KURALSIZ | KİTAP OLDU

Door gizzemasllan

8.7M 467K 749K

"Ben, kalbinde yaşayabileceğim birini hayatımda isterdim," dedim ve yemyeşil gözlerinin içine baktım. "Peki s... Meer

TANITIM BÖLÜMÜ
1.BÖLÜM "BÜYÜK YALAN"
2.BÖLÜM "TUTSAK"
3.BÖLÜM "KORKU"
4.BÖLÜM "TEKNE"
5.BÖLÜM "YARALI"
6.BÖLÜM "NEFRET"
7.BÖLÜM "KİMSİN?"
8.BÖLÜM "SENDROM"
9.BÖLÜM "UMUT"
10.BÖLÜM "İTİRAF"
11.BÖLÜM "ÖZGÜRLÜK"
12.BÖLÜM "BAŞ BELASI"
13.BÖLÜM "HAYAL KIRIKLIĞI"
14.BÖLÜM "GÜVEN"
15.BÖLÜM "KAÇIŞ"
16.BÖLÜM "CEZA"
17.BÖLÜM "HASTANE"
18.BÖLÜM "İŞ BİRLİĞİ"
19.BÖLÜM "HASTA"
20.BÖLÜM "İLK ADIMLAR"
21.BÖLÜM "MESAFE"
22.BÖLÜM "ÖFKE"
23.BÖLÜM "İŞE DÖNÜŞ"
24.BÖLÜM "KARŞILAŞMA"
25.BÖLÜM "OLAYLI GECE"
26.BÖLÜM "GÖLYAZI"
27.BÖLÜM "SARHOŞ"
28.BÖLÜM "YANGIN"
29.BÖLÜM "HATIRLAMAK İSTİYORUM"
30.BÖLÜM "DAĞ EVİ"
31.BÖLÜM "KAR"
32.BÖLÜM "DAVETSİZ MİSAFİRLER"
33.BÖLÜM "HER ŞEY BİTTİ"
34.BÖLÜM "BEN BİTTİ DEMEDEN BİTMEZ!"
36.BÖLÜM "DUYGU KARMAŞASI"
ALINTI
37.BÖLÜM "GİTME"
38.BÖLÜM "DEĞİŞİM"
39.BÖLÜM "SEN BENİMSİN"
40.BÖLÜM "BELİRSİZLİK"
ALINTI
41.BÖLÜM "BANA SEVMEYİ ÖĞRET"
42.BÖLÜM "AİLE"
43.BÖLÜM "BENDEN GİDEMEZSİN"
44.BÖLÜM "SALDIRI"
45.BÖLÜM "YA ÖLÜM YA YAŞAM"
46.BÖLÜM "SİYAH GÜL"
ALINTI
47.BÖLÜM "HUZUR"
48.BÖLÜM "AŞK"
ALINTI
49.BÖLÜM "KAYBETME KORKUSU"
50.BÖLÜM "NAZ AKARSU"
51.BÖLÜM "RİNG"
52.BÖLÜM "YİĞİT"
53.BÖLÜM "BİR DÜNYA ACI"
ALINTI
54.BÖLÜM "SEVMEK"
55.BÖLÜM "BENDEN OLACAKSIN"
56.BÖLÜM "ACI GEÇMİŞ"
57.BÖLÜM "DERİN ARZULAR"
ALINTI
58.BÖLÜM "GÜZEL BAŞLANGIÇLAR"
59.BÖLÜM "HESAPLAŞMALAR"
60.BÖLÜM "BEKARLIĞA VEDA"
ALINTI VE DUYURU
61.BÖLÜM "MAHKÛMİYET" (1.kitabın finali)
62.BÖLÜM "SARAÇOĞLU" (ÖZEL BÖLÜM)
KURALSIZ KİTAP OLUYOR 🖤
KURALSIZ KİTAP OLDU 🖤
KURALSIZ SATIŞTA 🖤
63.BÖLÜM "BANA SEN LAZIMSIN"
64.BÖLÜM "UMUDUN IŞIĞI"
65.BÖLÜM "BERABER SAVAŞACAĞIZ"
66.BÖLÜM "VARLIĞINA AŞIĞIM"
67.BÖLÜM "DAHA YENİ BAŞLIYORUZ"
68.BÖLÜM "PRANGALAR"
69.BÖLÜM "ÖLÜMÜ GETİREN GEÇMİŞ"
70.BÖLÜM "RUHUN SANCISI"
71.BÖLÜM "ACININ İZLERİ"
72. BÖLÜM "ÇÜRÜMEYE YÜZ TUTMUŞ KALPLER"
73.BÖLÜM "KABUSLAR VE İZLERİ"
74.BÖLÜM "GEÇMİŞ VE GELECEK ARASINDA"
75.BÖLÜM "ANNE"

35.BÖLÜM "HİPOTERMİ"

115K 5.9K 12.5K
Door gizzemasllan

Selam canımın içleri ✨

Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.

*****

35. BÖLÜM "HİPOTERMİ"

YİĞİT SARAÇOĞLU

Karşımdaki adamın gözlerinin içine baktım, gözlerini kaçırdı, başını öne eğdi, ellerini önünde birleştirdi.

"Özür dilerim abi." Sakin kalmak için elimden geleni yaptım, devam etti.

"Takip ettiğimizi fark edip atlattılar." Dediği an kendimi daha fazla tutamayarak yüzüne sert bir tokat indirdim, yere serildi. Hırsımı alamayıp yere eğildim, ceketinden tutup ayağa kaldırdım, yakalarına yapıştım, bağırdım.

"11 KİŞİYDİNİZ LAN 11! BEN SANA O KIZIN BAŞINA BİR ŞEY GELİRSE İLK SENİ ÖLDÜRÜRÜM DEMEDİM Mİ?" Cevap vermedi, arkasında duran diğerleri de sessiz kaldı, sinirim daha da bozuldu. Yakasını bırakıp yüzünün ortasına bir tane daha geçirdim yine yere düştü. Onunla uğraşmak yerine arabaya yöneldim. Binmeden önce durup bahçedekilere baktım.

"BİNİN ARABALARA! TAKİP EDİN BENİ!" Dedim, arabaya bindim, oyalanmadan çalıştırdım ve son sürat ilerledim.

Normalde bir saat süren yol 15 dakikada bitti, şerefsizin babasının evine ulaştım ve aynı hızla arabadan indim. Büyük demir kapıya bakıp belimdeki silahı çıkardım, havaya doğrulttum, iki el ateş ettim. Birkaç saniye içinde kapı açıldı, onlarca adam kapının önünde yan yana durmuş silahlarını doğrultmuşlardı.

"GERİ ÇEKİL SIKARIZ!" Derin bir nefes aldım, dişlerimin arasından konuştum.

"Patronunu çağır lan!" Hepsi aynı anda bir adım öne attı.

"GERİ ÇEKİL!" Diye bağırdı aynı adam yine, silahı kaldırdım, bağırana doğrulttum.

"Bana bak lan seni sakat bırakmamı istemiyorsan git patronunu çağır!" Tepki vermedi.

"3 saniyen var!" Hepsi birbirinin yüzüne baktı. 2 diyeceğim an aralarından birisi silahını indirdi koşarak eve girdi. Arkama döndüm, benim adamlarında arkamda dizilip silah doğrulttuklarını gördüm.

"İndirin." Dediğimi yaptılar, önüme döndüm. Adamların arkasından geleni görünce sinirlerim tavan yaptı. Adamlar sağa sola çekilip yolu açtılar, yerimden kıpırdamadım, bekledim. Ayağına sıktığım için aksayarak yanıma geldi, aramızda birkaç metre kalınca daha fazla sabredemeyip yanına gittim, giderken silahımı yeniden belime yerleştirdim.

