YARALI HAYALLER (+18)

By ElisyaRoyal

6.4M 276K 237K

Nüket Kozcu, kendi halinde üvey annesinin yaptıklarından hoşnutsuz bir üniversite öğrencisidir. Bir gece bara... More

YARALI HAYALLER / GİRİŞ
YH • 1 | KARŞILAŞMA
YH • 2 | DÜŞÜŞ
YH • 3 | UFAKLIK
YH • 4 | KÜTÜPHANE
YH • 5 | BENİMLE YAN
YH • 6 |CEHENNEMİN ANA KAPISI
YH • 7 | UNUTMANIN KOZASI
YH • 8 | BEBEK
YH • 9 | TAKIM ELBİSELİ PİSLİK
YH • 10 | SARHOŞLUĞU DİLERKEN
YH • 11 | TUTKUNUN RENGİ
YH • 12 | KARMAŞIK DUYGULAR
YH • 13 | RUHU YAKAN KELİMELER
YH • 14 | FİLM GECESİ
YH • 16 | KIRIK KALP
YH • 17 | GÜL VE ŞARAP
YH • 18 | HODRİ MEYDAN
YH • 19 | ÖPÜCÜK
YH • 20 | KADER AĞLARI
YH • 21 | GÖLGELER
YH • 22 | UYANAN TUTKU
YH • 23 | HİÇ KİMSE
YH • 24 | YALANIN GÖLGESİ
YH • 25 | DUYGULARIN ÇIĞLIĞI
YH • 26 | SAHTE MASAL
YH • 27 | İLK ÖPÜCÜK
YH • 28 | KIRMIZI
YH • 29 | PARAMPARÇA
YH • 30 | CAMDAN KALP
YH • 31 | MEDCEZİR
YH • 32 | CENNETİN ATEŞİ
YH • 33 | GÜL KEFENİ
YH • 34 | YILDIZIN NABZI
YH • 35 | RUH İKİZİ
YH • 36 | İSİMSİZ KADINLAR
YH • 37 | HAYALLER VE UMUTLAR DEVRİLİRKEN
YH • 38 | 00.00'DA GELEN ZEHİRLİ KADEHLER
YH • 39 | GÜNLERİN KÖPÜĞÜ
YH • 40 | GÜZEL GEÇMİŞE ÇEKİLEN PERDE
YH • 41 | UĞULTULAR
YH • 42 | ALABORA
YH • 43 | HATA
YH • 44 | ANILAR MUMYALAŞSA
YH • 45 | GÖĞÜSTE TAŞINAN BOMBOŞ KALP
YH • 46 | "BAŞROL"
YH • 47 "DÜŞ ÖLÜMÜ"
YH • 48 | YANSIMALAR
YH • 49 | SIRTLAN
YH • 50 | YÜZLEŞİLEN KARANLIK
YH • 51 | YARALI YILDIZ
YH • 52 | PANDORA
YH • 53 | TEK BİR GECE
YH • 54 | KIRMIZI KUM SAATİ

YH • 15 | PLATONİK VAKA

120K 4.6K 3.8K
By ElisyaRoyal


Selam!

Nasılsınız?

Yeniden beraberiz, özledik.

Spoi yorum yapmıyoruz.

İki gün sonra yeniden görüşebilmemiz için, bol vote bol yorum istiyorum. ❤

Hiçbir satırımız yorumsuz kalmasın! ❤

Bölüm şarkımızla okuyun

Bölüm şarkısı, Ed sheeran, Perfect

Bölüme 🥀

15. BÖLÜM | PLATONİK VAKA

🥀

15. BÖLÜM | PLATONİK VAKA

Büyüdüğünüzü ne zaman anlarsınız?

Birileri büyüdüğünüzü söylediğinde mi, belki bedeninizdeki doğal değişiklerden, belki büyüyebileceğinizi anlatan garip anatomi kitaplarından.

Ben büyüdüğümü şöyle anlamıştım, beş yaşında bahçedeyken ve annem bahçe masasında oturmuş hoşuma giden renkli çay fincanında çayını yudumlarken.

Bahçemizden kopardığım bir çiçeği heyecan içinde koşarak ve saçlarım yaz güneşinin altında dalgalanarak anneme götürdüğümde, annem avucunu göğüs kafesine bastırıp, "Ah, Nüket," demişti duygusallığın doruklara çıktığı sesiyle, gözleride bu duygusallığın etkisiyle parlıyordu. Sevimli halimin annemi neşelendirdiğini hatırlayabiliyorum. "Keşke hep böyle kalabilsen ve acılar sana hiç dokunmasa, güzel kızım."

Fiziksel olarak büyüdüğümü asla aynı kalamayacağımı o gün, beş yaşımdayken anlamıştım. Zaten beş yaşında anlarsınız çünkü beş yaş bir dönüm noktasıdır. Ve annem öldüğü gün, annemin bana hiç dokunmamasını dilediği acılar herkese dokunabildiği gibi bana da dokunmuştu.

Annemi yeniden görmek istiyorum, yumuşak yüzünü, gülen gözlerini, benimle konuşmasını, yumuşacık saçlarına tekrar dokunabilmeyi istiyorum ama imkânsız.

İmkânsız mı?

Annemin gülen yüzünü tekrar göremez miyim? Onunla tekrar konuşamaz mıyım?

"Nüket?"

Uykuya teslim olmuş bütün zerrelerimin yavaş yavaş kıpırdamaya başladığını hissettim.

Burnuma hoş bir koku geliyordu, sanırım şampuan kokusu.

Gözlerimi yavaşça araladım, bir an nerede olduğumu kavrayamadıysam ve karşımda direkt Savaş'ı görmeyi bekliyor değilsem de, geceyi onun evinde geçirmek zorunda kaldığımı anlayınca yerimden yavaşça doğruldum. Yan tarafıma düşen saate baktım, henüz çok erkendi. "Beni niye şimdiden uyandırıyorsun?" diye homurdandım. "Saat çok erken."

Savaş yine üzerine oturan bir takım elbise giymişti ve sabahın erken saatine rağmen dinç, enerjik ve her soruna anlık hazırlıklı görünüyordu. O erkeksi şampuan kokusu onun hafif nemli saçından geliyordu, sabah akşam banyo yapma huyu vard demek ki ve bu onun için sabah saatinin monoton hâle gelmiş bir alışkanlığı olmalı. Ceketine damlayan su falan yoktu, bu durumda takımda su izi kalmasın diye sabahları özellikle saçını kuruttuğunu anlamıştım. Gözleri bana canlı bakıyordu. Bir an kötü görünüyor muyum diye tereddüt ettim ama sabahları birçok kişinin aksine göz çapağı falan olmazdı bende. Allah vergisi bir özellik. Yüzüm biraz şiş olurdu evet ama o da çok dert değildi. Başını önüme düşürüp göz kapaklarımı bal rengi gözlerimin üzerine kapatıp cevabını o pozisyonda beklemeye başladım.

Savaş, "Sabahları huysuz bir çocuk gibi sitem ettiğini bilmiyordum," dedi, sitem etmemle alay ederken. "Senin okulun yok muydu?"

Gözlerimi üşengeç bir hareketle yavaşça açıp kafamı kaldırdım, "Off ya, ben onu tamamen unutmuşum," diye sızlandım. Küçük bir çocuk gibi sızlanmaya devam ettim. "Off, gitmek istemiyorum, gitmek istemiyorum."

Savaş, "Hadi küçük tembel, kalk. Şirkete geçmeden önce seni fakülteye bırakırım," dedi, otobüsle yollarda sürünmeye özel bir merakım olmadığı için önerinin ardındaki bu mantığı beğenmiştim. "Kahvaltı hazır."

Sersem bir tembellikle bakıp, "Kahvaltı mı hazırladın?" diye sordum, istemsiz eylemle gözlerimi kırpıştırırken. "Yani bana."

Savaş bana tuhaf bakıp, "Sana kahvaltı hazırladığımı falan mı sanıyorsun?" diye sordu, sesi alaycıydı. Neredeyse kusura bakma yanlış oldu diyecektim homurdana homurdana. "Romantik bir adam değilim, beklediğin öyle bir şeyse. Nimet Hanım burda, kahvaltıyı hazırlayan o."

Ensemi utanç içinde kaşırken, "Aman iyi be," diye konuştum. Birisi ağzıma vurabilir miydi? Tekrar yerime yatıp beş dakika sonra geleceğimi söyleyecektim ki, aklıma gelenle aniden gözlerimi açarak yerimden aceleyle doğruldum. "Dur bir dakika, bana dün akşam bahsettiğin o kadın! Yani Nimet hanım beni burda görürse... " Gözlerimde uykulu ifadesinden bir anda soyulmuştu. "Anneni ve Beren'i tanıyordur, beni görürse burda kaldığımı söyleyebilir, o zaman ne yaparım?" Bir an hiç susmayacakmışım gibi devam ettim. "Rezil olurum, en yakın arkadaşım yüzüme bile bakmaz."

Savaş, yüzünü ekşitip gözlerini devirdi. Başını hayır anlamında sallayıp, "Hayır söylemez," diye teminat verdi. Yerinden kalkıp odanın çıkışına ilerlerken ekledi. "Merak etme."

Üzerimdeki örtüyü kaydırıp yerimden iç çekerek kalktım. Savaş'ın arkasından bir adım atmıştım ki eşofmanın uzun paçasına takılıp dizlerimin üzerine düştüm. Dizlerimin sert bölgesine yayılan acıyla eş zamanlı inledim.

Savaş, inleme sesini duyunca, yönünü değiştirip bana doğru geldi. Kollarımdan tutup ayağa kaldırırken, "Çocuk gibisin," diye homurdandı. Koyu kahverengi gözleri kızgınlıkla parladı. Sonra yere çömeldi ve ondan hiç beklenediğim hâlde, eşofmanın uzun paçalarını katladı. "Bunları katlamak nasıl aklına gelmez?"

Kızıyordu, buna bir tepki vermeliydim ama onu duymuyordum aslında; şu an tek odaklandığım soluğumu kesmeme neden olacak şekilde önümde diz çökmüş görüntüsüydü. Tuhaf ama Savaş bir an gözüme asil bir prens gibi görünmüştü. Yapılı gövdesiyle beraber tek bacağının üzerine çökmesi, beyaz gömleğinin düğmeli bilek kısmının ceketinin kolundan biraz görünmesi. Nemli saçlarının alnına dökülmüş olması...

Savaş, işini bitirir bitirmez kalktı. Öfkenin nasıl ki bedende hükmü varsa, bakışların da iyi ya da kötü yönden hükmü vardı. Bakışlarımız o an birbirine tutundu ve birbirimize adını koyamadığımız şekilde tuhafça baktık. Savaş, gözlerimden okunan derin anlamı çözmüş gibi kaşlarını çattı ve işaret parmağını tam alnımın ortasına bastırıp canımı acıtmayacak şekilde geriye iterek, "Aptal," dedi rahatsız olduğunu açık eden bir sesle. "Farkında mısın, büyülenmiş gibi bakıyorsun bana."

Tabii ki bu odunun böyle güzel ânı küstah sözleriyle batırması gerekiyordu.

Suratımı asıp avucumu alnıma bastırdım. Cevap vermedim çünkü dediği şekilde ona baktığımı biliyordum. Savaş kahverengi bakışlarını benden çekip arkasını dönerek odanın çıkışına doğru ilerledi. İnsana iki dakika güzel şeyleri düşündürmüyordu. Arkasından ters ters bakarken, sessizce, "Öküz," diye tısladım. "Büyülenmiş gibi baktıysam ne olmuş?"

Savaş kapıdan çıkarken, bakışlarım düz sırtında asılı kalmıştı o çıktı ama gözlerim hâlâ Savaş'ın çıktığı kapıdaydı. Koridora yayılan tok adım seslerinin gücü yavaştan kesilip kayboldu. Gerçekten tuhaf karakteri olan tuhaf bir adamdı, romantik şeyleri sevmediği belli oluyordu. Üstelik benimle tekrar yatmayı çok istiyor, diğer yandan ise kendisine büyülenmiş gibi bakılmasından hiç hoşlanmıyordu.

Ne tuhaf bir adamdı böyle.

Ben bir adamla yatmak isteseydim, bana büyülenmiş gibi bakmasından hoşlanırdım.

Sanırım.

Banyoya gidip önce elimi yüzümü yıkadım, ardından geniş koridora çıkıp aşağıya indim ve istemsizce geçtiğim yerleri inceleyerek mutfağa girdim. Savaş masaya oturmuştu ben içeri girerken ciddi gözlerle incelediği gazete sayfasını çevirip diğer sayfaya geçtiğinde beni görünce, "Gelsene," dedi, bir sayfa daha çevirince mutfak gazete sayfasının hışırtısıyla doldu.

İçeri girerken, mutfaktaki yaşlı kadın beyaz ama üzerinde kırmızı gül deseninin olduğu porselen çaydanlıktan yine aynı çaydanlığın takımı olduğu belli olan çay fincanlarına çayı döküyordu. Bir sandalye çekip masaya oturduğumda, pencereden süzülen canlı ışık bütün mutfağı bugün güzel şeyler olacak dercesine yıkıyordu. Öyle güzel bir İstanbul günüydü, tabii İstanbul trafiğine yakalanmazsak bu mod bizi bir süre idare ederdi.

Mutfak kapısı ve camları boydan boya camla kaplıydı, dışarıya baktığımda bahçeyi görüyordum; bahçe fıskiyeleri hızla dönüyor ve çimleri suluyordu ama bence dün yağmur yağdığı için gereği de yoktu hani. Üst küçük pencerelerden biri açık olduğu için ıslanan çimenlerin yoğun kokusu serin havayla birlikte içeri doğru dalıyordu.

Nimet denilen kadın etrafına bakmayan, ciddi ama yumuşak yüzlü, içinde yer yer kırlaşmış tellerin olduğu saçlarını başının arkasında sıkı topuz yapan bir kadındı. Yüzüme pek bakmadan işini yapmak için masaya yanaşıp dilimli kızarmış ekmekleri de bırakınca mutfaktan ağırca çıktı.

Kadının ağır ve ciddi hareketlerini şaşkın bir tavırda izleyip, "Bu kadın çok ciddi," diye mırıldandım.

Savaş, "Öyledir," diye onayladı.

"Ona böyle ciddi davranmasını sen mi söyledin?"

Savaş, "Hayır, ben söylemedim ama böyle yapması abes de gelmedi açıkçası," diye açıkladı. "Ciddi yerlerin disiplin düzeninde uzun süre geçirdiğinden böyle davranması doğal. Davranış şekli zamanla hoşuma gitti, bazen onunla şakalaşırım yine de dakikalar sonra ciddi tavrına dönmekte çok başarılı gerçekten."

Nerden aklıma geldi bilmem ama birden, öylece, "Senin gibi birinin, genç ve güzel hizmetçisinin olmaması şaşılacak şey doğrusu," dedim ona laf dokundurarak. "Mutfağa girdiğim zaman o tarz bir afetle karşılaşmak beni hiç şaşırtmazdı."

Savaş, alayla başını sallayıp, "O kadar basit biri değilim," diye karşılık verdi. "Evimde böyle şeyler yapmam." Sırıttı. "Çok istersem bunun için zaten gerekli yerler var."

Üstü kapalı son cümlesinde yüzümü buruşturup tiksindiğimi belli eden bir bakış attım. Elbette zenginliğin sağladığı rahat konforlu yaşam nedeniyle Savaş'ın alanı fazlasıyla geniş olduğu için, bazı özel alanlara pis işlerini karıştırmıyordu demek. Yine de erkekler bu tarz şeylere dikkat eder miydi ki? Pis düşünceleri evlerine taşımamak tuhaf geliyor ki ilk gecesi bu evde heder olmuş biri olarak bu konuda yorum yapmam gerekirse bunun kulağa komik diğer yandan yalandan başka bir şey gelmediğini söyleyebilirim.

"Yani bu normal bir zamanda eve herhangi bir kadın atmadığın anlamına mı geliyor?"

"Evet," dedi Savaş, gözlerinin içinde ani bir hızda canlanıp gözlerini bana diken tutku gariptı ve bana kalırsa yersizdi de. "Bana inan ya da inanma, sen benim en büyük istisnamsın, Nüket Kozcu."

Ona anlık küçümseyici bir gülüş attım. "Niye böyle bir prensibin olsun ki, senin bu tarz prensiplerle ne işin olur?"

Savaş, bir an bana acıların çocuğuymuş gibi garip bir bakış attı. "Benim de herkes gibi çocukluk travmalarım var," dedi, bunu söylediğinde masanın üzerinden bana doğru yavaşça eğildi. "Bu ailemden kalma bir alışkanlık, belirli bir yaştan sonra ben ne halt yediysem hepsini dışarda yedim."

Ha tamam o zaman.

Ne?

"Dur biraz," dedim kafa karışıklığıyla. "Ne demek istedin?"

Savaş yavaşça sırtını sandalyeye yasladı. "Bir çocuğun başına gelebilecek en talihsiz olay ne biliyor musun?" diye sorduğunda, sesi gizem katmak ister gibi kısıktı. Neymiş dercesine başımı salladım. "Kafası çalışan bir anne, iş disiplini olan zeki bir baba."

"Ne?" diyerek güldüm. "Bu mu çocukluk travman?"

"Bu olayı hiç küçümseme, anne dediğin dizilerde olduğu gibi sevimli ve duygusal olmalı, baba dediğin ise her şeyden en son haberdar olamlı," dedi. "Benim annem beni koklardı, kadın bir dakika içinde kiminle beraber olduğumu gizli gizli ot mu sigara mı alkol mü kullandığımı anlardı. Babam sürekli öğretmenlerimle görüşür, nerelerde olduğumu bana sorar, yetmez bir de üstüne sözümün doğruluğunu araştırırdı."

Biraz şaşırdım ama, "Biz ona talihsiz olay değil, ilgili anne baba diyoruz Savaş," diye konuştum. Çatalımı içinde kırmızı biber olan yeşil zeytine batırdım. "Ne iyi işte."

"Sen öyle san," dedi. "Lise dönemiydi, ara tatile girmeye bir hafta kalmıştı. Ara tatil olunca bir arkadaşımla eve kız atmaya karar verdik; şu internetten bulunan türde kızlardan. O hafta biz kendi aramızda senin mi evin olsun, benim mi evim diye konuşurken annem tatilden birkaç önce Beren'i alıp büyükbabama erken gitmeye karar verdi; büyükbabam aniden ama biraz rahatsızlanmıştı. Benim son sınavım olduğu için ara tatil girince katılacaktım onlara. Şansa bak ki aynı günlerde iş adamları toplantısı o yıl Ankara'da düzenlendi, böylece Babam'da ilk uçakla Ankara'ya uçtu. Yani anlayacağın ev bana kalmıştı ve bir ergenin kendisine yakışır bir şekilde yaramazlık yapmaması için hiçbir neden kalmamıştı ortada."

Çay fincanının kulpunu kavrarken, "Bu hikâyenin devamını dinlemek istediğimden hiç emin değilim," dedim, diğer elimin ince parmak uçlarını fincan kulpunun karşısına denk gelen kısma dokundurup ağırca bir yudum aldım. Parmak uçlarımda sıcağı duyumsarken ekledim. "Yüz kızartacakmış gibi bir havası var bu hikâyenin, bu tarzda şeyleri dinlemekten hoşlanmam."

Çay fincanını masaya bıraktım.

Savaş, "Devamını dinle," deyince itiraz etmedim ama bakışlarıma karmaşık bir ifade yerleşmiş olmalıydı. "Cuma akşamı annemlere katılacaktım, perşembe akşamı kızları ayarladık ama arkadaşım yan çizip gelmemeye karar verdi. Önce sinirlendim, sonra şeytanlarım iki kız sana kaldı diye fısıldayınca bu durum hiç olmadığı kadar cazip göründü bana. Herhalde kendimi cennette değil, nirvanada hissedecektim."

Savaş bunu sıradan yaşanabilecek normal bir olay gibi anlatırken içten içe bunun beni sinirlendirdiğini hissettim. Göz bebeğimin diplerinde biriken öfke somutlaşıp göz bebeğimin yüzeyine yayıldı. Aynı anda iki kadına birden sahip olmak mı? İyi niyetle yaklaşıp biraz hafife alsam...Yok, olmuyor. Fantazi bile denmezdi buna, basbayağı sapkınlıktı bu. Ancak karnı fazlasıyla tok olanların aklına gelebilecek türden iğrenç bir sapkınlık. "Ne kadar da aptalca bir doyumsuzluk hissi, siz erkekler niye böylesiniz?"

İçimdeki öfkenin nedenini anlayamadım, zihnimdeki düşüncelerin hangisine batıp kendini doğurduğunu bilemedim, ona isim veremedim. Sözleri kafamın içinde karman çorman oldu. Yine de kendimi içimden biraz gevşe diye ikaz ettim, karşımdaki Savaş şu an anlatıcıydı ve o öylesine veya gurur duyarak bunu anlatacak aptal biri olmadığı için bu sözlerle varmak istediği bir yer olduğunu varsayarak bu hikâyeye katlanabilirdim.

Umarım bel altına girmeden anlatır.

Savaş beni, "Bazılarımız öyle, evet," diye düzeltti. 'Bazılarımız' üzerine yaptığı net vurgu fark edilmeyecek gibi değildi. "Neyse perşembe akşamı saat sekizden sonra kızlar geldi, odama çıkardım. Yaşını göz önünde bulundurarak, soyunma kısmını geçiyorum. Malum yaşlarımıza vurgulama yapabiliyoruz." Başkası olsa anlayamazdı ama ben sözü nereye getirdiğini çok net anlamıştım; dün akşam yaşına gönderme yapmamın karşılığını veriyordu bana. Cidden inanılmaz. "Devam ediyorum, tam içlerinden birini öpmeye hazırlanıyordum ki..."

Heyecanla sözünü bölüp, "Biri geldi," diye atladım hikâyeye, Savaş'ın iş üstünde basılmasını öğrenmek bana başka bir zevk verirdi. "Hep öyle olur, öyle oldu değil mi?"

Savaş, beni kınarcasına baş sallayıp, "Şu hâline bir bak, seni bu kadar hevesli görmeyi hiç beklemiyordum," derken bir gözünü hafifçe ne oluyorsun dercesine kırpıverdi. "Hayır, kimse gelmedi, tam o anda kızın burnu kanamaya başladı."

"Ne?" diyerek kahkahayı bastım. Bu hikayede her şeyi bekliyordum ama iki şeyi değil; biri kızın burnunun kanaması, diğeri kahkahaya boğulacağım.

Savaş bana bakıp gülerek, "Şunu keser misin?" diye soludu ama bana baktıkça o da eğleniyordu, bu hâlim ona bulaşmış gibiydi. "Yerimde bir başkası olsaydı bu kadar güler miydin emin değilim, bu tatlı gülüşün ardında istediğimi alamadığım için memnun olan bir ima seziyorum. Sırf kızı öpemedim diye bu kadar mutlu olmana gerek yok, bebeğim."

Kızı öpemediği için mutlu falan değildim, hem ne diye mutlu olacaktım ki? Kimi öperse öpsün, bana ne? Komikti, hepsi bu.

Avuçlarımla ara ara yüzümü örtüp, "Dur, dur," dedim kahkahalarımın arasından. Aslında sözlerinde hiç de haksız sayılmaz. "Bana toparlanmam için biraz daha zaman ver, kendimi durduramıyorum."

Savaş o sırada kızarmış ekmeğe fındık ezmesi sürüyordu. "Zamanlarım senindir," dediğinde, sözlerinin ardında yatan imaya aldırmadım. "Senin zamanlarının bana sınırlı olduğundan eminim ama."

Birkaç dakika sonra derin derin nefes alarak bu halden sıyrılmaya çalıştım. "Off, tamam ya, bitti," dedim kendimi gülmemek için sıkarak. Ama sonra tekrar kahkahayı basacakken Savaş üzerine fındık ezmesi sürdüğü kızarmış ekmeği ağzıma tıkıp, "Belki güzel ağzını başka bir şeyle meşgul edersen, bu durmana yardımcı olur," diye homurdandı. "Hikâyenin geri kalanını unut gitsin, kahvaltına odaklan."

Kızarmış ekmekten bir parça ısırıp, "Ne oldu şimdi?" diye sordum, ruh hâlini anlamak için dikkatle yüzünü incelerken. "Dalga geçtim diye trip mi atıyorsun bana?"

"Ben trip atmam, bu tarz zayıf yönleri olan biri değilim, trip atmaya ihtiyaç duymayacak kadar mükemmel biriyim."

Kızarmış ekmekten bir parça daha aldım. "O zaman devam et."

"Peki öyleyse, yarım saat belki kırk beş dakika boyunca boyunca kızın kanamasını durdurmakla uğraştık."

"İyi bari, ben kendi işimle uğraşayım sana kolay gelsin dememişsin."

Ne? Bence Akduman böyle birisiydi.

Savaş alay ederek, "İsterdim ama bilirsin pek de uygun olmazdı," dedi, sanki ondan bunu beklememi içten içe garipsemiş gibi bir hava sezdim. Ondan bunu beklemem gerip miydi? Bence değildi, bana yaptığı bencillikten yola çıkacak olursam. "Sonuç olarak içten içe o anın mahvolduğunu da hissediyordum ama diğer yandan herhâlde kızın kanaması durunca devam ederiz diye bir umutta yok değildi."

Bana yine içten içten gülme krizi gelecekken kendimi tutmayı başardım.

Savaş, "Neyseki sonunda kızın kanaması durdu," dedi. "Fakat bu sefer de ne oldu?"

"Ne oldu?" diye sordum alaycı bir tonda. "Diğer kızın mı kanaması başladı?"

"Ne olacak, ne oluyor burda diyen babam beklemediğim anda içeri dalıp bizi bastı," dediğinde, ağzım açık kaldı. "Annem işte. Hanfendi beni aramış, bana ulaşamayınca da babamı aramış. Bu Savaş ya bir şey karıştırıyor ya da kötü bir şey oldu diye. Babam da haliyle bir gece daha kalacağı Ankara'dan ilk uçakla ayrılarak tekrar İstanbul'a dönüyor." İç geçirdi. "Annem bana zehir olan ergenliğimin travma sebebi."

"Rezillik resmen," dedim, içten içe hikayenin seyrine dahil olan Hakan Amcanın tam zamanında geldiğini de onaylamıyor değildim aslında. "Ergen bir erkeğin başına gelebilecek en kötü şey."

Savaş bana dik dik bakıp, "Öyle, ama şöyle üzülmüş gibi bakma, o gözlerin ardındaki memnun ifadeyi de kaçırıyor değilim, Nüket," dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Beni yakaladığı için utancımdan değil, gülmemek için. Yani sonuçta utanması gereken oydu zaten. "Neyse işte, babam tabii kırmızı görmüş bir boğanın bir anlık duraksamasından sonra ilk şoku üzerinden atar atmaz içeri girip önce kızları evden gönderdi."

Alt dudağımı sertçe dişlerimin arasına çektim. "Sırada sen varsın galiba, Hakan Amcanın ne kadar sinirlendiğini tahmin edebilirim ancak."

"Sinir mi?" diye güldü Savaş. "Sinir kulağa masal gibi geliyor. Babam, 'sen benim karımın, kızımın yaşadığı eve nasıl bu tür kadınları alırsın, ahlâksız,' diyerek öfkeden deliye dönmüş hâlde bastı bana tokadı. Babamdan ilk defa o zaman tokat yemiştim."

"Kusura bakma ama haketmişsin," dedim. "Hem erkekler hakkında ne derler bilirsin, bir kere de olsa baba dayağı yemeliler."

Savaş gülerek, "Evet haketmiş olabilirim ama o zaman ağır ergen olduğum için öyle hissetmedim," dedi, Savaş'ın bu durumu ağrına giden bir travma gibi anlatmaması beni garip bir şakilde rahat hissettiriyordu. İnsanlar bu tarz olayları genelde acitasyon yaparak, kabullenmeyerek, karşısından bir tür acıma bekleyerek anlatırdı ama şimdi de bir başka özelliğini keşfetmiştim onun; Savaş Akduman acılarıyla bile dalga geçebilecek güçlü biriydi. "Benim babam bununla sınırlı durur mu?" diye devam etti. "Adam delirdi, odanın bir ucundan diğerine sert adımlarla gidip giderken ne diyeceğini bilemiyormuş gibiydi, diğer yandan biraz düşenmek için olsa gerek bastı hakaretleri; şerefsiz haysiyetsizden girip onursuz ahlâksızdan çıktı. Bir de eve iki kız atma durumuna acayip sinirlendi. Volta atmayı bırakıp el kol hareketleriyle, 'Hadi gençsin, hata yaparsın diyorum da, iki tane ne? Ulan hayvan bile aynı anda iki tane dişi almaz yanına, sen hayvandan betersin, ahlâksız,' diyordu."

"Peki sen ne yapıyordun o sırada?"

"Ne yapacağım, öyle dinliyorum tabii. Bizim jenerasyon için baba önemliydi ve hatamızı anlamamız adına bu tür tokatlar eğitimin parçasıydı o dönem," diye belirtti. "Sen babandan tokat yiyip bir de üzerine hakaretlerini dinler miydin?"

"Hayır," dedim dürüstçe. "Dinlemezdim."

"Ben dinledim ama sonra ne oldu dersin, babam beni evden kovdu," dediğinde çok şaşırdım. "Defol git evimden, aklını başına alana kadar da gelme dedi bana."

"Off, bu çok ağır olmuş," dedim. "Yani bu kadarına gerek var mıydı?"

"Babama göre vardı evet," dedi. "Ergenlik döneminde uçarı olan erkeklere verilecek en uygun ve çözümlü cezanın bu olduğunu düşünüyordu. Hâlâ da öyle der."

"Bu seni üzmüyor mu?"

"Hayır, hiç üzmüyor," diye yanıt verdi. "Şimdi düşününce babam o gün böyle yapmasaydı, uçarılığa devam ederdim."

"Şimdi de öylesin," diye hatırlattım.

"Aslında değilim," dedi, neyi kast ettiğimi anlamış olmalı. "Uçarılığımı disiplin etmeyi öğrendim, bunda büyük oranda annemin ve babamın katkısı var."

"Baban seni evden kovunca ne yaptın?"

"Bir arkadaşıma gittim, yarı yıl tatilini orda geçirdim ama annesi problemli bir kadındı. Aradan on beş gün geçmişti, anne babanla problemli olsan bile kendi evin gibi hiçbir yer olamazdı bunu öğrenmiştim. Tabii ki babam kredi kartımı iptal etmişti, benim için paranın asıl önemi o zaman ortaya çıktı; parasız yaşayamazdın. Gururluydum, yanı sıra öyle ben kendi başımın çaresine bakarım, çalışırım safsatalarının gerçek dünyada bir işe yaramadığını anlamıştım. Bu yüzden bir karar aldım, benim acilen peder beyle arayı düzeltip eve dönmem gerekiyordu."

"Peki ya annen?" diye sordum. "İclal teyzenin senin yaptıklarına ve babanın tepkisine karşı tutumu ne oldu?"

"Annem başta öğrenmedi ama diyorum ya kadının kafası zehir gibi çalışıyor, sonunda öğrendi ve bir de ondan azar yedim tabii," dedi, herhâlde Hakan amcadan öğrenmiş olacaktı. Savaş böyle bir şeyi söylemezdi. "Babamla bir şekilde aramızı düzeltmeye çalıştı ama babam bana hâlâ çok öfkeliydi, eve gelirse eğer belirli bir süre okuldan eve gidip gelecek, hafta sonlarını da şirkette geçirip iş öğrenecek diye şart koştu tabii."

Belirli süre dediği herhâlde Hakan Amca akıllandığına kanaat getirene kadardı ama Savaş'tan söz ediyoruz burda.

Savaş Akduman'ın akıllanmakla ne işi olur?

"Kabul ettin mi?"

"Tabii ki ettim," dedi. "Çünkü kabul etmemenin alternatifi evsiz ve parasız kalmaktı. Ve bilirsin, yanlış yapan bir ergen olabilirdim ama hiç aptal biri olmadım."

"Bu kadar erken şirkette çalışmayı bekliyor muydun?"

"Açıkçası hayır, buna hiç hazırlıklı da değildim," dedi. "Babamla üniversiteye geçtiğimde koşullara göre ara ara gidip gelirim diye konuşmuştuk, bu ikimiz içinde fazla erkendi. Daha kötüsü babam cezamı bunlarla sınırlandırmayacak kadar kızgındı ve insanlar onun oğlu olduğum için bana ekstra saygı duyup iyi davranmasın diye onun oğlu olduğumu belirten kimliğimi bir süre saklayarak şirkete alt düzey bir çalışan olarak girdim."

"Bu koşullar altında okul ve şirkete uyum sağlayabildin mi?"

"Bir süre isyankâr ruhum bu duruma isyan etme derecesine gelmişti evet ama insan her şeye alışır derler ya çok doğru. Bir süre sonra elindekilerle yaşamaya, onlara uyum sağlamaya başlıyordun. Sonuçta çamura düştüysen içinde yuvarlanmak yerine çıkmayı bilmen gerekir. Bende de öyle oldu tabii, hafta içi ergen tayfasıyla okulda, hafta sonu yetişkinlerle şirkette. İnsanları daha iyi tanıma ve kim olursa olsun hızlı iletişim kurma özelliğini o yıl kazandım ben. Onların evlerine kadar girip yer sofralarına da oturdum, bu da ortama uyum sağlama özelliğimi geliştirdi."

Zaten birini tanımanın yollatından diğeri insanlarla karşılık yemek yemektir. Beni restorana götürdüğünde Savaş'ın ortama uyum sağladığı ve hızla iletişim kurabildiği dikkatimden kaçmamıştı. Onu tanımıştım. Böyle güçlü iletişim kurabilmesinin nedeni buydu demek.

Konuyu çok dağıtmadan asıl soruya geçtim. "Sonuç olarak akıllandın?"

"Yarı yarıya; akıllandım evet, akıllanmadım hayır," dedi. "Liseyi bitirene kadar babamın gözüne girdim, üniversiteye geçince gizli gizli hayatımı istediğim şekilde yaşamaya devam ettim. Yap, yakalanma taktiği işte."

İsteğim şekilde diyerek neyi kast ediyordu ki? Kızları mı? Hayır, hayır, bunu ona sormayacaktım.

Savaş, "İşte tüm bu yaşananlardan sonra, evime başka kadınları getirmem," diyerek bu konuşmanın başladığı noktaya gelirken, gözlerimin içine bakarak sözlerini şöyle sonlandırdı. "Sen hariç, sen benim en büyük istisnamsın, Nüket Kozcu."

Aramızda geçen onca konuşmayı bana bağlamamalıydı. Sanki tüm o uzun uzun açıklamarı son kısa cümle için için yapmış gibi hissediyordum. Saçmaydı biliyorum ama son sözleri içimi kıpır kıpır yapmıştı, bu sözleri Savaş'tan duymanın bir anlamı olmamalıydı ama ister istemez oluyordu. Sonra ne ondan ne benden bir kelime çıkmadı ve konuşmadan kahvaltımıza odaklandık, yine de sözler bir şarkının nakaratı gibi zihnime takılıp yankı yapıyordu.

Sen benim en büyük istisnamsın, Nüket Kozcu.

Duygusal yanım bu sözlere kapılıp kalbimi de peşinden sürükleyecek diye korkuyordum.

Kahvaltı yapmayı bitirdikten sonra, neyseki sabaha kadar kuruyan giysileri alıp üzerimi değiştirdim ve içinde annemin eşyalarının bulunduğu kutuyu alıp evden beraber çıktık. Arabaya geçtik, arabanın içi Savaş'ın traş losyonunun kokusuyla doldu. İnsana rahatlatıcı gelen hoş bir kokusu vardı. Savaş arabayı çalıştırdığında, ben annemin eşyalarının olduğu kutunun açıklığından görünen çerçeveli fotoğrafa bakıyordum.

Annem sanki bana gülümsüyordu.

Sabah uykumda annemin beni ziyarete geldiğini anımsıyordum, anımsamadığım rüyanın kendisiydi. Bu yüzden, sabah uyandığımdan beri aklımın köşesindeydi annem.

Hâlâ o fotoğrafa bakıyorken, "Savaş," dedim aniden, diğer yandan saçmalama ve hemen şimdi dur diyen iç sesim içimi kemiriyordu.

"Evet?"

Bakışlarımı ona çevirdim. "Bilgisayara yerleştirdiğiniz şu model..." Duraksadım. "Onu nasıl yaptınız?"

"Anlatsam bile, anlamayacağın bir şekilde?"

Midemin düğümlendiğini hissettim. "Peki canlı görüntüler olmadan sadece fotoğraf aracılığıyla bilgisayardaki gibi konuşan ve canlıymış gibi görünen bir yapay zekâ yapabilir miydiniz?"

"Ses ve canlı görüntü eklemek zaman alır evet ama imkânsız değil, yapılabilir," dedi. Bana tuhafça baktı. "Sabah sabah bu garip soruları sormanın nedeni ne?"

"Beta testi için bana verilen bilgisayardaki modelin değişmesini istiyorum dersem?"

"Modelde seni rahatsız eden ne diye sorarım."

Düşüncelerim karmaşık bir hâl aldı. "Bana verdiğin bilgisayardaki yapay zekâya isim vermeme bile izin vermedin, kırmızı adını verdin ona. Üstelik sürekli bana kırmızının daha çok yakıştığını söyleyip duruyor."

Savaş, "Eğlenelim istemiştim, bu kadar çok mu rahatsız etti bu seni?" diye sordu gülerek. "Üstelik yapay zekânın doğru bir noktaya değinmesi seni neden rahatsız etti anlamıyorum." Bana serseri bir ifadeyle sırıttı. "Kırmızı sana yakışıyor."

Surat astım. "Kırmızı bana yakışıyormuş, hah!" diye kızdım. "Sence ne yaptığını anlamaz bir aptal mıyım ben, tüm bunları kendini aklıma getirmek için yaptın."

"Akıllı kız," diye yuvarlak bir karşılık verdi. "Bu arada yani aklına geliyorum, öyle mi?"

"Her defasında boğma isteğiyle birlikte evet."

Savaş'ın dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. "Güzel, bundan daha iyisi olamaz."

Ona öfkeli bir bakış atarak, "Ciddi bir şey konuşmaya çalışıyorum burda," diye homurdandım. "Konuşmamı sabote etmeyi bırak ve ne istediğime odaklan, Akduman."

"Tamam, istediğin gibi olsun," dedi, ciddi bir sesle. Güzel, bu biraz vakit alsa da sonunda tenezzül edip beni ciddiye almıştı. "Bilgisayarı bana ver, şirkette hallederim. Adını değiştirebilirsin, üzücü olsa da sana kırmızının çok yakıştığını söylemesi de kalkacak ortadan."

Asıl söylemek istediğim noktaya geldiğimde, boğazımın orta yerinde bir düğüm, göğsümden mideme doğru inen çizgide bir yangın hissettim. "Savaş, ben... yani bana verdiğin bilgisayarda mümkünse annemi görmek istiyorum; onun benimle, benim onunla konuştuğumu da."

Savaş, bana garip bir bakış atıp, "Annen..."

Arabanın içinde ona biraz daha dönüp, "Evet, o öldü biliyorum," dedim gözlerim dolarken. "Ama onu özlüyorum, sen böyle bir şeyin mümkün olduğunu söyledin."

Savaş'ın gözleri trafikte gibi görünse de yüzünü düşünceli bir ifade aldı, "Hevesini kırma noktasına getirmek istemem," dedi. "Mümkün olduğunu ve yapılabilir olduğunu söylediğim, bu türden bir şeyi yapacağımı söylemedim."

"Beta test bilgisayarı için yapma o zaman," dedim, beni reddetmemesini umarak. "Bana özel bilgisayar proglamlayamaz mısın?"

"Nüket..."

İsmimi tonlayan sesi itiraz edeceğinin belirtileriyle doluydu. "Savaş," dedim, cesaretin tıpkı bir dil gibi ağzımın içine yerleştiğini hissederken. "Bütün ömrüm boyunca çalışmam gerekse bile, sana parasını ödeyebilirim."

"Sözleşmeyi okumadın mı?" diye sordu aniden. "Şirketimiz, senin gibi insanların bağ kurduğu veya kurmak isteyeceği tipte başka modelleri talep edeceklerini elbette öncesinde öngörebildi. Yapay zekâdan ibaret olmasına rağmen, şu anki modellere âşık olan bile çıkabilirdi. Bu yüzden ilerde sorun hâlini alabilecek bu durumu anlaşma metnine sorumluluk almadığımız yönünde bir ekleme yaptık ve modeller, şirketimiz tarafından erkek ve kadınlar için iki farklı modelden oluşturuldu, talepsiz."

Benimle şirketimiz diye konuşuyordu, her zamanki bildiğim rahat, bir yönüyle serseri Savaş olarak konuşmuyordu; iş adamı kimliğini ön plana çıkarmış, kelimelerini bile doğal akışından kaydırıp hesaplayarak yuvarlıyordu dudaklarının arasından çünkü özel olarak istediğim bu şeyi profesyonel yönüyle çevirmeyi tercih ediyordu.

Niye aniden?

Önüme döndüm. "Neden bu kadar katısın?" diye sordum, çenem titremişti.

"Peki sen neden kendine bunu yapmak istiyorsun?"

"Annemi özledim sadece."

"Hiç ayrıntı bilmiyorum ama bana kalırsa sen sadece bir şeylere bağlanmayı istiyorsun."

"Bir şeylere bağlanmak falan istemiyorum."

"Duygusal yönü ağır basan birisin," dedi, sesi kendinden emindi. "Mantıkla işin olur mu, ondan emin değilim."

Bu doğruydu, mantıktan çok duygu insanı olan biriydim ben. Şimdi bile kendimi tutmasam, içimdeki uçurumdan aşağı kendimi hüngür hüngür bırakırdım.

"Öyleyse bile ne olmuş yani?" diye sordum, ben buydum ve öyle değilmişim gibi role bürünmemin anlamı yoktu. "Kimseye bir zararım olmayacak ki."

Beni şaşırtarak, "Kendine olacak, bende kendine verdiğin zararla ilgileniyorum zaten," dedi, net sesi soğuk bir meltem esintisi gibiydi yine de ruhuma dokundu. "Annenle ilişkin güçlü müydü?"

"Annemle olan ilişkimin nasıl olduğunu paylaşmak istemiyorum," diye söylendim huysuzca. Savaş bana garip bir bakış attı. "Değerli ama paylaşmak istemiyorum, seninle bir ilgisi yok ait olduğu yerde kalsın. İstediğim şeyin aramızdaki ilişkiyle bir ilgisi yok zaten."

"Tam tersi var, yapay zekâyı onun yerine koymak isteyebilir, onunla bir bağ kurmak istiyor olabilirsin. Başta masum bir niyetle başlayan şeyler, daha sonra değişebilir."

Savaş'ın zeki olduğundan nefret etmiştim ya hani, öngörüsünün ileri seviyede keskin olmasından iki kat nefret ettim.

Kendimi ona ve dış dünyaya kapatma niyetiyle yüzümü cama çevirdim ve bir kafenin önünde sabahın bu saatinde resim çekinen iki kıza takıldı gözlerim ama bu tamamen anlık bir olaydı, fotoğraf çekinen ikili birbirinden ayrılınca arabada ordan çoktan uzaklaşmıştı.

"Neden annenle böyle bir bağ kurmak istediğini bilmiyorum ama kaçtığın her neyse onunla biran önce yüzleşmen kaçmandan daha az yorar seni."

Sesindeki ciddi soğukluk elimi ayağımı dondururken, sesimde o soğukta yerinden kıpırdamayacak şekilde dondu. Böylece sessizlik üzerimize bir bina gibi yıkıldığı o anda, ben ergenlik dönemimde annemi kaybedişimi ardından babamın da annem gibi benden yavaş yavaş uzaklaşmasını sonra da tamamen benden koptuğu anları hatırladım. Anıların soğukluğu da ruhumu dondurdu böylece.

Yüzleşmek mi? Hangi biriyle.

Savaş yüzleşmenin hangi tonunu kast ediyordu?

Yol sonlanıp üniversite binasının önüne gelince, kucağımdaki kutuya kara kara bakmakla meşguldüm. Kesinlikle elime ayağıma dolanacaktı.

Ben bir şey demeden Savaş, "İstersen onu arabada bırak," dedi. "Akşam sana getiririm."

Kuşkuyla baktım. "Emin misin?"

"Evet."

İçi rahatladı. "Fakülte çıkışı kütüphaneye gitmem gerekiyor, akşama kadar da orda olacağım," dedim. "Eve gidince sana mesaj çekerim."

Savaş sırıtırken, "Olur," diye yanıt verdi.

Gözlerimi kıstım. "Niye sırıtıyorsun sen?"

"Sırıtmadım," dedi. "Gülümsedim."

Hemen itiraz ettim. "Ne gördüğümü iyi biliyorum, sırıtıyordun işte." Şüpheyle bakıp, "Niye içimden bir ses, senin yine bir şeyler karıştırdığını söylüyor?" diye sordum.

"İçindeki ses kadar art niyetli misin?" diye sordu sözlerimi kınar gibi. "Dün seni evime götürdüm." Son cümlesinde sesi oyunbaz bir tonlamayla çıkarken, yüzünüde buna uydurmayı gayet iyi beceriyordu. "Sana yemek ve yatacak yer verdim." Oflayıp ekledi. "Üstelik seninle yatmadığım hâlde yaptım bunları."

Bazen ciddi biri bazense ciddiyetsiz biri olmayı ve bunları yaparken can sıkıcı olmaktan çıkarak dengede tutmayı nasıl beceriyordu bilmiyorum.

Güldüm ve gülmemin içten oluşu beni bir miktar rahatsız etti. "Ne büyük iyilik," diye homurdandım, garip bir şekilde Savaş'ın yanında kendimi çok rahat hissediyordum. Sanki aramızda görünmez bir bağ kurulu gibiydi, yine de bu ona tamamen güven duyduğum anlamına gelmiyordu.

Savaş elimdeki kutuyu alıp arka koltuğa bıraktı. Sonra elimin birini tutup, "Akşam görüşürüz," dedi ve elimi dudaklarına kaldırıp hafifçe bir öpücük bırakınca, bu eylem o an neredeyse sevimli bir kediye dönüştürecekti beni.

Dudaklarını bastırdığı elinin görüntüsü nefes kesiciydi. Bu eyleme hazırlıksızdım, nasıl davranacağımı kestiremediğim için yapabildiğim tek şeyi yaparak panikledim.

Elimi kaçırırcasına elinden uzaklaştırdım, hızlıydım. "Şöyle şeyler yapmasana," diye kızdım, sanki ondan basit bir öpücük değil de bir vurgun yemişim gibi davranmamın temelinde hep o gece vardı. "Bu şekilde davranarak beni deli ediyorsun."

"Neden?"

Kaşlarımı çattım. "Çünkü elimi bile öpmeye hakkın yok senin," dedim. "Sen... bana bu şekilde dokununca, kötü hissediyorum."

Savaş iç geçirdi. "Neden her şeyi bu kadar zor hâle getirmek zorundasın?" diye sordu. "Bazı şeyler sandığının aksine basittir, çok farklı olması gerekmez; öpücük sadece öpücüktür, dokunuş sadece dokunuştur. İçini duygularla, sana hoş gelebilecek farklı anlamlarla doldurman gerekmez."

Elimi öptüğü anda hislerle kavrulan kalbimi boğmak, nefesini kesmek istedim. "Benim dünyamda dokunuş da, öpücük de senin garip görüşlerinden farklı olarak anlamlarla dolu," dedim, sesim netti. "Bıraktığın için teşekkür ederim."

Kelimeleri, kelimelerim içime işlerken çantamı koluma taktım ve arabanın kapısını açtım.

İnmeye hazırlanırken, "Nüket," dedi Savaş.

Durmak istemedim, yine de, "Ne?" diye çıkıştım ona bakmadan.

"Bugün de yağmur yağacak gibi," dedi. "Şemsiyeyi yanına al."

"İstemiyorum."

"O senin."

Ve dün akşam bana aldığı kırmızı şemsiyeyi verdi.

🍷🥀🍷

Bize ayrılmış derslikten çıktım. Saatime baktım; 13:20. Acil kütüphaneye gitmem gerekiyordu. Uzun koridoru geçerken elimde tuttuğum notlara bakıyordum. Birden omuzuma çarpan birinin varlığıyla başımı kaldırdım. Karşımdaki adamın yeşil gözleri karşıladı bakışlarımı, sonra yüz hatları. Bakışlarım karmaşık bir ifadeyle sıvandı. Sanki bu yüzü çok iyi biliyordum ve bir yerden kesinlikle hatırlıyordum ama ne kadar düşünürsem düşüneyim yine de çıkaramamıştım.

Karşımdaki oğlanın da şüpheyle bakıp düşündüğünü fark ettim. Sonra birden "Nüket?" dedi gülümseyerek.

Adımı biliyordu, bu durumda daha dikkatli ölçüp biçmem gerekiyordu onu. Yüzüne, saçlarına daha dikkatli baktım; birkaç günlük olduğunu belli eden hafif sakalları vardı ama ona yakıştığından çok emin değildim. Koyu renk saçlarıysa gereğinden fazla dağınıktı. Güzel bir yüzü vardı, yine de bu haliyle fazla yakışıklı olmaktan kıl payı kurtulmuş gibiydi.

Ben hâlâ boş bakışlarla karşılık verince, "Benim, Barış," dedi coşkuyla. "Liseden, hatırladın mı?

Biraz şüpheli bir tavırla düşünsem de sonunda hatırlayarak, "Ah, evet," diye karşılık verdim. Göğsümde yankılanan kalp atışlarım aniden tutarsız bir hızda çarpmaya başladı. "Evet, evet, şimdi hatırladım, Barış."

Gülümsedi. Allah'ım gülümsemesi hâlâ çok tatlıydı, aynıydı. "Nasılsın?"

Her an adım atıp uzaklaşacak gibi görünen bacaklarımı yavaş yavaş hareket ettirip dizlerimi heyecan içinde birbirine doğru yakınlaştırdım. Hâlâ onu incelemeye devam ederken, "İyiyim," dedim. "Ya sen?"

"Ben de iyiyim," diye karşılık verdi.

"Seni burda görmeyi hiç beklemiyordum," dedim gülümseyerek. "Ne yapıyorsun?"

"Aslında bu haftanın başında geldim buraya," dedi. "Artık burda okuyorum."

"Öyle mi?"

"Evet," dedi Barış. Gülümseyerek ekledi. "Çok değişmişsin, hoş görünüyorsun."

Kelimeleri bileklerimde atan nabız gibi göğsümde attı. "Evet, sanırım değişmiş olmalıyım, sen de öylesin ama."

Arkadan, "Barış, oğlum hadi. Gitmemiz gerekiyor," diye bağırdı, dört beş kişilik arkadaş grubundan biriydi onu çağıran kişi. Barış bana dönüp, "Geniş bir zamanda görüşürüz, ne de olsa artık burdayım," dedi.

Dilim onunla konuşmak için var olacak her bir kelime için kaşınıyordu, yine de, "Tamam o zaman," diyebildim ama içten içe düş kırıklığıydı hissettiğim. Elimi benim açımdan hiçbir sorun yokmuş gibi kaldırıp parmaklarımı güle güle dercesine hareket ettirdim. "Sonra görüşürüz."

Bir süre Barış'ın arkasından bakarken, kalbimin sesi hâlâ kulaklarımda atıyordu. Barış gözden kaybolunca ancak o zaman ilerlemeye başlayabildim. Ayakkabılarımın zemine bıraktığı darbelerin sesi geçmişe götürdü beni. Barış lisede kendi hâlinde biriydi, kimseyle doğal olarak benimle de gerek olmadıkça konuşmazdı. Hatırladığım kadarıyla bu yüzden onun gibi sessiz olan iki yakın arkadaşı dışında kimseyle alaka kurmazdı. Şimdi aralarına girdiği kalabalık arkadaş grubuna bakılırsa, bazı yönlerden değiştiği hemen anlaşılıyordu.

Ama bu değişimin nasıl başlayıp nasıl son bulduğunu bilmiyordum.

Elimdeki not dosyasını göğsüme sertçe bastırdığımda fakülte binasının kapısından çıkmıştım. Üstelik bir de şu vardı ki her zaman Barış'tan hoşlanmıştım. Garip bir şekilde ilgimi çekiyordu ama hiçbir zaman onunla doğrudan konuşacak kadar ilgimi çekmemişti. O dönem sınıf arkadaşlarımın hemen hemen hepsi birilerinden hoşlanıp durduğunu söylüyordu. Belki o dönemin oluşturduğu garip bir psikoloji içindeydim ve birinden hoşlanmam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Barış'tan hoşlanmak ama ona bundan hiç söz etmemek yeterli gibi geliyordu bana. En azından arkadaşlarım birinden hoşlanıyor musun diye bir soru yöneltince, 'Evet ama asla kimseye sırrımı söylemeyeceksiniz,' diye onlardan söz alır, sonra, 'Bakın ben şu arka sırada oturan Barış'tan çok hoşlanıyorum,' diye yanıt verirdim.

Sonra da kızların sanki bu çok büyük bir olaymış gibi, 'Seninki kantindeydi, seninki koridordaydı, seninki bahçedeydi, seninki bir kızla konuşuyordu,' gibi sözleri diyen bir dolu gereksiz dikkat gerektiren sözlerine utanarak yanıt veriyordum. Aramızda bir dolu geçen garip aptalca şakalaşmalar ve gizemli olmaya çalışan fısıltılı sözlerle, onu gördüğümüzde kaş göz işareti yaptığımız gereksiz imalara karşı kırkırdayıp duruyorduk.

Benim için hepsi roldü, diğerleri için neydi bilemem. Belki lise döneminde herkes herkesin aptalca davranıp rol yaptığını bilirdi. Veya ben biraz fazla zekiydim.

Fakültenin caddeye çıkan kapısından çıktım ve otobüs durağına doğru dalgın adımlarla yürümeye başladım. Kalbimin böyle heyecanla atıyor olması, belki hâlâ ondan hoşlandığımın işaretiydi. Aklım bir anda onunla dolmuştu, anılarımız zihnimin altını üstüne getiriyoedu. Yıllar önce kendisinden hoşlandığım oğlanla sanki kader gibi burda karşılaşmamız tuhaf bir şekilde beni hem şaşırtmış, hem de çok heyecanlandırmıştı.

Onu yeniden görmek istiyordum.

🥀🍷🥀

Kütüphane çok kalabalık değildi, burda olduğum saatler içinde genelini üniversite öğrencesinin oluşturduğu topluluk gayet hızlı gelip gitmişlerdi.

Sonunda akşam olmuştu, kütüphaneden çıkmak için hazırlık yapıyordum. Çantamı koluma takarken camdan dışarı baktım, sokak lambalarından ve iş yerlerinden dökülen ışık sayesinde ışıltılı bir görünüm alan cadde aniden ıslanmaya başlamıştı. Yağmur taneleri gökyüzünden inen iğneler gibi ince ve keskin bir hızla şehre düşmeye başladı. İçimin üşüdüğünü hissederken, dün akşamın anıları zihnimi kovaladı, o durak, duraktaki beni korkutan o adam, yağmurdan sırılsıklam olan ben ve Savaş'ın aniden ortaya çıkışı sonra kaybolup bir şemsiyeyle yeniden belirmesi.

Kırmızı bir şemsiyeyle.

Yüzümse istemsiz bir gülümseme oluştu, bu adamın kırmızıyla derdi neydi?

Yağan yağmuru izlemeye devam edip yağış şiddetlenir mi diye düşünürken, telefonum çaldı; çiseleyen yağmurdan gözlerimi ayırıp cebimden çıkardığım telefonun yanan ekranına baktım.

Takım Elbiseli Pislik arıyor...

Gözlerime bir kararsızlık otururken, "Efendim?" diye cevapladım.

Sesi kulağıma düşüp zihnimde yankı buldu. "Nerdesin?"

Yorgun bir sesle, "Şimdi kütüphaneden çıkıyordum," diye yanıt verdim, dışarda bir kedi kütüphanenin saçağına oturmuş yağmurun dinmesini bekliyordu.

"Güzel," dedi Savaş. "Senden takıldığım bir mekâna gelmeni istiyorum. Kutunu orda teslim edeceğim."

Öfkeyle, "Seninle böyle konuşmamıştık ama," diye kızdım. "Evime getirecektin."

"Biraz takılırız diye düşündüm, sana da iyi gelecek."

"Gelmiyorum, anladın mı gelmiyorum."

"Sen bilirsin," dedi Savaş. "O zaman ben de çok değerli kutunu çıkarken en yakın çöp konteynırına bırakırım olur biter."

"Gelmem için blöf yapıyorsun."

"Ama asla blöf yapıp yapmadığımı bilemezsin."

Sinirle ayağımı yere vurdum. "Kahretsin ya, neresi?"

"Dışarda bir taksi seni bekliyor," dedi Savaş. "Aslında şoförü gönderecektim ama senin rahatsız olacağını tahmin ettim."

Beni çözmesine bir puan, zorlamasına sıfır.

Bıkkın bir nefes eşliğinde yorgun adımlarla birlikte dışarı çıktım. Bu sosyopatın derdi neydi böyle? Sanki memlekette kız kıtlığı vardı. En azından oraya kadar gitmem için taksi yollamıştı, sevinebileceğim tek şey buydu. Yarım saat kadar sonra, Savaş'ın söylediği mekâna gelebilmiştim. Kapıdaki görevlilerin kimlik kontrolünden sonra tahammülsüzce içeri girdim. Yolda Savaş'a bilenerek gelmiştim, muhtemelen onunla tartışıp hemen çıkacağım. Etrafa şöyle bir bakındım, etraf yanıp sönen ışıklar ve yüksek ritimli müzik yüzünden benim için çekilmez bir havadaydı.

Ve Savaş, fazlasıyla rahat görünen L şeklindeki deri koltuğa yaslanarak oturmuş sahneye bakıyordu.

Oflayıp onun masasına doğru ilerlerken, Savaş hissetmiş gibi bakışlarını bana çevirip gelişimi büyük bir tatminle izledi. Bende büyük bir tatminle tokadı bassam nasıl olurdu? Burnumdan soluduğum belli oluyordu, bunun yanı sıra gözlerim öfkeyle parlıyordu eminim. Aynaya bile ihtiyacım yoktu.

Bu manzara ona neyi çağrıştırıyordu ki sırıtıp duruyordu?

Masaya ulaştığımda, kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. Aksi bir sesle, "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye sordum. "Senin saatten haberin var mı? Gün boyu fakülte ve kütüphanedeydim, beni nasıl buraya kadar gelmem için zorlarsın?"

Savaş, "Bebeğim," diye yükseltti sesini. "Seni duyamıyorum, lütfen yaklaş."

"Hah," diye tısladım. Yanına oturup sakin olmaya çalışarak, "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diye sordum.

"Bunu da nerden çıkardın, bebeğim?"

"Bana bebeğim demeyi bırak artık!"

Savaş, rahat bir edayla, "Tabii bebeğim," dedi hem inat hem alay kokan bir sesle. "Ama ben istediğimde bırakırım, başkası istediğinde değil."

Hayır, onunla tartışmayacağım bu zevki ona vermeyeceğim. "Kutumu almak için geldim," diyerek ayağa kalktım, yanında olmadığına göre arabasında olmalı. "Kalk ve onu ver, böylece bu yerde daha fazla kalmış olmayacağım."

Savaş, "Yapma Nüket," dedi. "Hemen gitmen için seni çağırmadım."

"Ben hemen gitmek için geldim ama."

Savaş yerinden kalktı, "Bebeğim, birlikte vakit geçirelim," dedi. "Hiç keyfim yok, bana eşlik et."

Sinirle nefes aldım, "Neyim ben ya, senin stres topun falan mı?" diye kızdım.

Gözlerimi kapatıp açtım ve bu sırada başka bir noktaya kayan bakışlarım birden hayretle açıldı, gözlerimi inanamıyordum; Barış tam karşımdaydı. Yine mi? Bu kader değilse başka ne olabilir? Bir an gerçekle sanrıyı karıştırır gibi oldum; hayal değildi, gerçekten oydu ve bir arkadaşıyla sakin sakin sohbet ediyordu.

Savaş, gözlerimin içine bakarak, "Pekâla, dürüst olmak gerekirse şansımı denemek istedim," diye itiraf etti hiç de istemeyerek. Ayağa kalktı. "Madem istemiyorsun, evine bırakayım seni."

Gitmek için kararlı olduğum saniyeler gitmemek için kararlı olduğum saniyelerle yer değiştirdi. O kadar ki şimdi Savaş çekip gitse ben burda kalabilirdim.

Savaş'ı şaşırtarak birden yerime hatta Barış'ı rahat bir açıyla görebilmek için yanına oturdum.

Bakışlarımı Savaş'a çevirip, "Şey... bugün çok yorucuydu," dedim, yeniden Barış'a bir göz atarak. "Aslında düşündüm de... biraz oturabilirim."

Savaş, başını sağa sola salladı. Yerine otururken, "Ne tuhaf bir kızsın," diye homurdandı. "Niye böyle aniden?"

Hiç olmadığı kadar heyecan içinde hissediyordum kendimi. Barış'la bugün ikinci kez karşılaşacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. "Yorgunum dedim ya," diye söylendim umursamazca. "Sonuç olarak buraya kadar geldim, biraz dinlendikten sonra ayrılmanın zararı yok."

Yanımıza bir kız gelince, Savaş, "Ne istersin?" diye sordu.

Bir süre cevap vermedim, çünkü kızın kıyafetlerini inceledim ya da ona benzer öyle bir şeyler işte. Olmayan kıyafetlerin nesini inceleyeceksem artık... Bu garson kızların yukardaki odalarda işi pişirdiklerine hiç şüphem yoktu. Üzerinde sadece, 'Hadi Beni Becer' yazısı eksikti. Sonunda seçim yapmam gerektiğinin farkındalığı zihnime oturdu. Savaş'ın yanında içki içmek gibi bir hataya düşmeyi istemediğim için seçimimi basit ve alkolsüz bir içececekten yana kullanarak, "Bir meyveli soda," diye yanıtladım. Tabii Savaş sodama ilaç karıştırmayı falan düşünüyorsa o başka.

Kız seçimimi yadırgamıştı, bu bakışlarında açıkça okunuyordu; bunu içmek için niye buraya geldin ki diyen, o üzerine vazife olmayan bakışı yakalamıştım.

Kız masadan uzaklaşınca, "Beni buraya çağırmak yerine, seni neredeyse ayak üstü soyan şu kızla birlikte oturabilirdin," dedim huysuzca.

"Ama sen geldin."

"Sen çağırdın," diye tısladım. "Hatta tehdit ettin, unuttun mu?"

Sırıtıp, "Evet, bunu yaptım, değil mi?" diye yanıtladı. "Aslında ben böyle kaba işlerin adamı değilim ama birden yalnız oturup tek başıma takılmak istemediğimi fark ettim ve sen ne kadar kibar olursa olsun davetime nezaketle yanıt vermeyecektin."

"Pekâlâ yalnız oturabilirdin, yanında illâ ki bir dişi mi olmalı?"

"Bebeğim, insanlar buraya zaten yalnız olmamak için geliyor." Göz kırptı. "Anlarsın ya."

Sabır dilenen bir nefes alıp, "Yalnızlığı istememeni anlıyorum da," dedim. "Ama yalnız olmamak için beni ne diye bu kadar zorladığını anlayamıyorum. Niye ben?"

Savaş masanın üzerinden elime uzandı, tutmadı ama parmak uçları elimin yüzeyini okşadı. "Çünkü yanımda senden başkasını görmek istemememin nedeni sen olduğun için."

"Ben ne yaptım ki?"

"O gece," dedi kısaca.

Yine konuyu birlikte olduğumuz geceye getirmeyi ustaca başarmıştı. "O gece yaşandıysa, bunun yüzde sekseni senin yüzünden," dedim, yüzde yirmilik kısım ise benim hatamdı. "Benim tek hatam, senin gibilerin cirit attığı o tür bir yerde sarhoş olacak kadar pervasız davranıp tamamen kendimden geçmekti."

Beterin beteri var ifadesi bazen zihnimi kurcalıyordu. Ya Savaş değil de daha kötü niyetli birine denk gelseydim, o zaman ne yapardım bilmiyorum. Savaş'ın da fazla kötü niyetli davrandığını biliyorum ama diğer yandan kibar bir yanı da vardı.

"Muhtemelen," dedi. "Yine de bu, hiçbir şeyi değiştirmiyor."

Gözlerimi kırpmadan gözlerinin içine bakıp, "Öyle geceler yaşayacaksın ki bir gün o geceyi tamamen unutacaksın, hatta unutacağız," dedim, bu münkün olmalıydı, zaman denilen şey en çok bunun için değil miydi? "Her ikimiz de."

Savaş damarıma basmak ister gibi, "Ama bu, o gece birlikte olduğumuz gerçeğini hiç değiştirmeyecek," dedi, gözlerimin içine bakarak. "O gece senin ilkin olup bir gece dahi olsa bana ait olduğun gerçeğini."

Kaşlarımı çattım. "Ben hiçbir zaman sana ait olmadım," dedim, sarı kızıl saçlarımı omuzlarımın gerisine attım. "Ne o gece, ne o gecenin içinde ilerleyen saatlerde."

Bakışlarım Barış'ın masasına kaydığında, mekânı aydınlatan ışıklar gibi parladı bal rengi bakışlarım.

Arkadaşının kolunun altında bir kadın vardı ama Barış'ın yanında kimse yoktu. "Bak," dedim çenemin ucuyla Barış'ın masasını işaret ederek. "Yanına bir dişi almadan oturan da var."

Savaş, gösterdiğim yere baktı, önemsizce, "Sandığının aksine tercihleri farklı olabilir," diye yanıtladı umarsız bir havada. "Belki bir kız arkadaşını bekliyor olabilir, bana sorarsan yalnız değildir ve yalnız olmayı isteyen tiplerden de değildir." Sırıttı. "Bulsa hayvan taciz edecek sıfat var bunda."

"Saçmalıyorsun, özellikle de tercihleri konusunda," diye homurdandım. "O öyle biri değil."

Savaş'ın bakışları anında büyük bir hızda bana döndü, yüzüme tuhaf tuhaf bakıp kaşlarını çattı. "Hey dur bir dakika," dedi, sesinde kırmızı ışık uyarısı vardı. Aptalım. "Sen bu herifi tanıyor musun?"

Yutkundum.

Panik oldum ama niye panik olduğumu bir türlü anlayamadım. "Hayır tanımıyorum, nerden tanıyacağım, benimkisi sadece ufak bir tahmin," dedim hemen savunmaya geçerek. Konu değişikliğine ihtiyacım var. "Hem herkes senin gibi değil işte, şunu bir kabullen."

Savaş, kadehini ağzına yaklaştırırken, sakin bir havada, "Aslında herkesi kendin gibi sanan sensin," dedi, kadehinden bir yudum aldı. "Tüh etek giymemen kötü olmuş."

Ters ters ne demek istiyorsun der gibi baktım.

Savaş, "Güzel bacaklarını keserdim," dedi.

"İnsanı çıldırtan bir kaçık olduğunu düşünüyorum," diye homurdandım.

"Sen buna çıldırtma mı diyorsun," derken sırıtıyordu. "Bir de yatakta gör beni."

"İstemem, kalsın," diye tısladım, herhalde görmüş olmalıydım ama hatırlamıyorum.

Savaş, "Off," diye sıkıldı. "Ne zaman yatacağız, ciddi anlamda sıkılmaya başladım."

"Hiçbir zaman."

"Cidden Nüket, neden?"

"Ben öyle biri değilim," dedim. "Bunu kabul etmek bu kadar zor olmamalı."

Savaş yaklaştı. "Sen âşık olmak istiyorsun, değil mi?" Sabah yaptığı gibi elimi tutup okşarken konuştu. "Âşık olduğun adama her şeyini verirsin ama romantik bir ilişki olmadan böyle bir şeyi abes, duygusuz ve yanlış buluyorsun."

Elimi çektim, belki öyleydi.

Savaş, sinirle nefes verdi. "Bak Nüket, ben daha önce böyle bir şey yaşamadım. Âşık olmadım ya da duygularla bir kadına yaklaşmadım ama şundan eminim ki; sevişme sırasına tüm duygular ortadan kalkar." Sesi ciddi ve kesin bir tonlamayla çıkıyordu. "Geriye ne kalır biliyor musun? Sadece şehvet, saf şehvet."

"Madem daha önce böyle bir hisle bir kadına yaklaşmadın nerden bilebilirsin ki sadece şehvetin olduğunu."

"Ben yaklaşmadım diye, bana böyle yaklaşan olmadı değil," dedi ve kulağıma eğilip, "Emin ol hepsi rahatlıkla başka bedenlerde soluklanıyor," diye ilâve etti. "Aşk denilen şey senin dünyanda abartılı bir öneme sahip, fakat büyüyeceksin Nüket. Büyüyeceksin, böylece erkek ve kadınlı ikili ilişkilerin sadece aşktan ibaret olmadığını anlayacaksın."

Gergince başımı çevirdim, gözlerim yine karşıda oturup alkolünü yudumalayan Barış'a kaydı. Zihnimde dirilen sorular alnımın ortasına açılan yarığa gömülmeye başladı. Savaş haklı mıydı, romantik bir aşk mı istiyordum ben? Ama şöyle bir düşününce neden istemeyeyim ki, güzel sözler söyleyecek, bazen küçük sürprizler yapacak birini kim istemezdi ki? Kalbinin biri için attığını, o birinin kalbinin de kendisi için attığını bilmek... Önemli olan bu değil miydi?

Savaş, yeniden elimi tuttu ve dudaklarına götürüp öptü. "Arada aşk olmasına gerek yok, seni özel hissettirebilirim, Nüket," dedi, sesi kendinden emindi, toktu ve etkileyeciydi. Neredeyse sesinin büyüsüne kapılacaktım. "Bana evet de, sana bunun mümkün olduğunu göstereyim."

"Teklifini kabul etmek," dedim gözlerinin içine bakarak. "Beni fahişe hissettirecek."

Savaş, "Saçmalıyorsun," dedi asabi bir sesle. "Ne yani, seni sevsem ve bunun neticesinde seninle yatsak, bu seni fahişe gibi hissettirmeyecek de, anlaşmalı olarak yine işin içinde kendi çıkarlarımız varken, bu mu sana kendini fahişe hissettirecek?"

Rahatsızca yerimde kıpırdandım, Savaş'ın bakış açısına yetişemeyebilirdim.

Savaş, "Ne zamandan beri duygular namusun bekçiliğini yapar oldu?" diye devam etti. "Siz kızlar o kadar basit düşünüyorsunuz ki, düz bir düşünceye sahip olduğunuzun farkında bile değilsiniz."

"Bana hakaret etmeye bırak," diye tısladım. "Bu anlaşmalı bir birliktelik olacak, fahişelerin de yaptığı bu. Diğer yandan iki taraf birbirine âşıksa..."

Birden sustum, ne cevap verecektim ki buna? Böyle bakıldığında Savaş'ın sözleri mantıklı geliyordu. Bir de şöyle bir şey vardı, daha önce aşık olmamıştım ben.

Savaş onaylamaz bir biçimde başını iki yana salladı. "Fahişeler karşılığında para alır," dedi tereddütsüz bir sesle. "Ben sana karşılığında para teklif ettim mi?"

"Hayır ama," diye homurdandım.

Savaş Akduman, meyadan okyan bir tavırda arkasına yaslandı. "Eğer bu yapmak istediğim şeyin adı fahişelikse -ben bu konuda erkek ve kadın ayırt etmiyorum- duygularla yapıldığı zaman da adı fahişelik." Meydan okuyan tavrın aynısı mevsim kahverengisi gözlerine bir ifade olarak yerleşince, "Evlenmeden olmaz desene bari, emin ol duygu bahanesinin saçmalığındansa, bu çok daha erdemli kaçar," dedi. "Duygularla yapılan seksin daha erdemli olacağı sanrısına kapılıp kendini bu saçmalığa inandırdıysan tabii."

Dudakları cümlesine son noktayı koymak ister gibi alayla kıvrıldı.

Duyguların gözünde zerre değeri yoktu.

Bal rengi gözlerimde alev renginde bir öfke peydahlanıp yayılarak harelerime bulaştığına şüphem yoktu. Savaş'la nasıl başa çıkacaktım ki? Onu yenecek şeyler için zihin belleğimi araştırdım. İstediğimi bulduğumda yüzümde güven dolu bir ifadeyle derin bir nefes aldım, "Belki ben de evlenmeden yapmak istemeyen o tür kızlardanım," diye meydan okudum. "O zaman bu ısrarcı tavrını sürdürebilecek misin? Ne yapacaksın, benimle mi evleneceksin?"

Erkek psikolojisinin, kızların psikolojisinden farklı işlediğini kişisel gelişim kitaplarından az çok bilirdim. Beyin yapımıza, duygusal yönlerimizin farklı şekillerde az veya çok çalışmasına, olayları inceleyen kendi bakış açımıza kadar birbirimizden tamamen ayrılan iki zıt kutuplar gibiydik. Tanrı erkek ve kadını yaratmakla noktalamamış, aynı zamanda iki imkânsızı farklı yönleriyle birbirini tamamlayan birer yapboz parçası gibi tasarlamıştı sistemimizi. Ergenlikten itibaren erkeklerin cinsel dürtülerle bağlanma arzusu daha çok gelişmişken, bizim sevgi ve bağlanma dürtülerimiz daha çok gelişiyordu.

Belki bu yüzden Savaş'la asla ortak bir nokta bulamıyor, birbirimizin ihtiyaçlarını tam olarak anlamıyorduk.

Çünkü Savaş Akduman bütün bencilliğiyle kendisi için yaşıyordu ve tamamlanmayı reddediyordu.

Savaş'ın yüzünde mimik oynamadı ama bir süre sessiz kalınca, kendimi zafer kazanmış gibi hissettim. Bu his kısa sürdü, çünkü Savaş yine şu meşhur serseri gülüşüyle öne doğru uzandı.

Savaş, "Eğer öyle biri olsaydın, ne yapardım biliyor musun?" diye sordu, saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken.

Ben nefesimi tutmuş cevabını beklerken hiç olmayacak zamanlarda konuşmaları, anları bölen telefon denilen bu baş belası aletin sesi Savaş'ın ceketinin iç cebinden yükseldi. Savaş sol eliyle ceketinin bir tarafını tutup diğer eliyle ceketinin iç cebinden telefonu çıkarırken bile karizma olmayı beceriyordu. Bir kulağını kapatıp karşıdaki kişiyle konuşmak için yerinden kalkıp uzaklaştığında, "Çılgın sosyopat," diye homurdandım. Sıkıntıyla bakışlarımı yeniden Barış'a yönelttim. Hâlâ yanına bir kız gelmemişti; arkadaşıyla sohbetini yürütmeye devam ediyordu.

Savaş fesatlığından çamur atıyordu işte.

Savaş telefonu kapatıp yanıma gelince, "Gitmeliyiz," dedi.

Yüzünün sıkıntılı olduğunu fark edince, "Ne oldu?" diye sormaktan kendimi alamadım.

Savaş düz bir sesle, "Büyük babam herkesi aile yemeğine bekliyor," dedi, hiç istemediği belli oluyordu.

Hayret eden bir ifadeyle kaşlarımı kaldırdım. "Sen de gideceksin öyle mi?" diye sordum, onunla biraz uğraşabilirdim. "İyi aile çocuğu olman beklenmedik ve fazlasıyla şaşırtıcı."

Savaş serserice sırıttı, "Değilim zaten," dedi. "Mirasının büyük bölümünü bana vermekten vazgeçmesin diye bu yemeğe hep katılırım."

Gözlerimi devirip, "Başka ne olabilirdi ki?" diye homurdandım. "Her zaman böylesin, değil mi? İstediğini alana kadar durmuyorsun."

Onaylayarak başını salladı. "Aynen öyle," dedi Savaş. "Asla durmam." Kahverengi bakışlarını canlı bal rengi gözlerimin içine dikerken, asıl diktiği kararlılık filizleriydi. "Seni de alana kadar durmayacağımı bil."

Kararlı ifadesi beni ürpertti ama ciddiye almamaya karar vererek, "Bazen sözlerine şaşmak istiyorum," dedim küçümseyici bir tonda. "Sonra dengesiz olduğun aklıma geliyor ve ben şaşmaktan vazgeçiyorum."

Alaycı bir tonda, "Bak sen, lafta sokarmış," dedi Savaş. "Ama böyle kesin konuşurken dikkat et, sonunda ben daha büyük bir şey sokmayayım."

Ters ters baktım. "Sende ağzını toplasan çok iyi edersin," dedim, sesimin tınısı netti. "Yoksa bir yerlere sokmaya çok meraklı olduğun o büyük şeyden kopman an meselesi."

Savaş kahkaha atarak, "Aniden büyük mü oynamaya karar verdin?" diye sorunca, aptalcasına kızardım. Kalbimin vuruşları sertleşti. Off ya, bunu asla dememeliydim. "Hiç senlik değil ama yine de bunun da sana ayrı hava kattığını itiraf etmek zorundayım."

Gözlerimi devirdim. Bir gün Savaş'ı sinir edebilecek miydim?

"Hadi gidelim," dedi tekrar.

Benim gözüm hâlâ arkadaşlarıyla sohbet eden Barış'a kaydı. Yanımda Savaş varken ona görünmek istemiyordum, herhalde görünmeden çıkabilecektim.

Savaş, "Yine o harife bakıyorsun," dedi, sonra burun kıvırdı. "Bu sinir bozucu tipin nesine bakıyorsun anlamıyorum, erkekten anlamadığın belli oluyor."

"Özellikle bakmıyorum, karşımda işte öyle bakınca mecburen görüyorum," diye inkâr ettim, Barış'a özellikle baktığımı ona itiraf edecek değildim. "Hem sana ne oluyor, durup dururken niye senden daha düzgün insanların tipine sinir bozucu diyorsun?"

"Benden düzgün? Bu pezevenk çocuğa niye sinir oldum bilmiyorum ama benden daha düzgün değil, bunu biliyorum. Benim dışımdaki erkeklerin canavar değil de melek olduğuna kendini inandırmak istiyorsan, öyle olsun tamam."

Ayağa kalktım, onunla tartışmaya niyetim yoktu. "Sen öyle san, herkes senin gibi değil," dedim. "Bencil ve sinir bozucusun."

Yanından geçtim, ben önde o arkada dışarı çıktık. Aramıza mesafe bırakarak ondan ayrı durdum, bize bakan aynı araç içinde yolculuk yapar demezdi. Valenin arabayı getirmesi niye uzun sürmüştü bilmiyorum ama yağmur kesilmiş, hava iyiden iyiye serinlemişti ve buz soğuğu kaplamıştı şehri. Kollarımı birbirine kenetleyip bacaklarımı birbirine sürterken, bakışlarını üzerimde hissettiğim için Savaş'a baktım. Küçük bir çocuk gibi soğuktan korunmaya çalışan görüntüme bakan Savaş'ın yüzü bir anda asılarak değişti.

Kaşlarımı çattım. "Niye yüzün asıldı, ne oldu?" diye sordum. Hareketime falan mı sinirlenmişti? "Üşüdüm sadece."

Arabaların sert korna sesleri akşamın içinde yankılanıp her yeri sararken, "Çocuk gibi görünüyorsun," dedi, öfkeliydi ama kime? "Sikerler böyle işi, gerçekten kız çocuğu gibisin sen."

Mevsim kahverengisi gözleri üzerimdeydi, uzun uzun beni izlemeye devam ediyordu.

Gözlerindeki ifadeyi çözemiyordum. "Bu nerden çıktı şimdi?" diye sordum. "Ne demeye çalışıyorsun anlamıyorum."

Omuzlarında büyük bir yük varmış gibi, iç geçirip, "Ben de anlamıyorum," dedi, o an göğsümde atan kalbim tuzla buz olacak kadar narinleşti. "Niye bir kız çocuğunda takılı kaldığımı anlamıyorum."

Yanaklarım kırmızıyla nemlenince, bakışlarımı onda kaçırıp yola çeviridim. "Ne zaman gelecek bu araba?" diye sitem ettim ya da kaçtım, çünkü hisler içimi ateşe vermişti. "Üşüdüm ben."

Savaş, bana yaklaşıp beni aniden sıcak göğsüne çekince nabzım şiddetle tekledi. Bu beklenmedik harekete karşı tamamen hazırlıksızdım, ruhum burkuldu. Kalbinin atışları yüzüme dokunurken, bu kalbin asla benim için atmayacağının farkındalığı beni darmadağın ediyordu. Kollarını etrafıma sıkıca kapattı.

Boğuk bir sesle, "Ben bir kız çocuğana bile acımayacak kadar kötü biriyim," dediğinde, sesinde tehlike vardı. Sabah annem için söylediği sözler güç verirken, bizim için söylediği sözler kalbimi parça parça ediyordu. "Her şeye, herkese, ihtimallere rağmen duramam Nüket. Ben Savaş Akduman isem, seni ne olursa olsun mutlaka alacağım. Bu saatten sonra hiçbir güç beni durduramaz; kendim bile, sen bile."

Onu durdurabilirdim, çünkü başkasından hoşlanıyorum ben. Barış'tan. Barış tıpkı lisede olduğu gibi benim için güvenliydi, ondan hoşlanmak her zaman güvenli olmuştu. Yine öyle olacaktı eminim. Barış'ı sevecektim ve onun sevgisi kalbimi Savaş Akduman'dan koruyacaktı.

Göğsünden uzaklaşıp kollarından çıktım, anında üşüdüm. "Yanılıyorsun, bense sana rağmen asla teslim olmayacağım sana."

Savaş gülümsedi, "Göreceğiz," dedi, kısık bir sesle. "İkimiz birlikte."

Vale geldi, arabanın kapısını açıp rahat, deri yolcu koltuğuna geçtim. Savaş motoru çalıştırırken, kemerimi bağladım. Araba hareket ettiğinde ikimiz de sessizdik ve bu sessizliği evime gelene kadar yol boyunca koruduk. Garip ve can acıtan duygularsa içimde ilerlemeye devam ediyordu.

Evimin önünde durmadan köşede durdu araba, Ece'ye ve annesine yakalanmak istemiyordum.

"Bıraktığın için sağol," dedim ama sanki ondan böyle bir şey rica etmişim gibi saçmaydı. Sonuçta bugün eve gelişimi geciktiren kişi Savaş'tı.

Savaş, tuhafça bakıp, yüzünü biraz daha yaklaştırdı. "Duyuyor musun?" diye sordu.

Sağıma soluma bakıp, "Ne? Neyi duymam gerekiyor?" diye sorarken, ne kaçırıyorum diye dışarıya doğru baktım. "Hayır, bir şey duymuyorum. Tabii böceklerden gelen sesi kast etmiyorsan."

Savaş, bana yaklaştı. Saçımı okşarcasına kulağımın ardına sıkıştırdı. Ateş gibi nefesi dudaklarımdaydı. Bir mil sonrası ancak dudaklarımızın buluşması olurdu. Elini bel boşluğuma kaydırdı. "Aramızda elektrikten çıkan ses, sence de fazla gürültülü değil mi?"

Tuttuğum nefesi sertçe geri verdim. "Bu hallerin dayanılmaz geliyor, uzaklaşsana."

Savaş, burnunu boynumda dolaştırıp tenimden yükselen kokumu içine çekti ve dudağıma hızla bir öpücük kondurup, "Sen her zaman yaptığın gibi inkâr edeceksin ama değil mi?" diye sordu. Sesinde daha fazlasını almamak için direnen bir tını vardı.

"Nüket, sarı kızıl saçlarınla yatağımda, şehvet kokan nefesinle bedenimde olana kadar durmayacağım."

YAZAR, ELİSYA ROYAL

Savaş anladık da biraz yavaş ol. Niye böylesin sen?

Kafa karıştırmasana yoksa ne yaparız seninle?

Eee bölümün yenilenmiş halini nasıl buldunuz?

Yazdıktan sonra bölümü dışımdan okudum ve ben bu haliyle beğendim

En kısa sürede görüşmek istiyorum, kırmızı çiçeklerim bu yüzden vote verip yorum yapmayı unutmayın ❤

Seviyorum çok ❤

Twitter kullanıcıları okumayı bitirdiyseniz, #yaralıhayaller etiketiyle paylaşım yaparsanız mutlu olurum 😘❤

Bir de artık bir telegram konuşma grubumuz var, kitap hakkında konuşmak isteyenler lütfen gelsinler.

Linki instagram profilimde bulabilirsiniz, wattpad telegram linkini kabul etmiyor 🌸

Duyuru, kesit, sohbet ve diğer şeyler için bana şuralardan ulaşınnnnn

İnstagram | elisyaroyal

Twitter | ElisyaRoyal

Continue Reading

You'll Also Like

ZİNCİR By Nisa

Teen Fiction

155K 8.2K 94
+18, yetişkin içerik. 18 yaşına yeni giren Eylül, kendi hayatının büyük devrimine ilk adımı atarak İstanbul'a üniversite okumak için gelir. Ancak bir...
1.4M 3.2K 4
KİTAP OLACAĞI İÇİN YAYIMDAN KALDIRILMIŞTIR! Hayalet yazar olan Winona; tutkulu hikâyelerini, ünlü bir yazarın isminin ardına saklanarak insanlara ula...
424K 3.9K 8
BAKTIKÇA KAYBOLUYORUM.GÜN GEÇTİKÇE SİLİNİYORUM.YARDIM ET GÖZLERİNDEKİ KARANLIKTA BOĞULUYORUM. SİSLİ BİR GECE GİBİ , SONSUZ BİR GİRDAP GİBİ. ÇIĞLIKLA...
6.4K 113 1
İSTİ'KÂF-NEYT&NEYF İmkansızlıkları yaşamak mıdır sevmek, yoksa severken imkansız mıdır yaşayabilmek? Zor mudur gözlere bakarken sevgiyi görmek, yoksa...