YARALI HAYALLER (+18)

נכתב על ידי ElisyaRoyal

6.3M 273K 236K

Nüket Kozcu, kendi halinde üvey annesinin yaptıklarından hoşnutsuz bir üniversite öğrencisidir. Bir gece bara... עוד

YARALI HAYALLER / GİRİŞ
YH • 1 | KARŞILAŞMA
YH • 2 | DÜŞÜŞ
YH • 3 | UFAKLIK
YH • 4 | KÜTÜPHANE
YH • 5 | BENİMLE YAN
YH • 6 |CEHENNEMİN ANA KAPISI
YH • 7 | UNUTMANIN KOZASI
YH • 8 | BEBEK
YH • 9 | TAKIM ELBİSELİ PİSLİK
YH • 10 | SARHOŞLUĞU DİLERKEN
YH • 11 | TUTKUNUN RENGİ
YH • 12 | KARMAŞIK DUYGULAR
YH • 13 | RUHU YAKAN KELİMELER
YH • 14 | FİLM GECESİ
YH • 15 | PLATONİK VAKA
YH • 16 | KIRIK KALP
YH • 17 | GÜL VE ŞARAP
YH • 18 | HODRİ MEYDAN
YH • 19 | ÖPÜCÜK
YH • 20 | KADER AĞLARI
YH • 21 | GÖLGELER
YH • 23 | HİÇ KİMSE
YH • 24 | YALANIN GÖLGESİ
YH • 25 | DUYGULARIN ÇIĞLIĞI
YH • 26 | SAHTE MASAL
YH • 27 | İLK ÖPÜCÜK
YH • 28 | KIRMIZI
YH • 29 | PARAMPARÇA
YH • 30 | CAMDAN KALP
YH • 31 | MEDCEZİR
YH • 32 | CENNETİN ATEŞİ
YH • 33 | GÜL KEFENİ
YH • 34 | YILDIZIN NABZI
YH • 35 | RUH İKİZİ
YH • 36 | İSİMSİZ KADINLAR
YH • 37 | HAYALLER VE UMUTLAR DEVRİLİRKEN
YH • 38 | 00.00'DA GELEN ZEHİRLİ KADEHLER
YH • 39 | GÜNLERİN KÖPÜĞÜ
YH • 40 | GÜZEL GEÇMİŞE ÇEKİLEN PERDE
YH • 41 | UĞULTULAR
YH • 42 | ALABORA
YH • 43 | HATA
YH • 44 | ANILAR MUMYALAŞSA
YH • 45 | GÖĞÜSTE TAŞINAN BOMBOŞ KALP
YH • 46 | "BAŞROL"
YH • 47 "DÜŞ ÖLÜMÜ"
YH • 48 | YANSIMALAR
YH • 49 | SIRTLAN
YH • 50 | YÜZLEŞİLEN KARANLIK
YH • 51 | YARALI YILDIZ
YH • 52 | PANDORA
YH • 53 | TEK BİR GECE

YH • 22 | UYANAN TUTKU

115K 5.1K 5.3K
נכתב על ידי ElisyaRoyal

Selam biz geldik, herkese mutlu bayramlar!

Bir de birkaç şey demek istiyorum lütfen okuyun ve beni dikkatli anlayın. 

   Hâlâ bu kitabın gerçek doğasını anlamayanlar var. Okuduğunuz bu kitap fark ettiyseniz aksiyon, entrika, fantastik türünde bir kitap değil. 

Bu bir tutku kitabı, lütfen bunu dikkatli anlayın. 

Bir tutku kitabının içinde cinsel sözlerin, cinsel esprilerin bulunmasından daha doğal ne olabilir? 

Yorumlara, özellikle Savaş repliklerine midem bulandı diye yazıyorsunuz. Sizin midenizi düşünmesi gereken kişi ben değilim, zahmet olacak ama kendi midelerinizi kendiniz düşüneceksiniz. Madem cinsel bir replik veya espri gördüğünüzde eliniz ayağınız birbirine dolaşıyor, niye konusu tutku olan bir kitabı okumayı tercih ediyorsunuz?

  Bu fantastik bir kitaba gelip ama burdaki olaylar hep fantastik diye sitem etmek gibi bir şey. Yani bu tarz yorumların mantığa dayanır bir tarafı yok. 

Bakın GÜZ SAYHASI adında bir kitabım var, konusu cinsellik değil. Cinsel espriler dönmüyor. O zaman gidin o kitabımı okuyun, cinselliğin döndüğü bir kitapta cinselliğe sövmeniz aşırı mantıksız. 

İNTİKAMIN PENÇESİNDE'yi de okuyabilirsiniz. Orda da cinsellik var ama konusu cinselliğin etrafında dönmüyor. Başka bir kurgusu var.

Bunun dışında Savaş'ın karakterini kabul etmeyen bir kesim var. Bu adam böyle biri, tutkuya düşkün. Nefret ediyorsan okuma, mideni bulandırıyorsa okuma, karakteri kötü işlediğimi düşünüyorsan okuma. 

Ben karakterimi değiştirmek zorunda değilim, bana bu konuda hesap sormaya kimsenin hakkı yok, siz okuma tercihlerinizi değiştirmek zorundasınız.

   Lütfen düşün artık Savaş'ın ve Yaralı Hayaller kitabımın yakasından. 

  Sözlerim asla bu kitabın doğasını anlayıp bana ve yazdığım kitabıma saygı duyanları bağlamıyor. 

Neyse biz kendimize dönelim. Artık biraz voteleri arttırın çiçeklerim. Yarına kadar 2bin vote 3bin yorum gelirse bir bölüm daha gelecek 🌸

   Sizi seviyorum, keyifli okumalar.

Bölüme 🥀🍷

Bölüm Şarkıları

Foushee • Deep End

Aydilge • Yangın Var 

   22. BÖLÜM | UYANAN TUTKU 

                            🥀

Savaş Akduman, Barışın Nüket'i öylece götürmesine öfkeyle baktı. Belindeki eli çileden çıkarıyordu kendisini, bu hergele göz dağı mı veriyordu kendisine? 

Onlar gözden kaybolunca önüne döndü, dirseğini bar tezgâhına dayayıp şakağını parmaklarına yasladı. Boşta kalan eliyle viski bardağını kavrayıp kafasına sertçe dikti. Arkalarından gidip Barış'ın o aptal suratını dağıtmamak için zor tutuyordu kendisini. Hiçbir zaman öfkesine yenilen, kontrolü koyu öfkesine teslim eden biri olmamıştı. Yine de anlamıyordu...

   Neden? Niye o hergele? Ne buluyordu Barış'ta? Bende olmayan ne görmüştü de Barış'ta onun teklifini kabul etmişti? Daha mı güvenilir, daha mı iyi, daha mı eğleceli, daha mı yakışıklı? Sırf ona sevgili olmanın yolunu açabilen biri diye mı ben değil de, o ne olduğu belirsiz piç kazanmıştı. 

Saçmalık. 

Barış iti gelene kadar, Nüket yanında çok rahattı. Barış'ı gördüğü ilk anda gerildiği gözünden kaçmamıştı. Hâlbuki Nüket, kendisiyle konuştuğu zaman yüzünde hoşnutluk belirmişti, jestlerinden bir şekilde hoşlanıyordu, hareketlerine neredeyse alışmıştı. Bunların tekini bile Nüket itiraf etmiş değildi ama Savaş yine de anlıyordu.

 Viski bardağını ahşap tezgâha neredeyse vurarak bıraktı.Tabureden kalkıp köşedeki masaya geçti; buraya oturmakla ne halt yediği hakkında hiçbir fikri yoktu, burdan Nüket'i daha iyi bir açıdan görme fırsatı vardı. Terasa çıkarmalıydı ama o başka bir muhabbetin içindeydi.

  Siktir! Onu uzaktan -özellikle de o piçin yanındayken- izlemek istemiyorum. 

   Ne yapabilirdi ki Barış'ı seçmişti. 

