YARALI HAYALLER (+18)

Da ElisyaRoyal

6.3M 273K 236K

Nüket Kozcu, kendi halinde üvey annesinin yaptıklarından hoşnutsuz bir üniversite öğrencisidir. Bir gece bara... Altro

YARALI HAYALLER / GİRİŞ
YH • 1 | KARŞILAŞMA
YH • 2 | DÜŞÜŞ
YH • 3 | UFAKLIK
YH • 4 | KÜTÜPHANE
YH • 5 | BENİMLE YAN
YH • 6 |CEHENNEMİN ANA KAPISI
YH • 7 | UNUTMANIN KOZASI
YH • 8 | BEBEK
YH • 9 | TAKIM ELBİSELİ PİSLİK
YH • 10 | SARHOŞLUĞU DİLERKEN
YH • 11 | TUTKUNUN RENGİ
YH • 12 | KARMAŞIK DUYGULAR
YH • 13 | RUHU YAKAN KELİMELER
YH • 14 | FİLM GECESİ
YH • 15 | PLATONİK VAKA
YH • 16 | KIRIK KALP
YH • 17 | GÜL VE ŞARAP
YH • 18 | HODRİ MEYDAN
YH • 19 | ÖPÜCÜK
YH • 20 | KADER AĞLARI
YH • 21 | GÖLGELER
YH • 22 | UYANAN TUTKU
YH • 23 | HİÇ KİMSE
YH • 24 | YALANIN GÖLGESİ
YH • 26 | SAHTE MASAL
YH • 27 | İLK ÖPÜCÜK
YH • 28 | KIRMIZI
YH • 29 | PARAMPARÇA
YH • 30 | CAMDAN KALP
YH • 31 | MEDCEZİR
YH • 32 | CENNETİN ATEŞİ
YH • 33 | GÜL KEFENİ
YH • 34 | YILDIZIN NABZI
YH • 35 | RUH İKİZİ
YH • 36 | İSİMSİZ KADINLAR
YH • 37 | HAYALLER VE UMUTLAR DEVRİLİRKEN
YH • 38 | 00.00'DA GELEN ZEHİRLİ KADEHLER
YH • 39 | GÜNLERİN KÖPÜĞÜ
YH • 40 | GÜZEL GEÇMİŞE ÇEKİLEN PERDE
YH • 41 | UĞULTULAR
YH • 42 | ALABORA
YH • 43 | HATA
YH • 44 | ANILAR MUMYALAŞSA
YH • 45 | GÖĞÜSTE TAŞINAN BOMBOŞ KALP
YH • 46 | "BAŞROL"
YH • 47 "DÜŞ ÖLÜMÜ"
YH • 48 | YANSIMALAR
YH • 49 | SIRTLAN
YH • 50 | YÜZLEŞİLEN KARANLIK
YH • 51 | YARALI YILDIZ
YH • 52 | PANDORA
YH • 53 | TEK BİR GECE

YH • 25 | DUYGULARIN ÇIĞLIĞI

92.5K 5K 5.1K
Da ElisyaRoyal

Sellam kırmızı şaraplarım, biz geldik! 

Okuma ve oylama arasında ciddi bir uçurum var çiçekler. Bölümün hızlı gelmesi için mutlaka vote verip yorum yapın, sevgili gizli okurlar siz de biraz parmaklarınızı hareket ettirin yorumlama ve votelemenin zor olmadığını göreceksiniz. 🍓

           Bölüm İçin, Kitabımızın Simgesi Olan Gül ve Kadeh Alayım...  🍷🥀 

  25. BÖLÜM / DUYGULARIN ÇIĞLIĞI

                            🌏

   Hayal kurmayı seviyorum ama hayat hayal kırıklıklarıyla dolu...

     

     Duygular orada, içimdeler, içimi iç yapan her şeye nüfus ettiler ve serbest kalmak için çığlık çığlığalar...

 İçimde inanılmaz, kontrolsüz, birbiriyle iç içe geçmiş karmaşık duygular vardı. Bu yoğun duygular bazen aniden hafifliyor, bazen koşuluzca değişiyor, bazen öylece yok oluyor, bazen yolunu değiştirip hayata karışıyordu. 

 Belki özellikle duygularıyla, mantığı yerine kalbiyle hareket eden insanların asıl tanımı buydu. Benim gibilerin, benim gibi olmaya başlayanların ve benim gibi duygularından ölenlerin.

  

   Siyah, parlayan araba bir süre yanımda benim adımlarıma ayak uydurarak ilerledi. "Nüket," diye seslendi arabasının içinden. 

    Hayır Savaş, artık sana bakmayacağım bile... 

    Benim gibi duygularını en uçlarda yaşamak isteyen insanların, aynı anda bu duygulara engel olmaya çalışması kadar kendisine işkence edecek başka bir şey var mıdır hiç bilmem. Ben duygularımdan kaçmayı değil, onları dolu dolu yaşamayı istiyorum. İhtiyacım olan buydu.

Cevap vermeden umrumda değilmiş gibi, omuzlarımı dik tutup kararlı ve kendinden emin adımlarla durağa doğru yürümeyi sürdürdüm. Onun mevsim kahverengisi gözlerinin yakıcı sıcaklığını üzerimde hissetsem de, aldırmamaya çalışmakta gayet başarılıydım. 

Savaş, "Hadi ama Nüket, çocukluk mu yapacaksın gerçekten?" diye laf çarpıttı, yine aldırmadım. Susmalar, en çok bu anlarda can sıkardı ya da yakardı. İçten gelen bir üfürmeyle ofladığını işittim. Görünüşe bakılırsa, Savaş'ın canını sıkıyordu. "Hadi gel, seni evine bırakayım. Böylece yolda konuşuruz ha, ne dersin?"

      Cevap bile vermedim. 

   Beni bugüne dek tek bir duygu bu denli korkutmuştu, kendiyle savaştırmıştı; o duygu hep vardı, onu kabul etmek istemediğimde bile benimleydi.  

"Nüket, tamam hatalıyım, seninle öyle konuşmak istemedim, tamam mı?" Sesi gergindi. "Sinirle çıktı o sözler ağzımdan, öfkeliydim, biliyorsun."

       Hah, sanki bunu itiraf etmesi benim öfkemi azaltırmış gibi. 

  O duygu vardı ama isimsizdi; adı, sanı olmayan duygular acıtıcıydı, yıkıcıydı, çok güçlüydü. Savaş Akduman'a kapılma duygusuydu ve düşündükçe derin bir korku hâlini alıyordu. İçimde kalbimi korumak isteyen kırılgan ve fazlasıyla telaş eden bir kız çocuğu vardı, bütün duygularımı avuç avuç aldığı inkâr toprağıyla duygularımın üzerine örtüp kapatmaya çalışıyordu. 

  

     O kızın artık yorulduğunu biliyorum, toprakları kazan avuçları yaralıydı. Hiçbir şeyi saklayamıyordu, duygularım ilk defa açmış bir filiz gibi başını çıkarmıştı.

Sonunda arabayı durdurup karşıma geçti; pahalı arabasından inmeyi ancak akıl edebilmişti. Salak.

Kahverengi gözleri, renklerini sonbahara kurban verip kupkuru kalmış bir ormanı andırıyordu. 

Sarı kızıl saçlarımı sol tarafımdan gelen hafif bir rüzgâr havalandırdı. Başımı sağ omzuma yatırıp, "Sonunda arabandan inmene sevindim," dedim, ellerimi kot ceketimin ceplerine koyarken. 

Ve belanı arıyorsan da buldun sayılır, Savaş Akduman.

Çenesindeki kas seğirirken, "Arabadan inmemi mi bekliyordun?" diye sordu. 

Sahte bir sevimlilikle gülümseyip, "Elbette, bunu bekliyordum," dedim. Sağ bacağımı kırıp ayak ucumu gri kaldırım taşına vurup kaldırıyordum. "Çünkü kovboy çizmelerimi çok sevdiğini biliyorum, arabanın içinden fantazi aracını sana yakınlaştıramazdım, Savaş."

Savaş, kaşlarını çatarken, gözleri kaldırım taşına vurdukça tok sesler çıkaran kovboy çizmeli ayağıma kaydı. Gözlerini kıssa da, konuyu hoş bulmuş olsa gerek, hareleri parladı. "Nüket, ne demeye çalışıyorsun?" diye sordu. 'Fantazi' kelimesi kafasını karıştırmış gibi. "Acaba yaşadıkların sende dün gece aldığın hapla aynı yan etkilere falan mı neden oldu?"

"İşte bunu," diyerek, kaldırıma hafif hafif vurup kaldırdığım ayağımı doğru açıya getirebilmek için geriye itip hızla bacağına vurdum. "Belanı arıyorsan buldun."

       Çıkan ses, sert vurma ihtimalini zihnime getirince beni biraz endişelendirdi.

       Ama sadece birazcık, sonra geçti. Sorun yok. 

Savaş, eğilip bacağını tutarken, "Hay! S-" diyerek, tıslamayla karışık inledi. "Sikerler böyle işi kızım, ne yapıyorsun?"

Savaş'a eğildim, "Gördüğün gibi," dedim, onunla hâlâ sevimli sevimli konuşurken. "Ben hiç de gurursuz değilim."

Savaş, "Bunu, o Barış hergelesine yapman gerekiyordu!" diye bağırdı arkamdan. 

"Ona da sıra gelecek," diye karşılık verdim. "Hiç tasalanma sen."

Savaş, "Sikeyim ya, tamam," dedi. Eğildiği yerden kalktı. "Gel hadi, seni evine bırakayım." 

"Savaş, ben gerçekten çok sıkıldım bu olanlardan," dedim. "Buna bir son vermek zorundasın, bugün olanlar korkunçtu. Barış onunla yattığım yalanını söyledi." 

"Ona inanmadığımı söyledim." 

"İnan ya da inanma, bu neyi değiştirir?"

"Sadede gelelim, tam olarak ne değişsin ya da değiştirsin istiyorsun?" 

Kendimi boş ve anlamsız hissediyordum.

"Barış'ın bugün haksız çıkmasının tek nedeni, aramızda bir şeyler olduğuna dair tahmin yürütmesiydi. Lütfen sadece bir an için, sözlerini ıspatlayacak bir delili olduğunu düşünsene, bu felaket olurdu."

"Felaket falan olmazdı," diye karşı çıktı, sesi sert ve soğuktu. "Bugün yaşananların tersi olsaydı bile, Beren'i ilgilendirmezdi. Şunu bir kabullen artık. Arkadaşının abisi olmayabilirdim, başka herhangi birisi de olabilirdim ben." 

"O başka herhangi birisi değilsin, Beren'in abisisin ama," dedim, keskince belki biraz düşmanca. "Beren'in tavrını gördün değil mi? Hiç onayı olmazdı, adımızın yan yana gelişine bile tahammülü yok." 

Bana inanamayarak baktı, gözlerindeki hayret ifadesi yerini alaya bıraktı. "Beren'in onayını mı istiyorsun?" 

   Kahretsin bu konuşma amacından sapıp çok alakasız yerlere gidiyordu.  

Derin bir nefes aldım. "Elbette hayır, asla istemiyorum," dedim, içim nefretle kaynadı. "Ondan onay vermesini isteyecek bir ilişki içinde değiliz zaten." 

Beren beni test etmek uğruna Savaş'ın eski kız arkadaşını anlatmıştı ve Beren'in Savaş ve Başak denilen o kadın için söylediği sözler gerçek miydi yoksa testi için gerekli gördüğü abartı mıydı bilmiyorum. Savaş Akduman gerçekten o kadını sevmiş mi merak ediyorum ama ona sormaya cesaret edemiyordum. Sorup duyacaklarımı dinlemeye cesaretim yoktu.

"Yine dönüp dolaşıp geldiğimiz nokta hep burası oluyor, sorun hep bu değil mi?" diye sordu. "Sen ve ben bir ilişki içinde olsak bile istediğin bir adımızın olması, ne büyük sorun." 

"Senin bir şeyi sorun görmemen benim de görmeyeceğim anlamına gelmiyor, senden farklı düşünüyorum diye en dorğusunu da sen düşünüyor değilsin, lütfen ama şu her şeyi ben bilirim tavrılarını bırak artık." 

Bakışları deliciydi. "Neden bu kadar öfkelisin?" 

"Öfkeli değilim, ben sadece yoruldum ve bu olan her neyse artık bitsin istiyorum. Beren bir şey anlasaydı, onun yüzüne bakamazdım, özellikle bugün sergilediği tavırdan sonra," dedim ve yine konuyu başka bir yere çekmesin diye devam ettim. "Senin için bir şey ifade etmiyorsa da benim için çok şey ifade ediyor." 

Savaş elinin tersini yanağıma sürtüp, "İpek gibi tenin," dedi, sesi boğuktu. Küçücük bir dokunuşla bile kalbim alt üst olmaya son derece hazırdı. "Sen bana evet diyene dek, bitmeyecek."

"Bunun sonunun ne olacağını sanıyorsun." 

"Onu olunca görürüz," dedi, cevap netti.

  Kendimi aptal hissettim.

Elini itip, "Bitireceğim," dedim. 

   Savaş'ı geçip durağa ilerlemeye devam ettim. 

                           🥀

Eve geldiğimde, odama gitmek için direkt merdivenlere yöneldim. Yukarı çıkacaktım ama babam, "Nüket!" diye bağırdı salondan. 

Bıkkın bir tavırla derin bir nefes verdim.

Bugün, lütfen bir bit artık ya, bir bit. 

Çantamı çıkarıp merdiven basamaklarının ucuna bıraktım, nasıl olsa salonda fazla durmayacaktım. İçeri adımlarken, bütün sevgili(!) aile fertlerimin koltuklarda oturduklarını gördüm. Bakışlarımı, babama sabitlerken, "Efendim baba," diye sordum, düz bir sesle. Gözlerimi tek tek üzerlerinde gezdirdim. Babam tebessüm ediyordu, garip bir şeyler vardı tebessümünde. Ece pis pis sırıtırken, annesinin dudağında gülümseme oynaşıyordu. Hapsi garipti. Gerçekten onları görmeye tahammül edemiyorum, bakışlarımı tekrar babama çevirdim. 

Babam, iyi bir modda, "Seni bekliyorduk, kızım," dedi. Gözlerinde uzun zamandır ilk defa benimle konuşurken parıltı, yüzünde ise memnuniyetini ifade eden yumuşak çizgiler vardı. "Sizs bir haberimiz var."

Biraz endişelendim. "Öyle mi?" Sesim şüpheyle çıkmıştı. Bu anne kız yılanların olduğu yerde iyi haber olmaz ama neyse. "Neymiş o?"

Babam, "Evet, hadi gel," dedi. Elini uzatarak karşı koltuğu işaret edip ekledi. "Ayaküstü verilecek bir haber değil bu kızım, otur şöyle karşıma."

İtiraz ederek bile uğraşmaya halim yoktu. Dinleyip gidecektim. Ece'nin hemen yanına, koltuğa oturduğumda, Ece'nin pis sırıtışı silindi. Dilimi çıkarmamak için kendimi zor tuttum. İkimizde aynı anda kollarımızı göğsümüzün altında bağlayarak, birbirimize ters ters bakıp önünüze döndük. 

   Ece, "Söyleseniz artık," dedi, sabırsız bir şekilde. Sanırım o da burda ne dönüyor bilmiyordu. Annesi önceden söylememiş mi, çok yazık. Ama itiraf etmliyim ki ona herhangi bir şey söylememesi beni daha çok tedirgin etmişti.

Babam, haberi vermek için sabırsızdı ki daha fazla bekletmeden, harelerinde parıldayan bir heyecanla, "Size kardeş geliyor," dediğinde, donup kaldım. Başım kısa bir an Ece'ye döndüğünde, onun da başı anlık bir şok dalgasıyla bana dönmüştü. O da benim gibi şaşkındı. Yılan bakışlı cici annem, "Evet, bir bebeğimiz olacak," diye ilave etti. 

  Bir an zaman kavramım kayboldu. 

Bir bebek, bir kardeş, yeni başka bir ferd. Küçücük bir yaratık, bambaşka bir sorunun küçük olan bir diğer üyesi. Evdeki en kötü sıralamamı bir sayı daha düşürecek başka bir sayı. Bu şaka olmalı. Kötü bir şaka ama ortamda kamera yoktu, o ne olacak?

İçim bomboştu. Ayağa kalktım. Umursamaz bir sesle, "Beni boşuna beklemişsiniz, aslında benlik bir haber yokmuş ortada," dedim. "Bir an başka bir şey var, sizi mutlu edecek şeyin beni de mutlu edeceğini sandım ama bu da benim ahmaklığım." Gitmek için yan tarafa dönerken ilave ettim. "İyi akşamlar."

Babam öfkelendi, sıktığım dişlerinin arasından, "Nüket, o senin de kardeşin olacak," dedi, sesi kalındı. "Nasıl böyle içi boş bir tepki verirsin." 

Tekrar onlara döndüm. En alaylı tonla, "Böyle tepkisiz olmamalıyım, çok haklısın. Hiç senin kızın gibi değilim, kabayım değil mi, babacığım," dedim. Sonra zehir gibi bir tonla, "Umarım yeni çocuğunuzla mutlu olursunuz," diye ekledim. 

Bu defa tekrar dönmemek üzere hızla çıktım salondan, merdiven başındaki çantamı alıp odama gitmek için yukarıya çıkarken içimde başlayan acı verici bir yangını, parmaklarıma bulaşan titremeyi hissedebiliyordum. 

Ben basamakları çıkarken, Ece, arkamdan gelip, "Hiç beklemiyordum," dedi, gıcık bir tonda. "Ben de senin gibi şaşkınım açıkçası."

Ona dönmedim bile. Bakmadan, "Defol git başımdan, Ece," diye kızdım. "Senin ne hissettiğin umrumda bile değil doğrusu."

Ece, yumuşak bir kahkaha attıktan sonra, "Harbiden kabasın ya," diye alay etti. "Kardeşim doğunca, bence sen evden ayrıl."

İşte bu beni durdurdu, dumur oldum. Arkama döndüm. Basamaklar bitmişti, ikimiz de üst katın koridorundaydık; ben ölümcül bakışlar atarken, o eğlenen bakışlarla bana karşılık veriyordu. Koridorun ara yoluna yalnızca sakinleşip fevri davranmamak adına baktım. Sonra bakışlarımı Ona çevirip, ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırcasına ağır ağır süzerken, sıkılı dişlerimin arasından konuştum. "Ne saçmalıyorsun sen yine?"

Ece, "Farkında değil misin?" diye sordu. "Sen bu evde zaten fazlalıksın. Bebek olunca bir odaya ihtiyacımız olacak, belki böyle olmasına baban karar verir."

Babam mı? Babam böyle bir şeyi asla istemezdi. Tamam, aramız önceki gibi iyi değildi, ama... Bir dakika, niye onu takıp babamın onun dediği gibi davranıp davranmayacağını sorguluyordum ki? "Git başımdan," diyerek arkamı döndüm ama sesini duyunca hareket etmeden dinledim. "Senin saçmalıklarını dinlemeyeceğim."

Ece, "Zoruna gidiyor, değil mi?" dediğinde, şakaklarımı ovalıyordum. "Bence sen, bir gün bu evden atılacağının farkındasın."

Yumruklarımı sıktığım ellerimle onun saçını başını yolmak istiyordum. Odama gitmeliydim, devam ettim yürümeye ama Ece kolumdan tutunca, onu itip, "Sana git başımdan!" diye bağırdım. Kollarından sertçe tutup antrenin duvarına çarparak yasladım. Tırnaklarım kollarına hilal şeklinde izler bırakarak batıyordu. "Benden uzak dur, Allah'ın cezası! Uzak dur!"

Hiç beklemeden, kollarından öne çekip sırtını antrenin duvarına bir kez daha çarptım. Yarısı acıdan, yarısı abartıdan doğan kocaman bir çığlık atınca, babam ve karısı, merdivenin başında bitti. 

Bana zaten kızgın olan babam, "Ne yaptığını sanıyorsun sen, Nüket?" diye kızdı. Yukarı çıkmayıp ordan bağırmıştı bana. 

Ece'nin kollarını bırakırken, "Alın şu kızınızı başımdan," dedim öfkeyle. Ece'ye tiksinti dolu bir bakış atıp tekrar onlara çevirdim bakışlarımı. "Yoksa elimden bir kaza çıkacak."

Ece, ağlamaklı bir sesle, "Sadece konuşmaya çalışıyordum, ama beni itti," dedi, her zamanki gibi annesi gibi melek rolüne bürünmüş en şeytan haliyle. "Kardeşimizin olacağına benim kadar sevindi sandım, baba."

            Şimdi delirecektim, ikiyüzlü yılan, bir de baba diyordu... 

Babam, bana bakarak, "Sen artık iyice haddini aşıyorsun," dedi. Bu sözleri bana söylediğine inanamıyordum. "Artık kendine gel, yoksa... ben seni getirmesini çok iyi bilirim."

Ben de en az onun kadar öfke doluydum. Yaşadıklarımın dayanılmaz ağırlığı omuzlarıma baskı yaparken, "Sadece şu yeni edindiğin iğrenç aileni benden uzak tut!" diye bağırdım. "Bunların aile değil de, sahiplendiğin birer yılan olduğunu ne zaman anlayacaksın?"

Sözlerim babamın gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir öfke alevinin fitilini ateşlemeye neden oldu. Hızla merdivenleri çıkarken, içgüdüsel bir his ayaklarıma yön verdi. Ben... gözlerinden korkuyordum. Yere düşen çantamı kapıp koşarak odama gittim ama babam ben daha kapıyı bile kapatamadan yetişmişti. 

Ben içerden örtmek, babam dışarsan açmak için tüm gücümüzle itiyorduk kapıyı. 

Onun fiziksel gücüne erişebilecek durumda değildim, biliyordum. Bu da beni iyice dehşete düşmüş bir hâlde bağırmaya itiyordu. Böyle durumlarda yüksek sesin şiddete meyilli insanların iradesinde etkili bir rol oynadığını biliyordum. "Git burdan!" diye bağırdım. "Git!"

Babam, "Açacaksın bu kapıyı!" diye bağırdı.

Ona kendisiyle direndiğim gücüm, kaynağını korkudan alıyordu. İlk defa babamdan korkmuştum, eğer bu kapıyı açarsa, hoş şeyler olmayacağının pekâlâ da bilincindeydim. Geri dönülmez bir hata yapacaktı veya yapacaktım. "Senin yüzünü görmek istemiyorum, kahretsin git!" Sesim korkunç çıkıyordu, ayrımsayabiliyordum. Çantam dirseğime inmişti ve sallandıkça pat pat diye örtmeye çalıştığım kapıya vuruyordu. "Çekil kapımın önünden!"

Nasıl olduysa babamın boşluğuna denk gelen bir saniye yakalamıştım, hiç vakit kaybetmeden tüm gücümü kullanarak kapıyı ittim. Zaten kapının üzerinde duran anahtarı çevirip kapıyı kilitledim. Nefes nefese hâlde yere çöktüm ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Dirseğimde duran çantamın içinden bazı eşyalarımın fırladığını gördüm ama içim, kemiklerimle beraber o kadar dağınıktı ki umursamadım.

Babam, birkaç kez öfkeyle kapıya vurdu. Sonra pes edip, o da tıpkı benim gibi nefes nefese kalmış bir sesle, "Nasıl olsa bu kapı açılacak," diye soludu öfkeyle. "Sonsuza kadar kilitli bir odada kalamazsın, terbiyesiz."

