SERÇEYİ ÖLDÜRMEK

By bosverdilan

6.4M 434K 407K

Efsun Zorlu; atandığı Urfa'da mecburi hizmetini yapan tıp fakültesinden yeni mezun, çiçeği burnunda bir hekim... More

I- "Geçmişin Pençe İzi"
II- "Düğünlerden Kalkan Cenazeler"
III- "Kalabalık Kabristanın Sahipleri"
IV- "Sırtı Dönük Namlular"
V- "Vedalar ve Kalanlar"
VI- "Üstü Açık Mezarlar"
VII- "Labirentte Kaybolmuş Anılar"
VIII- "Korkunun Gölgesindeki İtiraflar"
IX- "Kelime Oyunları"
X- "İçerlenmiş Cümleler"
XI- "Kadınlar ve Gemiler"
XII- "Gözden Düşen Cesetler"
XIII- "İnat ve Sabır"
XIV- "Yılanlar ve Kararlar"
XV- "Geleceğin Yanık Mürekkebi"
XVI- "Seçimler ve Vazgeçişler"
XVII- "Yol ve Yoldaş"
XVIII- "Bekârlığa Veda"
XIX- "Şafak Yüz Altmış Bir"
XX- "Körler ve Yaralar"
XXI- "Kediler ve Raconlar"
XXII- "Geçmişin Enkazındaki Gerçekler"
XXIII- "Zeliha Karadere"
XXIV- "Çav Bella!"
XXV- "Dilden Akan Zehir"
XXVI- "Mucize"
XXVII- "Mermi ve Çiçek"
XXVIII- "Şafak Yüz Otuz"
XXIX- "Laçka Olmuş Gönül Telleri"
XXX/PART I "Kapısı Kaybolmuş Kilit"
XXX/PART II "Kapısı Kaybolmuş Kilit"
XXXI- "Kaybedilmeyen Alışkanlıklar"
26 EKİM 1995|ÖZEL BÖLÜM
XXXII- "SENSEMEK"
XXXIII- "EN GÜZELİ"
XXXIV- "ZİHNİN SAVAŞI"
XXXV- "KELEPÇE"
XXXVI- "Pandora'nın Kutusu"
18 ŞUBAT 1990|ÖZEL BÖLÜM
XXXVII- "ALATURKA"
XXXVIII- "YOLLAR VE DURAKLAR"
XXXIX- "EFSUN GİBİ"
XL- "Hurafeler ve İnançlar"
XLI- "İlaçlar ve Dozları" PART/1
XLI- "İlaçlar ve Dozları" Part/2
XLII- "MANİFESTO"
XLIII- "Yargıçlar ve Cezalar"
XLIV- "MİLAT"
XLV- "KORKULAR"
XLVI- "TEHDİT-İ İADE"
XLVII- "İNCE KEFEN"
XLVIII- "SERÇEYİ ÖLDÜRMEK"
XLIX- "ETKİSİZ ELEMAN"
L- "TEK CAN"
LI - "Ölümsüzlüğün İksiri"
VEBALI RUHLAR|ÖZEL BÖLÜM
ANAYASA ve MADDELERİ|ÖZEL BÖLÜM
LII- "AHDE VEFA"
LIII- "Haberci Kuşlar"
LIV- "Geçmişin Geçmeyenleri"
LV- "DÜĞÜM"
LVI- "Aflar Teşekkürler ve Pişmanlıklar"
LVII- "Son Bir Direniş"
LVIII- "kabak çiçeği dolması ve az şekerli kurşun kek"
LIX- "siyah gül ve beyaz gül"
LX- "olmayan kızgınlıklar ve bitmemiş kırgınlıklar"
LXI- "yüzleşmeler ve kavuşmalar"
LXII- "ördekli fırın eldiveni"
LXIII- "mutsuzluktan kurtulmuş kalpler"
LXIV- eşsiz kıpırtılar
LXV- yaban mersini
LXVI- "yediler ve yedi kadarlar"
LXVII- "yok olan canavarlar ve son yükler"
LXVIII- isteklere dönüşen dualar
LXIX - sözünü tutan adam
Dilan Durmaz'dan;
LXX-engellenemeyen kader
LXXI-eve varmak

11 MAYIS 2017|ÖZEL BÖLÜM

47.4K 3.4K 1K
By bosverdilan

'11 Mayıs 2020, bu tarihi sakın unutma. Çok güzel şeyler getirecek bana.' Demiştim bundan tam bir yıl önce bu saatlerde, çok sevdiğim birine yüzlerce mesajla Serçeyi Öldürmek'in kurgusunu anlattıktan sonra. Beklentisiz, hesapsız kitapsız sadece hislerimle kurumuştum bu cümleyi. O mazilerde kalan şarkının çok alakasız bir anda aklıma gelişi, defalarca dinleyişim ve o ilk sahne. Her şeyin başlangıcı. Bir bebeğin rahme düşüşü gibi oldu her şey ve bugün tam bir yıl oldu. Bana ne getirdi, benden ne götürdü bilmiyorum bu bir senede heyecanım hala aynı. Hiç eksilmedi. Eğer araya başka şeyler girmese bugün ara verecektim ama madem bu mümkün olmadı bari aramızda sır olacak ve bu hikayede muhtemelen sadece bizim bileceğimiz minik bir anıyla geldim.

Ben iyiyim bu arada, yine gereksiz dram yapıp abarttım. O açıklamayı da 'ölmeden yazayım' triplerinde yazdığıma yemin edebilirim ama kanıtlayamam, ne yapalım biraz fazla evham yaptım. Gittiğim marketteki çalışana kadar bulaştırma ihtimalimi düşünüp kahroldum sonra covid olmadığımı öğrendim falan... Neyse, iyiyim kısacası iyileştim. Teşekkür ederim merak ettiğiniz için❤

instagram: serceyioldurmekofficial

Keyifle okuyun!

