YARALI HAYALLER (+18)

By ElisyaRoyal

6.3M 273K 236K

Nüket Kozcu, kendi halinde üvey annesinin yaptıklarından hoşnutsuz bir üniversite öğrencisidir. Bir gece bara... More

YARALI HAYALLER / GİRİŞ
YH • 1 | KARŞILAŞMA
YH • 2 | DÜŞÜŞ
YH • 3 | UFAKLIK
YH • 4 | KÜTÜPHANE
YH • 5 | BENİMLE YAN
YH • 6 |CEHENNEMİN ANA KAPISI
YH • 7 | UNUTMANIN KOZASI
YH • 8 | BEBEK
YH • 9 | TAKIM ELBİSELİ PİSLİK
YH • 10 | SARHOŞLUĞU DİLERKEN
YH • 11 | TUTKUNUN RENGİ
YH • 12 | KARMAŞIK DUYGULAR
YH • 13 | RUHU YAKAN KELİMELER
YH • 14 | FİLM GECESİ
YH • 15 | PLATONİK VAKA
YH • 16 | KIRIK KALP
YH • 17 | GÜL VE ŞARAP
YH • 18 | HODRİ MEYDAN
YH • 19 | ÖPÜCÜK
YH • 20 | KADER AĞLARI
YH • 22 | UYANAN TUTKU
YH • 23 | HİÇ KİMSE
YH • 24 | YALANIN GÖLGESİ
YH • 25 | DUYGULARIN ÇIĞLIĞI
YH • 26 | SAHTE MASAL
YH • 27 | İLK ÖPÜCÜK
YH • 28 | KIRMIZI
YH • 29 | PARAMPARÇA
YH • 30 | CAMDAN KALP
YH • 31 | MEDCEZİR
YH • 32 | CENNETİN ATEŞİ
YH • 33 | GÜL KEFENİ
YH • 34 | YILDIZIN NABZI
YH • 35 | RUH İKİZİ
YH • 36 | İSİMSİZ KADINLAR
YH • 37 | HAYALLER VE UMUTLAR DEVRİLİRKEN
YH • 38 | 00.00'DA GELEN ZEHİRLİ KADEHLER
YH • 39 | GÜNLERİN KÖPÜĞÜ
YH • 40 | GÜZEL GEÇMİŞE ÇEKİLEN PERDE
YH • 41 | UĞULTULAR
YH • 42 | ALABORA
YH • 43 | HATA
YH • 44 | ANILAR MUMYALAŞSA
YH • 45 | GÖĞÜSTE TAŞINAN BOMBOŞ KALP
YH • 46 | "BAŞROL"
YH • 47 "DÜŞ ÖLÜMÜ"
YH • 48 | YANSIMALAR
YH • 49 | SIRTLAN
YH • 50 | YÜZLEŞİLEN KARANLIK
YH • 51 | YARALI YILDIZ
YH • 52 | PANDORA
YH • 53 | TEK BİR GECE

YH • 21 | GÖLGELER

82.8K 4.4K 4K
By ElisyaRoyal


Selam duydum ki bize alışmışsınız

Votelerde ve yorumlarda düşüş fark ettim. Unutmayın bol vote ve bol yorum bölümün gelişini hızlandırır❤

Bölüme 🥀

21. BÖLÜM | GÖLGELER

🍁

Bizi mekâna getiren Savaş'tı.

Onun arabasında mekâna doğru gelirken ara ara Beren'le atışmalarının dışında yolculuğumuz sessiz geçti diyebilirim. Neyseki Beren çoğunlukla Serhat'la mesajlaşıyordu da bu atışmalar, kısa soluklu ve yoldaki zamanı renklendiren bir ayrıntıya dönüşüyordu. Savaş ve bana gelince, arkada oturduğum için dikiz aynasından, onun koyu kahveleri ve benim bal rengi gözlerim, birbirini yasak bir ağaca gizlice bakarcasına arada bulsa da, bir süre sonra bakışlarımız ayrılıyordu.

Garipti. Kendimi Savaş'ı hissediyor gibi hissediyordum.

Bana karşı önceki gibi bakmıyordu, yani onun şu serseri samimiyetini gözlerinde bulamıyordum, yoktu.

Kim onun gibi birinin prensipleri olduğunu söyelerdi ki?

Beren arabanın camını açtı. Ekim aynın sert rüzgârı arabanın içindeki narin sıcaklığı yutarken Savaş'a baktım. Saçları rüzgârla hareketleniyordu. Sonra o geceyi, aramızda geçenleri, yaşananları yeniden düşündüm.

Aslında daha çok Başladığımız noktadan hiçbir yere varamayışımızı.

Bir süre sonra hareket hâlinde olan araba durdu, hepimiz inmiştik. Savaş, havalı bir hareketle anahtarı valeye attı.

Bakışlarım, önünde durduğumuz makânın üzerindeki tabelayı buldu; gold harflerin oluşturduğu yaldızla parlayan kelimeyi okudum. Soivle. İsmi garipsemiş olsam da, dış mimarisinin zarafetine uygun düştüğünü ayrımsadım. Tuhaf bir havası vardı. Meselâ içerden taşan korkunç gürültülü bir müzik yoktu. Mekanın önünde yalpalayan insanların sarhoşluklarını açık eden bozuk konuşmaları olmasa, kendimi başka bir yerde hissedebilirdim.

Denizin tuzlu kokusu burnuma doldu; hâlbuki burada -görünürde- bir deniz olduğu falan da yoktu.

Telefonumun mesaj sesi gelince dikkatim tuzla buz oldu. Çantamdan çıkardım.

Ben geleli on dakika olacak, nerdesin? -Barış

Gözlerimi devirdim, yüzüm anında düştü. Hem Savaş'ın hem Barış'ın olacağı yerde nasıl rahat edecektim ben? İkisine de bir şey olmayacaktı ve gerilen, stres altında olan ben olacaktım.

Geldik, mekânın girişindeyiz.

-Nüket

Beren, omzuyla omzuma vururken, "Kimdi o?" diye sordu. Yüzümü dikkatle inceliyordu. "Bir şey mi oldu?"

Beren beni tanıyordu, gerildiğimi anlamıştı.

Ona bakıp zoraki bir tavırla gülümsedim. "Hayır, Barış nerdesin diye mesaj çekmiş, bende geldiğimizi haber verdim," dedim, rahat bir tavır takınmaya çalışarak.

Gözüm bir an istemsizce Savaş'a kaydı, niye bilmiyorum gözlerindeki o negatif enerji yaylım ateşi gibiydi; gözlerimi ondan ayırmama değil, resmen kaçırmama neden oldu. Gerilmiştim.

Beren aniden kolunu omzuma atıp, "Abi, Barış Nüket'in erkek arkadaşı," dedi, Savaş'a bakarak. "Duymuş muydun?"

Savaş, hiç düşünmeden düz bir sesle, "Birçok kez," diye yanıt verdiğinde bal rengi gözlerim kocaman açıldı.

Beren, kaşlarını çatıp şüpheyle, "Anlamadım?" diye sordu.

Savaş, kısaca bana bakıp yüzümde nasıl bir ifade vardıysa artık, tekrar bakışlarını kardeşine çevirdi. "Diyorum ki tanışmıştık. Nüket'ten ders notlarını almaya gittiğimde o da kafedeydi," diye, söylediğini toparladı. Savaş, dişlerini sıka sıka gülümseyip, "Çok tatlı bir hergele," diye eklediğinde, bunu neredeyse tıslayarak söylemişti.

Beren, "Bu arada Barış, Nüket'in liseden arkadaşıymış," dedi, Berem gerçekten bu kadarına gerek var mı ya? Uzatmasana. "Yıllar sonra yeniden bizim üniversitede karşılaştılar, bu düpedüz romantik sevimli karşılaşma."

Savaş ona tip tip baktı. "Ne karşılaşma?"

"Off abi, böyle şeylerden hiç anladığın yok. Sevimli karşılaşma işte," diye göz devirdi Beren. "Yıllar sonra karşılaştığın bu tür kader gibi romantik karşılaşmalara öyle diyoruz biz."

Savaş elbette bu sözlere aşağılayan bir bakışla karşılık verip, "Ne olmuş yani yıllar sonra karşılaştılarsa? Ben de geçen ay iki yıl önceki satış temsilcimizle karşılaştım, hiç de romantik değildi," dedi, gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Savaş asla şaşırtmıyordu. "Yıllar sonra liseden birini gördüysen ne olmuş ki, buna sevimli karşılaşma değil, banal karşılaşma denir."

Beren bu muhabbeti devam ettirmeye belli ki pek bir hevesliydi. "Sen ne anlarsın ki abi?" dedi, sonra omzumu sıkıp, "Aralarını ben yaptım," diye ekledi gururla.

Yemin ediyorum kaşınıyorsun, Beren...

Savaş, ağzından tıslarcasına bir ses çıkardı. "Öyle mi, benim salak kardeşim?" derken, kendini tuttuğunu görebiliyordum. Gözlerindeki öfkeyi de.

Beren, her şeyden habersiz bir şekilde, "İki dakika öküzleşmeden dur ya," dedi. "Niye salak diyorsun şimdi bana."

Savaş, kısacık bir an duraksadı, sonra gergin bir tonda sanki söyleyecek başka bir şey bulamamış gibi, "Çünkü insanların özel hayatına müdahale etmek yanlıştır," diye gereksizce toplamaya çalıştığında, neredeyse bu dediğine gülecektim. Çünkü Savaş neredeyse hergün benim özel alanıma müdahale ediyordu. Eh, hem de şu malum mesele yüzünden. "Sana kim dedi böyle bir şey yapmanı."

Beren, sert bir sesle, "Çünkü Nüket ondan hoşlanıyordu," diye cevap verdi.

Savaş'ın sinir seviyesi anında arttı, "Nüket ondan-" diye başladığında, artık araya girmenin zamanı gelmişti. Olaya müdahale ederek, "Artık içeri geçsek nasıl olur?" diye araya girdim, bu konuşmanın sonu hiç hoşuma gitmiyordu. Savaş'ın ne yapmaya çalıştığınıysa gerçekten anlamıyordum, neredeyse Beren'i şüphelendirecekti. İstediği şey bu muydu? "Burda durmaktan sıkıldım, ayrıca insanların gözü önünde tartışmanız hiç hoş değil."

Bir şey diyeceğim, konu ben olmama rağmen bunlar beni pek takmıyordu galiba; birazdan birbirlerine girecek yırtıcı hayvanlar gibi bakıyorlardı gözlerinin içine.

Beren'in koluna dokundum, "Beren," dedim yavaşça. "Hadi güzelim, içeri girelim."

Neyseki düşündüğüm gibi olmadı da, Beren beni dinleyerek önden sinirli adımlarla yürümeye başladı.

Savaş, bana dönüp, "Küçük hergele niye burda?" diye sordu, mekânın renkli ışıkları yüzüne vuruyordu. "Onu çağırman şart mıydı?"

"Beren çağırmıştı, hem o benim erkek-" dediğim anda, kendimi kestim. Gözleri öfkeyle parlıyordu, nefret ediyordu bunu duymaktan, biliyordum. "Sakin olur musun artık?"

"Sakin olmak mı?" diye konuştu homurdanan bir sesle, "Sizin aranızı yapanın aptal kardeşim olduğunu öğreniyorum." Gözlerimin içine bakarak, "Bana bundan hiç bahsetmedin," diye ekledi.

Kaşlarımı çattım. "Neden sana bundan bahsetmekle sorumlu olayım ki?" diye sordum. Bu kadar samimi olduğumuzu falan mı düşünüyordu? Ayrıca söylesem böyle tepki vereceğini de biliyordum. "Sen ve ben hiçbir şey değiliz, dolayısıyla özel hayatım hakkında sana detayları bildirmek zorunda da değilim."

Yine üzerinde konuştuğumuz konuyu değiştirerek, "Nüket, senin adama dikkat et," dedi, çok mutsuz görünüyordu, aman ne büyük sürpriz. "Girdiğimiz oyunun asıl amacından çıkma."

Bu kadar öfkelenmesini anlamıyordum ama ben de öfkelendim artık. Ne sanıyor, tükürdüğümü yalamak için Barış'ı görmeye ihtiyacım olduğunu falan mı? "Tamam," dedim, gözlerimi devirerek. "Unutmuş değilim, zaten sen de böyle devamlı hatırlatırsan unutacak da değilim."