Güçlü çenesini sıktı. Yanına bir barmaid geldi, bu kadınlar ayakta servis yapmaktan daha fazlasını da yapardı. Onu daha önce burda gördüğünü hatırlamıyordu, belki de vardı son günlerde ne buralıydı, ne de buranın içiyle ilgiliydi. Kızın simsiyah saçları vardı, eh bunun boya olduğunu tahmin etmekte zorlanmadı. Üzerinde, mekanın ışıkları üzerine deydikçe parlayan, mini minnacık bir bluz ve kesilerek şort haline getirilmiş pespaye bir kot pantolon vardı. Kadınlar konusunda belirli bir tarzı vardı; Çekici, Olgun. Rafine. Bu kadın çekici ve olgun olmaya yaklaşmıştı ama giyim tarzından yere çakmıştı. 

  Kadın işveli bir sesle, "Sizin için ne getireyim?" diye sordu. Sesindeki işveli ton, flört etme isteğini açığa çıkarıp belli ediyordu. "Sizi birkaç kez bu mekânda gördüğümü biliyorum. Aren'in arkadaşı, Savaş Akduman. Sanırım pek keyfiniz yok."

Bu, keyfin yerinde değilse, keyfini yerine getiririm demekti.

Savaş, düşünceli bir yüzle kaşlarını çattı, sonra aklına gelen şeyle sinsice sırıttı. "Kim diyor?" dedi, az önceki duruşun aksine rahat bir tavırla. "Keyfim gayet yerinde."

   Bu sözlerden yarı yarıya cesaret alan kadın, gülümseyerek ekledi. "Sevindim," dedi, kollarını masaya yaslayarak. "Biz sizin gibi müşterilerimizin daima keyifli olmasını isteriz."

Savaş, cebinden ikiyüzlük olan kağıt para çıkardı. Alaycılığını gözlerinde taşıyan bir bakışla, "Tabii müşterileriniz için nasıl fedakârlıklar yaptığınızı bilmez miyim?" diye konuştu. "Baksana, ama daha keyifli olabilirim," dedi, parayı bar tezgâhının üzerinden kadına doğru iterken. "Bu para senindir. Tek istediğim..." Taburesinde dönüp Barış'ı gösterdi. "Şu çocukla biraz flörtleş, sana yüz verip vermediğini bilmek istiyorum." Cebinden bir ikiyüzlük daha çıkardı, fakat bu defa kadına uzatmadı. "Eh, bana olumlu haberlerle dönmen, beni daha iyi hissettirir, böyle hissedersem de bu para o zaman senin olur."

Kadın önüne uzatılan parayı kabul edip, dudaklarını hafifçe büzdü. "Eh, ben seni tercih ederim ama neyse. Para paradır, iş iştir," dedi, yapmacık işvesinden taviz vermeyerek. "Merak etme, olumlu haberlerle en kısa zamanda geri dönerim."

    Savaş, önündeki kadının ayrılmasıyla, bakışlarını yeniden Nüket'e çevirdi. Kendisine mi öyle geliyordu, yoksa Nüket biraz gergin mi duruyordu? Tuhaftı ama kısa zamanda onu tanımıştı ve şu an onu ruh hâline kadar anlayabiliyordu; gergindi, mutsuzdu. 

Aptal kız. 

  Ne halt yemeye işlevsiz bir hıyarla çıkarsın ki? 

   Ne dönüyordu o masada? Niye gergin görünüyordu? İçinden onu kolundan tuttuğu gibi çekip almak geçiyordu o lanet masadan, ama bunu yapması için bu hakka sahip olması gerektiğini biliyordu. Ve bunu yapması için hiçbir neden yoktu, hem yapsa ne olacaktı ki? Bu neyi çözüp gerçek anlamda Nüket'i kendisine yakın tutmaya yarardı? Nüket kendi ayrılmalıydı o masadan, işi romantikliğe dökecek konumda değildi. 

Görüş açısına barmaid girdi, sonunda o an gelmişti. Üzeri içeceklerle dolu bir tepsiyle yavaşça onların masasına yaklaşıp Barış ve Nüket'in arasına tıpkı bir kara kedi gibi girdi; Savaş bu görüntü karşısında sırıttı, daha tatmin edici bir görüntü olamazdı. Barmaid, Barış'a yakın bir şekilde yaptı içki servisini, önce kolunu yanlışlıkla deymiş gibi Barış'ın koluna sürttü, sonr bacağının birini onun pantolunlu bacağına sürtüverdi. Önünde dekoltesini göstermek için eğildi, kadın fiziki sinaylleri nasıl göndereceğini iyi biliyordu. O sırada Barış'ın suratını görmek isterdi tabii ama arkası dönüktü. 

  Ne yazık. 

On dakika sonra, siyah saçlı barmaid masasına geldi. 

Savaş'ın önündeki parayı kendisine çekip, "Sana olumlu haberlerle geldim," derken, hakettiğine inandığı parayı kot şortunun cebine sıkıştırdı. Savaş'ın karşısına geçip otururken, "Çocuk aranıyor," diye ekledi. 

Savaş, verdiği olumlu haberden gayet memnun şekilde sırıtırken, cüzdanından bu sefer üç tane ikiyüzlük çıkardı. O küçük hergele bu paraya kesinlikle değmiyordu, değen kişi Nüket Kozcu'ydu. Parayı işaret ve orta parmağı arasına sıkıştırıp sağa sola sallarken, "Onu yukardaki odalardan birine götürüp eğlendirirsen eğer, bu para senindir," dedi. "Sadece uzun süre onu orda oyala ki, ortalarda fazla dolanmasın."

Kadının yüzünde, memuniyet dolu bir ifade belirirken gözleri parladı. "Bu oyunu sabaha kadar oynayabilirim," dedi eğlendiği belli olan bir sesle. "Gerçekten eğlendiğim müthiş bir oyun." 

Savaş'ın dudağı kıvrıldı, "Sevindim," dedi. "Eğlenmeden yapmanı istemezdim zaten."

Kadın masadan kalkıp, "Birazdan önünden geçeriz," dedi. "Gözlerin üzerimde olsun." Ardından güven dolu bir yürüyüşle masadan uzaklaştı.

Üzgünüm gözlerim bu ara Jane üzerinde... 

Aradan beş dakika geçince kadın verdiği sözü tutmuştu. Önünden geçerken Savaş'a göz kırptı. Hemen arkasından da Barış gidiyordu, kendi oluşturduğu olumlu durumdan gayet memnundu. 

Bakışları yeniden Nüket'in oturduğu masaya kaydı, umuyordu ki, o masada fazla oturup beklemezdi. 

Eh Nüket, ben o hergeleyi uzaklaştırdım, bir zahmet kalk artık o lanet masadan. 

     Çünkü ben seni bileğinden tutup kaldırmam.

                       🥀🍷🥀


 Bulunduğum masada sıkıntıdan patlamak üzereyim. 

Barış'ın böylesine seviyesiz arkadaşlarının olması beni ilgilendirmiyordu, fakat bu insanların seviyesiz oklarının hedefinde ben vardım. Özellikle bir kız, benimle uğraşıp duruyordu. Eğer masada sevgilisi olmasaydı, onun Barış'tan hoşlandığını düşünürdüm. Hani bazen ilk tanıştığımız birileri bize itici gelir, ruhlarımız birbirini sevmez ya belki kızın hissettiği tam olarak bu olabilirdi, ama bana hissettirmesi fazlasıyla sinir bozucuydu. 

Ve bir diğer ayrıntı, kız benimle ilgili bir ayrıntı öğrenip dalga geçerken, Savaş buna beklediğim gibi bir tepki vermedi. 

 Üstelik Barış tam olarak on dakikadır burda değildi, bu yüzden hem sinirlendim hem de masadan kalkmak için elimde bir bahane olması beni rahatlatmıştı. En başta Barış'la geldiğim için pişmandım, aslında pişmanlığım çok daha derindi asla onunla çıkmamalıydım. Bu aptalca bir hamleydi, Savaş'la oyuna da girmemeliydim bu da aptalca bir hamleydi. Ben ne diye pişman olacağım adımlar atıp duruyordum?

Barış'a bakacağımı ve onları tanımaktan dolayı memnuniyet duyduğumu sahte bir gülümseme eşliğinde ifade ederek, ordan ayrıldım. İyice çıldırmış kalabalığı yarmaya çalışarak geçerken diğer yandan etrafa bakınıyordum, Barış'ı görebilmek için. Beni davet ettiği o masada yalnız bırakması bardağı taşıran son damlaydı. Bir anda nereye kaybolduğunu bilmiyordum. Bizim masaya göz attım, oğlanlar bunlardan biri Serhat'tı sohbet ediyor gibi görünüyorlardı. Kızlar yoktu. Işıl ve Beren'in kalabalığa karışarak dans ettiğini gördüm. 

