Düşünce Mahkumları

By Destvd

1.5M 67.3K 12.6K

Dünyadaki en tehlikeli yer zihin, en ölümcül zehir ise düşünceydi. Her an düşüncelere esir olanlardı onlar. O... More

♤Düşünce Mahkumları♤
1♣Ömer (Sansar)
2♣Atlas (Altın Mızrak)
3♣Selim (Hokkabaz)
4♣Sena (Havuç Kafa)
5♣Vuslat (Renk)
6♣Atlas
7♣Selim
8♣Vuslat
9♣Sansar
10♣Selin (Matematik)
11♣Alparslan Gündoğdu
12♣Sansar
13♣Sansar
14♣Vuslat
15♣Selin
16♣Vuslat
17♣Sansar
18♣Selin
19♣Sansar
20♣Atlas
21♣Sena
22♣Selin
23♣Atlas
24♣Sansar
25♣Vuslat
26♣Sena
27♣Vuslat
28♣Vuslat
29♣Sansar
30 Ara Final Part 1♣Vuslat
30 Ara Final Part 2♣Selim
31♧Selin
32♧Atlas
33♧Doruk
35♧Vuslat
36♧Vuslat
37♧Atlas
38 ♧ Sansar
39 ♧ Doruk
40 ♧ Atlas
41♧Vuslat
42 ♧ Atlas
43 ♧ Atlas
44 ♧ Doruk
45 ♧ Sena
46 ♧ Doruk
47 - Karanlık
48 - Aydınlık
49 - Balo
50 I Dost
51 I Hain
52 I Gerçeğin İki Yüzü
53 I Plana Sadık Kal
54 I Operasyon
55 I Kan ve Kar
56 I Uyumak Yok
57 I İnsan ve Nisyan
58 I Öfke ve Acı
59 | Paramparça

34♧Atlas

30.1K 938 191
By Destvd

"Dayı bildiğin delirdi," dedi telefondaki Kuzey. "Bizimle olan işini bitirmeden nasıl başka bir yerde çalışmaya başladığını hala anlayamıyorum."

Kaşlarım çatıldı. "Onunla diğer boksörler gibi düzenli bir işim hiç olmadı. İstediğim yerde çalışabilirim, ona işi bıraktığımı söylememe gerek yok."

"Senin yüzünden dünkü maça ben çıktım." Acıyla inledi. "Sayende fıtık oldum."

Güldüm. "Bir daha ki maça fıtığı oturturlar koçum merak etme."

"Ben ciddiyim, eğer gidersen neredeyse yarı yarıya zarar ederiz. Bahisler senin olduğu geceler iki katına çıkıyordu. Üstelik çalıştığın yer... Yani Black Lock, oradan paçayı nasıl kurtarmayı düşünüyorsun? Sözleşme imzaladınız mı?"

Konuştuklarımızı anında Dayı'ya yetiştireceğini bilmeme rağmen "Hayır," dedim. Zaten Dayı istese anında öğrenirdi. "Muhtemelen bu akşam imzalatmaya çalışacaklar ama kendimi riske atamam. Eğer sözleşme olmadan kabul ederlerse çıkarım maça."

"Hayatta kabul etmezler." Telefonda sertçe açılan bir kapı sesi duyuldu. Hemen ardından Dayı'nın emirler yağdıran otoriter sesi uğultuyla beraber birinin Kuzey'e "Dayı seni çağırıyor," demesine kadar devam etti. Kapı tekrar kapandığında Kuzey konuşabildi. "Anasını satayım Atlas, senin yüzünden Dayı'dan azar işiteceğim. Yaktım çıranı."

"Kolay gelsin." Sırıtarak telefonu kapatıp cebime attım.

Yayvan bir şekilde koltuğa oturup kumandayı elime aldım ve aynı dakika içinde onlarca kanalı gezmeyi başardım. Canım sıkılmıştı, Vuslat'ı aramak istiyordum ama onu çok sık aradığım için bundan vazgeçip kanepeye -sanki mümkünmüş gibi- biraz daha yayıldım. Yanıp sönen televizyon ışığı yüzüme düşüyordu. Ne olduğuna dikkat etmeden bir kanalda durdum ve ekrana boş boş bakmaya başladım.

Elimdeki telefon her zamanki melodisiyle çalmaya başlayınca ekrana baktım ve yüzüme ulaşan samimi bir gülümsemeyle telefonu açıp kulağıma götürdüm. "Çok meşgulüm, ne var?"

Bir an duraksadı. "Niye meşgulsun?"

"Tam karşımda bana gülümseyen bir sarışın var," dedim onu kızdırmak için. "Ona gülümsememek için sevgilimi düşünerek kendimi tutmaya çalışıyorum. Ah, olamaz. Sanırım daha fazla dayanamayacağım."

"Nerdesin sen? Kimmiş o sarışın?" Ben ses vermeyince yüzünün sinirden kızardığını hayal edebileceğim kadar öfkeli bir sesle "Atlas! Oraya gelip seni maçtan önce benzetirim." dediğinde kahkaha attım.

"Vay, çok sert çıktın. En iyisi televizyonu kapatayım."

"Çok komiksin cidden." dedi kızarak. Rahatladığını anlayınca bir kez daha kendi kendime gülümsedim. Üzerimdeki etkisinin farkında mıydı? "Gece gidecek misin?"

"Evet," dedim bu sefer gerçekten televizyonu kapatıp mutfağa doğru ilerlerken. İçeriden amcamın ıslığı eşliğinde mis gibi kokular geliyordu. "Seninde yanımda olmanı istiyorum. Ama dikkatimi dağıtma olasılığında var."

Dikkatimi dağıtacak yeterince şey varken bir de Vuslat'ın orada olması iyi olmayabilirdi cidden. Birkaç günden beri düşüncelerim beni sık sık ağaçların arasındaki vagonlardan hızla geçen bir trenin 21. vagonuna sürüklemiyordu ama her an tekrar belirsizliğe sürüklenmemek için tetikte bekliyordum. Ne zaman düşüncelerimin beni tamamen ele geçireceğini hissetsem engellemek için sıcak suyun altına giriyordum. Yine de ne yaparsam yapayım içimde büyüyen canavarla daha fazla mücadele edemeyeceğimin farkındaydım. Her geçen saniye güç kazandığını hissediyordum.

Olmadık bir anda belirsizliğe düşünmemeyi umdum.

 "Orada olmak istiyorum." Vuslat'ın yumuşak sesi kulağıma dolunca tereddütte kaldım.

"Olmaz," dedim sonunda. "Ben maçtayken yanında seni koruyabilecek kimse kalmayacak." Sansar'ın yokluğunu bir kez daha hissettim, maçtayken Vuslat'ı ona emanet edebilirdim. Ama o dümbelek kafalı bilmediğim bir yerde acısıyla boğuşuyordu. Yaşadığı pişmanlığı hatırlayınca dilimi ısırıp bunu düşünmemek adına kendimi acıyla uyardım. Bunun işe yaradığını uzun zaman önce keşfetmiştim.

"Sen maçta bir adamla yumruklaşırken ben de kendimi koruyabilirim." sesi kızgın geliyordu. "Üstelik ilk defa boks maçına gitmiyorum. Senin tahmin bile edemeyeceğin bir yaşta ben babamın boks maçını izlemeye gidiyordum."

Yeni çıkmaya başlayan sakallarımı kaşıdım. Maçtan önce traş olmam gerek, diye kendime hatırlattım. Amcamın bakışlarını da üzerimde hissediyordum. Amcam sessizce "Kız arkadaşının yanında dayak yemekten mi korkuyorsun yoksa?" diye sorunca güldüm.

"Bunda komik ne var? Ben ciddiyim." Vuslat'ın gerçekten kızdığını hissettim.

"Sakin ol şampiyon, sana gülmedim. Amcam benimle dalga geçiyor." Aslında amcamdan Vuslat'ın yanında durmasını rice edebilirdim. 

Amcam ona beklentiyle baktığımı fark edince ellerini havaya kaldırıp "Uzak dur benden evlat," dedi. "Bu gece bende evde yokum."

Ona şüpheli bir bakış atsam da üzerinde durmadım ve telefonda cevabımı bekleyen Vuslat'a "Pekala," dedim isteksiz bir sesle. "Seni on birde alırım."

"Senin daha erken gitmen gerekmiyor muydu?"

"Boş ver," dedim beraber gideceğimiz taktirde ne kadar geç gidersek Vuslat için o kadar iyi olacağını düşünerek. "Üzerine rahat bir şeyler giy."

Ofladı. "Maça sen çıkacaksın, biliyorsun değil mi?"

"Hey, hayır. Yani, bak ben ciddiyim. Dikkat çekici bir şeyler giyme. Ringin dışında bir de sana bakma hatasına kapılan birinin yüzünü dağıtmak istemiyorum."

"Tamam," diye homurdandı. "Kapatmam gerek. Sena'ya bakacağım."

"İyi mi?" diye sordum.

"Bilmiyorum, gün geçtikçe daha da içine kapanıyor." Nisa'nın sesleri geldi. "Ama artık daha rahat uyuyor. Yarın doktora gideceğiz beraber."

"Pekala," dedim mutfak çekmecesinden amcamla ikimize kaşık alırken. "Görüşürüz."

"Hoşça kal."

Mutfak sandalyesini oturmak için çektiğim sırada amcam bana küçümseyici bir bakış attı. "Bazen seni yetiştiren kişinin ben olmadığımı düşünüyorum," dediğinde ona anlamayan gözlerle baktım. "Kadın ruhundan anlamıyorsun desem, anlıyorsun. O nasıl telefon kapatış?"

Kaşlarımı çattım. "Ne varmış 'görüşürüz' de?"

Sandalyesine oturup bana inanamıyormuş gibi baktı. "Vuslat'ı sevdiğin gözlerinden belli, sen kıza 'görüşürüz' diyorsun. Kadınlar ne hissettiğini söyleyen erkeklerden hoşlanır." Gülmeye başladığımı fark edince bana ters bir bakış attı. "Sen bu kafayla kızı iki güne kaçırırsın."

Gülmeyi aniden kesip somurttum. "Onu seviyorum diye bunu her dakika söylemek zorunda değilim."

İhtiyar göz kırptı. "Arada hatırlatmanın faydası var." Tekrar sorumlu ebevyn moduna geçince kaşlarını çattı. "Çorbanı iç soğutacaksın."

 Kaşığımı dumanlar çıkaran çorbama daldırıp ağzıma götürdüm ve sıcak çorbanın boğazımdan kayışını keyifle bekledim. "Ellerine sağlık," deyince amcam gülümsedi. Gözlerinin etrafı kırışmıştı o gülümseyince. İhtiyar diye düşündüm ve bir kez daha gülümsedim. O da babacan bir tavırla elini sırtıma koydu.

"Gece Black Lock'daki ilk maçın var, ha?"

"Daha belli değil," dedim ağzıma ekmek atarken. "Sadece çağırdı Polat Abi. Maça kimin çıkacağı orada belli olacak."

"Bayadan beri boşluyorsun." Düşünceli bir tavırla bana baktı ama gözlerindeki endişeyi yakalamıştım. "Isınmadan maça çıkmamalısın belki de."

"Sorun olmayacak," dedim Vuslat'ın ukala olarak tanımlayabileceği bir gülümsemeyle. "Ben her zaman yenerim."

Güldüğünü duydum ama başımı kaldırıp ona bakmadım. Tabağımın kenarına düşen kar tanesi dikkatimi dağıttı. Amcamın elini sırtımdan çektiğini hissettiğimi sandım. Kafamı kaldırıp amcama bakmak istedim. Ama bunu yapamadım. Kulaklarıma raya sürtünen trenin metalik sesi değdiğinde bir şeylerin yolunda olmadığını anladım ve paniğe kapılarak ayağa kalkmak için çabladım ama gözümün önündeki masa bir an da yok oldu. Vücudumu ele geçirmeye hazırlanan soğuğu hissettiğimde amcamın endişeli sesiyle bir şeyler söylediğini duydum ama söyledikleri kulağıma ulaşmadan havada buz tuttu.

Hızla yürümeye başladım ama gözlerim odağını kaybetmiş gibiydi, sürekli bir şeyler çarpıp yalpalıyordum. Başımı sert bir şeye çarpınca acıyla inledim. Bir saniyelik bu acı beni düşüncelerimin esaretinden bir anlığına sıyırdı. Koşar adımlarla banyoya girdim. Amcamın beni takip eden adım sesleri yavaş yavaş yine benden uzaklaştı.

Beyaz karla kaplanmış ağlaçlar geldi gözlerimin önüne. Telaşla elimi öne uzatıp soğuk metali kavradım ve yukarıya doğru kaldırıp kendimi küvetin içine attım. Bana doğru gelen tren bulanıklaştı. Vagonun içindeki koltuklar bilye gibi dağıldı. Ağaçlar tamamen uzaklaştığında kalbimin göğüs kafesimden kurtulmak istercesine panikle çarptığını hissettim.

"Evlat!"

Kırışmaya başlamış eller küvetin musluğunu sıkıca kavramış ellerime dolandı ve çekmeye çalıştı ama milim oynatamamıştı. Tenimde dolaşan soğuğun kalktığını hissettim. Islanan elbiselerim üzerime yapışmıştı. Tekrar olduğum ana dönebildiğimde banyodaki raflara düzgünce katlanarak dizilmiş havluları gördüm. Etrafı sarmaya başlayan buhar görüşümü bulanıklaştırdı. 

Enseme değen sıcaklığı hissettiğimde artık düşüncelerimden sıyrıldığımı hissettim. Hücrelerim acıyla bağırmaya başladığında afalladım. Vücudumu bir acı sarmıştı. 

 "Bırak şunu! Yanacaksın!" Amcamın sesiyle ellerim gevşeyince enseme değen yakıcı sıcaklık durdu. Amcam beni omuzlarımdan sertçe tutup küvetten çıkardı. Onun ellerinden kurtulup başımı ellerimin arasına aldım ve banyonun karo zeminine oturup az önce yaşadığım şeyin bilincine varmaya çalıştım. 

Nefes nefese kalmıştım ve göğsüm hızla kalkıp iniyordu. Amcamın söylediklerini duyuyordum ama kelimelere anlam yükleyemeden benden uzaklaşıyorlardı. Az önce yaşanan şey... Ne halttı öyle? Öfkeyle yumruğumu küvete geçirdim. Sıcak su derimi kızarttığı için yumruğuma şaşkın şaşkın baktım. Amcam yanımda diz çöküp ensemi tuttu ve beni ona bakmam için zorladı.

"İyi misin, evlat?"

Yüzündeki endişeyi görünce yıllardır bana bakan bir amca değilde benim için bir baba olduğunu anımsayıp başımı salladım. Biraz da olsa rahatlamasını istiyordum. "Neler oluyor?" diye sordu sanki içimdeki canavarı uyandırmak istemiyormuş gibi sessizce.

Başımı iki yana sallayıp nefesimin düzene girmesini bekledim. sonunda düzene girdiğinde tenimde sıcak suyun bıraktığı acıyı bir kez daha hissettim. Amcam canımın acıdığını fark edince benden uzkalaştı ve küvetteki sıcak suyu boşlltmak için gideri açıp soğuk suyla doldurdu. Bir şey söylemeden küvete girdim.

Ilık su tüm bedenimi sararken rahatlamış gibi nefesimi verdim.

Amcam küvetin yanına oturdu ve bana baktı beklentiyle. Yılların verdiği tecrübelerinini bana ne yaşadığımı sormasını engellediğini biliyordum ama o da en az benim kadar yaşadığım şeyin ne olduğunu merak ediyordu. Başımı kaldırıp ihtiyarın yüzüne baktım.

"Birkaç günden beri olan bir şey. Yeni değil." 

Elini omzuma koyup bana baktı. "Delirmiş gibiydin. Ne olduğunu anlayamadım bile. Mutfakta etrafına bakındın ama sanki... Sanki görmüyor gibiydin. Mutfaktan çıktın ama bir yandan da bir şeyle savaşıyormuş gibi nefes nefese kaldığını fark ettim. seni tutmaya çalıştım ama beni engelledin. Tenin buz gibiydi. Banyoya düşe kalka gittin. İçeriye girdiğimde seni küvette buldum. Sıcak suyu açmıştın ve küvette duruyordun. Bunları yaparken gözlerin açıktı ama hiçbir şeyin farkında değildin." eli omzumdan saçlarıma kaydı ve ıslak saçlarımı okşadı. "Beni korkuttun evlat."

Birkaç dakika ikimizde bir şey söylemeden öyle durduk. Bu toparlanmam için yeterli bir süreydi. Küvette doğrulup kalktım. Amcam omuzlarıma banyo dolabından aldığı bir havluyu sararken "İyiyim," dedim. "Merak etme."

Odama gittim ve az önce yaşadığım şeyi kötü bir anda yaşarsam neler olabilceğini düşündüm.  Yapabildiğim tek şey sıcak suyla tüm hücrelerimi acıya hapsetmekti. Bunun her zaman işe yaramayacağından korktum.

Üzerimdeki ıslak kıyafetleri çıkarıp karın kaslarımın üzerindeki kırmızı halkalara dokundum ve acıyla elimi geri çektim. Bu halde maçta ne yapacağımı düşündüm. Başımdan üzeri lacivet sweatshirtümü geçirdiğimde kapı bir kez tıklatıldı ve içeriye amcam girdi..

Yüzü kireç gibi bembeyaz olmuştu. Ona bir kez daha iyi olduğumu söylemek istedim ama konuşmama fırsat vermeden telaşla bana baktı. "Sana olan şey... O adamın söylediği şeyse. Yani ya ikinci evreye geçiyorsan?"

                                                                             ♤   ♤   ♤ 

 Motoru durdurduğumda Vuslat benden önce motordan atladı ve beceriksiz bir şekilde kaskı çıkarmaya çalıştı. Bu haline omuzlarımı sarsacak şekilde güldüm. Yanına yaklaşıp kaskı çıkarmaya çalışan ellerini tutup indirdim. Kaskı kafasından yavaşça çıkardığımda başını geriye doğru savurup rüzgarın dolaştırdığı saçlarını omuzlarından aşağıya itti. Gülümseyerek ona baktım ve elimi çenesine koyup gözlerini daha iyi görebilmek için başını hafifçe kaldırdım. Gülümseyerek "Yakında kaskı çıkarmayı öğreneceğim," dedi. "Bu dertten kurtulacaksın, merak etme."

Ben de gülümseyerek gri gözlerine baktım. Parmaklarım istemsize yanağına kaymıştı. "Dert etme, ben halimden memnunum."

Gülümsememe bakıp gözlerini kaçırdı. "İçeride böyle karizmatik gülümsememeye çalış."

"Zor." Elimi yanağından çekip pantalonumun cebine soktum ama ondan uzaklaşmamıştım. "Şimdi küçük hanım, kesinlikle içeride benim yanımdan ayrılmayacaksın. Eğer maça çıkacak olursam hep aynı yerde kalacaksın. Anlaşıldı mı?"

Kaşları çatıldı. İtiraz etmek için dudaklarını araladığı sırada kollarımı kollarına koyup aramızdaki mesafeyi biraz daha kapattım ve direk gözlerinin içine baktım. "Bu tartışmaya açık bir konu değil Vuslat. Lütfen dediğimi yap. Maça çıkarsam seni koruyamam ve... Sana bir şey olmasını asla izin vermem. Eğer bir şey olursa... En ufak bir şey. Birinin bakışlarından rahatsız olursan bile bana seslen, tamam mı? Nerede olduğum, ne yaptığım önemli değil. Gelirim."

Başını hafifçe salladığında kolları birden boynuma dolandı ve vücudunu vücuduma bastırdı. Bu hareketini beklemediğim için şaşkınlıkla duraksadım ama kendime gelince kokusunu içime çektim. "Seni seviyorum," diye fısıldadı.

Yüzümde oluşan gülümsemeyi engelleyemedim. "Bende," dedim sanki dünyadaki en özel şeyi söylüyormuşum gibi sessizce. Bunu söylediğim tek kadın olmasını istiyordum. Bu yüzden duyan tek kişi de o olmalıydı. "Seni seviyorum."

Ondan istemeyerek de olsa ayrıldığımda bana önünde durduğumuz eski binayı gösterdi. Karanlığa ve soğuk havaya rağmen sanki ölü boksörlerin ruhunu diriltmeyi amaçlarmış gibi sadece bu akşamki boks maçına özel ele geçirilmiş eski bir binaydı. Binanın dış duvarı graffiti ustalarının eseri olacak kadar dikkat çekici sprey boyayla yazılmış "BLACK LOCK" yazısııyla kaplıydı. İçeride daha fazla olduğuna emindim. 

 Binanın önü pahalı arabalarla kaplıydı. Onların yanında motorumun basit durduğunu fark ettim. Ama bu motoru seviyordum, onu asla satmazdım. Binanın arkasındada arabaların olduğunu eski binanın arkasından gelen seslerden anlamıştım. Anlaşılan oldukça kalabalık bir maç olacaktı.

Elimi Vuslat'ın eline kaydırdım ve parmaklarımı parmaklarına geçirip güçlü bir şekilde tuttum. Ona dönüp güven veren bir şekilde gülümsedim. Benim için endişelendiğini anlıyordum. Polat Abi ile pek de iyi bir geçmişi olmayışı o adamın beni kullanacağını düşündürüyor olmalıydı ona. Bizim piyasada işler böyleydi. Patronlar mutlaka adamlarını kullanırlardı. Ama bazı istisnalar vardı.

Ukala bir şekilde gülümsedim.

Binaya girdiğimiz anda kalabalığın uğultusu duyuldu. Ter kokusu burnuma çarptığında gözlerimle etrafı tarıyordum. Bina oldukça genişti ve sanırım sırf bizim maç için içerideki duvarlar yıkılmış ve oldukça geniş bir alan elde edilmişti. Duvarlar tam da tahmin ettiğim gibi graffitilerle doluydu. Duvarlarda ünlü boksörlerini adları yazıyordu. Bazı duvarlarsa yabancı boksörlerin posterleriyle doluydu.

Evander Holyfield'ın rakibine yumruk atmaya hazırlanırken çekilmiş kocaman bir posteri vardı. Diğer duvarda The Real Deal yazıyordu. Muhammed Ali'nin adı da duvarın sağ kısmına sprey boyayla yazılmış ve hemen üstüne de posteri asılmıştı. Masato'nunkini görünce gülümsedim. Gri renkli harflerle Masato yazılmıştı.

Kapıdan giren başka insanlarla kalabalığın daha da artacağını anladım ve bu kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Kalabalıkta Vuslat'ı görmem daha da zorlaşırdı. Bu akşam maça çıkma teklifinde bulunurlarsa kabul etmemeye karar verdim.

"Altın Mızrak!"

Arkamızdan gelen sesle oraya döndüm. Polat Abi'yi üzerindeki vücuduna yapışan siyah tişörtü ve kibirli duruşuyla karşımızda görünce Vuslat'ın yüzünün düştüğünü fark ettim. Polat Abi'nin bakışları yeni fark ettiği Vuslat'a döndüğü an kaşlarımı çattım. Benim yanımda ona bakmaması gerektiğini hala öğrenememesi yeni patronuma yumruk atacağım anlamına geliyordu. Kendimi tutmak için dudaklarımı birbirine bastırıp adama baktım.

"Sevgilini de getirdin demek?" Sesindeki gizli tınıyı fark etmek Vuslat'ın elini tutan elimi sıkmama sebep oldu. Vuslat sinirlendiğimi anlamış gibi baş parmağıyla elimde daireler çizmeye başladı.

"Onsuz bir yere gitmiyorum." Gözleri siyah gözlerimi baktı. Sol kaşının üzerindeki façayı inceleme fırsatı yalamıştım. Bu izin ona neyin yaptığını anlamam yeteneğim sayesinde o kadar da zor olmamıştı.

İzin düzgün biçimli inişi tereddüt edilmeden bir kere de yapıldığını belli ediyordu. İzin yapılış açısı bunu ona yapanın kendi olmadığını anlamama yetti. Kimin yaptığını net bir şekilde düşünmek için pek de vaktim olmamasına rağmen aklımdan onlarca seçenek geçti. Mutlaka onda iz bırakma isteği içinde olan biri tarafından yapılmıştı. İzin derinliği bu isteği içinde gerçekten barındıran birinin olduğunu düşündürdü bana.

Yüzündeki gamzeler belirginleşti. "Seni tekrar görmek ne kadar da güzel kızım. Demek seni de Atlas ile beraber takımımla tanıştırabileceğim." Eliyle binanın ortasında duran ölümcül bir havayla duran ringi gösterdi. Ringin dört köşesinde beton sütunlar vardı. "Black Lock'a hoşgeldiniz gençler. Buradan çıkmak istemeyeceksiniz."

Vuslat

Buradan kesinlikle çıkmak istiyordum. Eğer elimi tutan güçlü bir el olmasaydı bunu çoktan gerçekleştirmiş olacaktım. Atlas'ın güven veren kokusu galip geldi sonunda ve bu binadan koşarak uzaklaşmamı engelledi. Önümüzde yürüyen Polat Yenilmez'in yürüşüyle beraber gerilen sırt kaslarını iziliyerek bodrum katına inmeye başladık.

Bizi takımıyla tanıştıracağını söylediği an zihnim beni göreceklerime kendimi hazırlamam için canımı yakacak şekilde sertçe uyardı. İçeride onu göreceğimden o kadar emindim ki bunu bilmek başımın ağrısını katlıyordu. Atlas'a biraz daha sokuldum ve bu panikten kurtulmak için boşta kalan elimi cebime atıp buraya gelmeden önce hazırladığım kağıtla oynadım. İçindeki soruları Atlas'a sormak için sabırsızlanıyordum, tabii merak ettiklerim bunlarla sınırlı değildi.

Merdivenden indiğimizde karşımıza çıkan hol gerçekten şaşırmama neden oldu. Cam olmadığı için bodrum katı tavandan sarkan lambalarla aydınlatılıyordu ve bu, ortamı loş ışıkta bırakmıştı. Sigara dumanı bodrumda dalgalar çizerek havada uçuşuyordu. Birinin tuvalet olduğunu tahmin ettiğim iki kapı vardı. Holun bir kenarında bilardo masası, diğer köşesi ise rahat görünümlü koltuk takımı vardı. Koltuklara oturmuş şakalaşarak konuşan beşi Polat'ın yaşlarında yedi kişi bizi fark etmiş gibi gözükmüyordu. Eğlenceli sohbetlerine devam ederlerken onların arasında Pençe'nin yüzünü aradım ama bulamamıştım.

Burada değil.

Zihnimdeki baskı kalktı. Bu rahatlamama neden olmuştu. Neredeyse nerede olduğumu unutup gülümseyecektim. Polat Yenilmez'in sesini duymak beni kendime getirdi.

"Size kimi getirdim," dediği anda koltuklara oturmuş adamlar bize döndü. Atlas'a biraz daha sokulmamak için tüm irademi kullandım. "Altın Mızrak ve sevgilisi."

Tekli koltukta oturan Polat Yenilmez'in yaşlarındaki adam sportif yapısından beklenmeyecek kadar ağır hareketlerle yerinden kalktı ve bakışlarını Atlas'a dikip onu dikkatle süzdü. "Polat senden çok bahsetti." Atlas'ın elini sıkmak için sağ elini uzattığındaki bileğindeki dövmeyi görünce adamı tanıdım. Demir Yumruk. Sağ bileğinde lakabını aldıktan sonra yaptırdığı demir bir yumruk dövmesi vardı. Adamın hala yaşadığını fark etmek beni şaşırttı. Babam onu bir maçta çok iyi benzetmişti.

Yüzümde ukalaca bir gülümseme belirmemesi için kendimi tutarken adamın elini sıkması için elimi Atlas'ın sıkıca tuttuğu elinden kurtarmaya çalıştım ama o elimi bırakmamakta ısrarlıydı. Atlas adamın eline yumruğunu vurarak onu selamladı. Bu Demir Yumruk'un hoşuna gitmiş olmalıydı. Gülümseyerek bana döndü ve başıyla hafifçe selam vererek "Black Lock'daki ilk maçına sevgilinle geldin, ha?"

"Her yere onunla gidiyorum," diye vurguladı Atlas bir kez daha. Atlas'ın yüzü aniden gerildi ve dilini yanağına bastırdı. Eliyle koltukta oturan sarı saçlı çocuğu işaret ederek "Gözlerini kız arkadaşımdan ayırmazsan hayatın boyunca hiç bir maça çıkamayacak hale getiririm seni." dedi.

 Şaşkınlıkla Atlas'a baktım. Ama o çatılmış kaşları ve sıktığı dişleriyle öfkesini gizlemeden çocuğa bakıyordu. Çocuk öfkesini bu kadar net belli etmesine şaşırarak ayağa kalktı ve o da aynı öfkeyle Atlas'a baktı. Onunda aynı şeyi Atlas için istediğini anladığım anda irkildim. Ama hiç beklemediğim bir şekilde Polat ve Demir Yumruk kahkaha attı.

Polat Yenilmez elini Atlas'ın omzuna koyup "Sakin ol delikanlı," dedi yine ondan beklemediğim bir şekilde samimi bir sesle. Bu kadar kibirli ve arkadaşını satacak kadar pislik olan bir adamın nasıl olup da Atlas'a bu kadar dostane davrandığını anlayamıyordum. "Semih iyi adamlarımdandır."

Semih bize doğru yürüdü ve kollarını kaslı göğsünü belli eden baskılı tişörtünde kavuşturdu. Yüzünde belalı denilebilecek bir gülümseme belirdi. "Yeni geldiğini hatırlatmamı ister misin Altın... Altın Mızrak? Adın nereden geliyor?"

Her boksörün ona lakabını kazandıran bir olay yaşadığını biliyordum ve bu gerçekten de ilgiyle Atlas'a bakmama neden oldu. Ona dair bilmediğim pek çok şeyin arasında tabii ki de bu da yer alıyordu.

"Zekamdan." Öfkeyle parlayan gözlerine rağmen karizmatik bir şekilde gülümsedi. "Gücümü ne zaman, nerde kullanacağımı iyi biliyorum. İlk maçımda benim iki katım olan adamı ilk dakikada yere sermiştim. Ne yalan söyleyeyim, çok sıkıcıydı."

Demir Yumruk gülümsedi. "Seni sevdim." Semihi işaret edip "Belki bizimkine de öfkesini kontrol etmesi konusunda yardım edersin." dedi.

Atlas omuz silkti. "Seve seve."

Semih'in bozulan suratına gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Elini Atlas'a doğru uzattığında Atlas'ın onun elini sıkmayacağını düşündüm amaa Atalas sanki gücünü göstermek istiyormuş gibi elini elimden kısa bir anlığına çekip parmaklarını çocuğun tenine gömdü. Çocuk da ona karşılık veriyordu ama ilk yüzünü buruşturan o oldu. Atlas elini ondan çekip tekrar elimi tuttu.

Koltukta oturan diğer adamlarda kalkıp yanımıza geldi.Atlas ile yaşıt olduğunu tahmin ettiğim vücudu dövmelerle kaplı olan çocuk lakabının Yılan olduğunu söyledi. Çocuğun zayıf bedenine bakmam adını kıvraklığından aldığını anlamama yetti. Ne Atlas ne de diğerleri  kadar kaslı değildi. Sık ve az kası vardı ama oldukça formunda gibiydi. En az Sansar kadar hızlı olmalıydı. Üzerinde beyaz bir atlet vardı ve boynundaki renkli dövmelerin üzerini kaplayan zincirler takmıştı.

Atlas ile kısaca selamlaştılar ama Semih yüzünden onun Atlas'a sinirli baktığını hissettim. Diğer adamaları tanıyordum. Hepsi babamın arkadaşıydı ve hepsinin o gece gülümseyen yüzlerini gördüğüme emindim. Bunu düşünmek midemin bulanmasına neden oldu. Atlas'ın elini sıkarak güç almaya çalıştım.

"Benim zamanımdan dostlarım var genelde takımda," dedi Polat Yenilmez zevkle. "Semih ve Yılan eğitmek için aldığım genç boksörlerden. Sen de onlardan biri olacaksın."

"Sizinle kalıcı çalışmayacağım," dedi Atlas. Polat'ın yüzündeki kendinden emin gülümsemesi söndü. "Çalıştığım hiçbir yerde kalıcı olmadım. Dayı'yla sözleşme imzalamadım. Sizinle de imzalamayacağım."

Netliği karşısında diğerlerininde şaşkına uğradığını anlşafdım. Demir Yumruk Polat'a kısa bir bakış attı. "O halde seni takıma alamayız. Sözleşme yapmadan kesinlikle olmaz."

"Aslında," diye araya girdi Polat. "Bir seferlik bu hususu görmezden gelebiliriz. Seninle bir anlaşma yapalım evlat. Bu akşam maça çık, eğer senden vazgeçemeyecğim kadar iyi bir başarı gösterirsen seninle işi resmiyete dökmeyelim. Eğer iyi olmazsanda sözleşme imzalamadığın halde Black Lock'da kalma."

Atlas düşünmeden "Tamam," dedi.

Demir Yumruk Polat Yenilmez'e inanamıyormuş gibi baktı. "Bu kurallarımıza aykırı."

"Polat Yenilmez dostuna keskin bir ifadeyle baktı. "Zor beğenirim, bilirsin."

Çocukken babamın yanında sık sık gördüğüm ve bazen bana çikolata alan adam gülümseyerek bana baktı. "Bu konularla kızın canını sıktınız. Çenenizi kapamayı deneyin bakalım. Başarılı olabilecek misiniz?"

Kaba konuşmasından bir şey kaybetmediği fark edince gözlerimi devirmek istedim ama bu insanlar için yapacağım bu hareket bile fazla geliyordu. Midemin tekrar kendini belli ettirecek derecede bulandığını hissettim. 

"Merak etme kızımız konulara o kadar da yabancı değil." Polat Yenilmez'in gözleri kurnaz bir sırıtış eşliğinde parladı. "Vuslat, Meriç'in kızı."

"HADİ CANIM!"

"Saçmalama," diye homurdandı aralarından biri ama bakışları yüzümde yıllar öncesine ait o tatlı kızdan bir iz aramak için yüzümde geziniyordu. Ona aradığını vermemek adına ruhsuz bir ifadeyle adama baktım.

Demnir Yumruk'un bakışları donmuş gibiydi. Belki pişmanlık duyuyordur, diye düşündüm. En yakın arkadaşının komaya gircek kadar dövülmesini izlediği için, küçük bir kızın ilk aşkını elinden alanlara bir şey yapmadığı için en ufak bir pişmanlık duyuyor olmalıydı. Olmalıydı, ama bir şey yapmamıştı.

"Vuslat Bahar?" diyue sordu adam.

Sadece başımı salladım. Karşımdaki adamların bana şaşkınlıkla bakmaya devam ederlerse yıllardır içimde beslediğim öfkemin kendini belli etmesinden korkuyordum. Dilimin ucuna bir sürü zehirli kelime geldi. Susmak için çabaladım.

"Gerçekten de Meriç'in kızı mısın?" diye sordu Semih. Güldü. "Belli oluyordu."

Atlas ona sertçe baktı. "Bir şey mi dedin?"

Çocuk sadece güldü. Bu tavrı beni de kızdırmıştı ama Atlas'ın ona sıkı bir yumruk atmasını istemediğimden öfkemi belli etmemeye çalıştım. Bana çikolata alan adam, dönemin en iyi boksörlerinden biri olan Kuduz Köpek, bakışlarını yüzümden hiç ayırmadan "Gerçekten de o'sun," dedi. "Babana büyüdükçe daha da çok benzemişsin."

"Unutmadınız demek," dedim kendimi tutamayarak. "Babamın yüzünü unutmamanız ilginç. En son gördüğünüzde kan içindeydi sanırım."

Adamın benzi attı. Yüzündeki ifade sertleşti ama gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Ne ondan ne de diğerlerinden korkmuyordum. Babama ne olduğunu bilmelerine rağmen bu kadar rahat konuşuyor olmaları öfkemi körüklüyordu.

"Öyleydi."

Arkamdan gelen sesle irkildim. Boş bulunup elimi Atlas'ın elinden çektim ve bunu yaptığım an pişman oldum. yanımda beni rahatlatan bedeni her an hissetmek istiyorum, beni koruyacağına inandığım güven bir anlığına etkisini yitirdi. Arkamı döndüğümde bodrumun loş ışığında onu gördüm. Üstü çıplak bir şekilde bilardo masanına oturmuş, yüzündeki ukala gülümsemeyle bize bakıyordu. Giydiği kot pantolon aramızdaki en fazla beş yaş olan farkı gözden kaldırmıştı. . Göğsünü kaplayan Japonca bir dövmesi ve hemen boynunun girintisinde lakabını hatırlatan avını yakalamaya hazır bir pençe dövmesi vardı. Adamın çıplak bedenine arkasından bir kadın kollarını sarmıştı.

Pençe tüm vicdansızlığıyla karşımda duruyordu.

"Gerçektende öyleydi, inan bana. Suratı kanlar içindeydi. Yere düştüğünde sanki bir şeyler geveledi ama ne dediğini hatırlayamıyorum."

 Bodrumdaki tüm hava bir anda çekilmiş gibi hissettim. Aniden oluşan sessizlik ağırlaşıp omuzlarıma bindi. Zihnimdeki ağrı tahmin edemeyeceğim kadar çok şiddetlendiğinde neredeyse acıyla bağıracaktım. Atlas'ın neler olduğunu anlamayan bakışlarını üzerimde hissettim. Karşımdaki adamın Pençe olduğunu bilmiyordu. İyi bir boksör olmasına rağmen çok sık maçlara çıkan biri değildi. O yüzden sadece adı duyulmuştu, çoğu kişi yüzünü görmemişti bile.

Ama o gece gördüğüm o yüzü hayatım boyunca hiç unutmayacağımdan emindim.

Karşımdaki adam kabuslarımda başrolü oynayan adamdı. Babam kanlar içinde yere düştüğünde sırıtan adamdı. Boks dünyasında sadece birkaç özel maça çıkan ve çıktığı maçlarda rakibinin ölümüne neden olan bir adamdı. O bir katildi. Çok kişiyi öldürmüştü. En çok da on beş yaşında bir kızın hayatını öldürmüştü. Bir kere değil, bunu defalarca yapmıştı. Çünkü o kız babasını her gördüğünde hayatının bir kez daha kanlar içinde yere düştüğünü hissediyordu.

"Vuslat Bahar, ha?" Pençe bilardo masasından rahatlıkta indi ve ağır adımlarla bana doğru yürümeye başladı. "Miraç yaşıyor mu hala?"

Ellerimin titrediğini hissettim. Babama yumruk atan adam belirdi gözlerimin önünde. Çığlıklarımı geçmişin bir hediyesi gibi tekrar duydum. Yardım istemek daha önce hiç bu kadar aciz hissettirmemişti bana. Babamın ölümünü izleyenlerden yardım istedim. 

Kimse yardım etmedi.

Atlas elimi tuttu ve beni kendine doğru çekip sertçe "Bu konuyu kapatmaya ne dersin?" diye sordu Pençe'ye.

"Pençe," diye uyardı Demir Yumruk. "Bu üzücü olaydan hiçbirimiz konuşmak istemeyiz."

Adam bakışlarını yüzümden ayırmadan "Doğru ya," dedi samimiyetsizce. "İstemeyiz."

Babamın kanlar içinde yere düşen bedeni bir kez daha gözlerimin önüne geldi. Bu hayatta çok şey kaybetmiştim ama kaybettiğim en ağır şey babamdı. Bir daha onunla hiçbir zaman eskisi gibi olamayacağımızı hatırlayınca bir kez daha sarsıldım ve bakışlarımı Pençe'den çektim. Bu hareketim korkaklık değil, onun bakılmaya dahi değmeyecek biri oluşunun nedeniydi.

 "Pekala," dedi Polat Yenilmez saatine bakarak. "Maça az kaldı. Bu akşam en iyilerden biriyle Altın Mızrak çıkacak ringe. Hazır mısın delikanlı?"

"Her zaman." sesindeki gizli öfkeyi hissedince gerilmiştim. Bakışları Pençe'yi olduğu yere çivilemek istermiş gibi bakıyordu ama Pençe az önceki muhabbetten oldukça rahat bir şekilde kopmuş gibi yanındaki kadınla ilgileniyordu.

Atlas'ın dikkatinin neden sinirli olduğumu bilmediği bir adamın dağıtmasını istemiyordum. Bu gece ilgilenmesi gereken tek şey maçıydı. En ufak bir dikkat dağılması her şeye mâl olabilirdi.

Ona dönüp "Sorun yok," diye fısıldadım sadece onun duyabileceği bir şekilde. Bana baktı ama bir şey demesine fırsat kalmadan diğerleri tarafından hazırlanması gerektiği söylenerek benden uzaklaştırıldı. 

Atlas

Vuslat'ı o adamlarla çembere bakan balkonda bırakma fikri hiç hoşuma gitmemişti ama kalabalıkta kalmasını da istemiyordum. Dayı'nın yanındaki maçlarımda oldukça kalabalık oluyordu ama bunun daha da kalabalık olacağı belliydi. Vuslat'ın ezilmesini veya alkollü birilerinin ona en ufak bir zarar vermesini istemiyordum. Böyle bir şey olursa ne olursa olsun maçı bırakıp yanına giderdim ama kalabalık beni engelleyebilirdi. Onunla ilgili olan bir şeyi asla tehlikeye atamazdım.

Semih ellerimi sararken bende boynumu esnetiyordum. İçimde her saniye büyüyen canavarı sıcak suyla durdurabildiğimi keşfetmiş olmam bile beni rahatlatmıyordu. Çünkü gün geçtikçe sadece büyüdüğünü değil, aynı zamanda da güçlendiğini de biliyordum. Bir gün onu durduramayacaktım.

O günün, en olmadık an olmasından korktum.

"Daha önce hiç bu kadar büyük bir maça çıktın mı?"diye sordu Polat Abi.

Bodrumda sadece Polat Abi, Semih ve ben kalmıştım. Onlarda ringe çıkmamla balkona çıkacaklardı zaten. Vuslat'ın Pençe denen adamın yanında oturuyor olma ihtimalini düşününce sinirden gözlerim döndü.

"Hayır," dedim. "Vuslat balkonda mı?"

"Evet." Semih diğer elimi tuttu ve onu da sarmaya başladı. 

Polat Abi Semih'in omzuna dokunup başını salladı. Semih kendisine verilen gizli emiri almış gibi ayağa kalktı ve "İyi şanslar," dedi "İmkansız da olsa."

Güldüm. "Maçtan sonra bir daha söyle."

Meydan okumam onu kızdırmıştı ama bir şey söylemeden yukarıya çıkan merdivenleri hızla tırmanmaya başladı. Polat Abi oturduğum koltuğun hemen önündeki sehpaya oturdu.

"Bak delikanlı," dedi ciddi bakışlarını gözlerime dikerek. "Adamı sadece devirmen gerekmediğini biliyorsun. Daha fazlası lazım. Bu bir oyun değil, yumruk  yemen gerekiyor."

Başımı sallamakla yetindim. Bunun en iyi yönü yumruk yediğimde hissettiğim acı beni düşüncelerimden bir adım da olsa uzaklaştıran nadir şeylerden biriydi. Ama bu maç, Vuslat beni izliyorken yumruk yemeyecektim. babasını hatırlamasını istemiyordum. O yüzden sanırım bu akşam bu kuralı es geçecektim.

"Adamın lakabı Çetin Bıçak. Üniversite'den geliyor." Üniversite de en az Black Lock kadar adı duyulmuş bir başka yasa dışı boks maçları yapan yerdi. Etkilenmiş miydim? Hayır.

Ellerini omuzlarıma koyup beni öne doğru çekti. "Ben herkesi takıma almam. Buradaysan bil ki, sende bir şeyler görmüşümdür."

Beni bırakıp yerinden kalktı ve merdivenlere yöneldi. "Bol şans, delikanlı."

Yerimden kalktım ve üzerimdeki sweatshirtü çıkardım. Merdivenlere yöneldiğim sırada sehpaya bıraktığım telefonum yukarıdaki gürültüye rağmen oldukça sessiz kalan bodrumu dolduran bir melodiyle çaldı. Işığı yanan ekranda yazan numaraya baktım. Telefonu açıp kulağıma götürdüğümde konuşmama fırsat vermeden bir ses "İyi akşamlar." dedi.

"Gümüşpala?" Kaşlarım şaşkınlıkla çatıldı.

"Benim." Sesinde bana gülümsediğini düşündüren bir tını vardı. "Maçın olduğunu duydum. Senin için endişelenenler olmalı, kendine dikkat etmelisin."

"Ne istiyorsun?" diye sordum. Telefonumu bulmanın onun için oldukça kolay olduğunun farkındaydım ama yine de beni arıyor olmasına bir anlam veremedim.

"İstediğim şeyi hepiniz biliyorsunuz. Ama seni arama nedenim bu değil. Ben eski bir dostun hatırına sana bir iyilik yapmaya karar verdim."

"Ne vereceksin? Yoksa tekrar tehditler mi başladı?" elimi enseme götürdüm ve rahat bir sesle ekledim. "Neden karşıma çıkmıyorsun? Teke tek."

"Sana bundan çok daha iyisini verebilirim, Atlas." Üst kattaki kalabalığın hareketlendiğini hissettim. Rakibim ringe çağrılmış olmalıydı. Sıra bendeydi. "Sana Sansar'ın nerede olduğunu söyleyebilirim ve sen de benim için onu buraya geri getirebilirsin."

Vuslat

Olduğum yerde huzursuzca kıpırdandım ve ringe giren Çetin Bıçak'a ters ters baktım. Kesinlikle kendinden emindi. Sanırım bu gece onunla maç yapacak kişinin daha önce hiçbir Black Lock maçına katılmadığını duymuş olmalıydı. 

L şeklindeki kanepelere oturmuş ringi oldukça net gören bir balkondan aşağıyı izliyorduk. Kalabalık, ezilen insanların attığı çığlıkla inliyordu ama bizimle beraber balkonda duran sunucu bir kez daha mikrofonu dudaklarına yaklaştırdığında neredeyse herkes sustu. Müzik sesi sunucu adamın sesinin duyulması için biraz kısıldı.

"Bu gecenin diğer dövüşçüsünü çoğunuz tanımıyorsunuz! Kendisi Black Lock'ın yeni dövüşçülerinden!" Polat Yenilmez ile Demir Yumruk bakıştı. "Size Altın Mızrak'ı takdim edeyim!"

Müziğin sesi son ses açıldı ve kapıda Atlas belirdi. üzerinde tişörtü yoktu ve dövmelerle kaplı olan teni dikkat çekecek kadar güzeldi. Siyah kot pantalonu dışında üzerinde başka bir şey yoktu.. Kalabalığın arasındaki kızların ona dikkatle baktıklarını fark edince beni ele geçirmeye çalışan kıskançlığı defettim. Şu an düşüneceğim son şey bu olmalıydı.

Atlas karizmatik bir şekilde gülümsedi ve bakışlarını kaldırıp bana baktı. Onunla göz göze gelince kendini iyi hissetmesi için ona gülümsedim. Bakışlarını ringe çevirdi. Rahat hareketlerle ringe giden yolda ilerlerken telaşsızdı. Sanki ofisine gelen bir çalışanmış gibi sakin sakin ringin ortasına yürüdü ve Çetin Bıçak'ın karşısında durdu.

Diğer adam Atlas'tan biraz daha uzundu. Onları karşı karşıya dururken görünce yutkundum. Rakibi ayı gibiydi, Atlas'ın iki katı irilikte , saf kastan oluşan bir vücudu vardı. Atlas'ın yüzündeki ifadeyi göremiyordum ama diğer adamın kan istediği belliydi. 

Ringte dolanan hakem ikisinin yumruklarını birbirine tokuşturmasını bekledi. Sonra birbirlerinden bir adım gerilediler. Hakem düdüğünü dudaklarına dayadı ve gürültüyle çaldı. Atlas'ın rakibi biraz fazla aceleci davranıp Atlas'a doğru hamle yaptı ama Atlas kolaylıkla adamın hamlesini savuşturdu ve onun ardı ardına gelen yumruklarından korundu. Kalabalık heyecanla çığlıklar atmaya başladı. Balkondaki herkesin ilgiyle ringi izlediğini fark ettim.

"Savunması çok kuvvetli," dedi Demir Yumruk.

"Henüz atağa geçmedi ama," diyerek araya girdi Semih. "İyi olduğu söylenemez."

"Doğru zamanı bekliyor."

Pençe'nin sesiyle irkildim. Tekli koltukta oturuyordum ama o hemen yanımdaki koltukta kucağına oturmuş bir kadınla maçı izliyordu. Yüzü ruhsuz denecek bir ifadeyle ringe dönüktü. Bakışlarının bana dönmesini istemediğim için bakışlarımı ondan ayırdım. 

Polat Yenilmaz Atlas'ın hamlelerini ilgiyle inceliyor, diğerlerinin aksine hiç yorum yapmadan neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Atlas ilk yumruğunu attığında hasmı ondan kaçamadı ve çenesine sert bir kroşe yedi. Hasmı ona henüz hiç vuramamış olmanın verdiği sinirle Atlas'a doğru atıldı ve en az benim kafam büyüklüğündeki yumruğunu savurdu ama Atlas kolaylıkla blok koyup öbür tarafa kaydı.

Semih "Daha iyisini yapabilirsin!" diye bağırdı ringe doğru.

"Gayet iyi," dedi Demir Yumruk ve dizlerinin üzerine eğilip bakışlarını Atlas'a dikti.

Atlas adamın burnuna sert bir yumruk daha indirince kalabalıktaki gürültü kulakları sağır edecek seviyeye ulaştı. Atlas adamın çenesine sol kroşesini gömdü ve adam her biri boşa giden birkaç yumruk daha denediğinde yüreğim ağzıma geldi. Kaşlarım hafifçe çatılmış olanları izliyordum.Atlas'ın maç boyunca mutlaka bir tane yumruk yemesi gerektiğini biliyordum ama bunu görmenin beni endişelendireceğinin de farkındaydım. Kendimi çocukluğumdaki gibi hissettim. On bir yaşıma kadar babamın yediği her yumruğa ağladığımı hatırlıyordum.

Atlas adamın karnına dirsek atınca rakibi ringin ortasında yere düştü. Atlas bu boşluktan yararlanıp başını kaldırdı ve balkondaki koltuklara baktı. Beni gördüğünde rahatlamış gibi nefesini verdi. Tam maçın bittiğini düşünmeye başladığım sırada rakibi ayağa kalktı ve hırsla Atlas'ın üzerine yürüdü.Kalabalık heyecanla bağırmaya başladığında Pençe ve diğerlerinin delici bakışlarını üzerimde hissettim. Atlas'ın bana bakması ilgiyi benim üzerime çekmişti.

"Sana oldukça düşkün, ha?"

Yılan'a sertçe baktım ve bakışlarımı hızla ringe çevirdim. Adam hamle ardında hamle yapmasına rağmen Atlas'a yetişemiyordu. İki adam da terle kaplanmışlardı ve rakibi Atlas'ı bir kez daha ıskalayıp elini ringin dört köşesinde bulunan beton sütunlardan birine geçirdiğinde heyecanla iç çektim. Elini karnına bastırıp iki büklüm olduğunda Atlas işini bitirmek için hamle yaptı.

O an onun yumruk yemeyeceğini anladım. Bu, rahatlıkla nefesimi vermeme neden oldu. Eğer yumruk yemezse acı çektiğini görmek zorunda kalmayacaktım. Üstelik yumruk yememesi ne Polat'ın ne de diğer adamların hoşuna gidecekti. Bu durum Atlas'ın Black Lock'da çalışamyacağını gösteriyordu.

Dur durak bilmiyordu, önce dizini adamın yüzüne geçirdi, ardından ona ardı arkası kesilmeyen yumruk zincirine maruz bıraktı, ta ki adam tökezleyerek yere düşene dek. Ringde dolanan hakem yerdeki adamın yüzüne kırmızı kareyi attığında kalabalıktan çığlık tufanı koptu.

Hakem Atlas'ın kan bulaşmış sarılı elini havaya kaldırdı ve balkona doğru "Altın Mızraaaaaaak!" diye bağırdı. Hızla koltuktan kalkıp balkonun ucuna gittim.

Atlas karizmatik bir şekilde gülümsedi ve bana baktı. Ona gülümsedim ve sessizce "Teşekkürler," diye fısıldadım duyamayacağını bildiğim halde. Benim için bunu yaptığını biliyordum. Yumruk yemesini izlemek istemeyeceğimi bildiği için yumruk yememişti.  

 Atlas ringden inerek en büyük hatayı yaptı. Kalabalık onun adını bağırarak etrafını çevreledi. Yukarıda olmama rağmen onun nerede olduğunu kestiremedim.

"Yumruk yemedi bile," diye itiraz etti Semih. Onun sesini duyunca arkamı döndüm. "Onu Black Lock'a alamayız!"

"Benim kararlarımı sorgulamak sana düşmez delikanlı, yerini bil." Polat Yenilmez ayağa kalktı ve yanıma gelip balkon demirlerine dayandı. Hayranlarıyla çevrelenmiş olan Atlas'a bakıp gülümsedi. "Onun gibi birinin mutlaka takımımda olması gerek."

Ağzım açık bir şekilde adama bakakaldım. "Bu bir boks maçı değil." itirazım karşısında kucağındaki kadınla ilgilenen Pençe de dahil hepsi bana döndü. Polat Yenilmez tek kaşını kaldırmış itirazımın nedenini dinlemek ister gibi bakıyordu. "Maçta yumruk yemesi gerekirdi."

Polat Yenilmez balkon demirlerine arkasını dönüp yaslandı ve kafasını yana eğip bana baktı. "Sevgilinin bizimle çalışması seni rahatsız mı ediyor yoksa kızım?"

"Size güvenmiyorum," diye itirafta bulundum sert bir sesle. "Bugün kazandığı için şimdi ona dostça davranıyorsunuz ama ya yarın kaybederse? O zaman ne yapacaksınız?"

"Cidden baban gibisin," dedi Demir Yumruk ve bana hayranlıkla karışık endişeyle baktı. "Bunu bizimle konuşmak istemeyeceğine eminim. Polat'ı öfkelendirmek istemezsin."

Polat Yenilmez'in hiçbir şey okunmayan kibirli yüzüne tiksintiyle baktım. "Seni çok iyi hatırlıyorum. Her zaman böyleydin. Sana hiçbir zaman güvenmedim. Bir gün babamı satacağını biliyordum."

Pençe boğuluyormuş gibi bir ses çıkardı. Kucağındaki kadından kurtulup ayağa kalktığında kahkaha atmaya devam ediyordu. Aramızda birkaç adım kalana dek bana doğru yaklaştı. "Eski defterleri açmak sadece senin canını yakar ufaklık."

Benimle bu kadar rahat konuşuyor olması öfkeyle dişlerimi sıkmama neden oldu.Yakışıklı yüzünü yere eğip gülümsemesini sakladı. "Baban ne yaptıysa kendine yaptı."

"Onu sen bu hale getirdin!" diye bağırdım. Öfkeyle geriledim ve elimi saçlarıma götürüp "Durman gerekirdi," dedim. "Yere düştüğü an rakibine yaklaşmaman gerekirdi. Ama sen durmadın. Onun öldüğünü düşündürene kadar vurmaya devam ettin."

Adam bana doğru bir adım daha attı ve çatılan kaşlarıyla yüzüme baktı. Elini yanağıma doğru uzattığı sırada şaşkınlıktan ne yapacağımdan emin olamadım. Bir şey yapmama gerek kalmadan eli yanağımdan beş santim uzakta onu tutan sert bir elle havada kaldı. Atlas üzerine tişörtünü giymişti. Alnı da öfkeyle kırışmıştı. Pençe'ye baktı ve dişlerinin arasından ölümcül bir sesle konuştu.

"Ona dokunayım dersen seni öldürürüm."

Koltuklarda oturan adamlar ayağa fırladı. Her biri Atlas'ın bir hata yapmasına karşı güvenli bir mesafede Pençe'yi savunmak için durdu.Polat Yenilmez ise istifini bozmadan Pençe'ye baktı. Emir veren bir sesle "Elini çek." dedi.

Kısa bir duraksamanın ardından Pençe elini Atlas'ın elinden kurtarmak için bir hamle yaptı ama Atlas bırakmadı. Panikle Atlas'ın boşta kalan eline dokundum. "Atlas..."

Atlas sesimi duyunca adamın elini bıraktı ve ona öfkeyle bakmaya devam etti.Polat'ın bakışlarını fark edince ellerini havaya kaldırıp sinir bozucu bir şekilde güldü ve balkon merdivenlerini inmeye başladı. Atlas bakışlarını adamın sırtına dikti. Tam da şu an gidip o adamı öldüresiye dövmemek için tüm iradesini kullandığını fark ettim.

Demir Yumruk Atlas'a doğru bir adım attı. "Bunu kutlamalıyız," dedi havadaki gerilimi dağıtmak ister gibi ama Atlas onu duymamazlıktan geldi.

"Biz gidiyoruz."

Bu diğerlerinin yaptığı gibi Polat'dan izin almak için kurulan bir cümle değildi. Diğerleri de bunu fark etmiş olmalı ki hepsi Atlas'ın yüzüne dik dik baktı. Atlas uzanıp elimi tuttu ve beni arkasından sürükleyerek merdivenenlerden inmeye başladı. Ona yetişmek için adımlarımı hızlandırırken arkamızda bıraktığımız adamların bakışlarını üzerimizde hissediyordum.

Balkondan indiğimizde Atlas bana hiç bakmadan hızlı adımlarla binanın çıkışına doğru ilerlemeye başladı. Elimi tutan elinden öfkesinin bana aktığını hissettiğimde irkildim. Babamı bu hale sokan adamın Black Lock’da çalıştığını söylemediğim için bana kızdığını biliyordum ama bana bu kadar öfkeli olması beni ürküttü. Bakışlarımı onun karanlık saçlarından ayırıp binanın duvarlarına baktım ve büyük harflerle yazılmış o adı gördüğüm an şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim. Miraç. Duvarın oldukça net görünen bir yerine yazılmış olmasına rağmen odaya girdiğim anda görmüş olmamaın nedeninin binaya girdiğimde hissettiğim endişeden kayaklanmış olabileceğini düşündüm. Bu adı şimdi bile görmek beni sarsmıştı.

Kendimi, o gece ölse dahi kılını kıpırdatmayacak olan adamların babamın adını en başarılı boksörlerin adını yazdıkları duvara yazmadıklarına dair ikna etmeye çalıştım.

Başımı kaldırdığım an davetsiz bir ağrı zihnimi ziyaret etti. Bu hiç beklemediğim kadar canımı yakmıştı. Ağzımdan kaçan acı dolu iniltiyle bakışlarını bana çevirdi. Ne yapmam gerektiğine dair bir fikrim olmaması beni şaşırtmıştı. Hızla elimi enseme götürüp "İyiyim ben," dedim sessizce.

 Sesim duyulmayacak kadar kısık çıkmış olmalıydı, Atlas hızla koluma girdi. Kaslı kolları bir anda kendimi havada bulmamı sağlamıştı. "İyiyim." Sesim bu defa daha güçlü çıkmıştı ama o umursamamayı tercih etti.

"Eve götürüyorum seni."

"Hayır," diye itiraz ettim çocuk gibi bir sesle. "Seninle kalmak istiyorum."

Yüzü hiçbir duygu okunamayacak kadar sert bakıyordu. Bana öfkeli olduğunu biliyordum ama öfkeli de durmuyordu. Sanki hissettiklerini anlamamam için önümüze bir perde çekmişti, ama ben perdenin arkasındakini görmememe rağmen biliyordum. Yürümeye devam etti.

"İyiyim ben," diye tekrarladım bir kez daha.

 Sertçe bana döndü. İşte şimdi oldukça öfkeli bakıyordu. "Yalan söylemeyi kes." Yüzünde bir an bana üzgün olduğunu düşündürecek bir ifade geçti. "Bana yalan söylemeni sevmiyorum ve sen sürekli iyi olduğunu söylüyorsun. Ama değilsin. Tıpkı bana hiçbir sorun olmadığını söylediğin gibi.”

Alnımı boynunun girintisine dayayıp sessizce “Üzgünüm,” diye fısıldadım. “Ben söyleyemedim.”

“Neden?” Sesindeki kırılmışlığı duymak başımı kaldırmama neden oldu. Binadan çıktığımız anda soğuk hava tenimi ısırdı. Titrememi engelleyemedim. Atlas kollarını bana daha sıkı ardı. "Aramızda gizli bir şey olmadığını sanıyordum."

“Yok,” diye itiraz edince bana sertçe baktı. “Yemin ederim senden başka bir şey saklamadım.”

“Niye bunu söylemedin?” diye sordu motorun yanına geldiğimizde beni kucağından indirirken. Güneş birazdan doğacaktı.

“Bu konu hakkında konuşmayı sevmiyorum da ondan." Dikkatle bana baktı. " O adamı nerede görsem tanıyacağımdan emindim ama onu o gece barda gördüğüm anda...Hiç duymadığım kadar öfke duydum ona. Bu beni korkuttu. O adamlarla çalışacağını düşündüğüm an daha da çok korktum."

Başını başka bir yöne çevirip nefesini verdi sertçe. Beni anlamaya başladığını hissediyordum. Ama o yine de konuşmamayı tercih etti. Başını tekrar bana çevirdiğinde gözleri bir kat daha koyulaşmıştı. Bana doğru bir adım attı ve yüzümü avuçlarının içine aldı.

“Korktuğunu bana söylemen yeterdi. Eğer istemezsen onlarla çalışmam.”

Gözlerim parladı. Bunu yapmasının benim için ne kadar önemli olduğunu görünce gülümsedi ama hala yüzündeki kırgın ifade gitmemişti.

“Senden tek şey istiyorum; bana yalan söyleme. Herkese güvenmem. Bu hayatta güvendiğim çok az insan var. O yüzden bana asla yalan söyleme." Başımı sallayınca bana doğru uzanıp dudağıma bir öpücük kondurdu.

Benden ayrılıp motordan kaskımı alıp bana uzattı. Kaskı alıp başıma geçirirken binanın kırık camlarından birinde bir gölgenin bize baktığını gördüğümü sandım. Bu gece hissettiğim stresin bir ürünü olacağını düşünerek Atlas’ın arkasına bindim ve kollarımı ona sardım.

“Onlarla çalışmayacaksın, değil mi?” diye sordum.

“Hayır,” dedi sadece. Rahatlayarak kollarımı ona daha sıkı sardım. Güldü. "Eğer beni öpeceksen gidip onların kafalarını kırabilirim."

Gözlerimi devirdim. “Sanki çalışacak olsan sana sarılmayacağım.”

Omzunun üzerinden bana karizmatik bir bakış atıp motoru çalıştırdı. Ayağını bükmesiyle binanın pahalı arabalarla süslenmiş bahçesinden füze gibi fırladık. Çığlık atmamak için kendimi tuttum. Motora binmeye hala alışamamış olmamın kulağa çocukça geldiğini tahmin edebiliyordum ama gerçekten de elimde olan bir şey değildi.

Rüzgardan korunmak için başımı Atlas’ın sırtına sakladım ve rüzgarda dahi burnuma dolan kokusunu içime çektim. Atlas beklediğim aksine evin yolun değilde farklı bir yola sapınca “Nereye?" diye sordum.

“Seni yemeğe çıkarıyorum!” diye bağırdı motorun sesini bastırmak için.

Başımı kaldırıp aydınlanmaya başlayan havaya baktım. Bütün gece dışarıda olmanın kulağa pek de doğru geldiğinden emin olamadığım için “Geç oldu,” dedim.

“Benimle kalmak istediğini sanıyordum,” dedi kırmızı ışıkta durunca. Sesindeki üzgün tını beni şaşırttı.

“İstiyorum,” dedim onunla vakit geçirmeyi sevmediğimi düşünmesini istemediğim için hızla. “Her neyse. Hadi gidelim.”

Sahil kenarında bir balıkçıya yaklaşınca motoru durdurdu. Ondan önce davranıp motordan atladım ve bu sefer kaskı daha az sürede uğraşarak çıkardım ve zaferle sırıttım. Atla huysuz bir sesle "Ben yardım ederdim." dediğinde kıkırdadım.

Güneşin yeni doğmasına rağmen açık olan balıkçıya tuhaf bakışlarla bakınca Atlas açıklamada bulundu. “Burası yedi yirmi dört açık.İkram Abi’nin mekanı.”

Elini havaya kaldırıp kulübedeki adama selam verdi. Adam gülümseyerek “Hoşgeldin delikanlı!” diye seslendi kalın bir sesle. Bütün gece Polat Yenilmez’in Atlas’a delikanlı demesi aklıma gelince kaşlarım çatıldı.

“Balık ekmek seversin değil m?” Bu soru için geç kaldığını anlayınca yüzünü buruşturdu. “Yani daha önce hiç bu olaylara girmediğim için bir fikrim yok.”

“Nasıl yani?”

Elini ensesine götürüp “İlk olduğunu söylemiştim,” dedi tatlı bir gülümsemeyle. “Daha önce hiçbir kızı yemeğe çıkarmadım. O yüzden ne yiyebileceğini akıl edemedim.”

“Sorun değil,” dedim gülümseyerek. “Balığı çok severim.”

Rahatlamış gibi gülümsedi ve “hemen geliyorum,” diyerek kulübeye gidip balık ekmeklerimizi beklemeye başladı. Bende montuma sarınarak etrafı izlemeye başladım.Kulübe küçük masaların tam ortasında duruyordu ve masaların neredeyse çoğu doluydu. Bu saatte insanların neden balık ekmek yemeğe geldiklerini merak ettim.

Atlas'ın siparişleri beklerken balıkçıyla gülümseyerek konuştuğunu görünce buraya sık geldiğini fark ettim. Elinde tuttuğu iki yarım ekmekler yanıma geldi. Ve birini bana uzattı.

“Buraya sık gelir misin?” diye sordum ekmeğin kağıdını açıp ilk ısırığımı alırken. Oldukça lezzetliydi..

“Okuluma yakın olduğu için evet. Kaçırdığım dersleri telafi etmek için okula çok sık uğruyorum. Zaten buraya da genelde bizim okulun öğrencileri gelir. O yüzden yedi yirmi dört açık. İkram Abi geceleri de kulübede kaldığı için buraya ne zaman gelsen aç gitmezsin.”

Üzerindeki asker yeşili montunun yakalarını kaldırmış kulübenin içinden hazırladığı balık ekmeği müşteriye uzatan adama baktım. Adamın kırlaşmaya başlamış bir bıyığı vardı ve gülümseyince kırmızı olan yanakları şişiyordu. Kulübenin içinden ekmeği uzattığı müşterisine gülümseyerek bir şeyler söyledi. Adam ona baktığımı fark edince bana gülümsedi. Bende ona gülümseyip bakışlarımı tekrar Atlas'a çevirdim.

"O yüzden mi yedi yirmi dört açık?" Atlas başını sallayınca ekmeğimden bir ısırık daha aldım ve çiğnemeye başladım bir yandan da konuya nasıl gireceğimi düşünmeye çalıştım.

Sonunda "Bir şeyler anlatsana," dedim.

"Ne?" diye sordu balık ekmeğini iştahla yerken.

Ekmeğimle ilgileniyormuş gibi yaptım. "Yani senin hakkında pek bir şey bilmiyorum. Hayatını dövüş yaparak kazanıyorsun, Ceza Hukuku öğrencisisin, amcanla kalıyorsun, ukalasın. Başka?"

"Hayatım bundan ibaret işte." Gerçekten de konuşmak istemediğini fark edince somurttum. Göz kırpıp "Bir de sen varsın tabii," dedi.

Hoşuma gittiğini belli etmemek için ekmekten koca bir ısırık aldım. "Kendinden bahsetsene biraz."

"Ne anlatmamı istiyorsun?"

"Bir saniye bekle," dedim ekmeğimi masaya bırakırken. Elimi cebime attım ve cebimdeki kağıdı bulmaya çalıştım, Atlas merakla ne yaptığıma bakıyordu. Kağıdı cebimden çıkarıp açtım ve ilk soruyu okudum. "En sevdiğin renk?"

Atlas kahkahalarla gülmeye başladı. "Bana soracaklarının listesini yaptım deme."

Ona ters ters baktım ve ciddi bir yüz ifadesiyle işime döndüm. "En sevdiğiniz renk Atlas Bey?"

Boğazını temizledi ve "Lacivert," dedi.

Lacivert. "En sevdiğin yemek?"

"Balık," dedi bana aptalmışım gibi bakarak. "Tahmin etmesi o kadar da zor değil hani."

Umursamadan sorularıma devam ettim. "Avukat olmak hayalin miydi?"

"Pek sayılmaz." Ekmeğini bitirdiği için sigarasını çıkardı. Daha ben ekmeğimi yarılamamıştım bile. "Çocukken kimyager olmak isterdim.”

Güldüm. “Kimyager mi? Çocuklar genelde öğretmen falan olmak ister.”

“Babam başarılı bir kimyagerdi,” diye açıkladığında utandım. “Utanmana gerek yok. Babam hakkında konuşmak beni artık o kadar da üzmüyorum. Annem için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.”

Konuyu değiştirmek için diğer soruyu okuyacaktım ama bu konu hakkında gerçekten de konuşmak istediğimi fark ettim. “Peki, neden hayalini gerçekleştirmek yerine Hukuk okumayı seçtin?”

“Ailemi kaybettiğim kazanın bir tesadüf olduğunu sanmıyorum,” dediğinde hayretle ona baktım. “Bu yüzden kimyager olmak istemedim, aynı şeyleri yaşamak istemem. Babam oldukça başarılı bir kimyagerdi ve kazadan bir iki yıl önce işini aniden bıraktı. Neler olduğunu anlamamıştım. Zaten on yaşında bir çocuk bu konuyla neden bu kadar ilgilensin ki?"

Sigarasından derin bir nefes çekti ve masadaki sigara paketini döndürmeye başladı. Konuşmak istemediğini düşünüp konuyu değiştirecektim ama o tekrar konuşmaya başladı.

“Son zamanlarda daha fazla çalışıyordu. Hatta bazı geceler eve uğramadığı bile oluyordu. Eve geldiğinde yanında amcam ve iki tane daha arkadaşı oluyordu. Amcam biyoloji bölümü mezunu, onunla beraber ortak iş yapıyorlardı. Beraber babamın çalışma odasına çekilip saatlerce odadan çıkmıyorlardı. Çok sıkı dosttular. Ama diğer iki adamı pek iyi anımsamıyorum.” Biten sigarasını yere attı ve bakışlarını tekrar bana çevirdi. Onu ilgiyle dinlediğimi fark edince konuşmaya devam etti. “Sonra babam çalıştığı yerle sorun yaşadı ve amcamla beraber işi bıraktılar. Amcam da o arada bir lokantada çalışmaya başladı. Babamın işi bırakmasından bir hafta sonrada kaza geçirdik zaten.”

Yutkundum. “Peki bunun tesadüf olmadığını sana düşündüren ne?”

“Annem son zamanlarda aşırı tedirgindi,” dedi çenesini, kavuşturduğu ellerine dayarken. “Neredeyse dışarı hiç çıkmıyorduk. Kazanın olduğu gecede... Annem beni uyandırdı ve hızla evden çıkardı. Gideceğimizi söyledi."

Yüzündeki acıyı görünce bu konu hakkında daha fazla konuşmamam gerektiğini fark edip üşümüşüm gibi montuma sarındım ve “Kalkalım mı artık?” diye sordum.

Başını salladı ve kulübedeki adama elini kaldırıp selam verdi. Adam bize gülümsedi ve “Yine beklerim!” diye seslendi. Gülümseyerek karşılık verdi Atlas. Motora bindiğimizde hava artık aydınlıktı. Kollarımı Atlas’ın karnına sarıp sıkıca tutundum.

Rüzgar açıkta kalan saçlarımı savururken kışın geldiğini soğuk havadan bir kez daha anladım. Bir ay sonra kar yağmaya başlayacaktı muhtemelen. Karı her zaman sevmiştim. Toprağı örten kefendi çünkü. Bana ölümü hatırlatıyordu ve bir gün toprak altına gireceğimi bilmek bana iyi geliyordu. İnsan nereye gideceğini hatırlarsa nereden geldiğini de hatırlardı.

Motoru bizim apartmanın önünde durdurduğunda yorulduğumu ilk o an hissettim. Bu yüzden bu sefer Atlas’tan sonra motordan indim. Atlas bana fırsat vermeden kaskımı kendi çıkardı ve rüzgarın dolaştırdığı saçlarımı düzeltti. Eli yanağıma dokununca “Üşümüşsün,” dedi. Bakışları bir an uzaklara daldı. “Kış geliyor.”

“Evet,” dedim. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım ve yakın bir zamanda gökyüzünden dökülen karları hayal ettim. “Karı seviyorum.”

Kaşları çatıldı ama bir şey söylemedi. Yüzünün de gerildiğini fark etmiştim. “Beni sorularınla tanıyamayacağını anladın mı?” diye sordu konuyu değiştirerek. Gülümsemişti.

Başımı salladım yenilmişlikle. “Ama pes etmeyeceğim.”

Güldü. “O halde yakın bir zamanda odama gelmen gerekecek.”

Kaşlarım çatıldı ve ona mesafeli bir bakış attım. “Nedenmiş o?”

“Odamda beni tanımanı kolaylaştıracak çok fazla şey var,” dedi bir kez daha gülerek. Bana doğru uzandı ve yanağımı öptü “Görüşürüz meraklı sevgilim.”

"Görüşürüz."

Gülümsedim ve apartmana doğru yürümeye başladım. Cebimden anahtarımı çıkarıp apartmanın kapısını açarken Atlas’ın bakışlarını hala üzerimde hissediyordum. Kapıyı açtığımda dönüp ona baktım. Gülümseyerek bana bakıyordu. Ona bakınca gülümsemesi daha da genişledi. Ona el salladım ve apartmanın kapısını kapatıp merdivenleri çıkmaya başladım.

 Güne nasıl başladığımı dahi hatırlamıyordum ama bir sonraki  güne tüm endişelerimden arınarak başlamıştım.Atlas o adamlarla çalışmayacaktı. Kendi kendime gülümsedim ve ve anahtarlarımı dairenin kapısına takıp sessizce kilidi açtım. Ayakkabılarımı çıkarıp ayakkabılığa yerleştirdim ve olabildiğince sessizce eve girdim.

Daha ilk adımımı atmıştım ki arkamdan bir ses “Vuslat hanım,” diye fısıldadı sessizce. “Nasıl geçti sevgilinle günün?”

Esma’ya deli gibi sırıttım. “Harika.”

Bana doğru gelip koluma cimcik atınca acıyla bağırdım. “Bağırma., Nisa uyuyor.” Dedi bir de utanmadan. “Bana neler olduğunu anlatmadan uyuyamazsın."

Ofladım ve koşarak odama kaçtım ama Esma peşimi bırakmadı. Pes edip ona neler olduğunu anlattım. Çok yorgundum ve sonunda Esma belasından kurtulduğumda yatağıma girip yorganın altında kendimden geçecektim ama bunu yapmak yerine Esma'nın odasına gidip yatakta uyuyan Sena'nın yanına uzandım.

Dostlarımı özlemiştim. Selin ile görüşemiyorduk. Biraz daha zamana ihtiyacı vardı. Selim'i kaybetmiştim, artık onun gibi iyi bir dosta veya abiye sahip değildim. Sansar burada değildi. yanımda olan tek dostum Sena'ydı ve o da eskisi gibi değildi. Bu yüzden yatakta biraz daha ona doğru kaydım ve eski günlerdeki gibi olmayı diledim. Uyandığında beni görünce nasıl bir tepki vereceğini bilmesem de yorganu üzerime çekip az sonra beni kollarına alacak olan uykuyu bekledim.

Atlas

Eve girdiğimde amcamı evde bulamayınca şaşırdım. Bu gece bir işi olduğunu söylemişti ama bu saate kadar evde olmaması tuhaftı. Amcamı aramadan önce telefonumun ekranındaki saate baktım. 07:11. Gümüşpala bana sekizde Sansar’ın yerini mesaj atacağını söylemişti. O adama güvenmiyordum ama Sansar’ı bulmanın başka bir yolu olmadığı da ortadaydı.

Amcam, açmayacağını düşünüp kapatmak üzereyken telefonunu açtı. "Evlat?"

“Amca,” dedim. Sesindeki tuhaf tını hoşuma gitmemişti ve içimde bir ses bir şeylerin yolunda olmadığı hissine kapılmama neden oldu. “Neredesin?”

“Biraz işim var evlat.” Birilerinin konuştuğunu duyar gibi oldum. “Birkaç saate evde olurum.”

“Ne işi?” diye sordum ısrarla.

“Maçın nasıl geçti?” diyerek konuyu değiştirdi. “Sen iyi misin?”

“Gayet iyiyim,” dedim Sansar’ın nerede olduğunu bir saat içinde öğreneceğimi hatırlayarak.

“Kapatmam gerek. Sen de biraz dinlen, evlat.”

Bir şey söylememe fırsat vermeden telefonu kapattığında kendi kendime “Pekala,” dedim. Şüphelenmiştim ve yeteneğim bana pek de iyi şeyler söylemiyordu ama yine de bunları boşverip duşa girdim.Geldiğinde bir şekilde neler olduğunu öğrenirdim zaten. Sıcak bir duşun ardından vücuduma sıçramış kanlardan kurtuldum. Duştan belime sardığım havluyla çıkınca tekrar saate baktım. 7:51. Dokuz dakika sonra öğreneceğimi düşünerek mutfağa gittim ve kendime bir sandviç hazırladım.

Aslında oldukça yorgundum ve uzanmak istiyordum ama bana mesaj geldiği an oraya gidip o beyinsizi ordan sürükleyerek geri getirecektim. Kendi kendime gülümsedim. Sandviçimden bir ısırık dahi almadan tekrar saate baktım. İki dakika kalmıştı. Gümüşpala’nın benimle dalga geçmediğini umuyordum.

Telefonumu yatağıma fırlatıp dolabımdan giyeceklerimi çıkardım. Üzerime lacivert baskılı tişörtümü geçirirken telefonum mesaj sesiyle çaldı. Hızla telefonumu elime alıp kilit ekranını açtım ve mesajı okudum.

‘Dostun Terni/İtalya’da. Filippo Turati Bulvarı. Serantoni Sandra Pizzacısı yakınında. Şansa ihtiyacın olacak.'

Ekrana bakmaya devam ettim. Sansar İtalya'da dayısı olduğunu söylemişti. Orada olduğunu tahmin etmem gerekirdi ama bunu tahmin etsem bile onu kocaman ülkede bulamazdım. Ama şu an Vuslat'ı suyun içinde boğulmaya terk eden, Sansar ve beni yakmaya çalışan Düşünce Mahkumları ile kafayı bozmuş bir adam bana onu bulmam için bir şans veriyordu.

Yerine yerleşmeyen o kadar çok parça vardı ki hangi biriyle uğraşacağımı şaşırdım ve İtalya’ya giden ilk uçağa bilet almak için bilgisayarımı açtım. Doruk’u aramak için hızla telefonu elime aldım ama biri benden önce davranıp beni aramamıştı. Ekranda Polat Abi’nin adını görünce kaşlarım çatıldı. Meşgule atacaktım ama  onunla çalışmayacağımı söylemenin iyi bir yolu olacağını düşündüm. Telefonu açıp kulağıma götürdüm.

“Efendim,” dedim düz bir sesle. Bir yandan da İtalya’ya en erken giden uçağa bakıyordum. Bu akşam saat yedide Roma’ya uçak bileti vardı. Roma'dan da Terni’ye geçmem gerekecekti. Çok fazla paraya ihtiyacım olduğunu fark ettim.

“Selam delikanlı. Senin zaferinin kutlamasında olmaman tuhaftı.” Duraksadı. “Bir dahaki sefere olursun ama.”

“Bir dahaki sefer olmayacak,” dedim bakışlarımı bilgisayar ekranından çekip. Konuşmaya odaklanmıştım. “Sizinle çalışmayacağım.”

“Black Lock’da çalışma fırsatını elinin tersiyle geri mi itiyorsun?” sesi şaşkındı ama paniğe kapılmış değildi. Beni ikna etmenin bir yolu olduğuna oldukça emin çıkıyordu sesi. “Meriç’in kızı yüzünden mi?”

“Neden olduğunun bir önemi yok,” dedim ama nedenin Vuslat olduğunu bende biliyordum. “Maçta yumruk yememiş olduğumu hatırlatmama gerek var mı?”

Adam pürüzsüz bir sesle güldü. “Kız arkadaşının üzülmesini istemediğin için yemedin. Bu bir eksiklik değil, aksine oldukça hoşuma gitti. İlk maçımda bende rakibimden hiç yumruk yememiştim.”

“İlk maçım değildi,” diye hatırlattım "Kuralları gayet iyi biliyordum ama uymadım. Ama yine de beni takıma almak isteyeceğini biliyordum."

“Çünkü zekisin.” Dedi hiç duraksamadan. “Rakibini ne zaman devireceğini çok iyi biliyorsun. Vazgeçilmez değilsin delikanlı, ama ben vazgeçmem.”

Bilgisayar ekranına bir kez daha baktım. Oraya tek kişilik bilet alıyordum ama bunun birde iki kişilik dönüşü vardı. Orada onu hemen bulamayacağımı biliyordum. Orada kalmam gerekecekti. Roma’dan Terni’ye gitmenin de pahalıya patlayacağını biliyordum. “Dün geceki zaferimden kazandığım parayı istiyorum,” dedim kararlı bir sesle. “Bir daha da sizinle çalışmayacağım.”

“Zeki olduğunu söylemiştim,” dedi adam hoşuna gitmiş gibi. “Ama bu söylediğim mümkün değil delikanlı. Paranı almak istiyorsan benim için çok maça çıkman gerekecek.”

Sandalyeden fırladım. “Dün geceki seyircilerden sadece payıma düşeni istiyorum. Ben olmasaydım dün geceki kadar para kazanamazdınız. Bahisleri oldukça arttırdığıma eminim.”

“Üç maç,” dedi adam. “Benim için üç maç daha yaparsan sana payına düşenden çok daha fazlasını vereceğim.”

Elimi enseme götürüp küfrettim. Vuslat’ın bunu istemediğini bile bile o adamlarla çalışamazdım ama Sansar’ı bulmamın da buna bağlı olduğunu biliyordum. Öfkeyle sandalyeme tekme attım. Sandalye gürültüyle yere devrildiğinde çıkan sesten memnun olmuş gibi güldü.

“Ne dersin delikanlı? Sadece üç maç, sonra istediğini yapmakta özgürsün. Kalırsın, ya da gidersin?”

Zihnimde bana ihanet eden duygularla savaşıp “Tamam,” dedim.”Üç maç daha yapacağım.”

Polat Abi “Bu işin sonunda kalmak isteyeceksin delikanlı,” dedi.

Bunu Vuslat’a nasıl söyleyeceğimi düşünmeden edemedim. Daha Sansar’ın yerini bulduğumdan da haberi yoktu. Bunu ona bilerek söylememiştim. Eğer onu bulamazsam üzülmesini istemiyordum. Sadece Doruk’a haber verecektim. Benim yokluğumda kızlara göz kulak olacaktı.

“Parayı hemen yatırman lazım ama,” dedim telaşla. Bir an önce onu bulmam gerekiyordu. Konuşacak çok şeyimiz vardı onunla. “Ne kadar yatırabilirsin?”

 Kendinden emin bir şekilde güldü. “Sana ne kadar lazım, delikanlı?”

-Destvd

Teşekkürler yazısını yazmak için bir az geciktim sanırım. Ama yine de yazacağım :D Hepinize kucak dolusu teşekkürler. Sayenizde Wattpad Öne Çıkanlar listesinde Düşünce Mahkumları da yer alıyor artık :) 

Bir sonraki bölümü elimden geldiğince erken paylaşacağım. Saygılar :D

Continue Reading

You'll Also Like

84K 6K 50
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
AHZA |gay| By 🦩

Mystery / Thriller

118K 6.3K 33
"Ehline denk gelmeyen her şey ziyan olur. Can da, inci mercan da..."
3.5M 84.7K 62
🔞+18 içerik vardır, 18 yaşından küçük ve rahatsız olanların okumaması tavsiye edilir.🔞 Elini bacak aramdaki sıcaklığa soktu.Kadınlığıma dokunduğund...
4.3M 372K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...