Bu Yüzden, | Yizhan

By Sibylvanea

35.9K 3.3K 8K

Xiao Zhan bir sabah haberleri açtığında 3 yıl önce Çin'de bıraktığı, terk ettiği nişanlısını ve onun varlığın... More

1| Örttüm Gecenin Üstünü Sen Uyurken
3| Bir Sen Miydin Yoksa Bana İyi Gelen
4| Hâlâ Kapanmamış Yaram
5| Bir Sen Miydin Yoksa Bana Her Şeyi Veren
6| Hâlâ Yok Beni Anlayan
7| Bu Yüzden Aramadım Kimseyi
8| Yerine Koyamadım Bu Gece Hiç Kimseyi
9| Bu Yüzden Gidemedim Senden
10| Vazgeçmedim Bu Kez Bizden
11| Benim.
12| Beni sevdi, Benden kaçtı
13| Cehennemden Betermiş, Seni Kazanmak İçin Senden Uzaklaşmak
14| Bizler İki Ayrı Uçurum, Gökyüzünü Seyre Dalan Bir Kuyuyuz
15| Nasıl bıraktıysan bir kez daha gidersin.
16| Zamansız gidermişim, yarım bırakırmışım.
17| Sana tutunmak istemiştim, Hem de sana rağmen.
18| Bir daha asla fotoğrafını koyamayacağımı düşündüğüm çerçeve.
19| Ellerimden kayıp gidiyordun, oysa hiç bende değildin ki.
20| Final - Bekliyorum, Öyleyse Y̶o̶k̶s̶u̶n̶

2| Kokladım Sabahı En Saf Yerinden

1.7K 210 492
By Sibylvanea

"Hangi yüzle buraya döndün?"

Yaşlı adam aksi sesiyle önünde duran oğluna kısa bir bakış atıp eline aldığı sanat dergisini okumaya geri döndü. Sabah olmuştu. Xiao Zhan'ın 3 yıl sonra habersizce çekip gittiği gibi yine bir gece geri dönüşü Cheng ve Yanli haricindekileri büyük bir şoka uğratmıştı. 

Zhan suçlulukla ellerini önünde birleştirmiş, yüzüne bakmaya tenezzül etmeyen babasının önünde yıkılmaya hazır, her an enkaza dönüşebilecek bir halde duruyordu. Ana salonun ortasında beklerken bile gözleri yerden bir kez bile kalkmamıştı. Derin bir nefes alıp iç çekti. 

Babasına ne demeliydi? hangi kelimeler, hangi afili sözcükler içindeki bitmez tükenmez savaşı eksiksizce tanımlardı, bilmiyordu.

 "Özür dilerim Ba-"

"Özür mü dileyeceksin utanmadan! Ailemizin itibarını iki paralık edip cehennemin dibine giderken bir özürle mi halledecektin, Öyle mi?" Babası elindeki dergiyi hışımla koltuğun hemen yanında duran sehpaya fırlatıp ayağa kalkmış, burnundan kayan gözlüğüne aldırmadan korkuyla bakışlarını yerde tutan oğluna bağırmıştı. 

"Tam 3 yıl! 3 yıl boyunca hepimizden kaçtın. 3 yıl boyunca arkadaşımın yüzüne bir kez bile bakamadım senin yüzünden! Neden biliyor musun? Çünkü oğlunu terk edip gittin. Nişanlını bırakıp ne idüğü belirsiz şehirlerde sürttün. Özür mü diliyorsun bir de küstahça? Defol git evimden!"

Genç oğlan göz pınarlarından düşen damlalarla sesini çıkarmadan gözleri yerde babasının yüreğine değdirdiği o sözleri dinledi. Sadece dinledi. Haklıydı babası. Wang amca babasının en yakın arkadaşıydı. Yibo'nun babası her zaman kendisine öz oğlu gibi davranıp onu kendi babasından daha çok sahiplenmişti. Hatta Zhan'ı o kadar sahiplenmişti ki Yibo ile nişanlanmasını isteyenlerden ilk kişi bile olabilirdi.

Fakat şimdi Zhan onu sahiplenen adamın oğlunu böyle terk edip gitmişken nasıl eskisi gibi olurdu her şey? 

"Defol dedim! Gözüm seni görmek istemiyor. Ailenin yüz karası olmaktan başka bir şey yapmadın. Git!"

