UNUTULMUŞ KUŞLAR GÖĞÜ

By KubraKb

191K 21.3K 22.9K

Evera Alfen. Ya da yalnızca Era. Ölümün soğuk nefesini ensemde hissedene dek etraftaki herkes kadar sıradan... More

Unutulmuş Kuşlar Göğü - TANITIM -
1: Kuşları Hatırla
2: Acını Unutma
3: Arkana Bakma
4 : Asla Güvenme
5: Görünmez Ol
6: Güçlü Kal
7: Asla Vazgeçme
8: Sonsuzluğa Dokun
9: Terk Et
10: Karanlığa Sığın
11: Gökyüzüne Başkaldır
12: Kanatlarını Aç
13: Kalbine Uçmayı Öğret
14: Yeniden Başla
15: Yanlışa Kapılma
16: Işıkları Kapatma
17: Savaşmayı Öğren
18: Canın Yandığında Canlarını Acıt
19: Bir Sır Fısılda
21: Kanatları Kana Bulama
22: Şüpheni Öldürme
23: GÖĞE BAK
24: İhanete İtaat Et
25: Acıya Esir
26: Susma
27: İsyanın Nefesi
28: Ateşi Yak
29: Yeniden Doğ
30: Haykırışlar
31: Tehlikeli Kaçışlar
32: Zehirli Planlar
33: Ay Işığına Bir Adım Kala
34: Cesaret Meydanı
35: Elmas
36: Gücün Uyanışı
37: Yarım Kalanlar
38: Sırlar ve Acılar
39: Yüzleşme
40: Ölüme Bir Nefes

20: Korkuna Tutsak Olma

4.7K 618 407
By KubraKb



20: Korkuna Tutsak Olma

Adımlarım bastığım kuru dalların çatırdamasına sebep olurken sanki soluğumu tutmuştum.

Birazdan yapacağım şey bütün hayatımı değiştirecekti.

Bir adım daha, sonra bir tane daha... Adımlarım birbiri ardına süregelirken Rans'ı takip ediyordum. Az evvel iyi sayılabilecek bir antrenmandan çıktığımız için ikimiz de hala terli ve nefes nefeseydik. Fakat üzerimizdeki ağırlık bundan değildi, hissettiğim yıkılmışlık Rans'ın bana söylediği son cümleler yüzündendi.

Yuvamın beni ne kadar canice öldürmek istediklerini, o geceyi bana yeniden hatırlatmıştı. Bir yabancının, daha kötüsü bana vahşi olduğu öğretilen bir adamın benim canımın acısı için endişeleniyor olması ve güvendiğim insanların beni yüz üstü bırakmış olması...

Bu gerçekle ne kadar yaşayabilirdim bilmiyordum.

"Geldik. Büyükbabam içeridedir, geç hadi."

Rans bana hızlı bir bakış attıktan sonra kulübenin kapısına sertçe tıklattı. Yessey'in bu saatlerde bazen ormanın içine gittiğini bilsem de bir yanım onun içeride olduğunu hissediyordu.

Gerçeklerin gömdüğüm yerde kıpırdandıklarını hissediyordum.

"Geldim!"

İhtiyarın güç bela duyulan sesi kulağıma iliştiğinde parmaklarımı birbirine kenetleyip yutkundum. Çok vakit geçmeden kilit gıcırdadı, ardından kulübenin tahta kapısı geriye doğru açıldı.

Kırışıklıklarla dolu bir çehre karşımda belirdiğinde kalbim aniden atmayı bıraktı.

Yessey ile göz göze geldik.

"Küçük kız?"

Şaşkınca bana bakan gözleriyle buluştu bakışlarım, onu ne çok özlediğimi o an fark edebildim, beni gerçek bir aile şefkati ile saran yaşlı adama doğru kuvvetle çekildiğimi hissettiğim o an adımlarımı durduramadım.

Ona doğru hızla koştum, ihtiyar bana kucağını açtı.

Yessey'le sıkıca sarıldık.

"Sonunda geldin demek!"

Sesinde baharın gelişinin mutluluğuna benzer bir tını vardı, hırıltılı nefesi göğsünü titretiyordu, sırtımı usul usul okşadı. 

"Geldim," dedim ona daha sıkı sarılıp. "Biraz geç kaldım ama geldim."

"Ben de beni unutup gittiğin için sana çok kızgındım!"

Telaşla geri çekilip onun gözlerine baktım. "Unutur muyum hiç? Asla!"

Yessey tatlı tatlı güldüğünde bana takılmak için söylediğini anlasam da bir yanım onu ziyarete daha erken gelmediğim için kendime kızıyordu. Bizi kapı ağzında daha fazla bekletmeden içeri aldı.

"Hadi. Size bir şeyler ikram edeyim, içeri geçin."

Uzun zaman sonra Rans'ın sesini işittim. "Ben girmeyeceğim. Era'nın seninle konuşacağı şeyler var."

Şaşkınca Rans'a döndüğümde her şeyi bu kadar iyi sezebiliyor olması beni bir kez daha hayrete düşürmüştü. Mavi gözleri gözlerime uzun uzun bakarken anlatmadığım her şeyi anlamaya dünden razı gibiydi, başını kararlı bir ifadeyle salladığında dudaklarımda güven dolu bir tebessüm peyda oldu.

"Tamam o zaman," diye fısıldadım ne diyeceğimi bilemeyerek. "Sen beni alırsın."

"Alırım."

Rans büyükbabasına el sallarken dayanamadım ve ona doğru çabuk iki adım attım, ardından ikimiz de daha ne olduğunu anlayamadan ona sarılıverdim. Rans'ın bedeni şaşkınca donakalırken ben hızla ona sarılmış, dudaklarım boynuna değerken titrek bir nefes bırakmıştım.

Bu ona sonsuz güven duyduğum anlardan biriydi, geri dönüp beni alacağını söylüyorsa alacağını biliyordum.

Geri çekildiğimde bir süre aval aval bakıştık, ne diyeceğini bilemediği için yüzündeki tatlı şaşkınlıkla başını kaşıdı. "Gidiyorum?"

Sesindeki kararsız tını kalmasını istersem anlatacağım her şeyi dinlemeye hazır olduğunu gösteriyordu, tebessüm edip onaylarcasına başımı salladım.

Nihayet o geriye dönüp çekip giderken bir süre ardından baktım. Bu sırada Yessey sesinde, gizlemeye çalıştığı ancak benim fark ettiğim bir mutlulukla mırıldanıyordu.

"Şuna bakın, nasıl da kaynıyor kanları..."

Suratıma hafif bir pembeliğin yayıldığından emin olsam da bunu belli etmek istemediğim için uzun sarı saçlarımın yüzümü kapatmasına izin verdim ve Yessey'e bakmadan kulübenin açık kapısından girdim.

"Yoksa hala kahvaltı yapmadın mı?"

Onu oyalamak için gün ışığının içeri pek sızmadığı karanlık kulübeyi inceliyor, bakışlarımı masanın üzerinde gezdiriyordum. Yessey cevap vermeden önce gülse de arzu ettiğim şeyi yaptı ve konuyu değiştirmeme izin verdi.

"Çoktan yaptım! Hatta az önce güzel bir orman yürüyüşünden döndüm."