@selllyin ❤❤❤

"Kimin öyküsü buuuuuuuuu?"
              
İnsanoğlu kötüydü. İnsanoğlu haindi. İnsanoğlu kalleşti. Evet bütün kötü şeyler insanoğluydu ama bütün insanoğlu kötü şeyler değildi; tıpkı her fizikçinin matematikçi olması ama her matematikçinin fizikçi olmaması gibi.

Velhasıl insanoğlu bu yollardan geçeceğimi anlamış gibi sırf beni düşürmek için taşlar dizmişti sanki adımlarımın önüne. Ayağımın takılmasıyla öne doğru savrulurken, Hezârfen Ahmet Çelebi meydan okurcasına kanatlandım ve uçtum.

Evet, uçtum! Yemin ederim, şahitlerim var!

Ama bu kısa sürdü, yere kapaklanmadım. Neden? Neden yere kapaklanmadım?

Karnımdan sıkıca tutan ellerin sahibine kafamı varla yok arasında kaldırırken görüşüm bir türlü belirginleşmedi. Bir ileri bir geri giden gözleri yakalamaya çalıştım bir süre öylece. Tekin'in gözleri ne zamandan beri renk değiştiriyordu? Şaşkın şaşkın bakarken renk değiştiren gözlere, geçtiğimiz sokağı aydınlatan sokak lambalarının ışığı hangi renkti acaba? Pembe miydi? Tekin'in gözleri pembeydi. Şimdi de mavi oldu ama. Mavi miydi? Yeşil ya? Peki turuncu?

"Bu benim öyküm birazcık yaralııı, kalbimin pek çok yeri yamalııııı..." diye mırıldandım istemsizce.

Renk değiştiren gözlere benim kulağıma çok güzel gelen sesimle şarkı söylerken yüzü kusacakmış gibi bulandı; sıkıntıyla nefesini verip öylece yüzüme, arkama doğru konuştu. "Bundan böyle en büyük Tuğçe Kandemir antisiyim. O şarkıyı açan kişinin canını seveyim ben."

"Kaaan akar kanadımdan, düşer yere yere kalanıııııı..." o ifadesi değişsin diye devam etsem de hayır olmadı. Daha da kötüye gitti hatta.

Sesim güzel değil miydi, niye midesi bulanıyormuş gibi davranıyordu? Kusacak mıydı? Üzerime mi? Benim de midem bulanıyordu. İkimiz birden mi kusacaktık? Kim temizleyecekti peki? Ya o kadar çok kusarsak da, göl olursa?

"Tekin," diye bir sesleniş geldi yan tarafımızdan. "Öpecek gibi bakıyor uzaklaş."

Ben ne dediğini anlamaya çalışmak yerine öylece bakmaya sürdürdüm. Tek odağım gökkuşağından hallice gözlerdeki renk geçişini kaçırmamaktı. Ama o gözler tıpkı beni tutan kollar gibi aniden uzaklaştı ve elim ayağım boşluğa düşünce bu kez gerçekten yerle bir olacak gibi oldum.

Lakin kahramanlarım çoktu bu gece. Hemencecik yine tutuldum ve kulağımın dibinde Defne'nin çok ama çok tiz sesini duydum. Sanki beynimin duvarlarına tırnak geçiriyorlardı öyle rahatsız ediciydi bu ses.

"Manyak mısın ya?! Niye fırlatıyorsun kızı?!"

Beni boşluğa atan kollara kırgın kırgın bakarken, Defne'ye sarıp sarmaladım kollarımı. Tekin artık renk değiştirmeyen gözlerle bana bakarken hıçkırdım bir kez. Şarkı söylemek istiyordum. Şarkı, belki Sezen Aksu.

"Kimin öyküsü buuuuu?" diye tekrar ettim başımı omzuna koyarken. Bu Efsun'un öyküsü, diye geçirdiğimde içimden kıkırtım kulaklarıma gelince fark ettim güldüğümü.

Evet, bu Efsun'un öyküsüydü.

"Ya sen ne ara bu kadar sıçtın sıvadın Efsun?" derken beni baştan aşağı süzdü Tekin, o kadar büyük bir hışım vardı ki sesinde konuşmaya korktum. Tekrar hıçkırdım. Pınar komik bir şey söylemiş gibi güldü, başımı gökyüzüne kaldırdım. İstanbul çok farklı bir yerdi, İzmir gibi değildi. Mesela çok araba vardı. Böyle çok, çok araba vardı. Bir de şey... Yine hıçkırdım.
 
Ufolar vardı, uçuyorlardı. İzmir'de yoktu. Niye yoktu? Onları kim uçuruyordu? Ehliyetim vardı, ben de kullanabilir miydim?

O isyankâr ses bir daha konuştu. "Hayır ben anlamıyorum, aynı masada oturduk hepimiz. Bu kız ne ara bu kadar kafayı buldu? Beleş buldu diye mi ac-"

"Tekin hesabı Efsun ödedi."

"Kimin ufosu buuuuu?" diye sordum gökyüzüne doğru. Ya biri kafamıza düşerse? Ehliyetini uzay kasabından almış olanlar elbet vardı, değil mi?
Ufolar uçuyorlardı, ehliyeti nereden alınıyordu? Pınar'a baktım komik bir şey izler gibi bana bakıyordu. "Senin ufo ehliyetin var mı?"
Başta ne dediğimi anlamadı ama sonra benim gibi gökyüzüne baktı. Ardından bir kahkaha patlattı ve eliyle ağzını örttü. Onun var mıydı? Ben kullanabilir miydim? Ama hayır... Başını iki yana salladı. "Hayır, senin var mı?"

