𝑴𝒐𝒏𝒐 𝑵𝒐 𝑨𝒘𝒂𝒓𝒆 / Mi...

By blueflower_s

45.1K 6.9K 6.4K

Jisung renkleri olmayan hayatına birkaç damla renk istiyordu. Ve o gün hayatına giren o adam, hayatını değil... More

Başlangıç
Renklerin sesi - Bölüm 1
Kader değil benim resmimdi karşımdaki-Bölüm 2
Ve renkler akmaya başladı - Bölüm 3
Zamana göre değişen kader - Bölüm 4
Uçurumun kenarındaki camdan çocuk - Bölüm 5
Solmuş kalpte açan renksiz çiçekler - Bölüm 6
Sarı sayfaların kesilmiş satırları - Bölüm 7
Okyanusun derinliklerindeki hayaller - Bölüm 8
Sessiz cehennemin aralık kapıları - Bölüm 9
Ben ve avucumdaki paslanmış anılar - Bölüm 10
Çalan şarkının isimsiz melodileri - Bölüm 12
Düğümlenmiş kaderi yaralı ellerle açmaya çalışmak - Bölüm 13
Çiçekle birlikte açan sahte sevgi - Bölüm 14
Hayatsız insanların elindeki hayat kalemi - BöLüm 15
Kovalanırken taşa takılıp düşen değersiz zamanlar - Bölüm 16
Başlangıcın ortasına bırakılmış anlamsız sonlar - Bölüm 17
Kendini iyi sanan şeytan anılar - Bölüm 18
Acının tatlı tebessümü - Bölüm 19
Gülümseyen yüzün hıçkıran kalbi - Bölün20
Gidenin ardında kalan kanayan yara - Bölüm 21 (Part 1)
Gömdüğüm yerden tekrar doğan hayat darbesi - Bölüm 21 (Part 2)
Kadere inanıp yolunu bulamayan geleceğin umudu - Bölüm 22
Ben gittim ama kalbim seninle kaldı - Bölüm 23
Yıllar sonra kapıları açılan kafes - Bölüm 24
Cesed kokan satırlar - Bölüm 25
Final

Yanlış yol doğru seçim - Bölüm 11

1.5K 235 172
By blueflower_s

Kazandık. Vallahi mnet yılanı yüzünden hiç umudum yoktu ama sonucu duyunca o kadar şaşırdım ki. Bu da bittiğine göre geriye sadece minik bebeğim, Hyunjinim geri dönmesi kaldı.

Bölüm şarkısı olarak kazandığımız şarkıyı koymak isterdim ama bölümle zerre alakası yok :DD Bu yüzden birkaç gün önce cb yapan güzel çocuklarımın şarkısını bırakıyorum.

Bol bol yorum yapmayı unutmayınız efenim.

İyi okumalar.

Bölüm şarkısı: Txt - 0x1=love song

Kaybedince değerini çok iyi anlıyorsun derdi babaannem hep eskiden. Sıkı sıkı tutun ki gitmek istemesin, hep yanında kalsın. Çok da abartma ki boğulduğunu görüp korkarak bir anda bırakmayasın kollarından. Yoksa kaybetmeyeyim derken tamamen itersin kendinden.

Şimdi anlıyordum ki kabullendiğim zaman anlamıştım aslında sıkıca tutmak isterken ruhundan ruhuma bağladığım ipi kendi ellerimle kestiğimi. Gitmek isterken daha kolay olur zannederken daha beter hale getireceğimi bilseydim kendi başıma üzülmeyi tercih ederdim oysaki.

Şimdi kollarının arasında uzandığım bu adam bana kaybederken bazen kazanılan şeyin tamamen yalan olduğunu göstermişti. Kaybedersen eğer bitmiştir demektir. Bir açıklaması yoktu.

Uyanalı çok olmamışken, boynuma vuran ılık nefesle bir an nerede olduğumu idrak edememiş, korku dolu bakışlarla birkaç saniye hatırlamaya çalıştıktan sonra dün olanlar teker teker doluşmuştu zihnime. Tabii bununla birlikte tekrar gözümün önünde canlanan kanlı anılar yüzümü buruşturup olduğum yerde dönmeme neden olmuştu.

Bu sırada yüz yüze geldiğim huzurlu bir şekilde uyuyan adam sayesinde çatılan kaşlarımın eski haline gelirken, ruhumun ağzına kadar huzurlu dolmasına neden olmuştu. Uzanmış saçları dağınık bir şekilde alnına dökülmüş, gözleri kapalı olduğu için gür ve uzun kirpikleri yanağına gölge olmuştu sanki. Hafif şişmiş burnu ve dudakları onu o kadar şirin gösteriyordu ki istemsizce sırıtırken bulmuştum kendimi.

İkimizin arasında kalan elimi onu uyandırmamaya dikkat edecek şekilde kaldırarak alnına dökülen saçları geri ittikten sonra bu sefer parmaklarımı dün hafif bir şekilde çizilen yanağına değdirdim. Küçük bir çizik olduğu için büyük ihtimal izi kalmayacaktı ama o izin ruhundan silinmeyeceğine o kadar emindim ki keşke demiştim içimden, keşke gitmenin çözüm olduğunu sandığım an vaz geçseydim kararımdan.

Sırtımda birleştirdiği ellerini oynatıp birisini omzuma çıkarırken bakışlarım kısaca sargıda olan eline kaymış, o an dudaklarımdan kaçan sesli iç çekişim "Acımıyor, takma kafana." diye mırıldanmasına sebep olmuştu.

Gözlerim ellerinden yüzüne kaydığı an gözlerini hafif bir şekilde açınca bir an nefesimi tutmak zorunda kalmıştım. Kısık bakışlarının ardındaki yorgun ifade o kadar büyüktü ki istemsizce yanağına yasladığım elini daha sert bastırmıştım yüzüne.

"Jisung, bana öyle bakma. Gerçekten iyiyim."

"Değilsin. Bana yalan söyleme."

Açıkçası dün gözümü açar açmaz utancımdan öleceğimi düşünüyordum ama kendimi şaşırtarak ona biraz daha yaklaşmış yanağına yasladığım elimle yanağını okşamıştım. Belki daha sonra bu yaptığım yüzünden çok fazla utanacaktım ama şu an istediğim tek şey biraz daha ona yakın olmaktı.

"Bana sürekli yalan söyleyen birisi olarak senin bunu bana söylemen sence de garip değil mi?"

Boğuk sesiyle çattığı kaşları arasından bakışlarını yüzümde gezdirirken, ben de istemsizce kaşlarımı çatmıştım. Benim bu hayatta belki de duygularımı en net şekilde söylediğim insan o iken neden ona yalan söylediğimi düşünüyordu ki?

"Ben sana hiç yalan söylemedim hyung."

"Sen bana duyguların yüzünden sürekli yalan söylüyorsun Jisung. O gün, vedalaşırken sıraladığın bahanelerin hepsi yalandı mesela. Sana son zamanlarda iyi misin diye sorduğumda daha iyiyim diye cevap verdiğinde de yalan söylüyorsun. Benden kaçtığını görebiliyorum ama sen sürekli bunu inkar ediyorsun. Gerçekten bana hiç yalan söylemiyor musun?"

Sitemden çok kaygı kokan sesi bakışlarımın yüzünden kaçırmama neden olunca omzuma bıraktığı elini kaldırıp yanağıma koyarak "Kaçırma bakışları," demişti yumuşacık bir sesle. "Her söylediğim kelimede kaçmanı istemiyorum Jisung. Bunları kaçman için değil daha da yakınıma gelmen için söylüyorum."

Hani olur ya kazanamayacağını bile bile belki bir mucize olur diyerek en başından kaybettiğin oyuna girersin de sonunu önceden bilmene rağmen üzülürsün? İşte, şu an içimde yaşadığım duygu bunlardan ibaretti. Ben sonunun hüsranla biteceğini bildiğim bu satrançta tek bir el kazanmayı isteyen umutsuz bir aşıktım. Evet, ben âşık bir çocuktum.

Yüzündeki maskeye rağmen gözlerine dalarak bu günlere kadar gelen umutsuz ama bir sürü umutları olan o koca gözlü çocuktum ben. Kendimden saklanırken ona sığındığını ta en başından bildiğim halde inkar eden çocuk da bendim. Kapısında sadece iyi insanlar girebilir diye yazılan cennete sırf o güzel adam orada olduğu için şeytan ruhumun üzerine sahte melek maskesini geçirip yalancı iyi insan olmaya karar veren de bendim.

Şimdi ona ne diyebilirdim ki? Kabullendiğim için ondan gitmek isterken yine ona gelen yolda bulmuştum kendimi. Saklandığımı sanırken her şeyi çırılçıplak bir şekilde onun önüne sermiş ben, hâlâ oyun oynamaya devam ediyordum. Onun benim hayatımdaki rolü belliyken benim ondaki hangi baş karakterin yanındaki yan karakter olduğum kocaman bir muammaydı.

