SINIR |Tamamlandı|

By __Katre__

2.4M 125K 23.3K

Az önce Eylül'ün tuttuğu boşta kalan elini yeşil kalın askeri kemerinin üzerine koyup lafa girdi. " Gel ben... More

1. Bölüm " Karşılaşma"
2. Bölüm " Biz Evleneceğiz "
3. Bölüm " Toprak ve Ben "
4. Bölüm "Sözlüyüz"
5. Bölüm " Uzak Durmalıyım "
6. Bölüm "Hakkını Helal Et"
7. Bölüm "Evlenelim Artık"
8. Bölüm " Ümmetin Hâli "
9. Bölüm " Dinî Nikah "
10. Bölüm" Ben korurum seni "
Filistin'e Yapılan Saldırı 😔
11. Bölüm "Lehmaacun"
12. Bölüm " Araba Kazası"
13. Bölüm " Sadece Sen"
14. Bölüm " Allah'a emanet ol "
Yeni Kitap Kapağı
15. Bölüm "Seni Seviyorum"
WhatsApp Grubuuu
16. Bölüm " Karım o "
17. Bölüm "Bende Seni......"
18. Bölüm "Müsaitsen Evlenir Misin"
19. Bölüm " Vazgeçilmezim"
20. Bölüm " Rüya "
DUYURU
21. Bölüm "Gerçek mi?"
22. Bölüm " Huzur "
23. Bölüm " Pamuk şeker gün"
24. Bölüm "Farklı Hisler?"
25. Bölüm "Kıskanç"
26. Bölüm "Piknik"
27. Bölüm " Özledim"
28. Bölüm "Aşık İki Genç"
29. Bölüm " Efsunkar "
30. Bölüm "Gelecekten Kesit I"
31. Bölüm "Tehlikeli Sular"
32. Bölüm "Kavuşuyoruz"
33.Bölüm"Kimsesizin Kimsesi"
34. Bölüm "Kavuşamadık"
35. Bölüm"Sarılmam Lazım"
36. Bölüm "Sarıl Bana"
37. Bölüm "Eli Elimde"
38. Bölüm " Anayım Ben!"
39. Bölüm "Dildâde"
40. Bölüm "Aksiyon"
41. Bölüm "Arsız Kadın"
42. Bölüm "Biz Biriz"
43. Bölüm "Düğün"
44. Bölüm "Gözyaşı"
46. Bölüm "I.Video Kaydı"
47. Bölüm "II. Video Kaydı"
Gelecekten Kesit II.
48. Bölüm"Anne Olacağız"
49. Bölüm "Dildar"
50. Bölüm "Evliyiz"
51. Bölüm "Tanışma"
52. Bölüm"Nazende Sevdiğim"
53. Bölüm "Bi' Yanak"
54. Bölüm "Aden"
55. Bölüm "Geldin"
56. Bölüm "Geldim"
57. Bölüm "Bu Kalp Seni Unutur Mu?"
58. Bölüm"Yeniden Aşık Ettin"
59. Bölüm "Güzelim"
60. Bölüm "Yıldızlar Kadar"
61. Bölüm "Baba×2"
62. Bölüm "Sen"
63. Bölüm "Güzel Karım"
64. Bölüm "Manyak Çift"
65. Bölüm "Mucize"
66. Bölüm "Mehlikâ"
67. Bölüm "Dört Kişi"
68. Bölüm "Öpücüksedim"
69. Bölüm "Mübrem"
70. Bölüm "FİNAL"

45. Bölüm "Uyuyan Kadın"

19.5K 1.1K 201
By __Katre__

Kapanıp gölgeli göz kapakları
Karşımda bir kadın uykuya dalmış
Sanki o hülyalı bir suya dalmış
Kapanıp gölgeli göz kapakları

Sağ kolu altında güzel boynunun
Bükülmüş bembeyaz bir kuğu gibi
Her inip kalkması ya o koynunun!
kimbilir ne mesut bunun sahibi

kapanıp gölgeli gözkapakları
karşımda bir kadın uykuya dalmış
sanki o hulyalı bir suya dalmış
kapanıp gölgeli gözkapakları

Nazım Hikmet

Yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalar. Edibe'ye de uğrayın lütfen•°

Çalan zilin sesi ile elimdeki Kur'an'ı bırakıp kapıya gittim.
"Hoşgeldin." dedim kapıyı açtığımda.

Durgun yüzünü yerden kaldırıp "Hoşbuldum." dedi. Ayakkabılarını çıkarıp içeriye girdi. Usulca üzerini çıkarıp salona doğru adımladığında ben de peşinden gittim.
İki hafta geçmişti üzerinden. İki hafta üç gün... Sessizlikle geçen iki hafta.

"Gel buraya." diye mırıldandı.
Salonun kapısının önünde durmuş kollarını açmış beni bekliyordu. Açtığı kollarının arasına girdim hemen. Kollarımı beline sarıp giydiği sweate sımsıkı tutundum.
Saçımı okşarken derin bir nefes alıp alnıma bir öpücük kondurdu.

Geri çekildiğinde elini tutup koltuğa götürdüm onu. Oturup dizlerime vurduğumda ne demek istediğimi anlayıp başını dizlerime koyarak uzandı. Ellerini göğsünde bağlayıp ayaklarını karnına doğru çekti.

İki haftadır durgundu. O günden sonra kimsenin yanında ağlamamıştı. Çok fazla konuşmuyor arada dalıp gidiyordu. Seccadesinin başında ağlarken görmüştüm birkaç kez. Sık sık dedemin yanına uğruyor Kur'an okuyup geliyordu.
Muhsin dedem için yemek vermek yerine yardıma ihtiyacı olanlara yardım etmiş birkaç ailenin ihtiyaçlarını gidermek istemiştik. Kıyafetleri ve evdeki eşyalar da yine ihtiyacı olanlara gitmişti. Özel eşyalarını bir kutunun içinde Toprak'a vermiştik ama hâlâ açıp bakmamıştı. Bir köşede öylece duruyordu.

Cenaze günü dimdikti omuzları. Baş sağlığı dileyenlere sessiz bir iç çekişin ardından yine sessiz bir mırıltıyla karışıklık vermişti. Bir dedesi vardı zaten bir de kendisi. Başka kimseleri yoktu. Muhsin dedemin birkaç ahbabı vardı sadece.

