Doruk Sinangil

By swedishmafiaa

422K 23K 2K

"Kitaplar başka kitaplardan söz ederler ve her öykü daha önce anlatılmış bir öyküyü anlatır." O sadece Sinan... More

1-Tesadüfler
2-Soğuk rüzgarlar
3-Dolap
4-Ekim
5-Aile işleri
6-Sevgili
7-Yılbaşı
8-Yılbaşı
9-Ayrılıklar
10-Dengeler
11-Tehlike
13 - Azrail
14 - Kafes
15 - Araf
16 - Ring
17 - Biz
18 - Davet
19-Güneş
20-Dans
21-Mutlu yıllar
22-Asansör
23-Ağaçların ardında
24-Gözyaşları
25-Tek varis
26 - Yüzleşme

12-Korku ve Öfke

15.9K 837 34
By swedishmafiaa

Naz

Gece boyunca hastanenin otoparkında Doruk ile yaptığımız konuşmanın etkisini bir türlü üzerimden atamamıştım. Zihnimde o anı tekrar tekrar yaşıyordum resmen.

Bana iyi geliyorsun demişti. Düşündüm, acaba daha önce hiç bu kadar mutlu olmuş muydum? Demek ki sevilmek, birinin sana değer vermesi.. Hepsi böyle şeylerdi. Belki de o yüzden bir daha tekrarlansın ya da tekrarlanmasın, bana sarıldığı o kısa anı ömrüm boyunca unutmayacaktım.

Bacaklarımdaki sızlamaya aldırmadan yorganı açtım ve yavaşça yataktan indim. Terliklerimi ararken yüzümde ister istemez bir gülümseme oluştu. Doruk dün ciddi ciddi hastanedeyken ayakkabılarımı giydirmişti. Çocukken bile böyle muamele gördüğümü hatırlamıyordum. Hem zaten.. çocukluğuma dair pek de bir anım yoktu. Eksik, yarım kalmış bir çocukluktu benimkisi.

Doktorun verdiği kremleri dikkatli bir şekilde bacaklarıma sürdükten sonra etrafımda pervane dönen Zeytin'in kabına biraz mama döktüm. 

Tüm gece uyumamış olmam yetmezmiş gibi karnım da acıkmıştı. Saat sekize yaklaşırken sessizce odanın kapısını açtım ve antrenman alanına doğru ilerledim. Salonda çalışan iki üç kişi vardı ama varlığım onları pek rahatsız etmemişti. Bir süredir burada olduğumdan antrenman yapan herkes alışmıştı bana.

"Doruk burada mı?" dedim danışmada çalışan adamın yanına gittiğimde. Saat daha çok erken olduğundan ortalıkta pek kimse yoktu.

"Yok Naz Hanım. Bir işi varmış, biraz sonra geri döner" dedi adam saygılı bir ifadeyle. Burada çalışanlar Doruk yüzünden bana karşı ürkütücü derecede saygılıydı ve ister istemez garip hissediyordum. 

Gülümseyerek teşekkür ettiğimde duyduğum sesle bir müddet hareketsiz kaldım. 

"Ben varım, olmaz mı?"

Gözlerimi devirerek arkamı döndüm ve sesin sahibine, yani Ekim'e baktım.

"Sabah sabah neden buraya geldin?" dedim düz bir sesle. Yılbaşında Ekim ile geçirdiğim birkaç saat onu daha iyi tanımamı sağlamıştı. Asıl derdinin Doruk'u sinirlendirmek değil de onun dikkatini çekmek olduğunu bildiğimden Ekim'e karşı eskisi kadar katı davranamıyordum. 

Öyle ki katı yürekliliğimden sıyrılıp Doruk ile aralarını düzeltmelerine yardım edeceğime de söz vermiştim. 

"Seni görmek için" dedi çok normalmiş gibi omuz silkerek. Garip bakışlarımı fark etmiş olacak ki hemen ardından "bir kaza geçirmişsin" diye ekledi.

"Evet" dedim şaşkınlığımı gizleyemeden. İyi de nasıl öğrenmişti ki hastaneye gittiğimizi? Gözlerimdeki soruyu anlamış olacak ki ukala bir şekilde gülümsedi.

"Öğrendim işte" dediğinde umursamaz bir şekilde omuz silkti. "Tam olarak ne oldu?"

"Çok önemli değil" dedim nefesimi dışarı vererek. "Üstüme çaydanlık döküldü"

Bir an için gözlerinde endişe kırıntıları fark ettim ama anında eski haline döndü.

"Şimdi nasılsın peki? Doktor ne dedi?"

Gözlerindeki endişeyi her ne kadar gizlemeye çalışsa da sesinden kendini ele vermişti Ekim. Kendimi tutamayıp gülümsedim.

"Biraz canım acıyor ama daha iyiyim. Merak etme"

Cevap vermedi. Ben de sessizliğinden yararlanıp dün çaydanlığı üstüme döktüğüm yere, yani mutfağa doğru yürümeye başladım. Şimdi Doruk gelir de beni Ekim ile görürse yanlış anlayıp sinirlenebilirdi.

Hem kararlıydım, Doruk ile Ekim'in aralarını düzeltmek için elimden geleni yapacaktım. Bu yüzden Doruk'un Ekim ile olan arkadaşlığımdan haberdar olmaması benim için daha iyiydi. Hepsinden öte Doruk dün gözlerimin içine bakıp 'bana iyi geliyorsun' demişti. Gerçekten onu hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum.

Ana salondan çıkıp koridora girdiğimde arkamdaki ayak sesleriyle durakladım. Ciddi ciddi peşimden geliyordu.

"Beni takip mi ediyorsun?" dedim düz bir sesle. Bir şey olmamış gibi yürümeye devam etmiştim.

"Bir şeye ihtiyacın olur belki diye" dediğinde adımlarını sıklaştırıp yanımda yürümeye başladı. Sesinde en ufak bir iğneleme yoktu.

"Teşekkür ederim ama Doruk'un bizi görmesi hoş olmaz. Sinirlenmesi için seni görmesi yeterli. Seninle konuştuğum için bana da kızabilir. E o zaman barışmanız için sana yardım edemem, değil mi?"

O kadar hızlı konuşmuştum ki nefessiz kalmıştım. Ekim'in yüzünde çok ama çok kısa bir an şefkat dolu bir ifade belirdi ama az önce olduğu gibi anında kayboldu.

Cevap vermeyip yanımda yürümeye devam edince ben de pes edip nefesimi dışarı verdim.

"O zaman bana kahvaltı hazırla" dediğimde anlamamış gibi bana baktı.

"Kahvaltı diyorum. Malum bacağımdaki yanıklar hala acıyor. Bir de çay demlersen süper olur. Dün kendimi yaktıktan sonra bir süre çaydanlığa elimi sürmek istemiyorum. Ama çaysız da kahvaltı yapamam. Yani çay demle lütfen. Demler misin? Demlersin değil mi?"

Üst üste kurduğum cümleler onu daha fazla allak bullak etmişti. İfadesi o kadar komikti ki gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve mutfağın kapısını açıp içeri girdim.

"Sen çay demlerken..." dedim dayatma yapmaya devam ederek. Bir yandan da etrafa göz gezdirip kendime yapacak bir şey arıyordum. "Ben de çöpü dışarı çıkarayım."

İtiraz etmesine izin vermeden onu mutfağa doğru iteledim ve atılmayı bekleyen mavi çöp poşetini alıp dışarı çıktım. Aklımda istatistikler kurarak Doruk'un Ekim ile beni birlikte görme ihtimalini düşürmeye çalışıyordum. Çöpü atarken biraz da oyalansam süper olurdu. Danışmadaki çalışan Doruk'un birazdan geleceğini söylemişti çünkü.

Boks okulunun arkasına çıkan büyük demir kapıyı tüm gücümle ittirerek elimdeki poşeti dışarı çıkardım. Temiz havayı ciğerlerime çekerken enerjimin yerine geldiğini hissetmiştim. Üstüne üstlük dünkü o keskin soğuk gitmiş, yerini ılık bir rüzgara bırakmıştı.

Poşeti sürükleyerek patikadan ilerledim ve çöp tenekesinin yanına geldiğimde durdum. Alt tarafı çöpü atıp gidecektim. Nasıl oyalanabilirdim ki burada?

Bir müddet ayağımı yere vurarak bekledim. Üstüne üstlük üşümeye de başlamıştım. Sonunda dayanamayıp poşeti çöp tenekesine atmak için hamle yaptım.

Sonrasında her şey çok hızlı gelişti.

Bir el sert bir şekilde ağzımı kapatırken poşeti tutan parmaklarım gevşedi ve poşet içindekilerle birlikte yere düştü. Kafamda binlerce senaryo dönerken kafamı çevirip elin sahibine bakmaya çalıştım ama izin vermediği yetmezmiş gibi uzun kolunu belime dolayıp hareket etmeme izin vermedi.

Tam çırpınmaya başlamıştım ki ölüm gibi keskin sesiyle fısıldadı : "ölmek istemiyorsan yürü, gidiyoruz"

Kanımın donduğunu hissetmiştim. Muhtemelen itaat etmemi beklediğinden cevabımı beklemeden beni sürüklemeye başladı. Bir şey yapmam gerekiyordu. Doruk birazdan geri dönecekti. İçeride de Ekim vardı. İlla ki yokluğumu fark edeceklerdi. Belki adamın elinden kurtulamazdım ama onu biraz oyalarsam...

Nasıl yaptım bilmiyorum. Kapana kısılmanın verdiği içgüdüyle adamın yüzünü hedef alarak tüm gücümle başımı geri attım. Adam acıyla kollarını gevşettiğinde tek eli otomatik olarak darbemden nasibini alan burnuna gitti. Ben de fırsattan istifade kollarından kurtulup kapıya doğru koştum ve tüm gücümle bağırdım:

"Ekim! Yardım et!"

Sadece birkaç adım atmıştım ki güçlü bir el tek kolumdan kavradı. Ben ne olduğunu anlayamadan yüzüme sert bir tokat indi. Normalde dengemi kaybedip yere düşmeme sebep olacak kadar sert. Fakat normal şartlarda değildik. Direnmek zorundaydım.

Güç bela ayakta kaldığımda adamın burnunun kanadığını fark ettim. Gözlerim tekrardan demir kapıya kaydığında kaçmak için hamle yaptım ama niyetimi çoktan anlamıştı.

"Hiçbir yere gidemezsin küçük sürtük" diye hırladı. Gerçekten.. çok sinirlenmişti ve sanırım artık panik olmaktan ziyade deli gibi korkuyordun.

Doruk'un bana öğrettiği temel boks hareketleri film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken bir şey yapmam gerektiğini biliyordum. Son gücümle kolumu kurtardım ve birkaç adım geri attım. Kapıya ulaşmam için önce bu at hırsızı kılıklı adamı geçmem gerekiyordu. İmkansız olduğunu biliyordum ama biraz daha dayanabilirsem Ekim nerede kaldığımı merak edip bana bakmaya gelebilirdi.

Sağ ayağımı öne attığımda yumruklarımı kaldırıp düz gard aldım. Adam bir müddet anlamaya çalışırmış gibi bana baktı. Yüzündeki öfke yerini şaşkınlığa bırakırken aniden gülmeye başladı.

"Ne yani beni dövecek misin şimdi?" dedi. Gerçekten ben de inanamıyordum yaptığıma. Bir vuruşta beni yere sereceğini ikimiz de biliyorduk.

"Naz, bana mı seslendin? Neredesin?"

Ekim'in sesini duyduğumda ciddi anlamda kalbime ferahlık çöktüğünü hissettim. Önümde iki seçeneğim vardı. Ya bas bas bağırıp bizi görmesini sağlayacaktım ya da... 

Daha düşünürken karar vermiştim ki zaten her şey saniyeler içinde gelişiyordu. Adam tedirgin bir şekilde Ekim'in geldiği tarafa döndüğünde bir anlık boşluğundan faydalanıp yumruğumu yüzüne geçirdim.

Daha önceden böyle bir şey denesem muhtemelen bu küçük ellerimle sinek ısırığı etkisi yaratırdım. Ama bu kez farklıydı. Her şeyin bir tekniği vardı ve Doruk bu tekniğin temelini bana sağlam bir şekilde öğretmişti. Önemli olan iri cüsseli ya da uzun boylu olmak değildi. Önemli olan kendini tanıyıp sahip olduklarını etkili bir şekilde kullanabilmekti.

Adam benden böyle bir hareket beklemiyor olacaktı ki bir anlık yalpaladı. Ben de fırsattan istifade ondan sıyrılıp kapıya doğru koşmaya başladım ve olanca gücümle bağırdım:

"Ekim! Buradayım! Yardım e.."

Ekim benim olduğum tarafa baktığında göz göze geldik. Ama bir şeyler yolunda değildi. Ekim'in gözlerinden görebiliyordum bunu..

"Naz!" diye bağırdığında boynuma yapışan ellerle nefesim kesildi ve durmak zorunda kaldım. Kelimeler boğazımda düğüm düğüm olurken soğuk bir şeyin boğazıma değdiğini hissettim. 

Artık kaçacak yerim kalmamıştı.

Ortama karanlık bir sessizlik çökerken bacaklarımdaki acıyı net bir şekilde hissetmeye başlamıştım. Canım acıyordu. Çaresizlik saniye saniye beni tüketiyor, ömrümden yıllarımı çalıyordu. Nefesim buhar olup havaya karışırken gözlerim Ekim'in gözlerine kilitlendi. En ufak duygu kırıntısı olmayan soğukkanlı bakışlarına.

"Şimdi kızı alıp gideceğim" dedi adam kesin bir sesle. "Sorun çıkarma. Kimseye bir zarar gelmesin"

Boynumdaki bıçağın baskısı titrememi artırırken Ekim cevap vermedi. Adam bu sessizliği olumlu anlamda yorumlarken geri geri yürüyüp beni de beraberinde sürüklemeye başladı. 

Ve o an beklenmedik bir şey oldu.

Ekim sanki her şey normalmiş gibi bize doğru yürümeye başladı.

"Dediğimi duymadın galiba" dedi adam hırlamayı andıran bir sesle. 

Ekim adımlarını yavaşlatıp durduğunda rahat bir şekilde ellerini cebine koydu. "Benim kim olduğumu biliyorsun değil mi?"

Gözlerim kocaman olurken şaşkınlıktan dudaklarımın aralanmasına engel olamadım. Boynumda bıçak varken 'bil bakalım ben kimim?' oynamanın sırası mıydı gerçekten? 

Adam cevap vermedi. Nefes alıp verişi sıklaşmıştı ve sanırım daha da stres olmuştu. Boynumda baskısı artan bıçaktan dolayı adamın duygu değişimini net bir şekilde anlıyordum. Şu an tereddütlüydü. Muhtemelen karşısındakinin Ekim Sinangil olduğunu biliyordu.

"Sinangillerin bu kızla ne alakası var bilmiyorum ama sorunumuz sizinle değil. Karışmayın" dedi adam düz bir sesle. Bir sıcaklık boynumdan göğsüme doğru akarken artık titremiyordum. Donup kalmıştım. Boş bakışlarımı Ekim'e çevirdiğimde yeşil gözlerinin gölgelendiğini gördüm.

Ekim bakışlarını benden ayırıp adama çevirdiğinde hafifçe başını yana yatırdı. "Kıza zarar vermeyeceksin. Çünkü o size lazım. O yüzden şimdi değilse bile birazdan o bıçağı senin elinden alacağım" dediğinde dünyanın en normal şeyini söylermiş gibi ekledi : "Sonra da seni öldüreceğim"

Tüylerim diken diken olurken adamın bıçağı tutan elinin titrediğini fark ettim. Ekim gerçekten kafayı yemişti. Beni öldürtmek istiyordu muhtemelen. Bir de adamı kışkırtmaya çalışıyordu gerizekalı.

Eğer şu durumdan kurtulursam onu öldürmekten beter edecektim. Aptal Ekim.

Gerizekalı.

Özge

Sabah abim eve kadar gelmiş, bugün Naz ile ilgilenmemi rica etmişti. Söylediğine göre dün benden sonra doktora da gitmişler, ilaç falan vermiş. Abimin abarttığını biliyordum, sonuçta çözemediğim bir şekilde Naz'ın üzerine titriyordu ama yine de gidip bir bakmaktan zarar gelmezdi. Bir güncük de olsa okulu ekmek güzeldi. Hem her şey bir yana, sevmiştim Naz'ı. 

Çünkü Elif gibi değildi. Elif'e göre Doruk en çok kendisini seviyordu ve bir kız kardeş olarak onun bu egosu hoşuma gitmiyordu. Tabii ki de abim en çok beni sevecekti.

"Yine ne düşünüyorsun tilki tilki" dedi Doruk boks okulunun kapısından girerken. Beni izlediğini fark etmemiştim. Kendimi toplayıp tüm tatlılığımla gülümsedim.

"Bir şey yok abicim"

"Sen sadece bir şey saklamaya çalıştığında abi dersin bana"

Tekrardan sırıttım ama cevap vermedim. Birlikte ana salona girdiğimizde danışmadaki çocuk gülümseyerek selam verdi.

"Hoşgeldiniz Doruk Bey. Naz Hanım da sizi soruyordu."

"Uyandı demek" dedi Doruk kendi kendine konuşurmuş gibi.

"Evet." dedi çocuk utana sıkıla. Bir şey söylemeye çalışıyordu da çekiniyordu belli ki. Doruk da durumu anlamış olacak ki tek kaşını kaldırıp "seni dinliyorum" diye mırıldandı.

"Ekim Bey geldi. Naz Hanım'ın peşinden o da içeri girdi, sanırım mutfaktalar"

Doruk'un boynundaki kaslar gerilirken tek kelime etmeden ana salondan çıkıp koridora daldı. Onun peşinden koşarken bir yandan da her şeyin yolunda gitmesi için dua ediyordum. 

Mutfağa girdiğimizde masaya dizilmiş kahvaltılıklara ve ocaktaki çaydanlığa baktım. Çaydanlıktaki suyun neredeyse tamamı buharlaşmıştı. 

"İyi de neredeler ki bunlar?" diye mırıldandığımda abimin gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Hızlıca mutfaktan çıktığında ben de el çabukluğuyla olası bir yangın ihtimaline karşı çaydanlığın altını kapattım ve Doruk'un peşinden koştum. Tahmin ettiğim gibi arka tarafa çıkan demir kapı sonuna kadar açıktı.

Bir şeylerin yolunda gitmediği en başından belliydi.

Dışarı çıktığımda gördüğüm manzara kanımı dondurdu. İri cüsseli bir adam Naz'ın boynuna bıçağı dayamıştı ve işin kötüsü bıçağın değdiği yerden akan kan korku filmlerini aratmayacak bir görüntü yaratmıştı. 

Ufak bir çığlık dudaklarımdan dökülürken istemsiz olarak ellerimle ağzımı kapatıp çığlığımı bastırdım. Doruk'un durumu korkunçtu. 

Hayatımda onu bu kadar sinirli gördüğümü hatırlamıyordum. Adam da bizim geldiğimizi görmüş, ne yapacağını şaşırmış gibi bir bize bir de Ekim'e bakıyordu. Bir dakika bir dakika, Ekim'in burada ne işi vardı? Doruk'un sinirlenmesi için tüm koşullar sağlanmış gibiydi. 

"Bırak kızı" dedi Doruk keskin ve bir o kadar ölümcül bir sesle. 

Bir süre sessizlik oldu. Adam etrafına bakınırken pek bir seçeneğinin kalmadığını anlamıştı ; yavaşça bıçağı çekti ve sakin bir şekilde geriye birkaç adım attı. Ardından hızlıca geriye doğru koşmaya başladı. 

İşin kötüsü aynı anda Doruk da adamın peşinden koşmaya başladı. Ellerim kollarım bağlanmıştı sanki, bir şeyler yapmazsam abimin adamı öldüreceğinden adım gibi emindim. Gözlerinde görmüştüm. 

Ekim de Doruk gibi adamın peşinden koşmaya niyetlendi ama asıl şok edici olay o an gerçekleşti. Naz bir hışımla Ekim'in üstüne yürüdü ve bir an bile düşünmeden yüzüne bir yumruk geçirdi. Ekim de bu hareketi beklemediğinden kendisini savunmamış ve yumruğu yüzüne yemişti.

Donmuş bir şekilde onları izlerken abimin peşinden mi koşsam, onları mı ayırsam bilemiyordum. İçinde bulunduğumuz durum korkunç olduğu kadar saçmaydı da.

"Gerizekalı" diye bağırdı Naz. "Ben ölümle burun burunayım sen soyadınla havalara giriyorsun. Canıma kastın mı var anlamıyorum ki"

Ekim gülmeye başladığında Naz'ın saldırılarını durdurmaya çalıştı ama Naz'ın sakinleşmeye niyeti yoktu. Sert bir şekilde Ekim'i ittiğinde az daha yere düşüyordu ama Naz bir türlü sakinleşecek gibi değildi.

"Öldürecektin beni gerizekalı" dediğinde sesinin çatallaşmasından ağlamaya başladığını anlamıştım. İyi de Ekim ne yapmıştı ki? Cidden çıldıracaktım.

Ekim dikkatli bir şekilde Naz'ın boynundaki yaraya bakarken yavaşça kulağına eğilip bir şey söyledi. Ne dediğini duyamadım ama Naz'ın titremesinin azaldığını fark ettim. Acaba birbirlerini tanıyorlar mıydı?

Kafamdaki saçma soruları bir kenara bırakıp "Naz!" diye bağırdım. "Abim adamı öldürecek."

Naz panik olmuş bir şekilde Ekim'den uzaklaştığında ne demek istediğimi çok net bir şekilde anlamıştı.

"Evet, benim de birazdan yapacağım şey bu" dedi Ekim bu gibi bir sesle ve bana döndü. "Özge sen Naz ile ilgilen"

Gözlerim kocaman olurken cırlamaya başladım : "Saçmalama gerizekalı. Hem sana ne oluyor, abimi anlarım da"

Ekim cevap vermedi, onun yerine sessizce bakışlarını Naz'a çevirdi. Gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir şey vardı. Ekim'in ukalalığı ile çelişen yumuşak ve sıcak bir duygu. Tam olarak anlayamıyordum ama bir tahmin yapmam gerekseydi 'şefkat' derdim. Evet, Ekim'in Naz'a bakışlarında saklı kalmış bir şefkat vardı.

Derin bir nefes alıp Naz'a baktım.

"Naz.. Lütfen bir şeyler yap" dediğimde daha cümlemi bitirmeden Naz koşmaya başlamıştı bile.  

Sonuçta abimi durdurabilecek tek kişinin kendisi olduğunun bir şekilde de olsa farkındaydı.

Ekim, Naz'ın kulağına ne söyledi?

Naz, Doruk'u nasıl sakinleştirecek?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Multimedia Doruk :)



Continue Reading

You'll Also Like

SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

623K 48.8K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
3.5M 216K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
113K 5.6K 19
İnsanların çoğunluğunu gıcık eden şey ebeveynlerin çocuklarının hayatlarına burunlarını soklarıydı. Avbanu'da bu durumdan gıcık alan insanlardan biri...
ZEVAHİR By Çiğdem

General Fiction

3.8M 203K 81
"Lütfen... Hayır," dedim adımlarım geri geri giderken. Buradan uzaklaşmalıydım. Silahtan, bağlı adamdan, karşımdaki gözü dönmüş adamdan... Hepsinden...