Şu ana dek, sesi çıkmayan üvey annem, babamın ufak ufak sakinleştiğinden olsa gerek, kendine bir rol kapma arzusuyla sonunda konuşarak, "Kızcağızın üzerine gitme, böyle tepki vermesi gayet normal," dedi, yumuşak bir sesle. Öyle şefkat dolu konuşuyordu ki, duyanın inanacağı gelirdi. Nefret ediyordum böylesine ikiyüzlü insanlardan; bir an kendini anlayışlı gösterirken, başka bir an timsah gözyaşları dökebiliyordu. "Hâlâ annesinin ölümünü atlatamamış biri o, lütfen ona karşı biraz daha anlayışlı ol."

  Ben sesli bir hâlde hıçkırırken, babam hırsını çıkarmak ve canımı biraz daha fazla yakmak için kelimelere baş vurarak, "O zaman akıl hastanesine tıkacağım bu edepsizi!" diye bağırdı. "Yeter artık, deliyse tedavi olacak!"

  Bir süre daha kapımın önünde beraber bir şeyler konuştular ama ben bacaklarımı göğsüme çekip yüzümü dizlerimle göğsüm arasındaki boşluğa yerleştirip kolumuda bu dünya ile kendi arama bir duvar örer gibi etrafıma sararak çekinmeden, onların ne düşündüklerini umursamadan sesli sesli ağlamaya devam ettim. 

     Kafayı yiyecektim. Babam o kapıyı açabildiğinde, bana gerçekten vuracak mıydı? Hâlbuki babam bu güne kadar bana tek bir fiske bile vurmamıştı, hiçbir zaman şiddete başvuran biri olmamıştı. Aksine bir kadına el kadırmanın acizlik ve aşağılık bir hareket olduğunu savunurdu her zaman. Zihnimin gerilerinde merdiven başında gördüğüm o haşin ifadesi kendini gösterince, bir ses vuracağını acımasızca yüzüme çarptı. 

    Ne kadar süredir o hâlde kaldım bilmiyorum ama tıklanma sesi gelince bile pozisyonumu bozmadım. Çünkü bu sesin kapıdan geldiğini sanıyordum, umusamak istemedim ama babamın kapıma gelerek benimle konuşalım demesini o kadar çok istiyordum ki, bunun bir hayal olduğunu güçlü bir tıklanma sesi haber vermişti. Bu seskapalı penceremin camından geliyordu. Başımı sakladığım yerden kaldırıp perdesi çekili pencereye baktım ve camı tıklatan kişiyi gördüm; göz göze geldik. Yakmayı düşünmediğim ışık yüzünden odada ay ışığı dışında ışık olmamasına rağmen göz göze geldiğimiz anda onu tanımıştım.

Savaş Akduman... 

Savaş'ı görmeyi beklemiyordum, şaşkınca nefes aldım. Bir an oturduğum yerden hiç kalkmamayı düşünsem de ayağa kalktım. Pencereye ilerlerken, gözyaşıyla ıslanmış yanaklarımı ellerimle kuruladım. Camı açtım ve pürüzlü bir sesle, "Ne yapıyorsun burda?" diye sordum. 

Kıstığı göz kapaklarının ardından beni dikkatle inceleyerek, "Geçiyordum uğradım," dedi, düz bir sesle. "Sen niye ağlıyorsun?" Durdu. "Bak, bugün olanlarla ilgiliyse eğer..."

Titrek, ağlamaklı bir sesle, "Değil," dedim hemen. Derin bir nefes aldım kafayı yiyecek gibiydim. Birilerine ihtiyacım vardı ve yanımda ondan başka kimse yoktu. Ona kimsem bile diyemiyordum ama sanki öyle gibiydi. Savaş'a yavaşça bir adım attım, gözlerinin içine bakarken yakınlaşıp sarıldım. Onun yanındayken kendimi tuhaf bir şekilde iyi hissediyordum, varlığı beni rahatlatıyordu. 

  Bazen beni rahatsız eden varlığının aynı zamanda bazen beni rahatlatması tam bir ironiydi.

Savaş ona sarılmamı beklemiyor olsa gerek şaşkın bir sesle, "Jane?" diye sorguladığında, dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı. Bana sarılırken, bu tavrıma anlam veremediğini biliyordum. Bacaklarım dahil bütün bedenim titriyordu. Savaş, sırtımda bana sıkıca sarılan elinin birini ayırdı ve bacaklarımın arkasından geçirip beni kucakladı. 

Ay ışığının üzerinde oynaştığı yatağıma getirdiğinde, kendimi biraz geriye çekerek ondan uzaklaştım. Sırtımı yatağımın başlığına yasladım. Kendimi toplamaya çalışarak, "Tamam, iyiyim, git," dedim, hâlâ ağlıyorken. Çelişkiler içinde, duygusal hareket ediyordum biliyorum. 

Yatağa oturdu. Keskin bir sesle, "Gitmiyorum, Jane," dedi. 

Başımı olumsuzca salladım. Niye böyle davranıyordu anlamıyordum. Yanaklarımı avuçlarımla silip gözyaşlarıyla ıslanmış avuçlarımı ona gösterip, "Senin istediğin bu değil, benim gözyaşlarımı istemiyorsun sen," dedim, bu gerçek yaşadığım acıya bıçak gibi eklendi. "Senin istediğin şey-"

Savaş iç çekti. "Evet, demek istediğin gibi, her şeyden önce senin bedenini istiyorum. Bunu asla inkâr edip yalan söyleyemem," dedi hiç çekinmeden. Yine dürüsttü, ama bu dürüstlüğü yine can yakıyordu. Bana uzanıp yanağımı okşadı. "Ama derdim şu an bu değil, özellikle sen bu hâldeyken. İyi olmanı istiyorum ve samimiyim, Jane."

         Yaklaşıp, beni kendine çekerek, yüzümü sert göğsüne bastırdı. 

Tek derdi benimle yatmak olan birinin göğsünde ağlamak istemiyordum. Kendimi geri çekmek istedim, izin vermedi. "Savaş ben..." diye, itiraz edercesine mırıldanınca, "Sadece sakinleş, seninleyim Nüket," dedi. İçimde cayır cayır yanan bir alev olmasına rağmen çok üşüyordum, onun bedeninden yükselen sıcaklık beni sarıp sarmaladı. "Sonra gideceğim zaten."

Dediğini yaptım, ona direnebilirdim ama hiç istemiyordum. Psikolojik olarak, elimde var olduğunu hissedeceğim güçlü bir şeye ihtiyacım vardı ve Savaş'ın varlığı beni bu psikolojik bunalımın ortasında sapasağlam tutacak tek kişiydi; yalnız değilim, Savaş benimle. Hayır, ben kendimi kandırıyorum, kandırılmaya çok ihtiyacım var ama Savaş Akduman değil, beni yine kendimden başkası kandırmıyordu. 

   Benimle değil, bir gün sonsuza dek gidecekti... 

  Ama şimdilik burda, bana karşı düşman olmakta birleşen ailemin aksine benim yanımda. Beni teselli eden, bana sarılan, sıcaklığını benimle paylaşan oydu.

   Sakinleşene kadar bugün ikinci kez ağladım onun göğsünde, ama nedenlerim çoğalmıştı; bir gün gidecek olmasına, beni asla sevmeyecek oluşuna, kalbimle hiç ilgilenmemesine de ağlıyordum. 

Kulağıma eğilip, kısık bir sesle, "Biraz uzanmak ister misin?" diye sordu yavaşça. Sarı kızıl saçlarımı okşamaya devam ediyordu, sıcak avucunun baskısını başımda hissediyordum. "Sinirlere iyi geldiğini duymuştum."

Bilmiyordum. Sinirlerimin rahatlamasına ihtiyacım vardı elbette, ama bugünlerde hastanelerde yaptıkları sakinleştiriciden daha azı işe yarar mıydı, emin değildim. Bu yüzden cevap vermedim Savaş cevap vermemi beklemiyormuş gibiydi; başını yastığa koyarken, benim de yatakta uzanmamı sağlayarak kendine iyice bastırdı. Sırtıma rahatlamam için sağ eliyle hafif hafif vuruyordu. Ne oluyorduk biz şimdi? Beni teselli ediyordu, bende gerçekten teselli oluyordum. Sinir tellerim çok gergindi, ailem yetiyordu, o an bir de buna kafa patlatmak istemiyordum. 

