19: Bir Sır Fısılda

4.2K 579 505
                                    


Bir dünya hayal ediyordum. Toprağı kapkara olmuş, köklerini yere kazımış ağaç gövdeleriyle sarılı, öyle çok renkli çiçekleri de olmayan... İçinde pek bir farklılık barındırmayan, belki bütün insanların yüzlerinde aynı mutsuzluğu seyrettiğim, kendi kendine dönüp duran ancak doğan güneşin evlerin çatısına aydınlığı düşürmediği bir dünya.

Sınırlarla çevrili bir dünya. Güneşin ısıtmadığı, korkulardan ibaret bir dünya.

Ve bir dünya hayal ediyordum. Orada gökyüzü vardı. Maviyi ilk gördüğüm an başımı göğe kaldırıp kuşları seyrettiğim o andı. Her zaman hevesle gittiğim kayalığın tepesine tünemiş, Zey etrafımda çığlık çığlığa bağırarak bir şarkı söylerken benim elimi yüzüme siper edip güneşin hakimi olduğu gökyüzünü seyrettiğim o an.

Ah, korkuları hapsettiğim, yasaklarla çevirdiğim ürkek kalbimde ilk kez heyecanı hissettiğim o an. Yaşadığım o an, rüzgar sarı saçlarımı uçururken dudağımı ısırıp hevesle gökyüzüne kollarımı açtığım o an.

Maviyi o yaşlarda terk etmiştim. Özgürlüğe ilk kez o kayalığın dibinde öyle çok yakın hissetmiş ve bilmeden son kez onu seyretmiştim. Çünkü o akşam eve döndüğümde heyecanla anneme gökyüzündeki bulutları anlattığımda beni o sert bakışları karşılamıştı.

Ayıplar bir ifadeyle başını sallayıp derin bir nefes vermişti.

"Saçmalama Evera!" demişti sonra yüzüme bile bakmadan yeniden önündeki tabaklara dönerken. "Bulutları izlemek, özgürlüğü hissetmek de neyin nesi? Bunlar ne saçma, ne çocuksu cümleler! Kardeşine yanlış örnek olacaksın. Ona yüce İles'i anlat. Bir abla olarak yapman gereken en doğru şey bu olur. Saygı ve sevgiyi öğrenmek, öğretmek."

Sonra herhalde hüzünlü bakışlarıma dayanamamış olacak ki geriye dönüp bana göz ucuyla bakmış, saçlarıma sıcak bir öpücük bırakmıştı. Ardından o zamanlar boyum çok da uzun olmadığı için elimden tutup benim önüme diz çökmüştü.

"Zey seni çok seviyor," diye fısıldamıştı bana tebessüm ederken. "Ve sen onun ablası olarak artık sorumluluk sahibisin. Senin bazı cümlelerini yanlış anlayabilir çünkü o çok küçük. Ona huzur dolu yuvamızdan bahset. Olur mu bebeğim?"

O gün hiç istemediğim bir şeyi yapmıştım.

Kabullenmiştim.

Nefesim ciğerlerime sığmadı, dudaklarımdan titrek bir soluk kaçtı, çatı katında oturduğum yataktan kalktım. Ellerimle göğsümü tuttum, çocukluğuma döndüğüm o günü kalbimde bulup yok etmek istedim.

O gün annemin bana dayattıklarını keşke kabul etmeseydim. Keşke hiçbir şeyi, o çocuksu sevinci hiç öldürmeseydim. Keşke o günden sonra Zey'e hep İles'i ve yuvayı anlatıp durmasaydım.

Bunun pişmanlığını ancak bugün yaşayabiliyordum. Çünkü o gün anneme söz verdikten sonra ben bir daha hiç maviliklere dalıp gitmemiştim. Maviye bakmış ancak maviyi görmemiştim. Özgürlük, gökyüzü, sonsuzluğa uçan kuşlar... Bunların hepsi saçmalıktı. Evera'ya böyle öğretilmişti ve Evera her fırsatını bulduğunda bunu öğretmişti.

"Era?"

İrkildim ve geriye döndüm. Rans hala aynı yerde kıpırdamadan duruyor, öylece bana bakıyordu.

Rans'ın mavi gözleri beni izliyordu.

Maviye tekrar inanmamı istiyordu. Bana gökyüzünü hatırlattığı yetmezmiş gibi varlığından haberdar olmadığım bir başka maviliği, denizi gösteriyordu. Rans benim bütün pişmanlıklarımı yıkıp atıyordu.

"Gözlerin," dedim bir anlık boşluğa dalarak.

Rans kaşlarını çattı. Kalbimin üzerine bastırdığım parmaklarıma, hafifçe aralık dudaklarıma baktı. Karanlıkta bir süre beni izledi, yatağımın üzerinde otururken tenine düşen ay ışığı onu doğa üstü bir varlıkmış gibi kusursuz gösteriyordu.

UNUTULMUŞ KUŞLAR GÖĞÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin