Düşünce Mahkumları

By Destvd

1.5M 67.3K 12.6K

Dünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. O... More

♤Düşünce Mahkumları♤
1♣Ömer (Sansar)
2♣Atlas (Altın Mızrak)
3♣Selim (Hokkabaz)
4♣Sena (Havuç Kafa)
5♣Vuslat (Renk)
6♣Atlas
7♣Selim
8♣Vuslat
9♣Sansar
10♣Selin (Matematik)
11♣Alparslan Gündoğdu
12♣Sansar
13♣Sansar
14♣Vuslat
15♣Selin
16♣Vuslat
17♣Sansar
18♣Selin
19♣Sansar
20♣Atlas
21♣Sena
22♣Selin
23♣Atlas
24♣Sansar
25♣Vuslat
26♣Sena
27♣Vuslat
28♣Vuslat
29♣Sansar
30 Ara Final Part 1♣Vuslat
30 Ara Final Part 2♣Selim
31♧Selin
32♧Atlas
33♧Doruk
34♧Atlas
36♧Vuslat
37♧Atlas
38 ♧ Sansar
39 ♧ Doruk
40 ♧ Atlas
41♧Vuslat
42 ♧ Atlas
43 ♧ Atlas
44 ♧ Doruk
45 ♧ Sena
46 ♧ Doruk
47 - Karanlık
48 - Aydınlık
49 - Balo
50 I Dost
51 I Hain
52 I Gerçeğin İki Yüzü
53 I Plana Sadık Kal
54 I Operasyon
55 I Kan ve Kar
56 I Uyumak Yok
57 I İnsan ve Nisyan
58 I Öfke ve Acı
59 | Paramparça

35♧Vuslat

27.6K 879 224
By Destvd

Karanlık ne kadar korkutucu olabilir?

Her çocuk karanlıktan korkar, diye savdundum kendimi. Ama düşüncelerim bana babamın evde olmadığı geceler yorganın altında ağlarken hissettiğim korkunun asıl nedeninin yalnızlık olduğunu söylüyordu.

Her çocuk karanlıktan korkar.

Sen korkar mıydın, diye sormuştum babama. Gece maçı olduğu için eve gelmemişti. Onu, evin merdivenlerinde beklemiş sonunda pes edip yatağıma geçmiştim. Kazandığı her maçın ardından arkadaşlarıyla zaferini kutlamaya gidiyorlardı, bu yüzden eve hiçbir zaman erken gelmemişti. 

Babam arkadaşlarıyla beraber eve geldiğinde güneşin doğmasına bir iki saat vardı. Hıçkırıklarımı duyunca odaya dalmış ve yorganın altındaki bedenimi kucağına almıştı. 

"Korkmana gerek yok," diye fısıldadı yatıştırıcı bir sesle. "Baban yanında."

Babam yanımda.

İnatçı bir sesle "Korkmuyorum," diye itiraz etmiştim.

Babam gülüp gözlerimin altındaki yaşları sildi. "Her çocuk karanlıktan korkar."

"Sen korkar mıydın?"

Aşağı kattan gelen tıkırtıları duyunca kulaklarımı kabarttım ve babamın arkadaşlarının kahkahalarını duydum. Demir Yumruk kahkahalar atarak bu geceki maçı anlatıyordu. Birbirine çarpan bardak sesleri duyuldu. Biri tok sesiyle kan gölünden bahsediyor ve zevkle kahkahalar atıyordu.

Babam gülümsedi ve beni kollarıyla daha sıkı sarıp saçlarımı okşadı. "Çocukken korkardım."

"Sonra ne oldu?"

Babama merakla baktım. Miraç'ın küçükken de olsa bir şeyden korktuğuna inanmak güçtü. O dünyayı karşısına alacak kadar güçlü bir adamdı. Asla yenilmezdi. Yine de ondan çocukken sahip olduğu bir korkuyu duymak ona olan yıkılmaz güvenimi sarsmak yerine daha da çok bağlanmama neden oldu. Korkusunu yenmişti çünkü. Artık korkusuz olmalıydı, diye düşünmüştüm.

Babam gözlerini gözlerime dikti ve sadece benim duymamı istediği bir şey söyledi. Sadece benim duyduğum ve kimseye söylemeye cesaret edemeyeceğim bir şey.

"Karanlıktan daha korkunç şeyler olduğunu fark ettim."

O günden sonra karanlıktan hiç korkmadım.

Göz kapaklarımı yavaşça açtığımda perdenin arkasından bile kendini belli eden güneş ışıkları yüzümü buruşturmama neden oldu. Gözlerimi tekrar yumup yatakta Sena'ya doğru döndüm ve tekrar beni bulacağına inandığım uykumu beklerken "Her çocuk korkar," diye mırıldandım kendi kendime.

"Karanlıktan mı?"

Sena'nın sesiyle gözlerimi açtığımda onun yüzünü bu kadar yakınımda görmek beni ürküttü ve gerileyip derken yataktan düştüm. Kalçam yere çarpınca acıyla inledim. Sena yataktan sarkıp bana baktı. "İyi misin?"

Başımı sallayıp ona şaşkın şakın baktım. "E-evet."  Doğrulduğumda beni izleyen yeşil gözlerine bakıp utançla başımı eğdim. "Sen uyumuyor muydun?"

"Az önce uyandım. Yanımda seni görünce şaşırmıştım." O da yatakta doğruldu ve bağdaş kurup bana baktı. Aramızdan geçen rahatsız edici bir sessizliğin ardından "Neden burada uyudun?" diye sordu.

Onunla uzun zamandan beri bu şekilde konuşamıyor olmak beni afallattığı için düşünme gereği duydum ve bulduğum cümle hoşuma gitmedi. Sizi özledim... Seni, Selim'i, Sansar'ı, Selin'i... Böyle söyleyip onu üzmemek için zihnimde dolanan binlerce kelime arasından en mantıklı olanı seçtim.

"Sabaha karşı geldim. Seni merak etmiştim de o yüzden girdim odana. İşte sonrada-" bana tek kaşını kaldırmaya çalışıyormuş gibi bakınca pes edip "Tamam yalan söylüyorum," dedim. Yüzünü işaret ettim. "Bu arada şu yüz ifadeni değiştir. Hala tek kaşını kaldıramıyorsun."

Gülümsedi. Haftalardan beri ondan gördüğüm ilk gülümseme olunca ona hayretle baktım. Hızla yanına oturdum ve "İyisin, değil mi?" diye sordum.

Bana bakıp bir kez daha gülümsedi ve omuzlarını silkti. "Kendimi daha iyi hissediyorum," dedi. "Zihnimdeki kargaşa dünden beri daha sakin. Hani depremden sonra birkaç saniyeliğine bir duraksama yaşanır ya, sanki öyle bir şey."

Kaşlarım istemsizce çatıldı. O duraksamanın ardından daha şiddetli bir deprem olur, demek istedim ama kendimi tuttum. Teşbih hatası olmasını umdum ama Sena gibi zeki birinin bunu söylemesinde daha mantıklı bir neden olabileceğini de biliyordum.

Bir şey söylemeden yatağa oturdum ve onun gibi bağdaş kurdum. Ona sormak istediğim onca soruyu kafamda toparlamaya çalışırken "Bana ne olduğunu mu soracaksın?" diye sordu.

Başımı salladım. "Merak ediyorum, yani sen tuhaf davranıyordun." Cevap vermek istemez diye düşünüp "Ama önemli değil. Eğer kendini iyi hissediyorsan bu konu hakkında konuşmak zorunda değiliz." diye ekledim.

"İyi değilim," dedi kamburunu çıkarırken. "Zihnimde sonunun gelmeyeceğini düşündüğüm bir kargaşa var. Bu  o kadar canımı yakıyor ki... Acıyla acıyı hissetmek arasındaki fark işte tam da burada devreye giriyor. Zihnimde sonu gelmez bir acı var ama bazı zamanlar onu hissetmiyorum."

"Bahsetmek ister misin?" Gözlerini yumunca yatakta ona doğru kaydım ve elimi dizine koyup yanında olduğumu hatırlamasını istedim.

"Bir şeyler çok farklı öncekine göre. Zihnim her zamankinden daha duyarlı düşüncelerime. Düşüncelerin her zaman beni zincirlediğini düşünürdüm ama sanırım düşündüğümden daha fazlası var." Dalgın bir ifadeyle elini boynuna götürdü. Artık bana bakmıyordu. "Bazen, bazı düşünceler... Bana acı veriyor."

Yeşil gözlerini aniden bana çevirince ürktüm. "Nasıl yani?"

"Mesela..." Esma'nın her gün özenle suladığı, pencerenin kenarına dizilmiş renkli bir çiçeği gösterdi. "Bu çiçek hakkında binlerce şey düşünüyorum. Sonra kışı ölüme benzetiyorum ve onu zihnimde karların üzerine koyuyorum. O da ölüyor."

"Sena..." Bakışlarını bana çevirdiğinde anlatmaya devam etti. Yeşil gözleri akmaya hazırlanan yaşlarla ıslanmıştı.

"O öldüğünde de o düşüncenin bana verdiği acıyla üzülüyorum." Kendini toparlamak ister gibi derin bir nefes aldı. "Bunu kendime çok yaptım. Elimde olan bir şey değil zaten ama ben kasıtlı yaptım. Sansar'ın gidişini o kadar çok düşündüm ki her seferindede canım çok yandı."

Daha fazla kendisini üzmesini istemiyordum. Ona sıkıca sarıldım ve turuncu saçlarını okşamaya başladım. "İyi olacaksın," diye fısıldadım. "İyi  olmak zorundasın." O da kollarını bana sardığında haftalar sonra ilk defa eskisi gibi olduğumuzu hissettim. "Sizi özledim."

Kollarımın arasındaki bedeni itirafım karşısında gerildi. İçinden onunda bizi özlediğini söylediğini duydum bir an ve yaşaran gözlerime rağmen dudaklarımda hafif bir gülümseme belirdi. Hiçbir zaman bir şeyler tam olmayacaktı belki ama... Hayat, sürprizlerle doluydu. 


Ondan ayrıldığımda ona gülümsedim ve o da bana karşılık verdi. Mutfaktan Esma ve Nisa'nın sesleri geliyordu. Yataktan hızla kalktım ve kapıya doğru giderken her şeyin yavaş yavaş yoluna girdiğini bir kez daha hissettim. Sena yavaş yavaş düzeliyordu ve Atlas Black Lock'da çalışmayacaktı. Kocaman bir gülümsemeyle Sena'ya döndüm ve "Bugün doktora gideceğiz. Sen hazırlan sonra beraber kahvaltı yaparız."

Yerinden kıpırdamadan yorgun bir gülümsemeyle "Tamam," dediğinde odadan çıktım.

Şimdiye kadar hiç bizimle kahvaltı yapmamıştı. Nisa'nın da ablasını özlediğini hissedebiliyordum. Bu hepimiz için daha iyi olacaktı.

Telefonu elime alıp Atlas'ı aradım. Telefonu beklediğimden daha geç açtı. "Günaydın!"

"Günaydın," dedi heyecanlı sesime şaşırarak. "İyi bir haber almış gibisin?"

Hızla odama gidip kapıyı kapattım ve kenimi yatağıma attım. "Sena bugün daha iyi. Hatta geçen günlere kıyasla harika. Bizimle beraber kahvalı yapacak. Üstelik gülümsedi!"

"İyi yani öyle mi?" Atlas da en az benim kadar sevinmiş gibiydi. "Bugün doktora gidecektiniz."

"Gayet iyi. Kahvaltıdan sonra çıkarız." Telefondan gelen uğultuları duyunca şaşırdım. Onu uyandırdığımı düşünmüştüm. Kafamı çevirip komodindeki saate bakınca henüz saatin yedi olduğunu gördüm. "Sen evde değil misin?"

Sesimdeki şaşkınlığı fark etmiş olmalıydı. "Doruk'un yanındayım. beraber kahvaltı yapıyoruz." Doruk'un bir şeyler dediğini duydum. "Selamı var size."

"Sende söyle," dedim süşünceli bir sesle. Sabahın bu saatinde neden Doruk'un yanında olduğunu merak ettim ama sormama fırsat vermeden o konuştu.

"Sana bir şey söylemem gerek. Birazdan seni arasam olur mu?"

"Olur," dedim meraklanmış bir sesle. "Her şey yolunda mı?"

"Sayılır." Doruk bir şeyler söyledi. "Görüşürüz."

"Hoşça kal."

Telefonu kapatıp ekrana dik dik baktım. Sesi kötü gelmiyordu ama bana söyleyeceği şeyin pek de iyi bir şey olmadığını hissettim, yüzüm düştü. Bugün çok güzel başlamıştı ama! Yataktan tembel tembel kalkıp dolabımın karşısına geçtim ve siyah pantolonumla pelerinimi çıkardım.

Havanın nasıl olduğunu anlamak için başımı çevirip cama baktığımda düşüncelerim kulağıma fısıldadı: Kış geliyor.

Atlas


"Doğruyu söyle," diyen Doruk'a ters ters baktım ama o umursamadan poğaçasından bir ısırık daha aldı. "Sansar'ı bulursak her şey harika olacak."

"Görüşürüz," diyerek telefonu kapattım ve cebime attım. Vuslat'a İtalya'ya neden gittiğimi nasıl söyleyebilmek için bütün gece düşünmüştüm. Saçma sapan bahaneler ve yalanlar dışında bulabildiğim pek de bir şey yoktu. Sıkıntıyla nefes verdim.

"Bu kadar sorun yapılacak bir şey yok." Doruk poğacasını bitirip diğerine geçerken ona karşımda bir dinazor oturuyormuş gibi baktım.  Ne kadar çok yemek yediğinin farkında olup olmadığını sormayı düşündüm. Onun kadar lafı iyi dolandıran birinin bu soruya çok güzel cevaplar vereceğini bildiğim için kendimi susturdum, yumruklarımı Black Lock'a saklıyordum. Doruk'un yüzü için fazla serttiler.

"Black Lock'da çalışmaya başlayacak olmam o kadar da basit değil Vuslat için." 

Sandalyesinde geriye yaslandı ve bir süre bir şeyler söylemek için düşündü. Daha doğrusu ne söyleyeceğini düşündüğünü bana düşündürdü, gayet hızlı cevap verebildiğine çok defa tanık olmuştum. İstediği düşündüğünü düşünmemdi.

Kurduğum cümleye kendi kendime yüzümü buruşturdum. Her şey bu kadar zor olmak zorunda mıydı? Neden onun hareketlerini yorumluyordum ki?

Yeteneğimi susturmak için bir başka şeye odaklanmaya karar verdim ve ilk dikkatimi çeken deponun kırık camlarından içeriye davetsiz giren sesler oldu. Dışarıdan, bağıra bağıra konuşan genç çocukların sesi geliyordu. Arada bir birkaç kız kahkahalar atıyor, küfürler duyuluyordu.

"Ona Black Lock'da çalışacağını söylemene gerek yok," diye fikir yürüttüğünde ona anlamayan bakışlarla baktım."Yalan söylemekten iyidir, değil mi? Hem bunu ona İtalya'dan döndüğünde söyleyebilirsin. Hem sadece üç maç. En fazla ne kadar kötü olabilir ki?"

"Ondan bir şey gizlemek istemiyorum." sandalyemden kalktım ve Gümüşpala ile ilgili her şeyin yazdığı duvara doğru ilerledim. Doruk duvara yeni isimler eklemişti. "Bunlar kim?"

İşaret ettiğim kağıda baktı ve soğukkanlılıkla poğaçasına odaklandı. "Askeri bölgede sakladığı denekler. Hoş sakladığından da emin değilim."

Kağıdın üzerindeki isimlere ilgiyle baktım ve bana pek de yabancı gelmeyen bir isimle karşılaştım; Emre Gümüş. Camın arkasından altın saçlı bir çocuğun bize el salladığını hatırlayınca kanım dondu. Orada hala kurtarılmayı bekleyen birileri vardı. Zaman kaybediyorduk. Her geçen saniye birilerinin canı çok fena şekilde yanıyordu.

Zihnimde odaklandığım ses bilyeler gibi etrafa saçıldı. Her zaman müziğin bana düşüncelerimden kaçış yolu sunduğunu düşünmüştüm. Bu yüzden seslere odaklanarak bazı düşüncelerimden kaçmayı başarıyordum ama zihnime bir virüs gibi yerleşen bu düşünce kurtulması imkansız bir sehirdi; Zaman geçiyordu.

Her an oradaki deneklerden biri ölebilirdi. Her an Gümüş uğursuz çığlıklarla inleyebilirdi. Düşünmek bile aptallıktı, gidip Sansar'ı geri getirmeliydim.

"Sana bahsettiğim çocuğun adı Emre'ydi.  Daha sekiz yaşında." Yumruklarımı sıkıp omzumun üzerinden Doruk'a baktım. "Onun hakkında bir şeyler öğrenebildin mi?"

"Çok az şey," dedi sakin bir şekilde. "Ailesi tarafından doğumunda terk edilmiş ve Gümüşpala tarafından Gümüş'e götürülmüş. Sanırım bu yüzden çocuğun soyadı Gümüş."

Sanki bu bana çok zor geliyormuş gibi duvardan uzaklaştım ve tahta sandalyeye astığım deri ceketimi aldım. Kapıya doğru ilerlerken sert ve kendinden emin bir sesle konuştum.

"Onları oradan çıkarmamız lazım." 

 Bakışlarını duvardaki isimlerden ayırmadan başını salladığında depodan çıktım. Deponun duvarına yaslanıp ceketimin cebinden sigara paketimi çıkarıp az önce yapacağım konuşmaya odaklanmaya çalıştım ama bu sürekli etrafa saldıran düşüncelerim yüzünden pek de mümkün değildi. Bakışlarımı rengarenk sprey boyayla yazılmış yazıların kapladığı duvarda gezidirirken söylememenin daha iyi olacağına karar verdim.

Sigaramı yakıp dudaklarıma yerleştirdiğimde telefonu kulağıma götürmüştüm. Sokak, erken olmasına rağmen etrafta dolanan birkaç serseriyle doluydu. Yanımdan geçen sarı montlu çocuk bakışlarını üzerimden çekmeden bir konteynırın yanına gitti ve etrafına bakarak kolunu kanteynırın içine sarkıttı. Elini geri çektiğinde elindekini görünmesini istemediği için  montunun içine saklayarak önümden geçti.

"Atlas," diyerek açtı Vuslat telefonu. "Bir sorun mu var? Neden tekrar arayacağım dedin?"

"Önemli bir şey yok," diyerek ilk yalanımı söylemiş oldum. Sonra bunları gerçeğe çevirebilmeyi umuyordum. Önemli bir şey olmayan bir hayat sunmak istiyordum ona. Onun istediği gibi normal bir insan olarak geçireceğimiz bir hayat. Tabii bu hayatta olmaması gereken önemli unsurlar vardı. Listenin başını kesinlikle Gümüşpala çekiyordu.

"Bana ne söyleyeceksin?"

Sigaramı içime çektim ve boğazımdan ciğerime akan zehirin düşüncelerimi bastırmasını diledim. "Sansar'ın yerini öğrendim."

"Ne?" Şaşkınlıkla bağırdı ve hemen ardından hışırtılar duyuldu. Bir kapı yavaşça kapandı. "Neredeymiş?"

"İtalya'da," dedim havada akıp giden dumanı izlerken. Vulsat sevinçle küçük bir çığlık attığında gülümsedim. Şu an onun yanında olmak istememin nedeninin sadece harika bir şekilde gülümsemesi olduğuna kendimi inandırmaya çalıştım. Ama tek neden bu değildi.

Onun yanında daha iyi hissediyordum. İlk defa onun yanında geleceğim hakkında düşünmüştüm. Ona her geçen gün daha fazla bağlanıyordum.

"Dayısının orada olduğunu söylemişti," dedi hatırlayark. "O halde onu almaya mı gideceksin? Yani gelmek istemez ki."

"Onu ikna etmenin bir yolunu bulurum," dedim kendine güvenen bir sesle. "Sena'nın bundan haberi olmaması lazım. Eğer orada olduğu doğru değilse üzülmesini istemiyorum. Aslında sana da söylemeyecektim ama-"

"Tabii ki de söyleyeceksin," diyerek sözümü kesti. "Birbirimizden bir şey saklamayacaktık."

Duvarda gezinen bakışlarım sprey boyayla yazılmış iki kelimeyi yakaladığı anda ona söylemeyeceğim için bir kez daha pişmanlık duydum. Balck Lock siyah harflerle duvarın unutulmuş bir köşesine yazılmıştı. Harflerden sanki kan akıyormuş gibi kırmızı boyayla üzerlerinden aşağıya dökülen şeritler çizilmişti. O an bir şeylerin yolunda olmadığını hissettim.

Black Lock korkulacak bir yerdi.

"Peki onun yerini nasıl öğrendin?"

"Gümüşpala'dan" dediğim an şaşkınlıkla "Ne?" diye sordu.

Sigara dumanınından çok daha zehirli olan düşünceler zihnimi istila etti ve bana ondan bir şeyler gizlemek istemediğim gerçeğini bir kez daha hatırlattı. Sinsi bir ses zihnimin içinde ona şimdi söylemem gerektiğini söyledi. Daha sonra geç olabilirdi. Anneme kaza yaptığımız gece satranç yarışmasında birinci olduğumu söylememiştim. Bu komikti. Ama o an canımı çok yaktı. Eğer zamanda yolculuk yapabilseydim kazadan sadece birkaç saniye öncesine gider ve ona birinci olduğumu söylerdim.

Gözlerimin önüne annemin güzel yüzü yerleştiğinde sigaramı hırsla yere etıp elimi saçlarıma geçirdim. "Black Lock'da çalışmayı kabul ettim."

Bunu bu kadar çabuk söylemeyi beklemiyordum. Bu yüzden ne o ne de ben konuştum. 

Hatta sessizlik oldu. Deponun pek de sağlam olmayan camlarından Doruk'un bizi naklen dinlediğini bilmeme rağmen devam ettim. "İtalya'ya gitmek için paraya ihtiyacım var. Bu yüzden kabul ettim."

Herhangi bir şey söylemesini bekledim ama o sessizliğin gürültüsünde boğulmamı istiyormuş gibi beni böyle cezalandırdı. Hiçbir şey söylemedi ve ben de onun konuşmasını bekledim. Sonunda sanki canımı daha fazla yakacağını biliyormuş gibi "Çalışmayacağını söylemiştin," dedi. "Sana güveniyordum."

O an beynimden vurulmuşa döndüm ve deponun duvarının önüne bırakılmış metal tenekeye sert bir tekme attım. Sokak metalik bir sesle inleyince birkaç serserinin bana döndüğünü gördüm ama onları umursamadım. "Bana hala güvenmen gerek," diye bağırdım. "Sana yalan söyleyemediğim için anlatıyorum bunları ve senin bana söylediğin şey bana önceden güveniyor olduğun mu?"

Delirmiş gibi güldüm. "Benden sadece üç maç yapmamı istedi. Ondan sonra hiçbir sorun kalmayacak. Bunu göremiyor musun? Sansar'ı alıp geleceğim ve sonra şu Gümüş denen askeri bölgeden Asya ve diğerlerini kurtaracağız. Sonra da yine hep beraber olacağız."

"Hiçbir zaman hep beraber olamayacğız." sesi onunda öfkeli geliyordu ama benim aksime bağırmıyordu. "Selim yok, farkında mısın? O... öldü.  Biz bir daha hiçbir zaman hep beraber olamayacağız. Çünkü sen ve Sansar hep ani kararlar alıyorsunuz. Bu yüzden bu haldeyiz. Eğer Selim olsaydı şu an ne yapman gerektiğine dair sana mantıklı bir şey söylerdi çünkü o ikinizden de daha sabırlıydı."

Selim adı geçince aniden sakinleştim. Sansar'ın her zaman fevri davrandığını düşünmüştüm. Şu an benim de yaptığım bu olmalıydı.

Sert bir öfke dalgası vücuduma bir kez daha çarptı. "Başka yapabileceğim bir şey olmadığını görmüyor musun?"

"Bunun bir tuzak olmadığından nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Yapabileceğin çok şey vardı Atlas, karar vermeden önce sorabilirdin."

Hat kapandığında telefonu yavaşça indirdim. Öfkeyle soludum. Birilerine yumruk atamayacak olmak beni bir kez daha öfkelendirdi. Telefonumu cebime atıp depoya geri döndüğümde Doruk kahvaltısını bitirmiş gibi gözüküyordu. Tahta sandalyeyi ters çevirmiş duvarı inceliyordu. Demir kapıyı arkamdan gürültüyle kapattığımda çıkan sert metalik sese rağmen bana bakmadı.

Vuslat ile gelince konuşabileceğimi biliyordum. Onu bir şekilde ikna edecektim. İnsanların her zaman bir şeylerden yakındıklarını duyduğumda onlara hiç kulak asmamıştım. Biz, bizim için yazılan hikayenin başrolünü oynuyorduk daima. Diğer hikayeleri hiç okumaya çalışmamıştım.

Şimdi kalkıp sevgilim ve bir araya getirmekle yükümlü olduğum arkadaşlarımın arasında kaldığımı düşünmek istemiyordum. Bu apaçık yakınmak olurdu. Ama kalmıştım, sanırım. Ona söylemeden bir karar aldığım için bana kızgın oloması beklediğim bir şeydi ama başka yapabileceğim bir şey olmadığını görmüyor muydu? Elimi enseme götürdüm ve sıkıntıyla nefesimi verdim. İtalya'dan döndüğüm an onunla bu konuyu konuşmalıydım. 

"Bağırmasaydın keşke," dedi Doruk bana dönmeden. Sesi gerçektende oldukça sade geliyordu. "Sesin tüm sokakta yankılandı."

Göremediğini bildiğim halde ona ölümcül bir bakış attım ama sanki o görmüş gibi güldü. "Bana artık güvenmediğini ima etti."

"Kız haklı." Bana döndü ve sandalyeye yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturdu. Şu an ona yumruk attıp atamayacağımı düşündüm ve bu düşünce psikopat olduğum kanısına varmama neden oldu. Psikopat değildim ama şu an fena halde birine yumruk atmak istiyordum. Belki de gidip Vuslat'ın embesil eski sevgilisine iyi bir yumruk atmalıydım. 

"Cidden Sansar ile birbirinize çok benziyorsunuz. İkinizin de gözü kara."

"Ne olmuş?" Masaya attığım biletimi elime aldım ve kapıya doğru yürümeye başladım. "Kardeşler birbirine benzer."

Samimi bir şekilde glümsedi. "Benim de kardeşime ihtiyacım var." Sesindeki özlemi fark edince ona güven verici bir şekilde gülümsedim.

"Onu kurtaracağız."

Hafifçe başını salladı ve sandalyeden uzaklaşıp ellerini kotunun ceplerine soktu. Boylarımız nerdeyse aynıydı ama benden en az iki kat daha yapılıydı. Esmer teni mesafeli yüzüyle uyum içerisindeydi. Her zaman güvende olmak istediğini sezdim. Bu yüzden bu kadar mesafeliydi. Şu an burada Gümüşpala'dan kaçmamasının tek nedeninin Asya olduğunu biliyordum ve bu bana onun da bizden biri olduğunu hatırlatıyordu. Doruk .... her ne kadar soğuk dursa da Asya için her şeyi yapardı.

"Git getir şu aptalı."

Biletimi havada salladım. "Pizza yemeden gelmeyeceğim."

Depodan çıkarken arkamdan metal kapı gürültülü bir sesle kapandı. Sokak biraz öncekine göre daha kalabalık gözüküyordu. İnşaat duvarlarının kenarlarına sinmiş birkaç grup bağımlıyla doluydu. Teneklerden soğuk havadan korunmak için yakılmış ateşin dumanları yükseliyordu. Kış, tüm felaketiyle geliyordu.

Kartonun üzerine büzülmüş genç bir çocuk yanından geçerken başını kaldırıp bana baktı. Ve gözleri pahalı aykakabılarımda gezindi. Yerden destek alarak ayağa kalktı ve yalpalayarak bana doğru yürüdü. "Paran var mı?"

Çocuğun benden beş altı yaş daha küçük gösteren yüzü kirlerle doluydu. Ona para vermem halinde kendine gidip beyaz zehir alacağını biliyordum ama akıllılık yapacağını umdum. Bu sabah hesabıma yatırılan paranın bir kısmını çekmiştim. Elimi cebime atıp kağıt parayı aldım ve çocuğa verirken "Karnını doyur," diye tembih ettim.

Eve gidip bavulumu almayı planlıyordum. Motoruma binip gazı köklediğim sırada telefonum çaldı. Amcam ben evden çıkarken daha gelmemişti. Aramama rağmen beni inatla meşgule atmıştı. Ondan telefon bekliyordum bu yüzden aradığında hızla telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Neredesin evlat?" sesindeki telaş bir şeylerin yolunda olmadığını gösteriyordu. 

"Doruk'un yanından dönüyorum," dedim. "Bir şey mi oldu?"

"Vuslat'ın evindeyim ben. Sen de gelsen iyi olur."

Motoru durdurdum ve endişeyle öne doğru eğildim. "Vuslat iyi mi?"

Amcam gülmeye benzer bir ses çıkardı ama sesi stresli tınısını kaybetmemişti. "Sorun yok evlat. Sen gelirken acele etsen iyi olur."

Vuslat

Tırnaklarımı dudağımdan uzaklaştırmak için tüm irademi kullandım. Normalde olsa kesinlike tırnak yemenin mide bulandırıcı olduğunu düşündürdüm. Ama Sena ile beraber terapiye gitmek için evden çıkarken karşılaştığımız ve hala daha burda ne aradığını düşündüğüm adam beni endişelendiriyordu.

Dayandığım duvardan uzaklaştım ve benim gibi ayakta bekleyen Ali amcaya baktım. Esma, Nisa'yı parka götürme bahanesiyle evden uzaklaştırmıştı. Ali amcayla beraber yarım saate yakın süredir Esma'nın odasının önünde bekliyorduk. Kapının kapalı olması beni tekrar endişelendirince vücudumdan ani bir korku dalgası daha geçti ve gözümün önüne kana boyanmış bir cam geldi.

Su, hangi renk?

Hayır, diyerek durdurmaya çalıştım düşüncelerimi. Siyah bir örtünün zihnimi ele geçirmeye çalıştığını hissettim. Sena'nın söyledikleri aklıma gelince irkildim. Düşüncem de o anı tekrar yaşamak istemiyordum kesinlikle.

"Neden hala çıkmadılar?" diye sordum Ali amcaya. 

Sesimdeki endişeyi fark edince yaşlı adam bir elini omzuma koyup okşadı. "Merak etme. Ne yaptığını iyi biliyor."

Bakışlarımı yere indirdim ve Ali amcanın haklı olduğuna kendimi inandırmak istedim. Sinsi düşünceler zihnime hükmetmeye çalışırken suyun kokusunu aldım. Su kokmaz, diye ikna etmeye çalıştım kendimi. Su öldürmez, diye fısıldadı zihnim. Öldürmez mi?

Korkuyla irkildim. Ali amca bakışlarını bana çevirdi. Rahatlatıcı bir şeyler söylemek için dudaklarını araladığı sırada kapı art arda defalarca çalmaya başladı. Nefesimi rahatlayara verirken "Atlas." diye fısıdadım kendi kendime ve kapıya doğru koştum. Ona kızgındım ama şuanki endişemden beni kurtarabilecek tek kişi oydu.

Kapıyı açtığımda eşikte duruyordu ve merdivenleri hızla çıkmış olmalıydı, nefes nefeseydi. Kaşları hafifçe çatılmıştı hemen içeriye doğru birkaç adım attı." İyi misin?"

Başımı salladığım sırada Esma'nın odasının kapısı uğursuz bir gıcırtıyla açıldı. Atlas'ın bakışları yüzümden arkama kaydığı anda kaşları şaşkınlıkla çatıldı. Hılza içeri doğru yürüdü ve korumacı bir tavırla beni arkasında bıraktı.

"Senin ne işin var burada?"

Gümüşpala, üzerinde kağıt gibi ütülenmiş takım elbisesi ve parlak siyah ayakkabılarıyla odanın hemen önünde duruyordu. Atlas'ı görünce hafifçe gülümsedi ve başıyla selam verdi. Geriye doğru uzanıp odanın kapısını kapattı. Başını tekrar kaldırdığında adamın buz mavisi gözleri başımı döndürdü. Refleksle Atlas'ın koluna tutundum. Deri montu avuçlarımın içinde hissedince onun burada olduğıunu bir kez daha hatırladım, bu biraz da olsa daha iyi hissetmeme neden olmuştu.

Gümüşpala etkisini fark edince bakışlarını etrafta gezdirme bahanesiyle benim üzerimden çekti. sanki enseme dayanmış bir silahtan kurtulmuş gibi rahatladığımı hissedince kaşlarım çatıldı. Neden bu beni bu kadar rahatsız etmişti?

"Onu ben getirdim buraya." Atlas amcasının sesiyle nefret saçan bakışlarını Gümüşpala'nın üzerinden çekti. Gümüşpala bu fırsattan yararlanıp bakışlarını Atlas'a çevirince Atlas'a biraz daha sokuldum. Adamın bakışları benim üzerimde olmamasına rağmen rahatsız olmuştum.

"Ne?" Atlas inanamıyormuş gibi kafasını iki yana salladı. "Bu adamı Vuslat'ın evine mi getirdin?"

Araya girme ihtiyacı hissedince boğazımı temizledim. "Aslında kötü bir şey için gelmedi." Atlas inatla bakışlarını bana çevirmedi. Eğer bana bakarsa an ve an artan öfkesinin azalacağından korkuyor gibiydi.

"Onu Sena için getiridim," dedi Ali amca. "Sana anlatmam gereken şeyler var evlat."

Atlas benim tutmadığım kolunu havaya kaldırdı ve tekrar serbest bıraktı. "Eh, bir zahmet."

"Aile meseleriniz beni ilgelendirmiyor," dedi Gümüşpala sıkılmış bir sesle. Ama yüzündeki ifade bulunduğu konumdan gayet memnun olduğunu ortaya koyuyordu. "Yine de şunu belirtmeliyim ki fazla kızgınsın." Atlas'a göz kırptı. "Neden bu kadar öfkelisin?"

Atlas'ın dişlerini sıktığını fark edince korkuyla ona baktım. "Daha önce kız arkadaşımı öldürmeye kalkmış bir adamı kız arkadaşımın evine amcam tarafından getirildiğini öğrendiğim için."

Gümüşpala'nın ruhsuz gülümsemesi yüzüne yayıldı. Kollarımı Atlas'ın koluna dolayıp "Sakin ol," diye fısıldadım. Başını çevirip bana bakmasa da beni duyduğunu gayet iyi biliyordum. Bedeni biraz gevşedi ama kızgın bakışları hala Gümüşpala'nın üzerindeydi. 

"Gazanfer benim eski bir arkadaşım." Ali amcaya baktığımda ciddi bri ifadeyle Atlas'a bakıyordu. Kolları yapacağı açıklamayı desteklemesini  istiyormuşcasına göğsünde kavuşturulmuştu. Ona ağzım açık kalmış bir şekilde baktım. Gazanfer Gümüşpala, Atlas'ın amcasının arkadaşı mıydı? Zihnim türlü türlü senaryolar yazmaya başladığında Atlas'a baktım.

"Babanın en son çalıştığı yeri hatırlıyor musun? Sürekli görüştüğümüz iki tane adam vardı." Yaşlı adam bakışlarını Atlas'ın üzerinden çekip Gümüşpala'ya baktı. Gümüşpala ellerini önünde kavuşturmuş rahat bir tavırla bizi izliyordu. "Gazanfer de o adamlardan biriydi."

Atlas şoka girmiş gibi amcasına baktı. Hemen ardından kaşları öfkeyle çatıldı. "Babamı ölüme sürükleyen işten mi söz ediyorsun sen?" hırıltılı bir nefes aldı ve kolunu ona sardığım kollarımdan sertçe kurtarıp amcasına doğru bir adım attı. "Sen bu adama arkadaşım mı diyorsun?"

"Arkadaşımdı," diyerek düzeltti Ali amca. "Buraya Sena'nın durumuna bakmak için geldi."

Atlas inatla başını iki yana salladı. Onu ele geçirmeye çalışan öfkesine karşı en ufak bir direnç göstermediğini fark ettiğimde nefesimi tuttum. Atlas büyük adımlarla Gümüşpala'ya doğru yürüdüğünde Ali amca onu omuzlarından tutup geri çekmeye çalıştı. "Onun kazada bir suçu yok Atlas."

Atlas amcasının kollarından kurtuldu ama yine de olduğu yerde kaldı. Saldırganlığı onu ele geçirmiş gibiydi ama en ufak bir şey yapmak yerine elini sertçe saçlarına daldırıp bize arkasını döndü. Siyah gözlerinden çıkan kıvılcımları görmesem de hissettim. Hava fena halde gerilmişti.  Daha önce kazadan bahsedişini hatırlayınca ona şefkatle yaklaştım. Ama gözleri beni göremeyecek kadar karanlığa bürünmüştü.

Onun karanlıkta annesinin son nefeslerini dinleyen bir çocuk olarak hayal ettim. Kalbim acıyla çarptı. Annesini ölümüne tanık olan küçük bir çocuk. 

"Ben de onlarla çalışıyordum. Sana bahsetmediğim çok konu var evlat." Ali amcanın omuzları yıllardır babalık yaptığı yeğeninden sakladığı şeylerin yüküyle çökmüştü. Nereden başlayacağını düşünür gibiydi.  "Sen doğmadan önce tıp öğrencisiydim ama son senemde atıldım."

Atlas ona döndü. Yüzünü ne düşündüğünü anlayamayacağım kadar buruşturmuştu. "Tıp mı? Aşçılığın çocukluk hayalin olduğunu sanıyordum."

"Abimin zoruyla tıp okuyordum," dedi gülümser gibi. Geçmişe gidip geldiğini hatırladım. Ölü bir abiden nasıl söz edildiğini ben de çok iyi biliyordum. Neredeyse kendimi mutlu hissettiğim çoğu anımda Selim'in de adı geçiyordu. Hissettiğim özlemle gözlerimi yumdum. Tekrar açtığımda bana bakan buz mavisi gözleri görmeyi beklemiyordum. Onları görmek bir kez daha beni sarsttı. Zihnimde uzun yıllardan beri yaşam süren ağaçlar sarsıldı, birkaç evin çatısının uçtuğunu hissettim. Gazanfer Gümüşpala, gözlerini üzerimden çektiğinde hareket edemiyordum.

"Sonra Gazanfer ile tanıştım ve bütün hayatım değişti." diyerek devam etti Ali amca. Ali amcanın sesi az önceki etkiden kurtulmama yardım etti.

"Nasıl?" diye sordum. Konunun dışında kalmış biri gibi hissediyordum ama az önce öğrendiklerimizin tüm yükünü Atlas'ın üzerine yığamazdım.

"Bana yeni bir hastalıktan bahsetti. Bambaşka bir hastalıktan."

"Düşünce Mahkumluğu," diye fısıldadı Atlas.

Ali amca dudaklarını birbirine bastırdı. "Bana tedavi olacağını söylediğin an bizim başaramadığımızı başkalarının yaptığını düşünmüştüm."

"Siz," dedi Atlas çatık kaşlarına rağmen histerik bir şekide gülerken. "Tedaviyi mi bulmaya çalışıyordunuz?"

"Evet," dedi Gümüşpala. "Ben, baban, amcan ve eski patronun."

"Eski patronum?" Atlas hayretle karşısında dimdik duran adama baktı ve bir şey hatırlamış gibi dudaklarını aralayıp geri kapattı. "O sizdiniz. Dayı'nın odasındaki tabloda fotoğrafı olan sizdiniz. Babam, amcam, Dayı ve sen."

Neler olduğunu anlayamamış gibi Atlas'a baktım. Yıkılmış gibi duruyordu. Onu bu kadar sarsanın hangisi olduğunu anlamaya çalıştım. Yüzü dışarıdan ne hissettiğini ele vermemek için bomboş duruyordu ama yine de yüzü öfkeli olduğunu anlayacağım kadar kaskatıydı.

"Amcan beni babanla tanıştırdı. Harika bir grup kuracağımzıı biliyordum. Baban çok başarılı bir kimyagerdi, tıpkı benim gibi. Tabii patronunda hakkını vermeliyim. Şimdiki kel ve göbekli adamın o zaman bir oda dolusu ödüle sahip bir fizikçi olduğunu düşünmek zor."

Gümüşpala dik duruşundan taviz vermeden arkasındaki kapıya dayandı. Tek kaşı ciddiyetle havaya kalkmış Atlas'ı izliyordu. "Başından beri senin kim olduğunu çok iyi biliyordum."

Atlas elleriyle yüzünü kapattı ve "Hala inanamıyorum," dedi. "Babamın Düşünce Mahkumluğu hakkında çalıştığına inanamıyorum."

Birkaç adımla Atlas'ın yanına gtitim ve ona kendini iyi hissetmesi için söyleyecek bir şey düşündüm. Zihnim sayfalarını hızla karıştırdı ama bu durumda söylenecek hiçbir şey yoktu. Sadece yanında olduğumu hissetmesini istiyordum. Bir yandan da ona dokunmamın şu an uygun olmayacağını düşündüm ve sadece yanında durmakla yetindim.

"Seni ilk gördüğümde küçük bir çocuktun," dedi Gümüşpala. "Ama bakışların bile senin ne olduğunu anlamama yetti."

Ali amca boğazını temizledi. "Zaten bu yüzden babanla beraber işi bıraktık ve Gazanfer ile yollarımızı tamamen ayırdık. Bulaştığımız şeyin  farkına varmamız fazla uzun sürmemişti. Deney videolarımız pek de tekin olmayan insanlar tarafından izlendi. İşler, Gazanfer'in hırslanması ve olayı amacından saptırmasıyla değişti. Senin Düşünce Mahkumu olduğunu anlamasıyla da zaten baban işi bıraktı."

 Evin içinin buz tuttuğunu hissettim. Ellerim hissedemeyecğim kadar üşümüştü. Kaşlarım çatılmış bir şekilde Ali amcaya bakıyordum.

"Ben her zaman hırslı bir adamdım Ali," dedi Gümüşpala yaslandığı kapıdan ayrılırken. "Sana bugün bunu söyledim."

Ali amca bir şey söylemek yerine çok fazla anlam taşıdığını ifade eden bakışlarını Gümüşpala'ya çevirdi ve benim yapamayacağım bir şeyi yaparak adamın gözlerine baktı. Ama bunu yapması çok da uzun sürmemişti. Sonunda o da dayanamamış gibi gözlerini çevirip yeğenine baktı. Atlas olduğu yerde şoka girmiş gibi duruyordu.

"Kaza?" Atlas'ın sesi titrek çıkmıştı. Dişlerini sıkmıştı ve bakışları tek bir noktayı bakıyordu. Ali amcanın vereceği cevapla Gümüşpala'nın boğazına yapışacağını biliyordum.

"Kimin yaptığına dair bir fikrim yok evlat," dedi yeğenine doğru yaklaşırken. Omuzlarından tuttu ve benim yapamadığım şeyi yapıp ona destek oldu. Atlas bakışlarını kaldırıp yaşlı adama baktığında öfkesi bir anlığına uçup gitti ve yüz ifadesi bir erkek çocuğunun babasına duyduğu saygıya dönüştü. "Çok fazla düşmanımız vardı."

"Onun yapmadığından nasıl bu kadar eminsin?" diye sordu.

Ali amca omzunun üzerinden Gümüşpala'ya baktığıda kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Tüm bu olanlar bana bile bu kadar şaşırtıcı ve inanılmaz geliyorsa Atlas'ın neler düşündüğünü tahmin dahi edemiyordum.

"O dönemde, Gazanfer de pek iyi bir durumda değildi. Ona karşı da çeşitli saldırılar düzenlendi." 

Atlas öğrendiği onca şeye rağmen rahatladığını hissettim. Ailesini onun ellerinden alan bir kazanın sorumlusuyla aynı odada olmak istemeyeceğini düşünmek aptallık olmazdı. 

"Başından beri biliyordun, değil mi?" Atlas sesindeki hayal kırıklığını gizlememişti."İkinci evreyi, bize bunları yapan kişinin kim olabileceğini..."

"Hatırlamak istediğim yıllar değildi, evlat." Atlas'ın omuzlarını sıktı. "Bilmeni istemiyordum, baban da istemezdi. Dün gece yaşadığın şey bana İkinci Evreye geçtiğini düşündürdü. Sena'dan da uzun zamandan beri şüpheleniyordum. Bilgi kullanılmayınca eskir evlat. Gümüşpala benden daha çok bilgiye sahip, o yüzden onu buraya getirdim. Sena'nın durumunu öğrenmek çin."

Bakışlarımı korkuyla Gümüşpala'ya çevirdim. "Sena'nın durumu nasıl?"

Adam bakışlarını bana çevirdiği an vücudumdan uğursuz bir elektriğin geçtiğini hissettim. gözlerim bir an için odağına kaybettiğinde elimle duvardan destek aldım. Gözlerimi yumduğumda adamın buz mavisi gözlerini bir kez daha gördüm ve bu korkuyla titrememe neden oldu. Gözlerimi tekrar açtığımda adam artık bana bakmıyordu.

"İkinci evreye henüz geçmemiş," dedi ve ellerini cebine soktu. Ceketinin uçları bu hareketiyle havaya kalktı. "Geçiş aşamasında."

Ali amca yeğeninin omuzundan ellerini çekerken eski dostuna baktı. "Geçiş aşamasında mı?"

"Evet. Şu an acı çektiğini zannediyor. Ama henüz ateşin dumanını görüyor. Yakında ateşi görecek, sonra da ateşi hissedecek." Ürperdim. "İkinci evreden herkes sağ çıkamaz. Bu yüzden deneklerimden birinin azaldığını düşünmeye başladım bile. Bir an önce İtalya'ya gidip Ömer'i getirsen iyi edersin."

Endişeyle Atlas'a baktım. Sena'nın öleceğini düşünmek gözlerimin yaşlarla dolmasına yetmişti bile. Atlas yüzünde hiçbir mimiğin kıpırdamamasına özen göstererek "Sena gibi güçlü bir kızın bunu atlatamayacağını düşünüyorsan büyük yanılgı içindesin," dedi.

Destek aldığım duvara biraz daha yaslanıp üzerimdeki yükü hafifletmeye çalıştım.

"Haklısın, güçlü bir kız. Ve cidden ilgimi çekmeyi başardı." Gümüşpala ellerini ceplerinden çıkardı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Bakışlarının tekrar bana dönüp beni sarsmasını istemediğim için nefesimi tuttum ve hareketsizce beklemeye başladım. Atlas'ın yanından geçerken durdu ve Atlas'ın gözlerine baktı. "Unutma," dedi. "Düşünce acı verir."

Atlas da en az benim kadar adamın bakışlarından sarsılmış gözüküyordu. Gümüşpala evden dışarı çıktığında Atlasla bakışlarımız buluştu. O an ona bir saat önce beslediğim öfkenin hiçbir önemi olmadığını hatırladım. Az önce çok büyük bir gerçekle karşılaşmıştık. Ne yapacağımı anlamış gibi bana doğru bir adım attığında cesaret bulup ona doğru atıldım ve kollarımı boynuna dolayıp ona sıkıca sarıldığımda o da kollarını bana sardı. Gözlerimi yumup "Üzgünüm," diye fıldadım.

Bir şey söylemeden kokumu içine çekti. Elleri saçlarıma dokundu. "Merek etme," dedi sadece. "Sena'yı kurtaracağız."

Sena

Adam üzerime eğildi ve gözlerini bana çevirmemeye özen göstererek "Ne hissediyorsun?" diye sordu.

"Hangisini söyleyeyim?"

Adam aniden gelen yanıtım karşısında bakışlarını bana çevirdi. Bana çok yakın bir mesafede duruyordu. Bu yüzden cam gibi duran gözlerine yansıyan yansımama baktım ve dehşetle irkildim. İrisinin olması gereken yerde küçük bir cam parçası varmıuş gibiydi. Camdan süzülen ve odayı aydınlatan ışık gözlerine yansıyınca küçük bir çığlık koptu dudaklarımdan.

Adam sanki az önce yaşadığı şeyle her zaman karşılaşıyormuş gibi rahatlıkla doğruldu ve benden bir iki adım uzaklaştı. "Bana düşüncelerinden bahset," dedi.

Ona ters bir bakış atmaya çalıştım ama korkum bana bu adamın daha önce Sansar'ı kaçırdığını hatırlatıp duruyordu. Üstelik Atlas'ın bahsettiği bir yer vardı. Deneklerini mahkum ettiği bir askeri bölge. Yerimde huzursuzca kıpırdandım ve "Ne istiyorsun?" diye sordum. "Neden gerçekten de benim ne durumda olduğumla ilgileniyormuşsun gibi duruyorsun?"

Adam rahatsız edici bir şekilde gülümsedi." İlgilenmiyorum," diyerek itirafta bulundu. "Bir deneğimi kaybetmek üzere olup olmadığımı kontrol ediyorum."

Zihnimdeki düşünce denizininin öfkeyle kayalara çarptığını hissettim ve yüzüme soğuk su damlaları hücum etti. İrkildim. Gümüşpala bakışlarını yüzüme dikip beni dikkatle incelemeye başladı. Adamın bakışlarına maruz kalmak uçurum kenarından düşüncelerimin denizine düşmek kadar berbat bir şey olduğunu anladığımda ondan bir an önce kurtulmak için istediğini vermeye karar verdim.

"Canım acıyor," dedim. kısa ve net olarak. Bakışlarımı adamın sarsıcı gözlerinden kurtulmak için yere indirdim. 

 Gümüşpala, Esma'nın çalışma masasının karşısında duran sandalyeye oturdu ve geriye doğru yaslandı. Pürüzsüz sesi çok önemli bir gerçeği söyleyecek gibiydi. "Düşünce acı verir."

Bakışlarımı, adamın gözlerini çevirince hissedeceğim acıya hazırlayarak kaldırdım ve doğrudan adamın gözlerine baktım. Bunu yaptığım an şimdiye kadarki en büyük pişmanlığımı yaşadım.

Karanlık beni kendine çekti.

Bir iki adım gerilediğimi hissettiğim de artık Esma'nın yatağında oturmuyordum. Onun odasında da değildim. Olduğum yer daha önce hiç görmediğim bir yerdİ. Etrafta duyduğum ama anlamlandıramadığım bir ses yankı yaparak dolaşıyordu. Hava ağırlaşmıştı. Karanlık bir örtü gibi etrafımı sarmıştı. Önümde aşığa doğru sarmallaşarak inen bir merdiven vardı. 

"Ne görüyorsun?"

Etrafta yankılanan bir ses vardı. Ne dediğini anlayamadığım sesiz arasından bir başka ses bana bu soruyu sorduğunda ona cevap verme gerekliliği duydum. Merdivenlerden temkinli adımlarla inmeye başladığımda ay tam da tepemde parlıyordu. Onun hiçbir zaman güneşin ışığını çaldığını düşünmemiştim. Ona haksızlık yapılmıştı. Ay da ışığı hak ediyordu. 

"Gördüğün şeyi söyle."

Emredici bir ses kulaklarımı tırmaladı. Etrafıma huzursuzca bakıp sesin sahibini aradım ama bu bilmediğim yerde tek başımaydım. Kimse yoktu. Kimse. Sansar, diye sordu düşüncelerim. O var mı?

Başımı iki yana salladım. O da yoktu.

Merdivenlerden inmeye devam ettim. Yankı git gide daha da şiddetleniyordu ama hala kelimeleri seçemiyordum. Birilerinin çığlık attığını duydum. Benden intikam almak için hazırda bekeleyen binlerce yüzü hatırlayınca irkildim ama merdivenlerden inmeye devam ettim. Merdivenlerin sonuna geldiğimi düşündüğüm için eğilip merdivenlerin devamına baktım.

Merdivenin sonuna gelmek bir yana merdiven kendi etrafında dönen bir çıkmazdan oluşuyordu. Yankı kulaklarımı sağır edecek bir seviyeye ulaştığında burnuma gecenin ağır kokusu çarptı. Korkuyla irkildim ve indiğim merdivenleri tekrar çıkmak için arkamı döndüm ama arkamdaki merdivende aşağıya doğru şekilleniyordu. Korkuyla etrafıma baktım.

"Ne gördüğünü söyle."

"Paradoks!" diye çığlık attım ama sesimi duymamıştım. Korkuyla etrafımda dönmeye başladım. Ay yavaş yavaş karanlığa çekilmeye başlamıştı. Yankı kulaklarıma bir kez daha dolduğunda anlam kazandı.

"Düşünce acı verir."

Gümüşpala olduğu konumdan milim hareket etmemişti ve ben de Esma'nın yatağında oturmaya devam ediyordum. Anın için de bambaşka bir an yaşamış gibiydim. Vücudum uyuşmuştu ve ağzımda metalik bir tat vardı. Bakışlarımı hızla adamın ürkütücü gözlerinden çektim.

Adam sanki az önce onunla konuşmuşum gibi hissetmeme neden olacak gibi bana bakıyordu. Sonra ağır hareketlerle sandalyeden kalktı ve ceketinin düğmesini açtı. "Henüz ateşin dumanını görüyorsun," dedi. "Az kalmış."

Ona anlamayan bir şekilde baktım ama o umursamış gibi gözükmüyordu. Odanın kapısına doğru yürürken az önce bana yaptığı şeyi kavradım. Bakışlarındaki delicilik kesinlikle normal bir şey değildi. Çünkü o gözlere baktığınızda başka hiçbir şey göremiyordunuz. Sizi kör edebiliyordu. Bu da az önce beninmle, benim farkında olmadığım bambaşka bir an yaşadığını gösteriyordu.

Yataktan hızla kalktım. "Sen de bizim gibisin," dedim arkasından. Sesimin korkusuz çıktığını hissettim. Bunu o da fark etmiş olmalıydı. Kapıyı kavramak için havaya kaldırdığı eli havada kaldı. Bana dönmediği halde gülümsediğini tahmin ettim. 

"Düşünce mahkumu olduğumu mu söylüyorsun?"  Kapıyı açtı ve odadan çıktı.

Kapı tekarar kapandığında bana az önce bir soru sorup sormadığını düşündüm. Az önce bir şey dediğini duyduğumu hatırlıyordum, ama ne söylediğini anlayamamıştım. Az önce ne yaşadığımı hatırlamaya çalıştım ama hatırladığım tek şeyt boş ve anlamsız bir sesti.

"Düşünce acı verir."

Atlas

"Bundan sonra terapiye gitmeyeceğiz," dedi Vuslat. Sesi telefonda evdekine kıyasla daha iyi geliyordu. Yaşadığı şoku atlatmış gibiydi. Ben de bir an önce atlatmayı diledim. Demir bankta oturmuş uçağımın kalkmasını bekliyordum. "Zaten bir doktorun yapabileceği bir şey yok. Bu hastalığımızla ilgili."

"Haklısın," dedim. "Sena Gümüşpala'nın onun ikinci evreye geçiş döneminde olduğunda nerden anladığına dair bir şey söyledi mi?"

"Hatırlamıyormuş." Nisa'nın çocuksu kahkahası duyuldu. "Adamın ona aynı an içinde başka bir an yaşattığını söylüyor."

Kaşlarım çatıldı. "Zihninden bilgi mi çalmış? Haberi olmadan ondan nasıl bir şeyler öğrenmiş olabilirki?"

"Sena adamla ne konuştuğunu dahi hatırlamıyor. Hatırladığı şeylerin bölük pörçük birkaç andan oluştuğunu söyledi."

Bunalmış gibi soluklandım. "Her şey iyice birbirine girdi. Neye inanacağımı, neye göre hareket edeceğimi şaşırdım. Gidip Sansar'ı getirmem gerek ama sizin başınız bir şey gelir diye endişeleniyorum. Hayatımda şimdiye kadar aileme dair bildiğim çoğu şeyin bir karanlığın üzerine kurulduğunu öğreniyorum. Babam Düşünce Mahkumluğu hakkında araştırmalar yapan bir grupla çalışıyormuş ve benim Düşünce Mahkumu olduğumu gayet net bir şekilde biliyormuş. Amcam benden bir sürü şey saklamış."

"Düşünme bunları," dedi Vuslat yumuşak bir sesle. "Bundan sonra ne yapacağımızı düşünmeliyiz."

"Önceliğim Sansar'ı bulmak," dedim. "Sonra da dönüp Gümüş'ü bulacağız ve Asya ile diğerlerini kurtaracağız -nasıl yapacağımızı bilmesem de. Sena'nın ikinci evresini atlatmasını sağlamamız lazım. Bu yüzden de babamın deney videolarını izlemeyi düşünüyorum. Amcam kasetlerin yazlıkta olduğunu söyledi. Çalışmak için yazlığın bodrum katını kullanıyorlarmış. İkinci evreye dair bulacağımzı herhangi bri şey Sena'yı kurtarabilir. Black Lock'da üç maç yapmam gerekiyor. Ondan sonra da okulu bitirir kendime bir büro açarım ve evlenirim."

Vuslat kırkırdadı. Neşesinin yerini geldiğini fark edince bende güldüm. "Son cümlen planlarımıza dahil değil," dedi.

"Üzgünüm tatlım," dedim uçağın anonsunu duyunca ayağa kalkarken. "Evde kalmaya niyetim yok."

Tekrar güldü. "O halde sana iyi şanslar. Ben bekarlığın keyfini süreceğim."

Göremeyeceğini bildiğim için rahatlıkla kaşlarımı çattım. Sonra eğlenen bir sesle "O halde benim çocuklarıma patik örersin. Baştan söyleyim pembe bir ip alsan iyi edersin. İlk çocuğumun kız olmasını istiyorum."

"Abartma Atlas," dedi. Artık eğlenmiyordu. "Sanki yarın evleniyorsun."

"Belli mi olur? Belki İtalya'dan bir çıtır bulurum." Pasaportumu esmer kadına uzattığımda kadın flört eden bir tavırla bana gülümsedi. "Şimdiden buldum sanırım."

"Atlas!"

Onun hırçın sesini duyunca güldüm. "Merak etme benim gözüm senden başkasını görmüyor." Esmer kadın suratını astı. Pasaportumu bana geri verirken artık gülümsemiyordu. "Kapatmam gerek. Uçağa bineceğim."

"Pekala," dedi isteksiz bir sesle. "Kendine dikkat et. Sansar'ı bul mutlaka ve ona çok kızgın olduğumu söyle. Buraya gelince onu tokatlayacağım."

Güldüm. "Tamamdır, o iş bende."

"Tamam o zaman." Biraz durdu. "Görüşürüz." Derin bir nefes aldı. "Kendine iyi bak."

"Sende," dedim

Telefonu kulağımdan uzaklaştırmak üzereyken "Dur!" dedi. Telefonu tekrar kulağıma dayadığımda kısa bir an duraksadı ve hızlı hızlı nefes almaya başladı. kendini bir şeye hazırladığını hissettim. Sonra duymak isteyeceğim en güzel şeyi söyledi. "Seni seviyorum."

 Telefon suratıma kapandığında ne olduğunu anlamayarak ekrana baktım. Gülümsemem yavaş yavaş tüm yüzüme yayıldı. Omzumdaki çantamın siyah ipine asıldım ve havaalanında yürümeye devam ettim.Geri döndüğümde bunu kesinlikle Vuslat'a bir kez daha söyletecektim.

-Destvd

Continue Reading

You'll Also Like

12:30 SEANSI By damy

Mystery / Thriller

1.5M 97.7K 49
[WATTYS 2022 KAZANANI] Parmağı omzumun üzerindeki belli belirsiz benlere dokundu. Ardından köprücük kemiğime kaydığında dudaklarım, bir nefese muhtaç...
3.5M 84.7K 62
🔞+18 içerik vardır, 18 yaşından küçük ve rahatsız olanların okumaması tavsiye edilir.🔞 Elini bacak aramdaki sıcaklığa soktu.Kadınlığıma dokunduğund...
84K 6K 50
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
4.3M 372K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...