Hem bedenen hem de zihnen hissettiğim yorgunluğun etkisiyle, bir süre sonra farkında olmadan içinde hiç huzur olmayan bayat bir uykuya çekilmiştim. 

   Uyandığımda onu yanımda bulamayacak oluşumun kırgınlığı kalbimde saplı bir ok gibi kaldı.

                               🥀

          Tabii böyle bir şey olmadı. 

Gözlerimi yavaşça açtığımda, ağzımda metalik bir tat hissettim. Hâlâ onun kollarındaydım ve vücudumun her bir santimi onun vücudunu hissediyordu; elimin ve yüzümün altındaki kaslı gövdesi derin soluk alıp vermesiyle bir alçalıyor, bir yükseliyordu. Baş parmağı sırtımda tembelce daireler çiziyor, bu beni biraz rahatsız hissettirse de, rahatlatıyordu da. Savaş'ın kokusunu net bir şekilde alabildiğimi farkettiğimde, içimde bir şeyler hareketlendi. Parmağı belimin kavisine kayınca, tenimin alev alev yandığını hissettim. Göğsünden hemen kalktım, onun elinin biri ensesinin altındaydı ve tavanı izliyordu. Tamamen ayıldığımda göğsünden ayrıldım. 

Toparlanmaya çalışırken, "Afedersin," diye mırıldandım. Yatağımda biraz geriye kayıp sırtımı yatak başlığına dayadım. 

       En azından uykusunda horlayanlardan değildim, neyseki...

Savaş da uzandığı yerden yavaşça doğruldu. Gözlerime bakarak, "İyi misin?" diye sordu. Başımı konuşmadan onaylarcasına salladığımda, kaşlarını düşünceli bir ifadeyle büzdü. "Niye bu kadar ağladın, Jane?"

Omuz silktim. "Önemli değil, sinirlerim bozuldu galiba."

Savaş alayla tek kaşını kaldırdı. "Aynadan kendine bakmak ister misin?" 

Ağladıktan sonra çirkin görünenlerdendim. "Hayır asla," diye homurdandım. 

      Berbat göründüğüme emindim. 

Elimi tutup üzerine hafif bir öpücük kondurdu. "Anlat bana, Nüket." Sesi anlayışlıydı. "Sinirin bozuldu diye mi kendini zombiye çevirene dek ağladın."

Elimi hemen çektim. Seslice nefesimi dışa vurdum. "Babamla biraz sorunlarım var," diye itiraf ettim. Sonra saçma bir şekilde hayatımın merkezine oturan iki kişiyi de, "Üvey annem ve üvey kız kardeşimle de öyle," diye ifade ederek eklerken fazla alaycıydım. Belki kendimle alay ediyordum şu an. 

  Herhalde birine dökülmeyi bekliyordum ki, olanları anlattım. Bu sırada Savaş'ın bunun için doğru kişi olup olmadığını umursadığım söylenemezdi. 

Savaş, beni dinledikten sonra sakin bir sesle, "Niye babanı tebrik etmedin?" diye sordu. "O sırada mutlukuğuna ortak olmak zor olmasa gerek."

Bunu niye soruyordu ki bana?

 Kollarımı yavaşça göğsümde bağladım, "İstemedim," diye sitem ettim, babamı mı savunacaktı? "Çünkü umursamıyorum, çünkü ben onun gibi mutlu hissetmedim."

"Ama baban muhtemelen senden o sözleri duymayı beklemiyordu, hayal kırıklığı yaşamış olmalı," dediğinde midem kasıldı. "Belki asıl kızdığı şey üvey kardeşinle olan tartışma değildi, bunu hiç düşündün mü?"

Omuz silktim. "Belki, bilmiyorum."

Savaş, "Erkekler ve kadınlar birbirinden düşünce olarak ayrıdırlar. Erkekler düzdür, Nüket," dedi. "Siz kadınlar, bir davranışın altında o an binlerce neden bulabilirsiniz, ciddiyim ki bu konuda hiç de üşengeç değilsinizdir. Baban o sırada senden yalnızca bir tebrik veya sevindiğini söyleyen bir söz beklemiş olmalı. Senin o sırada niye böyle davrandığının nedenlerini aramamıştır, o sırada onun dünyasını alt üst ettiğinle ilgilenip öfkelenmiştir. Muhtemel bir durumda, sana değer verdiği için senin de benzer şekilde sevinmeni istemiş olabilir, bunu biliyorsun, değil mi Jane?"

   Babamın bana konuyu açarken ki o ruh hâlini, heyecanla parlayan gözlerini, bu haberi bana verdiği o anda paylaşmak istediği mutluluğu düşündüm. 

Başımı aşağı yukarı sallayarak, "Evet, biliyorum öyleydi," diye onayladım onu. "Ama çok şaşırmıştım, üstelik böyle bir haberi hiç beklemiyordum." Duraksadım. "Ben direkt kendi durumumu düşündüm." 

Savaş gözlerini kıstı. "Peki, üvey kardeşine niye o kadar sinirlendin?" diye sordu. "Onu duvara çarpacak kadar." 

   Gözlerimi kaçırdım, basıp gitmek yerine bu yola baş vurmamalıydım. Ama o sırada acıyı ve öfkeyi hissetmiştim, birbirinin içine geçecek kadar yan yana gelen öfke ve acıysa her zaman intikam isterdi. 

  Yanaklarımın içini havayla doldurdum. "Niye sinirlendiğimi söyledim ya," diye çıkıştım. Fakat Savaş bana pek inanmış görünmüyordu. Zaten durum daha ne kadar kötü olabilirdi ki? Derin bir nefes vererek, gerçeği söylemeye karar verdim. "Ece, yani üvey kardeşim işte, o benimle alay etmek için söylemişti ama babam bana daha bebek olacağını haber verdiği anda, ben aslında öyle hissettim. Bunun nasıl bir his olduğunu bilemezsin, sanki babamın hayatından yavaş yavaş siliniyor gibi hissediyorum, Savaş," diye itiraf ettim. Gözlerim tekrar doldu. "Ve gerçekten de siliniyorum, bunu biliyorum, hissediyorum. O kadın her durumda bir şekilde, babama problemli göstermeyi başarıyor beni."

Savaş, "Babanla bağlarınız ne durumdaydı?" diye sorunca, ona anlamayarak baktım. "Baba kız ilişkiniz önceden güçlü müydü, yoksa zayıf mıydı?"

Aramızdaki o tatlı bağı özlüyordum. "Güçlüydü."

Savaş, "O hâlde, babanın ona inanmasının mutlaka bir nedeni olmalı," dedi. "Öylece hayatınıza sonradan dahil olmuş birine inanamaz, afedersin ama asalak değilse tabii."

Başımı salladım, "Evet, elbette bir nedeni var," dedim, pürüzlü bir sesle. "Lise birinci sınıftım, babamla o kadının evlenmesinin üzerinden dört ay kadar bir zaman dilimi geçmişti. Annemin fotoğraflarını kaldırırken yakaladım o kadını, ondan sadece bir tanesini bırakmasını istedim. Bu benim için ölüm kalım meselesi kadar önemliydi, babamın annemi unutmasını istemedim." Soluk verdim. "Kabul etmedi tabii, bana istemediğini, yeterince tahammül ettiğini söyledi. Ben de kalması konusunda ısrar ettım. Sonunda eğer problem çıkarmaya devam edecek olursam, o zaman bunu kendi yöntemleriyle halledeceğini söyledi." Derin bir nefes verdim. "Böyle hırslı olması beni endişelendirdi, ama aradan iki hafta geçince herhâlde öfkeyle söylediğini bir zaman sonra aramızdaki sorunun unutulup gittiğini düşündüm. Fakat bir gün okuldan döndüğümde, evin kapısı açıktı, babam koltuğun üzerinde hıçkırıklarla ağlayan üvey annemi teselli ediyordu ama evin içi dağınık olmasının yanı sıra sanki yanmış bir şeylerin kokusu vardı. Yaklaştıkça bu yanık kokusunun halıdan kaynaklı olduğunu gördüm." 