Dudaklarım aşağı doğru büzüldü başımı iki yana salladım. Sonra kafamı Tekin'e çevirdim. Bana hala kusacak gibi bakıyordu, çok çok çok garip. Evet garip.
"Senin var mı?" diye bu kez ona sordum. Kötü bir şey sormuşum gibi ofladı pofladı, göz devirdi diğer arkadaşlarıma baktı.

"Gizem şu an benim sizinle bu saatte dışarıda olduğumu, Efsun'un dakika başı hepimizi sırayla öpmek istediğini bilse var ya beni lime lime doğrar. Ya ben niye sevgilime yalan söyleyip çıktım sizinle? Kesin öğrenecek oğlum kesin bak!" diye çıkıştı. Birazdan Halil Sezai gibi isyaaaaan diye bağıracak mıydı? Bağırsaydı, lütfen. Hemen eşlik ederdim.

Neredeyse ağlayacaktı bunları söylerken. Başımı daha çok yerleştirdim Defne'nin omzuna.
"Kimin öyküsü buuuu?"

Defne şefkatle yanağımı okşarken Pınar'ın "Of Tekin." diye yükselmesiyle yerimden sıçradım birazcık. "Ay ne sıkıcısın ya. Gelmeseydin? Kıza yalan söyleyen sen, bizimle gelen sen, şikayet eden sen. Ne var yani öpmek istiyorsa kız, sarhoş olmuş. Of hanımcılığın da bu kadarı fazla. İmdat diye bağıracağım artık. Tamam işte caddeye çıkınca taksiye binip gideceğiz, sus artık."

Tepemizde uçmakta olan ufolardan gözlerimi çekip Defne'den aldım yükümü ve işaret parmağımı sallayarak Tekin'e doğru yürüdüm bağırarak. Sağ elimi yüzümün hizasına kaldırıp ona sallarken bağırdım.

"Bu kadar cilvesi olur mu be erkeğin, delikanlı mısın kız mısın? Anlayalım artık hop usta sen başımıza bela mısıııın?"

Gözleri irice açılırken telaşla çevresine baktı. "Bağırmasana!" diye o bağırdı. İyi de ben bağırmamıştım ki? Sezen öyle bağırıyordu. Hatta megafonu vardı onun, benim niye yoktu?

Yüzünü sıvazladı. "Ulan Allah'tan İstanbul'dayız. Kimseyi bir daha görme şansımız yok. Rezil olmadığımız bir Allah'ın kulu kalmadı." dedi dişlerinin arasında.

"SEN BİZİM MAHALLEYE GELDİN GELELİ CAAANIIIIIM
BİZ DE NE AKIL KALDI NE DE FİKİİİİRRR BİTTİK
O ENDAM EDA NEDİR ÖYLE HEY YAVRUUUUMMM
KAÇ YILLIK ARKADAŞLAR BİRBİRİMİZİ SATTIK"

Ben gittim, o gitti. Ben gittim. O gitti. Bir türlü varamadık birbirimize. İşaret parmağını bana doğru sallarken "Uzak tutun şu ayyaşı benden!" diye yükseldi. Pınar kahkaha atarak adımlarımın önüne geçti ve kolumdan yakaladı.

"Gel aşkım sen bana söyle şarkını, ne anlar bu hanımcı?"

Beni kollarının arasına alırken "Pınaaaaarrr," dedim uzatarak. "Sezen Aksu çok güzel değil miiii?"
Başını gülümseyerek ağır ağır salladı.

"Sen daha güzelsin fıstığım."

Eridim. Gerçekten. Baya asfalta doğru eridim ama Pınar telaşla tutup akmama engel oldu. "Ya Pınar güzel miyim gerçekteeeenn?"

Arkamda kalan Defne'yle bakışıp gülüştüler. "Ay insan buna kızamıyor da şuna bak!" diye sızlandı. Sonra aniden ben öpmeden o öptü yanağımdan.

"Değil mi? Bütün İstanbul'a rezil olduk sayılır, sabahtan beri konser veriyor bas bas ama kızamıyor insan. Tekin olsa şimdiye kadar arabanın önüne atmıştım."

Sonra yine gülüşmeler ama benim odağım yine sabitlenmişti bir yere. Pınar'ın bandanasına. Pınar'ın bandanası niye kuş gibi uçup uçup tekrar kafasına konuyordu? Elimle yakalamaya çalıştım havadayken ama başarılı olamadım. Tekrar, tekrar ve tekrar...

"Pınar," diye seslendim şaşkınca. "Bandanan uçuyor, yakalayamıyorum."

Pınar'ın da eli bandanasına gitti ama o da yakalayamadı. "Yok bebeğim uçmuyor o." dese de bak o da yakalayamıyordu işte.
"Bence Efsun'u da arabanın önüne atmalıyız, naçiza-"

Tekin'in cümlesi çalan telefonuyla şak diye bölündü gözleri de en az telefonu gibi şak diye açıldı. Bir sessizlik oluştu. Sanki biri düğmemize basmış gibi hepimiz durmuştuk. Eee şimdi o basan tekrardan basmazsa hiç kıpırdamayacak mıydık?

"Gizem arıyor!" dedi korku dolu bir sesle. Dudakları oynatabiliyorduk, o zaman ben de konuşabilirdim.

"HEY SENİ YERLERRRR YERLEEEER
SENİ HAM YAPAR BU ZİLLİLER
YAYLANMADAN YÜRÜÜÜÜ
YOKSA GÜNAH BİZDEN GİDER"

"Susturun şunu!" diye bağırdı aniden. Vücudunu bir titreme aldı, titreşimdeki telefonlar gibiydi.

Bana niye böyle davranıyordu?

Pınar'ın eli ağzıma kapanırken göz göze geldik. "Şimdi hiç konuşmak yok tamam mı?" ağır ağır başımı salladım. Defne'de bizim yanımıza gelirken tamamen "Tamam sakin ol araba geçmiyor caddede değiliz. Anlamaz dışarıda olduğunu." dedi sakin bir sesle.

Ne oluyordu? Yoksa... Yoksa ufoyu kullananlar... Gizem'i... Kaçırmışlar mıydı? Allah'ım...

Tekin çıkardığı telefon ekranına bakarken ardı ardına alnına vurdu. "İstanbul'dayız. Tıp sempozyumuna geldik. Ben de tıp öğrencisiyim."

"Bunu şimdi niye söyledin?" dedi Pınar ama cevap alamadı.

"Ve otel odasındaydım. Dışarı çıkmadım, yarın sabahtan sempozyuma gideceğim. Kimseyle dışarı çıkmadım, hele sizinle hiç çıkmadım."

Pınar ağzımı hafifçe gevşetirken beni bir adım öne çıkardı. "Düzgün konuş açarım ağzını. Sezen Aksu dinleyerek ayrılık acısı çekersin."
Tekin bizden birkaç adım uzaklaştı.

Sezen Aksu.

Düş Bahçeleri.

Seni yerler.

1996.

İçimi çok keskin bir acı dağladı. 1996. Allah'ım niye? Neden? İç çektim, konuşmak için izin çıkmasını bekledim.

Allah'ım neden?

Bir iki dakika geçti geçmedi Tekin yine bize döndüğünde ağzımdaki kelepçe açıldı o tam "Hiçbir şey anlamadı, iyi yırttım ama bir kez da-" diye başladı ama daha önemli bir problem vardı.

"Ben niye kırk beş yaşında değilim?" diye sordum titrek bir sesle. Bakışlar bana döndü. Dudaklarım aşağı doğru büzüldü. "Keşke kırk beş yaşında olsaydım."

Allah'ım neden? Bu çok basit bir istekti. Neden ben kırk beş yaşında değildim? Çok dua etsem yarın o yaşta uyanır mıydım? Sonuçta Allah ol derse olurdu. Allah'ım senin için bir hiç ama benim için çok büyük bir adım bu, Allah'ım ne olur!

"Niye kırk beş yaşında olmak istiyorsun aşkım şimdi durup dururken?" diye sorarken Defne bana yaklaştı saçlarımı okşadı şefkatle.

Allah'ım neden?

"Eğer şimdi," hıçkırık. "kırk beş yaşında olsaydım," hıçkırık "yirmi sene önce" iki tane hıçkırık "Seni Yerler klibinde oynayabilirdim. Sezen Aksu isterdi beni, bakın." Hıçkırık.

Elimi Sezen Aksu gibi belime koydum en başta, sonra hem Sezen'in hem de oradaki figüranların aklımda kaldığı kadar taklidini yaptım büyük bir özenle. Sezen Aksu bir kez daha çekmeliydi o klibi. Lütfen, sadece bir kez. Ya da ben kırk beş yaşında olmalıydım. Allah'ım lütfen...

"Ben sokak kedisi gibi sürtünüp yerde
Komşunun kızı kampta, sporda, stepte
Terzi mukadder satıp savdı malı mülkü
Gizlisi saklısı kalmadı topumuz niyette"

Elim eteğimde tıpkı Sezen Aksu gibi kıvırırken belimi, ellerim de boş durmuyordu. Herkes eğleniyordu, Tekin hariç. O beni çekiyordu. Kamera, klip, kırk beş yaş... Hemen kameraya yaklaştım.

"Ye ye ye çıtır çıtır
Ye ye ye kıtır kıtır
ye ye ye çıtır çıtır
ye ye ye ye"

Tekin benim dansımı bitirmemle videoyu sonlandırırken ilk kez yüzüme güldü. "Ben sana bu videoyla şantaj yapayım da gör sen gününü."

Omuzlarım düştü ona baktım, olmamış mıydı? Sezen Aksu ikna olmaz mıydı? Tamam Seni Yerler olmasaydı da olurdu. Onu Al Beni Al'da olurdu. Onun için de kırk beş yaşında olmalıydım...

Allah'ım neden?

"İnşallah Gizem'e atarsın o videoyu, alçak!" diye yükseldi Pınar. Tekin'in gözlerini fışkıracak gibi devirdi, yine hıçkırdım. Bir türlü yola devam edemezken herkes aniden yükseliyor ve ben korkuyordum. Gerçekten çok korkuyordum.

"Hassiktir!" diye çıkıştı Defne. Herkes sırayla bağırıyordu galiba, sıra bende miydi?

Gözlerimi kırpıştırırken mırıldandım sessizce "Ağan emmin her bir yerine kırmızı kınalar yaksın."

"Timuçin Hoca neredesiniz diyor!" durduk yine, kim bizim düğmemize basıyordu yahu?

"Timuçin hoca neredeyseniz gelin diyor!" şimdi düğmemize bir daha basmazsa hareket etmeyecek miydik?

"Timuçin Hoca bizimle konuşacakmış önemli bir şey." durdu korkuyla bana baktı. "Hepimizle!" diye bağırdı aniden ve devamı küfürlü isyanlardan oluştu. Herkes bana bakıyordu.

"Biz eğer ki bu saatte, yarınki sempozyuma saatler kala gidip içtik eğlendik dersek üstüne Efsun'u bu halde karşısına çıkarırsak..." devamını getirmedi. Eeee sonra ne olurdu?

"Ölürüz." üçü de aynı anda konuştu.

Ölürmüşüz.

Allah rahmet eylesin.

Allah'ım neden kırk beş yaşında değildim?

Bir curcuna oldu, herkes aynı anda konuşunca ben de konuşmaya başlamam gerektiğini düşündüm ve sakince mırıldandım. "Korkuyorum sana aştan söz etmeyeeeee ben. İnatçıyım derdim çok, dostum var hiç dermanım yok."
Sibelcan'ı ikna edebilir miydim? Kırk beş yaş...

Bir sağa bir sola sallanırken devam edecektim ki sert bir ses "ULAN SUSUN!" diye bağırdığında korkudan devrilecek gibi oldum.
                  
"Sakın üstüme gelme inanamam, beni ben gibi sevmedin bil-"

"Efsun özellikle sen, konuşma! Sus artık!" işaret parmağını bana sallıyor, hatta üzerime yürüyor, hatta gözlerini açıyordu bunu söylerken.

Elektrik çarpmış gibi titredim nefesim kesildi. Niye bağırıyordu, zaten Allah kırk beş yaşında yaratmamıştı beni? Canım çok yanıyordu. Neden Allah'ım?

Yüzünü sıvazladı. "Sakin oluyoruz." dedi derin derin nefesler alarak. "İleride alışveriş merkezi var en alt katında da Starbucks. Beş on tane kahve alıyoruz, yüzümüzü gözümüzü toparlayıp taksiye biniyoruz. Sonra da Efsun'a hepsini içiriyoruz. Ayılacağı kadar ayılsın, en azından şarkı söylemesin. Olmadı sessizce içeri sokup bir bahane uydururuz çıkarmayız hocanın karşısına. Bak hoca bizi mahveder. Daha okulun bitmesine kaç sene var, Allah aşkına sakin olun. Zamanımız yok! Tamam mıyız?"

Fatih Terim gibi taktikler veriyor, tıpkı onun hareketlerini yapıyordu. Kıkırdadım ama öyle kötü, öyle korkutucu baktı ki bana hemen kestim bunu. Gerisi çok kesik kesikti. Resmen sürükleyerek yürüdük. Niye bu kadar acele ediyorlardı?

Kısa zamanda çok daha karmaşık ve kalabalık bir yerin önüne gelirken hiç hızını kaybetmeden kocaman AVM'nin kapısına doğru ilerledik ama son anda en öndekinin durmasıyla hepimiz durduk. Beni işaret etti Tekin "Efsun'la mı gireceğiz?" gözler beni buldu. Etrafa bakındım. Burada durup şarkı söyleyebilirdim. Beklerdim onları sorun yoktu. Bu devirde kimse şah da değildi padişah da değildi mesela.

"Bu halde burada mı bırakacağız, saçmalama!" diye hayallerimi suya düşürdü Defne. "Yüksek sesle konuşmak yok tamam mı Efsun? Şarkı söylemek de yok. Çıkana kadar lütfen konuşma olur mu?"
Alt dudağım üst dudağımın üzerine bindi, el mahkum başımı salladım. Bu onayım onlara yetti ben alışveriş merkezinin kapısından geçeceğiz sandım ama köşedeki camlı kapıdan geçip direkt girdik sessiz yere. Loş bir ışık vardı, herkes önündeki ekranlara bakıp ders çalışıyordu galiba. Dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Ben sıraya giriyorum, siz de gidin yüzünüzü gözünüzü toparlayın. Şu halimize bak." Tekin bizden hızlıca uzaklaşırken koluma girmiş olan Defne beni ilerletmek istedi ama huysuzca mırıldandım. Ayaklarım yorulmuştu artık.

"Efsun hadisene!" dedi kısık sesle.

"Midem bulanıyor." diye yalan söyledim. "Siz gidin ben bekleyeyim." sabahtan beri Tekin'de olan memnuniyetsizlik onlara da bulaştı. Zorla kolumdan çekecek gibi olduğunda "Lütfen." diye mırıldandım. "Vallahi şarkı söylemeyeceğim. Böyle bekleyeceğim burada. Söz bak."

Başımı Küçük Emrah'a tam benzeyeyim diye yana doğru kırdım bakıştılar onlar. "Asla ses çıkarmak yok, bak çok sessiz burası." diye uyardı beni tekrar. Dudaklarım tek bir çizgi halindeyken sürgü çektim. Kolumu kolundan ayırdı "Hemen geliyoruz." dediler ve ayrıldılar benden aceleyle. Tekin'in yanından geçerlerken beni işaret ettiler bir şey konuştular sonra da hızlı adımlarla gözden kayboldular. Ağzımın sürgüsünü açsam ne olurdu?

Etrafa baktım sakince, ayaklarım ağrıyordu. Oturmak, hatta uyumak istiyordum. Yakınımda boş masa yoktu, aslında vardı. Üzerinde bir bilgisayar, bir kahve ve bir sürü kağıt olan ama insan olmayan bir masa vardı. Kaçamak bakışlar attım çevreme. Başka masaya yürüyecek takatim bile yoktu. Otursam ne olurdu ki? Sahibi gelince hemen kalkardım. Yemin ederim. Tekin'in önünde daha iki kişi daha vardı. Hazır o telefonuna bakarken çaktırmadan masaya bir adım attım. Her attığım adımdan sonra gizlice etrafa baka baka, zaten hemen yakınımda duran masaya vardım ve hemen çat diye oturdum boş sandalyeye.

OH! İşte bu kadardı!

Gözlerim daha çok ağırlaşmışken etrafa baktım korkuyla. Hemen yan masadaki kadınla göz göze geldiğimde yutkunarak gülümsedim ama o gözlerini kaçırıp önüne döndü. Anlamış mıydı benim bu masada oturmadığımı? Ben misafirdim, biraz oturup kalkacaktım. Çaktırmadan bulanık gözlerle masanın üzerine bakarken esnedim. Omuzlarım düşmüş önümdeki kağıtlara dokunmadan bakmaya çalışırken bilgisayar ekranı karamıştı.

Kağıtlara baktım, sonra dolma kalemlere, sonra kahveye. Kahve. Kahve. Kahve. İç çektim, dudaklarımı ıslattım. Ağzım biraz sulanmıştı.

Kahveye tırnağımın ucuyla kendime çekerken korkuyla etrafımı kontrol ettim. Hayır kimse bakmıyordu bana. Kahve bardağının üzerindeki isme baktım. Niye bu kadar karışık yazmışlardı, harfler durmadan yer değiştiriyordu?

"Kimin kahvesi buuuuu?" diye çok çok kısık sesle sordum bardağa.

Mırıldandım ama sesim hiç çıkmamıştı. Sadece dudaklarım oynamıştı. Ne zaman açacaktım zinciri? İsmi de çok çirkin yazmışlardı zaten, okuyamıyordum.

Fetret?

Ne çirkin bir yazıydı yahu bu?

Ferdi?

Arapça mıydı? Ben Arapça bilmiyordum ki? Kafamı hafifçe öne doğru çıkardım sonra yine etrafa baktım. Kimse bakmıyordu ama herkes bakıyordu sanki.

Fethi?

Harfler çok yakındı birbirlerine. Hatta üst üste binmiş tepiniyorlardı sanki.

Fethin?

Sanki, sanki, sanki...

Fetih?

Yutkundum, gözlerimi kırpıştırdım. Evet, evet. Latin harflerdi. Dudaklarımı oynatarak tekrar ettim.

Fetih.

Fetih...

Fetih1453!

Gülecek gibi olduğum an elim korkuyla ağzıma kapandı. Dudaklarımı ısırdım. Ağzımda fermuar vardı ses çıkaramazdım. Ses çıkaramazdım evet ama...

Tadı nasıldı acaba?

Yutkundum. Biliyorlar mıydı? Bu kahveyi içmesem ölecekmişim. Ben de yeni öğrenmiştim. Sırtımdaki çantayı çıkarıp dizlerimin üzerine koyarken etrafı kontrol ettim, en son da Tekin'i. Çalışanla konuşuyordu. Kalbim göğüs kafesimi zorluyordu, kuş olup uçacaktı sanki. Kulaklarım ateş gibi yanıyordu.

Sonra bir şey yaptım. Anlık bir cesaretle.

Kahveyi elime alıp bir yudum aldım ve hızlıca geri koydum.

Oh.

Ağzımın içinin yanmasıyla dudaklarımı ısırırken yüzümü buruşturdum.

Oh.

Kalbim kulaklarımda atıyordu korkuyla. Her an biri görecek diye etrafıma baksam da herkes işiyle ilgileniyordu. Kahvesinden içmiştim.

Oh. İçmiştim. Ölmeyecektim.

Dudağımı ezerken bardağa bakıyordum öylece, saniyeler geçmeden o hiç yabancı olmayan hissin adım seslerine kadar duydum. Bacağımı salladım suçluluk duygusuyla. Benim kahvem değildi ki bu? Parasını mı bırakmalıydım? Ne yapmalıydım? Bir şey yapmalıydım. Özür mü dilemeliydim?
Evet evet, özür mektubu bırakmalıydım! Çantamın en önünden renkli kalemlerimden kırmızı olanı aldım. Önümdeki kağıtlara yönelecekken etrafa baktım bir kez daha. Özür dilerim mi yazacaktım? Ama nasıl anlayacaktı ki? Hem
niye özür diliyordum ki? Bir yudum almıştım. Ne olurdu ki?
Kalemi tekrar çantama geri koyacakken tekrar kahve bardağına baktım. Kaçamak bakışlarım tekrar etrafı buldu. Tamam temizdi. Kahve bardağına bir çırpıda korka korka, sanki suç işliyormuş, sanki kötü ya da yanlış bir şey yapıyormuşum gibi hızlıca bir kalp çizdim. Kötü bir şey değildi halbuki bu. Vallahi, yemin ederim değildi.

Bir yudum kahvesine bir güzel kalp bırakmıştım. Ödeşmiştik değil mi?

Gülümseyerek geri çekildim, kalemi çantama koyacakken Tekin'le göz göze geldik.

Oh...

Önce bana sonra masadakilere bakarken eliyle sanırım kalkmam için işaret etti, başımı iki yana salladım. Etrafına bakıp tekrar aynı şeyi yaptı ama omuzlarımı kaldırıp indirdim.

Bir yudum kahvesine bir güzel kalp çizmiştim, benimle masasını paylaşırdı her halde masanın sahibi.

Gelsin söyleyecektim. Kahvesinden bir yudum aldığımı ama karşılığında ona kalbimi verdiğimi. Ben öyle herkese kalp çizmezdim, bu büyük bir karşılıktı işte.

Evet evet, karşılıklı teşekkür edecektik birbirimize sonra vedalaşacaktık.
Ödeşmiş olacaktık, borçlu kalmayacaktık. Öyle ayrılıp gidecektik. Evet evet gelsin söyleyecektim.

Ben bunları hesaplarken çok geçmeden üzerime bir gölge düştü ben gözlerim kalpteydi. Ardından kolumdan tutulup kaldırıldım. "Ya sen niye başkasının masasına oturuyorsun? Başka boş yer mi yok?" elindeki torbaya baktım sonra da masadaki kahveye. Bunu ardı ardına yaparken bir an dengem şaştı sarsıldım ama daha sıkı tuttu kolumdan.

Ardından dehşet dolu bir ses "İçtin mi kahveden?" diye sordu. Yuh yakalanmış mıydım? Yuh! Gözlerimi korkuyla ona çevirdim. "Bana sakın başkasının kahvesini içtim deme, ilk gördüğüm arabanın önüne atarım seni!" diye çıkışmaya devam etti. İçtim desem dövecekti sanki, o kadar kötü bir şey yapmışım gibi davranıyordu.