Babasının gür sesi salonda büyük bir yankı bulurken, salona koşar adımlarla gelen Yanli kardeşinin hemen yanında durup babasına yalvaran gözlerde baktı. "Daha yeni geldi baba. Görmüyor musun halini? A- Zhan'ı dinleyelim bir kez. Lütfen."

"Sen karışma! Hiçbir şey duymak istemiyorum." Bay Xiao gözleri dolmuş Zhan'ın incelmiş bedenine kolunu siper eden kızına gürledi. Ancak o an babasının sesini tek bir ses kesmişti. Gür değildi, aksine yorgun ve kırgındı. Yine de babasını susturabilecek tek ses onun sesiydi.

"Karışma oğluma."

Bitkin olduğu belli olan kadın diğer oğlu Cheng'in yardımıyla merdivenleri yavaş adımlarla inerken yüzünün aksine gözleri ışıl ışıl, oğluna olan özleminden dolayı kavruk bir kahve rengini almıştı. Zhan annesinin sesini duyduğu an sabahtan beri eğik duran başını kaldırıp gözlerinden akan yaşlarla annesine baktı. Annesini çok...çok özlemişti. 

Annesi gülümseyerek oğluna yaklaşırken Cheng'in kollarından hafifçe sıyrılıp Zhan'a kollarını açtı. Babası sinirle solurken Yanli göz yaşlarını tutamamış birbirine özleminden dolayı erimiş iki bedene bakarken hıçkırmıştı. Bir sabah Zhan arkasına dönmeden çekip gittiğinde annesi oğlunun amacını anlayıp tıpkı oğlunun acısını kendisiyle beraber başka bir ülkeye götürüp gözlerin prangasından sıyrıldığı gibi, acısını yüreğine gömmüştü.

"Oğlum benim, Zhanım... Seni çok özledim. Neredeydin, anneni bıraktın gittin?"

Annesi hıçkırıkları arasında konuşup sarıldığı bedenin ensesini okşarken Zhan yıllardır uzak kaldığı annesinin kokusunu derince soluyup kollarını sıkı sıkı sarmıştı. Ağzını açamıyordu. Beni sevmeyen bir adamı sevdiğim için gözlerinin içine bakıp reddedemedim diyememişti. Aileler arası ayarlanan bu evlilik basına bile duyurulmuşken gitmekten başka çaresi yoktu. Zaten Yibo ile anlaşıp nişanı bozsaydı bile yine bu ülkeden kaçıp giderdi.

Sesini çıkaramazken annesi onun içindekileri duymuş gibi kaşının hemen üstünden öpüp oğlunun elinden tuttu. Kocasına döndüğünde Zhan'a bakan şefkatli gözleri gitmiş, kuzguni gözleri karşısındaki gözleri paramparça edecekmiş gibi sertleşmiş; güzel kadının kaşları çatılmıştı.

"Zhan bizim çocuğumuz. Oğlumu kovamazsın, hiçbir yere gitmiyor." Annesi hâlâ sıkı sıkı elini tutarken Zhan'ın sol gözünden bir damla firar etti. Böyle bir kadını nasıl ardında bırakıp gitmişti? Ne kadar genç ne kadar aptaldı. Nankör bir evlat oluşu yüzüne bir tokat gibi çarpmıştı yine.

"Nasıl bu kadar çabuk affedebilirsin? Bu çocuk üç yıldır bir kez bile annesini babasını sormayı aklına getirmezken-"

"Ne yaparsa yapsın oğlumuz. Ben oğlumu hiçbir yere göndermiyorum." Annesinin gözleri o an kendisine döndüğünde Zhan göz pınarlarındaki ıslaklığa rağmen elini sıkı sıkı tutan bu kadına kocaman gülümsedi. 

Fakat babasının pes etmeye niyeti yoktu. Hâlâ sinirli gözlerini Zhan'ın üstünden çekmemişti.

"Defolup gittikten sonra pişkin pişkin geri dönüp aile dostlarımıza bizim oğlumuz nişanını bozduktan sonra utanmadan sizin karşınıza çıkabilir, bir suçu yok mu diyeceğiz?"