O an, o görüntü aklıma gelince, kelimeler dilimin ucunda yanmış gibi hissettim. Sustum.

Savaş, fark etti. "İyi misin?" diye sordu.

Derin bir nefes aldım. "Sanırım iyiyim. Babam beni görür görmez bağırıp çağırdı, bana nasıl bu yaptıklarıma cüret ettiğimi söyleyip durdu ve ben o bağırdığında sebebin ne olduğunu bile bilmiyordum. O kadın, sabah ona saldırdığımı söylemekle kalmamış, bir de ikisine ait birkaç nikah ve yana yana oldukları fotoğraflarını da yaktığımı söylemiş. Tıpkı cinnet geçirmiş biri gibi salonumuzun ortasında yakmışım, bunu düşünebiliyor musun?" 

"Böyle bir şeyi yaptın mı?" Ona dik dik bakınca, sırıtıp alaylı bir sesle, "Ne? Öyle bir havan da yok değil gibi," diye ekledi. 

"Çok sinir bozucusun," diye homurdandım. "Yapmadım, çünkü manyak değilim."

"Eh, bu durumda asıl manyak olanın üvey annen olduğunu bilmek epey rahatlattı beni."

Dalga geçmesine sinirlenip bacağına vurdum ama benim için duygusal olan bu âna dramatize etmeyip eğlence katması, beni de eğlendirmedi dersem yalan olurdu; benim için bir ilkti. Ben acılarıyla alay eden biri olmamıştım hiç, belkide Savaş kendi geçmişini bana yarı eğlenerek anlattığı için bu şu an problem değildi.

  Savaş Akduman bana acılarımızla alay da edebileceğimizi gösterip öğretmişti.

Gözlerimi yavaşça ondan ayırdım. "Babam ilk defa o zaman cezalandırdı beni, ilk ceza aramızdaki ilk problemin de başlangıcı oldu," dedim, tekrar konuştuğumuz konuya dönerek. 

"Cezadan kastın ne?"

Burukça gülümsedim. "Annemin bütün fotoğraflarını toplayıp almıştı, okulda değil de evde olsam belki bir iki tane kaçırırdım ama cezam okuldayken kesildi." Kaşlarım üzgünce büzüldü. "Evliliklerini kabullenip saygı göstermediğim sürece tekini bile alamayacağımı söyledi." 

Sessizlik oldu.

"Gözlerinde defalarca aynı ifadeyi gördüm ama bugün çok öfkeliydi. Bugün ilk kez kaçmasaydım bana vuracağını hissettim." Bakışlarımı ona çevirdiğimde, çenesini sıktığını gördüm. "Beni akıl hastanesine kapatmaktan falan da söz etti."

"Peki sen, babanın bunu yapacağını düşünüyor musun?"

İtiraz ederek, "Hayır, tabii ki yapmaz," dedim hemen. "Öfkelendiğimizde ağzımızdan hiç istemediğimiz sözler çıkar, babamınki de öfkeyle söylenmiş anlık sözlerdendi işte." Derin bir nefes verdim. "Aslında uzun süredir aramızda durmadan büyüyen boşluğun soyut varlığı inkâr edilemez, ama sabah kalktığımızda bir şekilde kavga etmemişiz gibi kaldığımız yerden devam ediyoruz, edebiliyoruz."

Savaş, ansızın beni kollarının arasına çekince afalladım. Sağ yanağım ve kulağım sakin sakin atan kalbinin olduğu bölgenin üzerindeydi. "Jane, sen yine de dikkatli ol," dedi, temkinli bir sesle. "Zekân daima silahın olsun. Eğer tüm bunlara son vermezsen, birilerinin sana son vermeye çalışacağı açık gibi geldi bana."

Ondan ayrılıp yüzüne baktım. "Niye böyle ciddileştin sen?"

Omuz silkti. "İş dünyasının bana öğrettiği şeylerden biri de tehlike yakınmış gibi temkinli olmaktır." 

Söylediklerinden etkilenmiş olarak bakarken  "Anladım," diye mırıldandım. 

Savaş, umutsuzca iç çekip, "Sen, son âna kadar şansını zorlayan birisin Jane," dedi. "Anladığından pek emin olamıyorum."

       Hoş geldin ukala Savaş, güle güle anlayışlı Savaş… 

"Ne var biliyor musun?" diye homurdandım. "Kendini beğenmişin tekisin, git odamdan. Bir daha da sakın gelme." Ağzımdan tıslayan bir ses çıkardım. "Kafana estikçe pencereme gelemezsin."

Savaş, sırıttı. "Tamam, bu iyi olduğunun göstergesi," dedi keyifli bir sesle. Ama söylediklerimi hiç takmadı tabii ki. Gözlerini kıstı, dudağının kenarını ufakça dişledi. "Jane, aklıma ne geldi biliyor musun?"

Ona ters ters baktım. Bu bakışı biliyordum. "Bilmiyorum, merak da etmiyorum," dedim. "Allah bilir, ne zırvalayacaksın yine?"

Savaş, "Dur kızım, bu ciddi bir mesele aslında. Tabii düşünüldüğünde," dedi. "Babanla problemlerin var. Yapılan araştırmalarda..."

Ne zaman araştırma dese içinden bir hinlik çıkıyordu. "Hayır, hayır," diye kestim sözlerini. "Kesinlikle dinlemek istemiyorum."

Savaş sırıttı. "Ama dinleyeceksin, çünkü ben seni dinledim. Sözümü kesme devam ediyorum, Jane," diye uyardı beni. "Baba sevgisinden mahrum zavallı kızlar, kendilerinden yaşça büyük erkeklere ilgi duyup baba sevgisini o erkeklerde ararlar. Şöyle bir düşünülürse, senin teknik olarak çoktan kucağımda olman gerekirdi."

Gözlerimi devirdim. Bu düşünce nedense midemi bulandırdı, yani belki böyle olabilir ama kokusuyla, şefkatiyle, korumacılığıyla, sarılışıyla bütün olarak baba sevgisini bulduğun bir adama aynı zamanda nasıl şehvet hisleri de beslerdin ki? Hastalıklı ve kusurlu bir histi.

 Yüzümü buruşturdum, "O dediğin şey, hiç baba sevgisi tatmayan bundan sonrasının altını çizerim ki, bazı kızlar için geçerli," diye karşı çıktım. Psikoloji bölümünde okuyan arkadaşım Işıl sağ olsun, ara ara bu tarz psikolojik muhabbetleri aramızda döndürürdü; onun sayesinde biliyordum. "Ben annem ölene kadar, annem ve babam tarafından büyük bir sevgiyle büyütülmüş bir kızım. Anne sevgisini de baba sevgisini de başka kucaklarda aramama gerek kalmayacak şekilde dibine kadar yaşadım, haberin olsun."

     Acı ve genellikle kimsenin önemine dikkat çekmediği bir gerçek vardı: Bir aile ortamında sevgisizlik içinde büyümenin psikolojik zorluklarından herkes söz eder ama bir ailede büyük bir sevgiyle büyümek de en az sevgisiz büyümek kadar zordu aslında. Annem öldüğünde babam eskisi gibi sevmemişti ya da bölünmüştü sevgisi ve ne yazık ki dışardaki hayat sizi sevgiyle karşılamıyor, sevgiyle şımartmıyordu. Bu gerçeği fark ettiğinizde neye uğradığınızı anlayamıyordunuz bile. 

  Açlık büyük bir problemdi evet ama açlık kadar devamlı tok olmak da büyük bir  problemdi. Yani tüm zıtlar en uçta olup ortada olmazsa hepsi fark edilmeyecek şekilde bizi, hepimizi mahveden silahlara dönüşürdü.