"Kaçmıyorum, sadece yanlış yapmak istemiyorum hyung."

Çatallı sesimle ağzımdan çıkan kelimelerin sonunda kaçırdığım bakışlarımı yine yüzüne çevirmiştim. Ama eğer duygusuz bir bakışlarla karşılaşacağımı bilseydim buna hiç kalkışmazdım diye düşündüm o anda.

"Ne yanlışı Jisung?"

"Bilmiyorum."

"Kaçmıyorum derken bile kaçıyorsun Jisung."

"Kaçmadığımı söyledim."

"Pekala Jisung, daha fazla üzerine gelmeyeceğim. Zaten dün yeterince canını yaktım. Sen biraz daha uzan. Ben kahvaltılık bir şeyler hazırlayayım. Yemek yedikten sonra seni okula bırakırım."

Başka bir şey demeden boynumun altındaki kolunu çekerek dikkatli bir şekilde üzerimden geçip banyoya doğru yürümüştü. Ben de bir şey söylemeden bacaklarımı karnımda toplayarak kollarımı etrafına sararak bakışlarımı önümdeki kocaman pencereye çevirdim.

Keşke. Keşke dedim kendi kendime. Keşke küçücük, ufacık bir umut olduğunu görseydim. Belki o zaman yüzüne karşı 'Ellerindeki binlerce yıldızlara rağmen ruhumu aydınlatamayan insanların aksine, sen elindeki tek bir kibritinle ışıl ışıl yapmıştın tüm benliğimi.' diyebilseydim. Keşke hyung, keşke o umudun olduğuna beni inandıra bilseydin.

***

"Kahve mi içersin yoksa süt mü ısıtayım?"

Önüme bıraktığı tabaktaki tosta diktiğim gözlerimi sesiyle birlikte gözlerine çevirdiğimde dikkatli bir şekilde yüzüme bakan bakışlarıyla karşılaşmıştım.

"Fark etmez."

O da fazla bir şey söylemeden sadece kafasını sallayıp buzdolabının kapısını açarak içinden süt çıkartarak ocağa yaklaşmıştı.

Açıkçası bugün bir kez daha şaşırmıştım. Minho hyung bana göre arada evine gelen, ev yemekleri yapamayan sürekli dışarıdan bir şeyler söyleyen veya sürekli barlara giden birisiydi. Ama bugün bir kez daha onu gerçekten tanımadığım gerçeği sert bir şekilde yüzüme çarpmıştı.

"Seni okula bıraktıktan sonra markete gidip alışveriş yapmam gerekiyor. Aynı zamanda kırdığım şeyleri tekrar almalıyım."

Önüme bıraktığı ılık sütü iki avucumun içine alıp bir yudum aldıktan sonra tekrar masaya bırakmıştım. O da kenara bıraktığı tostunu eline alıp ısırırken tam karşıma oturdu. "Çok fazla boş tablo, fırça, boyalar mahvettim. Onları tekrar almam gerekiyor."

"Hyung her zaman mı böyle oluyor?"

"Ne oluyor?"

Çekinerek sorduğum soru kaşlarının çatılmasına neden olunca gergince yerimde kıpırdamıştım. Nasıl onu kırmadan bazı şeyleri öğrenebilirdim bilmiyordum ama dünden beri aklımda dönüp dolaşan soruların haddi hesabı yoktu.

"Her resim çizemediğinde kendine zarar mi veriyorsun?"

Birkaç saniye öylesine yüzüme baktıktan sonra kafasını sallayarak elindeki tostu tabağına bırakmıştı tekrar. "Hayatımda gerçek anlamlı bir değişiklik olmadığı sürece böyle krizlere girmiyorum. En son babam vefat ettiğinde bu denli büyük bir boşluğa düşmüştüm. Galiba birileri hayatımdan eksilince zihnimdeki tüm hikayeleri, tüm renkleri elleriyle yok edip öyle gidiyorlar."

Suçluluk duygusu bir hançer gibi kalbimin tam ortasına saplandığı an bakışlarımı gözlerinden kaçırarak masanın üzerinde duran ellerime dikmiştim. Kaçmanın çözüm olmadığını uzun zaman önce kendi boşluğumda ordan oraya sürüklenen kendi benliğimin söylemesine rağmen bir kez daha kaçmıştım ve yine her şeyi elime yüzüme bulaştırmıştım. Kırıklarımı toplamaya çalışırken, ben birisi için hayal kırıklığı olmuştum galiba.