Bizim de kimsemiz yoktu onlar gibi. Akşam olduğunda yine biz bize kalıyorduk.
Yengem, amcam, Melih, Ali, Deniz, Erva, ben ve Toprak...

Bizim ailemiz buydu işte. Biz buyduk. Akşam olduğunda belki de saatlerce tek kelime etmeden oturmuştuk salonda. Hepimiz sessizliğimizle destek olmuştuk birbirimize.
Melih abimdi. Deniz abim olmuştu. Erva kardeşimdi. Amcam ve yengem olmayan anne babamdı. Ali benim küçük kardeşim, Toprak herşeyimdi.

Böyle geçti iki hafta. Bazen sessiz bazen gözyaşıyla. Çokça dua, çokça şükürle...

Ellerimi usulca saçlarına daldırdım. Bir yandan kaşıyarak bir yandan saçlarını okşadım. Az önce ağladığını belli edercesine gözleri kızarmıştı.
"Nereden geliyorsun?" diye sordum cevabını bildiğim hâlde.

Sırtüstü pozisyona gelip göğsünde bağladığı ellerini çekmeden ayaklarını büktü. "Dedemin yanından." diye mırıldandı. "Konuştum biraz. Kur'an okudum."

"Allah kabul etsin."

"Amin."

"Aç mısın?"

"Evet biraz." diyerek doğruldu.

"Hadi yiyelim yemeğimizi." dedim alnına düşen birkaç tutam saçı geriye doğru iterek. Yüzünü avuçlarım arasına alıp yanağına bir öpücük kondurdum.

Kalktığımda peşimden mutfağa geldi. Ben kaşıkları çıkarırken o da tabakaları yerleştirdi. Çorbaları tabaklara koyduğumda yerine geçip oturdu. "Eline sağlık." dedi çorbasını içmeye başlamadan önce.

"Afiyet olsun." dedim ben de. Sessiz bir yemeğin ardından tekrar salona geçtik.

"Dışarı çıkalım mı Eylül?" diye bana döndüğünde hafifçe başımı salladım. Yavaş yavaş toparladığını görüyordum. "Olur. Hava nasıl?"

"Güzel. Sen hazırlan çıkalım." dedi koltuğa oturup.

Odaya girip hazırlandım. Feracemin üzerine ince bir hırka giydikten sonra salona geçtim. "Hadi çıkalım. Hazırım."

Birlikte çıkışa geldiğimizde askıdan siyah kot ceketini alıp siyah sweatinin üzerine giydi. Ben çıktıktan sonra arkamdan çıkıp ayakkabılarını giyindi ve kapıyı kilitledi. Anahtarı cebine attığında derin bir iç çekip önüme döndüm.
Elerimi hırkamın cebine koyup yumruk yaptım.

Binanın kapısını açıp benim geçmemi bekledi. "Teşekkür ederim." dedim fısıltıyla. Birşey söylemedi.

Yan yana birkaç adım attık. Yerdeki taşı vurarak nereye kadar götürebileceğimi hesaplıyordum ki cebime usulca bir el daha girdi.
Yumruk yaptığım elimi açıp parmaklarını parmaklarıma kilitledi.

Ardından elimizi cebimden çıkartıp elimin üzerine bir öpücük kondurdu.
"Üşümüş." diye fısıldayarak kendi cebine koydu.

Gülümsedim. Buruk da olsa samimi bir gülümsemeydi bu.

"Özür dilerim." dedi önüne bakarken. İkimiz de sokak lambalarının aydınlattığı bu ıssız sokakta önümüze bakarak yürüyorduk.

"Ne için."

"Seni görmedim. Çok ihmal ettim. Senin de acı çektiğini fark etmedim bile. O gün sana söylediklerim-"
derin bir iç çekti.

"Yapma Toprak." dedim durup ona dönerek. O da bana döndüğünde elimin diğerini de cebine koydum.

"Özür dileme benden. Sen benim acımı gördün. Günlerce omzunda ağlarken saçlarımı okşadın. O gün söylediğin hiçbir şeyi bilinçli söylemediğini de biliyorum. Ben senin ailenim. Biz aileyiz."

Uzun uzun baktı gözlerime. Toprak rengi gözleri bu kez saklamıyordu zihninden geçenleri. "Aileyiz." dedi alnıma öpücük kondurup.

Ardından tekrar yan dönüp bir kolunu omzuma attı. "Sana dondurma alayım mı hatun?" diye sordu daha keyifli çıkarmaya çalıştığı sesiyle.

"Al. Limonlu isterim."

"Hasta olmazsın değil mi?" dediğinde sesinde endişe vardı.

"Havalar ısındı artık. Hastalanmam."

"Hastalanırsan seni banyo yaptırırım." dedi muzip bir sesle.

Yüzümü hızla ona çevirip baktım. Belki günler, haftalar sonra ilk kez sahici bir gülümseme vardı yüzünde. Birşey söylemedim. Belki de utanıp ona kızmam gerekiyordu ama yapmadım. O yeterki gülsündü.

İnsandı bu... Acıya da derde tasaya da alışıyordu.

Caddeye çıkıp bir dondurmacıdan dondurmalarımızı aldık. El ele yürürken nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Çoğunlukla sessizdik. Arada birşeyler konuşuyor aklımızdakileri dağıtmaya çalışıyorduk.

Adımlarımız bizi bir bankın önüne getirdiğinde oturup karşımızdaki manzarayı izlemeye başladık. Biraz yüksek bir yerdi burası. Karşımızda ağaçlık bir alan görünse de arkamızda ıssız bir yol vardı. Yan yana uzun aralıklarla banklar konumlandırılmıştı. Bizden başka kimse yoktu şuan.

Bankın tam arkasındaki lamba birkaç kez cızırdayıp söndüğünde karanlıkta kaldık. Bu daha çok hoşuma gitmişti aslında.

Sadece ikimizdik. Burnuma kokusu ilişiyor, kulağıma nefes sesleri doluyordu. Karanlıkta yüzünü seçemesem de ezberimdeydi her bir noktası.

Başımı omzuna yaslayıp karşımdaki manzarayı izlemeye devam ettim. Uzunca bir süre sonra sesini duydum.
"Eylül..."

"Hmm." diye mırıldandım başımı kaldırmadan. Ama o kendini çekip başımı kaldırmamı sağladı. Bana doğru döndüğünde yüzümü avuçları arasına sığdırdı.
Baş parmakları yanağımı okşarken
"Eylül..." dedi tekrar. Alnını alnıma yasladı.
"Ben..." dedi nefesi dudaklarıma çarparken. Ciğerlerini titrek bir solukla doldurdu.
"Ben... Seni de..."

Sustu.

Ben de elimi onun yüzüne yerleştirdim.
Nihayet kelimeleri toparladığında cümlenin sonunu beraber tamamlamıştık.
"Ben çok korkuyorum. Seni de-"

"Kaybederim diye."
"Kaybederim diye."

Gözlerimi yumup açtım. Çok korkuyordum o da gider diye. Çok korkuyordu ben de giderim diye.

Yüzünü geri çektiğinde gözleri benim gözümden süzülen bir damla yaşa takıldı. Gözleri dudaklarımı bulduğunda, dudakları da dudaklarıma ulaştı.
.
.
.
.
.
.
.
.

Boynumda bir süredir hissettiğim dokunuşlarla dayanamayıp huylanarak gözlerimi açtım.

Ama hâlâ gözlerim kapanmak için çaba sarf ediyordu. Uykum vardı...

"Toprak." diye mırıldandım sesimi kızgın çıkarmaya çalışarak. Ama sonuna doğru esnediğim için 'Topraağğk' diye bir şey çıkmıştı ortaya.
Bir elimi ağzıma kapatıp esnedikten sonra onun boynuma gömdüğü yüzünü umursamamaya çalışarak tekrar kapattım gözlerimi. Hareketlerimi kestiğimi anlayan Toprak "Hadi güzelim, kalkmamız gerek." dedi yüzünü kaldırmadan.

Birkaç öpücük daha sıraladıktan sonra geri çekildi. Sonra parmaklarını göz kapaklarımda hissettim.
"Eylül..." diyerek gözlerimi aralamaya çalışıyordu. Dayanamayıp gözlerimi açtığımda kıkırdayarak doğrulup yanağına bir öpücük kondurdum.

"Kalktım kalktım. Günaydın." dedim gülüşümün arasında.

"Günaydı..." diyerek oturur pozisyona geçti. Gülümseyerek saçlarını dağıtıp kalkmak için arkasını döndüğünde sırtındaki o iki yara izi takıldı gözlerime.

Parmaklarım çıplak sırtına değdiğinde olduğu yerde donup kaldı. Ben ise gözlerimi o yaralardan ayıramıyordum. Biraz ona yaklaşıp parmak uçlarımla yara izlerini okşadım. Sırtında başka izler de vardı. Ama en taze görünen izler onlardı.

Titrek bir soluk alıp o izlere tek tek dudaklarımı bastırdım. Vücudunu kastığını hissediyordum. Kollarımı beline sardığımda elimin altındaki kasları bir ip gibi gerildi.

Titrek bir solukla doldurdu ciğerlerini. Elini karnının üzerinde bağladığım elime koyup açarak arkasını döndü. Dizinin birini bükmüş bir şekilde bana dönük oturuyordu şimdi.

Ellerini yanaklarımın iki yanına koyup yüzümü avuçları arasına sığdırdı. Baş parmakları elmacık kemiklerimi okşarken usulca yaklaşıp şefkatle dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

Sanırım tek kelime etmeden konuşmuştuk az önce. Bakışlarımızla, dokunuşlarımızla.
"Geç kalacağız..." dedi geri çekildiğinde.

Başımı salladım ayağa kalkarken.
"Sen üzerini giyin ben de kahvaltıyı hazırlamaya başlayayım."

Odadan çıktığımda mutfağa geçtim. Çay için su koyup birşeyler hazırlamaya başladım.

Toprak'ın mutfaktaki varlığını hissettiğim an omuzuma çenesini yasladı. "Sen sevdin sanırım benim tişörtümü giymeyi."

Üzerimdeki beyaz bol tişörte bir bakış atıp omzumu silktim. Elimi suya tutup arkamı döndüm. "Birincisi bunu ben giymedim sen giydirdin. İkincisi bunlar çok rahat."

"Üçüncüsü de." dedi yanağımdan makas alırken. "Sana çok yakışıyor."

Sırıtarak bağlı olan saçım sanki omuzlarımdaymış da geriye savuruyormuşum gibi bir hareket yaptım. Bu hareketime güldüğünde sanki günlerdir sadece durgun bir şekilde tebessüm eden Toprak'ın biraz daha toparladığını düşündüm.

"Hadi sen de git giyin. Ben devam ederim." dedi çenesiyle mutfağı gösterirken.

Başımı sallayıp "Tamam." diye mırıldandım. Yanağına bir öpücük kondurduktan sonra mutfaktan çıktım.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.

Kantinin kapısından içeri girdiğimde ileride oturduğunu gördüğüm Erva'ya doğru yürüdüm. "Selamın aleyküm." dedim tebessümle.

"Aleyküm selam." diyerek masanın üzerindeki elimi sıktı.

Elimle bir saniye diye işaret edip cebimden telefonumu çıkardım. Toprak'ın ismine tıklayıp mesaj yazmaya başladım.
' İçeriye girdim. Erva ile kantindeyim şimdi. Merak etme.'

Sanki telefonun başında bekliyormuş gibi anında görüp cevap yazmaya başlamıştı.

' Dikkat et. Beni sık sık haberdar et. Dersin bitince seni alacağım.'

Mesajı okuyup anında cevap yazdım.

' Tamam. Sen de dikkat et. Allah'a emanet ol :) '

Telefonu geri yerine bırakıp karşımda kahvesini yudumlayan arkadaşıma döndüm.
"Ee nasıl gidiyor?" diye sordum evliliğini kastederek.

Yüzünde tarifsiz bir gülümseme yer edindi. Bakışlarını etrafta gezdirip tekrar bana döndü.

"Çok güzel. Rüya gibi. Açıkçası başta az da olsa korku vardı içimde. Ne bileyim okulla evliliği birlikte yürütme konusunda kendimden çok emin değildim. Ama Deniz öyle yardımcı oluyor ki bana, hiçbir yükü tek başıma yüklenmiyorum. İşten gelince çok yorgun oluyor biliyorum ama kapıyı açtığımda yüzünde tarifsiz bir gülümseme oluşuyor. Yemekte, temizlikte hepsinde yardımcı oluyor. Senin de dediğin gibi sevdiğim adamla herşey çok daha kolay geliyor."

O konuştukça benim gülümsemem daha geniş bir hâl alıyordu. Onun adına çok mutluydum. Aynı zamanda Deniz adına da.