Savaş'ın sesi ciddi düşüncelerimden beni ayırıp âna taşıdı. Üzülmüş numarası çekip, "Tüh," diye alay etti. "Benden süper sapık baba, senden de süper minik sevgiye muhtaç zavallı kız olurdu."

         Gözlerimi devirdim, cidden beni deli ediyordu. 

"Yeter Savaş, kapat şu konuyu gerçekten midem bulandı ya." Sonra aynı konuyu kullanarak Savaş'ın hoşuna gitmeyecek bir şeyi söylemek geldi aklıma. Eh, Savaş'ı az çok çözmüştüm. "İllaki baba olmak istiyorsan, böyle anormal yollara gerek yok, bu işin en orjinal ve doğal yolu evlenip çocuk sahibi olmak."

Bu defa yüzünü buruşturan Savaş'tı. Bunu yaparken değişik bir şekilde hoş göründüğünü fark ettim, onun her hâlde doğal ve iyi görünmesinden nefret ediyorum. "Tamam, sen kazandın," diye homurdandı. Ancak bu şekilde onu sinir etmeyi başarmıştım. "Konu kapanmıştır."

Savaş aniden yataktan kalkınca, kızdığını düşündüm. Anlam veremeyen karmaşık bir ifadeyle bakarken, "Gidiyor musun?" diye sordum. Niye hayalkırıklığı hissediyorum ki?

"Gitmemi istiyor musun?"

          Hayır...

Hiç uykum yoktu ve biraz daha kalmasını istiyordum; bana iyi geliyordu. Ama bunu ona söylememe engel olan gururun içimdeki salt varlığını hissedebiliyordum. Omuz silktim. "Gitsen iyi olur tabii," dedim, aldırmıyor görünerek. Şu an gitme diyerek ona sarılabilirdim, gerçekten. "Böylece ben de uyuyabilirim, yarın çok erken kalkmam gerekiyor, dersim var."

Savaş, bir an gözlerime baktıysa da hiçbir şey demeden arkasını dönüp pencereye gitti. Pencereden ağaç dalına uzanışını, ardından gözden kayboluşunu izledim. Bana kızmış mıydı? Ne aptalım, niye bununla ilgileniyordum ki? Onun derdi ben değilim diye hatırlattım kendime. Soğuk hava yüzüme çarpmasına rağmen pencerenin açık kalmasına aldırmadan, örtüyü üzerime çekerken başımı yastığa koydum ve sağ tarafıma döndüm. Birkaç dakika sonra pencereyi kapatırım diye düşündüm.  

   Aslında uyuya kalana dek yerimden kalkmayacağımı çok iyi biliyordum.

"Yanına gelmemi ister misin, Jane."

Kelimenin tam anlamıyla yerimden sıçradım; oturur pozisyona nasıl geçtiğimi bile anlamadım. Sol tarafıma bakıp, tekrar içerde olan Savaş'a birkaç saniye şaşkın şaşkın bakakaldım. "Sen gitmedin mi?" diye sordum. 

Tek kaşını kaldırarak, "Sence?" diye sordu. Arkasını dönüp pencereyi kapatırken, elindeki karton poşeti gördüm. Savaş gözlerimin içine bakarak yanıma gelip yatağımın üzerine oturdu. "Aslında başta bununla gelmeyi planlamıştım ama bana fazla sinirli olduğunu ve beni asla içeri almayacağını düşündüğümden arabada bırakmıştım."

Ona tip tip baktım. "Böyle düşündüysen niye geldin?"

"Bilirsin, ben şansını denemekten ve şansını zorlamaktan çekinmeyen inatçı bir adamım."

"Ee, ne var onun içinde?" diye sordum. 

Koyu kahve gözlerinde, siyah öbeklerin kıpraştığını görür gibi olduğuma yemin edebilirim. "İçinde ne olduğunu biliyorsun," dedi. "Sana önceden gönderdiklerimin aynısı. İş seyahatindeyken sana böyle bir paket göndermiştim, hatırladın mı?"

Aklıma o gece telefonda konuştuğumuz ve karşılıklı içmemiz gelince belli etmek istemediğim bir gülümseyle onayladım. O geceki karton poşeti kast ederek, "Onu ağaç dalına sen asmamıştın, değil mi?" diye sordum. 

Savaş, başını iki yana salladı. "İş için erken ayrılmıştım, kendim de yapabilirdim tabii ama gündüz yeltenseydim, bu senin başını bir miktar belaya sokabilirdi." Elimi alıp üzerine öpücük kondurdu. "Ve Jane, inan bana benim yüzümden bunun olmasını asla istemem."

Elimi, rahatsızca elinden çekip, "İyi bari," dedim. "Savaş Akduman da arada düşünceli olabiliyormuş."

Savaş, "Şampanya," diyerek, şişeyi çıkardı. 

Sonra,  "Gül," diyerek, kırmızı gülü çıkarıp bana verdi. 

Sonra, "Ve...," diye pis pis hem de çok pis sırıtarak duraksadığında, o gece başka ne olduğunu anımsamaya çalıştım, hatırladım da; yüzümdeki gülümseme suyun buza dönüşmesi gibi aniden dondu.

Kahretsin! 

         Jartiyer! 

Yine jartiyer çıkacaktı. 

Elimi, kolunun üzerine koyup heyecan içinde, "Sakın yapma, çıkarma o şeyi Savaş," diye uyardım. Bana ilk jartiyer gönderdiğinde yüz yüze olmadığımız için rahattım ama şimdi çıkarırsa utancımdan yerin dibine gireceğimi çok iyi biliyordum. "Sakın çıkarayım deme."

Savaş, elimi uzaklaştırırken, "Olmaz, çıkaracağım," diye karşı çıktı. "Boşuna mı getirdim, kızım?"

Yüzümü kapattığımda, "Bu da sonuncu," dedi. "Hadi ama aç yüzünü jane o kadar da kötü değil, eminim hoşuna gidecek."

Üzerime kızıl kızıl yağan saniyelerden sonra yüzümü örttüğüm parmaklarımı biraz araladım, sonra ellerimi yüzümden çekip ona tuhaf tuhaf baktım.

          Bir kırmızı gül daha çıkarmıştı...

Koluna vurup, "Çok pisliksin ya," diye güldüm. "Korkuttun beni."

"Niye ya?" diye sordu safa yatarak. "Niye böyle heyecanlandın ki sen?" 

"Hiç numara yapma, açıklama yapmayıp sessiz kalarak o şekilde düşünmeme izin verdin." 

"O fesat ve ciddi aklından jartiyer geçmesi benim suçum değildi." 

Sessizlik oldu. 

Savaş, onları kenara itip, "O gün sana bunları verirken, gitmeden senden de bir şey almıştım," dedi, bana biraz daha yaklaşırken. Öne gelen saçlarımı geriye itip yanağımı elinin tersiyle okşadı. "Hazır o günü yâd ediyorken, onu da tekrar değerlendirmeliyiz."

Anlam veremedim, "Neyi?" diye sordum, kısık sesimle. 

   Savaş, yüzümü ellerinin arasına aldı, alnını alnıma yasladı; sarı kızıl saçlarım, iki yandan da profilimizi örtmüştü. Dudaklarını aralayan nefes benim aralık dudaklarıma çarpıyordu, burnundan verdiği sert nefes ise belli belirsiz olan sus çizgime döküldü. Söylemesine gerek yoktu, nefesindeki tutku dolu derin sıcaklık, bakışındaki beklenti duygusu her şeyi anlatıyordu.

Savaş, kısık bir sesle, "Bunu," diyerek, şehvet yüklü dudaklarını dudaklarımın üzerine bastırdı önce, sonra alt dudağımı, dolgun biçimli dudaklarının arasına kendine mühürler gibi dikkatle aldığında, onun üst dudağıda benim dudaklarımın arasındaydı. Ağzında kabaran boğuk ve keyifli inleme bir dalga olup benim ağzımın kıyılarına çarptı. Dili dudaklarımı aralayıp dilime dokunduğunda vücudum inanılması güç tepkiler verdi, göğüslerimin sızlayışını hissettim. Karnımın altına doğru ilerleyen minik kasılmalar tenimi kavuruyordu. 