Savaş, "Sarhoş falan olayım da deme sakın," diye uyardı. "Bunun birçok sonucu olabileceğini biliyorsun. Soluğu bir de onun evinde alırsan-"

Sözünü kesip, "Barış'ın evinde soluğu alsam bile eminim senin gibi yapmaz," diye homurdandım. Bu konu ne zaman aklıma gelse sinirleniyordum. "En azından senden çok daha güvenilir biri o."

Savaş, yüzüme alayla baktı. "Hemcinsim konusunda hiçbir fikrin yok, bırak da ben bir şeyler bilmiş olayım. Onları tanıdığına o kadar da emin olma, güzelim." Bana biraz yaklaşıp kulağıma, "Hatta en iyisinden bile emin olma," diye ekledi.

Allah'ım aklıma mukayyet ol, bu adamın her şeyi bildiğini sanan kibirli tavrı her an zıvanadan çıkarabilirdi beni.

"Çünkü sen asla yanılmazsın, değil mi?"

Savaş sırıttı. "Sözlerini gururumu okşasa da beni bu kadar abartmana hiç gerek yok," dedi, eski samimiyeti olsa bu cümlenin sonunu bebeğimle süslerdi eminim. "Bazen ben bile yanılabiliyorum, yaklaşık olarak on senede bir falan."

Hah! Kibirli budala yine konuştu.

Söylediğine cevap vermeden bir adım uzaklaştım. Dişlerimi sıktım, her şeye kendinden emin bir cevabı vardı. "Beren şüphelenecek," diye kızdım. "Ben içeri geçiyorum."

İçerisi çok kalabalıktı, bizimkilerin nerde toplandığını anlayabilmek için, gözlerimi kalabalık mekânda dolaştırdım. Mekanın tepesinden zemine kırmızı ışıklarlar tıpkı bir şelale yağmuru gibi akıyordu.

Onları bir türlü bulamadığım için, telefonla Beren'i aramaya yeltendim ki, doğum günü kızı Işıl, bana el salladı. O tarafa doğru zar zor ilerlesem de, sonunda yuvarlak bir masa üzerinde 6 kişilik gruba ulaşmıştım, ki bunlardan biri de gördüğüm anda gerildiğim Barış'tı.

Yerinden kalkıp gülümseyen bir yüzle kendi yerini bana verdi. "Teşekkür ederim," dedim, duyması için sesimi biraz yükselterek.

"Ee, pasta nerde?" diye sordu Beren. İki elini birleştirip yanağına koymuştu, çok tatlı görünüyordu. "Dilek dileme kısmı her zaman beni mest etmiştir; mum söndürmek, pasta dilimlemek ve yemek kısmından çok daha harika."

Bunu söylerken, öyle çocuksu bir halle söylemişti ki, abisiyle dışarıda geçen tartışmayı unuttuğunu anladım. Gözlerim bir an Barış'a kaydı, tekrar önüme döndü ve bir ayrıntı tekrar ona bakmama neden oldu.

Barış, şu an gözlerini bile kırpmadan Beren'e bakıyordu...

Bakışlarımı Beren'e çevirdim, her şeyden habersiz bir şekilde, "Ben gidip bakayım bari, bunlarda iş yok," deyip masadan ayrıldı.

Barış, onun gitmesinden sonra aklına ancak gelmiş olmalıyım ki kolunu omzuma uzattı. Sanki tenime kaynar su dökülmüş gibi bir hızda ondan uzaklaştım.

Bana bakıp kaşlarını çattı. "Ne oldu, Nüket?" Anlamaya çalışırcasına bana bakıyordu ama ona bakmadığım için yüzümü göremiyordu. "Bilmeden seni kırdım mı?"

Hah, sesi nasıl masum, kırgın ve güzel çıkıyor.

Sanki az önce, gözlerini diktiği kişi Beren değilmiş gibi.

Barış'a bakıp, "Hiçbir şey olmadı, kırmadın da," dedim dişlerimi sıkarak. "Sanırım biraz bunaldım, ortam çok sıcak. Kusura bakma, böyle durumlarda pek kimseye yakın duramam." Sesimin soğuk olduğunu biliyordum.

Bana utangaç bir bakış attı. Ciddi misin, Barış? Bunu ciddi ciddi yapıyor musun? Keşke Beren'e bakarken utansaydın, bana değil. Her şeyi bu denli fark etmek başımı döndürdü.

"Tabii, anlıyorum," dedi sıkıntı etmediğini gösteren bir ifadeyle. Biraz uzaklaştı, tabii bu katı sözlerim ağrına gitmiş falan değildi. Çünkü beni umursamıyordu. Masadaki herkes, Işıl dahil dans etmeye kalkmıştı ama masadan çok uzak sayılmazlardı.

Sanırım Barış için artık vicdanımın sızlamasına gerek yoktu, Beren'e yakın olmak istediği için benimleymiş. Ben de Beren'in abisinden uzak olmak için onunlaydım. Aman ne harika!

İçi bıkkınlık dolu olan sessiz bir nefes verdim, bu iş beni yoruyordu. Ben entrika insanı falan değilim ya, gerçekten. Benim için her şey ya evet ya hayırdır, ya beyaz ya siyahtır. Netliği severim ben, karışık şeylere gelemem. Bu saçma işlere girerek ne halt ediyordum? O an her şey aniden anlamsız ve boş geldi, her şeyden çok sıkıldım. İşleri kendi için karmaşık hâle getiren bir aptaldım, son iki aya yakındır hiç mantıklı hareket etmiyordum. Dengem alt üst olmuştu.

Barış bana pasta gelene kadar bir kadeh içki verdi. "Bunu iç," dedi.

"Tamam, ama sen sarhoş olmazsın değil mi?" diye sordum. "Yani ben sarhoş falan olursam beni evime bırakırsın."

"Merak etme, ben bu kadahten sonra başka içmem," diye güvence verdi. "Ayık olacağım, seni evine bırakırım. Rahat ol."

"Teşekkür ederim," dedim ama hiç rahat hissetmedim, içimi sıkıntıya boğan isimsiz bir his göğsümde sahipsizce dolanmaya devam ediyordu."

Kadehin ağzını dudaklarıma bastırıp içtim. Bu ilk kadeh olduğu gibi son kadehdi de; daha fazla içmemeliydim, ne de olsa en son yaşadığım olay ve olayın getirdiği diğer şeyler sarhoşken yaşanabilecekleri görmemi sağlamıştı; dersimi özenli yerden almıştım. Tek kadehe rağmen yine de kafamın biraz bulandığını hissettim.