"Havalar bu aralar soğuyor, kendine dikkat ediyorsun değil mi?"

Samimi bir ilgiyle ona döndüğümde kulübenin tahta kapısını sıkıca kapatmış, kendini yer minderine bıraktıktan sonra sırtını duvara yaslamıştı.

Gözlerimiz birbirine değdiğinde boğazımın kuruduğunu hissettim. Sanki ona anlatmak için geldiğimi, hatta geleceğimi çok öncelerden bilirmiş gibi bakıyordu şu parlak gözleri...

"Boş ver şimdi beni," diye mırıldandı derin bir nefes verip. Ardından karşısındaki mindere eliyle iki kez vurup beni yanına çağırdı. "Gel bakalım. Seni dinleyeyim."

Mutfak tezgahına doğru yönelen adımlarım ilerlemekten vazgeçtiler, masanın üzerindeki bir bardak soğuk suyu diktikten sonra boğazımın kuruluğunun biraz olsun geçmesini umdum ancak nafile, nefesim hala göğsüme güç bela süzülür gibiydi.

Adımlarımın yönünü değiştirip yaşlı adamın karşısına ilerledim ve yavaşça bedenimi yumuşak mindere bıraktım. Yeniden göz göze geldiğimizde Yessey bana güven veren o tebessümüyle bakıyordu.

Kır saçları yer yer dökülmüştü, uzun zamandır tıraş olmadığını gösteren beyaz sakalları iyice uzamış, yüzünü çevrelemişti. Sanki biraz da zayıflamıştı, gittiğimden beri onun kendine pek iyi bakmadığını hissetmeme sebep olan bir görüntüsü vardı.

"Yessey," diye fısıldadım. "Sahiden iyi misin?"

Ben, onu resmen terk etmiştim. Üstelik bana ne çok alıştığını bilmeme, bırakmak istemediği için onunla yaşayabileceğimi teklif etmesine rağmen.

"İyiyim küçük kız," dedi tebessümü hala kaybolmazken. "Seni gördüğüme sevindim."

Kırışıklarla dolu yüzündeki bir çift çukura benzeyen gözleri yüzümün her zerresini inceledi, hafifçe kızarmış yanaklarım, hızlı hızlı nefes alıp verdiğim için büyüyüp küçülen burun deliklerim, heyecandan kuruyan dudaklarım ve gözlerim...

Orada sakladıklarımı bildiğine emin olduğum gözlerim.

"Yessey," dedim bir kez daha. "Buna daha fazla katlanabileceğimi zannetmiyorum. Her gün bununla yaşamak..."

Kulübedeki tek pencerenin perdelerini sıyırmadığı için karanlığa hapsolmuş gibiydik, susup derin bir nefes verdim. O pür dikkat beni dinliyordu, ikimizin nefes alış verişlerinden başka ses duyulmuyordu.

Yutkundum, başımı hafifçe aralık kalan perdenin ardında gördüğüm güneşe, gökyüzüne doğru çevirdim. Çenemi dikleştirdim, göğsümdeki ağırlık anlatacaklarımdan sonra yok olur mu diye uzun uzun düşündüm.

Yessey sadece beni bekledi.

"Bununla yaşamak mı?" diye fısıldadım kirpiklerimi dahi kırpıştırmadan perdenin ardına bakmaya devam ederken. "Belki de yaşayamamak demek daha doğru olacaktır."

"Anlat bana kızım." Sesi yumuşacıktı, hele o son kelimeyi söylerken hafifçe titreyen sesi...

Sanki beni dinleyen babamdı. İhtiyar uzanıp ellerimi tuttu, titreyen dudaklarımı, hızlanan soluklarımı fark etti, ne çok zorlandığımı anladı.

Parmakları parmaklarımı okşarken bana şefkatle bakan sanki babamdı.

"Onları çok özledim," dedim boğazımda korkunç bir yanma hissi baş gösterirken.

Yessey kimi diye sormadı. Ancak ben onun gözlerine dalıp gittim.

"Yuvamı çok özledim," dedim bu itiraf canımı çok acıtırken. Başımı iki yana salladığımda bir damla yaş yanağımdan süzülüp gitti. "Arkadaşlarımı çok özledim. Evimi çok özledim. Babamı çok özledim Yessey."

Dudaklarımı birbirine bastırıp acı bir kabullenişle başımı, tırnaklarımı bastırdığım avuç içlerime doğru eğdim. "Annemi," dedim yutkunamazken. "Annemi bile özledim."

"Kızım..."

"Ama onun beni hiç özlemediğini bilmek canımı daha çok yakıyor."

Yessey beni teselli edecek gibi oldu. "Neden özlemesin?" diye mırıldandı ellerimi okşarken. "Eminim annen-"

"Özlemedi!" dedim sözünü sertçe kesip. Saçlarım yüzümü kapatıyordu, dağınık sarı bukleler beni Yessey'in dikkatli gözlerinden saklıyordu. Onları geriye atıp kendimi açığa çıkarmadım.

Sadece fısıldadım. "Kardeşimin benim yüzümden öldüğünü düşünüyor. O beni suçluyor Yessey. Beni özlemez..."

Yessey'in avuç içlerimi okşayan parmakları duyduklarıyla hareketsiz kaldı. Bense için için ağladım. Birine karşı ilk kez bu kadar dürüst olabilmek kendimden beklemediğim bir hamleydi.

"En çok da onu özledim," dedim bir elimde dudaklarımı kapatıp kırgın sesimi içime hapsetmek isterken. "En çok Zey'i özledim. Onun elimden tutup beni bir yerlere çekiştirmesini, birlikte arka bahçede koştuğumuz günleri, annemden azar işiteceğimizi bilsek de kalan son dilim keki yiyip saklandığımız zamanları..."

Gözyaşlarım ardı ardına akmaya başladı, biri boğazımı sıkıyor gibi hissettim. "Yemin ederim ölmesini istemedim," diye fısıldadım başımı şiddetle iki yana sallarken.

Ve başımı eğdiğim yerden kaldırıp ihtiyarın gözlerine baktım, sanki donakalmıştı. Sıkıca ellerini tutup hızla çarpan kalbime götürdüm.

"Bak! Tüm kalbimle yemin ederim, yemin ederim Yessey! Ben onu çok seviyordum. Ona zarar geleceğini bilseydim o gün hiç oraya götürmezdim."

Hayal kırıklıkları, pişmanlıklar, yaşanmamış bütün güzel günler...

Yarım kalmışlıklar. Kardeşimi sonsuzluğa bıraktığım gün. Hıçkırarak ağlamaya başlarken Yessey'in omzuna başımı yasladım.

"Yemin ederim," diye fısıldadım. "Yemin ederim ben istemedim. Annem bana inanmıyor ama ben onu çok seviyordum. Asla ölmesini istemedim Yessey. O benim hayattaki en büyük varlığımdı, o benim biricik Zey'imdi. Onu herkesten korumak istedim ama yapamadım."

Yessey usul usul saçlarımı okşarken acıyla hıçkırdım. "Kollarımda öldü. Ben onu koruyamadım."

Ölüm. Sevdiğiniz birini kollarınızda ansızın yakalayan, onu sizden koparan ölüm. Bir daha asla gelmeyeceğini bile bile, son kez ona baktığınızı anladığınız o an.