   Öpüşmenin şiddeti dudaklarımı acıtıp inanılmaz hassaslaştırdı. Dudaklarımız öpüşmeyi daha da alevlendirip birbirine ayrılmayacakmış gibi tutunduğu o an dudaklarından kopan inilti şekil değiştirdi ve hırıltılı bir hâl aldı. Bir şeylere tutunma ihtiyacı galip geldi, üzerindeki mont ceketin bir ucunu kavrayıp diğer elimi yanağına yerleştirdim. Beni öptüğü için hareket eden yüzünün bütün hareketini tüm ince detaylarıyla avucumun içinde hissettim. O an her şey duruma uygundu, odanın sadece pencereden süzülen ay ışığıyla parlaması, Savaş’ın sert erkeksi parfümü, vücutlarımızın yakınlığı ve benim bu duruma itiraz etmek yerine ona katılan şehvetli tavrım. 

 Çiğ ay şığının altında beni öpmeye devam eden Savaş Akduman durmayacak gibiydi, dudaklarımda su gibi akıyordu. Akarken benim içimde akan mantıklı düşünceleri kendine katarak akıyordu. O bizi nereye götürüyorsa oraya gidiyorduk.

  Bugün bütün gün hissettiğim duygusal gerilim, cinsel gerilimle yer değiştirdi. 

   Aynı zamanda bu an yaşantımın zaferi değildi, düpedüz hayatımın yenilgisiydi. 

Çünkü duygular oradaydı, içimdeler. Çığlık çığlığa bırak artık, yeter işte, teslim ol, belki yenilgi değil de hissetmek istediğin ne varsa hepsi aslında senin zaferindir diye bağırıp duruyorlardı. Duygularım yalanın rengine mi bulanmıştı? Tehlikeli duygularım Savaş Akduman'la savaşmak yerine benimle savaşıyordu. Bu haksızlıktı, çok büyük bir haksızlık. Duygular durmadı. 

     Duygularımı durduramıyorum. 

   Dilime değen, okşayan, gezinen dilinin ağzıma bırakıp dilime dolanıp sardığı ıslak sarmaşıkların adı yalan mıydı?

Savaş ayrılıp, burnunu burnuma sürterken, "Kahretsin Nüket," diye inledi, bana puslu gözlerle bakıyordu. "Beni bunca zamandır bu güzellikten mahrum bıraktığın için sana çok kızgınım."

       Yemin ediyorum, o anda niye bu kadar zamandır inat ettim diye ben de kendime içten içe kızdım. Bu garipti, yanlıştı ama onun dokunuşunu gerçekten özlemiştim. Onun sıcak nefesi yüzümde dolandıkça aklım dağılıp gidiyor, kalbim pır pır ediyordu. 

  Kalbimi duygulardan korumak isteyen o küçük kızın elleri yaralıydı, beni benden kim koruyacaktı şimdi?

 "Nüket, birbirimize çekiliyoruz," dedi yavaşça. "Bunu inkâr edemezsin; seni ve beni, biz varız."

 Yutkundum. İtiraz eden bir sesle, "Savaş," diye fısıldadım, fısıltım çok zayıftı. 

 Savaş konuşmama izin vermedi, "Eminim sende o gece tekrarlanda nasıl olurdu, diye sık sık aklından geçirip çok da merak ediyorsundur," dediğinde, bunu ister istemez kendime bile itiraf etmekten utanarak gizliden gizliye düşündüğümü fark ettim. Engellenişi güç duygular göğsümden yukarıya, boğazıma tırmandı. "Bunu bilmek istemenin o tuhaf, yoğun arzusu seni hiç rahat bırakmıyordur, tıpkı beni de tekrarlansa yine aynı hisseder miyim diye düşünmenin yoğun merakı sardığı gibi." 

   Gözlerine kapılıyordum, gözlerindeki her şey bir başkaydı. 

    Kupkuru bir ormanı andıran mevsim kahverengisi gözlerinden gözlerime yaprak yaprak yoğun hisler düşüyordu. Gözlerimin içinde upuzun yollar, o yolların kenarında kaldırımlar, kaldırımlarda ise ordan oraya savrulan yapraklar oynaşıyordu. Belki de asıl yaprak olan bendim ve beni içine alıp ordan oraya sürükleyen rüzgârsa Savaş Akduman'ın ta kendisiydi. Beni apansızca bir kaldırıma taşıyacak ve beni tek başıma bir kaldırım kenarında bırakıp gidecekti. 

 Yapraklar hep rüzgârlara kapılırdı ama sürükleyen rüzgârın sürüklenen yaprağın bir arada kalması asla mümkün değildi. 

 Üzüntü içinde, "Beni kıracaksın," diye fısıldadım. 

"Ayrıntıları çok düşünüp canını sıkıyorsun," dedi, bana cesaret veren bir havada. "Seni kırmak aklımın köşesinden bile geçmiyor, geçmeyecek de." 

Tedirgin bir hâlde, "Şimdinin içinde ânı yaşarken kendinden emin şekilde böyle sözler vermek çok kolaydır, ya geleceğin içinde?" diye sorarak, onu düşünmeye yönlendiren bir soru yönelttim. "O âna, o şartlara ve o duruma ayak bastığımızda da bu sözünü hatırlayabilecek misin?"

  Belki şimdi değil ama sonra? Sonralar beni korkutuyordu.

Savaş'ın yüzünde kaygıya dair bir iz yoktu. "Geleceği elbette bilemem, ama ben o zaman da kırılmaman için elimden geleni yapacağım," dedi, ondan beklenildiği gibi sakin ve soğukkanlı bir iş adamı tavrında. Beni istemesi onun iş adamı pozisyonunu değiştirmiyordu. "Bunu kendimiz tecrübe etmeliyiz ama şimdi bana yine hayır desen bile seni bırakacak değilim, aramızda henüz tamamlanmamış yarım şeyler var ve o şeyler tam olana dek seni bırakacak değilim."

   Bana uzandı ve yanağımı avucunun içine aldı. Tekrar uzun süre ayrılmayacak şekilde dudaklarıma kapandığında içimde buruk bir memnuniyetle karşılık verdim. 

   Kalbimin en kuytu yerlerinden çıkarak pervasızca yaşanmayı arzulayan bütün duyguların çığlığı öyle baştan çıkarıcıydı ki mantığımın sesini kıstı. 

Savaş Akduman beni hayatında değil, tutkunun konaklayacağı tek bir yerde istiyordu; yatağında. 

Bense hayatına sızıp aşkın konaklayacağı tek bir yerde olmak istiyordum; kalbinde. 

                           🥀🍷🥀

Bölüm hakkında genel yorumunuz? 

  Savaş Akduman benim gözümde tutkuyu temsil ederken, Nüket Kozcu aşkı temsil ediyor. 

 Aşk mı, Tutku mu kazanacak? 

Bölümü oylamayı unutmayın.

#yaralıhayaller tagı için twittira uğrayın 🍓

İnstagram, elisyaroyal 

Twitter, ElisyaRoyal



Continua a leggere

Ti piacerà anche

657K 35.2K 68
Başına gelen talihsiz olaydan sonra seks kulüplerini, alkolü ve uyuşturucuyu bırakmış olan Avşar Hancızade'nin hayatı, gecenin bir vakti kolunda kurş...
9.3M 186K 27
"Soyun." Gözleri kin dolu bakıyordu. Kin ve Nefret dolu. Duyduğum kelime beynime bir mızrak gibi saplandığında ceketimin cebinden çıkardığım bıçağı h...
1.4M 3.2K 4
KİTAP OLACAĞI İÇİN YAYIMDAN KALDIRILMIŞTIR! Hayalet yazar olan Winona; tutkulu hikâyelerini, ünlü bir yazarın isminin ardına saklanarak insanlara ula...
25.4M 905K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...