Bu bulanıklıkla Barış'a döndüm. Acaba burda mı konuşmalıyım, yoksa yarını mı beklemeliyim. Omzuna dokundum, "Barış," dedim, dikkatini çekmek isteyerek.

Bana döndü. "Evet?"

Gergince gülümsedim. "Şu doğum günü olayı tenhalaştığında, biraz konuşalım mı?"

Başıyla onay verip, "Olur," dedi gülümseyerek. "Dans etmek ister misin?" diye sordu.

Yüzümü avcuma yaskayıp, "Hayır," diye yanıt verince, bardağından büyükçe bir yudum aldı ve yanımdan kalkıp diğerlerinin yanına dansa gitti.

Barış ve ben, en berbat çifttik.

Rol yapmayı o da, ben de beceremiyorduk.

Gözlerim Barış'ın üzerinde durgunca oyalandı. Barış, lisede gördüğümden daha farklıydı; sakin görünüyordu ama her türlü eğlencenin de tadını zevkle çıkaran bir tip olduğu anlaşılıyordu. Niyeyse böyle erkekler pek dikkatimi çekmiyordu; cıvık geliyordu bana. Bu yüzden lisedeyken Barış'ın o ağır başlı, sakin tutumuydu beni etkileyen.

İç sesim, Savaş diye hatırlattığı anda, yüzüm düştü ve yüzümü Barış'tan ayırdım.

Bir süre sonra yanımda bir garson elinde gümüşi renkte tepsiyle yanımda durdu. Kulağıma eğilip, "Nüket Kozcu, değil mi?" diye sordu, aslında soru sorsa da, emin olduğu bir ifade vardı sesinde.

"Evet benim," dedim, ne söyleyeceğini merak ederek.

"Savaş Bey, bunu sizin için gönderdi."

Üzerinde ne olduğunu göremediğim tepsiyi aşağıya doğru indirdi. Bir kadeh kırmızı şarap vardı, en son evimin önündeki ağaç dalına bıraktığı gibi. Yanındaysa yan yatan kırmızı bir gül vardı. Çiğnediği solmuş gül ve odama geldiği gece konuştuklarımız yine aklıma düştü, içime dokundu. Güle uzandım fakat garson tepsiyi çekip, gömlek cebinden bir kağıt çıkarıp bana uzattı. Kağıdı elinden alırken, garsona tuhafça baktım.

Gülü almak istiyorsan, tek yapman gereken o hergeleden ayrılmak. Şarabı alabilirsin, sıkıntı yok. :)

-S

Gülen surat mı, cidden mi Savaş ?

Gözlerim hemen onu aradı, görünür bir yerde yoktu. Ama bir yerde, beni izlediğini biliyordum. Garsona dönüp, "Tamam," dedim, bardağı ince parmaklarımla kavrarken. "Teşekkür ederim."

Garson uzaklaşırken, Beren geldi. "Hallettim, pasta birazdan burda olur," derken derin bir nefes verdi. "Herkes dansa kalkmış, biz de kalkalım mı?"

Yanağımı avucumun içine yaslamıştım, İnce bardaktan bir yudum alıp, "Sen kalk, ben almayayım," diye cevapladım onu yorgun yorgun. "Üzerimde yerimden kalkmama engel olan ciddi bir uyuşukluk var."

Beren, öne doğru uzanıp, "Hazır yalnız kalmışken," dedi heyecanlı bir sesle. "Yarın babam evde mangal partisi veriyor, Serhat'ı da davet etti."

Gözlerime iyiden iyiye yorgunluk çöktü. Büyükçe esnerken elimle ağzımı kapattım. Canımın et çektiğini hissettim, off et yemek istiyordum. "Ne güzel," diye karşılık verdim. "Ben uzun zamandır, mangal eti yememiştim."

"Biliyorum hayatım, annem seni de davet ediyor."

"Aile arası değil mi ya, benim ne işim var?"

"Aşk olsun, Nüket," diye sitem etti Beren. "Sende aileden sayılırsın artık."

Gülümsedim.

Barış yanımıza geldi. Danstan dolayı nefes nefeseydi. Masadaki yarım kalan içkisini tek dikişte bitirdi.

Beren, onu görünce, "Aa Barış, sen de gelsene," dedi. Bu Beren, harbiden beni bazen sinir ediyor.

Barış, anlamayarak bana baktı ama cevap vermedim. Sonra Beren'e dönüp, "Nereye?" diye sordu. "Bir yere mi gidiyorsunuz?"

Beren, "Yok, yok," dedi. "Babam yarın mangal partisi veriyorda oraya çağırıyorum, bizim eve."

Barış, bana bakıp, "Sen gidecek misin?" diye sordu.

Parmağımı kadehin ağzında gezdiriyordum.

Beren cevap vermeme fırsat vermeden, "Evet, o da geliyor," dedi.

"Tamam o zaman, ben de gelirim."

Pasta geldi, Işıl dilek tuttu. Sohbetler, şakalaşmalar derken doğum günü olayı sakinleşti. Yeniden herkes dansa kalktı... Barış da dansa kalkmıştı, hâlbuki konuşalım demiştim.

Bu tarz mekanlarda, insanlar, zamanın farkında olmasın diye özellikle saat koymadıklarını, bana Beren söylemişti. Tabii, Japonya sınırlarında yaşıyor falan olsaydık, zamanı unutturmaya çalışmak suç gibi sayılabilirdi.

Ama burası, Türkiye. Ucunda para varsa sana zamanı çatır çatır yedirttikleri gibi, unutturmayı da pekâlâ yapacak adamlarla doluydu.

Her neyse. Hep alakasız şeyler düşünürüm zaten.

Kolumdaki saate baktım, 23:00.

Bu şey değil mi ya? Hani şöyle koşarak yatağa çaprazlama atlamalık saatler...

🥀

İçim o kadar çok sıkılıyordu ki, yavaş yavaş kaskatılığa dönen oturuşumun da farkındaydım. Beren, Serhat'ı çağırmıştı, daha sonra bize katılmıştı. Bu yüzden, bütün ilgisi ona çevrilmişti. Masadan ayrılıp lavaboya gittim, elimi yüzümü yıkayıp biraz serinledikten sonra çıktım. Herkes, her şey can sıkıcıydı ama gözlerimi sahneye çevirdiğimde karaokeye geçiş yapıldığını fark ettim ve bir çiftin orda sevimli bir ifadeyle dilde hafif zihne düştüğü anda ağır gelen bir şarkı söylediklerini fark ettim. Sanırım kelimelerin dudaklarında apalayışına şahit olmak eğlenceliydi. Masaya dönmedim, bar bölümüne ilerledim; sahnenin burdan daha net görünüyor olması da işime gelmişti.

Bar taburesine oturdum.

Barmen yoktu. Muhtemelen şu etrafta -hem de her yerde, garson kadınlar olduğundan burayı biraz boşluyorlardı. Bir şeyler istemek için beklemeye karar vererek etrafıma bakındım.

"Birinin morali fena bozuk ha?" diye soran tanıdık sesle irkildim. "Beni mi bekliyordun?"

Hemen karşımdaki tabureye oturup sırıtan Savaş'a gözlerimi devirdim. Cevap vermeyi düşünmüyordum, ama gözleri bacaklarımdaydı. Ayağımın biri taburenin çıkıntısında duruyor, diğerini sallandırdığım için aralıklı bir şekilde duruyorlardı. Ona daha fazla frikik vermemek için birazda sıyrılmış olan eteğimi öne çekiştirip bacağımın arasına sıkıştırarak, bacaklarımı birbirine sıkıca bastırdım. Tabii ki Savaş bunu hızlı fark edip sırıtarak gözlerini yüzüme çıkardı.

Bacaklarımla ilgili bir ima atabilirdi, "Seni neden bekleyecekmişim ki?" diye sordum hemen.

Şey... İtiraf etmem gereken bir konu var; Savaş'ın sesini duymak bana iyi gelmişti. Kendi başına eğlenmesini bişen Barış'ı geçtim arkadaşlarımın olduğu mekânda bile neredeyse

Tuhaftı.

"Bilmem ki, belki bir anda özlediğini düşünmüşsündür."

Ona alayla bakıp, "Gülü gösterip elletmeyen birini mi?" diye sordum. "Hiç sanmıyorum." Sesim netti.

"Başkalarının kız arkadaşlarına gül vermem."

Elimi şakağıma bastırıp, "Başkalarının kız arkadaşlarına şarap gönderiyorsun ama," diye homurdandım. "Ne kadar da yüce prensipleri olan bir adam."

Omuz silkip yine her zamanki serseri tavrıyla, dünyanın en mantıklı şeyini söylermiş gibi, "Gül ayrı, şarap ayrı," dedi hiç düşünmeden.

Bazen onun yanında kendimi hiçbir şeyden anlamayan bir kız çocuğu gibi hissediyordum, gerçekten.

"Aralarındaki farkı anlatsana?" diye çıkıştım.

Savaş'ın dudağı kıvrıldı. "İlerde anlarsın." Harflerinin kıvrımlarına sinmiş yüksek dozda ima bulunuyordu, görmezden geldim. "Hem sen kırmızı gül verdiğim ilk kızsın."

İlk kız. Bunun bir önemi var mıydı onun gözünde? Hiç sanmıyorum. "Abartma istersen, Savaş," diye homurdandım.

Kaşlarını kaldırıp indirirken, "Abartmayı sevmem," dedi. "Yatak istisna, bir tek yatakta severim."

Ona cins cins bakıp, "Gerçekten terbiyesizsin," diye çıkıştım. "Benimle böyle konuşma."

Gözlerimin içine bakarak, "Niye konuşmayayım, yabancı mıyız?" diye sordu, meydan okurcasına. Bana doğru eğilirken, göğsümde kıvılcımlanan karmakarışık duyguları görmezden geldim. "Biz herkesin olduğundan çok daha yakınız, bunu biliyorsun."

Aramızda geçen geceye yaptığı gönderme, alt dudağıma dişlerimi bastırmama neden oldu.

Savaş, "Seninle o hergeleden bile daha yakınız ve olmaya devam edeceğiz," diye sürdürdü konuşmasını. "Buna emin olabilirsin."

"Öyle mi?" diye sordum. "Peki bizim durumumuz ne şimdi?"

"Bir erkek arkadaşın olduğu için aramızda olabilecek bütün durumların senin yanlış hamle yapmandan dolayı aslında bir türlü olamaması durumu."

Hah!

Çekilmez adamı şu Savaş ve daha kötüsü, benim ona ters davranmamı güçleştiriyordu. Hâlbuki ben bu konuda ne kadar da başarılıydım!

Ona baygın bir ifadeyle baktım. Dirseğimi, bar tezgâhına konumlandırıp boynumu avuç içime yaslayarak, "Off ya, git işine Savaş," diye tersledim onu. "Aklından geçirdiğin hiçbir şey gerçek olmayacak."

Savaş, bu söylediğime hiçbir yanıt vermedi ama alayla gülümsedi. Bu, öyle bir gülüştü ki, bana sözlü yanıt verseydi, daha az etkili olurdu, biliyordum.

"Mekânın arkası denize bakıyor," diye konuyu değiştirdi. Her zamanki gibi... Buraya geldiğimde deniz kokusu olduğunu fark etmiştim, demek ki gerçekten deniz vardı. "Geceleri harika görünür." Yine koyu kahvelerinde o bilindik alevlere rastladım. Gözlerimi kıstım, niye böyle bakıyordu yine bu? Sesi de keyifli geliyordu, iyiden iyiye şüphelendim. Savaş, gözlerinde hiç durmadan büyüyen bir yangınla, yüzüme doğru eğilerek konuşmaya devam etti. "Çünkü kayalara vuran dalgalar, âdeta birbiriyle sertçe sevişir gibi görünüyorlar ve bir süre sonra, dalgalar köpüklenerek ihtirasla kayaya vurmaya başlıyor, bu da bana bir kadın orgazmı gibi görünüyor. Yani muazzam."

Muazzam kelimesi üzerine yaptığı ilginç vurgudan dolayı, bir an boş bulundum ve, "Hah!" diye abartılı bir tepki verdim dışından. İnanamıyorum, sesi beni öyle bir kendisine doğru çekmişti ki, ona olan yakın mesafemin farkında bile değildim. Henüz. Bedenimi geriye çektim. Hâlâ şaşkın bir ifadenin yüzüme yerleştirdiği çizgilerle ona bakıyordum. Şehvet, onun için yer, zaman farketmeksizin her şeye ekleyerek ortaya tutkusunu çıkarabileceği bir şeydi. "Savaş, sen umutsuzsun."