"Ölmeden önce son sözü banaydı," diye fısıldadım kalbim göğüs kafesimde can çekişirken. "Sesi çok titremişti, çok korkmuştu o karanlıkta. Onu yalnız bırakmak istemedim ben... Ben böyle olsun istemedim. Ama gitti. Her şey öyle hızlı oldu ki!"

Hıçkırırken Yessey'e sarıldım. "Zey'i büyütmek yıllardı, onun benden gitmesi sadece bir an."

"Yavrum. Güzel kızım."

Yessey titrek bir sesle kulağıma fısıldayıp saçlarımı okşamaya başlarken boğazımdaki düğüm yutkunmama izin vermiyor, gözyaşları sanki bana nefes aldırmıyordu. Günler, haftalar sonra ilk kez bu kadar saf bir acı hissediyor, ilk kez dile dökebiliyordum.

"Ondan ne istediler Yessey? Ne kadar küçük olduğunu hiç görmediler mi?" Gözyaşlarımı silip Yessey'e baktım. Göğsüm hıçkırıklarla sarsılsa da susamıyordum, derdimi anlatmak için can havliyle soluyordum.

"Ufacıktı," dedim parmaklarım kalbimin sancıyan yerine kapanıp göğsüme baskılarken. "Çok küçüktü. Ölmek için çok küçüktü. Onu benden alırken, canı çok acır diye hiç düşünmediler mi? Ona nasıl kıydılar? Canı çok yanmıştır. Ölürken çok korkmuştur."

Yessey acıyla gözlerini kapattığında karanlığa fısıldadım. "Ben o kahrolası sınırı geçene kadar o tek başına çok korkmuştur..."

Hıçkırıklarım dindi, nefesim düzene girdi, bir süre gözlerim yeniden perdenin ardından görünen gökyüzüne kaydı, kuşları dinledim, ormanın içindeki ağaçlara konmuş binlerce kuşu hissettim, varlıklarını daha erken kabul etseydim belki hiç kaybetmeyeceğim küçük kardeşimi hayal ettim.

"Keşke bir şansım daha olsaydı," diye fısıldadım acıyla. "O zaman onun elini bir saniye bile bırakmazdım. Yanımdan hiç ayırmazdım. Kuşları mı seyredecekti? Beraber seyrederdik. Merak mı ediyordu, ona sıkıca sarılır, her şeyi uzun uzun anlatırdım."

Dudaklarım titredi. "Onu hiç geçiştirmezdim. Ona hiçbir şey sormamamız gerektiğini söylemezdim."

"Era... Dur kızım."

Yessey'i duyamadım. "Bana öğretilen hiçbir şeyi ona öğretmezdim Yessey. Yemin ederim kardeşimin düşlerini öldürmezdim. Her şey gerçekten benim suçummuş gibi geliyor."

Göğe dalan bakışlarımı Yessey'in suratına çevirdim. Sanki anlattıklarım onun da omzuna bir yük gibi binmişti, artık o da daha da çökmüş görünüyordu. Başımı iki yana sallarken, o ellerimi tuttu.

"Ya benim suçumsa?" diye fısıldadım titrek bir sesle. "Ya annem haklıysa?"

Yessey'in nasır tutmuş parmakları uzanıp yüzümü okşadı. "Sen kardeşine isteyerek zarar verecek biri değilsin, evladım. Bunu herkes görebilir."

Kalbimin sıkıştığını hissederken mırıldandım, sesim ürkekti. "Öyleyse annem neden görmedi?"

Kirpiklerimi acıyla kapatıp gözlerimi dünyanın bütün acısına yumdum. "O neden çığlıklarımı duymadı Yessey?"

"Gel hadi, artık ağlama çocuğum."

Yessey omuzlarımı nazikçe tutup başımı dizlerine yasladı, gözlerimi açmadan beni hareket ettirmesine izin verdim, ruhum içimden çekilmiş gibiydi sanki.

Dizlerine yattığımda yaşlı adam sakinleşeyim diye saçlarımı okşamaya başladı. Bense hıçkırıklarımın azalmasını, bana nefes aldırmasını bekliyordum.

Öylece birkaç dakika geçirdik... Nihayet o bana sormasa da, ben yanıtladım.

"Sınırı merak ediyorsun değil mi?"

Sesim bu kez buz gibiydi. Gözlerimi açmadım. Yessey saçlarımı okşadı, bense ona usul usul içimi açtım.

"Yaşadığımız yeri çevreleyen o lanet sınır..." diye fısıldadım. "Uzaklardan geliyorum Yessey. Çok uzaklardan. Her yeri sınırlarla kapalı olan bir topraktan, dışarıdan kimsenin içeri giremediği, içerideki kimsenin dışarı çıkamadığı..."

Dudaklarım titrerken acı fısıltım havaya süzüldü. "Çıkarsa öldüğü..."

"Neler söylüyorsun sen çocuğum?"

Nihayet ihtiyar adam dayanamamıştı, Yessey'in sesinde mani olamadığı bir merak vardı. Böyle bir şeyi ilk kez duyduğunu anlıyordum. Anlıyordum ancak devamını nasıl anlatırdım, onu pek bilemiyordum.

"Duydun," diye yanıtladım.

O hala saçlarımı okşuyor, bense gözlerimi açmadan bunca zaman sakladığım her şeyi bir bir itiraf ediyordum.

"Böyle bir yerde doğdum ben... Adı Yuva'ydı. Bizim için hepsi bundan ibaretti, dışarısı yoktu, gökyüzüne bakıp kuşların nereye gittiğini düşünmek yoktu, sadece o vardı. Onun bize kurduğu hakimiyet, şimdi uzaktan bakabildiğimde aslında sadece esaret..."

Yessey araya girdi. "O kim?"

"İles," diye fısıldadım. "Yüce İles. Öncü İles."

Ufak kulübede bir süre sessizlik oluştu. Onun adını fısıldamak eski masum Evera'yı mutlu edebilecekken şimdiki öfke dolu genç kadını, bedenimi dayanılmaz bir acı ile kasıp kavurdu. İnandırıldığım bütün o yalanları, adına kural dediğimiz mahvolmuş yaşantıyı düşündüm.

"İles," diye tekrar ettim pürüzlü sesimle. "O bizim yücemiz... O topraklarda İles ne derse onu yapardık, sözünün dışına çıkmak intiharla eşti. Yalnızca dışına çıkmak mı? Onu sorgulayamazdık bile."

Başımı yasladığım yerden kaldırdığımda yaşlı adamın saçlarımı okşayan elleri boşlukta kaldı.

Gözlerimi gözlerine çevirip hissiz bir sesle açıkladım.

"Birbirimize İzci'ler diyorduk. Anlatılana göre yıllar önce İles, bizlere, atalarımıza yapılan büyük bir zulümden kaçmış, bizleri kurtarmış. O zamanlar ben yoktum, bunları babamdan defalarca dinledim, kurtuluş sırasında babam küçük bir çocukmuş, hayal meyal hatırladıklarını anlatır dururdu. Sana bundan kırk yıl öncesini anlatıyorum Yessey..."

Yessey'in adeta donakaldığını, anlattıklarımı algılamakta güçlük çektiğini fark ettim.

Kırk yıl. Yalanlara inandırıldığımız koskoca kırk yıl.

"Yani bir tür krallık inşa ettiğinizden mi bahsediyorsun?"

Sorusuyla dudaklarım hafifçe kıvrıldı, keşke bundan ibaret olsaydık.

"Sana alt tarafı iki yüz insanın, bir insana neredeyse taparcasına nasıl bağlandıklarından bahsediyorum," diye fısıldadım. Anlattıklarımı fazlasıyla ürkütücü bulmuş olacak ki Yessey bir ara yutkundu, eliyle şakaklarını ovdu.

Bense son Hürmet Töreni'nde ezberlediğim o konuşmayı fısıldadım.

''Ona acı çektirdiler! Sevdiklerini öldürdüler. Ancak o yılmadı. Vahşiler'den kurtuldu..."

Gözlerimin önüne yuvadaki topluluk, tören için ön sıralara geçmek isteyen insanların suratları geldi. Devam ettim.

"Kaçtı. Ve yanında atalarımızı getirdi. Bu topraklara gelene dek çok bedeller ödedi. İşte bugün onun kurduğu bu Yuva'da huzurla nefes alabiliyorsak, acı ve zulüm bizlerden uzaksa, hepsi Yüce İles'in cesaretinin eseridir."

Anımsadığım insanların arasındaki en belirgin yüz anneme aitti, İles'e delice bağlıydı, yere kapanmıştı, onun önünde hıçkırarak ağlıyordu.

Ona duyduğu sevgi ve minnetle adeta İles için yeniden kendini adıyordu.

Devam ederken sesim buz gibiydi. "Ölü doğabilirdik, doğmadık! Barışa doğduk! Nefrete ve kana değil. Evlatlarımız sevgiye gözlerini açtı! Sınırlarımız İles sayesinde güvende. Hürmet Töreni hepimizin teşekkürüdür.''

"Çocuğum..."

Yessey alçak bir sesle araya girdiğinde beni ürkütmekten kaçınırmış gibi temkinliydi. Uzanıp yeniden ellerimi tuttuğunda teninin ne kadar soğumuş olduğunu fark ettim.

Her şeyi yeniden gözlerimin önüne getirdiğimde benim kanımın donması gibi o da buz kesmişti.

Çünkü ikimiz de söz ettiklerimin hiç normal olmadığını anlamıştık.

"Keşke daha erken anlasaydım," dedim sesim titrerken. "Keşke bu kadar geç kalmasaydım."

"Kendine bu kadar acı çektirme!" İhtiyar şimdi öfkeliydi, kafasının karışmış olduğunu bir yere sabitleyemediği gözlerinden anlıyordum. Bir süre sustuk, düşünmesi, her şeyi tartması için ona zaman verdim.

Topluluğumuzu anlamaya çalışıyordu.

"Yani sen..." diye tereddütle söze girdi. "Sen bunca yıldır dışarıyı hiç görmedin mi?"

"Görmedim," diye fısıldadım. "Burada bir yaşam olduğunu hiç düşünmedim. Belki şimdi kulağa çok aptalca geliyor, belki bana inanman çok güç... Ama bunlar doğrular. Bu benim hayatımdı."

Yessey'e bakan gözlerim dolu doluydu. "Başka bir yaşam olduğunu düşünmeme hiç izin vermediler."

İhtiyar adam giderek daha fazla dehşete kapılıyordu, o zamanlar bizi koruduğunu zannettiğim bu kuralların aslında boynumuza takılmış tasmalardan farksız olduğunu ancak ayırt edebiliyordum.

Zincirlerimiz vardı... Ayaklarımızı değil, düşüncelerimizi zincirlemişlerdi. Ve bir insanın hayallerini ondan aldığınızda geriye başka bir şeyi kalmıyordu. Artık boş bir bedenden ibaretti.

"Anlamak çok zamanımı aldı," diye itiraf ettim. Konuşmakta zorlanıyor, her itirafımdan önce yutkunup boğazımdaki yumru geçsin diye bekliyordum.

"Kabullenmek çok zamanımı aldı Yessey," diye fısıldadım. "Bize Vahşiler öğretildi. Onların bizi beklediği, çıktığımız an bizi öldüreceği, ormanın ilerisinde her şeyin bir katliamdan ibaret olduğu, insanların yalnızca ölümü soluduğu. Yaşam yoktu, merhamet yoktu, sevgi yoktu, insanlık yoktu. Yuva bizi korurdu çünkü sınırlara sahiptik. Bizi bizden daha çok düşünen bir öncümüz vardı..."

Başımı sallarken yeniden dalıp gittim. "İles bizi korurdu. Çünkü o Vahşi'leri tanıyordu, birlikte kaçtığı bir avuç insanla beraber onlardan çok zor kurtulmuştu, dışarı çıktığımızda bizi bekleyen o acımasızları tanıyordu. Dışarıda ise... Onlar vardı."

Gözlerimi Yessey'e çevirdim, pür dikkat beni dinliyordu. "Vahşiler vardı," diye fısıldadım.

Son sözümü tamamlarken dudaklarım titredi. "Siz vardınız Yessey."

Ve bütün iplerin koptuğunu hissettim.

İşittikleriyle Yessey'in bakışları karardı, dudaklarını hafifçe araladı, söze başlayacak oldu. Ancak devam edemedi. Bu kadar korkunç bir şeyin üzerine ne söylenebilir, belki o da bilmiyordu.

Bense bütün doğruları bütün saflığımla ona anlattığım için artık daha hafiflemiş hissediyordum. Bakışlarımı ondan kaçırdım, bir süre parmaklarımla oynadım. Birkaç defa kirpiklerimi kırpıştırdım, sözün sonrasına nasıl devam edebileceğimi düşündüm.

Sonra Yessey aramızdaki uzun sessizliği sevecen sesiyle böldü. "Peki sen... Sen nasıl kaçtın?"

İşte hikayenin en can alıcı kısmına gelmiştik. Sıra o geceye gelmişti, benim bütün bir düzeni yerle bir ettiğim, içimdeki savaşı başlattığım geceye.

Baş kaldırdığım geceye.

"Her şey aniden oldu," diye fısıldadım. Kalp atışlarım hızlanmış, göğsüm hızlı nefeslerle inip kalkmaya başlamıştı. Yessey ona Vahşi olduğunu söylememe rağmen çıtını çıkarmadan beni dinliyordu.

Her şeyi ona anlatmakla ne kadar doğru bir karar verdiğimi yeniden anlıyordum. Buradaki bir başkasına olanlardan bahsetseydim belki de bana yol göstermeyi bırak, devamını dinlemezdi bile.

Oysa Yessey'in düşündüğü o lanet dünyam değildi. Bendim.

Gözlerime bakan gözleri hala sıcacıktı, yaşadığım bütün zorlukların üstesinden nasıl geldiğimi dinlemeye hazırdı. Üşümeye başladığımı, aniden ona biraz daha yanaştığımı fark ettim. Yessey çabucak beni kollarının arasına alıp başımı omzuna yasladı, gözlerimi huzurla kapatıp o korkunç gecenin devamını anlattım.

"Kardeşim kime ait olduğunu bilmediğim bir okla öldürüldü," diye mırıldandım. Sesim duygusuzdu, içimde sakladığım katil ruhu dışarıdan belli etmiyordum.

"Sonra bir şeylerin ters gittiğini anladım. Onlar evlerimize gelip olay hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışıyorlardı. Fakat sanki gözlerimin önüne indirdikleri bir perde kalkmıştı. Annemin kardeşimi değil, Öncü dediğimiz o adamın diyeceklerini hevesle dinlediğini görmüştüm. Kendi canından, kanından olan beni dışlarken, İles'e nasıl saplantılı bir bağlılık duyduğunu ancak o an kendi gözlerimle görünce anlamıştım... Oysa o adamların derdi kardeşim falan değildi! Sınıra nasıl gittiğimizi, oku görüp görmediğimi öğrenmeye çalışıyorlardı. Dertleri ben falan değildim, biliyordum işte! Çirkin bakışlarından anlıyordum."

"Kendini tutamadın değil mi?"

Yessey usul usul saçlarımı okşarken başımı salladım. "Tutamadım... Ağzımdan bir şey kaçırmış olmalıyım ki giderken içlerinden biri bana gizlice dudaklarını kımıldatıp, kaç diye fısıldadı. Sanki o an dünyam durdu. Sorguladığımı anlamışlardı. İnancımın zedelendiğini, suçu onlarda arayacağımı biliyorlardı. Sonra sakladığım oku da alıp o gece evden çıktım, eğer başıma bir şey gelirse bile güvendiğim insanlara her şeyi anlatmak istiyordum."

Yessey, "Bir şey buldun mu?" diye sorarken sesi titrekti. Eğer bulmuş olsaydım bugün sürgün edilmiş olmayacağımı az çok tahmin ediyordu.

Yenilgiyle omuzlarım çöktü. "Bulamadım," dedim hüzünle. "Hiç vakit yoktu. Aniden Yuva'nın Gözcüleri beni aramaya, bütün evleri araştırmaya başladılar. Neler olduğundan kimseye bahsedemedim bile, bugün arkamdan neler söylüyorlar bilmiyorum ancak gerçeklerin saklandığını adım gibi iyi biliyorum."

Başımı Yessey'in omzundan çekip karanlıkta gözlerine baktım. "O gece aileme bile son kez veda edemedim. Evime son kez giremedim, biliyor musun? Sadece herkesi terk ettim."

Yessey acımı kalbinde hissedermiş gibi uzanıp sarı saçlarımı okşadı, nasırlı elleri oradan yanağıma indi, yüzümü avuçladı. Parmaklarında bir ailenin şefkati vardı ancak biliyordum işte...

O benim babam değildi. "Hiç değilse babama olanları anlatmak istemiştim," diye fısıldadım titrekçe. "Ama ben hiçbir şey yapamadım. Sadece kaçtım."

Yessey buz gibi bir sesle mırıldandı. "Çünkü seni öldüreceklerdi."

Yuvamın ihanetini bir başkasından işitmek sanki içimi parçaladı, beni binlerce kez yaraladı, acıyan yaralarımı yeniden kanattı. Tuttuğum soluğu usul usul bıraktım.

"Yaşamam onlar için tehlikeliydi," derken onaylarcasına başımı sallıyordum. "Ya onlara teslim olacaktım ya da baş kaldıracaktım. Kardeşimin ölümünün üzerini kapatacaklarını anladığımda kararımı çoktan vermiştim."

İhtiyara bakan gözlerim alev alevdi. "Ben ilk baş kaldırandım."

Yessey'in dudaklarında ufak bir tebessüm oluştu, fark ettirmese de gurur doluydu. Teslim olmayışım onu mutlu etmişti.

"Sınırlardan çıkılmayacağını tembihleyen o insanlar nasıl olduysa o gece beni ormanın en derinliklerine dek kovaladılar! Sonrasında yaşam olmadığını, adım attığımız an öleceğimizi söylediler ancak beni öldüren kimse yoktu."

Tehlikeli bir sesle ekledim. "Onlardan başka. Yuvamdan başka..."

"Yalan söylediklerini anladın."

"Çok zor oldu Yessey," dedim üşüdüğümü hissedip kollarımla bedenimi sararken. "O gece her şey çok zordu. Kocaman bir dünya vardı ama ben ait olduğum yerden kopmuştum. Hatta... Hatta ben..."

Bir damla yaş yanağımdan süzüldü, fısıldadım. "Hiçbir yere ait olmadığımı o gece anladım. Ben hep kandırılmıştım."

"Gel buraya küçüğüm..." Yessey acımı azaltmak istercesine uzanıp bana sımsıkı sarıldığında ben o gecede takılı kalmış gibi fısıldıyordum.

"Oklar, bıçaklar, canice çığlıklar... Beni öldürmek için her şeyi yaptılar. Bacağımdan yaralandığımda her şeyin bittiğini düşündüm. İşte tam o an! O an ne oldu biliyor musun?"

Yessey'in kulağına fısıldarken sesimde bambaşka bir duygu belirdi.

"Rans geldi," dedim. Kalbim, adını andığım an delice çarpmaya, göğsümde çırpınmaya başladı. Yessey bunu fark etmesin diye kollarının arasından çıkmak zorunda kaldım.

Hafifçe geri çekilip gözlerine baktım, dudaklarım buruk bir tebessümle kıvrıldı. "Rans yaramı gördü. Ama beni orada bırakmadı..."

O gece bana bakan masmavi gözleri anımsadım. "Kurtardı Yessey," diye fısıldadım. "Beni kurtardı."

Yessey de tıpkı benim gibi hafifçe dudaklarını kıvırdığında Rans ile gurur duyduğunu bakışlarından okuyabiliyordum. O geceyi yeniden hatırlamak sanki soluğumu kesmişti, derin derin nefesler aldığımı fark eden yaşlı adam çabucak yanımdan kalktı.

"Sana bir su vereyim. Bekle güzel kızım."

Aksak adımlarla tezgaha ilerleyip benim için temiz bir bardağa su doldurdu. Bense kimsesizliğimi yeniden dile getirişimin acısıyla bir süre onu dalgınca seyrettim. Rans'a minnet doluydum çünkü o gece beni kurtarmasaydı canilere yem olacağımı biliyordum.

Eğer iyileşmeme izin vermeseydi Zey'in intikamını alamadan yitip gideceğimi biliyordum.

"Al bakalım."

Yessey'in bana uzattığı bardağı alıp suyu içtim. Birkaç yudumdan sonra daha iyi hissettiğimde bardağı camın önüne bıraktım, bu sırada ihtiyar adam anlattıklarımı sindirmeye, mantığına oturtmaya çalışıyordu.

"Bunları benden başka kimse anlatmadın değil mi?" diye sordu.

"Hayır," diye mırıldandım. "Yapamadım. Eğer sizin Vahşi olarak öğretildiğinizi söylersem..."

"Sakın!" dedi Yessey. "Ben bir yolunu bulana kadar sakın kimseye anlatma çocuğum. Hiç beklemediğimiz şeyler olabilir. Bu söylediklerin duyulursa burada kıyamet kopacaktır!"

