SINIR |Tamamlandı|

By __Katre__

2.4M 125K 23.3K

Az önce Eylül'ün tuttuğu boşta kalan elini yeşil kalın askeri kemerinin üzerine koyup lafa girdi. " Gel ben... More

1. Bölüm " Karşılaşma"
2. Bölüm " Biz Evleneceğiz "
3. Bölüm " Toprak ve Ben "
4. Bölüm "Sözlüyüz"
5. Bölüm " Uzak Durmalıyım "
6. Bölüm "Hakkını Helal Et"
7. Bölüm "Evlenelim Artık"
8. Bölüm " Ümmetin Hâli "
9. Bölüm " Dinî Nikah "
10. Bölüm" Ben korurum seni "
Filistin'e Yapılan Saldırı 😔
11. Bölüm "Lehmaacun"
12. Bölüm " Araba Kazası"
13. Bölüm " Sadece Sen"
14. Bölüm " Allah'a emanet ol "
Yeni Kitap Kapağı
15. Bölüm "Seni Seviyorum"
WhatsApp Grubuuu
16. Bölüm " Karım o "
17. Bölüm "Bende Seni......"
18. Bölüm "Müsaitsen Evlenir Misin"
19. Bölüm " Vazgeçilmezim"
20. Bölüm " Rüya "
DUYURU
21. Bölüm "Gerçek mi?"
22. Bölüm " Huzur "
23. Bölüm " Pamuk şeker gün"
24. Bölüm "Farklı Hisler?"
25. Bölüm "Kıskanç"
26. Bölüm "Piknik"
27. Bölüm " Özledim"
28. Bölüm "Aşık İki Genç"
29. Bölüm " Efsunkar "
30. Bölüm "Gelecekten Kesit I"
31. Bölüm "Tehlikeli Sular"
32. Bölüm "Kavuşuyoruz"
33.Bölüm"Kimsesizin Kimsesi"
34. Bölüm "Kavuşamadık"
35. Bölüm"Sarılmam Lazım"
36. Bölüm "Sarıl Bana"
37. Bölüm "Eli Elimde"
38. Bölüm " Anayım Ben!"
39. Bölüm "Dildâde"
40. Bölüm "Aksiyon"
41. Bölüm "Arsız Kadın"
42. Bölüm "Biz Biriz"
43. Bölüm "Düğün"
44. Bölüm "Gözyaşı"
45. Bölüm "Uyuyan Kadın"
46. Bölüm "I.Video Kaydı"
47. Bölüm "II. Video Kaydı"
Gelecekten Kesit II.
48. Bölüm"Anne Olacağız"
49. Bölüm "Dildar"
50. Bölüm "Evliyiz"
51. Bölüm "Tanışma"
52. Bölüm"Nazende Sevdiğim"
53. Bölüm "Bi' Yanak"
54. Bölüm "Aden"
56. Bölüm "Geldim"
57. Bölüm "Bu Kalp Seni Unutur Mu?"
58. Bölüm"Yeniden Aşık Ettin"
59. Bölüm "Güzelim"
60. Bölüm "Yıldızlar Kadar"
61. Bölüm "Baba×2"
62. Bölüm "Sen"
63. Bölüm "Güzel Karım"
64. Bölüm "Manyak Çift"
65. Bölüm "Mucize"
66. Bölüm "Mehlikâ"
67. Bölüm "Dört Kişi"
68. Bölüm "Öpücüksedim"
69. Bölüm "Mübrem"
70. Bölüm "FİNAL"

55. Bölüm "Geldin"

17K 1.1K 651
By __Katre__

Şarkı: Aurora| It Happened Quiet♥️

Selamın aleyküm•

Bu bölümü yazarken ne kadar ağladım bilmiyorum. Sonunda mutlu olacağız ama yine de bir burukluk oluyor insanda.

Öncelikle Eylül'ümüzün çok güçlü bir kadın olduğunu söylemek istiyorum. Dimdik ayakta duran güçlü bir anne o.

Artık bıcır bıcır, cadı Eylül yok, Aden'in annesi var karşımızda. Toprak tarafından saçının okşanmasını bekleyen küçük bir kız çocuğu var içinde. Saçları okşanacak o küçük kız çocuğunun.
Ama o vakte kadar dimdik duracak bizim kızımız.

Yorumlarınızı bekliyorum. Onlarla kendimi motive ediyorum. Lütfen çok görmeyin bunu bana. Okunma ve oy arasındaki uçuruma birşey demiyorum bile.

Keyifli okumalar•


Yüzümde gezinen parmaklara açtım gözlerimi. Artık olmaz derken, yaşayamam derken o girmişti hayatıma. Yaşama sebebim olmuş, her sabah uyandığımda onun yüzünü görür olmuştum artık.

Elleri yüzümü turluyor, dudaklarımı büzüştürüyordu. Dudağımın üzerindeki minik parmağını ağzıma alıp acıtmayacak şekilde ısırdım.

O parmağını çekmeye çalışırken poposuna destek olarak göğsüme yatırdım. Elini kurtarıp yüzümle oynamaya devam etti.

Babası kılıklı kızım çenemi ısırmaya bayılıyordu. Minik ağzını açmış yüzüme doğru yaklaşırken üstümden kaldırıp yatağa yatırdım.

"Günaydın fıstığım." diye mırıldandım uykulu sesimle.

Kendi çapında mırıltılar çıkardığında yüzümü göbeğine gömüp kocaman bir öpücük bıraktım.
"Anne göbüşünü yesin." dedim sayısız öpücüklerin arasında. Çenemle gıdıkladığımda hayran olunası gülücükler saçtı. "Valla baban bu tadı kaçırarak kendi kaybediyor."

"Hadi." dedim yanağımı yüzüne yaklaştırarak. "Anneyi öp bakalım." Dediğimi yapıp minik dudaklarını yanağıma bastırdı. Ardından komodinin üzerindeki çerçeveyi alıp onu yaklaştırdım.

"Babaya da bir öpücük." dediğimde "Baba baba" diye mırıldanarak küçük parmaklarıyla çerçeveyi alıp bir öpücük de babasının yanağına bıraktı.

Yatakta doğrulup sırtımı yatak başlığına yasladım.
"Günaydın sevgilim." dedim ben de sevgilimin fotoğrafına bir öpücük kondurup.

Artık evde koşturamıyorduk onunla. Beni kızdırıp kaçamıyordu. Kapıdan saklanarak güldüğünü göremiyordum. Kimse beni kucağında taşımıyordu.

Ondan sonra hiçbir sabaha 'Günaydın güzelim' kelimelerinin ardından bir öpücük alarak uyanmamıştım. Ben kahvaltı hazırladığımda sen yoruldun diyerek masayı toplayan bir Toprak'ım yoktu artık.

Bir görseydi ya şu halimi. Ne kadar yorulduğuma bir baksaydı ya. Kalır mıydı hiç? Yanıma gelmeden durur muydu?

Gözümden akan yaşı düşmeden tutan adam, gözümde yaş kalmadığını bilse kalır mıydı beni kolları arasına almadan?

Titrek bir soluk verip çerçeveyi geri yerine bıraktım ve Aden'i kucağıma aldım.
O açlıktan "Meme!" diye haykırarak yakamı yırtmaya çalışırken dağılan saçlarımı yukarıda bir topuz yaptım.

"Gel bakalım anne seni doyursun." diyerek belinden tutup kucağıma yatırdım. Bir kolum başını desteklerken tişörtümün ucunu sıyırıp emzirmeye başladım.

O emerken gözlerim yüzünü tarıyordu. Babasına o kadar benziyordu ki onun yüzüne her baktığımda Toprak'ın suratı geliyordu aklıma. Siyah saçları, kahverengi gözleri, dudakları, burnu bana hep onu hatırlatıyordu.

Karnı doyup oynamaya başladığında göğsümü kapatarak kucağıma oturttum.
"Hadi kalkalım, bugün Pazar. Amcalar, dayılar, dedeler gelecek." dedim her kelimenin sonunu uzatıp sesimi incelterek.
Yanağından öpüp ayağa kalktım. Bir elini tuttum ve mutfağa doğru adımladık.

Yengem benim 9 aylıkken yürümeye başladığımı söylerdi. Kızım da 11. ayında adım atmaya başlamıştı.

Şimdi 15. ayında paytak paytak yürüyordu. Belki babasına da çekmişti. O da belki erken yürümüştü. Ama bunu sorabileceğim kimsem yoktu çevremde. Ne kimsem vardı ne o vardı. Bir kızımız vardı ondan bana kalan bir de anılarımız.

Mutfağa girdiğimde onu mama masasına oturtup kahvaltılık birşeyler hazırlamaya başladım. Canım birşey istemiyordu. Zaten hiç hevesle kahvaltı hazırlamazdım kendime. Bebeğim için yiyordum ne yersem. Sütümün kesilmesini istemiyordum. Kızım için sağlıklı besleniyordum.

Onun olmadığı zamanlarda canım hiçbir şey yemek istemiyordu ki. Hiçbir şey yapmıyordum başlarda. Onsuz ayrılmıştım bu şehirden. Yine onsuz dönmüştüm. Yaşadıklarım sanki bir rüya gibi geliyordu. Bunun rüya olmadığını kanıtlayan en büyük şey ise Toprak'la benim bebeğimizdi. Sevdiğim adamdan taşıdığım bir parçaydı o.

İlk zamanlar öyle sancılı geçmişti ki yaşadığımı bile hissetmiyordum sanki.

O gün, onu son kez gördüğüm, son kez başımı göğsüne yasladığım gündü. Çırpınışlarımdan başka birşey hatırlamıyordum.

Bilincim o an kapanmıştı. Ara ara uyanıp tanıdık olmayan simalar gördüğümü hatırlamıyorum. Herşeyin rüya olduğunu düşünüyordum o melankolik halimle.

Sonra bir odada gözlerimi açmıştım. Çok tanıdık bir odaydı burası. Hastane odasıydı. İçeriye girenleri görür görmez gözlerim arkalara kaymıştı. Toprak'ı beklemiştim ama gelmemişti. Benim o olmadan Ankara'da ne işim vardı ki.

Sonra herşeyin rüya olduğundan şüphelenip elimi karnıma atmıştım. Ama buradaydı işte. Bebeğim yanımdaydı. Bir tek Toprak yoktu.

Sonradan öğrenmiştim herşeyi. Günlerdir uyutulduğumu, görev yerinden apar topar getirildiğimi, Toprak'ın naaşının ben uyurken kaldırıldığını.

İnkar etmiştim, yalan söylediklerini bile düşünmüştüm. Çünkü onun öldüğüne inanmıyordum.

Sonra bir gün onlar gelmişti yanıma. Bora, Esma, Gizem, Rüzgar, Yiğit ve Yiğit'in eşi. O gün neler olduğunu yalvar yakar sormuştum. Hepsi üzgündü. Hepsi yıkılmış gibiydi ama Rüzgar'da başka birşeyler vardı. Hâlâ her gelişinde gördüğüm o ifade mahcubiyet miydi yoksa başka birşey mi bilmiyorum.

O gün... Toprak'ın naaşının götürüldüğü arabanın bombalandığını söylemişti. Arabadaki askerlerin de şehit olduğunu, Toprak'ı tanınmaz bir halde olduğu için aileden kimseye göstermediklerinden bahsetmişti.

Yalandı...

Adım gibi emindim. Ölü bir askerin taşındığı aracın bombalanmasında hiçbir anlam yoktu bir kere. Yada neden göstermemişlerdi onu kimseye son kez. Ben neden günlerce uyutulmuştum da Toprak'ın cenazesinin ertesi günü uyanıyordum.

Tüm bunlar yalandı. O yaşıyordu ama elimde hiçbir iz yoktu. Gelmiyordu bana. Bulmuyordu beni. Ben evimizde bekliyordum onu. Dimdik ayaktaydım. Kızımızı büyütüyordum ama o hâlâ bana gelmiyordu.

Hep daldığım, çözüm aradığım bu düşüncelerden Aden'in sesi ile uyandım.

Birkaç kahvaltılığı masaya dizip kendime çay doldurdum. Eline verdiğim oyuncağı kemirmeye çalışan kızıma bir bakış atıp kırdığım yumurtayı da masaya bıraktım.

Aden için de biraz çorba ısıtmıştım. Sabah, öğle, akşam çorba içirsem hiç itiraz etmiyordu. Bu yönden çok şanslıydım. Tabi yemek yerken asla elinden bırakmadığı birşey vardı. Onsuz ağzını açmıyordu. Ne zaman önüne yemek koysam "Baba." diye sızlanarak telefonumu istiyordu. Toprak'la benim videomuzu açıp eline verdiğimde ise kahkahalarla gülerek yemeğini yiyordu. Onun dışında teknolojik aletlerden uzak tutmaya çalışıyordum.

Bir kendi lokmamı atıp bir onun yemeğini yedirerek kahvaltı faslını da sorunsuz halletmiştim.

Onu masasından indirip mutfağı toplamaya başladım. Salona girdiğimde yine her yer dağılmıştı.

"Kızım heryeri dağıtmışsın ama." diye isyan ettim. Ayağımın dibine gelip çıplak bacağıma vurarak kucağıma çıkmaya çalıştığında bir koluma onu alıp bana anlatmaya çalıştığı şeylerle salonu toparladım.

Sonra Toprak' la benim odamı toplayıp en son Aden'in odasına girdim.
Ona temiz çamaşırlar hazırlayıp yatağının üzerine bıraktım.

"Kızım bıcı bıcı mı yapacakmış? Mis gibi mi olacakmış?" diye zıplatarak banyoya getirdim.

Biraz oynatarak yaptırdığım banyonun ardından havlusunu sarıp odasına götürdüm.
Üzerini tertemiz giydirip babasının saçları gibi simsiyah olan saçlarını iki yandan bağladım. Azıcık saçı vardı ama iki yandan bağlayınca çok tatlı oluyordu.

Aden'i giydirdikten sonra ben de giyindim. Bugün Pazar günüydü ben dükkana gitmiyordum ve bizimkilerin hepsi tek tek ziyarete geliyordu.

İlk zamanlarında yıkılmış bir şekilde hiçbir şey yapmadan yaşamaya çalışsam da sonra başta Erva olmak üzere benim aklımı başıma getirdikleri için hem kendime hem de karnımdaki bebeğe iyi bakmaya çalışmıştım.

Kendi mesleğim çok yorucu olduğu için onu yapmıyordum. Muhsin dedemin dükkanını yeniden açmıştım. Kitap ve kırtasiye ürünleri vardı dükkanda. Aslında çalışmasam da Toprak'ın maaşı ve Muhsin dededen kalanlarla geçinebilirdim ama tüm gün evde olmam demek kesinlikle delirmem demekti.

Zil çaldığında Aden heyecanla gülmeye başladı. Peşimden birkaç kez düşerek de olsa kapıya geldi.
Yengem, amcam, Melih, Bahar ve Ali hepsi gelmişti.

Ben yengeme ve Bahar'a sarılırken Melih hepsini yararak içeriye daldı.
"Dayısının gülü." diye futbolcu edasıyla dizlerini yere attığında Aden hızla ona adımlamaya başladı. Açtığı kollarının arasına girerken "Meyi!" diye bağırmayı da ihmal etmemişti.

Melih ona ismiyle değil dayı diye hitap etmesini içeren nutuklarını dizerek içeriye geçerken biz de diğerleriyle peşinden ilerledik.

Her hafta yaptığımız gibi çay içerek Aden ve Melih'in kapışmalarını izledik. Kısa da olsa beni güldürmek için farklı farklı yolları denedikleri bir gün daha geçirdik onlarla.

Çok kalmadan kalktıklarında odadan Aden'in ağlama sesi geldi. Yine Melih'in omzunda uyuyakalmıştı.

Beşiğinden kucağıma aldığımda başını hemen boynuma yasladı. Yeni uyandığında o kadar tatlı oluyordu ki.
Salondaki koltuğa oturup kucağıma yatırdım. Ben onu emzirirken telefonumun melodisi duyuldu.
Koltuğun üzerine bıraktığım telefonu alıp ekrana baktım. Barış arıyordu.

"Alo." diyerek karşıyı dinledim. Sesini duyduğumda gülümsememe engel olamadım.

" Evet evet evdeyim." dedim bir yandan da Aden'in saçını okşarken.

"Gelin canım tabi."

"Allah'a emanet ol." diyerek telefonu kapatıp tekrar koltuğun üzerine bıraktım.

"Doydu mu kız karnın." dedim minik burnunu sıkarak. Elimi tutup emmeye çalıştığında geri çekerek kucağımda oturur pozisyona getirdim. Göğsümü kapatıp koltuk altlarından tutarak dizlerimde ayağa kaldırdım.

Biraz onunla oynadıktan sonra mutfağa giderek birşeyler hazırlamaya başladım. Her geldiklerinde elleri dolu geliyorlardı zaten. Benim hiçbir şey yapmama izin vermiyorlardı. Ama bugün kızımın izin verdiğince bir ıslak kek bir de kısır yaptım.

Yanına koymak için bisküvi falan vardı. Daha fazla birşey yapamadan kapı çaldı. Kapıyı açtığımda hızla kollarını bana sardı. Ben de gülerek kollarımı beline doladım.

"Hoşgeldiniz." dedim Hülya'nın kolları arasından ayrıldığımda.
"Hoşbulduk yenge." diye karışıklık verdi Barış.

Bu zor günlerde hep yanımda olmuştu. Artık onu Toprak'ın arkadaşı olarak değil kardeş olarak görüyordum.
Hülya ise onun çok sevdiği karısıydı. Barış kendiyle birlikte bir kardeş daha kazandırmıştı bana.

Elindeki bir dolu poşeti kapının girişine bırakıp "Aden nerede?" diye sordu.
Her geldiklerinde bir sürü şey alıp geliyorlardı. Aden'i şımartan çoktu.

Sürekli arayıp ihtiyacım olup olmadığını soruyordu. Sık sık uğrayıp bizi kontrol ediyorlardı. Toprak'ın gerçek bir dostu olduğunu her seferinde kanıtlıyordu.

Benim aldıkları şeylere söyleneceğimi anladığında sorduğu soruyu es geçip hızla salona geçti.

Aden'le büyük buluşmalarının sesi gelirken biz de Hülya ile mutfağa geçtik.

Yaptığım şeylerden yiyerek bir süre sohbet ettik. Ardından onları salonda bırakıp kahve yapmak için mutfağa geçtim.

Peşimden gelen Hülya gülerek eliyle arkasını gösterdi. "Barış' la atçılık oynuyorlar."

Ben de güldüm. Buruk bir gülümsemeydi bu. Ama bir buçuk yıldır buna o kadar alışmışlardı ki artık yadırgamıyorlardı. Hele Hülya eski beni hiç görmemişti.

Kaldırım çizgilerine basmamaya çalışarak yürüyen Eylül'ü tanımıyordu o. O sadece kızını yalnız başına doğurmuş şimdi de ona bakmaya çalışan arada sırada tebessüm eden kadını tanıyordu.

Eylül müydü bu bilmiyorum? Sadece bedeni Eylül'ü andırıyordu. Ruhu o günde kalmıştı. Sevdiğinin nabzının durduğunu gördüğü günde kalmıştı. Onun hayatta olduğunu hissettiği hâlde bulamadığı günlerde kalmıştı bir bir.

İçimdeki yangını dışarı yansıtmak istemedim. Tebessüm ettim hafifçe.
"Çok iyi bir baba olacak."

"Öyle." dedi gözleri gülerken. Benim yanımda pek de bu konuları konuşmak istemiyordu.

"Minik nasıl? Yoruyor mu anneyi?" diyerek elimi çıkık karnına yasladım.

Heyecanla bir nefes aldı. "Ay hemde nasıl yoruyor. Gece gece canı karpuz çeker mi bir insanın. Çekti valla." diyerek elini karnına yasladı.

"Kaldırdım ben de Barış'ı gitti aldı. Sonuçta bir tek benim çocuğum değil." dedi kıkırdayarak.
"Arada hâlâ bulanıyorum ama çok değil Allah'tan." diye derin bir nefes aldı.

Hayır... Ağlamanın sırası değil şimdi.
Hayır... Herkes gidinceye kadar dayanmam gerekiyor.

"Tatlı telaşlar bunlar. Yakında daha rahatlarsın." diyerek arkamı döndüm. Dolan gözlerimi saklamam gerekiyordu. Ocağa koyduğum cezvenin altını yaktım.

Ben de aşermiştim o günlerde. Toprak yoktu yanımda. İlk tekmesini attığında da yoktu. Tek başımaydım, Toprak için video çekiyordum o gün.

İlk adımını attığında yoktu. Melih görmüştü onu. Her aşı olduğunda Deniz'in omzunda uyuyakalır mesela, babasının değil.

Hamileliğimde Deniz ve Melih hep çevremdeydi. Aşerdiğimde birkaç kez Melih'e söylesem de daha sonra utanmıştım.

Babası olsa çirkef çirkef herşeyi isterdim. Ama ikisi de evli barklı olmalarına rağmen hep yanımda olmaya çalışıyordu ve ben kendimi istemsizce yük olarak görmeye başlıyordum.

Utanıyordum sürekli birşey istemeye. İstemsizce çekiniyordum. Eskiden Melih'e çemkiren o kız kalmamıştı ki.

Bir gün Erva ben ve Deniz otururken televizyonda bir reklam çıkmıştı. Normal market reklamlarından biriydi. Ama erik vardı işte... Öyle canım çekmişti ki evde de yoktu.

Yerimde kıpırdansam da gece gece gidip alamayacağımı biliyordum. Sonra Deniz kalkıp dışarı çıkmıştı. Bir işinin olduğunu söylemişti bize.

Bir süre sonra elinde iki poşet erikle gelmişti. Yolda görüp aldığını söylemişti ama ben benim canımın çektiğini fark ettiğini anlamıştım.

En büyük destekçilerimdi onlar.

Kahveleri yaptığımda tepsiye koyup içeriye girdik. İkisinin kahvelerini verip yerime oturdum. Aden kucağıma çıktığında başını göğsüme yaslayıp minik kollarını sardı bana. Ani bir sessizlik çöktü ortama.

Yine geliyordu aynı soru. Ve ardından verilecek aynı cevap.
" Haber..." dedim yüzümü Barış'a çevirerek. Sesim fısıltıdan farksızdı. Yutkunup devam ettim. "...Var mı?"

Omzu düştü her zamanki gibi. Ardından başını iki yana salladı bakışlarını kaçırarak. "Yok." diye mırıldandı. Sesi her zamanki gibi kısık çıkmıştı. Hiçbir zaman yüksek sesle vermezdi bu cevabı.

Buruk bir gülümsemeyle başımı sallayıp kucağımda oturan kızıma çevirdim bakışlarımı. Ellerimi yüzünün iki yanına koyup yanaklarını okşadım. Onu göğsüme çekip başımı başına yasladım. Babasına benzeyen kokusunu doya doya içime çektim.

O andan sonra kimse konuşmadı. Herkes farklı birşey düşünüyordu.
Belki Hülya benim deli olduğumu düşünüyordu. Barış acıyordu belki. Bilmiyorum.

Barış dizlerini sıvazlayarak ayağa kalktığında "Nereye?" diye sordum hızla. "Denizler gelir şimdi oturun."

"Kalkalım Eylül." dedi Barış. "Hem biraz işimiz var." diye ekledi.

Hülya da onu onayladığında ne kadar ısrar etsem de kalktılar.
Ana kız kalmıştık yine. Bir de babamızın fotoğrafı vardı elimizde.

Erva ve Deniz ile nerdeyse her gün görüşüyordum zaten. Erva en büyük destekçim olmuştu. Deniz ise kızımın amcası olsa da baba sevgisini ona da gösteriyordu.

Daha kendi oğlunu yeni kucağına almışken diğer koluna da benim kızım kurulmuştu. Nasıl baba olunur öğrenmeye vakit bulamadan iki bebeğe birden yetmeye çalışmıştı.

Kızımın aşı takvimini benden iyi takip ederler mesela. Erva hemen kapımda biter. Deniz bir kucağında oğlu, diğer kucağında kızımla gezerken hiç gocunmaz. Aden her aşıdan sonra ağlayarak Deniz'in omzunda uyur mesela. Erva ve beni gidip Deniz'e şikayet eder. Onunla oynamaya bayılır.

Hava kararmaya başladığında mutfağa geçip yemek yapmaya koyuldum. Yemekleri bitirip salatayı yaptıktan sonra odaya geçtim.

Heryerde Toprak vardı. Tüm duvarlar onun ve benim fotoğraflarımızla doluydu.
Tüm eşyaları yerli yerindeydi. Birlikte yerleştirdiğimiz hiçbir şeyin yerini değiştirmemiştim. Kokusunun sindiği çamaşırları yıkamamıştım.

Onu kaybettikten sonra kokusunu da yitirmeyi göze alamamıştım.

Kendime bir hırka alıp salona geçtim. Aden ile birlikte uzun süre oyun oynadık. Çalan zil sesi ile ikimiz de yerimizden fırlayarak kapıya ilerledik.
Onun Emir'i ve Deniz'i benim ise Erva'm gelmişti.

Kapıyı açtığımda bağırarak kucağımdan Deniz'in kucağına geçti.
"Selamın aleyküm." dedi ikisi bir ağızdan.

"Aleyküm selam." diyerek Erva'ya sarıldım. Deniz kucağındaki minikleri öperek salona geçti.
Erva ile ben de peşinden girdik salona.

Deniz girer girmez koltuğa geçmek yerine iki miniği de alıp yerdeki oyuncaklarla oynamaya koyulmuştu.
Bir süre onları izleyip hallerine güldük.
Elimi Erva'nın omzuna koyup
"Sofrayı kuralım mı?" diye sordum.

" Evet ya acıktım." diyerek benden önce mutfağa girdi.

Gün içinde neler yaptığımızı birbirimize anlatarak sofrayı kurduk. Artık sohbetlerimizde daha az kahkaha vardı. Daha çok gerçek daha çok sessizlik vardı.

"Sofra hazır." diye seslendim içeriye.
Birkaç dakika sonra Deniz omuzunda Emir, kucağında Aden ile girdi mutfağın kapısından. Bu hallerine gülerek kucağından çocukları aldık.

Ben Aden'e Erva ise Emir' e birşeyler yedirmeye çalışıyorduk. Erva ılıttığı çorbadan bir kaşık alıp Emir'in ağzına uzattığında başını geriye çekerek ağzını kapattı.
"Baba." diye mızmızlanarak kollarını Deniz'e doğru uzattı.

Bakışlarımı kaçırıp çorbaya batırdığım minik ekmeği Aden'in ağzına verdim.
Emir'den gördüğü gibi o da mızmızlandığında biraz daha ısrar ettim.

Tekrar geri çekildiğinde sabırla eline ekmek verip kendinin yemesi için heveslendirmeye çalıştım. Dudakları büzüldü. Gözleri dolduğunda Emir'e bakıp tekrar bana döndü.

"Baba." dedi benden babasını ister gibi. Ellerim titrerken bıkkınlıkla ekmeği masaya bıraktım. Yanaklarımın içini dişleyip kendimi tutmaya çalıştım.

"Gel teyzecim." dedi Erva hemen.
"Ben yedireyim sana."

Aden'i koltuk altlarından tutarak kucağına oturttu. O andan sonra sessizlikte yemeğimizi bitirip sofrayı topladık. Deniz çocukları içeri götürürken biz de bulaşığı halledip çay suyu koyarak salona geçtik.

İkimiz ikili koltuğa oturduğumuzda Deniz ağrıyan belini tutarak yerden kalktı. "Sizi sıpalar. Belim koptu." dedi yalancı bir kızgınlıkla.

Biz ona gülerken Emir ağlamaya başladı. Onlara döndüğümüzde ayıcığın bir kolundan Aden, bacağından da Emir tutmuş çekiştiriyordu.

Tam o sırada Aden oyuncağı bıraktığı için Emir yumuşakça poposunun üstüne düştü. Hızla ayağa kalkıp Aden'e bir bakış atarak Deniz'in kucağına çıktı.

"Baba." dedi boynuna sarılarak. İşaret parmağını Aden'e uzatıp onu şikayet etti. "Aden..."

Aden 'hıh' diyerek arkasını döndüğünde bana geldiğini sanıp kollarımı açsam da yalpalayarak yatak odasına girdi.
Hepimiz şaşkınca ne yapacağını beklerken salonun kapısında göründü.

Minik ellerinde sıkı sıkıya tuttuğu bir çerçeve vardı.
Gözlerim o andan dolmaya başlarken boğazıma koca bir yumru oturdu.

Kalbim... Kalbimi çok hoyrat kullanıyordum artık. Bir saniyede kırıyordum onu, yerden yere vuruyordum.

Eylül yaprak döküyordu. Toprak yapraklarını kabul etmiyordu.

Oradan oraya savruluyordu yaprakları. Toprak görmüyordu.

Deniz'in önüne gelip dikildi. Kucağındaki Emir'e ters bir bakış atarak çerçeveyi göğsünden ayırdı.

"Babam." dedi minik parmaklarıyla yüzünü okşarken. Minik dudaklarını büzüp kocaman iki öpücük kondurdu fotoğrafına. Yüreğim yandı. Nefesim kesildi.

Ardından fotoğrafı Emir'e doğru çevirerek minik parmağıyla onu gösterdi. Babasına şikayet etti kızım.

"Annem." dedim boğazıma oturan yumrunun izin verdiği kadar. Sesim titriyordu. Ayağa kalkıp yanına gittim. İki dizimi yere koyarak yere oturdum. "Kızım." diyerek dudaklarımı dişledim. Babasına benzeyen yüzünü okşadım.

Daha fazla konuşamadım. Kucağıma çektim onu. Ağlamamak için direnirken sıkı sıkıya sarıldım.

Kucağımdan kalkmaya çalıştığında kollarımı serbest bıraktım.
Deniz bir elini saçından geçirip sertçe karıştırdı. "Gelin bakalım siz." dedi diğer koluna Aden'i alırken. Sesi titremişti. İkisini de alıp salondan çıktı.

Onlar çıkar çıkmaz Erva'nın kolları belimi buldu. Sıkı sıkıya sarıldı bana. Kollarımı ona sarıp hıçkırarak ağladım. Dakikalarca hiç konuşmadan ağladım.

Hıçkırıklarım sessiz iç çekişlere döndüğünde Erva kollarını belimden çekip yüzüme götürdü. Hiçbir şey diyemiyordu artık. Bir buçuk yıldır söylenecek herşey söylenmişti. Artık ne teselli cümlesi kalmıştı, ne umut.

Yüzümdeki yaşları silip ayağa kalktı. Bir süre sonra elinde bir bardak su ile gelip elime tutuşturdu.
Titreyen ellerimle suyu alıp bir yudum içtim. Bardağı elimden alıp sehpanın üzerine bıraktı. Kollarımdan tutarak koltuğa oturmamı sağladı.
Hemen yanıma oturup ellerini belime sardı ve başını omzuma yasladı.

Ne kadar süre öyle kaldık bilmiyorum salonun kapısı tıklatıldığında ikimizin de bakışları oraya döndü.
"Gel Deniz." diye mırıldandı Erva halsiz bir sesle.
Deniz kapıdan başımı uzatıp Emir'i gösterdi çenesiyle. "Annesi... Acıkmış sanırım." diye mırıldandı sessizce.

Erva ayağa kalkıp Emir'i aldığında Deniz Aden'le tekrar çıktı salondan. Erva tekrar yanıma oturup göğsünü açarak Emir'i emzirmeye başladı. Ben ne kadar utansam da o bu konularda daha rahattı. "Burada kalacağım." dedi bakışlarını Emir'den çekip bana yönelterek.

" Ne?"

" Bugün burada kalacağım. Seni bu halde bırakamam."

"Olmaz Erva. Yeterince bana vakit ayırıyorsunuz zaten. Biraz da birbirinize ayırın."

"Eylül sen-"

"Benim halimde birşey yok Erva. Alıştım ben. Sadece arada oluyor işte böyle. Gidin biraz vakit geçirin. İkiniz de çok yoruluyorsunuz zaten. Lütfen." dedim elini tutarak.

Omuzları kabullenişle çöktüğünde
"Tamam." diye mırıldandı.

O Emir'i emzirdikten sonra bir süre daha oturmuşlardı. İkisi de iyi olduğumdan emin olduktan sonra kalkmışlardı. Eminim binadan çıkar çıkmaz ağlayacaktı Erva. Kaç kez görmüştüm benim yanımda kendini tutup da çıkar çıkmaz Deniz'e sarılıp ağladığını.

Derin bir iç çekip bakışlarımı melül melül bakan kızıma çevirdim.
"Uyuma vakti." dedim Aden'in yanaklarını sıkarak.

Üzerini değiştirip yanıma alarak kendi odama geçtim.
Kendim için de tişört ve şorttan oluşan pijamamı çıkartıp yatağın üzerine bıraktım.
Evdeyken sütyen takmıyordum. Malûm obur bir kızım vardı ve böyle daha rahat oluyordum.

Pijamamı giyip Aden'i kucağıma aldım. Pikeyi kaldırıp yatırdım ve yanına uzandım.

O bir yandan emip bir yandan yüzümle oynarken ben saçlarını okşayarak ninni söylüyordum.

"Bebeğin beşiği çamdan. Yuvarlandı düştü damdan. Beybabası geldi şamdan. Nenni nenni... Nenni yavrum. Nenni nenni... Nenni kuzum." En sevdiği ninniydi bu. Uysalca dinliyordu hep.

Bir süre sonra dudakları durdu. Göğsümün üzerindeki eli yanına düştü. Gülümseyerek alnına bir öpücük kondurdum. Onu uyandırmamaya çalışarak doğruldum ve göğsümü kapattım.

Dualarını ederek başına bir öpücük kondurdum. Bazen beşiğinde uyuyordu ama gece kalkmaya üşendiğim için genelde yanımda yatırıyordum.

Minik ellerini ellerimin arasına alıp koklayarak öptüm. Üzerini sıkıca örtüp salona geçtim.
Masanın üzerine bıraktığım telefonu alıp ön kamerayı açtım ve video kaydını başlattım.

"Toprak." dedim sanki gerçekten karşımdaymış gibi.

"Bugün bir sürü misafirimiz vardı. İlk önce amcamlar geldi."
Güler gibi bir ses çıkardım.

"Merak etme kızın babası gibi Melih'i çıldırtıyor. Ama çok da seviyor. Bugün bir tokat attı Melih'e görmen lazımdı." diye kıkırdayarak elimi yumruk yapıp dudaklarıma bastırdım.

"Ay dur böyle oturamadım." diyerek ayağa kalktım. Telefonu koltuğun sırt kısmına yaslayıp ben koltuğun önünde diz çöktüm. Dirseğimi oturma yerine yaslayıp yüzümü avuç içime koydum.

"Ondan sonra Barış ve Hülya geldi. Bak kızımıza ne getirmişler." diyerek ayağa kalktım. Barış'ın bugün Aden'e 'Bu senin babana çok benziyor.' diye gösterdiği ayıcığı elime alıp geri döndüm. Kahverengi küçük bir ayıcıktı ama üzerinde asker forması vardı. Başında da bordo bir şapka vardı.

Kapıdan girer girmez ayıcığı elimde sallayarak kahkahalara boğuldum.
O şuan beni göremese bile sonuçta Toprak'a konuşuyordum. Toprak'la konuşuyordum.
Uzayan saçımı geriye atıp tekrar koltuğun önünde diz çöktüm.

"Bak çok tatlı değil mi? Valla Barış bugün Aden'e 'Bu ayı babana çok benziyor' dedi. Gelince görüşürsün onunla artık."

Gülmekten yaşaran gözlerime elimle yelpaze yapıp ellerimi önümde koltuğun üzerinde birleştirdim.

"Bir görsen nasıl tatlılar. Barış gözünü ayırmıyor Hülya' dan. Hani sen de ben hastalanınca öyle olurdun ya. Gözünün önünden ayırmazdın. Sürekli sarılırdın, öperdin."

Kıkırdayarak dolan gözlerimi itelemeye, onları saklamaya çalıştım. Burnumu çekip omuzlarıma düşen saçlarımı geriye attım.
"Hülya hamile ya ikisi de nasıl heyecanlı. Barış ve Hülya çok iyi anne baba olacaklar. "

Düşünür gibi gözlerimi etrafta gezdirdim.
"Sonra Deniz ve Erva geldi. Her gün anlatıyorum onları sana zaten biliyorsun. Bugün de ilk önce yemek yedik. Sonra biraz oturduk. Emir ve Aden Deniz' i yaşlandırdı valla."
dedim sol gözümden düşen bir damlanın aksine gülerek.

"Sonra biz oturuyorduk işte. Emir ve Aden birden kavga etmeye başladı. Emir yere düşünce hemen Deniz'in kucağına çıktı."

Gözümden tutamadığım bir damla daha süzüldü. Ardı ardına yenileri eklendi.
" 'Baba' diyerek Aden'i şikayet etti. Sonra bir baktık kızımız koşarak bizim odamıza girdi. Elinde senin fotoğrafın geri geldi."

Bir hıçkırık firar etti boğazımdan. Dudaklarımı dişledim.

"Parmaklarını fotoğrafında gezdirip yüzünü okşadı, öpücük kondurdu fotoğrafına. Sonra bir 'baba' dedi. Şuram çok acıdı Toprak." diyerek elimi göğsüme yasladım.

Gözlerimi silsem de yerine yenisi ekleniyordu. Kollarımı koltuğa koyarak başımı üstüne yasladım. Hıçkırıklarımın dinmesini bekleyip başımı kaldırdım. Birkaç saniye ekrana sadece bakmakla yetindim.

"Şimdi uyuyor, merak etme onun yanında ağlamıyorum. Neyse... Öyle işte bugün de böyle bitti."

Bir süre ekrana baktım. Sanki onun yüzünü izliyordum.
"Seni seviyorum. Çok çok çok öpüyorum. Allah'a emanet ol sevgilim." diyerek bir öpücük attım. El sallayarak videoyu durdurdum.

Diğer tüm işlerimi halledip odama geçtim. Toprak'ın belime dolanan kollarını düşünerek bir güne daha kapattım gözlerimi.

* * *

Yakamın çekiştirilmesi ve yüzüme atılan minik tokatlar sıyırdı uykunun kollarından. Elini yanaklarıma koyup küçük küçük öpüyordu arada.
"Anne meme." diye mızmızlanmaları doluyordu arada kulağıma.

Daha fazla dayanamayıp gözlerimi açtım. Kısık ve uyku mahmuru gözlerimin ardından minik suratına baktım.

Kısa saçları birbirine girmiş iyice dağılmıştı. Minik burnu kızarmıştı. Gözleri yeni uykudan uyandığını belli edercesine şişmişti. Hele o tombul yanakları, kıpkırmızıydı. Tam ısırmalık bir hali vardı. Dudaklarını büzüp duruyor değişik sesler çıkartıyordu.

"Günaydın kızım!" diye şakıdım tatlı bir dille.
Bana dilinin döndüğünce karşılık verdi. Oturur pozisyona geçip onu da kucağıma oturttum.

Dizlerimde zıplatıp oynatmaya çalışsam da aç ayı oynamıyordu.
"Obur kızım." dedim yanaklarını sulu sulu öpüp.

Komodinin üzerinden tokamı alıp saçlarımı topladım. Göğsümü açıp koluma yatırdım. O hemen emmeye başladığında gülümseyip odada gezdirdim gözlerimi.

Toprak'ın fotoğrafına çarptı gözlerim. Tebessüm ettim ona bakarak.

"Aa!" dedim bakışlarımı hızla kızıma çevirerek. "Isırma kız cadı!"

Benim yalancı kızgınlığıma bakıp çığlık çığlığa bir kahkaha patlattı.
"Sıpa." diyerek poposuna vurdum hafifçe. Onunla birlikte ayağa kalkıp kucağımda zıplatarak salona geçtim.

O sırada zil çalınca Aden'i oyun alanına bırakıp koridora çıktım. Kapı dürbününden baktığımda bina yöneticisini gördüm.

Koca bir iç çekip vestiyerden feracemi aldım. Başörtümü de taktıktan sonra bıkkınca kapıyı açtım.

Fazla muhatap olmak istemiyordum bu adamla. Sinirlerimi geriyordu. Bir kez hiç olmayacak bir şey teklif etmişti bana. Kocamın öldüğünü söylemişti. Bana seve seve sahip çıkarmış pislik herif.

Benim kimsenin sahip çıkmasına ihtiyacım yoktu. Allah'tan başka kimseye muhtaç değildim ben.

Onun bu teklifini bizimkiler duysaydı eğer, önce en yakından Deniz gelip kırardı ağzını burnunu. Sonra Melih elini yüzünü dümdüz ederdi onun tabiriyle. Sonra Barış el atardı. Adamın can sağlığı için söylememiştim kimseye.

"Buyrun?" dedim soğuk bir dille.

"Aidatı ödememişsiniz. Dün son gündü."

Aylarca geciktirenler bile olsa bir sorun olmazken benim bir gün geciktirmemle kapımda bitiyordu adam.

"Aklımdan çıkmış." dedim bıkkınca.
"Bugün hallederim."

Başını sallayarak sessiz kaldı. Tam kapıyı kapatacağım sırada ayağını koyup engelledi.
"Daha önce de söylemiştim." dedi iğrenç bir ifadeyle. "Teklifim hâlâ geçerli. Bu genç yaşta dul kalmışsın. Sana da çocuğuna da sahip çıkarım."

"Dul kalmışım?" dedim başımı eğip kaşlarımı kaldırarak.
Kafasını salladı.

"Sahip çıkacaksın?" dedim aynı ifadeyle.

"Kesinlikle." diye karşılık verdi.

"Teklifin geçerli?"

"Bu güzelliğinle her şekilde kabulümsün." dediğinde sinirle bir soluk aldım.

"Bekle biraz." dedim işaret parmağımı kaldırıp. Keyifle gülümseyip başını salladı. Kapıyı kapatıp önce salona geçip Aden'i kontrol ettim. Ayıcığını ayağında uyutmaya çalışıyordu.

"Sen akıllı akıllı otur annem. Ben birini dövüp geliyorum." dedikten sonra mutfağa geçtim.

Elime oklavayı alıp koridora çıktım tekrar. Kapıyı açtığımda istifini bozmadan bekliyordu.

Oklavayı yavaşça arkamdan çıkardığımda kaşları çatıldı. Kaldırıp bir tane geçirdim. "Lan!" diye bağırdım aynı anda. "Köpek miyim ben, sahip çıkıyorsun sen?"

Adam ne olduğunu anlayamadan kaçmaya çalıştığında hızla bacaklarına vurdum. "Teklifi geçerliymiş. İte bak!"

O oklavayı yakalamaya çalışırken bir kaç kez de karnına vurdum.
"Sizin gibiler yüzünden kadınlar dışarı çıkamıyor. Pislik herifler."

Geri çekilip elimi yumruk şeklinde iki yanıma koydum. Yerdeki adama bakıp soluklanmaya çalışırken bana dul dediği geldi aklıma.

"Sen Toprak'a öldü mü dedin?" diye cırladım. Duvardan tutunarak ayağa kalkmaya çalışırken bir çelme takıp tekrar yere düşürdüm.
"Bir de adam diyorsunuz kendinize. Erkek olmakla adam olunmuyor. İnsan ol insan." diye soluk soluğa söylenip kapıya doğru ilerledim.

Kapatmadan önce "Umarım teklifinden vaz geçmişsindir. Yoksa üç kişi daha var dayak atmak için bekleyen." diyerek kapıyı sertçe kapattım.

Kapının önünde soluklanıp feracemi ve başörtümü çıkardım. Saçımı başımı düzeltip salona geçtim.

Tebessüm etmeye çalıştım.
"Uyudu mu kızım?" dedim ayıcığın üzerini örten Aden'e bakıp.

"Şşş." dedi büzdüğü dudaklarına işaret parmağını kapatıp.

"Tamam." dedim fısıltıyla. Onu kucağıma alıp mutfağa geçtim. Heves bırakmamıştı adam. Hiç kahvaltı hazırlayasım yoktu.

"Kızım." dedim Aden'in yanağına bir öpücük kondurup. "Anne kız kahvaltı yapmaya gidelim mi?"

"Gidelim gidelim." dedim onu zıplatarak. Onu yere bırakıp ellerimi havaya kaldırdım.

"Kırmızı balık gölde." dedim sesimi kalınlaştırarak. "Kıvrıla kıvrıla yüzüyor." diyerek bir adım attım.

Önümden kahkahalarla kaçarken ben arkasından koşmaya başladım.
"Kırmızı balık kaç kaç. Kırmızı balık kaç kaç kaç."

"Anne!" diyerek bir çığlık attı.
"Delme." dedi ardından. Gelme diyordu ama dili dönmüyordu.

Odaya kadar onu kovalayıp sonra öpüp koklayarak üzerini giydirdim. Ben de giyindikten sonra çantamı ve Aden'in çantasını aldım.

Aden'i koltuğuna oturtup şoför koltuğuna geçtim. Ehliyet de almıştım bu dönemde. Toprak'ın arabasını kullanıyordum.

İlk durağımız sıla-i rahim idi kızımla. Ailemizi görmeye gidiyorduk. Farklıydı bizim aile ziyaretimiz el öpemiyorduk ama topraklarını suluyorduk biz de.

Taşlı yolda paytak paytak yürüyen kızımın elini tutmuş yavaş yavaş ilerliyordum. Geldiğimizde bakışlarım mermerde yazan isme kaydı.
Yiğit babam ve Sude annemin mezarıydı burası. Oğullarını getiremiyordum ama gelinleri ve torunları sık sık geliyordu onlara.

"Anne, baba biz geldik." dedim iki mezarın tam ortasına geçip. Diz çöküp topraklarında elimi gezdirdim. Ellerimi semaya kaldırıp dualarını ettim. Aden yanımda olduğu için burada Yasin okuyamıyordum. Ama evde o uyurken okuyordum.

Elimi yüzüme sürdükten sonra tam karşımda benim gibi diz çökmüş ellerini diz kapaklarına kapatıp bana merakla bakan kızıma çevirdim bakışlarımı.

"Aç elini hadi fıstığım." dedim bir yandan göstererek. Minik avuçlarını büküp benim gibi semaya kaldırdı.

"Hıh şimdi Allah de bakalım." dedim ellerinin altından elimle destek olurken.

"Ayah." gibi bir ses çıkardı kendi dilinde. Tebessüm ettim.

"Şimdi yüzüne sür." dediğimde gösterdiğim gibi ellerini yüzüne sürdü.
Elini geri indirdiğinde taktir bekler gibi baktı yüzüme.

"Aferin akıllı kızıma." dedim kucağıma çekip. Son olarak mezarlarındaki çiçekleri sulayıp veda ederek oradan ayrıldım.

Küçük adımlarla anne ve babamın mezarına geçtim. "Annem." dedim titreyen sesimle. Aden hemen başını kaldırıp bana baktı. Gülümseyip bir sorun olmadığını anlamasını sağladım.
"Babam." diye fısıldadım. Eğilip ikisinin de toprağında gezdirdim ellerimi.

"Biz geldik." diyerek Aden'in beline koydum elimi. Karşıma geçip hep yaptığı gibi çömeldi. Ben ellerimi açtığımda benim söylememi beklemeden ellerini açtı. Ben dua ederken dudaklarını kıpırdatmaya başladı.

"Ayah." dedi elini yüzüne sürerken. Ben de elimi yüzüme sürüp biraz sohbet ettim anne babamla. Onların da topraklarını sulayıp kızımın elini tutarak dedemin mezarına geçtim.

İşte bu daha zordu. Çocukken gördüğüm anne babamı özlüyordum elbette. Ama dedemin hasreti bir başkaydı.

"Dede." diye yıkılır gibi oturdum mezarının yanına. "Biz geldik. Torununu getirdim sana."

"Toprak gelemedi yine. Yakında gelecek ama merak etme." diyerek toprağında gezdirdim ellerimi.

"Biraz yoruldum biliyor musun dede." dedim dudaklarımın titremesine engel olamadan. "Yanımda olsan da bana yol gösterseydin keşke."

Ağlayacağımı anladığımda bir süre sessiz kaldım. "Gel kızım." dedim Aden'e elimi uzatıp.

Mezarın kenarında dikilmiş benim ona gösterdiğim gibi koparmadan çiçekleri okşuyordu. Elimi tutup karşımda diz çöktü. Aynı şekilde dua edip toprağı suladık. Etraftaki birkaç yabani otu da temizledikten altıncı aile üyemize doğru yol aldık.

Kalbim de aklım da aksini iddia etse de ayaklarım her seferinde beni buraya getiriyordu. Şehitliğe...

Arabayı durdurduktan sonra Aden'i kucağıma alıp öyle yürüdüm. Yavaşça indirdim kucağımdan geldiğimizde. Yanımda durup işaret parmağımı tuttu.

Toprak Arslan...

Benim Toprak'ım. Sevgilim. Ailem. Kızımın babası. Kocam...

Konuşamadım bir süre. Buraya geldiğimde konuşamıyordum doğru düzgün. Biliyordum burada değildi. Ama yine de geliyordum işte.

"Anne." diye bana döndü Aden. Birkaç adımda mezar taşına gidip fotoğrafın üstüne elini koydu.

"Baba. Öp." dedi tatlı tatlı. Parmağını gezdirdi fotoğrafta. Derin ve titrek bir soluk verip yanına ilerledim.

Diz çöküp toprakta elimi gezdirdim.
"Seni çok özledim." dedim fısıltıdan farksız. "Burada değilsin. Neredesin sevgilim?"

Fotoğrafını okşadım. Başımı yukarı kaldırıp gözlerimi kırpıştırdım. Elimi açıp duamı okudum. Aden de duasını ettikten sonra ayağa kalktım.
"Bay bay de babaya." dedim kucağıma alıp.

Elini kaldırıp salladı. "Bay bay." dedikten sonra küçük bir öpücük attı.

Eğdim başımı yere. Akıttım tüm gözyaşlarımı içime. Tutup boynuma yasladım başını kızımın.

Yirmili yaşlarımda kucağımda bebeğimle altı mezar gezmek ağır geliyordu. Kırıyordu tüm kolumu kanadımı.

Sonra kızım geliyordu. Şimdi yaptığı gibi koyuyordu ellerini yüzüme. Eğdiğim başımı kaldırıyordu.
Küçük bir öpücük konduruyordu yanağıma. Dudaklarım kıvrılıyordu iki yana.

"Geç bakalım." dedim Aden'i koltuğuna oturtup. Sonra kendi yerime geçtim. Arada yaptığımız gibi kahvaltı yapacaktık kızımla dışarıda.

Toprak'ın arkadaşının karısının açtığı kafeye gidiyorduk hâlâ. Vaz geçememiştim oradan. Artık çalışanlar da dahil olmak üzere çoğu kişiyle tanışıyordum oradaki. Her gittimde Aden'le ilgileniyorlar benimle sohbet ediyorlardı.

Yine öyle bir kahvaltıdan sonra direkt dükkana geçtim.
"Selamın aleyküm." dedim kapıdan girdiğimde.

"Aleyküm selam abla." dedi Aslı. Elindeki kitapları rafa bırakıp yanıma geldi. Aden'i aldıktan sonra tezgahın arkasına geçip oturdu.

Aslı benim mezun olduğum üniversitede bilgisayar mühendisliği birinci sınıf öğrencisiydi. Okuldan vakit buldukça bana yardımcı oluyor belli bir miktar alıyordu bunun karşılığında.

Düğün için hazırlanıyorlardı şu sıralar. Nikahları iki hafta önce kıyılmıştı. Yakın zamanda da düğünleri vardı Allah'ın izniyle.

"Abla." dediğinde kulağımdaki telefonu gösterip biraz beklemesini söyledim dudaklarımı oynatarak.

Başını sallayarak Aden'e döndü. Gönderilecek kitaplarla ilgili olan konuşmayı sonlandırıp ona döndüm.
"Efendim Aslı."

"Abla şey." diye mırıldandı. Elindeki telefon titremeye başladığında ekranda Fatih'in aradığını gördüm.

"Hı." dedim konuşmaya teşvik eder gibi. Telefonu susturup tekrar bana döndü.

"Bugün-" dediğinde lafını kesip ben konuştum.

"Hadi bakalım bugün izinlisin Aslı." dedim Aden'i kucağından alıp. Gözlerini irileştirip baktığında tebessüm ettim.

"Bak Fatih arıyor. Aç söyle. Bir yerde buluşun. Biraz vakit geçirin. Zaten düğün telaşından başınızı kaldıramadınız."

"Abla çok teşekkür ederim." dedi cıvıldayarak.

"Hadi hadi." dedim kışkışlar gibi yapıp gülerek.

Hangi ara çantasını aldı. Hangi ara Aden'i öpüp bana sarıldı, çıkıp gitti bilmiyorum.

Gün boyu önce Erva ile konuştum. Sonra yengem, amcam, Melih ve Bahar ile konuştum. Dükkanın arka tarafında küçük bir mutfak, koltuk falan olduğu için zor olmuyordu Aden'le burada olmak. Uyuyunca oraya yatırıyordum. Ya da canı sıkılınca oraya geçip oynuyordu.

Telefonum çaldığında açıp kulağıma götürdüm. "Selamın aleyküm." dedi Erva yorgun bir sesle.

"Aleyküm selam." dedim ben de ondan farksız.

"Tamam oğlum. Dur bi' " dediğini duydum diğer tarafa. Sonra tekrar bana odaklandı.

"Kuzum biz yakındayız bizimkilerin sonucunu da alalım diyoruz hazır yakınken. Oraya geliyoruz."

"Olur." dedim Aden'e bir bakış atıp. "Gelin siz. Ben de toparlanıyorum şimdi."

"Tamam. Allah'a emanet." dediğinde aynı şekilde karşılık verip telefonu kapattım. Aden'in eşyalarını, etrafı toparlayıp çantaları alarak çıkacağım sırada kapıdan göründüler.

Emir Erva'nın kucağındaydı. Birkaç adım gerisinde de Deniz vardı. Aden'i kucağıma alıp dışarı çıktım. Deniz kapıları kapatıp geldikten sonra arabalara geçtik.

Hastaneye gidip çocukların doktorlarını beklemeye başladık. Üçümüz de koridorda iken Deniz bir kolunda Aden'i diğerinde ise Emir'i tutuyordu. Telefonu çaldığında çocukları bize verip açarak kulağına götürdü.

Bizden biraz uzaklaşıp konuşmasını sürdürürken birden arkasını dönüp bize baktı. Yüzünün tuhaf bir hâl aldığını gördüm. Sonra tekrar önüne döndü. Kısa ama hararetli bir konuşmanın ardından acil bir işinin çıktığını söyleyip Erva'ya bile doğru düzgün birşey söylemeden çıkıp gitti.

Çocukları muayene ettirdikten sonra gelip bizi alacağını söylemişti. Nihayet çocukların sağlığında bir sorun olmadığını öğrendik. Erva'yla benim arabamla gidebilirdik ama ısrarla beklemek istemişti.

Kantine inip biraz zaman geçirdik. Nihayet Deniz'in geldiğini söylediği bir aramadan sonra bahçeye çıktık. Ama çocuklar yanımızda değildi. Deniz ne yapmaya çalışıyordu bilmiyorum. Çocukları kısa bir süreliğine servisten tanıdığımız bir hemşireye emanet etmiştik. Kantinde bizi bekliyordu.

Bahçenin çıkışına doğru adımlamaya başladım. Gözlerim etrafı tarayıp Deniz'i arıyordu. Sonra adımlarım bir bıçak gibi kesildi.

"Erva." dedim sesim alaylı çıkarken.
"Hani söylediğiniz psikiyatrist varya. Onunla görüşsem iyi olacak sanırım."

"Ne?" dedi Erva anlamayarak. Gözlerini etrafta gezdirmeye başladı.
Aniden durup ileriye doğru birkaç adım attı.

"Ben." dedim bu kez sesimin titremesine engel olamadan. "Yine onu görüyorum. Delirdim ben."

Gözümden bir damla düştü. Sonra bir tane daha. "Delirdim sonunda."

Bana yaklaşıyordu adım adım. Her zaman olduğu gibiydi. Emin bir şekilde ilerliyor, adımlarını sağlam basıyordu. Hayali bile güzledi.

Önümde durduğunda gözyaşlarıma inat tebessüm ettim. Elimi kaldırıp dokunmaya korktum. Gidiyordu çünkü öyle olunca. Ama yine de kaldırdım titreyen elimi. Ona dokunmayı çok özlemiştim.

Titrek bir şekilde kalkan elim aynı şekilde göğsünün üstünü buldu. Sonra elime vuran o atışı hissettim. Kalbi atıyordu. Kaşlarım çatıldı. Dokunduğumda kaybolmamıştı. Başımı kaldırıp yüzüne baktım.

O aynı Toprak'tı. Hiçbir değişim yoktu ilk bakışta. Yalnızca bakışları farklıydı. Yüzünde ne yara ne bir iz vardı. Onu bıraktığım gibiydi sanki.

"Toprak." dedim fısıltıyla. Etraftaki her sesten herkesten soyutlanmıştım bir anda. O buradaydı. Dokunsam da yok olmuyordu.

"Geldin mi sevgilim." dedim. Sesim titriyordu. Dizlerimden derman kesilmişti. Ciğerlerim nefes almayı unutmuştu sanki. Kalbim atmayı bırakmıştı.

Ondan gelecek bir kelimeye öyle muhtaçtım ki. O tek bir kelimeyle ya delirdiğime kanaat getirecektim ya da toprak altından çıkaracaktım kalbimi.

Dudakları aralandı. Gözleri yüzümü taradı. "Özür dilerim." diye mırıldandı. Yalnızca özür diledi.

Bir hıçkırık firar etti boğazımdan. Dudaklarım herşeye inat iki yana kıvrıldı. Titreyen bacaklarımdan umudum kesildiğinde kapanan gözlerimle eş zamanlı olarak kendimi onun kollarında buldum.

Bir buçuk yıl sonra gelmişti. Ve ben onu gördüğüm ilk anda onun kollarında bayılmayı seçmiştim. Ama o gelmişti beni tutmuştu sonuçta.

Yazım hatalarım varsa affola. Bu bölümü sınavlardan sonra atacaktım ama dayanamadım.

Nasıl buldunuz bölümü?
Eylül'ümüze annelik yakışmış değil mi?
Yorumlarınızı bekliyorum•






Continue Reading

You'll Also Like

138K 7.1K 53
~Tamamlandı~ İnsan yaşadığı zorlukları bahane edip yazısındaki kaderin enaniyetine sığınmaktan hep kaçar. Hep daha iyisi olsun hep düşlediği hayat ke...
3.5M 199K 36
Kız kardeşinin hatası yüzüden ceza alan ve ailesinden veto yiyen Rojbin, parasız pulsuz bilmediği bir şehre sürgün edilir. Tabi bu sürgüne ek deli do...
5.6K 122 13
genç bir erkeğin bir kıza defalarca aşkını konu alan bu hikayeyi beğenmenizi temenni ederim.
2.2M 133K 49
Wattpad'de 'Güzel Zaafsın!' adıyla yayınlanan ilk kitaptır! Bir asker ve yârinin hikayesi... "Asker sevmek..." dedi, "Öyle her kadının harcı değildi...