Başımı iki yana sallamak zorunda kaldım. Doğruyu söyleyemedim, beni öldürecek gibi bakıyordu. "Ne oldu?" yanımızda biten kızlara baktım.

"Gitmiş başkasının masasına oturmuş. Kahvesine bakıp bakıp duruyor. İçtin mi çabuk söyle?!"
Yanaklarım iğnelendi, dişlerimi birbirine bastırdım. Bir yudumcuk almıştım, hem kalbimi de bırakmıştım üstüne.

"Ya yürüyün, hoca bekliyor. Ayakta duramıyor, ne içmesi? Hadi hadi!" Pınar aceleyle çıkışa yönelirken ağzımın fermuarını açtım hemen ilk fırsatta. Beni de kolumdan tutarak girdiğimiz kapıya yürütürlerken "Şarkı söyleyebilir miyim?" diye sordum sakince. Yeterdi fermuarım kapalı kapalı. Sıkılmıştım. Ama kimse beni duymadı. Ben de bunu bir izin saydım ve kolumu zaten gevşek tutan Tekin'den kurtarıp kendim yürüdüm. Hem peşlerinden yürümeye çalışıp, hem arkamdakilere şarkı söylerken bakmak istedim. Herkes çok mutsuzdu, ben şarkı söylersem biraz mutlu olurlardı değil mi?

"SENİ PAMUKLARA SARMALAR SARAR-"

Ama olan oldu, şarkım yarım kaldı. Bir arkama bir önüme bakmaya çalışan benim devamlı oynayan başım bir şeye çok sert çarptı. Şarkının son kelimesi ayyhhh diye tamamlanırken devrileceğim an kollarımdan sıkıca tutuldum. Tekin gibi gevşek değil sımsıkı. Yoksa devrilirdim. Burnuma taze sigara kokusu gelirken aniden bir curcuna oldu, ben başımı kaldıramadan başka eller girdi araya başım iyice döndü. Bizimkilerin sesleri duyuldu ve benim bu geceki son kahramanımın elleri ayrıldı kollarımdan.

"İyi misin?" diye bir erkek sesi duydum o kollara tamamen kopmadan benden. Tekin değildi bu.

Çok tok, böyle hiç duymadığım, sıcacık ama ağız yakan; sütle yumuşatılabilecekken öyle sert ve içimi çok zor kalmayı tercih etmiş kahve gibi. Evet evet biraz önce içtiğim kahve gibi. Acı ama ağız sulandıran, arzulanan, çok istenen ve güzel, çok güzel...  Böyle içmeden önce çok istenen ama içince çok sert gelen ya da içmeden önce hiç istenmeyen ama içince böyle rahatlatıp gevşeten lakin ne olursa olsun vazgeçilmez bir kahve gibi. Evet kahve. İçtiğim kahve gibi...

Ses işte Efso, ne abarttın!

Ben kahve sesli adama bakacakken böyle alındım onun kollarından ve savrulmuş saçlarımı önümden çekip öne bakamadan ilerletildim. Tekin "Kusura bakmayın çok özür dileriz biraz sarhoş." diye mahcupça konuştu. Kızlar beni zorla yürütürken yine duydum o sesi.

"Mühim değil." Dedi.

Kahve kokusu, kahve tadı, kahve sesi. Kahve, kahve ağacı, kahverengi... Aklımda birçok şey ama tek gerçek. Kahve. Kahve ses.

Kafamı çevirdim ona ama o sırtını dönmüş içeriye giriyordu. Saliselik gördüm ya da görmedim çehresini ve gülümseyerek bağırdım. Bu gece hiç bağırmadığım kadar.

"SENİ PAMUKLARA SARMALAR SARARIM
NE BEDEL İSTERİM NE HESAP SORARIM"

İlerleyen beden duraksadı bana dönüyorken kafam aniden bir baykuş gibi zorla önüme doğru çevrildi kızlar tarafından ama ağzımı kapatmalarına izin vermeden tamamladım nakaratı bağırarak.

"NE SİTEMLE GÜZEL KALBİNİ YORARIM
SAKINMA TATLI DİLLERİNİİİİ"

Ama sadece nakaratı tamamlayabildim çünkü susturuldum. Ağzım kapatıldı. "Rezil olmadığımız kimse kalmadı." diye söylendi biri. İlerledik, caddenin dibine kadar geldik. Önümden fıldır fıldır geçen arabalara başımı iki yana sallarken "Ağzını açacağım ama bağırma!" diye kızdı Defne. Nefes alamıyordum artık. Çok geçmeden elini ağzımdan çekti ve sitemle devam etti.

"Harbiden abarttın ama," dedi yüzüme bakarak. Taksilerin hiçbiri durmuyordu. "Valla yeter. Bak eğer Timuçin hoca seni böyle görürse var ya... Tamam bütün yol bas bas şarkı söyledin de yeter. Gidip başkasının masasını oturuyorsun, adama kafa attın, millet çalışıyor bas bas bağırıyorsun kapalı alanda. Bin pişman olduk dışarı çıktığımıza."

Gözlerimi başka yere çevirdim, kahveyi düşündüm. Kahve sesli olduğunu daha önce söyleyen olmuş muydu? Saçma mıydı bu? Hayır değildi, dünyanın en mantıklı şeyiydi. Ses kahveli olur mu denmemeliydi. Oluyordu. Ben de yeni öğrenmiştim.

"O kadar içmesine biz izin verdik. Bir yerden sonra bilinçsiz içti. Engel olacaktık, o kadar hangimiz içse ortalığı birbirine katar."

