını sallamışlardı. Demek ki bizde kaderin yeteneksizler çizgisinde karşılaşıp birleşmiş bir gruptuk.

Sunwoo hafif bir gülüşle kafasını sallarken tam karşımıza oturmuştu. "Senin de söylediğin gibi bizim sınıf ülkenin en yeteneksiz sınıfı olarak tarihe adını yazdıracak bir sınıf. Ama son senemiz olduğun için bu yıl en azından bu yeteneksiz lakabından kurtulmamızı istiyorum. İnsanların bizi gösterip 'Evet bunlar o yeteneksiz ve her yıl sonuncu olan sınıf' demelerinin de son senesi olmasını istiyorum. Sadece bu lakaptan kurtulalım diye bu kadar inat etmem. Yoksa bana kalsa bunlarla uğraşacağımıza derslerinize odaklanmanızı isterim. En azından bu yılımızın hatıralarımızda küçük düşürülmüş şekilde değil de gülerek hatırladığımız bir anı olarak kalmasını istiyorum."

Koca salonda kimseden ses çıkmazken herkes tüm dikkatiyle başkanın yüzüne bakıyordu. Sunwoo okulda sinirli olmasıyla tanınan birisiydi ama o sinirinin altında yatan şefkatli kişiyi de en iyi bilen bizlerdik. Zor durumda olduğumuzda, bir şeye ihtiyacımız olduğunda veya öğretmenler hakkımıza girdiğinde her zaman yanımızda olup bize yardım eden kişiydi. Açıkçası bazen sert tavrı yüzünden ondan korkmuyor değildim ama yine de bana göre bu okulun en iyi başkanı Sunwoo'ydu. Okul bittikten sonra ne olurdu bilmiyordum ama hayatımda kalmasını istediğim kişilerden birisi olduğu kesindi.

Sessizlik her geçen saniye iyice etrafımızı sarınca yine sınıfın delisi olan Beomgyu yüzündeki samimi gülümsemeyle "Sen de bizi çok seviyorsun dimi başkan?" diye sormasıyla istemsizce gülümsemiştim. Sevildiğimizi bildiğimiz için zaten biz de onu seviyorduk ya.

"Arada beni çok sinirlendiriyorsunuz, özellikle de sen. Ama yine de seviyorum. Sonuçta yıllardır kene gibi yapıştınız üstüme gitmiyorsunuz." Yüzündeki muhip gülüşle söyledikleri herkesi güldürürken Beomgyu göz kırparak eliyle kalp yapınca Sunwoo gözlerini devirip ayağa kalkmıştı.

Bugün burada resim çizmek ve şarkı pratiği için gelmiştik ama geleli dakikalar olmasına rağmen hiçbir şey yapmamıştık. Her yıl olduğu gibi bu sene de katılmayıp kenardan sınıfımı destekleyecektim ama bugün Minho hyung geleceği için ben de gelmek zorunda kalmıştım.

Derin bir nefes alıp gece geç yattığım için uykusuzluktan kapanmak üzere olan gözlerimi zorlukla açık tutarken koluma değen kolla kafamı yana çevirmiştim. Changbin kafasına taktığı şapkayı bir eliyle çekiştirirken, diğer elindeki meyve suyunu almam için önüme uzatmıştı.

Kafamı sallayıp elindeki şişeyi aldığımda "Minho hyung gelecek dimi?" diye sorunca bir an duraksasam da sonunda kafamı sallayarak acele etmeden meyve suyumda içtikten sonra kapağını kapatıp yanıma koymuştum. "Dün gelmese bile önemli olmadığını söyledim ama inatla gelmek istediğini söyledi. Gelip ne yapacak orası da ayrı konu zaten."

"Neden gelmesini istemiyorsun? Tartıştınız mı?"