     Barış'ı bulamazsam onların yanına giderdim. 

Savaş o anda dibimde bitti. Şaşırdım. Onu görmeyi beklemiyordum. Barış'ın arkadaş ortamına girdiğim andan beri aklımı talan edip meşgul etmeye devam ediyordu. O yanımda yokken bile, yanımda olan yine oydu. 

Kendisini fark etmem için elini omzuma koymuştu. "Burda mı dikileceksin," diye sordu. 

Elini çektiğinde, "Dikilmiyorum," dedim. Barış'ı aradığımı söylemedim. "Öylesine bakınıyordum."

Savaş kalabalığa göz gezdirdi. "Barış yok. Nerde olduğunu Tanrı'dan başka kim bilebilir ki?" diye sordu ama sesi soru sormaktan uzaktı, daha çok alaylıydı ses tonu. "Belki evine gitmiştir."

Kaşlarımı çattım. "Neden evine gitsin ki?" diye sordum göz gezdirmeye devam edip. "Eminim hâlâ buralarda bir yerlerdedir."

Sırf inadına yaptığını bildiğim imalı bir sesle, "Belki. Seni yukarıya çıkaracaktım, kayalıklara çarpan deniz köpükleri için," diye hatırlattı. Anlam veremedim ama keyifli görünüyordu. Hâlbuki ben, az da olsa bana sinirli olur diye bekliyordum. "Gidelim mi?"

Keyifli ve umursamaz olması beni rahatsız etti. Yanından ayrılıp Barış'la gitmeme hiç bozulmamış mıydı? Onun dünyasında işler böyle yürüyordu sanırım, sadece yatmak istediğin birinin ne yaptığı, kimle görüştüğü çok da önemli değildi. 

Ben düşüncelerin denizinde yüzdüğüm için Savaş, "Haydi Nüket," dedi. "Gidelim."

"Aslında...," diye mırıldanırken, etrafıma tekrar şöyle bir göz gezdirdikten sonra kararsızlığımı son anda yenip, "Tamam, olur," dedim. 

Savaş önden ben arkadan merdivenleri çıkmaya başladık. Mekân dışardan göründüğü gibi birkaç katlıydı. Her katı, birbirinden modern dizayn edilmişti. Üstelik zemin kattaki yüksek sesli müzik bu katlara ulaşmıyordu, ses koruyucu sistemi olduğunu anlamıştım. Yeni bir katın merdivenlerini çıkarken, koridorda bir kadın sesi yankılandı; acıyla karışık inilti gibiydi. 

Adımlarım durmuştu, başı belada falan mıydı? Savaş'a bakıp, "Bu seste neyin nesi?" diye sordum. 

Savaş, kaşlarını kaldırıp sırıttı. "İnan bana bilmeyi hiç istemezsin," dedi gözlerimin içine bakarak. 

Dik dik ona bakmaya devam ederken, koridordan sarmaş dolaş, dağılmış bir adam ve kadın geçince ne olduğunu anlamıştım. Kadın yanımdan geçerken bana öpücük attı, belki Savaş'a atmıştı bilmiyorum. 

Yüzümü buruşturup, "Burayı fuhuş yuvası olarak mı kullanıyorsunuz?" diye sordum. 

"Eh, bir bakıma öyle de diyebiliriz." Sonra yüzüme alayla bakıp ekledi. "Bu tarzdaki mekânlar, bunun için dizayn edilen odaları olmasa bile, başka bir şey için kullanılıyor muydu ki?"

Yüzümü buruşturdum, ama durum buydu ve doğal olarak haklıydı. Savaş niye hep haklı olmak zorundaydı ki? En ucuzundan tut en saygınından en modernize edilenine kadar, aynı şeyler hepsinde az veya fazla dönüyordu. İnsanlar bu tarz mekânlarda geceyi geçirip takılacağı birilerini bulma niyetiyle de geliyordu. Ve ben, bu tarz bir yerde sarhoş olacak kadar aptaldım.

  Üst kata geldiğimizde, sanki burası bir bar mekânının içinde değil de, daha çok güzel bir evin teras katındaymış gibi hissetmiştim. Sessizlikten kan akıtan güçlü rüzgârın sesi ve dalgaların sesiydi;, sanki o dalgalar denizin kıyılarına vurup kirli olan şeyleri nasıl içine çekiyorsa, tıpkı bunun gibi yüzümdeki gerginliği de kendi içine almıştı; yüzümün her noktasına yerleşen memnuniyetten doğan hafif bir gülümseyiş vardı. Burası tamamen ahşaptandı, sıra sıra yuvarlak masaların etrafına ikişer ya da üçer sandalye yerleştirilmişti.  

   Masalardan birinde bir çift oturuyordu, onlar ve bizim dışımızda başka kimse yoktu.

  Ayağımdaki topuklular her adımda zeminde tok sesler çıkarırken, ileriye beni çeken deniz kokusuna doğru adımladım. O yönden yüzüne doğru esen sert rüzgârın soyut, soğuk elleri saçlarımı yakalayıp omuzlarımın arkasına taşıdı. Kısa bir an karşımdaki görüntüye kilitlendim, deniz ve gökyüzü birleşmiş gibi görünüyordu. Denizin yüzeyinde gecenin en büyük emareleri olan ay ve yıldızlar zerafetle yansımış parıl parıl parlamaktaydı. 

Aşağıya doğru baktım, Savaş haklıydı. Dalgalar, sert kayalıklara köpük köpük vuruyor, her dalga ihtişamla patlayıp etrafına dağılarak muhteşem bir manzaranın resmini çiziyordu. Gerçi Savaş bu manzarayı şehvetle ilişkilendirerek tutkuyla uyumlu manzara olarak düşünse de, benim için huzur bulduğum tek yerdi şu an. 

"Hoşuna gitti mi?" diye sordu. 

Kısaca ona bakıp tekrar denize diktim gözlerimi, "Evet," dedim, büyülenmiş bir sesle. "Burası harika." 

Sessizlik oldu, bir süre o da  ben de hiç konuşmadık; huzuru beraber tadıyorduk. Bu sessizliği bozan tek şey telefonumdan gelen uyarı sesleriydi, şarjım bitmek üzereydi. 

Savaş cebinden sigara paketini çıkarınca şaşırdım. Sürekli etrafımda dolanmasına rağmen bir kez bile içtiğini görmemiştim. Ona bakıp, "Sigara içtiğini bilmiyordum," dedim, şaşkınlık ses tonuma yayıldı. Bana yaklaştığı pek çok an olmuştu, hiç sigara kokusu da almamıştım; söylemedim ona.

   Bana hemen cevap vermedi. Arkasını rüzgâra karşı dönüp sırtını çıkıntıya yaslı tutarak çakmağıyla sigarasının ucunu ateşledi. Sigara yanarken başta acı çekiyormuş gibi küçük bir cızırtı çıkarmıştı. Bir nefes çekti. Alaylı bir sesle, "Sen benim hakkımda ne biliyorsun ki, sigara içtiğimi bilmediğin için şaşırıyorsun," dedi. 

Onunla uğraşacak havada değildim ama sesindeki laf dokundurma canımı sıktı. Bir bakıma hak verip, "Doğru," diye onaylayıp yüzümü denize karşı döndürdüm. "Bilmek de istemem," diye ekledim. 

  Savaş'ın keskin kahvelerinin benim üzerimde olduğunu biliyordum, ama bakmadım. "Ben iş adamıyım, Nüket," diye belirtti. Teras tavanının beyaz ışıkları açık renk saçlarına dökülüyordu. "Dış görünüş bizim için önemlidir; kıyafet, konuşma, mimik, koku. Bu yüzden sigarayı irademizi aşacak şekilde sıklıkla kullanmayız, arada alırız o da müsait zamanlarda." 

  Diğer çiftin kendi aralarında sakince konuştuklarını duydum.

Dalgın bir sesle, "Bir keresinde babam da buna benzer şeyler söylemişti, yani dış görünüş hakkında," dedim. Babam aklıma gelince garip bir duygunun içimi sardığını fark ettim. "Ama o, bunu zenginler için söylemişti."

Gözleri ışığın altında değerli bir taş gibi parlıyordu. "Neyi?"

"Dış görünüşün zenginlerin zaafı olduğundan bahsetmişti."

Savaş başını sallayıp, "Evet, baban doğru demiş," diye onayladı. "Dış görünüş bizim için önemlidir. Davetlerde nasıl davranacağımız, insanların yanındaki konuşmamız, ilişkilerimizdeki duruşumuz, yürüyüş ve daha pek çoğu bize çok önceden öğretilir. Bunların hepsi dış görünüştür ve bütünü birleştiğinde, zamanla zaafın hâline gelen, büyük bir canavara dönüşür."

"Bunları yapıyorsunuz, çünkü ulaştığınız sonuç?" diye sordum. 

"Ulaştığımız sonuç, insanların gözünde yer edinen itibarımız."

Yüzümü buruşturdum, "Çok sıkıcı," dedim, burun kıvırdım. "Yani devamlı kendini tüm hareketlerini kontrol altında hissetmek ve kısıtlamak."

Savaş, "Evet, senin gibi küçük bir kızın dünyasında eminim böyle görünüyordur," dedi, sesi alaycıydı. Kısa bir sessizliğin ardından, "Aşağıda sıkıldığını fark ettim," dedi. 

Dalgalara bakarak, "Biraz sıkıldım," diye itiraf ettim. 

"Barış'a katlanmak zorunda değilsin, bunu biliyorsun."

Derin bir nefes aldım. "Savaş, onun hakkında konuşacağım en son kişi bile olamazsın sen."

Göz ucuyla ona baktığımda, dudaklarında alayın apaladığını fark ettim. "Kadınlar," dedi Savaş. "En büyük tutkuya her zaman kendilerinin layık olduğunu düşünürler." Ona sert bir bakış attım. "Ama o küçük hergele, büyük tutkular için fazla küçük."

Ona küçümseyen bir bakış atıp, "Doğru adam sen misin yani?" diye sordum. Tamamen Savaş'a döndüm, yüzüne dik dik baktım. Rüzgâr sarı kızıl saçlarımı yüzüme savuruyordu, kulağımın ardına sıkıştırdım. "Güven duyacağım o adam olabilir misin?"

Yüzünü ifadesizlik kapladı. "Ben doğru adam değilim, ben doğru tutkuyum."

"Senin sorunun bu, değil mi?" diye çıkıştım. "Her şeyi bildiğini sanıyorsun."

"Sanmıyorum, zaten öyle."

Tekrar denize karşı dönerken, "Sen ve durmak nedir bilmeyen şu iflah olmaz dilin...," diye homurdandım. 

 Saniyeler üst üste birikti, zamanın içinde dakikardan koca bir gölet oluştu. 

Savaş'ın telefonu çalınca baktı. "Ne var?" diyerek, kaba bir şekilde cevapladığında neredeyse gülecektim. Bir süre karşı tarafı çatık kaşlarla bir şey demeden sessizce dinledi. "Tamam, geliyorum." Sesi kulağa isteksiz geliyordu. 

Telefonu kapatıp, "Ben aşağıya iniyorum," diye honurdandı. "Gerizekâlı Aren sarhoş olmuş." 

"Ee, ne olmuş olduysa?" diye sordum. "Sarhoş olması büyük bir problem mi?"

Savaş, telefonunu ceketinin iç cebine koyarken, "Bu hıyar, sarhoş olduğunda kendinden geçer," dedi. "En son sarhoş olduğunda, bacakları güzel diye mini etekli bir kıza evlenme teklif etmişti."

Güldüm. "Şaka mı yapıyorsun?"

"Ne şaka yapacağım ya, bir de kızın sevgilisini ayrılacaksın ben evleneceğim diye bir güzel dövdü." Bıkkınca nefes verdi. "İt herif pis içip pisliğin teki oluyor." Savaş etrafına baktı. "Neyse sen biraz oyalan burda, işim biter bitmez geliyorum hemen."

Savaş bu sözlerin peşi sıra uzaklaşınca, bana askerine talimat verir gibi gittiğini kafam anca bastı. Kaşlarımı çatıp homurdanan bir sesle, "Bana burda bekleyebileceğimi söylüyor," dedim kendi kendime. "Hayır yani, sanki burda beklememi söyleyecek konumdasın ya, bende dediğini yapacağım senin."

Önüme dönüp, denizin dalgalarına karşı gülümsedim. Şu an burdayım, çünkü biraz daha kalmak istiyorum. Onu dinlediğim için değil. Çantamın içindeki telefonumun birazdan şarjım bitecek diyen uyarı sesi tekrar geldi.

Barış nereye kaybolmuştu? Konuşacağız diye sözleştiğimiz hâlde ortada yoktu. Konu erkekler olduğunda belirli bir tarzım vardı. Olgun, düşünceli ve sakin bir yapısı olmalıydı. Maalesef Barış bu beklentileri karşılamıyordu, Savaş da karşılamıyordu. 

Üşüdüğümü hissettiğim anda arkamı döndüm ve karşımda sırıtan bir adamla yüz yüze geldim. Aslında bu, buraya adım attığımda gördüğüm kişiydi. 

Gülümseyerek, "Merhaba," dedi. 

Cam kapıya göz attım. "Merhaba," diye karşılık verdim. 

Elinde iki bardak vardı, birini bana uzatıp, "Kız arkadaşım için getirmiştim ama daha dokunamadan uzaklaşmak zorunda kaldı," dedi, morali bozuk gibiydi. "Diğerini siz alır mısınız?"

Ona şüpheyle baktım, benimle dertleşmek falan mı istiyordu? Bana kız arkadaşını şikayet etmeye falan başlamazdı umarım. Adam aramıza biraz mesafe koyarak uzak durdu benden. Güven vermeye çalışıyor. Sanırım. Uzaklaşması güzel. Başımı iki yana sallayarak, "Hayır, teşekkür ederim," dedim. "Günlük alkol kotamı doldurdum, bu gece bir tane daha fazla alkollü içecek alamam."

Sakin tavrından ödün vermeden, "Hava çok soğuk, içinizi ısıtır," dedi. "Ürperdiğinizi fark ettim, bu yüzden teklif ediyorum."

Karşımdaki adamı dikkatle süzdüm, bakışında, duruşunda, sesinde art niyet aradım ama yoktu. Bardağa uzanırken, "Pekâlâ," dedim, sakin bir sesle. "Teşekkür ederim."

Adını bilmediğim, ama hiç de merak etmediğim bu adam, "Manzara çok güzel, öyle değil mi?" diye sordu, sesi hülyalıydı. "Sanata teşvik ederken insanın içindeki sanatçı ruhu uyandırıyor. Size de oluyor mu?"

    Yoo... 

Adam bana dönüp, "Bu arada adım Kaya," diye devam etti. Bana da adımı sorar sandım ama öyle olmadı, denize karşı çevirdiği gözlerinde tutkunun uyandığını gördüm. Hayır, hayır, Savaş'ın yaptığı gibi bana karşı değil, sanatçı gibi manzaraya karşıydı bu tutku. "Manzarayı resmetmek istesem, aynen şöyle yapardım." Bana bakamamı işaret ederek, ileriyi parmağıyla gösterdi. Baktığım noktada denizin dalgaları görkemlice kabarıp yükseliyordu. "Yükselen dalgaları beyaz yapardım, üzerinede oturan insanlar eklerdim. Denizi siyah renkte çizerdim ve denizin içinde çaresizce boğulan insanları çizerdim. Kötülüğün insanı dibe batırdığını, iyiliğin ise yücelttiğini, gösteren bir tablo olurdu. Yani muazzam."

Ben sanattan pek anlamazdım, biraz düz biriydim. O kadar düzüm ki adama da düz düz baktım. Sanattan anlıyor numarası da çakamazdım ki şimdi. Sanatçıların içinde heyecan bulduğu şeyde ben hiçbir şey bulamazdım. Bana göre sanat dalının bütün türleri gözüme ve kulağıma nasıl geliyorsa öyledir; ya güzeldir, ya çirkindir. Fakat Kaya 'muazzam' deyince, birden aklıma Savaş geldi.  Burda olsaydı eğer, ona, 'Şu adamı gör de utan, senin şehvet bulduğun şeyde, millet içindeki sanatçı ruhu buluyor,' derdim. Bu düşündüğüm havalıydı, zihin defterime kaydettim. Bunu Savaş'a söylemesem rahat edemezdim. 

   Yüzümü astım, o çok bilmiş nefret etsem de mantıklı serserinin buna da verecek cevabı olurdu mutlaka. Seks de bir sanattır demese bari. Gerçi o Savaş Akduman'dı, söyleyedebilir yani. Söylese hiç şaşırmam. 

"Burda mısınız?"

Başımı birden adama çevirip, "Evet evet, burdayım," dedim mahçup olmuş bir sesle. Zavallı adam, hâlâ benden bir cevap bekliyordu. "Afedersiniz dalmışım da."

"Önemli değil," dedi gülümseyerek. 

Elimdeki bardağı dudaklarıma götürüp bir yudum aldım, soğuk olmasına rağmen insanın içini kavuruyordu. Hoşuma gitti. 

Yanımdaki yabancıya kısa bir bakış atıp, "Aslında ben, sanat ve zanaat arasındaki farkı bile çok sonra öğrendim," dedim. "Şu an sanattan anlamadığımı söyleyeceğim, bu benim entelektüel olmadığımı ele verecek."

Kısık bir kahkaha atıp, "Entelektüel tipleri her zaman itici bulmuşumdur," dedi. "Etrafta hep bilir kişi gibi dolaşırlar."

Ben de onun gibi gülüp, "Aynen öyle," diye onayladım. Üzerime garip bir rahatlık geldiğini hissediyordum, dilimin aklımla orantılı olan bütün kilitleri, boş vermişlik anahtarıyla açılıverdi. "Bizim üniversitede var öyle tipler, tıpkı penguene benziyorlar. Sanki dünyayı onlar var etmiş gibi dik dik yürürler. Bakışları tepedendir ve anlamı aynen şöyledir: Hey! Ben her şeyi biliyorum, ezikler! Hele o giyinişleri tam..."

Yapacağım benzetmeye gülümsedim, ama tam o anda gülümsemem yüzümde dondu. Kendimi birden bire halsiz hissettiğimde, ellerim sıkıca buz gibi teras koruluğunu buldu. Gözlerimin önü karardığında, elimde olan içki bardağını koruluğun önündeki betona bırakarak, elimi göğüs kafesime koyup derin bir nefes aldım. 

Yanımdaki adam, kollarımdan tutup, "Hey, iyi misin?" diye sordu. 

Gözlerimin önündeki karanlık hızla geldiği gibi hızla uzaklaştı. İçime ılık ılık bir şeyler akıyordu, "Tamam sorun yok," dedim. Derin bir nefes alırken, sırtımı rüzgâra karşı dönüp arkamda kalan koruluğa yaslandım. Fakat mermerin üzerindeki içki bardağına kalçam deydiği için, kadeh aşağı yuvarlandı. Kırılma sesinin gelmemesinden yüksekliğin derin olduğunu anladım. "İyiyim... iyiyim. Şey oldu birden, aslında bende ne olduğunu anlamadım. Başım döndü biraz ama ani bir dönmeydi, geçti."

Savaş, yanıma gelerek kolumdan tutup, "Nüket, ne oldu?" diye sordu. "Rahatsız mısın?"

Başımı olumsuzca iki yana sallasam da, bitkin bir sesle, "Yok ya, rahatsız değilim," dedim boynumun olduğu kısımlar kasıldı. "Birden halsiz hissettim kendimi o kadar."

Savaş gözlerini şüpheyle etrafta gezdirdi, sonra ikimiz arasında yani benim ve Kaya arasında dolaştırdı. 

Yanımdaki adama bakıp, "Sen ne ayaksın, birader?" diye sordu, gözlerini sertçe ona dikerken. "Uza şurdan."

"Kızın seninle olduğunu bilmiyordum."

"Ama benimle," dedi Savaş. 

Ağzımdan çıkacak homurtuyu güçlükle bastırdım, ben onunla değildim ama bu önemli değildi. Sustum. 

 "Tüh, güzel kız," dedi. "Onu senin için hazırladığım için üzüldüm, eşsiz."

    Savaş gibi ben de söylediklerini anlayamamıştım. Kaya çıkışa ilerledi ve arkasını dönüp bana öyle bir gülümsedi ki, yemin ediyorum hiç abartmıyorum canavar gülmüş gibi hissettim. Benimle konuşurken sakin olan o adam nereye gitmişti?

    Savaş bana onun kim olduğunu bile sormadı. 

  Birkaç dakika sonra Savaş, cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal alıp dudaklarının arasına yerleştirip dengeledi, çakmağı çıkardı. Rüzgâr bize doğru estiği için eliyle yaktığı çakmaktan çıkan küçük aleve siper oldu. Büzdüğü dudaklarıyla sigaradan içine dumanı çekerken, şey oldu. Şey… Hisler alev alıp içimde bir su gibi aktı, bütün bedenim yanıyordu. 

Bu delice, ama neredeyse inleyecektim! 

Savaş, başını bana çevirdiğinde yüzüm alev aldı, daha aşağılarsa daha beter yangınlar içindeydi. Savaş hep böyle çekici miydi yoksa ben mi ilk defa fark ediyorum? Yani tabii o Savaş Akduman'dı ama onun erkek olmasının ve böyle çekici olmasının daha önce hiç farkında olmadığım kadar çok farkındaydım. 

    Ben... Kahretsin, tuhaf şeyler düşünüyordum, bir gariptim. 

Savaş'a biraz daha yaklaştım, çünkü yaklaşmak istiyordum. İrademin içine tehlikeli bir virüs girmiş ve hızla yayılıp tüketiyormuş gibi hissediyordum. 

Savaş bana tuhaf tuhaf bakıp, "Ne oluyor sana?" diye sordu, biraz daha yaklaşıp gözlerinin içine baktım. "Niye bakıyorsun sen öyle?"

Yutkundum. "Hiiiç," diye yanıt verdiğimde, bana alayla gülümsedi. Ona çok, en çok ben yakın olmak istiyorum. Delicesine. 

İçine sigara dumanını çekip bana yaklaştı.  Avuçları başımın iki yanına yerleşince şok oldum, beni öpeceğini düşündüm ama öpmemişti. Bunun yerine ağzında tuttuğu dumanı içime çekmemi istediğini anladım. Ve yoğun dumanı dudaklarıma üfürünce, dudaklarından süzülen gri dumanı içime çektim. Hafifçe öksürdüm. Bunu yaptığıma inanamıyordum, neyim vardı bilmiyorum. Kahretsin içim muhteşem derecede sıcacık bir hisle karıncalanıyordu. 

Parmağını çok yavaşça yanağıma sürttü. Bakışlarım gözlerine bir tablo gibi asıldı. Gülümsedi. Ama bana niye böyle üstten dokunuyordu, beni niye öpmüyordu?

        Tenimin altında havai fişekler patlıyordu!

Çok daha fazlasını istiyordum, bana verebileceği her şeyi, benden alacağı her şeyi... Savaş kaşlarını çattı, gözlerini yavaşça kırpıştırdığında o sesi duydum. Diliyle dudaklarını ıslattı. Bakışlarım ıslak dudaklara kilitlendiğinde, gergince nefes verdim. İçimdeki yoğun ateş damarlarımda bir düşman gibi dolaşıyordu, hissediyorum. Ve kendimi biraz şey gibi hissediyordum... Avcı gibi. Meydan okuyan gibi. İlgili biri gibi. Ve kesinlikle Savaş'ın dudaklarını keşfetmek isteyen biri gibi. 

        Savaş'ı öpmek istiyorum ama bu fikir o an uçuk geliyordu. 

Savaş, "Tuhaf görünüyorsun, bana tokat atma girişiminde bulunursun diye bekledim ama öyle bir şey olmadı," diye mırıldandı. Neden öyle bir şey yapayım ki, sanırım kafası fazla güzeldi. "Az önce dudaklarına üfürdüğüm sigarayı içine çektin, farkında mısın?"

Parmaklarımla sarı kızıl saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken, alt dudağımı cilveli bir hareketle dişledim. Hareketlerime engel olamıyordum. "Sen başka bir şey için mi üfürmüştün?" diye sordum, gözlerim yeniden dudaklarına kayarken. "Afedersin öyleyse."

Anlamaya çalışır gibi beni baştan aşağı süzdü. Gözlerini, gözlerime saplanan bir bıçak gibi diktiğinde, "Hayır da...," diye mırıldanırken bir anda duraksadı. Yemin ederim afallamıştı, Savaş Akduman'ı afallatmıştım. "Sen biraz fazla garip görünüyorsun, Nüket. Bakışların falan, böyle cesurca gözlerimin içine bakman..." Beni kollarımdan tutup daha yakından, daha dikkatli inceledi. "Seni bilmesem, içine ben kaçtığını söylerdim."

İçim erirken, "İçime mi?" diye sordum saf saf. Benimle böyle içli falan konuşmamalı. Ellerimle saçlarımı iki yandan geriye doğru savurdum. "İçimde mi olmak istiyorsun?"

         Biri ağzımı dikebilir mi? 

Savaş'ın mevsim kahverengisi gözlerinin büyüdüğüne şahit oldum. Tehdit eden bir sesle, "Kızım bak, sikerler böyle işi," diye homurdandı. Elindeki sigarayı aşağıya attıktan sonra kolumu yavaşça kavrayıp, "Üşümüşsündür sen, yeter bu kadar teras keyfi," dedi, asabiyet dolu bir sesle. "Haydi gidelim." 

Kolumu ondan kurtarıp yakınan bir sesle, "Ne üşümesi ya, yanıyorum ben," diye itiraz ettim, esen soğuk sert rüzgâr bile içimdeki ateşi büyütüyordu. "Çok sıcak burası, hem de böyle çok, çok, çok sıcak."

Savaş, parmaklarını saç diplerinden acımasız bir sertlikle geçirip, başını iki yana sallayarak, arkasını dönüp masaların olduğu kısma ilerledi. Yanımdan gittiği anda onu özledim. Özledim mi? Off ya neler oluyor? Beyaz masadan lacivert sandalyenin birini çekip bıkkınlıkla otururken sertçe nefes verdi. Direk karşısına bakıyordu, kayıtsız duruşu bile mükemmelliğin yansımasıydı. 

Kulaklarım, beynim uğulduyordu, burda olduğumu bilmesem aşağıdaki denizde nefes almaya çalışan biri olduğumu söylerdim. Bütün bedenin ateşler içinde yanıyordu. Saçlarımı omuzlarımdan geriye ittim ve kaşlarımı çattım. Savaş benden bu kadar uzakta olmamalıydı. Onun yanına ağırca ilerledim ve tam tepesinde dikildim, zihnimdeki bir şey bana diğer sandalyeyi çekip oturmamı söylüyordu ama içimdeki şu yangın sadece Savaş'ı istiyordu.

Kararlıca Savaş'ın kucağına oturdum. İşte bu, benden uzaklaşmasını önleyecekti. Hiç abartmıyorum, bacaklarımın birleştiği noktada kıvılcımlar çakıyordu. 

Savaş, gözlerini kocaman açıp, "Nüket?" dedi şaşkınca. "Ne yapıyorsun sen?"

"Beni öp."

"Ne?"

Sinirlendim. "Öp beni, Savaş," diye tekrar ettim. "Neyi anlamadın?"

Savaş kafası karışmış gibi bakıyordu. 

Dudaklarına uzandım ama yüzünü diğer tarafa çevirdi. Hiç bozulmadım, çünkü bana yüzünü çevirdiği için atacağım tribe değil, içimdeki yangının söndürülmesine ihtiyacım vardı. Kollarımı ona sardım, dudaklarımı boynuna bastırdığımda, boynunda atan nabzı dudaklarımda hissettim. 

"Nüket...," dedi durmamı ister gibi ama sesi çok zayıftı. 

Burnumu boynuna bastırıp onu koklarken, "Kabul ediyorum, Savaş," dedim, tutkulu bir sesle. Bu koku inanılmaz. Dudaklarımı boynundaki damara sürterken fısıltıyla ekledim. "Seninle yatmayı kabul ediyorum, oyunu sen kazandın."

Savaş beni kolumdan tutup kendisinden uzaklaştırmak istediğinde, "Lütfen yapma," dedim, acı çeken sesimle. "Sana ihtiyacım var, lütfen."

Mantığım, tam anlamıyla devredışıydı.

            İradem yerlerde sürünüyordu. 

Kucağından kalktım, ama bu kez daha rahat bir pozisyon alarak bacaklarım iki yanına gelecek şekilde ve pantolondaki çıkıntının üzerine denk gelecek şekilde oturdum; o an alevlerin arasına cesurca daldığım bir andı. Elbisemin etek kumaşı baldırlarıma doğru yavaşça açıldı. Savaş donmuş gibiydi, hiç sesini çıkarmıyordu. Kollarımı tekrar boynuna sararken, "Benim olduğu gibi senin de asıl ihtiyacın olan bu Savaş, biliyorum," dedim kısık bir sesle. 

    Parmaklarım ensesine düşen kısa ama yumuşacık saçlarla oynamaya başladı. 

"Söylesene," diye fısıldadım. Zihnimin içinde bir uğultu rüzgârı vardı, fakat Savaş Akduman'la birlikte olma isteği öylesine yoğun ve güçlüydü ki tüm her şeyi ezip geçiyordu. "Sen de bunu istiyorsun, öyle değil mi?"

Savaş ellerini belime koyup, birini sırtıma doğru yavaşça kaydırırken ben delirmek üzereydim. İşte bana böyle dokunmasını istiyordum, özellikle de eteğimin altına girerek. "Evet, istediğim bu," diye itiraf etti, onun içindeki ateşi de yükselttim sonunda. "Ama sen... nasıl oluyorda bu şekilde…."

Burda ne için olduğumu unutmuştum, ama istediğimi söyleyecek kadar da cesurdum. "Hadi o zaman durma, sorgulama, yap gitsin," dedim, kalçamı ona kavislendirdim. Nefes alış verişlerim hepten değişmişti, onunkiler kesik kesikti. "Her zaman böyle çok mu düşünüyorsun? Özellikle de Jane'in seninle birlikte olma isteğiyle doluyken."

Şaşkın bir sesle, "Jane'im mi?" diye sordu. 

Dudaklarımı çenesine bastırıp, yavaşça boynuna ulaştım. Ama beni rahatsız eden bir şey vardı, hareketlerime bir türlü bilgiden doğan yönü veremiyordum. İçimdeki yangın büyüyor, fakat bu yangının suyuna ulaşma kabiliyetim sıfırdı. Bacak aramda ve tüm vücudumda peydahlanan o ateş, bana yön verdi ve ben kendimi Savaş'a sürtünürken buldum. 

Savaş, "Siktir Nüket," diye tısladı. "Şuna hemen son vermelisin! Yoksa..."

O çenesini sıkarken, "Hayır, ben son değil, başlangıç istiyorum," diye karşı çıkıştım.

"Nüket…"

Kendimi biraz daha seri bir hareketle ona bastırırken. Evet, istediğim kesinlikle tam da buydu. Bana yardımcı olmaması beni sinirlendirdi, Savaş'ın boynunu ıssırdım. 

Savaş, birden beni kolumdan tutup uzaklaştırdı. "Dur!" dedi sert bir sesle. Yüzüme dikkatle baktı önce, sonra kafamı ellerinin arasına alıp gözlerime daha dikkatli baktı. "Nüket, sen bir şey mi kullandın?" diye sordu. 

"Hayır," dedim huysuzca, bacaklarımın arasında katlanılmaz, yoğun bir ateş hızını kesmeden ilerleyen bir tren gibiydi.

   Off ya, ne zaman istediğimi alacaktım ben? 

  Ama Savaş cevabımla ilgilenmeden, "Birinden bir şey mi aldın, Nüket?" diye sordu. Şüpheyle duraksadı. "Sen... Hap mı aldın?"

Başımı onun ellerinden kurtardım, "Hayır diyorum ya, hiçbir şey almadım," dedim sinirle, damarlarımda kan değil ateş vardı. "Ben sadece seninle yatmak istiyorum!"

Savaş, zor da olsa beni kucağından indirip hızla ayağa kalktı. Omuzlarımdan tutup, "Kimden, ne aldın?" diye sordu, sert bir sesle. "Düşün."