Bunları önceden tahmin ettiğim için uysalca başımı sallarken Yessey sonradan hatırlamış gibi ekledi.

"Rans hariç. Ona her şeyi anlatabilirsin..." Gözlerime baktı, sesi kendinden emin çıkıyordu. "O sana zarar vermez."

Kalp atışım yavaş yavaş düzene girdi, derin bir nefes verip saçlarımı geriye attım. Yaptığım en ufak bir hata işlerin çığırından çıkmasına sebep olabilirdi ve çok dikkatli olmam gereken zamanlardaydım.

"Lukan denen herif iyidir ama insanların söylediklerine çabuk kanar!" diye homurdandı Yessey. Evdekileri düşünüyor, nasıl adım atmamız gerektiğini hesaplıyordu.

"Leya sana zarar vermez ancak baskı uygulanırsa onun da eli kolu bağlanır... Rat. O haylaz oğlan bazen kaba saba konuşur ama kimsenin kötülüğünü istemez, yine de bazen aşırı korumacı olabiliyor. Şimdilik ona da söylememekte fayda var."

"Haklısın," diye mırıldandım.

"Ritan," diye sürdürdü konuşmasını. Bir anlığına sustu. Merakla ona baktım, ihtiyar iyi bir karar vermeye çalışıyor gibiydi.

"Ritan'a da şimdilik bir şey anlatma, bazen sağı solu belli olmuyor. Ne yapacağını kestiremiyorum."

Orada tanıdığım en sessiz ve kendi halinde insan olmasına rağmen Yessey'in sözünün dışına çıkamazdım, belli ki bir bildiği vardı.

"Ayrıca çevrende sana arkadaş gibi yaklaşan kimseye de bunlardan bahsedemezsin!" diye sert bir dille uyardı. "Burası her şeyin bir anda tersine dönebileceği bir yerdir, evladım. Sana zarar vermeleri riskini göze alamayız. Anlattıkların hiç hafif şeyler değiller..."

Ben sessizce dinlerken Yessey kararan bakışlarını pencerenin dışına çevirdi. "Herkesi katil olmakla suçluyorsun."

"Ben," diye araya girecek oldum, yaşlı adam izin vermedi. "Bunu isteyerek yapmadığını biliyorum. Ama insanların göreceği ilk şey bu olacak. Seni anlamak istemeyecekler, bu yüzden şimdiye kadar bir şekilde saklayabilmiş olman büyük bir başarı. Farkında olmadan kendini herkesten korumuşsun."

Gözlerimiz birbirine değdiğinde benim ürkek bakışlarımın aksine, onda şefkatli bir şeyler vardı. Konuşurken sesi gururluydu.

"Ah, Evera... Küçük kızım. Sanki savaşmak için yaratılmışsın. Mücadele etmek için doğmuşsun."

Söylediği belki de iyi bir şeydi, bilmiyordum. Ancak yanıt verecek takatim yoktu. Tek düşündüğüm bundan sonrasının ne olacağı, kaybettiğim yolu nasıl bulacağımdı.

Az sonra Yessey öğrendiği her bilgiyi yerli yerine oturturken odada bir o yana, bir bu yana volta atıyordu.

"Bak!" dedi bir süre sonra. İkimiz de o kasvetli havadan kurtulmuş, neler yapabileceğimi düşünmeye odaklanmıştık. Başımı kaldırıp tepemde dikilen ihtiyar adama baktım.

"Ben tam yetmiş üç yaşındayım!" diye başını salladı. Bakışlarında son derece kararlı bir ifade vardı, kafasında tilkilerin döndüğünü ancak bana belli etmeden bir şekilde düşüncelerini yoluna sokmaya çalıştığını hissedebiliyordum. Beynimi daha çok zorlamamak, kafamı karıştırmadan bu işi çözmek istiyordu.

Başımı sallayıp onu onayladım.

"Yani küçüğüm..." diye alçak bir sesle devam etti. "Bu bahsi geçen kurtuluşu, kırk yıl öncesini gayet iyi hatırlayabilecek kadar sağlamım! O zamanlar bazı garip olayların döndüğünü, kasabamızda birtakım söylentilerin dolaştığını çok iyi hatırlıyorum. Fakat bizim içim bu hiçbir zaman sonuca bağlanmamış bir mesele olarak kalmıştı."

"Nasıl yani?" diye araya girdim. "İles'in bize anlattığı şeyleri sen de hatırlıyor musun?"

Yessey başını iki yana salladı. "Onun söylediklerini hatırlamıyorum çünkü... Çünkü hiçbir şey söylediği gibi olmadı."

Nefesimi tuttum. Yalanlarla büyütüldüğünüzü öğrendiğinizde peşinden gelen hiçbir şeyin size hayal kırıklığı yaşatmayacağını düşünürdünüz ancak işler hiç beklediğim gibi gitmiyordu, yeniden büyük bir sarsıntıya uğradım.

"Sen..." diye fısıldadım. "Sen ne söylüyorsun Yessey?"

"Dinle küçük kızım," dedi heyecanla. Bir yandan beyaz sakalını kaşıyor, bir yandan doğruyu hatırlayabilmek için gözleri karanlık kulübenin her yerinde hızla dolaşıyordu.

"Bir isyan başladığını hatırlıyorum," diye mırıldandı düşünceli bir sesle. "Kulağımıza bu gelirdi. Hiçbir şeyden detaylıca haberimiz olmazdı ancak bazı şeyler vardır, saklanılamaz! İşte bu da öyleydi. Bir grup insanın, kasabalarımızın düzenini sağlayan o zamanki başkana isyan ettiğini, yönetimde söz sahibi olmak istediklerini söylediklerini hatırlıyorum. Etrafta konuşulup dururdu ancak işler kötü bir noktaya gitmeye başlayınca bizlerden de saklar oldular."

"Kötü bir noktaya mı?" diye merakla mırıldandım. "Nasıl?"

"O grubu bastıramadılar," derken Yessey'in sesi tehlikeliydi. "Bunu çok iyi hatırlıyorum. İşler kızıştı. Kasabaların yöneticileri o zaman bizler panik olmayalım diye bunu pek dile getirmezdi, şehre gidip gelenlerden bir şeyler öğrenmeye çalışırdık. Günler, haftalar geçti. Bir süre sonra bu isyan hakkında hiç konuşulmamaya başladı, yönetimde hak sahibi olmak isteyen, huzuru bozan o insanlarla ilgili bir daha konuşulduğunu hiç duymadım."

Yessey sustuğunda düşünüyordum. Söz ettiği tarihi düşününce aklıma gelen tek bir şey vardı...

"Yessey," diye araya girdim. "O zamanlar... Yani kırk yıl önce. Size zulmederler miydi? Ya da buna maruz bırakıldığını duyduğun hiç kimse oldu mu? Ne olur iyi düşün!"

Yessey'in sesi çok netti. "Asla."

Son sözü bir bıçak gibi keskince duyulduğunda sustum. Yaşlı adam çabucak devam etti.

"Söylediğin her şeyi dinledim, küçük kız. Her kelimeni düşündüm, hepsini defalarca tarttım. Zulümden bahsettiğin o anı düşündüm! Fakat yok. Böyle bir şey yaşanmış olamaz. Buna kimse izin vermezdi! Bir hiçbir zaman cani bir toplum olmadık."

Verebilecek bir cevabım yoktu. Yessey o zamanlar genç ve aklı başında bir adam olmalıydı, her şeyin yeterince farkına varabilecek kadar zeki bir insandı.

"Sonra bir şey duyduk," diye mırıldandı gözlerini kısıp. "İsyancıların yanlarına bir grup insan alıp kaçtığını! Fakat bu normal bir kaçış değildi. İstediklerini alamadıkları için öç almayı planlamışlardı. Yalnızca onlar kaçmadılar, yanlarında masum birkaç kişiyi de götürdüler. İşte olaylar buradan sonra patlak verdi!"

Kanım donmuştu. "Kaçırdılar mı?"

Yessey başını salladı. "Genç ve güzel bir kadın vardı, adı Nayala. Onların isyan ettiği başkanın kızıydı. Şehirde babasıyla birlikte yaşardı. Bütün bu olanlarda her şeyden en habersiz ve en masum olan belki de oydu..."

"Yessey!" Dehşete kapılmış halde araya girdim. "Dur! Dur bir dakika! Adı neydi dedin? Nayala mı?"

Yessey kendinden emin bir şekilde başını salladı. "Tehdit edip istediklerini alabilmek için başkanın kızını kaçırdılar. Böylece arzu ettikleri olur, isyan başarılı sonuçlanır zannettiler. Fakat kadın, kendisini kullanmalarına daha fazla katlanamamış olacak ki... Buna izin vermedi. Onlarla kaçmaktansa esir tutulduğu yerde kendi canına kıydı. Bundan aylar sonra haberimiz oldu."

Parmaklarımla dudaklarımı kapattım, sanki birazdan kalbim duracaktı.

Bu, İles'in her Hürmet Töreni'nde bize anlattığı hikayeydi. Fakat işler hiç de onun anlattığı gibi gelişmemişti. Nayala'nın kendilerine hak verdiğini, babasından ve onlara zulmeden kişilerden kaçarak İles'le gönüllü olarak kaçtığı anlatmıştı.

Yolda, onlarla kaçarken öldüğünü anlatmıştı. Fakat Yessey'in anlattıkları bundan bambaşkaydı.

"Onlardan kurtulan birkaç esirden öğrendik ki başkanın kızı olduğu için en çok ona eziyet etmişler. Günlerce aç ve susuz bıraktıkları yetmezmiş gibi ona çok daha fazla acı çektirmişler, babasını tehdit ederek onu nasıl kullanacaklarını anlatmışlar. Zavallı kızcağız, buna daha fazla dayanamamış. Zaten bitap düşen bedenini bileklerinden kesip ölmeye kalkışmış, başarılı da olmuş. Bu acımasız insanlar şehre geri döndüklerinde istediklerini alamasınlar diye aslında kendini feda etmiş..."

Sanki donakalmıştım, bütün bedenim buz kesmişti. "İnanamıyorum," diye fısıldadım şakaklarımı ovalarken. "Bütün bunların böyle geliştiğine inanamıyorum."

"Bu hikayede eksikler var. Benim bile bilmediğim bazı eksikler..."

Hızla başımı salladım. "Öğrenmem gerekiyor Yessey. Anlamam gerekiyor."

Düşünceler zihnimi işgal ediyordu. "Çok saçma!" diye haykırdım. "Her şeyin böyle gelişmesine izin mi vermişler? Yanlarında onca insanı kaçırıp zorla bir toprak parçasına kapatmışlar! Geride kalanlar buna göz mü yummuş?"

Yessey'in gözlerinde bana acıyan bir bakış saklıydı, güç bela fısıldadı. "Gidenlerin hepsi kaçırılmadı, kızım. Bazıları isyancılara destek verenlerdi. Bu savaşın başlamasına göz yumanlardı."

İhtiyarın gözlerine baktım. Söyleyecek bir şey aradım ancak dilim varmıyordu, düşündüğüm şeyi telaffuz etmeye gücüm yoktu.

"Evet," dedi Yessey. Acıydı ama gerçekti, bir an önce bana doğruları anlatmanın derdindeydi. "Belli ki baban... Babanın ailesi de o isyancılardanmış. Onlar zorla kaçırılmadı."

"Hayır," diye fısıldadım. Bunu kabul etmek istemiyordum, bu kadarı çok ağırdı. Daha önce hiç tanımadığım, bana öldüğü söylenen dedem ve büyükannemin katil ruhlu insanlar olduğunu düşünmek istemiyordum.

"Yıllar sonra birileri onlardan söz ederse... Onlara hainler denilir. Katil olan, asıl vahşi olan kendi amaçları uğruna masumları katledenlerdir, Evera."

"Bu doğru olamaz," diye mırıldandım aynı yerde takılı kalmış gibi. Telaşla ayağa kalktım, pencereye koştum. Camı açtım, derin derin nefesler aldım. Yessey ise hala arkamda konuşmaya devam ediyordu.

"Biz onların bir yerlerde ölüp gittiğini düşündük. Peşlerine düştüler mi? İşte bunu bilmiyorum. Öğrenmem gereken çok şey var ancak aradan bunca yıl geçtikten sonra sen... Senin bütün bu anlattıkların. Bir yere sıkışıp kalmanız ve bütün hayatın oradan ibaret olduğunu zannetmeniz."

İhtiyarın sesi buruktu. "Ah, küçüğüm..."

"Annem," diye araya girdim. Ardından dolu dolu olmuş gözlerimle Yessey'e koştum. "Annem Yessey! Düşünebiliyor musun? En çok inananlardan biri annemdi... Hiçbir şey sormaz, sorgulamazdı. Biz..."

Dudaklarım titredi. "Asıl vahşiler bizmişiz. Katil olan bizmişiz."

Yessey hiç istemese de hafifçe başını salladı ve söylediklerimi onayladı. Sanki onun gözlerine baktığım o an kalbime binlerce ok saplandı. Çektiğim acıyı gören adam, zavallı halime acıdı, titreyen ellerimi sıkı sıkı tuttu.

"Bütün bu anlattıkların çok tehlikeli," diye fısıldadı. "Sakın senin onların arasından geldiğini anlamasınlar. Eminim birileri bunca zaman sonra çoktan şüphelenmeye başlamıştır. Burada herkes hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davransa da kokusu çok sonra çıkar. Attığın her adıma çok dikkat et. Bir an evvel bir çaresini bulmalıyız."

"Ne yapacağım?" diye çaresizce sordum. "Ben kayboldum. İnandığım hiçbir şey gerçek değilmiş. Anlatılan hiçbir şey doğru değilmiş. Geride bıraktığım bir ailem var..."

Başımı iki yana sallarken bir damla yaş kayıp gitti. "Orada bir asker gibi eğitilen arkadaşlarım var! Hepsi Yuva'ya çok bağlılar! Belki şimdi karşılarına çıksam gözlerini kırpmadan beni öldürmeye kalkışırlar. Beni dinlemezler bile..."

Yessey söyleyecek bir şey bulamadı. Belli ki o da yıllar önce süregelen bir olayın böyle patlak vermesini beklemiyordu.

Geçmişten çıkıp gelen bu kızı hiç kimse beklemiyordu. Ben bütün düzeni bozmuştum, ben bütün planları alt üst etmiştim. Ne kadar tehlikeli biri olduğumu yeni yeni kavrıyordum.

Belki de kim olduğumu öğrenen ilk kişi beni yok etmek isteyecekti.

"Ben hain değilim," diye mırıldandım. "Ben Vahşi değilim. Ben İzci değilim. Ben katil de değilim, ne buraya aitim, ne o yuvaya! Ben hiçbir şeyim..."

Başımı çaresizce eğdim. "Ben hiç kimseyim."

Sanki birisi cümlelerimi bitirmemi beklermiş gibi kulübenin kapısı bir anda şiddetle sarsıldı. Biri var gücüyle yumrukluyordu.

"Bu kim?" diye korkuyla kapıya baktım. Yessey çabucak beni küçük odaya itip ne olduğunu anlayamadan kapıyı üzerime kapattı.

"Sesini çıkarma. Gelene bakacağım."

Yessey'e ilk emanet edildiğimde kaldığım ufak odaya yeniden hapsolmuştum. Derin bir nefes verip kapıya doğru eğildim. Gelenin kim olduğunu anlamaya çalışıyordum.

"Sen miydin? Geç oğlum."

Daha tam duyamamıştım ki kapım bir anda sertçe açıldı. Karşımda alev alev yanan gözleriyle Rans duruyordu. Yessey aksak adımlarla arkasından gelmiş, torununa söylenmekle meşguldü.

"Ne diye alacaklı gibi kapıyı yumrukluyorsun?"

"Era'yı alacağım."

Rans'ın sözleriyle derin bir nefes verip odadan çıktım. "Bizi korkuttun!"

"Korkutmak istememiştim. Üzgünüm."

Yessey bana kaçamak bir bakış attı, olanları torununa anlatıp anlatmayacağımı merak ediyor olmalıydı.

"Hemen gidecek misiniz?" diye sordu. "Benimle yemek yiyin."

Rans başını iki yana salladı. "Bazı şeyler oldu."

Hareket etmeyi kestim. Kulübenin çıkışına yönelen adımlarım duraksadılar, başımı çevirip Rans'a baktım. Ancak o zaman yüz ifadesindeki gerginliği fark edebildim.

"Ne oldu?" diye sordum gizleyemediğim bir korkuyla.

Rans başını çevirip kapıya doğru baktı. "Birilerinin kasabaya gelip gittiğinden söz ediyorlardı. Hatırlıyor musun?"

Hızla başımı salladım. İhtiyar da soluğunu tutmuş, ikimizi dinliyordu.

Rans'ın çenesi gerildi, boynunda birkaç damar belirginleşti. "Bu sabah Mirsa ve Sallida ile konuştum. Dün onların evine gelenler olmuş."

Dehşetle gözlerimi açtığımda Rans mırıldandı. "Genç bir kızdan bahsetmişler. Kaybolduğunu ve bulmaları gerektiğini... Şu ana kadar gelenlerin kim olduğunu hiç kimse tam olarak bilmiyor, en kısa zamanda öğreneceğim ama tahminlerimiz doğru çıktı..."

Adeta kalbim duracaktı. Rans'ın son cümlesi zihnimde yankılandı. "Seni arıyorlar."

Bayılacakmışım gibi hissediyordum. Yessey telaşla odada tur atmaya başladığında ben bütün düşünme yetimi kaybetmiş gibiydim.

Gelmişlerdi. Sahiden beni almaya gelmişlerdi. Üstelik onca kasaba arasından burada olduğumu bir şekilde anlamışlardı. Hatta öyle çok ilerlemişlerdi ki hemen yanı başımızda olan Mirsa'nın evine kadar uğramışlardı. Giderek yaklaşıyorlardı.

Beni bulacaklardı.

"Eve de gelecekler," diye korkuyla fısıldadım. "Leya ve Lukan'a da soracaklar Rans."

"Bak, onların kim olduğunu bilmiyorum ama-"

"Anlatacağım," diye ağlamaklı bir tonla sözünü kestim. Her şey mahvolmak üzereydi, ellerimi uzun sarı saçlarımın arasından geçirdim. "Anlatacağım Rans. Bugün her şeyi-"

"Sözümü kesme!" diye çıkıştı. Ardından telaşlı halimi fark edip yanıma yaklaştı, ben saç diplerimi acıtırcasına çekerken o nazikçe bileklerimden tutup ellerimi serbest bıraktı.

Sonra genç adam yüzümü avuçlarının arasına aldı. Gözlerime baktı.

"Bana anlatsan da anlatmasan da seni kimseye vermeyeceğim. Onların kim oldukları umurumda bile değil. Beni duydun mu?"

Dolu dolu olan gözlerimle ona baktım. "Rans..."

Mavi gözlerini bir an olsun gözlerimden çekmedi. "Hakkında öğreneceğim hiçbir şey beni senden bir adım öteye itemez. Artık bunu anla, Evera."

Uzanıp başımı göğsüne yasladı, gözlerimi hüzünle kapattım.

Bir yerlerde sevgiyi tatmamış kalbimin sesini işiten mavi gözlü bir Vahşi vardı. Ve o adam ölümün kucağında uyuduğum bir gece yarısı beni oradan çekip almıştı.

Rans yalnızca hayatımı kurtarmamış, benim bir başka hayatın varlığını görmeme sebep olmuştu.

Rans benim kaybettiğim ruhumu bulmuştu.

"Bunu öngörüp zaten herkesi tembihlemiştik. Kimse senin hakkında bir bilgi vermedi. Fakat olur da bir şeyler ters giderse bile yanımda olduğun sürece seni kimse benden alamaz. Buna izin vermem? Duyuyor musun?"

Dudakları yanağıma sürtündü, sesi yumuşacıktı. "Şimdi biraz sakinleş."

Nefesim düzene girdi, içinde bulunduğum korkunç panik hali yavaş yavaş azaldı. Yessey uzaktan ikimizi izliyordu. Anlattığım her şey onun da omuzlarına bir yük gibi binmişti ancak tıpkı Rans gibi o da fazlasıyla cesurdu.

Benden, benim getireceğim felaketlerden belli ki korkmuyorlardı.

Oysa ben bütün bu düzeni alt üst edecek o kızdım, yalanlarla doluydum, uzaklardan gelmiştim ve belki de itiraf ettiklerimle her yeri cehenneme çevirecektim. Dokunanı yakacaktım, insanlar benden korkacaktı, beni suçlayacaktı, ben istenmeyen olacaktım.

Ben göğe baş kaldıran Evera Alfen'dim... Ancak bu iki adam benden asla korkmuyorlardı.

Yessey ben ona bakarken hafifçe tebessüm ettikten sonra sırtını dönüp tezgaha ilerledi.

"Anlaşılan bir süre daha buradasınız. Size en sevdiğim çorbadan yapayım."



-Kübra

Continue Reading

You'll Also Like

172K 7.5K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
3.1K 66 1
❝Umutları öldür, Umutlar öldürür.❞ ❅ ❝Ve eski romanın kötü karakteri; hikâyenin sonunda tüm krallığı ateşe verip, adaletini kendi kanıyla çizmiş.❞ İS...
768K 17.8K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
3.7M 303K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...