Changbin'in merakla havalanan kaşları gözlerimi kaçırmama neden olunca yerimde rahatsızca kıpırdanmıştım. Gerçekten neden gelmesini istemiyordum ki? Gelip sadece birkaç tavsiye verecek, sonra çıkıp gidecekti. Peki neydi beni bu kadar geren şey? Onun gelmesi miydi sorun yoksa sadece bana özel kalmasını istediğim için miydi bu yersiz telaş?

"Buyurun, kime bakmıştınız?"

Yere diktiğim bakışlarımı Sunwoo'nun sesiyle birlikte kaldırarak garip bakışlarla baktığı yere çevirmiştim. Benim gibi bakışlarını kapıya çeviren sınıf arkadaşlarım ile birlikte bir anda fısıldaşmalar çoğalınca istemsizce yutkunmuştum. Gerçekten gelmişti. Geldiği gibi de herkesin tüm dikkatini üzerine toplamıştı.

Uzakta olmasına rağmen gömleğinin üzerine giyindiği deri ceketi ve bacaklarını tamamen sarmış siyah pantolonuyla o kadar nefes kesiciydi ki bir an gerçekten nefes almayı unutmuştum. Gözlerimi kırpmadan pürdikkat yüzüne bakarken, Changbin kıkırdayarak koluma vurmuş, "Ağzının suyunu akıtacağına git çocuğu getir. Kızlar şimdiden çocuğu ayaküstü on kere giyindirip soyundurdular." demişti muzip sesiyle.

Anında kaşlarım çatılarak bakışlarımı yerde oturan sınıf arkadaşlarıma çevirdim. Kimisi benim gibi pürdikkat onu izlerken, kimisi şimdiden kulaktan kulağa fısıldayarak konuşmaya başlamıştı. Tabii ki de onun ne kadar seksi, ateşli olduğu ile ilgili söyledikleri kelimeleri duyabiliyordum.

Kıskançlık bir anda beni avucuna almış, sımsıkı sarınca oturduğum yerden kalkarak seri adımlarla Minho hyunga yaklaşmaya başladım. Elleri ceplerinde, kafasını omzuna yaslamış her attığım adımda yüzündeki hafif sırıtış büyüyünce istemsizce ben de gülmeye başlamıştım.

Sonunda tam karşısında durunca uzamış saçlarını kestirdiğini, küpelerini değiştirdiğini ve hafif bir makyaj yaptığını görmüştüm. Yine pasaklı halimle onun en güzel haline denk geldiğim gerçeği kenardan durmuş yüzüme doğru alayla bakarken, "Hoş geldin hyung." diye mırıldanmıştım. Bakışları dikkatli bir şekilde yüzümde turlarken daha sonra arkamdaki sınıf arkadaşlarıma çevirmiş ve ben ne olduğunu anlamadan eğilerek dudaklarını yanağıma yaslamıştı.

(Annemin damadı olabilirdin ama ben seni bir erkekle shipliyorum be yakışıklım. Yine evde kaldık iyi mi.)

Yanaklarıma değen sıcacık dudakları tüm vücudumu baştan ayağa titretirken, burnuma dolan ferah kokusuyla gözlerim istemsizce kapanmıştı. Arkamda artan fısıldamaları şu an net bir şekilde duyabiliyordu. Açıkçası utanma işine sonraya bırakmıştım. Çünkü şu an o kadar fazla duygu karmaşası yaşıyordum ki utanmaya yer kalmamıştı kalbimde.

"Özledim seni koca göz."

Dudaklarını geri çekmeden önce kulağıma yaklaşarak söylediği kelimeler sesli bir şekilde yutkunmama neden olmuştu. En son cuma günü görmüştüm ve bugün pazardı. Sadece iki gün geçmişti. Gerçekten özlemiş miydi? Ben gerçekten çok özlemiştim. Açıkçası bir an arayıp hyung buluşalım mı diyecek duruma gelmiştim ama sonra saçmaladığımı düşünerek telefonu tekrar yatağıma atmıştım. Ama şimdi düşünüyordum da keşke arasaymışım.

Geri çekilip yüzündeki küçük gülümseme eşliğinden alnıma dökülen saçları hafif dokunuşla geri iterek göz kırpmıştı. Tanrım, eğer varsan söyler misin bana ölümüm bu güzel adam yüzünden olacak değil mi?

Artık yüzüne nasıl bakıyorsam Minho hyungun gülümsemesi iyice büyümüş parmağının ucuyla burnuma dokunmuştu. Sonunda toparlanıp hafif bir şekilde öksürerek "Saçlarını kestirmişsin ve çok yakışmış." dedim gülümseyerek. Bu adam yanımda olduğu her anda gülümsemem yüzümden eksik olmuyordu. Yıllarca gülmediğim yılların acısını çıkarıyormuşum gibi hissediyordum.

"Demek fark ettin? Beğenmene çok sevindim koca göz."

"Tabii ki de fark ettim ve küpelerini de değişmişsin. Onlar da çok yakışmış."

Söylediğim kelimeler onun için ne ifade ediyordu bilmiyordum ama bakışları o kadar yoğun ve derindi ki bir an içinde boğuluyormuşum gibi hissediyordum. Birkaç gündür aramızdaki garip çekimim tabii ki de farkındaydım. Ve bu yüzden gerçekten bazen tüm vücudumun işlevini kaybediyordum. Hatta şu an bakışlarının çok sakinlikle dudaklarıma kayması ile birlikte ayaklarımdaki dermanın çekildiğini çok net hissediyordum.

Dudaklarımdan çekilmeyen bakışları ile birlikte tam bir adım atmıştı ki arkadan "Oğlum gelsenize, sizi bekliyoruz dakikalardır." diye bağıran Beomgyu'ya bir teşekkür borçluydum. Beomgyu'nun sesiyle birlikte bakışlarını gözlerime çıkarınca "Gidelim," dedim önden yürüyerek. Şu an tüm vücudum kaynar bir suya atılmış gibi cayır cayır yanıyordu. Hatta bir an animelerdeki karakterler gibi burnumdan kanların fışkıracağına emindim.

Çocukların yanına doğru yürürken Beomgyu ve Changbin'in yüzündeki muzip sırıtışla birlikte hızlıca bakışlarımı onlardan çekip Sunwoo'nun yanında durarak Minho hyungun yaklaşmasını bekledim. O da çok geçmeden birkaç adımda yanımda durmuş bakışlarını yerdeki sınıf arkadaşlarımda gezdiriyordu. Şu an gerçekten erkekli kızlı hepsi yiyecekmiş gibi bakıyordu çocuğa.

Boğazımı temizleyip dikkatlerini çekmeye çalışmıştım ama ne yazık ki yanımda duran heykel yüzünden biri bile yüzüme bakmayınca gözlerimi devirip ayağımı sertçe yere vurmuştum. Şükürler olsun ki korkarak bakışlarını yüzüme çevirdiklerinde yalandan gülümseme eşliğinde "Tanıştırayım, Minho hyung. Kendisi ressam ve bugün çekmek istediğiniz resimlerle ilgili size yardımcı olacak." demiştim derin bir nefes alarak. Acaba gerçekten dinliyorlar mıydı ki beni?

"Ve bunlar da sınıf arkadaşlarım hyung. Sunwoo sana sormadan Minho hyungu davet ettim ama umarım bir problem yoktur senin için?"

"Ah, tabii ki de bir sorun yok. Aksine çok sevindim. Profesyonel birinden yardım almak bizim için çok iyi."

"Aslında mesleğim ressamlık değil, sadece hobi için, kendimi mutlu etmek, kafamdaki hikayeleri renklere dönüştürmek istediğim için çiziyorum. Lütfen çok büyük bir beklentiye girmeyin."

Minho hyungun hoş tınısıyla birlikte kızlar ayılıp bayılırken ben kaşlarımı çatarak bakışlarımı yanımdaki adamın yüzüne çevirmiştim. Mesleğinin farklı olduğunu söylemişti ve ben bunu şimdi öğreniyordum. Gerçekten onun hakkında neyi biliyordum ki ben? Bildiğim bir şey var mıydı?

Bir anda kaçan moralim ile birlikte yüzüm düşerken kafamı iki yana sallayarak Changbin'in yanına oturdum. O da bir şeylerin olduğunu anlamış olacak ki ne olduğu ile ilgili sorular sorunca bir şey olmadığını söyleyerek parmaklarımla oynamaya başladım. Yüzümdeki diğer derin bakışları hissedebiliyordum ama şu an ona bakarsam gerçekten oturup ağlayacaktım. Aslında çok da büyütülecek bir şey olmadığını biliyordum ama elimde değildi. Galiba kendimi çok fazla kaptırmıştım. Ve şu an kafamda kurduğum hikayenin bir kısmın tekrar yalan olmasının gerçeğiyle yüzleşiyordum.

Ama daha sonra aptal Jisung demiştim içimden. Aptal, aptal çocuk. Sen kendini bile tanıyamıyorken onu nasıl tanıyabilirsin ki? Sen yıllarca yaşadığın benliğin ne istediğini bilmezken neden bir başkasının ruhunu, kişiliğini bilmek istiyorsun ki?

***

Derler ki çok uzun yollardan sakin adımlarla gelen aşk, hızlı vedasıyla gözden kaybolurmuş. İnsaflıysa geriye güzel anılar bırakırmış, yok şanssızsan ve o aşkın en kindarına denk geldiysen güzel anılar ne ki kalbindeki kötü günlerin acısını eteğine döküp öyle kaybolurmuş.

Benim aşkım daha o kadar tazeydi ki rengini dahi göremiyordum. Küçük bir tohum gibiydi. İlgiye, güzel sözlere, desteğe ve en önemlisi de sevgiye ihtiyacı vardı. Ben kendi payıma düşen tüm sevgimi seve seve vermeye hazırdım ama tutunduğum adam bana aynı şekilde karşılık verecek miydi? İşte tüm cevaplar burada saklanıyordu.

"Yani siz diyorsunuz ki her tablonun bir hikayesi, her rengin bir anısı vardır?"

"Evet, öyle söylüyorum. Her kitabın, filmin, dizinin bir sonu olduğu gibi tabloların, renklerin, resimlerin de bir sonu vardır. Eğer dikkatlice bakıp anlamaya çalışırsanız belki de ressamın size ne demek istediğini anlayacaksınızdır."

Minho hyugun hoş tınılı sesi kulaklarıma dolarken kalbim huzurla hoş bir ritim tutmuş, yerine sakince sallanıyordu. Yaşadığım birkaç dakikalık çöküşün sadece kendime yaptığım bir işkence olduğunu anladığımda sorularımı çok sonraya bıraktım diyerek ben de resim çizen kişilere katılmıştım. Acının bile yeri ve zamanı vardı. Benim acım çok yersizdi. Belki de değildi. Bilemiyordum.

"Minho hyung, peki çizdiğiniz resimleri görme gibi bir şansımız var mı?"

Jake elindeki boyaya bulanmış fırçayı özenle tabloda gezdirirken onun dikkatli hareketi beni ister istemez gülümsetmişti. Sanki başyapıt yapıyormuş gibi çizdiği resmin aslında çöp adam ve onun evi adlı resim olduğunu öğreneli dakikalar olmuştu ve ben onun ciddiyete bürünmüş yüzünü her gördüğümde istemsizce gülüyordum.

"Eğer bir gün kararımı değiştirip sergi açarsam o zaman görebilirsin Jake."

"Neden resimlerinizi gizliyorsun ki? Zaten onları çizen kişi sizsiniz ve kendiniz dışında başkalarının görmesi neden sizi rahatsız ediyor?"

Sunwoo'nun sakin sesiyle birlikte istemsizce çatılan kaşlarım Minho hyungun gülümseyen yüzünü görünce iyice çatılmıştı. Çok fazla özele giriyorlardı ve açıkçası Minho hyungun yerine ben rahatsız olmuştum. Ama yüzündeki gülümseme sorun olmadığını gösteriyordu. Belki de sorundu ama o belli etmiyordu.

"Rahatsızlık değil de anlaşılmamaktan çekiniyorum. Renklerin ardındaki gerçekliği görmelerini istiyorum ama insanlar inatla o tablolarda sadece renklerin bir yere toplandığını görüyorlar ve bu da canımı sıkıyor. Bu yüzden çizdiklerimi kendime saklamayı seviyorum."

"Bu zamana kadar gerçekliği gören birisi oldu mu peki?"

Hye Su'nun flörtüz bir şekilde sorduğu soru ile birlikte gözlerimi devirerek elimdeki fırçayı daha sert bir şekilde tabloya bastırdım. Minho hyung buraya geldiğinden beri kız yakasına yapışmış bırakmıyordu resmen. Açıkçası bir an kızım sen ne ayaksın dememek için çok çaba sarf etmiştim ama sonunda bakışlarımı gören Changbin koluma vurarak 'Kızı dövecekmişsin gibi bakmaktan vaz geç gerizekalı. ' deyince oflayarak tekrar önüme dönmüştüm. Alıştım diyordum ama alışamamıştım. Sadece kendimi kandırıyordum.

Her ne kadar Hye Su'nun hareketleri sinirlerimi bozsa da sorduğu sorunun cevabını ben de merak ettiğim için bakışlarımı Minho hyung'un yüzüne çevirmiştim. Dudaklarımı birbirine sıkmış önümdeki tablonun ardından yüzüne bakarken, o da yüzündeki gülümsemeyle bakışlarını yüzüme çevirerek kafasını omzuna yasladı. "Jisung. Jisung her şeyi görebilen ilk kişi. Ne demek istediğimi anlayan tek kişi."

Yarım ağız gülümsemesiyle söyledikleri yüzünden yanaklarım bir anda yanmaya başlarken çocuklardan çıkan 'ooo' lardan sonra hemen önüme dönmüştüm. Mutluluk aynı zamanda utanç beni kıskıvrak ele geçirince boğazımı temizleyerek dağılan dikkatimi toplamaya çalıştım. Bu sırada yanı başımda oturan kızların attığı kıskanç bakışları da hissedebiliyorum.

"Jisung, bu çok güzel. Bu kadar yetenekli olduğunu bilmiyordum."

Kafamı kaldırıp bakışlarımı büyük bir hevesle tabloma bakan Soo Min'e çevirince gülümsemeden edememiştim. Ne çizdiğimi ben dahi anlamazken o koca gözlerindeki büyük ışıltılarla tabloma bakarak hayranlıkla dolu bir sesle "Bayıldım" deyince kıkırdamıştım.

"Öylesine birkaç renk çizdim işte. Abartma bence."

Gülümseyerek söylediğim sözleri onu da gülümsetirken hafif bir şekilde koluma vurarak yanıma oturmuştu. "Hayır, gerçekten abartmıyorum. Bence çok yeteneklisin. Jake'in çöp adamı, Beomgyu'nun yıkılmak üzere olan ağacı, Sunwoo'nun kelebekten başka her şeye benzeyen kelebeğinin yanında senin resmin gerçekten çok güzel. Bence bu sefer yarışmaya katılmalısın. Kazanacağına o kadar eminim ki."

Duyduğum iltifatla birlikte yeni kendi rengine dönen yanaklarım tekrar al al olunca utançla saçlarımın arkasını çekiştirdim. Ben iltifatlara alışık birisi değildim ki.

"Güzel sözlerin için teşekkür ederim ama gerçekten yarışmaya katılmak gibi bir isteğim yok. Bugün de Minho hyung geldiği için geldim."