"Bazen arada böyle boşluğa düşüyorum ama toparlanmam kısa sürüyor. Kafamı meşgul edecek bir şeyler bulduğum an, renklerimi de geri kazanıyorum ama bu sefer öyle olmadı. Bir güm, iki gün, üç gün ve devam eden günlerden sonra bu sefer boşluktan çok karanlığa düşmüş gibiydim. Toparlanmak istedikçe iyice çöktüm. Ama şimdi daha iyiyim. Yüzünü görünce daha iyi oldum."

Sona doğru muzipçe çıkan sesi bile gülümsememe yardımcı olamamıştı. Boğazımdaki acı yumruyla birlikte oturduğum yerden kalkıp tam önünde durarak kollarımı sıkıca boynuna doladım. Burnuma dolan kokusuyla birlikte dolan gözlerim şu sıralar ağlamaya ne kadar meyilli olduğumu bir kez daha kanıtlamıştı bana.

İlk başta vücudu kasılmış tepkisizce durmaya devam etmişti ama çok geçmeden o da kollarını sırtımda birleştirerek çenesini kafama yaslayıp nefesini sesli bir şekilde bırakmıştı.

"Özür dilerim hyung. Böyle olacağını bilmiyordum. Ben... ben sandım ki eğer gidersem senin için de benim için de çok kolay olacak ama daha beter oldu. Her şeyi elime yüzüme bulaştırdım. Çok özür dilerim."

Omzuna akan gözyaşımla birlikte belimdeki kollarının baskısını daha da artırmıştı. O öyle bir adamdı ki kısa zamanda tüm hayatımı, tüm duygularımı ele geçirmişti. Boş bir teneke olan ruhuma her gün her gün damlattığı renklerle birlikte beni de çöktüğüm yerden ayağa kaldırıyordu. Ben onun gözünde sadece küçük, sevgiye, umutlara muhtaç bir erkek çocuğuydum. O ise benim gözümde doğduğum an kaybettiğim hayat tablomdu.

"Jisung niye ağlıyorsun? Sonuçta böyle bir şey olacağını bilemezdin. Açıkçası ben de bunun olacağını bilmiyordum. Yalan yok, vedalaşınca çok üzüldüm ve geri dönmen için de bir şey yapmak istemedim. Çünkü seni zorla getirirsem yarardan çok zarar vereceğimi düşündüm. Ama sen gidince ben de kaybettim galiba."

"Neyi kaybettin hyung?"

Ağlamaklı sesimin ardından sorduğum soru kıkırdanmasına neden olunca yanağımdaki yaşa rağmen ben de gülümsemiştim. Galiba kafayı yiyordum.

"Her şeyi. Kendimi, hikayelerimi, düşüncelerimi, renklerimi. Benim için çok önemlisin. Öylesine değil gerçekten çok önemlisin Jisung. Sana göre kısa bir zaman olabilir ama sen benim tablomdaki hikayeleri görebilen tek kişisin. O hikayeler benim beynimdeki, zihnimdeki, ruhumdaki renkler. Onları görebiliyorsan demek ki beni de görebiliyorsun. Kendin su gibi berrakken beni de öyle görmen açıkçası çok hoşuma gidiyor."

Kelimeleri, düşünceleri o kadar güzeldi ki ruhumla kalbim el ele tutuşarak bana gülümsüyorlardı. Mutluydum çünkü. Kırıklarıma, çiziklerime, izlerime rağmen çok mutluydum.

Minho hyung sırtımdaki kollarını geri çekip beni hafif bir şekilde kendinden uzaklaştırarak ellerini yanaklarıma yasladı. Yüzümdeki yaşları silerken dudağını büzerek "Çok sulu göz oldun Hanie," demişti bakışlarını bakışlarıma çevirerek. Ve o an gözlerinde birdenbire çok fazla duygu değişimi olmuştu. Hafiften irileşen göz bebekleri titrerken, sesli bir şekilde yutkunarak yanağımdaki eliyle önce burnuma daha sonra dudaklarıma dokunarak çeneme indirmişti.

Onun bakışları, dokunuşu kaburgalarımın bir anda alev alev yanmasına sebep olmuştu. Yarışa katılmış, birinciliği almak için tüm cabasıyla koşan kalbim, yüzüme yaklaşan yüzüyle ellerini uzatıp sıkıca boğazıma yapışmıştı.