"Her neyse, yukarı katta teras var, istersen sana gösterebilirim."

Gözlerim şokla açıldı. "İstemem," diye homurdandım. "Özellikle de sana muazzam gelen şeylerin ardındaki nedeni bilirken." Muazzam kelimesine onun gibi vurgu yapmaya çalıştım ama pek başarılı olduğum söylenemezdi.

Savaş, kahkaha attı. "Ne kadar da tatlı görünüyorsun," dedi alayla, ama benim ciddiyetimi görünce, yüzündeki alaycı ifade yok oldu ve ardından ciddi olmama gözlerini devirdi. "Şaka yapıyordum, Jane. Ama deniz konusunda değil, kesinlikle görmen lazım," diye ekledi.

Cevap vermeyip yüzümü diğer tarafa çevirdim.

"Hâlâ istemiyor musun?" diye sordu.

Yüzüne bakmadan cevap verdim. "Benimle böyle konuştuğun sürece, hayır."

"Ne yani, küçük çocuk gibi trip mi atacaksın bana?" diye sordu ama cevap vermedim.

Buna çocuk değil kadın tribi deniyordu bir kere, eğer onun kadın tribi nedir haberi yoksa ne oldunu ona söyleyecek değildim.

Gerçi Savaş trip yapmadığından bahestmişti, ama ben Savaş Akduman değildim.

Savaş sesli bir nefes verdiğinde karaoke tamamen sona ermişti. Rihanna'nın hareketli şarkısı tüm mekânı gürültüyle sararken, yeni bir ağırlıktan başka bir şey hissetmiyordum. Savaş konuşmadığımı görünce pes ederek, "Pekâlâ, öyle olsun," dedi bıkkınca. "Nüket, seninle yukarı çıkmak istiyorum, çünkü yukarda kayalıklara çarpan dalgalar..." Bir süre sanki ne söyleyeceğini düşündü. "...iyi görünüyor, oldu mu?"

Savaş'a dönüp, "Oldu," dedim sırıtarak. "Eh, madem bu kadar ısrar ediyorsun, geleyim bari."

"Hiç az değilmişsin, Jane." Gözlerindeki ifade garipti.

"Merhaba, seni buralarda görürmüydük?"

Bar tezgahının ardından gelen neşeli sese döndüm, barmendi. Savaş'a sırıtarak bakıyordu, zaten barmenlerin genel ifadesi budur.

Savaş, "Demek ki görürmüşsün, Aren," dedi.

Aren?

Konuştuğumuz gece bana onunla ilgili birkaç anısını anlatmıştı.

Aren bana dönüp, "Ne haber güzellik?" diye sordu. Sonra beni gözlerini kısarak inceledi. "Dur tahmin edeyim, Beren'in grubuyla gelenlerdensin?"

"Evet," diye yanıtladım kısaca. Ama nasıl anladığını bilmiyordum.

Bana elini uzatıp sırıtarak, "Bendeniz Aren," dedi, salaş bir tonla. "Savaş'ın bir numaralı can dostuyum," dedi, göz ucuyla kısaca Savaş'a baktığımda, Savaş yüzünü buruşturdu. Gülümsedim. "Beren'in de 2. ağabeyi sayılırım, bu gördüğün muhteşem yerin de sahibiyim," diye ekledi.

Eline uzanıp sıktım. "Nüket."

Elimi hâlâ tutup sallarken, dilini şaklattı. "Nüket..." dedi, sanki büyülü bir şeyi söyler gibi ağır çekimdeydi sesi. "Nüket, anlamı nükteler. Öyle herkesin anlayamıyacağı ince mânâlı ve zarif sözler demek."

Bilmesine şaşırdım. "Evet, öyle."

Aren devam etti. "Çok hoş bir isim gerçekten, insanın içindeki çılgın şey-"

Savaş, cümlesinin devamını getirmesine izin vermeden onun bileğinden sertçe tutup geriye çekti. Ellerimiz ayrıldığında, "Kendine gel pezevenk," dedi, sinirli bir sesle.

Aren, "Pardon abi ya," dedi, rüyadan uyanır gibi. "Bir an dalmışım." Aren tekrar bana dönüp kollarını bar tazgâhının üzerine yerleştirdi ve ileri doğru eğildi. "Seni kolay kolay anlamazlar, üzerler."

Bana karşı söylediği sözler bir an donup kalmamı sağladı.

Burda ne döndüğü hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama ben Aren'i aslında tanıyordum. Savaş, şu malum iş gezisine çıktığında bana lise ve üniversite anılarından söz etmişti. Bir kaçında Aren'in de adı geçmişti, o yüzden konuşma tarzı falan bana pek yabancı gelmemişti.

Savaş, ona dik dik bakıp, "Viski ver bana," dedi, asabi bir sesle.

Aren, ona aldırış etmeden bana, "Sana ne vereyim, güzellik?" diye sordu.

Gözlerim bir an Savaş'a kaydı. Fakat o kayıtsızca etrafını izliyor gibiydi. Canım bira içmek istiyordu ve Barış beni evime bırakacaktı. O yüzden, "Bira," dedim kısaca.

"Tammam, hemen geliyor."

Bir dakika sonra birinin içinde viski diğerinin içinde bira olan bardaklarımız önümüzdeydi.

Aren, tezgaha kollarını konumlandırıp bana doğru eğildi. "Tüh bir 19 olmayıp 29 olsaydın, bu gecenin sonu farklı bir yerde bitebilirdi," dedi, çapkın bir sesle. "Ben on dokuzlarla takılmam, prensipleri olan harika bir adamım." Birden durup kaşlarını çattı, ciddi bir şey düşünür gibi çenesini sıvazladı. "Siktir, niye prensipleri olan harika bir adamım ki?" Sonra Savaş'a dönüp sinsi olduğunu düşündüğüm bir bakış atıp, tekrar bana döndü. "Ama Savaş'ın on dokuzlara ka-"

Cümlesini bitiremeden, "Ah!" diye bağırdı. Çünkü Savaş kalın viski bardağını onun eline bastırmıştı. Şey... Fazlasıyla acımasız görünüyordu.

Savaş, "Arkadaşım," dedi, sıkılı dişlerinin arasından. "Bardağım boşalmış, kör müsün?"

Gözlerimi kocaman açtım, bardağı ne ara boşalmıştı?

Savaş, viski bardağını onun elinin üzerine acımasızca döndürüp, hınçla bastırıyordu. Muhtemelen zavallının eti ezilmişti, morardığını tahmin edebiliyordum. Umarım, çok övündüğü mekanında yardım malzemeleri vardır.

Aren, elini kurtarabildiğinde, "Siktir Savaş!" diye tısladı, bar tazgahından uzaklaşırken. Elini kendine çekip acıyla aşağı yukarı salladı. "Elimi kopardın!"

Savaş, hâlâ sıkılı dişlerinin arasından tıslarcasına konuşarak, "İnan bana, dilinle elin arasında seçim yaparken fazlasıyla zorlandım," dedi ve viski bardağını sonunda arkadaşının elinden ayırıp bar tezgahına çarparcasına bıraktı. Mekan, Rihanna'nın hareketli şarkısıyla inlediği için bu ses işitilmedi, ben hareketlerinden anlamıştım. "Ama şu işe bak ki, aptal vicdan azabım birden devreye girdi ve ben dilin yerine elini seçtim."

Savaş'ın sesi rahatlamış gibi çıkıyordu.

Aren, cins cins bakıp elini tutarak uzaklaştı. Ben inanamayarak Savaş'a bakarak, "Gerçekten inanılmazsın, kim senin vahşi bir yönün olduğuna inanır ki?" diye sordum ama sorum havada asılı kaldı. "Hem ne diyecekti bana?"

"Siktir et," dedi. "Onun ağzı yavşaklıktan başka bir şey için açılmaz."

Gözlerimi devirdim. "O senin arkadaşın," diye hatırlattım.

Taburesinde dönüp sırtını bar tezgahına dayayarak, bakışlarını karşıya dikti. "Zamanında yapmışım bir hata, şimdi de kurtulamıyorum."

Sesi, yorgun geliyordu.

"Onu hatırlıyorum," dediğimde, başını bana çevirdi. "Yani şu iş gezisinde bir ara konuşmuştuk ya, onun da adı geçmişti."

Bana tuhaf tuhaf baktı. "O zamanı nasıl unuturum, telefonda bana söz verip Barış soytarısıyla çıkmaya başlamıştın."

Kaşlarımı çattım. "Kast ettiğim o değildi," diye çıkıştım.

Savaş, bana cevap vermeden bakışlarını tekrar karşıya çevirdi. Oysa her zaman bir cevabı olurdu. Aramıza gerginliğin girdiğini hissettim. Aslında bu gerginlik uzun süredir bizimleydi ama hem Savaş hem ben onu yok sayıyorduk.

Savaş aramızdaki havayı değiştirmek istiyormuş gibi aniden, "Bir anımızı daha anlatayım," dedi, bana bakarken. Yine o gerginliği yok sayıp sırıtıyordu. Bazen onu anlamak zordu. Taburesinde beni görecek şekilde döndü. Bu esnada, mekanda daha hafif bir sesle slow şarkı çalıyordu, yüksek tonda değildi ama. Konuşmalarımızın arka fonu gibi duruyordu.

"Biz lisedeyken, dört en iyi arkadaştık, bunlardan biri de Aren'di. Yani bize yan gözle kimse bakamaz, yakarız ortalığı modundayız." Güldü, şimdi birçok şeyin kendisine saçma geldiği belli oluyordu. Ben de güldüm. "Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için falan dedikleri türden, böyle bildiğin tam ergen modundayız. Bir gün beraber bir mekâna gittik, bir masada üç kız, şimdi hepimiz birimiz için demişiz, bize ters geldi kızlardan birinin eksik olması."

"Vazgeçtiniz?" diye sordum.

Savaş, ona dünyanın en saçma şeyini sormuşum gibi bakıp, "Tabii ki hayır," dedi rahat bir tavırla. "Aren'e uyku hapı verip onu uyuttuk."

"Dur tahmin edeyim, kesin senin fikrindi."

Başını sallayıp, "Tabii ki benim fikrimdi," dedi, hiç inkâr etmeden.

Ona inanamıyor gibi baktım. Sonra gülerek, "Gerçekten çok kibirlisin, Savaş," dedim, tok bir sesle.

"Ben mi?" dedi, bu söylediğime hayret edermiş gibi. "Nerem kibirli kızım benim, gerçekçiyim ben sadece." Kaşlarını çattı. "Benim kibirli olduğumu söylüyorsan, önce özelliklerini bulman gerekir, Jane."

Bu benim alanımdaydı, ne olduklarını biliyordum. Bununla ilgili ciddi bir tez hazırlamıştım, bu yüzden hiç kurtuluşu yoktu. "Tabi Savaş, kolaylıkla özelliklerini sayarım," dedim. Ve başladım saymaya;

"1- Etrafına saygılı olmaz.

2-Kendisini çok beğenir.

3- Kendisinden başka kimsenin doğrusunu kabul etmez.

4- Kendisini beğendiği için, yaşlı insanlara saygı duymaz.

5- Kendisine yapılan yanlışları affetmez."

Savaş, hemen cevap vermedi, bence veremedi. Kaşları çatıldı, "Ne yani, sence bunların hepsi bende var mı?" diye sordu.

Ben de düşünür gibi yaptım, "Aslındaa..." dedim, a harfini düşündüğümü belli etmek için yavaşça uzatırken. "Şu yaşlılara saygı konusundan pek emin değildim." Bunu söylediğimde itiraf savurmuşum gibi sırıttı. Ben de sırıtıp, "Neredeyse," diye ekledim. Sırıtması silindi. "Beni bir bara gelmeye zorladığın gece, büyük babanın mirası için aile yemeklerine katıldığını söylemiştin, bu da senin yaşlılara pek saygı duymadığının kanıtı."

Savaş kahkaha attı. "Siktir," dedi eğlenen bir sesle. "Harbiden de, kibirli piç kurusunun tekiymişim ben."

Ben de onun bu dediğine gülerken, Barış yanımıza gelip, "Nüket," dedi.

Başımı ona kaldırdığımda bana yakınlaşıp elini belime kaydırmıştı, o an bedenim bu mekânda olsa bile ruhum bedenimle uyum halini bozarak arafa düşmüş gibi hissettim. Ruhum onun ruhunu evi, yuvası, sığınağı olarak görmüyordu; mahkûm hapishanesi olarak görüyordu.

Bakışlarım Savaş'ı bulduğunda, aslında ona kızsam bile huzuru onun yanında tadıyordum. Ona evim, yuvam, diyemem ama başı derde girince ansızın bulunmuş sıcak bir sığınak olduğunu söyleyebilirdim. Şimdiyse Barış bu mekâna geldiğim andan beri huzurlu olduğum bu ânı tıpkı bir kağıt gibi buruşturup önüme atmıştı. Sığınağımı paramparça yapmıştı, huzursuzlandım.

Savaş Akduman'ın mevsim kahverengisi gözlerine bakınca sığınağımın paramparça olduğunu, huzurumun yok olduğunu net bir şekilde görebiliyordum. Gözleri Barış'ın belime kayan elini buldu, yanan gözlerinde kendimi ve Barış'ı, Barış'ın belimdeki elinin görüntüsünü görüyordum. Görüntümüz o gözlerin içinde cayır cayır yanıyordu, hayal kırıklarının izleri belirmişti koyu gözlerinde. Bal rengi gözlerime onun öfkeli ifadesisinin resmi çizildi. Ben de bana dokunulmasına en az Savaş kadar bozulmuştum açıkçası, arkadaşımı gözleriyle yiyip bitirmesine, beni umursamamasına rağmen bana dokunuyordu.

Hayır, bu dokunuş değildi; açık açık beni Savaş'a karşı sevgili gibi sahipleniyordu, kendi alanını çiziyordu. Tıpkı hayvanların kendi alanlarını işaretlemesi gibi bir şeydi bu, hareketi midemi bulandırdı.

Mekâna geldiğimizden beri ne yaptığımla işgilenmemişti, ilk defa beni fark etmişti, o da Savaş'ın yanındayım diye mi? Bunun beni korkutması mı gerekiyordu? Barış'ın bizden şüphe duymasının anlamı neydi emin değilim, liseden beri çok değiştiği belli oluyordu ama değişikliğin ne kadarı iyi, ne kadarı kötü yöndeydi bilmiyorum.

Barış, belimdeki elini uzaklaştırmadan diğer elini Savaş'a uzattı. Barış'ı gördüğü ilk gün yüzünde nasıl bir ifade varsa şimdi de o ifade vardı. Tabii ki yine Barış'a elini uzatmadı. "Bakıyorum da, sürekli şu elini uzatma sevdan hiç değişmemiş."

Barış, elin geri çekti. Kaşlarını kaldırıp "Seninle ilk karşılaştığımız andan beri çok şey değişti," dedi. Sözlerinde ima vardı. "Nüket'le o günlerde aramızda bir şey yoktu, ama artık çıkıyoruz. Sevgiliyiz biz."

Savaş'ın çenesi kasıldı, başka hiçbir tepki göstermeyeceğini düşündüm ama o Savaş Akduman'dı elbette bu tepkiyle sınırlı kalmayacaktı. Yüzünde eğlenen ifadesiyle, sesinde kasıntısız rahat tonlamasıyla, "Değişim demeyelim de, bence şans diyelim," dedi. Kahretsin, itiraf ediyorum ki gayet cool görünüyordu. "Sen de bilirsin, kızlar hep şerefsiz orospu çocuklarına şans verir."

Savaş Akduman'ın açık sözlü, sözünü sakınmayan biri olduğunu biliyorum ama bu... bu çok fazlaydı. Ortam gerildi.

Barış, dişlerinin arasından, "Sen..." diye konuşup bir anda duraksadı. Kendini toplamaya çalışıyor görünüyordu, hâlbuki onun üzerine atlar falan sanıyordum. Onu durduran neydi bilmiyorum, belki Savaş'ın kendine güven dolu duruşundan yayılan o güçlü enerji, belki diğer ihtimalle Beren'in ağabeyi olmasıydı asıl onu durduran.

Barış, bana bakıp, "Birkaç arkadaşımı gördüm, kafa çocuklardır," dedi. "Seni onlarla tanıştırmak istiyorum, gelir misin?"

Ona hayır demek için neden aradım ve bulamadım. Yerimden kalkarken, "Olur," diye mırıldandım.

Ordan ayrılırken bedenime neden titreme bulaştığını, adımlarımın niye keskin bir bıçağın üzerinde yürüyormuşum gibi ağrılar içinde kaldığını bilemiyordum. Savaş'ın yüzüne bakmadım fakat onun yoğun bir öfkeyle kavrulan ciddi bakışları bizi terk etmedi. Beni titreten, ayaklarımı ağrıtan sırtımda asılı kalmaya devam eden bakışları mıydı?

Bir süre sonra, uzaklaştığımdan emin olunca Barış'ın elini belimden uzaklaştırdım.

Barış'ın yakınındayken, üzerime çöküp beni karanlığıyla boğan karanlık gölgelerin varlığı artık boğazımı sıkmaya başlamıştı...

Yazan | Elisya Royal

🌹🍷🌹

Nüket Kozcu nereye bu gidişşş

Eee Savaş Akduman çatlasın patlasın diyenler hani nerdeeeee

Tabii ki yine twitter paylaşımı beklerim, #yaralıhayaller tagıyla paylaşım yapıyoruzz

İletişim için;

İnstagram | elisyaroyal

Continue Reading

You'll Also Like

Renklerin Katili By görkem

Mystery / Thriller

74.9K 5.7K 34
WATTY 2017 Büyük Buluşlar Kazananı Makas darbelerini ihtişamla gezdiriyor kurbanının bedeninde. Önce ruhunu bedenine bağlayan ilmekleri kesiyor teker...
98.4K 1.2K 3
Kitap yazmak ne kadar zor olabilir ki? O bunu başardıysa ben de başarabilirim. Hatta daha iyisini yapabilirim..
845K 22 1
"Ateşe ne kadar dayanabiliyorsan, dayanabileceğin kadar günah işle." diye fısıldıyor kadın... Fısıltısı çığlık oluyor... Çığlıkları sessizliği yaratı...
16.3K 958 5
❝ İntikam ateşiyle yanan bir bedeni ne söndürebilir? ❞