"Ha yani Minho hyungun gelmese umurunda değildik? Bak sen bu işe."

Tek kaşını kaldırmış muzip bir şekilde yüzüme bakınca bu sefer utancım iki kat olmuş, hızla ellerimi iki yana sallayarak inkar etmeye başlamıştım. "O anlamda söylemedim. Tabii ki de umurumdasınız. Minho hyung gelince yalnız kalmasın diye öyle dedim."

Hızlı bir şekilde yaptığım açıklama onun kahkaha atmasına neden olunca dudaklarımı sarkıtarak önüme dönmüştüm. Rezil oldun işte Jisung.

Bu sırada Soo Min elini saçlarıma koyup hızlıca karıştırarak "Şaka yapıyorum şapşal," demişti geri çekilerek. "Genellikle bizle pek konuşmuyorsun ama az da olsa sevildiğimizi biliyorum. Ama Minho hyung konusunda söylediklerimin arkasındayım. Deminden beri birbirinize attığınız kaçamak bakışları görmedim sanma."

Hiçbir şey söyleyememiştim. Zaten kendi gözleriyle gördüğü bir şeyi inkar edemezdim bu yüzden sadece omuzlarımı çekmiştim. O da bu hareketime gülüp ayağa kalkarken "Gideyim ben artık. Biraz daha kalırsam Minhoshi gözleriyle beni öldürecek." diyerek göz kırpıp yanımdan uzaklaşmıştı.

Açıkçası ne ima ettiğini anlamadığım için boş bakışlarla ardından bakarken bakışlarımı Minho hyunga çevirmiştim. Yüzündeki garip bir ifadeyle yüzümü izlerken sadece dudaklarımı oynatarak "Ne oldu?" diye sormuş, karşılığında sadece kafa sallaması ve devrilen bir göz almıştım. Ne?

Ne olmuştu ki şimdi?

***

"Jisung, sen gelmiyor musun? Hava çoktan karardı."

Yerde kalan son fırçaları toplayıp çantasını sırtına takan Changbin benden bir cevap beklediğinde kafamı iki yana salladım. "Minho hyung lavaboya gitti. Onu bekliyorum. Siz gidin, hyung gelsin gideriz biz de."

"Tamam o zaman. Yarın görüşürüz okulda."

"Görüşürüz."

Arkamı dönmeden elimi uzatıp güle güle derken bakışlarımı deminden beri çizdiğim tabloda gezdirdim. Birbirine karışmış bir sürü renk vardı sadece. Üzerinde biraz daha oyalanmıştım belki düzeltip bir şeyler yapabilirim diye ama dakikalardır renkler bana, ben de onlara bakıyordum.

"Herkes gitti mi?"

Gelen sesle kafamı geriye çevirip sallarken tekrar önüme dönmüştüm. "Evet, sen de eşyalarını topla gidelim hyung. Saatlerdir buradasın, hiçbir şey yemedin ve elindeki yaraya da pansuman yapmamız gerekiyor."

Eline sardığım koca sargıyı çıkarıp sadece birkaç yara bandı yapıştırdığı için onu gerçekten azarlayacaktım ama daha sonra çocuklar elini görüp bir sürü soru sormasındansa böyle yapması daha iyi oldu diye düşünüp azarlama fikrinden vaz geçtim.

"Sen ne çizdin? Çekil bakayım."

Yanıma çökerken hafif bir şekilde koluma vurarak yana kaymamı istemiş, kendisi çizdiğim tablonun önünde oturmuştu. Bakışları acele etmeden renklerin üzerinde gezerken ben de onu izliyordum. Uzun kirpikleri gözünü her açıp kapadığında yanağına gölge oluyordu sanki ve bu güzel detay dudaklarıma küçük ama içten bir gülümseme kondurmuştu.

İlk başta gözlerini kısmış bir şey anlamaya çalışmış daha sonra bir şey anlamayınca bakışlarını tablodan çekerek yüzüme çevirmişti. "Ressam Jisung burada ne demek istedi?"