Aklıma, Kaya geldi. "Hap almadım, sadece Kaya'nın-" diye, konuşurken Savaş, "Siktiğimin Kayası da kim?" diye sordu. 

Derin bir nefes alıp, "Sen gelmeden önce konuştuğum kişi vardı ya, o işte," dedim, çıplak bacaklarımı birbirine sürttüm. "Bana bir bardak içki verdi sadece."

Savaş, "Aptal," diye hırladı. "Nasıl Türk sinenasından fırlayan aptal kızlar gibi davranırsın?"

Dudaklarımı büzdüm. "Niye aptalmışım, ne yaptım ki?" 

Savaş, "Annen ve baban, sen küçükken yabancılardan bir şey almamanı hiç öğütlemediler mi sana?" diye sordu. 

Aklım çok karışıktı ve Savaş her şeyi daha da karmaşıklaştırıyordu. Bunun için biraz düşünmem gerekti. "Evet, söylerlerdi öyle şeyleri," diye geveledim. Bacak aramdaki sızı beni öldürecekti. 

Savaş, "İşte o öğüt, büyüyünce de geçerli," diye kızdı. İşaret parmağını şakağıma bastırıp, "Onu buraya kazıyacak ve asla aklından çıkamayacaksın," diye ekledi, baskın bir sesle. 

Sonra bileğimden tutup yürütmeye çalışınca, bileğimi öfkeyle onun elinden kurtardım. "Nereye?" diye sordum, hayal kırıklığına uğramış bir sesle. "Sen ve ben, hani yatacaktık?"

Savaş, eliyle yüzünü sıvazlayıp, "Allah'ım," diye inledi. Sakin olmaya çalışarak, saçımın bir tutamını tutup okşayarak devam etti konuşmasına: "Evime gidelim, güzelim. Orda daha rahat oluruz."

Artık dayanacak durumda değildim, bacaklarımı birbirine sürterken, "Ne fark eder ki?" diye yakındım. "Hem sen burda bunun için kullanılan odalardan söz ettin ya. Onlardan birine gidelim, lütfen Savaş. Eve kadar dayanacağımdan emin değilim."

Savaş, "Bu saatte odalar müsait olmayacak kadar doludur, bu yüzden eve gidiyoruz," dedi. "Ve sen uslu bir kız olup eve kadar dayanıyorsun."

Tuvaletlerde de böyle şeylerin döndüğünü duymuştum. Savaş'a, "Belki boş bir tuvalet buluruz," dedim, zihnimin içinde yüzen düşünceler bile alev almıştı. "Oraya baksak?"

"Kızım, sen nasıl bir belasın?" diye yakındı. Beni omuzlarımdan tutup gözlerimin içine baktı. "Bak Nüket, tuvaletlerde yalnızca fahişeler, erkekleri tatmin ederler ve sen bir sürtük değilsin."

Yine bileğimden tutup beni yürüttüğünde, fahişe gibi davranmamak bana hiç erdemli hissettirmemişti. 

              Şey... Sadece bacak aramdaki yangın sönsün istiyordum. 

                            🥀

Mekândan çıkıp Savaş'ın arabasına nasıl bindiğimi, onca yolu nasıl geride bırakıp sonunda evine vardığımızı hiç bilmiyorum. Bedenim tüm bu zaman zarfı boyunca heyecanlı bir beklentiyle ürpermişti. 

     Savaş, evinin şifresini girip içeri adımladığı o anda arkasından ben de girdim ve sonunda onun evinde olmak kalbimi hoplattı. 

Savaş arkamdan kapıyı örtüp kilitlerken, ona dönüp, "Neredeyse bayılacaktım," diye sitem ettim. Sonra alt dudağımı bir saniyeliğine dişlerimin arasına çekip gülümsedim. Bakışlarımdan çıkan ateşi hissettim. "Ama neyseki sonunda sen ve ben yalnızız, evindeyiz." 

Ellerimi Savaş'a uzattım ama Savaş ben güçlü omuzlarına dokunamadan bileklerimi yakaladı, beni döndürdü ve sırtımı sert biçimli göğsüne yasladı. "Burda olmaz, salona geç," dedi kulağıma, sesi boğuktu. Salona geçmek istemiyordum, kendimi yavaşça ona sürttüm. "Nüket, sana şurda sahip olamamak beni öldürüyor. Kendine gelip biran önce yaramazlık yapmayı bıraksan iyi edersin. Salona geçiyorsun, hemen."

Ne, yatmayacak mıydık?

Sırtımı, sıcak göğsünden ayırıp yüzümü ona çevirdim. Bu söylediğine karşılık yapmam edasıyla huysuzca omuzlarım yukarı kaldırıp indirdim. Kesinlikle küçük bir çocuk gibi görünüyordum, o sırada bu biraz bile umrumda değildi. "Salona değil, yatak odana çıkmak istiyorum," dedim inatçı bir sesle. "Çünkü yatak orda."

Savaş, başını iki yana sallayıp, "Tamam, tamam," dedi pes ederek. "Yukarı çık." 

Adımlarımı, merdivenlere çevirdim. Trabzana tutunarak birkaç adım attıysam da ayağımı burktum. 

Savaş yanıma gelip, "Dikkatli ol," dedi, elini belime kaydırırken. "Düşüp bir yerlerini kıracaksın."

Kollarımı boynuna dolayıp, "Sen götürsene beni," diye mızmızlandım yaramaz bir şekilde. "Düşüp bir yerlerimi kırmam hiç iyi olmaz, yatamayız."

Savaş, derin bir nefes alarak eğildi ve diğer kolunu bacaklarımın arkasından geçirip beni kucağına aldı. O merdivenleri sert adımlarla çıkarken, başımı boynuna gömdüm. Kokusunu nefesledim, "Çok güzel kokuyorsun," dedim bir anda. Savaş kısacık duraklar gibi oldu ama devam etti. Yüzünü, yüzümde yer edinen ifadeleri o an için göremesem de vücudunun gerginliğini, tenimde hissediyordum. "Sen kütüphaneye gelince, hep böyle kokuyor." Kelimeler ağzımdan kaçıp duruyordu, söylemek istemesem de sahibinden kaçan köle gibi hızla çıkıveriyordu dudaklarımdan. "Kitap kokularına karışan kokunu çok seviyorum."

Savaş güldü. "Jane, itiraflarından son derece büyük bir haz alıyorum ve gururum okşanıyor," dedi. "Ama bence söylemek istemediğin şeyleri söylüyorsun. Sussan iyi edersin, çünkü yarın uyandığında eminim bu kadar rahat olmayacaksın."

"Hımm."

Sırtım yumuşak yatakla buluştu, Savaş geri çekilecekken kollarımı boynuna sarıp, "Gitme," diye fısıldadım, fısıltımın içinde muhtaçlık kol geziyordu. 

"Başın dönüyor, gözlerin odaklarını kaybediyor, değil mi Jane?" 

Başımı evet anlamında salladım. 

Savaş, beyaz yastığına dağılan saçlarımın üzerinden parmaklarıyla geçerken, "Senin için ilaç getireceğim," dedi. "Sonra tekrar burda olacağım."

Kollarımı gevşetip açarken, "Tamam öyleyse," dedim, havadaki cinsel gerilim yüzünden boğulacağımı hissediyor olmama rağmen. "Çabuk gel ama."

Savaş, odadan çıkınca, avuç içlerimden destek alarak yerimden doğrulup etrafıma baktım. Bir yerlerde terslik olduğunu seziyordum, ancak ne olduğunu bulamıyordum.

Yataktan kalktım, biraz kenara geçip ayağımdaki ayakkabıları çıkardım. Sonra ne yapmam gerektiğini düşünüyordum ki, eğer onunla sevişeceksek üzerimde elbise olmamalıydı diye düşündüm. Arkamdaki fermuara zar zor uzandım, kol kaslarım niye gergindi böyle anlamıyordum, resmen inlememe sebep olmuştu. Fermuarı açtım, elbise tenimden aşağıya kayıp ayaklarımın dibine düştü; siyah sütyen ve külottan başka giysi kalmadı üzerimde. 

  Sonra şey... bir şey daha yapmalıydım sanırım, hatta elbiseden sonra onu yapacağım diye aklımdan geçirmiştim. Düşünceli hâlde başımı kaşıdım, surat ifadem yapmam gereken şeyi bulamadığım için asılmıştı. Hah! Buldum! Sütyen ve külotu da çıkarmalıyım. 