Yanli babasına yaklaşıp yumuşakça kolunu kavradı. Babası hiçbir zaman bu kadar sinirli olmamıştı. Biliyordu. Annesi kadar o da Zhan'ı özlemişti. Yoksa kim 3 yıl boyunca bıkmadan usanmadan oğlunun izini sürüp iyi olup olmadığını öğrenmek isterdi ki? 

Annesi kadar göstermese de babası Zhan'ın eve kendi isteğiyle döndüğünü duyduğunda bir hışımla kalkmış derhâl Zhan'ı görmek istediğini söylemişti. 

Genç kız babasına güven verircesine gülümseyip kalktığı koltuğa yeniden oturmasına yardımcı oldu. Böyle tartışarak bir sonuca varamazlardı. 

"Baba, Wang amcanın A- Zhan'a ne kadar değer verdiğini sen de iyi biliyorsun. Gerekirse konuşuruz. Sebebini açıklar kardeşim, özür dileriz."

Yanli konuşurken tekrardan o aile ile görüşmek zorunda kalacak olması hatta neden Yibo'dan kaçıp gittiğini söyleyecek olması Zhan'ın kalbinin patlarcasına atmasına sebep oldu. Yeniden Yibo'yu görecek olmak ellerini titretmişti. İstemiyordu. 

Gitmek istemiyordu. Ardında bırakıp gittiği kişiyi görmek istemiyordu. Kırdığı kalple yüzleşmeyi hiç istemiyordu.

Gözleri titrerken annesi onun bu endişesini fark etmişti. Oğlunun omzunu okşarken kilo vermiş olan yüzüne minik bir öpücük kondurdu. Oğlu çok zayıflamıştı. 

"Bir süre özür işini erteleyelim. Zhan ne zaman isterse-"

"Ne zaman isterse mi? Buraya geri dönmesi büyük bir küstahlık iken beyimiz ne zaman isterse mi özür dileyecek?" Babasının sesi yeniden yükselirken Zhan'ın vücudu bir yaprak gibi titremiş, midesi bulanmaya başlamıştı. Bir şeyler yapmalıydı. Bu kâbustan kurtulmanın bir yolu olmalıydı. O an en kısa çözümü düşünerek babasının gözlerinin içine baktı.

"S-sadece Wang amca gelsin. Ondan özür dileyeceğim. L-lütfen baba."

Gözlerindeki yaşların yerine yenileri eklenir ve gözlerinin etrafı kıpkırmızı olurken babası inanamayarak yıkılmış olan oğlunun yüzüne baktı. Anlayamıyordu. Oğlunun neden böyle davrandığını bir türlü anlayamıyordu.

"Neden böyle yapıyorsun Zhan? Yibo senin nişanlındı. Neden kaçıyorsun söyle? Yoksa... yoksa başka biri mi-"

"SEVMİYORDU. BENİ SEVMİYORDU...Sevmedi baba." Zhan kendisine engel olamayarak sonunda içinde biriken o zehirli cümleyi kalbinden atıp yok edercesine haykırırken ağzından büyük bir hıçkırık kaçtı. Sonuna doğru sesi kısılmıştı. Acıdan dolayı şişmiş gözlerini oynatamadığı için yorgun gözleri babasının gözlerine takılı kaldı. Babasının ona olan bakışları değişirken Yanli'nin gözleri şaşkınlıktan dolayı kocaman olmuştu.

"B-başka biri yok. Hiçbir zaman olmadı. Fakat siz hiç bizim fikrimizi sormadınız."

Zhan ağlayarak yere çöktüğünde babası oturduğu koltuktan hayretle ayağı kalktı. Annesi oğlunun bîtap haline daha fazla dayanamamış dengesini kaybederek Cheng'e tutunmuştu. Cheng annesinin kolundan tutup destek olurken kardeşinin acı çeken haline baktı. Damarlarındaki öfke hızla kanına karışırken sinirle dişlerini sıkmıştı. 

"Zhan sen... Yibo ile küçüklükten beri yakındın. Hayatınızı birleştirmemeniz için bir sakınca görmedik."

Babası düşünceli gözlerle yaptığı yanlışın nerede olduğunu düşünürken Zhan diz çökmüş, kollarıyla yerden destek almıştı. Başı eğik fakat sözleri netti.

"Baba... Yibo'ya sormadınız. Ona sormadınız. Ona bu nişanı kabul edip etmediğini sormadan nişanlandırdınız bizi. Bu yükü benim üstüme bıraktınız, Soramadım. Ben onu severken nasıl sorabilirdim?" Boğuk sesi koca salonda yankılandıktan sonra büyük bir sessizlik hakim olmuştu. Kimse konuşmadı, konuşamadı. 

"Alacağım cevabı duymaktan korktum. Bilmiyorsunuz...nişan gecesi ne olduğunu bilmiyorsunuz."

O an babasının, nişan sabahı Zhan'ın ne kadar mutlu olduğu, etrafta gezinip takım elbisesini ablasına gösterirken kahkahalar atarak cıvıldayışı zihnine doluştu. Oğlu o sabah çok mutluydu. Herkes onun bu mutlu haline gülümserken kimse Zhan'ın bir hafta sonra ülkeye geri dönmemek üzere gideceğini tahmin etmemişti. 

"Bana söyleseydin, gerekirse... gerekirse nişanı bozardık."

Babası yerde çökmüş bir halde duran oğluna yaklaşıp elini omzuna koydu.  Oğlu eskisi gibi değildi; Eski cıvıltısı yoktu artık yüzünde. Eski Zhan gitmişti. 

"Yapmazdın... yapmazdınız baba. Bunu çok iyi bildiğim için gittim. Bu yüzden gittim."

Zhan başını anında kaldırıp olumsuzca sağa sola salladı. Çin'in en büyük sanat galerisini inşa eden babasıyla Wang amcası en büyük hissedarlardan biriydi. En yakın ortağıyla kurduğu bağı, toy oğlu yüzünden kopartamazdı. Bunu salondaki herkes biliyordu. 

"Geçti artık. Hem Yibo'nun bir çocuğu var, nişan bozuldu çoktan. Basın da unuttu. Daha fazla eşelemeye gerek yok. Oğlumu rahat bırakın."

Zhan'ın annesi konuşmayı sonlandırarak ayağa kalkıp Cheng'in kolundan tuttu. Babası kendilerine arkasını dönmüş, sessizce camekandan dışarıyı izliyordu.

Yanli hâlâ çökmüş bir halde duran kardeşinin kolundan tutup yavaşça kaldırdı. Zhan uyandığı an gözünü felaket silsilesiyle açmıştı. Babasının azarını yerken bile sessiz kalıp beklemişti, biter diye susmuştu. Fakat o korkunç cümle en nihayetinde ağzından çıkmıştı.

3 yıldır bir kez bile dudaklarına dökemediği o gerçek babası yüzünden bir can bulmuştu. Kendi sesi kulaklarında uğulduyordu. 

Ablasına ayak uydurarak odasına çıktı. Annesi de ardından odaya girip diğer kardeşlerini göndermişti. Zhan annesinin koluna girip yatağının üstüne oturttu. Kendisi de hemen yanında otururken annesinin elleri saçlarını bulmuştu. Burukça gülümsüyordu. 

"Annen burada oğlum. Geçecek, her şey geçecek."

Zhan sanki bu cümleleri duymayı beklermiş gibi annesine sarılarak kendisini bıraktı. Dinmeyen gözyaşları yeniden yüzünü yıkarken haykıramadığı günlere inat haykırarak annesinin omzuna sokuldu. Amerika'da her gece yalnız ağladığı, bağırmamak için dişlerini sıktığı, Yibo'yu özlediği her anlarda gözlerini tahriş ettiği anları yok etmek istercesine ağladı. Başından beri onun olmayan biri için ağlamıştı.

Sırtındaki sıcak el varlığını hissettirircesine huzur verirken kollarını annesine daha çok sardı. Annesi ona neden gittin diye sormayan, onu yargılamayan tek kişiydi, bir de Yibo'yu sevdiğini fark eden ilk kişi...

Annesinin omzunda ne kadar ağladı bilinmez, iç çekişleri odada yankılanırken güçsüz kalmış, yatağına yatırılmıştı. İçeri giren ablası kendisini kontrol ederken yemek getireceğini söyleyip odadan çıktı. O esnada Zhan gözlerini kapatıp sancıyla geçen dakikalara katlanmaya çalıştı. Zordu, çok zordu. Anlatmak zordu. Anlaşılmak ise ondan daha zor...

----

"Zhan geri dönmüş. İki gün önce."

Yibo oğlunun klozetten inmesine yardımcı olurken kapının pervazına yaslanmış olan annesi sabahtan beri söylemekte emin olamadığı o haberi verdi. Fakat oğlundan beklediği tepkiyi alamamıştı. 

O anda tuvaletini bitiren capcanlı cıvıl cıvıl bir ses banyoda yankılanmıştı.

"Baba bitti." 

Yibo ifadesiz bir yüzle oğlunun altını silip pantolonunu giydirirken bayan Wang bunu beklememiş olacak ki aynı cümleyi yeniden tekrar etti. Ancak oğlu soğuk bir şekilde "Biliyorum." deyip kucağındaki çocukla birlikte tuvaletten çıkmıştı.

"Ne zaman öğrendin Yibo? baban ve ben bile daha yeni öğrendik."

Yibo arkasından gelen annesine cevap vermeden televizyonu açıp oğlunun favori çizgi filmi Doraemon'u açtı. Kendisi de oğlunun hemen yanına otururken badem gözlü çocuk babasına sırnaşıp genç adamın kollarına tutundu.

"Yuan babanın kucağında oturmak istiyor."

Yibo ona parlak gözleriyle bakmakta olan oğlunun isteğini ikiletmeyerek minik çocuğunu kucağına çekip kömür karası saçlarını yavaşça okşadı. Annesi de yanlarındaki tekli koltuğa oturmuştu. Yibo'ya söyleyeceği çok şey vardı fakat oğlunun kucağındaki bücürün duymasını istemiyordu. Ne de olsa torunuydu.

"Gerçekten burada böyle oturacak mısın? ona gidip en azından neden gittiğini sorarsın diye düşünmüştüm Yibo. Geri dönmesini bekleyen sen değil miydin?"

Bayan Wang kendisini tutamayarak oğluna döndüğünde Yuan çizgi filmi izlerken elindeki mavi oyuncak arabayı babasının kolundan omzuna doğru sürükleyerek tuhaf sesler çıkarmakla meşguldü. Yibo oğlunun bu sevimli haline gülümserken annesinin sözlerini göz ardı etti. 

Oğluyla yalnız kalmak istiyordu.

"Wang Yibo! anneni de mi görmezden geliyorsun artık?" Annesi sabrı taşarcasına kollarını göğsünde birleştirip sesini yükselterek Yibo'ya kızdığında Yuan'ın bakışları anneannesine dönmüş, minik kaşları hafifçe çatılmıştı. Sesini yükselten babaannesi yüzünden endişeli bir şekilde minik parmaklarıyla oynamaya başlamıştı.

"Yuan burada anne. Sonra konuşalım." Yibo, Yuan'ın başını göğsüne yasladı. Oğlu hemen minik kollarını babasının boynuna sarıp sıkı sıkı sarılmıştı. Yibo gardını alıp yüzünü sakladığı ifadesiz maskenin altında can çekişirken oğlunun minik bedenini kollarıyla sıkı sıkı sardı.

Birkaç dakika içerisinde babasının sıcak kucağında mayışmıştı küçük Yuan. Yibo, kucağında mayışmış olan oğlunu kaldırıp odadan ayrılacağı sırada arkasından gelen annesinin sesi yüzünden adımları durdu. Hareket edemedi.

"Yuan, kendisine tıpatıp benzeyen o kişiyle tanıştığında yine bu kadar rahat olabilecek misin oğlum?"

Yibo annesinin bir bıçak gibi kendisini yaran sözleri yüzünden yutkunamadı, durdu. Kucağındaki çocuğun gözleri çoktan kapanmıştı. Fakat hareket edemiyordu. Yuan'ı yatağına götürmek istiyordu. Annesi konuşmaya devam ettikçe içinde saklı kalmış olan o korkunç sızı yine ortaya çıkıp nefes almasına izin vermemişti.

"Ya birbirinizle konuşup yeniden beraber olun, ya da nişanı atın. Sen artık bir babasın, Bir çocuğun var. Dediklerimi bir düşün."

Yibo o an annesine bir şey diyemeden önündeki merdivenleri hızlı adımlarla çıkıp orta yaşlarındaki güzel kadını ardında bıraktı. Yuan'ın odasına girdiğinde derin bir nefes alıp Doreamon desenli küçük yatağına doğru ilerledi. Mavilerle döşenmiş, her yeri oyuncak dolu bir odaydı. Oğlu gibi canlı renklerle süslenmişti. Çok güzel bir odaydı. Yibo'dan başka birinin de görüp beğeneceği bir odaydı.

 Ancak küçük oğlunun kötü bir alışkanlığı vardı. Çok dağınıktı. Her eşyası bir yerdeydi. Lakin bu kötü alışkanlık Yibo'nun favorisiydi. Yuan dağıttıkça ardından sessizce toplar, ardından oğlunun başına yumuşak bir öpücük kondururdu. 

Bu durum ona üniversitedeyken yanından bir an olsun ayrılmayan o kişinin resim eğitimi derslerinde dağınık bıraktığı boyaları, birbirine karışan fırçalarını topladığı anları anımsatıyordu. Zhan gerçekten dağınık bir sanatçıydı. Kendi kalemlerini bulamayınca Yibo'nun çantasından aşırdığı kalemleri bile kaybedecek kadar yaramazdı. Sonrasında Yibo'ya yeni kalemler alacak kadar nazik biriydi. Nasıl böyle olmuştu, nasıl?

İç çekerek oğlunu yumuşak yatağına yatırıp üstüne yorganını örttü. Minik Yuan'ı bir melek gibi uyurken baş parmağıyla burnunun üstüne iki kez dokunup küçük burnunu hafifçe kırıştırarak kendisini yatağına iyice yaymıştı. 

Yibo yavaşça yatağın yanına oturup oğlunun siyah saçlarını okşadı.

Ardından baş parmağı Yuan'ın küçük fındık burnunu bulup okşamıştı. Bakışları minik burundan dudaklara indiğinde oğlunun dudağının hemen altındaki minik bene dokundu hafifçe. Oğlu tıpatıp ona benziyordu. Gözleri, burnu, dudakları... her şeyi ona Zhan'ı hatırlattığı için Yuan'ı bu kadar seviyordu belki de.

Zhan'ın bir şey demeden gidişinin ardından onu sol parmağındaki yüzükten başka teselli edecek hiçbir şey kalmamıştı. Ancak her şeyin bittiğini düşündüğü, ruhunun kristallerini paramparça edeceği bir günde bir yaşına yeni basmış olan Yuan'ı yetimhanede gördüğünde Yibo'nun paramparça olan dünyasında yeniden yemyeşil otlar yeşermişti sanki. Kurak topraklarına su değmiş, kurumuş dalları çiçek açar olmuştu.

Yuan tuhaf bir şekilde Zhan'a çok benziyordu. Siyah saçları koşarken Zhan'ın kuzguni saçları gibi süzülüyor, Yibo'ya kocaman gülümsüyordu. Düşecek gibi olsa bile ardından gelen babasına güveniyordu. Zhan'ın gidişinden sonra bu küçük çocuk yaralarına merhem olmuştu. Şimdi ise 4 yaşına girmişti minik oğlu. Gittikçe ona daha da benzerken Yibo'nun yüreğinde harlanan ateş içini kasıp kavurmaya yine başlamıştı. 

Biliyordu, eni sonu karşılaşacaklardı birbirleriyle. Annesi Zhan'a kızgın olsa bile babası Zhan'ın geri dönüşünü mutlulukla karşılayacağını biliyordu. Fakat Zhan'a kırgındı. Ne kadar severse sevsin en azından o kadar attığı mesaja, aramalarına cevap verseydi; Hiçbirine bakmamıştı bile. Yibo, Zhan'ın kendisini sevmeyişini, nişanından kaçışını artık nasıl yorumlayacağını bilemiyordu. Ama tek bir şeyi çok iyi biliyordu ve bundan emindi: Zhan'ı hâlâ çok seviyordu.

Oğlunun uyanmaması için yavaş ve adımlar atarak odasından çıktı. Kendi çalışma odasına geçtiğinde içindeki sıkıntıyla oturdu. 

Dolan gözlerini camın ardındaki mavi gökyüzüne çevirdi, ardından kokladı sabahı en saf yerinden. Zihnine takılmış, durmadan dönen korkunç bir şarkının esiri gibi yeniden aynı noktaya dönüp duruyordu. Dün gece görmesine rağmen masanın üzerinde birleştirdiği titreyen ellerini zor tutuyordu. Tutmasaydı eğer önünde duran elleri araba anahtarını sıkı sıkı kavrar ve aklından bir an olsun çıkmayan onun kokusuyla harmanlanmış o eve giderdi.

Ama yapamazdı.

Zhan bu denli kendisinden kaçarken, yapamazdı; bencillik olurdu. 

Gözlerini sonsuzluğa uzanan boşluktan çekerken donuk bakışları odasında gezinmeye başladı. Şimdi ne olacaktı?

Girdap, dönüşü olmayan bir yol, sonu mezarlığa çıkacak bir yolculuk, bir sonuca varamayacağı tek taraflı sevgisi; Tek yöne bir bilet ve asla tamamlanmayacak bir şarkı. 

Bu kadardı. 

Gözlerinin odağı masasının üzerindeki iki adet çerçeveyi bulduğunda yutkunamadı. Yuan'ı eve getirdiğinde minicik bir bebekken çektiği fotoğraf. Ne kadar da tatlıydı oğlu. Ne zaman bu fotoğrafa baksa içine mutluluk doluyordu. İkinci fotoğrafa baktığı an ise tüm mutluluğu gökyüzüne uçan renkli balonların gökyüzüne karışması gibi yavaş yavaş yok oluyordu.

Zhan ve kendisinin üniversiteden mezun olurken Zhan'ı cübbesiyle ölümsüzleştirdiği fotoğraf. Asla yerine gelmeyecek, tekrarlanmayacak anılar, akıp giden zaman...

Odadaki boğucu sessizliği yok etmek için masada duran kumandayla karşısında duran televizyonu açtığında kulaklarına çalınan isim yüzünden bir an yanlış duyduğunu, yanlış gördüğünü sandı.

Xiao ailesini bilen Çin halkı için bunun haberini yapmak çok doğaldı. Zhan'ın 3 yıl sonra Çin'e döndüğünden ve nişandan bahsediliyordu. Şirketlerin birleşmesi ve hisselerin bölünmesi gündemdeyken Zhan'a yapılan kötü yorumları duymak Yibo'nun tüm sinirlerini yıpratmaya yetmişti.

İnsanlar nişandan sonra neden bir anda gittiğini konuşup Zhan'ı, nişanlısını eleştiriyorlardı. Damarlarında gezinen saf öfkenin verdiği adrenalin Yibo'yu hışımla oturduğu koltuktan kaldırırken telefonuna gelen mesajla bakışları masanın üzerinde ışığı yanıp sönen telefonuna döndü.

Yıllar sonra, koca 3 yıl sonra ilk kez ezbere bildiği numaradan mesaj almıştı. 1095 gün sonra ilk kez Zhan kendisine yazmıştı. Gizleyemediği heyecanıyla telefonunu eline alıp hızlıca gelen mesajı okuduğunda kendi aptallığına sinirlendi. 

Sebebini bilmesine rağmen üç yıl sonra ilk kez gözlerinin içine bakacak kahverengi gözleri göreceği için, karşılıklı oturup onun değişen, olgunlaşan, güzelleşen yüzünü göreceği için heyecanlanmıştı Yibo.

Fakat sebep çok farklıydı. Xiao Zhan doğmamış bu ilişkiyi bitirmenin ilk adımını bu mesajla çoktan atmıştı bile. 

"Buluşalım."

--♡

Okuduğunuz için teşekkür ederim, düşüncelerinizi merak ediyorum. Umarım beğenmişsinizdir. 💗

Diğer bölümde yüz yüze geliyoruz artık. 😌 Bakalım neler olacak?

Kendinize çok çok iyi bakın, iyi akşamlar. 🌌

-

Continue Reading

You'll Also Like

46.1K 5.3K 38
Ben on krallığın onuna da tek başıma ve silahsız bir şekilde meydan okuyabilecek kadar deli, kendi halkını vergi artışı nedeniyle grev için galeyana...
Haunted By pelin

Fanfiction

1.9K 232 10
Sessizlik, Tepedeki Ev'in tahtalarıyla taşlarının üstünde muntazaman uzanıyordu ve orada gezinen her ne ise artık tek başınaydı. Chanbaek & Sekai
47.9K 4.9K 28
Norveç'e okumak için giden Wang Yibo, Stavanger Üniversitesinde hayatını tamamen değiştirecek kişi olan Xiao Zhan ile tanışır.
2.1K 284 12
gangster x yakuza içerir.