Sorusu ilk başta duraksamama neden olmuştu ama çok geçmeden koca salonun duvarlarında yankılanan kocaman bir kahkaha patlatmıştım. Ses tonu o kadar komikti ki her aklıma geldiğinde kahkaham iyice artınca elimi ağzıma götürerek sesimi bastırmaya çalışmıştım.

Dikkatli bir şekilde yüzümü izleyen Minho hyung benim gibi olmasa da o da gülerek ağzımdaki ellerimi aşağı indirerek "Kapatma gülüşünü koca göz." deyince gülüşüm yüzümde asılı kalmıştı.

Sesli bir şekilde yutkunurken elimin içinde olan parmaklarını oynatıp avucumun içini okşayarak kolumdan tutup beni tam karşısına çekmişti. Bakışlarımı yüzünden çekmezken o çantamın üzerine bıraktığım ıslak mendilin içinden birkaç mendil çıkarıp tekrar önüme geçmişti.

Bakışları ilk önce gözlerime çıktığında ağzımı açacak gibi olmuştum ama o parmaklarını uzatıp sıkı olmayacak bir şekilde çenemi tutunca konuşmaktan vaz geçmiştim. Şu an tüm ruhum çenemdeki sıcacık parmaklarına akıyordu.

"Elindeki boya ağzını kapatırken yüzüne bulaştı koca göz." demişti ıslak mendili yanağımda gezdirirken. Arada bir bakışları gözlerime oradan da dudaklarıma kaydığında kaburgalarımın göğsüme battığını hissettim. Ben galiba ölüyordum.

"Buradan çıktığımızda çizdiğin tabloyu bana ver. Ben resmini tamamlayacağım."

Ağzımı açıp bir şeyler söylemek istiyordum ama dudaklarım, boğazım, tüm kelimelerim kurumuş gibiydi. O da sessizliğimden sonra bakışlarını tekrar gözlerimi çıkarttığında konuşamadan sadece kafamı salladım.

Öyle dikkatli öyle yoğun bakıyordu ki bir an oturup deli gibi ağlayacağımı sanmıştım. Ben ona her şekilde yeniliyordum. Ben onun küçük bir bakışına, küçük bir dokunuşuna muhtaç bir çocuktum. O da bunu biliyordu. Ve kullanmaktan vaz geçmiyordu.

Bir anda bir şey oldu ve çenemdeki parmağının baskısını artırıp yüzünü yüzüme yaklaştırarak fısıltıyla, "Jisung bana izin verir misin?" diye sordu. İlk başta gerçekte ne dediğini anlamadan öylece gözlerine bakmıştım ama daha sonra aklıma gelen konuşmamızla nefesimi tutmuştum.

"Jisung, ilk öpücüğünün nasıl olmasını isterdin?"

"Ben... ben ilk adımı atabilecek kadar cesaretli birisi değilim. Eğer karşımdaki bir atak yaparsa önce benden izin almasını isterdim."

"İzin mi?"

"Evet."

"Aklımda bulunduracağım."

O gün bana aklımda bulunduracağım demişti. Gerçekten de aklında kalmıştı.

Cevap bekleyen gözleri gittikçe daha da koyulaşırken burnuma ve dudaklarıma değen ılık nefesi düzgün düşünmeme yardımcı olmuyordu. Bir seçim yapmak zorundaydım. Ya ona izin vermeyip aramıza kocaman bir duvar örecektim, ya izin verip bugünden sonra ilişkimizi çok farklı bir boyuta taşıyacaktım. Ya da hiçbir şey olmayacaktı.

Ben o an karar vermiştim. Çenemde duran parmaklarının üzerine elimi koyarak "Veririm hyung," demiştim. Cevabımla birlikte beni öyle hızlı bir şekilde kendine çekmişti ki bir an algılayamamıştım. Ve hiç beklemeden, toparlanamadan dudaklarını dudaklarıma yaslamıştı.

Bir süre hareketiz duran dudaklarının sıcaklığı ruhuma, kafamdaki çığlıkları susmayan çocuğun kalbine ağarken ellerim benden habersizce ilk önce boynuna dokunmuş, daha sonra saçlarına çıkmıştı.

Minho hyungsa bunu bekliyormuş gibi bir anda hırsla dudaklarımı öpmeye başlamıştı. Öyle öpüyordu ki beni... Bugünün son günümüzmüş gibi. Öyle öpüyordu ki sanki her an ellerinden kaçıp gidecekmişim gibi.

Bu benim ilk öpücüğümdü. Bu benim birisi için deli gibi atan kalbimin ilk adımlarıydı. Bu renksiz çocuğun ilk gökkuşağı gördüğü gündü.

Onun profesyonel hareketlerinin yanında benim acemi karşılığım öyle uyumluydu ki saçlarına daha sıkı bir şekilde asılmıştım. Bununla birlikte Minho hyungun gırtlağından gelen hırıltı ile birlikte iki kolunu sırtıma sıkıca sararak beni kucağına çekmişti.

Dudaklarında dans eden dudaklarım yanıyordu. Saçlarındaki parmak uçlarım yanıyordu. Yıllardır birisini sevmenin ne demek olduğunu merak eden kalbim öyle hoş ama bir o kadar da hızlı atıyordu ki öleceğimi sanmıştım.

Bu çok fazlaydı. Bu o kadar fazla duyguları barındırıyordu ki yanağımdan süzülen yaş bile dudaklarımızı ayırmaya yetmemişti. Bedenime yaslı olan bedenin sıcaklığı tüm vücuduma yayılırken nefessiz kaldığımız için geri çekilmiştik. Sesli bir şekilde ayrılan dudaklarımız ile birlikte gözlerimi açamadan derin nefesler çektim içime.

Her tarafım o kokuyordu. Dudaklarımdaki dudaklarının baskısını hâlâ hissediyordum. Ona karışmış gibiydim.

"Jisung," demişti boğuk sesiyle birlikte. Çok uzaklaşmadığı için tekrar dudaklarıma çarpan ılık nefesi ile birlikte gözlerimi açtım sakince. "Bundan sonra benden kaçamazsın. Baksana seni o kadar sıkıca yakaladım ki dünyanın en güçlü ve kocaman elleri bile seni benden ayıramaz."

Ve çok geçmeden tekrar dudaklarıma asılmıştı.

O gün orada yaşadığım duygular, hissettiklerim o kadar özel ve değerliydi ki eve gittiğimde sabaha kadar uyuyamamıştım. Yoğunluktan her şey o kadar bulanıktı ki saatlerce gerçekliğini düşünüp durmuştum. Ama her şeyden önemlisi o güne ait olan bir şeyi çok net hatırlıyordum.

O da beni kolları arasına çeken Minho hyungun deli gibi atan kalbinin hızını hâlâ kendi göğsümde hissediyordum.


Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaağağağağağğağağağa vallahi de öpüştürdüm sonunda. Yeminle dünyanın en acı sahnesini yazsam bu kadar zorlanmazdım. Öpüşme yazmak benim için o kadar zor ki. Bir deneyimim olmadığı için izlediğim filmlerden, dizilerden, okuduğum kitaplardan bildiğim kadar yazmaya çalışıyorum.

Umarım beğenmişsinizdi.

Seviliyorsunuz.

Continue Reading

You'll Also Like

2K 213 8
(Tamamlandı) "Tanrı'nın bahçesinde ki en görkemli çiçek sensin." Beklenmedik bir rüzgar ile savrulan çiçek ~ 23.07.2021
2K 364 9
Hiç bir ruha kanılmamalı.
13.2K 2.4K 17
"Biz neden bu haldeyiz Felix, nerede hata yapıyoruz?" Jilix #1 30062023
164K 17.2K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...