"Hastanede nasılsınız?" diye sordum bu kez. Sorumla elini dudaklarına kapatarak güldü.

"Ay sorma." dedi gülüşünün arasında.
"Geçen gün bir hasta odasına girdim. Hasta da Deniz'in hastasıydı. Ay dur böyle söyleyince bir değişik oldu." dedi elini yüzünün önünde sallarken.

Melih'in bir alt versiyonunun kız haliydi Erva da.

"İşte odaya girdim Deniz de oradaydı. Biz tabi doktor hemşire ilişkisini aşmıyoruz. Teyzeyi kontrol ediyor, soru falan soruyor. Teyze de ona hiç cevap vermeden bana döndü. Ben serumu değiştiriyordum, elimde eldiven vardı. Kadın benim yüzüğümü görmemiş. Başladı yanındaki torununu övmeye. Deniz sinirden kıpkırmızı oldu. Kadına seslendiğinde resmen tısladı. Herkes tuhaf tuhaf ona bakarken ' Karımı torununuza ayarlamayı kesip sorularıma cevap verin' dedi. Ay nasıl korkunç görünüyordu bir görsen. Sonra 'Hasta yakınlarını dışarı alalım' diye odadaki tüm yakınları dışarı çıkardı. Eğer orada doktor kimliğinde olmasa bana bakan o adamı çok fena benzetecekti. Odadaki herkes şok tabi. Bir bana bir Deniz'e bakıp duruyorlar. Neyse iyi kötü oradaki işlemi hallettik."

Heyecanla derin bir soluk aldı. Geç bile kalmıştı. Ardından kahvesinden bir yudum alıp devam etti.

"Akşam da çıkma saatimiz gelince ben hazırlanmış tam hemşire odasından çıkarken odaya Deniz girdi. Yakın olduklarım evli olduğumuzu biliyor ama diğerleri bilmiyordu. Geldi elimi tuttu lap diye. Sonra çantamı da alıp dışarıya çıkardı bizi. Herkes yine şok."

Kısık gözlerinin ardından gülerken bir yudum daha aldı. "Fena kıskanmış seni." dedim saatime baktıktan sonra.
Az bir zamanımız vardı. "Tatile ne zaman çıkıyorsunuz?"

"Bilmiyorum... Şu durumlar bir düzelsin de hele. Acelemiz yok."

Başımı sallayıp masanın üzerindeki elini tuttum.

"Ee siz nasıl oldunuz? Toprak nasıl?" diye sordu.

"Durgun... Ama insan işte, alıştı. Alıştım. Arada aklına düşüyor dalıp gidiyor. Ama kendini toparlamaya çalışıyor."

Bu kez o başını salladı. Bileğindeki saate baktıktan sonra "Hadi." diye mırıldandı. "Geç kalmayalım."

Dersten sonra Erva eve giderken ben de okuldan çıkmıştım.
Telefonu çantamdan çıkarıp saate baktım. Okulun biraz ilerisindeki bir dükkandan istediğim kitabı alacaktım. Sonra Toprak'a mesaj atıp onu bekleyecektim.

Kaldırımın köşesinden döndüğüm anda karşıma biri çıktı.

Kendimi toparlayamadan karşımdaki kişiye çarptığımda ben de o da sendelemişti. Gözüm panikle ilk önce karşımdaki hamile kadına ardından da yere düşürdüklerimize kaydı.
"İyi misiniz?" dedim bir çırpıda. Gözlerim bir an karnına kaymıştı.

"İyiyim, kusura bakmayın görmedim." diye mırıldandı. Ellerini koruma içgüdüsü ile karnına sarmıştı.

"Sorun değil." diyerek yere eğildim. Elinden düşen poşetleri ve yere düşen telefonları alıp ona verdim.

"Teşekkürler." dedi güzel bir gülümseme ile.

"Önemli değil. İyi günler." diye mırıldandım ben de tebessüm ederek.
Ayrıldığımızda yüzümdeki tebessümü silmeden telefonu çantaya attım. Çok tatlı bir kadındı. Sarı saçları ve mavi gözleri ile oldukça da güzel bir yüzü vardı. Hamilelik de çok yakışmıştı.

Yolun bitiminde karşıya geçmek için yan döndüğüm sırada bir ses duydum. Tiz ve insanın içini korkuya sürükleyen bir ses.
.
.
.
.
.

Yazardan

Toprak, Barış ile birlikte dışarı çıktıklarında derin bir soluk aldı. Güzel karısını görebilecekti sonunda.
Ona birşey olacak diye her zaman çok korkmuştu. Her zaman gözleri onun üzerinde olmuştu. Kendinden önde tutmuştu onu.
Hele dedesinden sonra bir de onu kaybetmeyi kaldıramazdı. Onsuz yapamazdı. Annesi babası gitmişti. Ardından dedesi bırakmıştı onu. Bir tek 'dünyası' kalmıştı.

Onsuz nasıl yaşanır bilmiyordu. Onun kokusu olmadan nasıl uyunur? Onun dokunuşları olmadan nasıl güne başlanır? Onun dudakları olmadan nasıl soluklanılır bilmiyordu.

Düşündükleri ile saçlarını dağıtıp yan cebinden telefonunu çıkardı. Üzerini değiştirip Eylül'ün yanına gidecekti. Eskinden günde kaç kere arıyorsa artık onlarca fazla arıyor, sürekli mesaj atıyordu. Bir yerden sonra Eylül'ün bıkmasından korkuyordu ama Eylül de sürekli ona nerede olduğunu haber veriyor asla sıkılmıyordu.

Gözlerini telefona çevirdiği an tam yanında sırıtan Barış dikkatini çekti. Telefonu elinde yuvarlayıp avucunun içinde sıkarken "Ne o lan, ne sırıtıyorsun?" diye sordu. Şimdilik birkaç dakika ertelemişti sevdiğini aramayı.

"Bir kız var." dedi Barış büyük bir şekilde gülümseyip Toprak'la asker komutan ilişkisinden sıyrılmalarının verdiği rahatlıkla.

Toprak ilk önce kaşlarını çatıp sonra bir tebessümle dinlemeye başladı. Barış Hülya' ya çok fena kapılmıştı. Onu anlatırken bile gözlerinin içi gülüyordu. Koca adam bir çocuk gibi heyecanla konuşuyordu.

Birkaç dakika onu anlattı gülerek. İki arkadaş konuşup dertleştikten sonra Toprak telefonunu eline alıp Eylül'ün ismine dokundu. O an güzel bir gülüşle bir rahatlama hissi doğmuştu içine.
Telefon uzunca çaldı.
Çaldı.
Çaldı.
Ama açan olmadı.

Az önce oluşan o rahatlama hissi tuzla buz olurken kaşlarını çatıp tekrar dokundu ekrana.
Barış'ın kendine doğru yaklaştığını gördü. "Ne oldu?" diye sordu.

Bir dakika diye işaret ettiğinde elinin titrediğinin bile farkında değildi.
Telefon uzun bir çalışın ardından açıldığında "Güzelim?" dedi bir çırpıda.

Arkadan gelen sesler soluğunu kesiyordu sanki. "Telefon sahibinin eşi misiniz?" diye bir soru geldi karşıdan.

Eylül değildi bu. Başka bir kadındı. Arkadan sesler geliyor, birileri bağırıyordu. Yutkunamadı Toprak. Bir yumru oluştu orada. "Evet..." dediğinde sesi titremişti.

Kendine gelmeye çalıştı. Boğazını temizledi.

"Ne...nerede o? Siz kimsiniz?"

"Beyefendi eşiniz bir kaza geçirdi. Yanında telefonu hariç başka birşey bulamadık. **** Devlet Hastanesi'ne gelmeniz gerekiyor."

"Ne kazası? Neyi var? İyi mi?"diye bağırdı. Ancak sesi sona doğru yalvarır gibi çıkmıştı. Barış ne olduğunu anlayamadan onu izliyordu.

" Üzgünüm, annenin de bebeğin de durumu kötüye gidiyor." dedi kadın kendine hakim olamayarak. "Beyefendi buraya gelmeniz gerekiyor."diyerek telefonu kapattı.

Ne demişti o? Bebek? Anne? Toprak'ın nutku tutulmuştu sanki. Ne tepki vereceğini şaşırmış öylece donup kalmıştı yine.
"Ne oluyor lan!" diye yüksek bir ses duyduğunda kendine geldi.

"Eylül... Kaza geçirmiş." dedi Barış'a. Koşarak arabaya giderken Barış da peşinden geliyordu. Anahtarı Toprak'ın elinden alıp sürücü koltuğuna geçti.

Delirmiş gibiydi Toprak. Elleri titriyor deli gibi düşünüyordu. Olamazdı değil mi? Onsuz olamayacağını düşündüğü an, onu kaybetmezdi...
Dudaklarından dualar dökülürken ne yapacağını bilmiyordu. Ne düşüneceğini şaşırmıştı. Aklına getirmek istemiyordu.
Çıldırıyordu. Ölüyordu.

Bebek demişti kadın. O sırada "Bebek dedi." diye sayıkladığının farkında bile değildi.
Barış duyduğu şey ile bir saniyeliğine başını Toprak'a çevirdi. Kaşları çatıldığında Toprak'tan bunu daha önce duymadığını düşündü. Baba olacağını bilmiyordu. Şu an sayıkladığına bakılırsa kendi bile bilmiyor olabilirdi.

" Hızlı sür." dedi Toprak yalvarır gibi bir sesle. "Hızlı sür, ne olur?"

Barış Toprak'ın yalvaran sesiyle yutkunup aracı son hız kullanmaya devam etti.

Nihayet arabayı sert bir şekilde durdurduğunda Toprak bir saniye bile beklemeden kendini arabadan attı. İki asker yeri titreten adımları ile hastaneye koşarken etraftaki tüm gözler onlara dönmüştü.

Toprak hızlı hızlı soluk alıp veriyor gözleri etrafı tarıyordu. Boğazındaki yumru gitmek bilmezken karısını düşünüyordu.
Güzel gözleri kapalı mıydı şimdi? Yalnızdı. Çok korkmuştu belki de. Yanına gidip elini tutmalıydı. Kucağına alıp eve götürmeliydi. Sarılmalı bir an bırakmamalıydı elini.

Kapıdan içeri girdiklerinde tüm gözler onlara dönmüştü. Ama ne Toprak'ın ne Barış'ın umrunda değildi bu durum.
Toprak sert adımları ile etrafa bakınarak ilerlerken bir ses duydu.

Kalbini tekrar attıran bir ses.
"Toprak!?"

Toprak duyduğu sesle hızla arkasına döndü. Eylül buradaydı işte. Yaralı değildi. Güzel gözleri merakla Toprak'a bakıyordu.

Birkaç metre uzaktaki karısı ile göz göze geldiğinde bir damla gözyaşı düştü gözlerinden. Usul usul yanağından süzülürken Eylül'e doğru koştu. Sımsıkı kolları arasına almak için.
.
.
.
.
.
.

Eylül'den

Gözlerim ister istemez herkesin baktığı yere kaydığında üniformalı iki asker gördüm. Birkaç adım daha attım o yöne doğru.
Kuzguni saçları, sıktığı yumrukları, boyu...

Kaşlarım anında çatılırken o yöne doğru ilerledim. "Toprak!?" diye seslendim yaklaşınca. Telaşla daha da uzaklaşıyordu çünkü.
Yumruk olan ellerini daha bir sıktı. Birkaç saniye olduğu yerde donup kaldıktan sonra hızla arkasını döndü.

Dağılmıştı saçları. Gözleri kıpkırmızıydı. Yıkılmıştı sanki. Derince yutkundu. Gözleri yüzümü taradıktan sonra gözlerimde durdu.
Bir inci düştü kahverengi harelerinden.

Niye ağlıyordu?
Ne olmuştu birden?
Benim burada olduğumu nereden biliyordu?

Gözünden düşen bir damla yüzünde süzülürken ona doğru adımladım hızla. O bir damlanın yere düşmesine razı değildi yüreğim.
Bakışlara aldırmadan bana doğru geldiğinde kollarını sert bir şekilde belime sardı. Ben de kollarımı boynuna sardığımda gözünden süzülen yaş benimle buluşmuştu.

Birşey sormadım. Sımsıkı sarıldım. Kolları neredeyse soluğumu kesecek kadar sıkı tutuyordu beni.

"Eylül..." dedi kesik kesik. Sesi çatlamıştı bunu söylerken. Devam edemedi. Konuşmadı. "Eylül..." dedi tekrar. Sanki benim olduğuma inanmak istiyor gibi.

"Toprak?" diye fısıldadım.

Titrek soluğunu duydum. Omuzları sarsıldı. Ayrılmıyordu. Yüzünü görmeme izin vermiyor, tutuşunu bir saniye bile gevşetmiyordu.

Dudaklarımı dişledim gözümden süzülen bir damlayla.
"Kaza..." diyerek derin bir nefes aldı.

Konuşamıyordu. Şaka değil, gerçekten kelimeleri toparlayıp söyleyemiyordu. Neyi anlatacağını bilmiyor gibiydi.
"Kaza yaptı dediler. Seni aramıştım. Öldüm ben... Kaza dediler."

"Durumu... Durumu kötü dediler. Annenin de bebeğin de durumu kötü dediler." Bunu söylerken bir elini belimden çekip karnımı okşamıştı. Usulca geriye çekildi. Ama ellerini üzerimden çekmedi.

Yüzü sırılsıklamdı. Gözleri... Kan çanağı...

"Şşş..." diye fısıldayarak yüzündeki yaşları sildim iki elimle.

"Ben anlamadım. Ne yapacağımı bilemedim. Öldüm Eylül. Yemin ederim nefes alamadım. Soluğum kesildi, konuşamadım. Sen... Eylül sen olmazsan ne yaparım ben?"

"Buradayım ben." dedim yanağımı okşadığı elinin içine bir öpücük kondurup.
Aramızdaki birkaç santimlik mesafeyi dayanamayıp yeniden kapattı. Kollarını tekrar bana sardığında konuşmaya devam ediyordu.

"Ben ölürüm. Ben ölürüm senin yerine. Sana birşey olmasın ne olur?"

"Hayır." dedim hızla. Başını boynumdan kaldırmasını sağladım.
Yüzünü ellerim arasına aldım.
"Hayır kimse ölmüyor. Bak ben buradayım. Konuşma böyle. Lütfen... Lütfen ağlama."

Ben bunu söylerken o benim yüzümden akan bir damla yaşı siliyordu. Gözlerimi etrafta gezdirmeyi akıl ettiğimde herkesin merakla bize baktığı gördüm.

Adımlarıyla yeri titreten bu adamın neden ağladığını merak ediyorlardı. Kimi ise üzgün bakışlar atıyordu.
Elini tutup yan taraftaki dar koridora götürdüm. Merdiven boşluğuna açılan büyük kapıyı ittirdiğimde o da peşimden girdi.

İlk merdiven basamağına oturup onu da yanıma çektim. Yüzünü avuçlarım arasına alıp gözlerine birer öpücük bıraktım. Parmaklarımla yüzünü kurularken "Ağlamana dayanamıyorum." diye fısıldadım, sesim titremişti.

Çocuktan farksız bir şekilde gözlerini silip bir elini belime bir elini karnıma sararken başını göğsüme yasladı.
Elimi saçına atıp okşarken başına bir öpücük kondurdum.

Ben bacaklarımı ilk merdivende bükerken o bacaklarını birkaç merdiven aşağıya uzatmıştı. Koca askeri botları, cebindeki silahına bakmayın, şuan benim sineme sığınan küçük bir çocuktu o.

"Anlat." dedi sessizliği bıçak gibi kesip.

Titrek bir nefes aldım.
"Bugün bir kadınla çarpıştım. Telefonum falan yere düşmüştü." diye başladım. Başını göğsümden kaldırıp dikleştiğinde bakışlarımı yukarı kaldırmak zorunda kalmıştım.

"Sanırım telefonları karıştırdım geri verirken. Sonra ayrıldık kadınla. Çok geçmeden bir ses duydum. Bir arabanın firen sesiydi. Ne olduğunu anlayamadım koşarak oraya gittim. Kadına araba çarpmıştı. Hamileydi bir de. "

O an tekrar ağlama hissi baş göstermişti içimde.

"Etrafı çok kalabalıktı. Bizim fakültenin yakını olduğu için birileri müdahale ediyordu. Sonra ambulans geldi kadını götürdüler. Telefona baktığımda benim olmadığını gördüm. O an anladım karıştığını. Buraya geldim ben de. Telefonumu aldım ama kadının yanında kimsesi yok Toprak. Tam seni arayacaktım o sırada gördüm sizi."

Uzun bacaklarını biraz toplayıp dirseklerini dizine yasladıktan sonra başını avuçları arasına aldı. İç geçirdikten sonra sessizce konuşmaya başladı. "Ve ben aradığımda telefonun sahibini o kadın sandılar. Ve bana karınız kaza geçirdi dediler. Öyle mi?"

Başımı sallayıp "Özür dilerim." diye mırıldandım.

Başını kaldırıp elini enseme atarak beni kendine çekti. Alnıma derin bir öpücük kondurup geri çekildi.

"Kadının kimsesi yok mu dedin?"

"Evet telefonu da bende, şifreli. Kimliği falan da yoktu yanında kimseye ulaşamamışlar."

Derin bir iç çekip ayağa kalktı. Beni de elimden tutup kaldırdığında kapıyı açıp tekrar kalabalığa karıştı.
"Nereye?" diye sordum.

"Kimsesi yok dedin. Yanında olalım." dediğinde tuttuğum elini daha bir sıktım.

Bu adam benim sevdiğim adamdı. Bu adam beni seven adamdı.

Birlikte adını bilmediğim kadının bulunduğu yere gelip kapısının önünde beklemeye başlamıştık. O sırada Barış aramış dışarda olduğunu bir ihtiyacımız olup olmadığını sormuştu. Sanıyorum ki Toprak'ı o halde gördükten sonra dışarıda beklemeye karar vermişti. Toprak gidip onunla konuştuktan sonra eve gitmesini söylemiş geri benim yanıma gelmişti.

İkimiz de sandalyede sessizce otururken kapı açıldı ve içeriden bir hemşire çıktı.
Bize doğru yaklaştığında "Hastanın yakını mısınız?" diye sordu.

"Yakını değiliz. Şuan kimsesi yok ama biz onun için bekliyoruz. Durumu nasıl?"

"Acil doğuma almamız gerekiyor. Bebeğin ve hastanın eşyaları lazım." dedi kadın.

Devlet hastanesi olduğu için hastalar kendi kıyafetlerini kendi getirirdi buraya. Yeni doğan için de bir çanta hazırlanırdı genelde.

"Eşyaları yok." dedim bir çırpıda.
"Ama hemen alırız."

"Tamam. Hemşire hanımlara verirsiniz." diyerek uzaklaştığında Toprak'a döndüm.

"Ne almak gerekir? Hadi gidelim." dedi elimi tutup.

"Ben burada mı kalsam?" diye sordum. Tek başına bırakmak istemiyordum

"Seni bırakmam." diyerek beni de sürüklemeye başladı.

Birlikte arabaya binip en yakın bebek mağazasına gittik. Satıcıların da yönlendirmesi ile yenidoğan için gerekli şeyleri alıp küçük bir çanta yaptık.
Anne için de ameliyattan sonra giydirmek üzere birkaç parça kıyafet ve hastanede lazım olacak şeyleri alıp geri döndük.

Biz yoldayken kadının telefonu çalmış açtığımızda kocasının olduğunu anlamıştık. Panik yapan adamı sakinleştirmek zor olsa da mecburi bir iş için şehir dışında olduğunu ve hemen geri dönmek için yola çıktığını öğrenmiştik.

Toprak adamı yatıştırmak için birşeyler söylese de pek etkili olduğunu düşünmüyordum.

Geri döndükten birkaç saat sonra kadın ameliyattan çıkmış odaya alınmıştı. O hâlâ monitöre bağlı bir şekilde uyurken hemşireler kucağında minik bir oğlan çocuğu ile gelmişti.
Bebekle olan işlemleri bittikten sonra annenin arkadaşı sanarak bebeği benim odaya götürmemi istemişlerdi.

Kucağımdaki bebeğe bakıp bakışlarımı Toprak'a çevirdim. Tarifsiz bir ifade vardı yüzünde.
"Çok güzel." diye fısıldadı.
"Çok güzelsiniz..."

Bebeğin yanağını incitmekten korkarcasına işaret parmağının tersiyle okşadıktan sonra "Hadi gir içeriye." dedi.

Başımı sallayıp yanımdaki hemşireye baktım. Kapıyı açtığında Toprak dışarıda kalırken biz içeriye girmiştik. Kadın yarı baygın yatıyordu. Üzerine bizim aldığımız pijamayı giydirmişlerdi.

Beni gördüğünde şaşırıp kalsa da olanları anlattıktan sonra bin kez teşekkür etmişti. Gözlerinden bir bir yaşlar süzülürken dayanamayıp elini sıkı sıkıya tuttum. Bebeğini kucağına alamamıştı. Sadece göstermişti hemşire. Yalnızdı. Tek başına doğum yapmıştı.
Onun için ne kadar zor olduğunu tahmin edemezdim. Sevdiği adam uzaklardayken o bebeklerini dünyaya getirmişti.

Tam o an odanın kapısı paldır küldür açıldı. İçeriye nefes nefese giren adamın yüzündeki endişe net bir şekilde okunuyordu.
"Güzelim." dedi bir iki adımda kadının yanına gelip. "Yazgı'm."

Kadının alnına öpücük kondurduğunda ikisi birlikte ağlamaya başladı. Bu manzaraya son kez bakıp kimse fark etmeden usulca çıktım odadan.

Üzerinde asker üniforması ile karşı duvara yaslanmış Toprak'a koştum bir çırpıda. Göğsüne sığınıp sıkı sıkıya sarıldığımda kalp atışlarını duyuyordum.
Bir dakika... Ben niye ağlıyordum şimdi?

Aynı soruyu Toprak yöneltti bana. Elini yüzüme koyup yanaklarımı silerken "Niye ağlıyorsun?" diye sordu.

"Bilmiyorum, duygulandım. Çok zor." dedim yüzümü silerken. Başını sallayıp şakağıma bir öpücük kondurdu.
Ellerimizi birbirine kenetleyerek evimize doğru yola koyulduk.

Hava kararmış saat oldukça geç olmuştu. Eve gelir gelmez atıştırmak için birşeyler hazırlayıp yemiştik.

Toprak birşey içmek istemediğini söylediğinde ben de banyoya girip işlerimi hallettim. Diş fırçamı yerine bırakıp banyodan çıktım ve odaya geçtim. Toprak üzerini değiştirmişti.

Üzerimi değiştirmek için elimi tişörtümün eteklerine attığımda elimin üzerine elini yerleştirdi.

İlk önce kaşlarını kaldırıp sırıttı ardından göz kırparak tişörtü üzerimden çıkardı.
"Şimdi hanımefendi..." diye fısıldadı sonunu uzatarak.

Yanağıma bir öpücük kondurup dolaba yaklaştı. Elinde kendi siyah tişörtü ile gelip tişörtü başımdan geçirdi. "... Bana sımsıkı sarılıp öyle uyuyacaksınız."

Kollarımı tişörtten geçirdikten sonra kaşlarımı gerçekten mi der gibi havaya kaldırdım. Zira ses tonu hiç öyle söylemiyordu. Kalbimin atışını duymaması için dua edip dudaklarımı araladım. "Sadece sımsıkı sarılıp uyuyacağına emin misin?"

Yüzünde o yandan gülümsemesi oluştuğunda elini pantolonun düğmesine atıp açtı. "Evet." dedi sonunu uzatarak. "Neden sordun?"

Allah'ım bir de oyun oynuyordu. Ağzını yüzünü mıncırasım geldiğinden habersizdi tabi.

"Ses tonun hiç öyle demiyor da." diyerek pantolonu bacaklarımdan çıkardım. Elbise gibi olan tişörtü düzelttim.

"Yoo kim demiş?"

Kaşlarımı kaldırıp alayla baktım. Sonunda göz göze geldiğimizde "Nasıl da tanımış kocasını." der demez kendimi kucağında bulduğumda istemsizce gülmeye başladım.
.
.
.
.
.
.
.

Toprak'ın üzerinde uzanırken yüzümüzün yanlarında perde görevi gören saçlarımı kulaklarımın arkasına iteledim.
Ardından tekrar yöneldim saçlarına. Birsürü şekle sokmuştum. Bir ara keko saçı denesem de olmamıştı. İçinde yoktu adamın, saçı da şekillenmiyordu. En son geriye doğru itip güzel durduğunda emin olduğumda saçlarından elimi çekip yüzüne koydum.

"Yoo kom domoş." diyerek söylediği ama uygulamadığı sözleri taklit ettim.
Dakikalardır bir tebessümle beni izlerken şimdi küçük bir kahkaha kopmuştu dudaklarından.

Gülüşü yerini yine bir tebessüme bıraktığında yüzümü izlemeye devam etti. Bu kez ben de onun yüzünü izliyordum.
Ne düşünüyordu acaba?
Az biraz utandığım için, kızaran yanaklarımı görebiliyor muydu?

Ben kirpiklerine dalmıştım mesela. Bu kahverengi gözlü, siyah upuzun kirpikleri olan, güzel seven adam benim adamımdı. İnanmak hâlâ zor gelse de küçükken canından bezdirdiğim bu adam şimdi yanında huzur bulduğum adamdı.

Hareketlenen eli ile benim düşündüğüm şeyi düşünmediğini çok net anlamıştım. "Yahu elin kolun bir düzgün dursun be adam." dedim kızgın çıkarmaya çalıştığım sesimle.

Gülerek çeneme bir öpücük kondurduğunda başımı boynuna gömdüm. Belime sardığı elini yorganın altından çıkarıp benim omzumu örttükten sonra dağılan saçlarımı bir omuzumdan sarkıttı.

Saçlarımı okşarken uzunca bir süre sessiz kaldı. Uykumun geldiğini hissederken sesini duydum.
"Pazar günü göreve gidiyorum."

Başımı boynundan kaldırıp gözlerine diktim. Birkaç kez konuşmak için dudaklarımı aralasam da konuşamamıştım.

Korkuyordum.
Bencillik mi ediyordum?
Evet bencillik ediyordum. Bu vatanın ona ve onun gibilerine ihtiyacı vardı. Ama içimdeki korkuya engel olamıyordum.
Onun göreve gitmesi değildi sorun. Başım gözüm üstüneydi. Ama bu korku beni deli edecekti.

"Ne kadar sürecek?" diye sordum sesimi sabit tutmaya çalışarak.

"Bir hafta... En fazla bir hafta güzelim."

"Bir hafta sensiz." dedim tekrar başımı boynuna gömerken.

"Bir hafta sensiz." dedi benim gibi. Saçlarıma burnunu sürterek derin bir nefes aldı ardından dudaklarını bastırdı.

"Asma suratını." diye mırıldandı. Başımı kaldırıp onunla göz göze geldim.

"Asmıyorum. Bu vatanı korumak bizlerin görevi. Sakın aklın bende kalmasın. Yolunuz açık olsun." dedim yüzünü ellerim arasına alarak.

Gülümsedi. Dudağı iki yana kaydığında hemen elini tuttum. "Elin kolun doğru dursun."

Kaşlarını iki kez kaldırıp indirdi. "Tamam pes." dedi dudaklarını birbirine bastırarak.

Dudaklarıma son bir öpücük kondurup yan bir şekilde yatırdı. Ayağa kalkıp tişörtü aldıktan sonra başımdan geçirip giydirdi. Yanıma yattığında üzerimizi örtüp kollarını belime sararak gözlerini kapadı. Göğsüne dudaklarımı bastırıp ben de kapadım gözlerimi. Onun sinesinde uykuya teslim ettim kendimi.
.
.
.
.
.
.
.

Gelip çatmıştı işte. Gelmesinden deli gibi korktuğum o gün gelmişti. Bir de üstüne akşam olmuştu.
Toprak sabah yine her zamanki gibi uyandırmıştı beni. Her türlü muzipliği yaparak...
En sonunda gıdıklayarak bir kovalamacanın daha fitilini ateşlemişti. Günü birlikte geçirmiştik. Akşam gidecekti o.
Bir hafta sonra gelecekti. En fazla bir hafta.

Evden hiç çıkmadan, birbirimizden hiç ayrılmadan geçirdiğimiz günün sonuna gelmiştik. Üzerine ceketini giyerken ben de sessizce onu izliyordum. Giyinip suratıma baktığında tebessüm ettim. Sonra arkasını döndü. Kapıdan çıkmaya yeltendiğinde kolundan tutup kendime çevirdim. Veda etmeyecek miydi?
"Sarılmayacak mısın?"

Derin bir soluk alıp verdi. Başını yukarı kaldırdıktan birkaç saniye sonra bana baktı.
"Bırakamam diye korkuyorum."

Son kelimesini söyler söylemez kollarını belime sardı. Sımsıkı sarıldı. Ben de onun boynuna doladım kollarımı. "Toprak... Nefes." dediğimde kollarını gevşetmesini beklerken kucağına aldı beni.
Bacaklarımı yükümü ona vermemek için beline sardım. Yüzümün her yerini tek tek öptü. Son kez tüm duygularını katarak dudaklarıma bastırdı dudaklarını. Saçlarıma burnunu sürterek derin bir nefes aldı.

Beni usulca yere indirdiğinde "Gitmeliyim." dedi. Arkasını dönüp kapıdan çıktı. Ayakkabılarını giydikten sonra "Seni sevdiğimi biliyorsun." dedi.

"Biliyorum." dedim başımı sallayarak.
"Sen de biliyorsun."

"İlk fırsatta arayacağım seni dikkat et."

"Sen de dikkat et. Allah'a emanet ol." diyerek gülümsedim.

"Sen de güzelim. Sen de Allah'a emanet ol."



Selamın aleyküm kardeşlerim.

Umarım beğenmişsinizdir.

Bundan sonraki birkaç bölüm Eylül'ün ağzından kısa kısa olacak.
Bir gün arayla yayınlamayı düşünüyorum o bölümleri. Farklı birşey olacak çünkü. Ardından da başka bir noktadan devam edeceğiz.

Sizleri seviyorum oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Allah'a emanet olun.

Continue Reading

You'll Also Like

139K 7.1K 53
~Tamamlandı~ İnsan yaşadığı zorlukları bahane edip yazısındaki kaderin enaniyetine sığınmaktan hep kaçar. Hep daha iyisi olsun hep düşlediği hayat ke...
42.8K 1.4K 130
Hayat onların yollarını bir kere birleştirdimi asla ayırmamaya yemin etmiş gibi.Her seferinde tamamen habersizce karşılaşıp sürekli didişen iki genç...
2.1M 109K 96
-yorumlarda spoiler olabilir- "Sevmezler Öğretmen Hanım. Burada öğretmenleri sevmezler. Acımadan öldürürler seni, Aybüke Öğretmen'i Necmettin Öğretme...
247K 11.6K 17
Van'da ailesi ile beraber yaşayan Üsteğmen Kartal Kara... Hacettepe Tıp Fakültesinden mezun olan, Muğlada ailesi ile birlikte yaşayan Yağmur Yaman. İ...