Parmağı yüzümün sınırlarında dolaşırken "Bu zamana kadar dünyadaki tüm renkleri gördüğümü sanıyordum," diye mırıldandı nefesi dudaklarıma çarparken. "Ta ki senin kalbindeki renkleri görene kadar. Belki bir gün rengin solacak, şimdiki gibi parlak olmayacak. Sonuçta her güzel şeyin bir sonu vardır. Senin renklerinin de elbet bir sonu olacaktı ama biliyor musun ne var? İşte o zaman sen benim en solgun ama en güzel sonum olacaksın."

Ve biraz daha yaklaştı. Anı duygu yoğunluğundan tekrar dolan gözlerim, ruhuma akan kelimeleriyle birlikte bir an dengemi kaybederek koluna sıkıca tutunmuştum. Gerçekten bir yerlerden düşüyormuşum gibiydi. Tüm gücümü onun sözleriyle birlikte kaybetmiştim sanki. Bu mümkün müydü? Sevginin gücü dedikleri şey sendeki tüm gücü bir anda çekip koparması mı demekti?

Kollarını sıkıca belime sarıp beni ayakta tutarken, bakışlarını dudaklarıma indirerek "Jisung, ilk öpücüğünün nasıl olmasını isterdin?" diye sorunca bir an nefesim boğazımda takılı kalmıştı. Gerçekten beni mi öpmek istiyordu? Ben onu öpmek istiyor muydum? Tabii ki de evet. Peki o öpücükten sonra olanlara hazır mıydım? Kocaman bir hayır.

"Ben... ben ilk adımı atabilecek kadar cesaretli birisi değilim. Eğer karşımdaki bir atak yaparsa önce benden izin almasını isterdim."

"İzin mi?"

"Evet."

"Aklımda bulunduracağım." dedi ve bakışlarını gözlerime çıkarıp hafif bir şekilde gülümseyerek kollarını geri çekip arkasını dönerek yürümeye başladı. Ellerimi masaya yaslamış nefeslenmeye çalışırken olduğu yerde durarak "Ah, doğru," demişti yüzünü geri çevirmeden. "O gün kafede o kızla öpüşmüyordum. O aniden gelip beni öptü. Yani gördüğün gibi değildi."

"Açıklamak zorunda değilsin hyung."

Kafa karışıklığı biraz da mutluluk ve çok büyük bir hüzünle ağzımdan çıkan kelime omuzlarının inip kalkmasına neden olunca bakışlarımı masaya dikmiştim. Zihnim o kadar yorgundu ki karanlık bir köşede uyuya kaldığı için ne düşüneceğimi gerçekten bilmiyordum. Kaç gündür bir yanlış anlaşılma yüzünden miydi bunca acı, bunca hüzün?

"Öyle, açıklama zorunda değilim. Bunu açıklayacak bir ilişkimiz olmadığını da biliyorum ama..." Sustu. O an ondan kaçırdığım bakışlarıma rağmen merakla devam etmesini isteyen bir yanım vardı. Doğru, bizim ilişkimiz renkler üzerine kurulu, her an yıkılacakmış gibi duran bir bina gibiydi. Rengarenk görünen ama içten içe kırılıp dökülen bir binaydı.

"...ama bilmeni istiyorum. Çünkü dikkat ediyorum. Artık olanlara dikkat edeceğim Jisung. Seni üzecek bir şey yapmayacağım. Bu yüzden bundan sonra kaçmak yerine kalmayı tercih et Jisung. Çünkü bir kere döndükten sonra tekrar gidersen açtığım kapıyı bir daha açmamak şartıyla kapatırım." dedi ve başka bir şey söylemeden gözden kayboldu.

Bütün herkesin bulanık olduğu bu dünyaya gözlerini açan koca gözlü çocuğun uzun yıllar sonra net bir şekilde gördüğü tek yüz, ruhundaki okyanusa dalarak kendi içinde arayışa çıkmıştı. Belki orada bir hazine vardı diye düşünmüştü o adam. Kimse inanmasa bile o inanmıştı o koca gözlü çocuğa.

Günlerce, haftalarca hatta aylarca o bulanık yüzlü insanların arasından yüzüp geçerek kimse inanmasa bile her zaman kendisinin inandığı o hazineyi bulmuştu sonunda. Bir kutunun içine kapatılmış o hazineyi, tüm rengini kaybetmiş o kalbi bulmuştu.

Ve yüzündeki gülümsemeyle o kalbi eline alıp kendi kalbinin yanına koymuştu. Kendi rengiyle bulduğu kalbi renkleyerek, diğer bulanık yüzlerin gerçek yüzünü o koca gözlü çocuğa göstermişti.

Güzel adam orada bir kalbin olduğuna inanmıştı ve koca gözlü çocuksa onun umudunu boşa çıkarmamıştı.

***

"Seni öldüreceğim Jisung. Senin olmayan beynine tüküreyim ben Jisung."

Arabadan iner inmez yakama yapışan Changbin ile bir an afallayıp ne yapacağımı şaşırmış, ellerimi ellerinin üzerine koyarak "Ne oluyor be." diye mırıldanmıştım.

Benim aksime o beni bir kez daha hırsla sarsınca arkamdan gelen Minho hyung yakamdaki elleri çekerek beni yanına çekmişti. "Arkadaşlar arasına girmeyi seven birisi değilim ama çocuğu boğduğun için kenarda duramazdım. Kusura bakma Changbin."

"Ya hyung bırak şu salağın ağzını burnunu kırayım. Yoksa sinirim geçmeyecek."

"Ya niye? Ne yaptım ki ben?"

Sitem dolu sesimle bir kez daha üzerime atılmaya çalışınca arkadan gelen Beomgyu ile Younghoon onu tutarak uzaklaştırmaya çalıştı ama hayvan o kadar güçlüydü ki yerinden kıpırdamamıştı bile.

"Bir de soruyor musun? Dün eve gitmemişsin. Annen akşam arada, Jisung yanında mı diye sordu. Ben de bize eve gideceğim dediğin için bir an ne diyeceğimi bilemedim. Senin yüzünden elli yalan söyledim. Telefonu da kapatmışsın. Neredeydin sen? Gel buraya o koca gözünü patlatayım da aklın başına gelsin."

Changbin'in yüksek çıkan sesi yüzünden okulun girişindeki çocuklar durmuş bize bakarken, Younghoon eliyle Changbin'in ağzını kapatmaya çalışıyordu. Ama ne yazık ki o küçücük ağzına rağmen kapanmak bilmiyordu.

Ben dün bir anda Minho hyunga gitme kararı aldığım için kimseye haber vermemiştim. Üstelik o anlarda aklıma ne annem ne babam gelmişti. Yaptığım bencillik yüzünden yüzümü buruşturunca "Dün benim yanımdaydı. Kaza geçirdiğim için benimle ilgileniyordu. Büyük ihtimal bu yüzden haber veremedi." diyen Minho hyung sargıda olan iki elini havaya kaldırarak masumca gülümsemişti.

Bu sırada bir anda sakinleşen Changbin şaşkınlıkla Minho hyungun eline bakarak "İyi misin hyung? Bir şeyi yok dimi?" diye sorunca ben, Beomgyu ve Younghoon Changbin'e bakarak gözümüzü devirmiştik. Yavşak. Bize gelince aslan kesilmeyi biliyordu ama.

"İyiyim Changbin. Jisung iyi baktı bana. Kusura bakmayın tekrar, benim yüzümden endişelendiniz ama bundan sonra böyle bir şeyin olmasına izin vermeyeceğim."

Minho hyungun kocaman gülümseme eşliğinde söylediği sözlerden sonra bizim çocuklar yüzlerindeki hayranlıkla ona bakmaya devam ederken istemsizce gülümsemiştim. Aynen çocuklar, ben de ona her baktığımda aynı sizin gibi oluyorum.

"Hyung sen resim çiziyorsun değil mi?"

"Evet, neden sordun ki?"

"Bu hafta sonu bizim sınıf yarışma için birkaç resim çizmek istiyor. Sen de gelip bize taktik verebilir misin?"

Beomgyu'nun sorusuyla hemen öne atılarak "Hayır Beomgyu, hyung böyle şeyleri sevm..." diyemeden Minho hyung lafımı keserek elini omzuma yasladı.

"Tabii, gelirim. Bana saati söylemeniz yeterli."

"Harika, o zaman numaranı alabilir miyim?"

"Tabii ki de. Gel bakalım."

Ve o gün verilen o sözden sonra gelen günlerin bu kadar karışık ve bir o kadar da güzel olacağını kim bilebilirdi ki?


Sonunu yazarken çok yoruldum ya yeminle.

Seviliyorsunuz.


Continue Reading

You'll Also Like

803K 65.5K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
betty By ︎ ︎

Fanfiction

2.4M 212K 33
Ama New York'a geldiğimden beri bir kokusu var. for vanilla baby
238K 22.5K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
290K 11.5K 76
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi