İÇİMDEKİ TUTSAK (+18)

By Elgivamaria

2.1M 73K 51.5K

Yıllarını hapishanede tutsak olarak geçirmiş bir adamın ona aşık olması ne kadar büyük bir sorun olabilirdi k... More

BAŞLANGIÇ
1.BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5.BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10.BÖLÜM
11.BÖLÜM
12.BÖLÜM
13.BÖLÜM ~ KESİT
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15.BÖLÜM
16.BÖLÜM
17.BÖLÜM
18.BÖLÜM
19.BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.BÖLÜM
29.BÖLÜM
30.BÖLÜM
31.BÖLÜM
32.BÖLÜM
33.BÖLÜM
34.BÖLÜM
35.BÖLÜM
37.BÖLÜM
38.BÖLÜM
39.BÖLÜM
40. BÖLÜM
41.BÖLÜM
42.BÖLÜM
43.BÖLÜM
44.BÖLÜM
45.BÖLÜM
46. BÖLÜM
47.BÖLÜM
48.BÖLÜM
49.BÖLÜM
50.BÖLÜM
51.BÖLÜM
52.BÖLÜM
53.BÖLÜM
54.BÖLÜM
55.BÖLÜM
56.BÖLÜM
57.BÖLÜM
58.BÖLÜM
59.BÖLÜM
60.BÖLÜM
61.BÖLÜM
62.BÖLÜM
63.BÖLÜM
64.BÖLÜM
65.BÖLÜM
66.BÖLÜM
67.BÖLÜM
68.BÖLÜM
69. BÖLÜM
70.BÖLÜM
71.BÖLÜM
72.BÖLÜM
73.BÖLÜM

36.BÖLÜM

25.3K 862 823
By Elgivamaria

'Sahip çıkmadığınız her değere bir gün başkası sahip çıktığında anlayacaksınız neleri kaybettiğinizi. Sırası var, acelesi yok.'

Ağrıyan kalbimin ağrısını vücudumun her zerresinde hissederken, elimdeki gözyaşlarımdan ıslanmış kâğıda defalarca kez baktım. Yağız'ın eve gelmemesi her şeyi açıklıyordu aslında. O ölmüş müydü? Peki, ben buna dayanabilir miydim?

Gözyaşlarımı hunharca silip ayağa kalktım. Elimdeki buruşmuş kağıdı avucumun içinde sıkarak gözlerimi kapıya odakladım. Bir an önce çıkmalıydım buradan. Kâğıtta yazılanların doğru olmadığını teyit etmek için aşağıya inip evin her köşesine bakacaktım. Ölmemeliydi, ölemezdi! Önce şifonyerin üstündeki telefonumu alıp dolu gözlerle Yağız'ı aradım.

"Aradığınız numaraya şu anda ulaş-"

Operatörün sinir bozucu sesiyle telefonu hızla kapadım. Telefonu neden kapalıydı bunun? Ev halkına şu an bu olaydan bahsetmek istemiyordum çünkü onları uyku haliyle endişelendirmek doğru olmazdı.

Her şeyin bir rüya olmasını diledim. Keşke rüya olsa ve ben bu rüyadan bir an önce uyansaydım. Ama ne yazık ki değildi. Kapıyı hızla açıp kendi kendimi zar zor odadan dışarıya attım. Koridorun ortasında yer alan bir kaç tane abajurdan başka, ortamı aydınlataca kaynak yoktu. Koridorun sonuna kadar hızla koştuğumda, Yağız'ın çalışma odası olduğunu umduğum odaya girdim.

Masanın üzerinde düzenlice koyulmuş dosyalar, bir kaç tane tükenmez kalem ve Yağız'ın olmadığı bomboş bir oda. Göz yaşlarım daha da artarken kapıyı kapattım. Belki burada çalışıyor diye düşünmüştüm ama yanılmışım.

Büyük merdivenlere kendimi attığımda gözümde biriken yaşlar yüzünden etrafımı doğru düzgün göremiyordum. Merdivenin şebekesinden destek aldığımda derin nefesler aldım. Tutunacağım bu şebeke olmasaydı çoktan yere yığılmıştım.

Merdivenleri hızla inerek nihayet salona inmiştim. Ev karanlık ve sessizdi. Yağız'ın burada olmaması evi daha da sessiz kılıyordu benim için. Salonun etrafındaki koltukların çevresinden dolanıp evin kapısına doğru hızlıca ilerledim.

Sakin olmalıydım, kapıya doğru yürümek istiyordum ama titreyen dizlerimden adım atacak halim yoktu. Bu gücü kendimde bulamıyordum. Sağ elimi yanımda bulunan duvara yasladım. Bir müddet bekleyip nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum.

Kalbimin ağrısı, durmadan akan gözyaşlarım, titreyen dizlerim ve düzensiz nefesim... Hepsi çok fazlaydı. Dayanma kabiliyetimi yitirmiş gibiydim. Ama hayır! Dayanmalıydım, Yağız için.

Kendimi zorlayarak kapıya bir adım attığımda kapı kilidinin açılma sesini duydum. Bu saatte kim gelmiş olabilirdi? Bakışlarım kapıdan kimin gireceğine odaklıyken içimden Yağız'ın olması için dualar ediyordum. Nefes alışverişlerim daha da hızlanırken kapıdan onun girmesiyle yere yığıldım. Karanlıktı fakat vücudunun silüetinden tanımıştım onu.

Işığı yaktığında kızarmış kahve gözlerini endişelice üzerimde gezdirdiğinde elimi kalbimin üstüne koydum. Şükürler olsun, yaşıyordu. O ölmemişti. Gözlerimden düşen yaş yanağıma doğru yol alırken Yağız hızlıca kapıyı kapatıp yanıma çöktü.

"Ne oldu sana Erva? Neden ağlıyorsun?"

Çok endişeli ve bir o kadar da sinirliydi. Kâğıdı okuduğumda yaşadığım tramvayı hâlâ atlatabilmiş değildim. Ama okuduklarımın gerçekleşmemesine de bir o kadar mutluydum.

"Söylesene lan! Niye ağlıyorsun?"

Güçlü bir şekilde kolumdan sarsılmamla dudaklarımı araladığımda, yerden destek alıp ayağa kalktım. O da benimle birlikte ayağa kalkmıştı.

Bu kadar geç saatte gelmesine o kadar kızmıştım ki. Çünkü geç saatlere kadar gelmesi kâğıtta yazan şeylerin doğru olduğunu düşündürmüştü bana.

Sinirle gözlerimi açarak göğsüne bir tane yumruk indirdim. Anlamamışcasına bana bakıyordu.

"Bu saate kadar neredeydin sen?! Ne kadar merak ettiğimi biliyor musun? Neden kendi kafana göre davranıyorsun ki?"

Sinirin en tavan halini yaşamama rağmen karşımda durmuş sırıtıyordu.

"Ahmak gibi neye gülüyorsun sen?"

Sırıtışı daha da büyürken, benim sinirlerim iyice gerilmişti.

"Konuşsana!"

"Sen beni merak mı ettin? Yani yalnızca kocasını seven bir kadın geceleri evine geç gelen adamı bu kadar merak eder."

Göz kırptıktan sonra üzerime yürümesiyle bir adım geriye sendeledim. Zaten duvara yakın olmamdan dolayı sendelememle, sırtım duvara değmişti.

"Saçmalama! Seni sevmiyorum ben."

Sıktığım çenemin acısını yüreğimde hissettim. Tarifi olmayan bir acıydı.

Yanağıma düşen yaşları silerken:

"O zaman neden sevmediğin bir ahmak için ağlıyorsun? Ağlama, sevmediğin biri için ağlamana değmez. Tamam, beni sevme. Ama yeter ki sen ağlama. Bu güzel mavi gözlerine ağlamak yakışmıyor. Seni üzgün görmek bana ölüm gibi geliyor."

Ölüm kelimesini duyunca gözlerim irice açılıp kalbim hızla tekledi. Kâğıtta yazan her şey gözlerimin önünden tekrar akıp geçiyordu. 'Sabah, beklediğin adamın selasıyla uyanacaksın.'

Dudaklarını yanaklarıma değdirdiğinde kendimi ondan uzaklaştırdım.

"Sana bir şey göstermem gerekiyor."

Ağladığımın belirtisi olan sesime, geri çekilip kaşlarını çatarak cevap verdi.

"Neymiş?"

Elimdeki buruşmuş kâğıdı ona uzattığımda kâğıda, bir şeyleri çözmeye çalışıyor gibi bakıyordu.

"Oku."

Gözleri, gözlerimde dolanmaya devam ederken bakışlarını ona uzattığım kâğıda çevirdi. Kâğıdı elimden alıp okuduğunda, sakin görünen yüzü gerilmiş, kaşları çatılmıştı. Elindeki kâğıdı sinirle buruşturdu. Kâğıdı hırçınca bir köşeye fırlattı."Bunu nereden buldun!"

Bağırarak söyledikleriyle yerimde sıçradım."Bağırma! İnsanlar panik olacaklar."

Gözlerini sinirle açıp kapadı."Umrumda değil! Söyle, bunu nereden buldun?"

Kasılan çenesini sıkarak konuşuyordu. Her iki elini yumruk yapmıştı. "Söyle yoksa elimden bir kaza çıkacak!"

Onu daha fazla sinirlendirmemek adına mesaj olayından başlayarak anlattım. Vahşice duvara yumruk attığında korkudan yerime sinmiştim.

"Kim yapar lan bunu?!"

Ellerini saçlarına kızgınca daldırdığında şizofrenice kahkaha attı. "Demek sana işkence yapacakmış ha?"

Duvara bir yumruk daha attığında korkuyla ağzımı kapattım. "Demek öptüğüm dudaklarına işkence yapacakmış! Demek ölmek için ona yalvaracakmışsın!"

Sinirle nefes alıp verdiğinde gözleri bana döndü. "Andolsun, o ölmek için bana yalvaracak!"

İçimde yaşadığım korkunun hissi kesinlikle en zirvelerdeydi. Kalbimin atışı düzensizleşirken, ayaklarım titriyordu. Kâğıtta ve mesajda beni tehdit eden kişi kesinlike aynıydı. Ama nasıl olabiliyor da, kâğıdı alışveriş poşetinin içine koyabiliyordu? Poşeti benden başka kimse almamıştı.

Sinirle saçlarını çekiştirirken, kolumu incitmeden sarsarak "Poşeti senden başka kimse eline aldı mı?"

Başımı iki yana salladım.

"Hayır."

Öfkeden yerinde duramıyordu. Sağa sola gidip geliyordu.

"Şüphelendiğin biri var mı?"

Volta atmasını durdurup bana döndü.

"Şüphelendiğim bir değil bir sürü kişi var. Ama o it her kimse onu öldüreceğim!"

Sertçe yutkunup dudaklarımı yaladığımda, gözlerim Yağız'ın gazlı bezle sarılmış eline çevrildi. Eli kanıyordu, bez resmen kırmızıya bulanmıştı.

"Eline ne oldu senin?"

Panikle söylediklerime göz devirdi.

"Konumuz bu mu sanıyorsun? Sana ne olduğun belli olmayan bir ibne tehdit mesajı atıp, alışveriş poşetinin içine bir not koyuyor ama sen eline ne oldu diyorsun!"

Elinden tutup salonun ortasına doğru çekiştirdim onu.

"Ne oluyor Erva?"

Sorduğu soruyu umursamadan salonun koltuğuna ittirdim.

"Otur!"

Onun yanına oturduğumda, yaralanmış elini kendime doğru çektim. Sargı bezini açarken söyleniyordum.

"Nasıl oldu bu?"

"Önemli bir şey değil."

Bezi açtığımda gördüğüm manzara ile gözlerimi kırpıştırdım. Tam tamına atılan dört dikiş vardı.

"Nasıl önemli bir şey değil! Dikiş atmışlar Yağız. Demek ki yaran çok derinmiş. Nasıl önemli olmadığını söylersin!"

Omuz silkerek arkasına yaslandı.

"Nasıl oldu bu dedim sana!"

Cevap vermemesine çok sinirlenmiştim. Gözlerini sakince gözlerime çevirip dudaklarını araladı.

"Eve gelirken bir sarhoş yolumu keserek para istedi, vermeyince..."

Yaralı elini havaya kaldırıp işaret ederek:

"Gördüğün gibi rezalet çıkardı."

Yaralı elini indirdiğinde derin bir nefes verdim. Eve geç gelmesinin sebebi demek ki buydu.

"Neden ona para vermedin? Bu kadar diretmenin amacı da ne?"

Yaralı olmayan elini saçlarında gezdirerek:

"Ona para verdiğimde yine içkiye yatıracağına eminim. Bir ayyaşa para vermek ne kadar doğru olabilir?"

Yüzü tekrar sinirle kasıldığında bana yaklaştı.

"O alışveriş poşetini senden başka kim aldı? Alan kişi bu kâğıdı koymuş olmalı."

Gözlerimi havaya dikerek düşündüm, düşündüm. Ama alışveriş poşeti sadece ben almıştım, kimse almamıştı.

Peki, poşet gün boyu yalnızca benim elimdeyse, o zaman kim bu kâğıdı nasıl koymuştu buraya? Aklıma gelen düşünceyle gözlerimi Yağız'a çevirdim. Başını iki yana sallayarak ne oldu anlamında bana bakıyordu.

"Alışveriş merkezinde seni bulamayınca mağazadaki kasa görevlisine vermiştim. Seni buluncaya kadar poşeti ona emanet etmiştim."

Mağazadaki görevli adam neden yapsın ki bunu? Fakat bütün deliller onun yaptığına işaret ediyordu. Bu çok tuhaftı. Mağazadaki çalışanın benimle ne gibi bir derdi olabilirdi? Ya da numaramı nereden bulmuştu.

Sinirle yumruğunu sıktı. Sakinleşmek için gözlerini kapatıp bir müddet bekledi. Gözlerini açtığında hızla ayağa kalktı.

"O iti bitireceğim."

Ben de onun gibi hızla ayağa kalktığımda bana baktı.

"Eline sargı yapayım Yağız, bu kâğıt meselesini konuşmak hiçbir şeyi halletmeyecek."

"Nasıl halletmeyecek?!"

Sakin kalmaya çalışıyordum. Kâğıdı ve mesajı okurken bile onun verdiği kadar tepki vermemiştim. Her şeye sinirlenmesini de anlayamıyordum zaten.

Koltuğu işaret ettim.

"Eğer beni seviyorsan oturursun."

Sinirle burun kemerini sıkarak koltuğa oturdu. Yüzümde gizli bir memnuniyet oluşmuştu. Gözümü etrafta gezdirdim. İlk yardım kiti bulmak ümidiyle. Ama en mantıklı yol Yağız'a sormaktı.

"İlk yardım kiti var mı?"

Biraz düşündükten sonra:

"Bilmiyorum."

Gözlerimi irice açıp devirdim.

"Nasıl bilmezsin?"

Sorduğum soruya benim gibi gözlerini devirdi. Elindeki yaraya baktığımda kan akışı hızlanmıştı. Mutfağa gitmek için salondan çıktım.

"Nereye gidiyorsun?"

Arkamı dönüp ona cevap verdim. Bana dikkatle bakıyordu.

"Geliyorum."

Mutfağa girdiğimde dezgâhın üzerinde bulunan peçeteyi aldım. Bu mutlaka işime yarayacaktı. Gözlerimi etraflıca gezdirdim.

Mutfağın alt dolaplarına tek tek baktığımda, gözüme ilişen ilk yardim kiti ile yüzümde büyük bir memnuniyet oluştu. Mutfakta olması mantıklıydı çünkü ev kazaları mutfakta daha çok oluyordu. Yemek yaparken doğrama işi gibi.

Dolabın kapağını kapattığımda elimdeki peçete rulosunun yanı sıra, mutfağın dolabından küçük bir kâse çıkarıp su doldurdum ve ilk yardım kitiyle mutfaktan çıktım. Hepsini taşımak benim için zordu. Salona girdiğimde Yağız koltuğa yaslanıp gözlerini kapatmıştı. Geldiğimi fark etmemişti. Koltuğa oturduğumda gözlerini açıp bana çevirdi.

Elimdeki kiti dizlerimin üstüne koyup kâseyi ve peçete rulosunu da yanıma bırakıp kutuyu açtım. Kutunun içindeki makası çıkarttıktan sonra gazlı bezi de çıkardım.

Ardından batikon. Elimdeki kiti orta sehpaya bırakıp Yağız'ın elini kendime çektim. Elindeki kanlı sargıyı sehpaya koyduğumda, gözleri hâlâ benim üzerindeydi. Bana bakarken elim ayağım birbirine dolanmış gibi hissediyordum.

Bir tane peçete koparıp kâsedeki suya hafifçe batırıp ıslattıktan sonra kana bulanmış elini sildim. Ardından kuru bir peçeteyle kuruttum.

Gözleri hâlâ benim üzerimdeyken, rahatsız olacağımı belli edercesine boğazımı temizledim. Bu mesajımı almış olmalıydı ama etkisi olmamıştı. Bakışları hâlâ benim üzerimdeyken:

"Bana bakmayı kes artık."

Batikonu alıp eline döktüğümde, bakışları devam etmekteydi. Diğer eli saçıma gittiğinde, tokayı kavrayıp saçımdan çekti. Saçlarım omuzlarımdan aşağıya dökülürken, ne yapmaya çalıştığına anlam vermek için ona dikkat kesilmiştim.

"Saçlarını sakın kesme."

Başımı iki yana sallayarak gözlerinin en derinine baktım.

"Niyeymiş o?"

Alnıma düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Bilmiyorum, uzun saçın sana daha çok yakıştığına eminim. Ben seni her halinle seviyorum ama saçının uzun olması hoşuma gidiyor."

Gülümseyerek başımı utançla önüme eğdiğimde, eline pansuman yapmak için gazlı bezi alıp makasla kestim.

Eline bir kat bez sardığımda, ikinci kat daha sarıp bağladım. Bu zamana kadar yaptığım ikinci pansuman olduğu için pek de güzel iş çıkarmamıştım ama yine de elimden geleni yapmak için uğraşmıştım. İlk kez pansumanı kendime, hapishanede Yağız camla avucumu kestiğinde yapmıştım.

"Hapishanede avucumu kestiğin zamanı hatırlıyor musun?"

Elini elimden çekip ayağa kalktı.

"Bilerek olmamıştı."

Ben de onun gibi ayağa kalktığımda gözlerime baktım. Gözlerimden pişmanlık duygusunun geçtiğini görebiliyordum. Dudaklarını aralayıp konuştu.

"Yarın seni okula ben bırakmayacağım, işim var. Uraz Arjin ile seni bırakır."

Ne işi olabilirdi? Gözlerimin önüne defalarca kez gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

"Ne işin varmış senin?"

Gözlerini kıstığında yüzü tekrar sinirli halini aldı.

"Bugünkü gittiğimiz mağazaya gidip oradaki ibnenin işini bitireceğim."

Gözlerimi irice açtım.

"Ne yapacaksın ona?"

Elini saçlarından sinirle geçirdi.

"Onun aklına gelmeyecek işkenceler yapacağım. Yalvarmasıyla tatmin olduktan sonra onu öldüreceğim."

İrice açılmış gözlerim daha açıldığında, vücudumu saran korku ve nefret ile:

"Nasıl ölüm konusunda bu kadar rahat olabiliyorsun? Sana inanamıyorum Yağız. Bu kadar mı taş kalplisin!"

Belimden tutup çekmesiyle, gözleri sinirle beni buldu. Vücudumu bedenine sertçe bastırıp yüzünü yüzüme yaklaştırdığında korkuyla gözlerimi kapadım.

"Sevdiğim kadına işkence yapacağını söyleyen birisine nasıl davranabilirim?"

Kükreyerek söyledikleriyle bir anlık açılan gözlerimi tekrar refleksle kapattım. Yağız'ın yapacaklarından ve olacak bütün her şeyden korkuyordum. Hayatımda ilk kez yaşadığım bu adrenalin karışımı olan korkuyla, dudaklarım titremeye başladı.

Dolan gözlerimi açtığımda, Yağız'ın sinirli yüzü gerilmişti.

"Hadi ama, ağlayacak mısın?"

Ağzımdan bir hıçkırık kaçtığında, beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Saçlarımı okşarken sarılmasına karşılık verdim. Anne ve babamın beni terk ettiğini öğrenmem, aynı gün içinde biri tarafından tehdit edilmem ve Yağız'ın öldüğünü iddia eden kâğıtla karşılaşmak bana fazla gelmişti.

"Ağlama lütfen, ben buna dayanamam."

Söyledikleri istemsizce kalbimde kıpırtılar meydana getirmişti. Burnuma değen gömleğinden duyduğum koku ile gözlerimi kapattım. Sarhoş edici kokusuyla başa çıkmak mümkün değildi.

Her ne kadar istemesem de, benden ayrıldığında ben de ondan ayrılmıştım.

"Lütfen o adamı öldürme. Hem yarın ben de seninle gelmek istiyorum. O adamın amacını duymayı ben de istiyorum. Ne olur buna izin ver."

Düşünceli bir hâl takındı. Ondan gelecek cevabı bekliyordum. İstemeye istemeye başını sallayarak:

"Tamam."

İzin vermesine sevinmiştim. Bana mesaj atan adamla yüzleşmeyi istiyordum. Özellikle de bu yaptıklarının amacını öğrenmeyi.

"Geç oldu, artık yatmalısın."

"Peki ya sen?"

Saçımı işaret parmağıma dolayarak bukleler oluşturuyordu. Dokunmasıyla diplerinde alevler oluşan saçlarımla oynamaya devam ederken:

"Tabii, ben de yatacağım. Ama seninle birlikte uyumak şartıyla."

Göz kırparak söyledikleriyle her ne kadar utanmış hissetsem de gülümseyerek başımı salladım. Saçlarımda dolanan eli, elime değdiğinde vücudumu yayılan sıcaklıkla tuhaf hisler içine girmiştim. Elimden tutup salonun merdivenlerine yöneldiğimizde:

"Şu medikal malzemeleri kaldırayım bari."

Kafasını olumsuzca sallayarak:

"Emine anne sabah uyandığında kaldırır."

Merdivenlerden çıkarken, Yağız'la çıkardığımız bunca gürültüye rağmen ev halkının hâlâ uyanmamasına şaşırmıştım. Yağız'a baktığımda hâlâ sinirli olduğunu görmek mümkündü.

Anlaşılan o ki, duygularını yansıtmayı pek sevmiyordu. Ya da ben öyle düşünüyordum. Loş ışık saçan abajurların bulunduğun koridordan geçerken, ışığın etkisiyle yüzünü gölgeleyen uzun köpeklerinin gölgesi onun olduğunda daha karizmatik gösteriyordu.

Elimi tutan eli gevşeğinde, Yağız'ın odasının önüne gelmiştik. Daha doğrusu odalarımızın önüne.

Elini yüzüme uzattığında yanağımı okşadı.

"İstersen üstünü giy. Seni bekliyorum."

Göz kırparak söylediklerine yalnızca başımı sallamıştım. Eğer o konuşmasaydı, kendimde konuşacak cesareti asla bulamazdım. Belki de sonsuza kadar susabilirdim.

Yanımdan ayrılıp odasına girdiğinde vakit kaybetmeden ben de odama girdim. Hâlâ açık olan odamın ışığı sayesinde her yer aydınlıktı.

Geniş çaplıca etrafıma baktığımda, gardrobun önünde bulunan yerdeki alışveriş poşetine gitti bakışlarım.

O an ki yaşadığım tramva tekrar gözlerimin önünden akıp geçmişti. Anlam vermekte zorlanıyordum. Beynimde yankılanan soruları defalarca kez kendime soruyordum. Beni hiç tanımayan mağaza görevlisinin benimle ne işi olurdu? Amacı da neydi böyle?

Aklımın karmaşıklığıyla gardroba yaklaştım. Yerdeki alışveriş poşetini aldıktan sonra buruşturup odanın köşesinde bulunan siyah fileli çöp kutusuna attım.

Bu odada yaşadığım son olayları anımsadığımda sinirlerim iyice gerilirken, daha fazla zaman kaybetmemek adına gardrobtan şirin görünen mor pjama gecelik takımını çıkardım.

Her ihtimale karşı odanın kapısını kilitlendiğimde üzerimdeki eşofman her ne kadar rahat olsa da, uyurken pek rahat olamayacağını düşündüğümden çıkarmıştım.

Yatağın üzerindeki geceliği alıp giydiğimde, çıkardığım eşofmanı düzgünce katlayıp yatağın üzerine koydum. Tüm işim hâllolduktan Sonra makyaj aynanın karşısında geçtim. Masanın üstündeki tarağı alıp saçlarımı gelişi güzel taradım.

Sanki çok önemli bir insanın karşısına çıkacakmış gibi ya da iş görüşmesine gidecek gibi heyecanlıydım. Staja gideceğim ilk gün bile bu kadar heyecanlı olduğumu hatırlamıyordum.

Derin nefes alarak elimdeki tarağı makyaj masasının üzerine bıraktım. Aynadan kendime son bir kez bakıp odadan çıktım.

Yağız'ın odasına girdiğimde, odası boştu. Ancak banyodan gelen su sesiyle duş aldığını anladım. Yatağa geçip oturduğumda odayı inceledim. Neden siyah rengin bu odada bu kadar baskın olduğunu anlamamıştım. Siyah rengi bu kadar çok mu seviyordu yoksa?

Çok geçmeden banyonun kapısı açıldığında, siyah eşofman altı ve beyaz tişört giymişti. Banyodan yeni çıktığından dolayı üzerine yapışan beyaz tişörtten ötürü vücut hatları bariz belli oluyordu. Kafamı şaşkınca iki yana sallayıp başımı eğdim.

"Gelmişsin."

Başımı hâlâ öne eğikken salladım. Yanıma oturup kolunu boynuma dolayıp kafasını yüzüme eğdi.

"Film izleyelim mi güzellik?"

Her ne kadar neşeli söylemeye çalışsa da, keyifsiz olduğu sesinden bile anlaşılıyordu. Gözlerimi ona çevirip, başımı onaylarcasına sallayarak:

"Olabilir."

Zoraki bi gülümsemeyle ayağa kalktı. Yatağın tam karşısında bulunan televizyonun yanına gidip, ünitenin üstündeki kumandayı aldı.

"Hangi tür olsun?"

Düşünmeden direk "Korku filmi olsun," diyerek cevap verdim. Televizyonu açıp bir korku filmi seçti.

"Bunu izleyelim mi?"

Her ne kadar filmin içeriğini bilmesem de:

"Olur."

Filmi başlattığında elinde kumandayla yanıma geldi. Duruşu soğuk ve neşesizdi. Ortamı biraz da olsa yumuşatmak adına ayağa kalktım. O ise yatağa çoktan oturmuştu.

"Ne yani? Kuru kuru mu izleyeceğiz?"

Kaşları yukarıya havalandı. "Ne yapmamız gerekiyor ki?" Yüzüme büyük bir gülümseme yerleştirerek:

"Mısır patlayacağım tabii. Mısırsız film mi izlenirmiş."

Yani aslında izlenirdi ama yinede filmi mısırla izlemeye bayılırdım. Filmin tadı böyle daha çok çıkıyordu.

"Boşver mısırı falan, yanıma gel. Zaten gün bugün seni az gördüm. Daha fazla özletme kendini."

Şaşkınlıkla gözlerim aralandığında gülümsedim. "Yok artık, gün boyunca seninleydim. Sadece birkaç saat ayrıydık. Ayrıca mısır patlatmam beş dakikamı bile almayacak. Özlenecek bir durum yok."

O da benim gibi gülümsedi. "Olsun. Yine de ben seni, benden ayrı kaldığın her saniye boyu özlüyorum. Eğer beni sevmiş olsaydın, bu dediklerim sana yabancı gelmezdi."

Kısa sürekli olarak gözlerinden hüzün geçti. Ama bu pek uzun sürmedi ve kendini hemen toparlayarak yine eski ciddi haline büründü.

"Tamam o zaman, ben mısır patlatmaya gidiyorum."

Filmi durdurduğunda çoktan odadan çıkmıştım. Ara ara da olsa, onu sevmediğimi dile getirmesi canımı acıtıyordu. Onun sevgisine karşılık vermemem onun da canını acıtıyor muydu?

Mutfağa girdiğimde patlatmak için mısırı aramaya koyuldum. Birkaç dolabı karıştırdıktan sonra, üst dolapların birinde bir cam kavanozun içerisinde bulunan mısırı almak için parmak uçlarımda yükseliyordum ama ne yazık ki nafile.

Kendimi daha da zorlayıp cam kavanoza ulaşmak için elimi olabildiğinde uzatıyordum. Fakat önce belime sarılan bir el hissettiğimde irkilip kendimi geri çekecekken, onun eli hâlâ belimdeyken diğer elini mısır kavanozuna uzatıp rahatlıkla aldı.

Geri çekildiğinde dolabın kapağını kapattım. Buraya gelmesine şaşırmıştım. Yani en azından tahmin etmemiştim. Mısır hâlâ onun elindeyken vermesi için elimi uzattım.

"Ver."

Başını iki yana sallayarak muzipçe sırıttı. "Önce bunun bedelini vermen gerekiyor."

Kafamı kaşıyarak:

"Ne bedeli?"

İşaret parmağıyla kendi dudağına birkaç kez vurarak:

"Öpücük bedeli."

Gözlerimi devirip elindeki kavanoza uzandığımda, elini ulaşamayacağım biçimde yukarıya kaldırdı.

"Eğer öpücük bedelini ödemezsen alamazsın."

Sırıtarak söyledikleri daha çok utanmama sebebiyet vermişti. Öpecek miydim onu? Kurumuş dudaklarımı yaladığımda, bakışları şehvetle dudaklarıma indi.

"İstersen bunun bedelini  sana tokat atarak ödeyebilirim."

Burun kıvırarak omuz silktikten sonra sırıttı.

"Sonunda öpücük varsa neden olmasın?"

Karşımda bunları nasıl bu kadar rahat söyleyebildiğine hayret etmiştim. Hiç mi utanması yoktu.

"Sinirlendirme beni Yağız. Ver artık şunu!"

Kavanozu tezgâhın üzerine bırakıp hızla yanıma yaklaştı.

"İyi, sen öpmezsen bu öpücüğü nasıl alacağımı iyi bilirim ben."

Kalçamdan tutup havalandığımda beni tezgâha oturttu. "Ne yapıyor-"

Söylediklerimi devam ettirmeme dudakları engel oldu. Her iki eli belimde, dudakları ise dudaklarımdaydı. Bir gören olacak endişesiyle tedirgindim. Ancak o, oldukça rahattı. Umarım biri uyanıp mutfağa gelmezdi. Yoksa utançtan yerin dibine girerdim. Ancak Yağız'ın pek de utanacağını zannetmiyordum.

Dudakları dudaklarımda gezinirken, boşta kalan ellerimi omuzlarına koydum. Büyük bir açlıkla dudaklarımdan ayrılırken:

"Karşılık ver."

Gözlerine bakmaya utandığım için bakışlarım mutfağın yerdeki fayanslarındaydı. Alt tarafı mısır patlatmak için gelmiştim buraya. Bu öpüşme olayı da nereden çıkmıştı? Boğazımın kuruluğuyla yutkunğumda, çenemden tutup kendisine bakmamı sağladı.

"Kaç kere söyleyeceğim? Utanma benden artık güzelim."

Son söylediği güzelim kelimesi, midemde uçuşan kelebekleri daha da harekete geçirmişti. Kalbimin çarpıntısı sanki aralıksız saatlerce koşmuşum gibi hızlanırken, yanağımı okşuyordu. Gözlerinin içine baktığımda hayatımda ilk kez birinin gözlerine bu kadar uzun bakmıştım. Ve hayatımda ilk defa birinin gözlerinde bana karşı barındırdığı sevgiye şahit olmuştum.

Utanmanın en zirvelerini yaşarken, yine de gözlerinin en derinlerine bakmaya çalıştım. Nefesi yüzüme çarpıyordu. Dudaklarımın üstünü dudaklarıyla tekrar örttüğünde, dudaklarıma değen sıcak dudaklarıyla aklımı başımdan almıştı. Beni acemice öpmesiyle dudaklarım yukarıya kıvrıldı. Evet, ilk öpücüğümü almış olabilirdi ama onun dudaklarına da ilk kez benim dudaklarım değmişti. Ve kabul edilmeli ki, ikimizde öpüşme konusunda çaylaktık.

Fakat acemi öpüşü bile, beni kendimden geçirmişti. Alt dudağımı dişlediğinde hareketsiz dudaklarım hareketlendi. Bu yaptığı canımı acıtmamıştı. Öpüşüne karşılık vermeye çalışıyordum. Parmaklarım ense saçlarına gittiğinde orada oyalandı. Nefes alamıyormuş gibi de hissediyordum. Ne de zormuş bu öpmek. Hem utanıyorsun, hem nefessiz kalıyorsun. Ve bu konuda çaylak isen her şey daha da zorlaşıyordu. Fakat karşımda duran adamın tenine dokunmak bana haz veriyordu.

Eskiden öpüşme olaylarından midesi kalkan Erva'ya ne olmuştu şimdi? O Erva'dan eser yoktu. Bu yaptığıma kendim bile inanamıyordum. Kahretsin! Evet, onun beni öpmesinden ve onu öpmekten hoşlanıyorum. Bunu kendime itiraf ederken, dili dudaklarımda gezindi. Sertçe öptüğünde ağzımdan bir inilti çıktı. Panik yaparak geri çekildi.

"Özür dilerim, canını yakmak istememiştim."

Parmaklarım hâlâ ense kökündeydi. Saçlarında hareket ettirdim parmaklarımı. Saçlarıyla oynarken bundan hoşlanmış gibi sırıttı.

"Canım yanmadı zaten."

Söylediklerim onu daha da gülümsetti. Başını yana yatırıp gözlerini kapadı. Parmaklarım hâlâ saçlarında dolanıyordu. Mayışmışcasına konuştu.

"Şu yaptığın şeyden hoşlandım."

Daha önce saçını kimse okşamamış mıydı? Eğer böyle bir şey olmuş olsaydı bundan hoşlanıyorum derdi.

"Daha önce saçını kimse okşamadı mı?"

Kapalı gözlerini açıp bana baktı. Dudaklarını yalayıp konuştu.

"Hayır."

Şaşkınca dudaklarımı araladım. Aslında neden şaşırıyordum ki? Benim de saçımı ilk kez Yağız taramıştı. Anneler okula giderken kızlarının saçlarını en güzel şekilde bağlarlardı. Fakat küçükken saçlarımı ben yarım yamalak bağlayarak okula giderdim.

Arkadaşlarım en güzel tokları takararak saçları güzelce toplanmış şekilde okula gelirlerdi. Onların aralarında çok utanırdım. Hatta zaman zaman, öğretmenimin okulda bana acıyıp saçımı topladığı da oluyordu. Ne zor bir çocukluk geçirmiştim. Acısını hâlâ çekiyordum. Gerçek annem çocukluğumda yanımda olmuş olsaydı, saçlarımı bağlar mıydı? Okşar mıydı?

"Biliyor musun? Benim de saçımı ilk kez sen taradın."

Hatırladığıma göre Yağız'la evlendiğimiz ilk günün akşamında o saçlarımı taramıştı. İlk başta nefret etmiştim onun bana dokunmasından. Ama şu an bana dokunması ve ona dokunmak hoşuma gidiyordu.

Sinirle yüzü gerilip çenesi seğrildi.

"Saçlarını tek tarayan ve dokunan da ben olacağım."

Sinirlenmesiyle gözlerimi devirdim. Her an nasıl bu kadar sinirlenmeye hazır olabiliyordu? Öfke dolu bir fıçı gibiydi.

Mutfağa geliş amacım aklıma geldiğinde boğazımı temizledim.

"Mısır patlatacağım."

Başını sallayıp geriye çekildi ve elini uzattı. Elinden destek alarak dezgâhın üzerinden indim.

"Sen git, ben geliyorum."

Başını iki yana salladı.

"Hayır, ben de burada bekleyeceğim seni."

Mutfak masasına geçtiğinde dezgâhın üstündeki cam kavanozu aldım. Bileğimdeki tokayla saçlarımı tepeden topuz yaparak bağladım.

"Yardım etmemi ister misin?"

"Hayır, gerek yok. Ben yaparım."

Yağız'ın gözleri benim üzerimdeydi. Yanımda olması hoşuma gitse de, bakışlarının odağı olmak beni rahatsız etmişti.

Dolaptan çıkardığım kâseye koydum patlattığım mısırları. Yağız'a baktığımda ayağa kalktı. Mutfağın ışığını kapatıp çıktık.

İkimiz de yatağın başlığına yaslanırken, üzerimizde ince battaniye örtülü, birbirimize yaslanıp patlattığım mısırları yiyerek film izliyorduk.

Bu filme bayılmıştım. Yerli bir korku filmiydi ve ilk başları bana saçma gelse de, ortaları güzel ilerliyordu. Yağız'ın mısırı pek yemediğini fark ettiğimde yüzümü ona çevirdim.

"Neden yemiyorsun? Beğenmedin mi yoksa?"

Bakışlarını filmden ayırıp bana çevirdi.

"Hayır, güzel yapmışsın."

Ağzıma bir mısır daha atarak:

"Sen de bir alemsin. Neden yemiyorsun o zaman?"

Başını yana yatırıp gözlerini dudaklarıma indirdi. Eş zamanlı olarak benim de gözlerim onun dudaklarına kaymıştı.

"Dudaklarının tadını aldıktan sonra, sanırım yediğim hiçbir şey bana haz vermeyecek."

Kafamı çevirip filme odaklamak için kendimi zorladım. Zamansız romantikleşmesi beni aşırı utandırıyordu. Ona bakmıyordum ama bana gülümsediğini hissedebiliyordum.

Film çok korkunç ilerliyordu ve bu da beni fazlasıyla memnun ediyordu. Yağız'dan hiç ses gelmeyince bakışlarımı ona diktim. Gözlerinin kapalı olduğunu görünce:

"Yağız, uyuyor musun?"

Ses gelmedi. Esnediğimde daha fazla oyalanmamam gerektiğini düşünüp filmi kapattım. Yatağın üstündeki mısır kâsesini siyah şifonyerin üstüne koyduktan sonra yağlı ellerimi yıkamak için banyoya ilerledim.

Ellerimi yıkadıktan sonra tekrar içeriye geldim. Göz kapaklarım kapanmak için ısrar ederken, kendimi Yağız'ın yanında buldum. Diğer tarafa uzandığımda onu incelemeye koyuldum. Sağ elini başının altına almış ve benim tarafıma dönüp uyumuştu. Yüzü bana dönüktü.

Uzun kiprikleri, hokka burnu ve dolgun dudakları... Nefes kesiciydi.

Onun yanına sokulduğumda başımı çenesinin altına dayadığımda, yanımda hareketlilik hissettim. Diğer eliyle belimi kavrayıp beni kendine çekti. Göz kapaklarıma daha fazla engel olamadım. Ve sonrası karanlık...

Gözlerimi açıp uyandığımda Yağız yoktu. Karşı duvardaki saate baktığımda vakit çoktan on bir olmuştu. Bu kadar çok mu uyumuştum? Tabii, gecelere kadar yatmazsam geç kalkardım. Yağız'ın gitmediğini umarak hızla ayağa kalktım. Onunla birlikte bana mesaj atan kişinin yanına gidecektik. Ama beni beklemeden gitmiş de olabilirdi, bilemiyorum.

Odama hızlıca girdiğimde gardrobtan kapri kollu kot gömlek ve siyah dar pantolon seçip banyoya girdim. Seçtiklerimi giydikten sonra geceliğimi kirli sepete attım.

Elimi yüzümü yıkayıp kuruladıktan sonra tekrar odaya giriş yaptım. Makyaj masasına geçip saçımı olabildiğince hızlı taradım. Saçlarımı hızla tepeden bağladım. Yüzüme fondateni sürüp, kipriklerime rimel sürme işini de hallettikten sonra artık hazırdım.

Gardorbun diğer köşesindeki çantamı aldım. Bugün hangi dersler var bilmiyordum ama ben bütün kitapları çantaya koymuştum. Programa bakacak zamanım yoktu. Çantayı sırtıma alıp odadan çıktım.

Aşağıya indiğimde volta atarak beni bekleyen Yağız'ı görmemle derin bir nefes verdim. Şükürler olsun, gitmemişti. Yanına yaklaştığımda gözleri bana döndü.

"Kahvaltını yap."

Göz devirerek çantamı koltuğun üstüne bırakarak söylendim.

"Sana da günaydın."

Elimden tuttuğunda verandaya ilerledik. Kahvaltı masasında Arjin hariç herkes vardı. Herkese günaydın dedikten sonra:

"Arjin nerede?" dediğimde tost yiyen Emira'nın bakışları bana döndü.

"Günaydın Erva, Arjin'in dersi bugün erken başladı. Öğlen evde olacak o."

Başımı sallayıp masaya oturdum. Yağız da oturduğunda Serhat masanın üstündeki kâğıdı alıp bana uzattı.

"Bu ne?"

Elindeki kâğıdı alırken:

"Dün derste işlediğimiz konular ve notları."

Başımı sallayıp teşekkür ettim. Kâğıdı katlayıp cebime koydum. Kahvaltı yaparken herkes birbiriyle sohbet ediyordu. Melda hanım beni soru yağmuruna tutmayı ihmal etmemişti tabii.

Gözlerim Ceren'e sinirle giderken, o ise sanki üniversiteye değil de başka bir yere gidiyormuş havasında giyinmişti. Dudağına sürdüğü ağır mor ruja bakınca tiksinmiştim.

Bir daha mor renk görmek istemiyordum. Üstü inceydi ve vücut hatlarını bilerek ortaya dökmek için yakasının düğmelerini açmıştı. İçimden sabır çekerek kahvaltıma döndüm. Bu kadar ılık bir havada yakasını sonuna kadar açmasının tek bir açıklaması vardı.

Uraz'a bakarak yakasını silkeledi. Ağzını yayarak:

"Of çok sıcak."

Fakat bu Uraz'ın umrunda bile değildi. Ceren, Uraz'ı etkileyememenin üzüntüsüyle arkasına yaslandı.

"Heyecanlı mısın?"

Emira gülümseyerek başını salladı.

"Evet, hem de çok."

Kaydını yeniden açtıracağı için heyecanlı olmalıydı.

Uraz'ın yüzü gerilip çenesi seğirirken Ceren konuştu.

"Urazcığım tuzu uzatır mısın?"

Emira'nın sevinci kaybolurken yerini hüzün aldı. Ceren'in yanında tuzluk olmasına rağmen, Uraz'ın yanındaki tuzu istemesi de büyük ironiydi. Uraz kafasını tabağından kaldırmadan:

"Zaten yanında tuz var. Oradan alabilirsin."

Uraz'ın söyledikleriyle Ceren'in yüzü düşerken ben içten içe seviniyordum. Üzülmesi beni mutlu ediyordu çünkü kendisi tam bir yılışıktı. Kahvaltımızı ettikten sonra Yağız'la kalktık. Emira da bizimle birlikte kalktı.

"Sen gelmiyor musun Serhat?"

Serhat, Yağız'ın söyledikleriyle ayağa kalktı.

"Benim holdingde işim var. Bitirdikten sonra okula gelirim."

Yağız onun dediklerine başını salladığında, ev halkıyla vedalaştık. Verandadan çıktığımızda Ceren ve Uraz da arkamızdan geliyordu. Koltuğun üstündeki çantamı aldıktan sonra kapıya doğru ilerledik

"Beni okula sen bırakır mısın Uraz?"

Arkamı dönüp Uraz'a baktığımda yüzündeki sıkılmış ifadeye bakıp gülümsedim. Beni bundan kurtar dermiş gibi bana bakıyordu.

"Uraz'ın işi vardır Cerenciğim, bence sen bizle gelmelisin. Ne de olsa aynı yere gidiyoruz değil mi?"

Uraz adımlarını hızlandırarak yanıma yaklaşıp kulağıma:

"Çok sağol," diye fısıldadı.

Başımı gülümseyerek ona salladım. Yağız'ın yanına hızla ilerleyip elini tuttum. Bu yaptığıma ilk başta şaşırsa da, onun da elleri sıkıca ellerimi kavradı.

Mağazanın önüne geldiğimizde Yağız'la indik. Emira ile Ceren'i arabada baş başa bırakmıştık  maalesef. Umarım içerideki işimiz uzun sürmezdi çünkü Emira'nın bu yılışık kıza benim yüzümden katlanmasını istemiyordum.

Alışveriş merkezine hızla girip dünkü mağazaya girdik. Ben çok tedirgindim fakat Yağız çok sinirliydi.

"Nerede buranın kasa görevlisi?!"

Sinirle söyledikleri çalışanları korkutmuştu, beni de. Etrafıma dikkatlice baktım ama dünkü adamı göremedim. Bir çalışan kız konuştuğunda gözlerimiz ona döndü.

"O burada yok."

Yağız daha da sinirlendiğinde sakin olması için omzuna dokundum fakat ona etki etmiyordu.

"Nasıl burada yok lan?!"

Çalışan kız korkuyla ve kekeleyerek cevap verdi.

"O-o öldü."

Yağız gözlerini kıstığında benim ağzım açık kalmıştı. Bu nasıl olurdu? Darlandığımı hissederek derin nefesler aldım.

"Ne demek öldü?"

Kız gözlerini bana çevirip cevap verdi.

"Geceleyin evinde ölü bulunmuş. Polisler cinayetten şüpheleniyor. Biz de cinayet mi değil mi diye otopsi sonucunu bekliyoruz."

Kalbime giren ağrıyla Yağız'ın koluna sarıldım. Bana o kâğıttakileri yazan ve mesajı atan da kasa görevlisi değildi. O sadece bu olayın parçası olmuştu. Dün, Yağız'ı aramak için mağazadan çıktığımda koymuştu o poşete kâğıdı. Ve okuduktan sonra kasa görevlisinden şüpheleneceğimizi bildiği için de onu öldürmüştü.

Benim yüzümden olmuştu, benim yüzümden. Kendimi suçlu hissediyordum. Bana mesajı atan kimdi ya da benden ne istiyordu bilmiyorum ama istediğini alana kadar vazgeçmeyecekti! Bu kişi benden istediğini almak için birini öldürmeyi bile göze almıştı. Gözlerim dolarken bakışlarımı mağazanın dışına çevirdim.

Dışarıda beni buz mavisi gözleriyle izleyen kapüşonlu birini gördüm. Başı yere eğik olduğu için yüzünü göremiyordum. İşaret parmağıyla boğazını kesmiş gibi yaptığında sertçe yutkundum.

Yağız'a dönüp ona gördüklerimi anlatacaktım ki, adam belindeki silahı çıkarıp namluyu Yağız'a doğrulttu. Kalp atışlarım hızlanırken bunu yapmaması için başımı iki yana salladım. Elindeki silahı indirip işaret parmağını dudaklarına bastırdı. Eğer yapmamı istemiyorsan sus der gibiydi.

Yaşadıklarım artık bana fazla gelmişti. Yere yığılacakken, son hatırladığım Yağız'ın beni güçlüce tuttuğuydu. Ve gerisi zifiri karanlık...

Continue Reading

You'll Also Like

31.6K 1.6K 18
''İntikamın Gölgesinde Aşk'' (Son Bir Umut adlı kitabımın devam kitabıdır) Armani, İtalyan mafya dünyasının soğuk ve karanlık lideri. Türk kökenli ta...
13.6K 532 31
Ender ve Kayanın Hikayesinde Londradan Sonra...
484K 15.2K 24
(Cinsel içerikli sahneler, yaş farkı ve daddy isuess içermektedir.) Ölü çocukluklar yaşamaya devam eden ölü insanlar doğurur... Kapak @-necirvan a ai...
35.1K 2.7K 10
Min Yoongi'nin beni, onun yaptığı şeyi yanlışlıkla gördüğüm için cezalandıracağını hiç düşünmemiştim. Asıl sorun bu cezayı sevmemdi.