Sütyenimin kopçasına uzandım, ama açılmıyordu.  Kendi kendime, "Off, niye açılmıyorsun ya!" diye inledim, bir süre daha uğraştıktan sonra konuştum. "En iyisi onu da Savaş açsın."

Arkamı döndüm ve Savaş'ın elinde bir tepsiyle kapıda dikildiğini fark eder etmez, sevinçle gülümsedim. "Savaş!" diye adını bağırdım sevinçle. "İyi ki geldin, açılmıyor bu sütyen ya."

Savaş beni baştan aşağı süzdü. "Kızım bu ne hal?" diye gevelerken içeri adımladı. Beni hızla geçip, üzerinde ilaç, su ve bir tabak meyve -çilek- olan tepsiyi komodine bıraktı. 

Savaş'a yaklaşırken, "Sen gelene kadar çıplak kalacaktım ama sütyeni açamadım," dedim, şikâyet ederek. Ona arkamı dönüp ellerimle saçlarımı topladım. "Hadi Savaş, aç şunu."

Savaş'ın bakışlarında şehvet gölgesinin izleri okunuyordu, "Ne yapıyorsun kızım sen?" diye sitem etti. "Sen bu gece beni delirtmeye yemin mi ettin ne? Hay sikeyim, bu nasıl sınav?"

"Ya Savaş." Göğüs uçlarımda ağrıtan bir sertleşme hissettim. "Oyalanma, aç artık şunu!"

Savaş'ın soğuk parmaklarını sırtımda hissettim, kopçamın üzerinde duraksayan parmakların tembelliğine sitem ederek, "Savaş, yap artık şunu," dedim. "Hadi!"

Savaş, açmaya çalıştı sonra, "Sıkışmış bu, Nüket," dedi. "Açılmıyor, açılmaz da. Zaten açılsa duramam da." Derin bir nefes aldığını işittim. "Sikerler böyle işi."

Saçlarımı sırtıma bırakıp Savaş'a döndüm, "Ne inat sütyen bu," dedim. "Bu yüzden artık bir karar aldım Savaş?"

Savaş, bana boş boş bakıp, "Karar? Karar derken, kim bilir neyi kast ediyorsun," dedi umutsuzca. 

"Sütyeni bu geceden itibaren hayatımdan çıkarıyorum," dedim kararlıca. "Sütyen falan takmayacağım artık."

Savaş, "Evet bu gece, bu kadar acı üzerine tam da ihtiyacım olan karar," diye homurdandı. Beni omuzlarımdan tutup yatağına üzerine oturttu. "Nüket, ilaç vakti."

"İstemiyorum," dedim acı çeken bir sesle. "Savaş ne zaman sevişeceğiz, bıktım beni oyalamandan."

Savaş beni duymazdan gelerek, tepsideki paketi açıp içinden minik bir hap çıkarıp bana uzattı. Yanıma oturup, "İlacı içtikten sonra," diyerek bana yanaştı. Kulağıma sıcak nefes eşliğinde fısıldadı: "Seninim."

İlacı alıp su yardımıyla yutarken, Savaş'ın, "Benim istekli olmam gerekirken, bu kız bütün erkeklik görevlerimi elimden alıyor," diye homurdandığını duydum. Gözlerimi ona çevirdiğinde saçlarını karıştırdığını gördüm, yemin ediyorum kalbimin teklediğini hissettim ve bu gece ilk defa kalbimi ayrımsadım. "Şu halime bak." 

"İlacı yuttum," diye hatırlattım. 

Savaş, elimdeki bardağı alarak meyve tabağına uzanıp, "Şimdi biraz meyve," dediğinde, itiraz etmek için ağzımı açtım ki, "Enerjik olman için," diye, lafı ağzıma tıkmakla kalmayıp bir tane de çilek tıktı. 

Oflayıp meyve yemeye başladım, "Bence sen de soyunmalısın," dedim, ağzıma bir çilek daha koyarken. "Bu arada ben çileği çok severim, biliyor musun?" 

"Biliyorum," dedi. 

"Nerden biliyorsun." 

"Senin hakkındaki her şeyi biliyorum." 

"Hmmm." Savaş'a yaklaştım, çıplak kolum onun koluna sürtündü. Elime aldığım çileğin üst yarsını ben aldıktan sonra diğer yarısını ona uzattım. "Alsana." 

Savaş bana garip umutsuz bir bakış atıp gözlerimin içine bakarak, çileğin diğer yarısını yeşil kısmından ayıran bir ısırıkla dişleriyle aldığında keskin bir nefes verdim. 

Boğuk bir sesle, "Oldu mu?" diye sordu. 

Hem de nasıl!

Sonra birkaç tane daha çilek aldım. Sonra içimdeki tüm enerjinin tükendiğini hissetim, hissettiğim o ateş yavaşça geriye çekildi. İçimi yakan o ateşten geriye yorgunluk ve uyku kaldı. Gözlerimi zar zor açık tuttuğum o anda başımı Savaş'ın koluna yasladım. Yorgun bir sesle, "Savaş, yemeyeceğim daha fazla," dedim. "Çok uykum geldi."

Savaş önümdeki tabağı alıp tepsiye koydu. Sakin bir sesle, "Tamam güzelim," dedi, elimden tutup beni kendiyle birlikte ayağa kaldırırken. "Hadi yatağa uzan."

Savaş yatak örtüsünü kaldırdı. Yatağın içine girerken, kendimi artık enerjik ve mutlu hissetmiyordum, hissettiğim tek şey yorgunluk ve ağlama hissiydi. 

Başımı yastığa bırakırken, "Savaş," dedim, ağlamaklı bir sesle. Gözlerim doldu. "Niye böyle oldum ben?"

Savaş iç geçirdi. "Saflık ve vizyonsuzluk," dedi kısaca. 

Çok üşüyordum, örtüyü boğazıma kadar çektim. Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladığında, az önce bitmek bilmeyen enerjinin nedenini bilmediğim gibi, bu yaşların da nedenini bilmiyordum.

Savaş, sırtını yatak başlığına yaslayıp uzun parmaklarıyla saçlarımı hafif hafif okşamaya başladı. Ağladığım için beni teselli etmedi ya da mendil uzatmadı, tek yaptığı sakince yanı başımda saçlarımı okşamaktı. Bir süre sonra bilincim uykuya teslim olurken, kulağıma sakin sesi çalındı. 

"Yarın olduğunda hepsi geçmiş olacak, Nüket."

                  Yazan | Elisya Royal 



Waow Savaş'ın başına gelen şeyin Nüket'in başına gelmesi mi? 

Sizce Nüket yarın olduğunda neler hissedecek? 

Bir de Nüket,  Savaş'ın sarhoşluğundan yararlanarak kendisiyle birlikte olduğunu sanıyor. Tersi olduğunu öğrense tepkisi ne olurdu? 

Yarın bölüm gelsin istiyorsanız vote ve bol yorum unutmayın 🌹

Ve yine twitter'da buluşalım! #yaralıhayaller tagıyla paylaşım yapmayı unutmayın! Takipte olacağım 🥀 

Sizi seviyorum!❤

İletişim İçin; 

İnstagram : elisyaroyal 

Askfm : ElisyaRoyal 





המשך קריאה

You'll Also Like

15.3M 402K 143
Genel Kurgu #1 Bir adam düşünün, hayatının tüm dönemlerini karanlık işlerle geçiren ve geçmişinin izlerini hâlâ üzerinde taşıyan... Bir de kadın düşü...
153K 8.2K 94
+18, yetişkin içerik. 18 yaşına yeni giren Eylül, kendi hayatının büyük devrimine ilk adımı atarak İstanbul'a üniversite okumak için gelir. Ancak bir...
1M 17.6K 28
☬ "Bir insanın kanı kırmızıdır ama bir ruhun kanı siyahtır." Katil bir kadının hikayesi... ☬ "... 7 Benden önce her şey sonsuzdu; sonsuza dek...
9.3M 186K 27
"Soyun." Gözleri kin dolu bakıyordu. Kin ve Nefret dolu. Duyduğum kelime beynime bir mızrak gibi saplandığında ceketimin cebinden çıkardığım bıçağı h...