Derince iç çekip omuzlarımı indirip kaldırdım. Bir şeyi eksik söylüyorlardı. "Şey," diye mırıldandım. "Bir de şey." diye devam ettim. "Kahve de içtim." deyiverdim aniden. "O adamın kahvesinden içtim bir de. Ama bir yudumcuk. Yemin ederim ama ben kalp çizdim bardağına. Vallahi. Ödedim borcumu."

Yola bakan Tekin'de dahil herkes bana baktı ve aynı ağızdan konuştu. "Ne?!" sonra aynı anda kahvecinin camdan duvarlarına baktılar. Ben de onlarla beraber. Başta bulamadım, bütün masalar yerinden kayıyordu ara ara ama gri bilgisayardan tanıdım. Sonra masada oturan adama baktım. Kahveye uzanışını gördüm, onu avuçlayışını, sonra içişini ve en son yüzünü.

"Ay içti!" dedi Defne!

"Ay çarptığı adam o!" diye devam etti Pınar.

Kahve sesli adam... Yüzünü arabaların dengesizce parlayan ışıklarından olacak çok net göremiyordum, gördüğüm de kesildi zaten.

"Ay bize bakıyor!" üçlemeyi Tekin tamamlarken herkes korkuyla önüne döndü benim de kafamı zorla döndürdüler.

Sonunda bir taksi durdu, ben hala bizi bakıyor mu diye merak ede ede bakmaya çalıştım ama taksiye bindirildim bir suçlu gibi. Tekin bir polis memuru gibi başımdan baskı uygulayarak bindirmişti. Kapı hızlıca kapandı, araç hareket etti. Biz üç kız arkada, Tekin öndeyken hemen torbadan kahve uzattı.

"İçirin içirebildiğiniz kadar." derken Defne aldı elinden. Kahve bardaklarını görür görmez kıkırdarken işaret parmağımı kaldırıp söz almak istedim.

"Bir şey sorabilir miyim?"

Kıkırdamam durdu, çünkü hepsi aynı anda "Sorma!" diye yükseldi. Omuzlarım da yüzümle beraber düştü, sıcak kahveden bir yudum zorla içirildi. Güzel değildi, onun kahvesi daha güzeldi. Kızlardan kurtularak öne doğru uzattım kafamı ve taksici, saçları kırlaşmış amcaya yaklaştım.

"Amca sana sorabilir miyim?" diye sordum gülümseyerek. Kızlar beni geri çekmeye çalışsa da sıkıştırmıştım kendimi. Adamın gözleri yoldan bana kaydı, diğerlerinin aksine "Sor kızım." dedi.

Oh...

Bunu sormasam ölecektim sanki.

"Şimdi ben birinin kahvesini içtim sonra o benim içtiğim kendi kahvesini içti; şimdi o mu bana kırk yılı kilitledi yoksa ben mi ona kırk yılı kilitledim ya da ikimize toplam seksen yıl mı kilitlendi?"

Tamam kabul Bihter Ziyagil rolüne de kabulüm. Aşk-ı Memnu'yu tekrar çekebilir miydik? Bihter ben, Belül? Kahve sesli adam. Evet o!

Adam önce bana sonra Tekin'e baktı. Ardından kızlar beni zorla çekti, tekrar öne çıkmayayım diye de kıstırıp ağzıma kahveyi verdiler. Sızlana sızlana kahveyi içerken son kez mırıldandım.

"Yağızım, yiğidim, erkek güzelim..."

Bana sık sık sitem ediyorsunuz genelde, ne zaman açılacaklar birbirlerine diye ya... İşte şimdi gözlerimizi kapatıp düşünelim mi? Bambaşka bir anda ve yerde tanışmış olsalardı birbirlerine yapacakları kurları? Aman aman nerelere geldik değil mi?.. Lakin hikâyede de geçti 'seni bir saat ileri almışlar beni bir saat geri' diye. Ortak bir takvim bile yok. Bütün sitemlere verilecek en güzel sebep bu gözümde:)

Şimdi bence; Efsun nasıl Kaçın Kurası'nı dinlediğinde aklına Fetih gelecekse, biz de ne zaman Erkek Güzeli'ni dinlesek aklımıza bizimkiler gelecek bundan sonra, sizce?

Ben kadere çok inanırım, bu sahne hep vardı aklımda. Beğendiniz mi? Unutmayın, aramızda kalacak:D

Ve son olarak. Geri dönüşüm ne zaman olacak bilmiyorum. Sadece bir gün mutlaka döneceğimi bilin. Sınav sonrası her senaryonun olurluğu var, o yüzden bu belirsizlik. Bana bol bol bol güzel enerji gönderin olur mu? Kalkıştığım şeyler yüzünden çok ihtiyacım olacak:D

instagram:serceyioldurmekofficial

(İlk dönüş alıntısı, zamanı gelince instagram hesabımıza gelecek❤)

Ve, ve ve; hâlâ ve hâlâ . Daima;

HERKESE MERMİ SİZE ÇİÇEK!

Continue Reading

You'll Also Like

368 105 35
Merhaba benim adım Blas ben büyük ve saygıdeğer bir ülke,nin kraliçesiyim bu hikayede nasıl köylü bir kiziyken bir kraliçe olduğumu öğreniceksiniz en...
614K 21.1K 60
Tayini Kars'a çıkan Fen bilimleri öğretmeni Masal ve Kars'ta görev yapan yüzbaşı Bora'nın hikayesi. ... Kars'ı özel gören öğretmen bir kız. Hayatını...
223K 12.8K 59
Her bir yaprak kendi yazdığı hikayenin başrolünü üstlendi. Tek tek kaleme aldı tüm geleceğini... Masal & Enes... Onların hikayesi kurumuş bir asma ya...
615 193 7
Milyonlarca masal okundu, dillerde milyonlarca rivayet dolandı. Ama bir tanesi sadece yalnız kalplere ekildi. Corvina Meadow, Manhattan'ında yaşayan...