"Ne istiyorsun lan? Ne diye topladın geldin köpeklerini?" Dediği an yakalarından tutup kafamı yüzünün ortasına geçirdim. Acıyla inleyip yere düşerken adamları harakete geçti, adamlarım engel oldu. Eğilip yerden kaldırdım ve dişlerimi sıkarak konuştum.

"Oğlun nerede?" Burnundan akan kan çenesinden boynuna doğru süzülürken acı çekmeye devam etti, soruma cevap vermedi.

"OĞLUN NEREDE DEDİM LAN SANA!" Burnunu çekti, gözleri beni buldu.

"Bu yaptığının hesabını soracağım sana!" Deyince daha çok sinirlendim.

"3 saniye içinde o piçin nerede olduğunu söylemezsen olacaklardan ben sorumlu değilim!" Diye tısladım dişlerimin arasından.

"Ne zannediyorsun lan? Kendi oğlumu ellerimle sana teslim edeceğimi mi?"

"2 saniyen kaldı!" Yutkunduğunu fark ettim, konuşacakken devam ettim. "1." Dedim ve konuşsun diye bekledim ama konuşmadı.

"Sen bilirsin." Deyip yakasını bıraktım, yaralı ayağına tekme attım, yere düşürdüm. Acı içinde bağırırken yaralı yerine bastım.

"OĞLUN NEREDE?" Diye bağırdım bir kez daha, bağırıyor hatta tehdit bile ediyordu ama oğlunun yerini bir türlü söylemiyordu. Belimden silahı çıkardım, diğer ayağına doğrulttum, diz kapağını hedef aldım.

"Hayatının sonuna kadar sakat kalmayı göze alıyorsan biraz daha sus!" Bir elimdeki silaha bir de bana baktı, ayağımı yarasının üzerine biraz daha bastırdım.

"Madem konuşmuyorsun." Deyip elimi tetiğe götürdüm tam sıkacakken bağırdı.

"TAMAM DUR! SÖYLEYECEĞİM, YAPMA!" Silahı indirmedim, elimi tetikten çekmedim, gözlerimi ona çevirdim.

"Söyle." Derin derin nefes aldı, yarasının üzerindeki ayağımı itmeye çalışırken konuştu.

"Aydos ormanında." Deyip sustu ve ayağını tutup yüzünü buruşturdu, devam etti. "Orman evlerinden birine gitti. Aradığın kızı da oraya götürecekler."

"Hangi ev?" Diye sordum, acı icinde kıvranırken cevap verdi.

"Bilmiyorum, söylemedi! Sadece gideceği yeri söyledi, zaten çok az ev var, bulursun hemen." Sessiz kaldım.

"BIRAK ŞİMDİ BENİ! İSTEDİĞİNİ SÖYLEDİM, BIRAK!" Ayağımı yarasından çektim, ayaklarını karnına çekip acı içinde bağırırken silahını indirmek yerine tetiğe bastım, dizine olmasa da dizinin biraz üstüne sıktım. Şerefsiz yerde bağırırken konuştum.

"Arada sırada ellerim titrer benim, parmakta tetikte olunca silah patladı işte, kaza." Deyip silahı belime yerleştirdim, arkamı döndüm, adamlardan birinin yanına gittim.

"İçeriye götürün bunları, bağlayın ellerini ayaklarını, kapıyı pencereyi de kilitleyin, telefonlarını da toplayın kimseye haber uçurmasınlar."

"Emredersin abi."

"Sonra da peşimden gelin, acele edin, buraya bir iki adam bırakın, kimse yardıma gelmesin." Başını salladı.

"Emredersin abi." Diye yineledi, başka bir şey söylemeden yanından uzaklaştım, arabaya bindim ve bahsettiği ormana doğru son sürat yola çıktım, o sırada cebimdeki telefon çalmaya başladı. Gözlerimi yoldan ayırmadan telefonu çıkardım, Azer'in aradığını görüp açtım.

"Söyle!"

"Ne yapıyorsun sen?" Bir şeyler duyduğu çok belliydi. Zaten onun duymadığı ne vardı ki?

"Gecenin bu saatinde bunu sormak için aradığına göre zaten ne yaptığımı çok iyi biliyorsun!"

"Niye bastın adamın evini? N'oldu?" Her şeyi bildiği hâlde bilmiyormuş gibi yapıp sormaktan ne anlıyorlar hiçbir şey anlamıyorum. Adam gibi ne soracaksan sor işte!

"Asıl soruya gelecek misin yoksa yüzüne kapatayım mı?"

"Yardım lazım mı?" Diye girdi konuya sonunda.

"Gerek yok." Deyip kapattım, telefonu montumun cebine koyup yola döndüm, daha hızlı sürdüm. Uzun bir süre sonra orman yoluna girdiğimde dikiz aynasından arkaya baktım, adamların yetiştiğini gördüm. Ormanlık alana girdikçe kar yoğunlaştı. Yerdeki kar giderek yükselince araba ilerlemedi, fazla yavaşlayan araba sinirimi bozdu, durdurup indim. Benimle birlikte arkadaki arabalarda tek tek durdu, adamlar indi, koşarak yanıma geldiler.

"Etrafa dağılın, her evi tek tek kontrol edin! Bakmadığınız yer kalmasın, bir şey bulan harekete geçmeden beni arasın!" Dedim fazlasıyla sakin bir şekilde. Hepsi beni onaylayıp kendi aralarında gruplaştı ve etrafa dağıldılar. Benimle birlikte kalan 3 adamla, ilerledim. Kar ayak bileğimin çok üzerindeydi, yürürken bile zorluyordu.

"Abi şurada bir ev var." Adamın gösterdiği yere baktım, ağaçların arasında küçük barakaya benzeyen bir yer vardı. O tarafa yürüdüm, bacaya baktım, duman çıkmadığını gördüm. Aynı zamanda evin bahçesi boş, ışıklar yanmıyordu. Araba falan da yoktu.

"Kimse yok burada." Dedim ve yanımdaki adama baktım. "Bakmaya gerek de yok." Başını salladı, sessizce diğer tarafa yöneldim. 300 metre kadar ileride bir başka ev göründü. Adamlardan birini gönderip baktırdım, yanıma döndüğünde kimse olmadığını söyledi.

"Sikeceğim şimdi böyle işi!" Söylenerek yanımdaki ağaca vurdum, o sırada telefonum çaldı. Çıkartıp arayana baktım, adamlardan biri olduğunu görüp açtım.

"Söyle."

"Abi bulduk." Tuttuğum nefesimi bıraktım.

"Neredesiniz?"

"Burayı tarif etmek biraz zor, bulana kadar vakit kaybedersiniz. Arabaların yanına dönün bizden birisi gelsin, sizi alsın."

"İyi, acele edin." Deyip telefonu kapattım, yanımdakilere baktım.

"Gelin benimle." Deyip yürüdüm, geçtiğimiz yolları yeniden geçip arabanın yanına ulaştım. Etrafa dağılan diğerleri de toplanmıştı. O sırada telefonda konuştuğum adamın gönderdiği adam geldi, bizi buldukları eve götürdü. Eve ulaşınca bir adam koşarak yanıma geldi.

"Abi evi bulduk ama bir sorun var." Kaşlarımı çattım.

"Ne sorunu var yine?" İlerideki evi gösterdi.

"Yeşim Hanım'ı bindirdikleri araba bahçede duruyor ama evde kimse yok gibi." Kaşlarım biraz daha çatıldı.

"Ne demek kimse yok gibi?"

"Baksana abi bahçede adam falan yok evin kapısı da açık, bir şey olmuş gibi." Eve doğru baktım, haklı olduğunu fark ettim.

"Eğer izlerini bulduğumuzu falan haber aldılarsa tuzak kurmuş olabilirler. Dikkat etsek..." Devam etmesine izin vermedim.

"Sikerim onların tuzağını da evini de." Küfür ederek eve doğru yürüdüm, bahçeye ulaştım, etrafa bakındım ve kimseyi göremedim. Durmak yerine açık olan kapıdan eve girdim, salona baktım, tuhaf bir şey yoktu. Masanın üzerinde duran çayları görünce oraya yöneldim, çay bardağını elime aldım, sıcak olduğunu fark ettim. Bu da demek oluyor ki evden daha yeni çıkmışlardı.

Evden çıkmak yerine mutfağa gittim, darmadağın olduğunu gördüm. Sanki savaş çıkmış gibiydi. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve sakin kalmaya çalıştım. Göreceğim şeylere kendimi hazırlayıp yatak odasına gittim. Odanın açık olan kapısını yavaşça ittim ve açtım.

Ayaklarımın dibinde duran bir çanta vardı. Bu çantayı daha birkaç saat önce onun omzunda görmüştüm. Tüm bedenim kasılırken etrafa bakındım. Tıpkı mutfak gibi burası da darmadağındı. Yatak örtüsü, yastıklar hep yerdeydi.

Odayı bu şekilde görmek daha fazla sinirimi bozarken birkaç adım atıp ilerledim ve yatağın yanında yerde duran montu gördüm, bu da ona aitti. Montunun yanında ayakkabısının teki duruyordu diğer teki de odanın bir diğer ucundaydı. Dişlerimi sıktım, odayı incelemeye devam ettim. Ayna kırılmıştı, kırık parçaların üzerinde beyaz bir gömlek duruyordu, gömlek de kan lekeleri vardı.

"Eğer düşündüğüm şeyi yaptıysan seni doğduğuna pişman etmezsem, beni öldür diye yalvartmazsam namert olayım!" Deyip açık olan pencereye doğru yürüdüm, pencerenin altındaki kar yığınına bakıp dağıldığını gördüm, odadan çıktım. Sinirden ellerim titriyor, her öfkelendiğimde olduğu gibi nefesim kesiliyordu.

"TOPLANIN BURAYA!" Bağırmamla birlikte adamların hepsi etrafıma toplandı, kolumdaki saate bakıp gecenin 3'ü olduğunu gördüm.

"ETRAFA DAĞILIN! O ŞEREFSİZİ VE O KIZI BULMADAN DÖNMEK YOK! BİR SANİYE BİLE OLSUN DURANI BEN GEBERTİRİM! SABAH OLMADAN BULACAKSINIZ!" Hepsi başlarıyla beni onaylarken bir kez daha bağırdım.

"DAĞILIN ŞİMDİ!" Yine hepsi kendi arasında gruplaştı, etrafa dağıldılar. Evin arka kısmına geçtim, az önce pencereden bakıp gördüğüm dağılan kardan sonraki ayak izlerini peşimdeki adamlarla takip ettim. Elimden geldiği kadar acele ediyordum çünkü yağan kar ayak izlerini yok ediyordu.

Evin biraz ilerisinde kalan ağaçlık alana ulaştığımda ayak izleri kalabalıklaştı. Buna rağmen o ayak izlerini hızlı adımlarla takip ettim, ormanın derinliklerine kadar girdim. Yağan kar ayak izlerini kaybettiğinde ise durup etrafıma bakındım. Karanlık yüzünden çok fazla bir şey göremeyince telefonu çıkarıp feneri açtım etrafa tuttum. Dikkatle bakınırken ileride bir ağacın üzerindeki kan lekelerini gördüm, o tarafa yürüdüm.

Bulduğum izleri takip ederek ancak bir yere kadar ulaşabilmiş sonra kafama göre etrafa bakınmaya başlamıştım. Koskoca bir ormanın içinde birilerini bulmak çok zor olsa da kardan dolayı bıraktıkları ayak izleriyle ve yanlarında kanını döken bir yaralı varken izleri takip etmek çok kolay oluyordu. Ayaklarım soğuktan uyuşmaya başlarken bile yürümeyi bırakmadım. O sırada duyduğum ses varolan ve mantıklı düşünmek için bastırdığım tüm sinirimi yeniden gün yüzüne çıkardı.

"DAHA FAZLA UZAKLAŞMIŞ OLAMAZ! O KIZI BULUN HEMEN! YAPTIKLARININ HESABINI SORACAĞIM!" Sesin geldiği yöne baktım, kimseyi göremedim. Zaten boğuk boğuk geldiği için uzakta olduğu belliydi.

"Yaklaştık abi." Diyen adama baktım.

"Diğerlerini de çağır, buraya gelsinler." Başını sallayarak beni onayladı, başka bir şey söylemeden sesin geldiği yöne hızlı adımlarla yürüdüm. Bağırma sesi giderek yaklaşırken sonunda onu gördüm, öfkem giderek arttı. Yanına gitmek yerine durup etrafa bakındım Yeşim'i göremedim, sadece adamlar vardı.

"ŞİMDİ KENDİNE ÖLÜMLERDEN ÖLÜM BEĞEN LAN PUŞT!" Bağırdım, ormanda sesim yankılanırken gözleri beni buldu. Öylece durup kalırken yanına gittim, gider gitmez yüzüne yumruğumu geçirdim, karların arasına gömüldü. Engel olmaya çalışan adamlardan birine vurdum, diğerine de vuracakken kendini geri çekti, yeniden yerdekine döndüm. Üzerine oturdum ve üst üste yumruklarımı geçirdim.

"SENİNLE SABAHA KADAR EĞLENECEĞİZ DEMİŞTİM!" Deyip bir yumruk daha indirdim burnunun kırılma sesini duydum. O sırada omzundan kan aktığını fark edip yaralı olanın kim olduğunu anlamış oldum. Göz ucuyla omzuna bakıp bıçak yarası gibi bir şey olduğunu gördüm. Muhtemelen Yeşim kaçabilmek için bir şekilde onu yaralamıştı.

"SÖYLE LAN NEREDE KIZ!" Burnunu tuttu, cevap vermedi.

"KONUŞSANA LAN! SENİ ŞU AĞACA ASMAMI İSTEMİYORSAN KONUŞ!" Tam konuşacakken adamlarından biri konuştu.

"Kız kaçtı, biz de onun peşindeydik, nerede olduğunu bilmiyoruz." Başımı ona çevirdim, devam etti. O sırada etrafa dağıttığım diğer adamlarda yanımıza gelmişlerdi.

"Bence bir an önce aramaya devam etseniz iyi olur, ayakkabısı bile yoktu. Bu havada çok fazla dayanamaz." Gözlerimi ondan çekip elimin altındaki şerefsize döndüm, ayağa kalktım, yüzüne tekme atıp adamlardan birine baktım.

"Biriniz götürün bağlayın bunu bir yere! Bununla işim daha bitmedi! Uzun süre de bitmeyecek!" Adamlardan birisi dediğimi yaparken az önce konuşanın yanına gittim.

"Ne tarafa gitti kız?" Etrafına bakındı, gözlerini yeniden bana çevirdi ve sağ yolu gösterdi.

"Şuraya doğru koştuğunu gördüm, kimse fark etmedi ben de bulamasınlar diye gördüğümü söylemedim."

"Eyvallah." Deyip kendi adamlarıma baktım, hepsi birini tutuyordu.

"Bunları da peşinden götürün o şerefsizin!" Diyerek yanımdaki adama döndüm.

"Seninle bir işim yok, nereye gidiyorsan git!"

"Sağol abi." Başka bir şey söylemeden gösterdiği tarafa doğru ilerledim. Adamların yarısı diğer adamlarla ilgilenirken diğer yarısı da peşimden geliyordu. Hepsi ayrı yerlere bakıyor olsalarda başımı çevirdiğimde görebileceğim mesafedeydiler.

"Neredesin be kızım neredesin!" Bir yandan konuşup bir yandan yürürken kolumdaki saate baktım neredeyse 5 olmak üzere olduğunu gördüm. Adam ayağında ayakkabısı bile yok demişti, bu soğukta nasıl devam edebiliyordu? Neredeyse saatlerdir bu ormandaydı. Onun o hâlini düşünmek bile sinirden deliye dönmeme neden oluyordu.

"Bu yaptığını o şerefsizin burnunundan fitil fitil getireceğim!" Kendi kendime konuşurken bir anda gördüğüm şeyle öylece durdum. Karanlık bakış açımı kısıtlasa da ağacın altında yatan birini görmemek mümkün değildi.

"Siktir!" Sıkı bir küfür edip kara rağmen koştum, yanına ulaştım. Yere oturup yüzünü kendime çevirdim ve bir kez daha küfür ettim. Vücudu buz gibi olmuştu. Yüzüne düşen saçlarını geriye attım. O sırada adamlar yanıma geldi, fenerleri bir anda bana doğru tutunca etraf aydınlandı daha net görmeye başladım.

Dudakları,parmak uçları ve göz altları morarmıştı. Dudağının kenarı ve kaşı yaralıydı ama soğuk kanamayı durdurmuştu. O şerefsizin kıza vurduğu çok belliydi. Tüm bedenim sinirden bir kez daha kasılırken gözlerimi yüzünden çekip üzerine baktım. Ayakkabısı yoktu, pantolonu da ıslaktı. Üzerinde ince bir kazak vardı ve o kazak yırtıktı. Nabzını kontrol ettim ama attığını hissedemeyip nefesini kontrol ettim, çok yavaş olduğunu fark ettim. Nabzını neden hissedemiyordum?

Yavaşça başını yere bırakıp üzerimdeki montu çıkardım, yavaş hareketlerle ona giydirdim.

"Abi şu ileride bir ev var, boştu, evi ararken kontrol etmiştik. Oraya gidelim istersen çok yakın." Diyen adama cevap vermeden Yeşim'i kucaklayıp ayağa kalktım.

"Birisi önden gitsin! Şömine, soba ne varsa yaksın!" İki adam dediğimi yapıp önden gittiler. Evi bilen diğer adamı takip ettim. Hipotermi (İnsan vücudunun faaliyet göstermesi için gerekli ısıyı ürettiğinden daha hızlı kaybetmesi sonucunda ortaya çıkan ve vücut ısısının tehlikeli derecede düşmesine neden olan bir acil tıbbi durumdur.) geçirdiği çok belliydi ama bu durumda ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim bile yoktu.

5 dakika içinde eve ulaştık, oyalanmadan girdim, Yeşim'i koltuğun üzerine bıraktım. Sıcakta olması gerektiğini biliyordum ama yanlış bir şey yapmak istemiyordum. Yanan şömineye bakıp adamlara döndüm.

"Şu ateşi güçlendirin, arabaları da buraya getirin hemen!" Deyip cebimden telefonumu çıkardım, Başak'ı aradım. Üste üste çalmasına rağmen açmadı, sabahın bir körü olduğu için muhtemelen uyuyordu ama umursamadan bir kez daha aradım. İkinci arama bitmek üzereyken sonunda telefon açıldı.

"Yiğit?" Sesi hem uykulu hem de şaşkın çıktı, doğrudan konuya girdim.

"Yeşim saatlerdir karların arasında soğukta, şimdi de muhtemelen hipotermi geçiriyor. Nabzını hissedemiyorum ama çok az da olsa nefes alıyor. Şehirden uzaktayız, hastaneye yetişene kadar geç kalmış oluruz. Şimdi o yataktan kalk ve ne yapmam gerektiğini söyle!" Ses gelmedi, sinirlendim.

"Duyuyor musun beni yoksa hâlâ uyuyor musun?" Dedim dişlerimin arasından.

"Yeşim mi? Hipotermi mi? Ne diyorsun Yiğit sabah sabah?" Daha fazla kendimi tutamayarak bağırdım.

"BENİM NE DEDİĞİMİ BIRAK! NE YAPACAĞIMI SÖYLE! KIZ ÖLÜYOR!"

"Tamam sakin ol ve beni iyi dinle. Eğer kıyafetleri ıslaksa önce onlardan kurtul. Olabildiğince sıcak bir yerde tutmaya çalış. Ne bulursan giydir üstüne, kat kat giyinsin, vücut ısısının yükselmesi gerekiyor. Nabzını hissedemedim dedin, hipotermide bu çok normal ama ileri derecede olduğunu gösterir. Bu yüzden sakın acele etme, hızlı ve sert hareketler yapma, kalbinin durmasına neden olursun."

"Başka?" Diye sordum, koltukta hareketsiz bir şekilde yatan Yeşim'e bakarak.

"Şimdilik bunları yap, bana da konum at yanınıza geliyorum. Ne olursa olsun tıbbi bir müdahale gerekiyor. İlk müdahaleden sonra yola çıkabilecek duruma geldiğinde hastaneye götürürüz."

"Tamam." Deyip telefonu kapattım, konum attım ve adamlara baktım.

"Biriniz etrafa bakın, yorgan battaniye ne varsa getirsin! Diğerleri dışarıya!" Dediğimi yaptılar, Yeşim'in yanına gittim. Giydirdiğim montu elimden geldiği kadar yavaş hareketlerle çıkardım. O sırada adamın birisi kucakladığı battaniyeleri yanıma bıraktı.

"Başka bir emrin..." Devam etmesine izin vermedim.

"Yok! Dışarıya çık! Arabalar geldiği zaman benim arabanın arkasındaki kıyafetleri getir! Kapıyı çalmadan da girmeyin!"

"Emredersin abi." Deyip evden çıktı. Kapının kapanma sesini duyar duymaz Yeşim'e döndüm. İlk önce ıslak çoraplarını çıkartıp yere attım. Daha sonra üzerindeki ince kazağı çıkardım, sadece çamaşırıyla kaldı. Gözlerimi ona değirmeden pantolonun düğmesini açtım ve aynı yavaş hareketlerle pantolonunu da çıkardım.

Vücuduna değen parmaklarım bile soğukluğundan etkileniyordu. Pantolonunu ayaklarından sıyırıp aldıktan sonra ona bakmadan yerdeki battaniyeyi alıp ikiye katladım, üzerini örttüm.

"Uyanık olsaydın muhtemelen bunu yaptığım için çoktan tüm ormanı bağırarak inletmiştin." Dedim yanına oturarak. Bunu yapmayı her ne kadar istemesem de üstünün tamamen kuru olması gerekiyordu. Birkaç dakika yanında öylece durdum, tereddüt ettim. Daha sonra başka şansım olmadığının farkına varıp battaniyenin altına elimi soktum.

Elimden geldiği kadar vücuduna dokunmamaya çalışıp üst iç çamaşırını çıkardım. Çamaşıra bile bakmadan sehpanın üzerine bıraktım, daha fazla tereddüt etmeden alttaki çamaşırını da çıkardım sehpanın üzerine bıraktım, yanından kalktım.

"Sorduğun zaman mecbur yalan söyleyeceğiz artık." Deyip etrafa bakındım, diğer koltuğun üzerinde gördüğüm örtüyü alıp sehpanın üzerinde duran çamaşırların üzerine attım, çamaşırları örtüyle birlikte alıp top hâline getirdim, koltuğun üzerine bıraktım yeniden Yeşim'in yanına döndüm. Yerdeki diğer battaniyeleri de üzerine örttüm, vücudunu battaniyeye iyice sardım ve şöminenin yanına gittim, yanında duran odunları alıp içine attım.

Yeşim'in yanına yeniden dönüp elimi alnına koydum ve hâlâ buz gibi olduğunu fark ettim. Saçlarına dokunup onların da ıslak olduğunu anlayınca ayağa kalktım, yatak odası diye tahmin ettiğim yere gittim. Odanın her yerine bakıp saç kurutma makinası aradım ama yoktu. En son bir havlu aldım, çıkmadan gardroba bakıp boş olduğunu görüp odadan çıktım, salona gittim.

Havluyla saçlarını elimden geldiği kadar kuruladım. En sonda da Ateş'in sıcaklığında ısıtıp başına sardım ve alnına yeniden dokundum, hiçbir değişiklik yoktu.

"Eee bir değişiklik yok." Kendi kendime konuşarak boynuna dokundum hâlâ nabzını hissetmiyordum, telefonu çıkarıp Başak'ı bir kez daha aradım. Bu sefer ilk çalışta açtı.

"Dinliyorum."

"Bir değişiklik yok." Dedim ve derin bir nefes alıp ekledim. "Hâlâ aynı, bekleyerek hata mı yapıyoruz? Hastaneye..." Devam etmeme izin vermedi.

"Hayır, olmaz. Şu an sıcak yerde olması lazım, elinden geldiği kadar ben gelene kadar onu sıcakta tut. Nabzı atıyor şu an ama sen hissedemezsin bu yüzden telaş yapma, nefes alıp veriyor dedin. Bu da demek oluyor ki şimdilik her şey yolunda. Vücut ısısı yükseldikçe nabzı normale dönecektir."

"İyi, tamam! Senin dediğin gibi olsun."

"1 saate kadar ben de gelmiş olurum merak etme."

"Tamam." Deyip telefonu kapattım. O sırada evin kapısına vuruldu.

"Gel." Dememle bir adam eve girdi.

"Abi arabanın arkasındaki kıyafetleri getir demiştin." Elindeki çantaya bakıp ayağa kalktım, yanına gidip çantayı aldım.

"Çık sen." Beni onaylayıp kapıya doğru yürürken konuştum.

"O şerefsiz nerede?" Durdu ve bana döndü.

"Senin eve götürdü adamlar abi, aşağıya kapatacaklar."

"İyi, çık." Başka bir şey söylemeden çıktı ve gitti. Çantanın içindeki tüm kıyafetleri çıkartıp hepsini yere döktüm. Bu kıyafetleri dağ evinde kaldığımızda adamlardan getirmelerini istemiştim. Sonra da gerek olmadığı için arabada kalmıştı.

Dökülen kıyafetlerin içinden tişörtü aldım. Yeşim'in üzerine üst üste örttüğüm battaniyeleri tek tek kaldırdım, son bir tanesini bıraktım. Battaniyenin üzerinden düşmemesine dikkat ederek çıplak belinden tuttum, çok yavaş hareketlerle doğrulttum.

Başı göğsüme çarparken belinden daha da sıkı tutup onu sabitledim. Aynı zamanda sadece ön kısmını kapatan battaniyenin düşmemesine dikkat ettim, gözlerim bir anlığına çıplak sırtını bulduğunda öylece kaldım.

Omzunun üzerindeki kurşun yarasının izi hâlâ duruyor, geçecek gibi görünmüyordu ve birkaç yerde morluklar vardı. Bu morluklar bu gece mi olmuştu? Daha önceden de var mıydı?

Daha fazla soğukta kalmasın diye düşünmeyi bıraktım. Saçlarına sardığım havluyu çıkartıp tek elimle tişörtü giydirdim. O sırada saçları burnuma değerken huylanmama neden oldu, yüzümü buruşturdum. Tişörtü zorlukla giydirip yeniden koltuğa yatırdım ve tişörtün içinde kalan battaniyeyi yavaşça çekip üstüne örttüm.

"Beni düşürdüğü şu hâle bak! Sen bir uyan ben sana yapacağımı bilirim." Söylenerek yerdeki eşofmanı aldım. Ayaklarının ucuna gidip eşofmanı ayaklarından geçirdim ve battaniyeyi açmadan her zamanki gibi ağır hareketlerle yukarıya çektim. Eşofmanı tamamen giydirince rahat bir nefes alıp battaniyeyi üzerinden çekip aldım. O sırada gözüme kolu çarptı, kaşlarımı çattım.

Omzundan bileğine kadar birkaç noktada morluklar vardı. Soğuktan oluşmuş gibi değil de darbeden oluşmuş gibiydi. Çünkü kollarında tırnak izleri ve çizikler de vardı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, şimdilik sakin kalmaktan başka şansım yoktu. Gözlerimi yeniden açtığımda üzerini giydirmek yerine boynuna baktım, telaştan ve karanlıktan dolayı fark edemediğim birçok şeyi fark ettim.

Boynunda da tıpkı kollarında olduğu gibi morluklar, çizikler, tırnak ve diş izi vardı. Ellerimi yumruk yapıp tırnaklarımı avucuma batırdım.

O şerefsiz aklımdan geçen şeyi bu kıza yaptıysa eğer gerçekten de kendisine ölümlerden ölüm beğenmesi gerekiyordu.

Elimi boynundan çekip yerdeki çorapları aldım, giydirdim. Eşofmanı çorapların içine koyup üzerine bir eşofman daha giydirdim. Daha sonra bir kazak, kazağın üzerine kalın bir ceket giydirdim.

Giydirecek kıyafet kalmayınca üzerinden aldığım 3 battaniyeyi iki kat ederek tekrar üzerine tek tek örttüm. Fakat bu kadar şeye rağmen hala dudakları ve parmak uçları mordu. Aynı zamanda en ufak bir hareket bile etmiyor, vücudu titremiyordu bile.

Yanından kalkıp şöminenin içine biraz daha odun attım. Küçücük salon cehennem gibi sıcak olurken terlemeye başlamıştım. Üzerimdeki beyaz gömleğin bir iki düğmesini açıp kollarını katladım. Yeşim'in yanına dönüp elimi alnına koydum ve az öncekinin aksine vücudunun ısındığını fark ettim ama bu yeterli değildi.

Küçücük salonda bir sağa bir sola volta atmaya başladım. Bir an için yerdeki yırtık kazak gözüme çarpınca öfkem giderek arttı. Her yeri yara bere içindeydi. Gittiğimiz o evde yatak odasının içinde eşyalarının her biri bir yerdeydi ve ayakkabısını giymeden, montunu almadan, yırtık kazağıyla ormana kaçmıştı, kaçmasına neden olacak bir şey olmuştu ve bunun ne olduğunu o şerefsizin bana telefonda söylediği şeyden çıkarmak zor değildi.

Ya geç kaldıysam? Ya o piç gerçekten bir şey yaptı ve ona dokunduysa? Ayağındaki izi bile sorun eden bir kız böyle bir şeyle yaşamaya nasıl devam edecekti? Ya her şey kontrolümden çıkarsa ve istemediğim şeyler olursa? O zaman ne yapacağım? Bu hayattaki tek korkum buydu işte; her şeyin kontrolümden çıkacak olması!

Etrafımdaki eşyalara vura vura volta atmaya devam ettim. O şerefsize o kadar çok sinirliydim ki sinirimi bir yerlerden çıkarmam lazımdı çünkü şu an yanımda değildi. Yanına gittiğim zaman zaten sinirimi çıkartacak başka bir şeye ihtiyacım olmayacak.

Salonun sıcaklığı giderek artarken hava da yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Telefonu çıkartıp saate baktığımda 7'yi geçtiğini gördüm. Başak hâlâ gelmemişti ama sanırım gelmek üzereydi çünkü neredeyse 2 saattir yoldaydı.

Bu süreçte Yeşim'in yanına gidip her alnına dokunduğumda geçen her dakika daha iyi olduğunu fark ettim. Hatta artık doğru düzgün nefes aldığını bile dokunmadan görebiliyor, nabzını da hissedebiliyordum. Her şeyin yavaş yavaş yoluna girmesi sıcaklığın iyi geldiğine tam anlamıyla inanmama neden oldu ve ne bulduysam üzerine attım. Şu anda battaniye ve yorganların altında gözleri dışında hiçbir yeri görünmüyordu.

Oturduğum koltuktan kalktım, montumu bile ona giydirdiğim için bir şey almadan dışarıya çıktım. Cebimdeki sigarayı çıkarıp yaktım ve dudaklarımın arasına sıkıştırdım. O sırada adamlardan birisi yanıma geldi.

"Gidiyor muyuz abi?" Cevap vermek yerine kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım.

"Fatih." Dediği an bakışlarımı ona çevirdim, kaşlarımı çattım.

"Eğer o şerefsizi elinizden kaçırdıysanız sizi sabaha kadar bizzat ben döverim! Sonra da o hâlde gider onu ararsınız!" Dedim dişlerimin arasından, adam başını sağa sola salladı.

"Hayır abi adam senin evde aşağıda elleri ayakları bağlı duruyor ama şerefsiz bu durumda bile yok tuvalete gideceğim yok karnım acıktı diye sürekli ellerini açtırmaya çalışıyor!"

"Ne ekmek ne de su hiçbir vermeyin! Tuvalete falan götürmek de yok! Bırakın altına yapsın!" Başını salladı.

"Peki abi sen nasıl istersen." Deyince önüme döndüm, sigaramdan bir nefes daha aldım. Tabii biliyor o piç başına gelecekleri şimdi kıçını kurtarma peşinde ama şu saatten sonra benim elimden biraz zor kurtulur.

Sigaram bitince yeniden eve girdim, salona gittim. Ateş hâlâ aynı şiddetle yanıyor, evde fazlasıyla sıcaktı. Yeşim'in yanına gidip koltuğun kenarına oturdum, elimi bir kez daha alnına koydum. Sanki normal sıcaklığına dönmüş gibiydi. Elimi çekecekken gözlerini araladığını fark ettim, öylece kaldım. Gözleri yavaş yavaş açıldı, elimi çektim, dikkatle yüzüne baktım. Sonunda uyanabilmişti.

Önce etrafa bakındı daha sonra gözleri beni buldu. Birkaç saniye öylece durup baktı bana, bir şeyler söyleyecek diye bekledim ama gözleri aynı ağırlıkla kapandı, başı yana düştü. Bu neydi şimdi?

"Uyandın mı uyanmadın mı acaba? Yine her zamanki gibi kafa karıştırıyorsun!" Kendi kendime söylenirken evin kapısına vuruldu.

"Gel!" Sesimle birlikte kapı açıldı ve Başak içeriye girdi, ayağa kalktım, telaşla yanıma geldi. Geldiğini nasıl duymamıştım? Araba sesini duymam lazımdı.

"Nasıl oldu?" Dedi yüzüme bile bakmadan Yeşim'in yanına otururken.

"Bilmiyorum, daha bir dakika önce gözlerini açtı etrafa baktı sonra yine bayıldı." Bakışları beni buldu.

"Gözlerini mi açtı?" Cevap vermek yerine başımı salladı.

"Bu çok iyi." Deyip önüne döndü, getirdiği çantanın içinden ateş ölçeri çıkartıp alnına tuttu, birkaç saniye sonra alnından çekip bana baktı.

"36 buçuk." Dedi ve derin bir nefes alıp devam etti. "Korkulacak hiçbir şey yok." Deyip önüne döndü. Çıkardığı aletlerle nabzını, nefesini kontrol ettikten sonra ayağa kalktı ve yanıma geldi.

"Hipotermi geçirmesi için ateşinin 35 derece olması lazım. Yani ben gelene kadar belki senin yaptıkların yükseltti, belki gerçekten hipotermi geçirdi bilmiyorum ama şimdilik bir sıkıntı yok. Kalp atışı biraz zayıf ama korkulacak kadar değil. Ateşi tam olarak 37'ye çıktığı zaman onlarda kendiliğinden düzene girecektir." Deyip susunca kaşlarımı çattım.

"Bu kadar mı yani? Başka bir şey yok mu?" Omuz silkti.

"Hipoterminin kendi içinde dereceleri vardır, soğuğa maruz kalan her insanda görünebilir. Eğer vücut sıcaklığı 35 derece ve altına düşmüş olsaydı aynı zamanda düştüğü hâlde yeniden yükseltilmek için hiçbir şey yapılmamış ve soğukla temas etmeye devam etmiş olsaydı o zaman büyük sıkıntı olurdu. Kalbi durur ve hayatını kaybederdi. Erkenden sıcak bir yere getirmiş olman çok iyi olmuş yani. Sıcak alanda vücut sıcaklığı yükselir, yükseldikçe de hipotermi yüzünden gösterdiği belirtiler tek tek yok olur." Deyip kolundaki saate baktı.

"Muhtemelen öğlene kadar tam anlamıyla kendine gelmiş olur. Şimdilik bir tepki vermiyor olsa da uyandığı zaman vücudunda titreme olacaktır. O kadarı da normal. Bu arada uyandığı zaman sıcak bir şeyler yesin, içsin ve aç kalmasın. Birkaç gün vücut dengesini koruması önemli." Dedi ve gözlerini Yeşim'den çekip bana baktı.

"Benim söyleyeceklerim bu kadar şimdi sırada seninkiler var." Deyince kaşlarımı çattım.

"Benimkiler?" Evi gösterdi.

"Kimin evi burası? Ormanın içinde ne işiniz vardı? Bu kız bu kadar soğukta neden kaldı? Hem hani siz artık görüşmüyordunuz, n'oldu da yeniden bir araya geldiniz?" Dedi ve merakla yüzüme baktı. Bir ona bir de uyuyan Yeşim'e baktım, cevap vermeden salondaki diğer koltuğa oturdum.

"Cevap vermeyecek misin?" Göz ucuyla ona baktım.

"Sence?" Güldü.

"Tabii ki vermeyeceksin, ne zaman verdin ki?" Başımı salladım.

"Aynen öyle, bu yüzden boş yere sorup kendini yormana hiç gerek yok." Deyip koltuğu gösterdim.

"Yoldan geldin, otur dinlen istersen sonra gidersin. Yok işim var diyorsan da kapı orada." Yine güldü.

"Biliyor musun sen de biraz da olsa gelişme var." Kaşlarımı çattım, devam etti.

"Önceden doğrudan kovardın şimdi ima ederek kovuyorsun. Senin için büyük bir gelişme sayılır bu." Tek kaşım kalktı, öylece yüzüne baktıktan sonra gözlerimi ondan çekip uyuyan Yeşim'e baktım. Hâlâ aynı pozisyondaydı, az önce uyanmış olmasına rağmen hareket etmemişti.

"Üff burada oturup senin asık yüzünü çekemeyeceğim. Ayrıca ameliyatım var benim, hastaneye gitmem lazım. Sen öyle telaşla konuşunca atladım geldim arabaya ama gitmem lazım. Hem Yeşim'in durumu gayet iyi, onu da gördüm için rahat etti." Cevap vermedim.

"Neyse gidiyorum yani ben, bir sorun olursa ara, ameliyatta olacağım ama asistanım açar. Bana da durumu bildirir." Ayağa kalktım.

"Öğlene kadar kendine gelir durumu da iyi dedin. Bu ev bizim değil, kimin olduğunu bile bilmiyoruz. Daha fazla burada kalamayız yani, yola çıkmamız gerekiyor." Yeşim'e baktıktan sonra yeniden bana döndü.

"Birkaç saat daha bekle, ateşi tam olarak 37 dereceye çıktığında bu şekilde götürebilirsin onu." Kaşlarımı çattım.

"Bu şekilde?"

"Böyle işte battaniyelerle falan, ayrıca arabanın klimasını önceden açman arabanın içi ısındıktan sonra arabaya bindirmen daha doğru. Dediğim gibi vücut ısısı bir süre sabit kalsa iyi olur. Dikkatli olman lazım yani." Başımı salladım.

"İyi, tamam."

"Benim gitmem lazım artık." Deyip masanın üzerindeki çantasını aldı.

"Hadi sonra görüşürüz." Deyip kapıya yönelince konuştum.

"Yanında ilk yardım çantası falan var mı?" Durdu ve bakışları beni buldu.

"Ne yapacaksın?"

"Lazım." Başını salladı.

"Var, adamlara veririm onu da." Dedi ve evden çıktı, kapıya doğru gidecekken bir an için göğsümde şiddetli bir ağrı hisettim. Aniden nefesim kesilirken, koltuğun kenarından tutundum.

Dizlerimin bağı çözülmüş gibi hissederken düşmemek için sıkı sıkı tutundum. Tüm bedenim kasıldı, ellerim her zamanki gibi titremeye başladı. Nefes almaya çalıştım, zorlandım. Gözlerimi kapattım, kendimi toplamaya çalışırken evin kapısına vuruldu. Kendimi zorlayıp koltuğun kenarını bıraktım, ayakta güçlükle durdum. Titreyen ellerimi arkamda birleştirip sakladım.

"Gir." Bir adam sesimle birlikte eve girdi, elindekileri göstererek konuştu.

"Abi Doktor Hanım bunları bıraktı, sana..." Devam etmesine izin vermedim.

"Tamam bırak, çık!" Adam dediğimi yaparken göğsümdeki ağrı giderek arttı. Dişlerimi sıktım bir kez daha derin bir nefes aldım. O sırada adam evden çıktı, ağır hareketlerle banyoya gittim. Bol suyla elimi yüzümü yıkadım, aynadaki aksime baktım. Gözlerimin içi kıpkırmızı olmuştu, kendimi biraz daha toplayıp salona döndüm.

Masanın üzerinde duran çantayı aldım, içindekilere baktım ve tuttuğum nefesimi bıraktım.

"İstedik bunları ama ne yapacağımı bile bilmiyorum." Söylenerek her şeyi sehpanın üzerine döktüm. Üzerinde batikon yazan şişeyi elime aldım. Evirip çevirip etrafına baktıktan sonra kapağını açıp kokladım, yüzümü buruşturdum. Küçük bir paketin içinde duran pamuğu aldım, batikonu pamuğun üzerine döktüm. İçindeki kırmızı şey aniden üzerime dökülünce sıkı bir küfür ettim.

"Şimdi başlayacağım şişesine de pamuğuna da!" Söylenerek pamuğu Yeşim'in kaşının üzerine sürdüm. Sadece yara olan yer değil neredeyse yüzünün yarısı kırmızı sıvı içinde kalırken kendime bir kez daha küfür ettim, bilmediğim işe kalkışırsam böyle olurdu işte.

Pamuğu bu sefer daha dikkatli bir şekilde dudağının kenarına sürdüm, pamuğu sinirle sehpanın üzerine attım, yara bandını aldım. Küçük paketi yırtıp kaşının üzerine yapıştırdım. Pamuk paketini yeniden alıp temiz pamukla yüzünü temizledim, yanından kalktım. Yeniden banyoya gidip elimi yıkadım, çıktım. Salona giderken kapının yanına durup kapıyı araladım.

"Biri buraya baksın!" Deyip salona döndüm. Peşimden bir adam koşarak içeriye girdi.

"Buyur abi."

"Etrafı sürekli kolaçan edin bir sıkıntı çıkmasın." Başını salladı.

"Emredersin abi." Dedi ama dediğimi yapmak yerine karşımda dikilmeye devam etti.

"Ne bakıyorsun oğlum yüzüme öyle? Yapsana dediklerimi!" Gözleriyle gömleğimi gösterdi.

"Abi sen yaralı mısın? Üstün başın hep kan olmuş." Üstüme baktım, adama döndüm.

"Yok bir şey, kan değil o! İşine bak sen." Başını salladı, dışarıya çıktı. O çıkınca üzerimdeki gömleğe yeniden baktım, yapacak bir şey olmadığı için üzerinde çok durmadım. Yeşim'in kıyafetlerini ve koltuğun üzerindeki çamaşırlarını alıp yanan şöminenin içine attım ve koltuğa oturdum.

Bir süre oturduktan sonra yeniden ayağa kalktım. O kadar öfkeliyim ki yerimde duramıyordum. Bir an önce o eve dönüp o şerefsizin yaptığı şeylerin hesabını sormak istiyordum.

Salonun ortasında bir sağa bir sola volta atarken sehpanın üzerinde duran ateş ölçer dikkatimi çekti. Elime alıp Başak'ın yaptığı gibi Yeşim'in alnına tuttum, ekranda 37 sayısı belirince rahat bir nefes aldım, artık tam anlamıyla gitme vakti gelmişti. O şerefsizin yanına ulaşmak için sabırsızlanıyorum.

Bir süre salonda oyalandıktan sonra Yeşim'in yanına gidip üzerindeki battaniyelerden birini aldım, evden çıktım ve bekledim. Arabayı kontrol eden adam uzaktan koşarak yanıma geldi.

"Araba hazır." Elimdeki battaniyeyi uzattım, sorgulamadan aldı.

"Arka koltuğa serin bunu." Yine beni onaylayıp yanımdan uzaklaştı, diğer adama döndüm.

"İçeriye gel." Deyip eve girdim, peşimden geldi. Yeşim'in yanına gidip üzerindeki battaniyeleri aldım, adama verdim.

"Al bunları çık dışarıya, geliyorum ben. Başını salladı, dediklerimi yaptı. Son kalan battaniyeyi hâlâ baygın gibi uyuyan Yeşim'e sıkı sıkı sardım ve kucakladım. Oyalanmadan evden çıkardım, hızlı adımlarla arabaya götürdüm ve arka koltuğa battaniyenin üzerine yatırdım.

Yanımdaki adamın elindeki battaniyeyi alıp üzerine örttüm. Diğer adamın elinde duran diğer battaniyeleri de tek tek kalıp iyice sardıktan sonra arabanın kapısını kapattım ve adama baktım.

"Siz de toplanın peşimden gelin. Birkaç kişi eve girsin her yeri toplasın, evi bulduğunuz gibi bırakın. Sonra kaçırıldığı arabayı gördüğümüz o eve gidin. Bu kıza ait tek bir çöp bile kalmayacak o evde! Hepsini toplayın getirin."

"Emredersin abi." Deyince başka bir şey söylemeden arabaya bindim, arkaya bakıp her şeyin yolunda olduğundan emin olduktan sonra arabayı çalıştırıp hareket ettim.

Yoğun kar yüzünden ormanlık alandan çıkmak yarım saatten fazla sürdü. Arabanın içinde sıcaktan terlemeye başlamış olsam da klimayı kapatmadım. Ormanlık alandan çıkınca kar etkisini azalttı, yollardaki kar miktarı da azalınca daha hızlı ilerleyebildim. 1 saat kadar sonra eve ulaşmıştım. Başak bir sorun yok her şey yolunda dediği için hastaneye gitmeye gerek duymadım.

Hızlıca arabadan indim. Her ne kadar bana göre sorunsuz gelmiş olsak da onun ne hâlde olduğunu bilmediğim için acele etmekte fayda vardı. Arkaya geçip üstündeki battaniyeleri yere attım. Onu bir kez daha kucaklayıp arabadan indirdim, eve girdim, üst kata çıkardım ve yatağa yatırdım.

Üzerindeki montu çıkardım, kıyafetlerin kalmasına karar verip üzerini örttüm ve elimi alnına koydum. Teni sıcacıktı, bu yüzden onu rahatça tek başına bırakıp odadan çıktım ve kendi odama gittim. Üzerimdeki gömleği çıkartırken giyinme odasına girdim, rastgele bir kazak alıp üzerime geçirdim ve odadan çıktım. Geldiğim hızla salona indim. Tam evden çıkacakken Azer'le karşılaştım, önümde durdu.

"Yiğit önce beni dinle, biraz sakin ol! Bak ne yapacağını çok iyi biliyorum ama..." Devam etmesine izin vermeden dişlerimin arasından konuştum.

"Çekil önümden yoksa ben seni ayağımın altından çekerim." Dediğim hâlde çekilmedi, kapının önünde dikilmeye devam etti.

"Önce sakin ol böyle olmaz!" İşaret parmağımı kaldırarak ona doğrulttum.

"Eğer bana bir kez daha sakin ol dersen seni döverek komaya sokarım! Sonra sabırla bekler komadan çıktıktan sonra bir kez daha döverim!" Tepki vermedi, sabrımı taşırdı.

"ÇEKİL ŞİMDİ ÖNÜMDEN!" Diye bağırdım ama umurunda olmadı, kolundan tutup kenara ittim öfkeyle, kapıdan geçip arkaya doğru yürüdüm. Arka bahçeye geçtiğimde o şerefsizi kapattıkları yerin kapısında duran iki adam hızlıca kapıyı açtılar. Yanlarından geçip içeriye girdim, merdivenleri inip aşağıya ulaştım ve onu gördüm.

Elleri ayakları bağlı bir şekilde yerde yatıyor bir de rahat rahat uyuyordu. Sinirle yanına gittim, gider gitmez de yüzünün ortasına sert bir tekme attım, bağırarak uyandı. Uyandığı yetmezmiş gibi küfür etmeye başladı. Üzerine oturdum, yumruklarımı art arda yüzüne geçirdim.

"VURMA DUR!" Diye bağırdı, daha da hırslı bir şekilde vurdum yüzüne.

"SEN DAHA ÇOK YALVARACAKSIN! ÖLMEK İÇİN YALVARACAKSIN BANA!" Deyip bir tane daha vurdum, gülmeye başladı. Gülmesi sinirimi bozarken vurmak için elimi kaldırdım, o sırada söylediği şey beni durdurdu.

"Beni öldüreceğini çok iyi biliyorum." Deyip ağzından gelen kanı gömleğine sildi. Gözleri şişmişti, kaşları patlamıştı. Buna rağmen sanki hiçbir şeyi yokmuş gibiydi.

"Önce beni dinlemen lazım." Elim havada kaldı, indirmedim ve konuşmasını bekledim. Bakışlarını bana çevirdi ve bir kez daha güldü, daha çok sinirimi bozdu.

"Sen öyle benim yanıma gelince kızı çok çirkin bir şey sanmıştım." Dişlerimi sıktım, kaşlarımı çattım. Gülerek devam etti.

"Ama kız çok fenaydı, beni öldürsen bile onu unutabileceğimi hiç zannetmiyorum. Sanırım bu zamana kadar birlikte olduğum..." Daha fazla sabredemeyip havadaki elimi yüzüne indirdim, elmacık kemiğinin kırılma sesini duydum. Buna rağmen vurmaya devam ettim ama öfkem bir türlü dinmiyordu. Vurmaya devam ederken bir anda geriye doğru savruldum.

"DUR ARTIK!" Başımı kaldırdım, Azer'i gördüm ve sinirle ayağa kalkıp yakalarına yapıştım.

"SANANE LAN? SEN NİYE KARIŞIYORSUN? KİMSİN LAN SEN KİMSİN BANA KARIŞIYORSUN?" Bağırıp onu sarsarken kendini savunmak için hiçbir şey yapmadı, o sırada bir kez daha geriye savruldum.

"YETER DUR YETER!" Arkama döndüm, abimi gördüm.

"NE DUR LAN? NE DUR! BU ŞEREFSİZİN NE YAPTIĞINI BİLMİYOR MUSUNUZ SİZ?"

"Biliyoruz Yeşim'i kaçırdı ama almış gelmişsin işte başına bir şey gelmeden! Bunun yaşaması lazım!" Sinirim giderek arttı.

"NE KAÇIRMASI LAN? BU ŞEREFSİZ O KIZA..." Deyip sustum devam edemedim.

"O kıza ne?" Diye sordu abim, elimi yüzüme bastırıp birkaç defa başıma vurdum. Henüz ben bile emin değilken onların bilmesine gerek yoktu.

"Konuşsana! Kıza ne?" Abime baktım.

"Ben bu şerefsizi ellerimle geberteceğim siz de hiçbir şey yapmayacaksınız! Bu, ölmeyi çoktan hak etti!" Yanıma geldi.

"Yiğit..." Devam etmesine izin vermedim.

"Şimdi siz ikiniz." Deyip bir ona bir de Azer'e bakarak konuştum. "Kendi isteğinizle çıkın gidin buradan yoksa abi, arkadaş falan dinlemem ikinizi de atırırım buradan!" İkisi de tepki vermedi.

"ÇIKIN GİDİN ŞİMDİ!" Diye bağırdım, abim yanıma geldi.

"Önce dinle beni! Sonra yine ne yapacaksan yap ama dinle beni!" Gözlerimi ondan çekip yerde baygın yatan şerefsize baktım, derin bir nefes aldım, ona döndüm.

"Konuş!"

"Bunun ölmesi şimdi hiçbirimizin işine gelmez." Deyince konuştum.

"Yoo benim çok işime gelir!" Göz devirdi.

"Gelmez! Sadece birkaç gün Yiğit! Birkaç gün daha izin ver sonra ne yaparsan yap!" Konuşmak için dudaklarımı araladım, engel oldu.

"Bu şerefsizden öğrenmem gereken şeyler var! Eğer bunu öldürürsen öğreneceğim o şeylerde bununla birlikte mezara girecek! Bana birkaç gün izin ver sonra ne yaparsan yap!" Gözlerimi ondan çekip yanından uzaklaştım. Bir sağa bir sola birkaç kez volta attıktan sonra yeniden yanına gittim, işaret parmağımı kaldırarak konuştum.

"Yarın akşama kadar vaktin var! Daha fazla sabredemem! Yarın akşamdan sonra sen bile engel olamazsın buna yapacaklarıma!" Başını salladı.

"Tamam." Deyince ikisine de başka bir şey söylemeden merdivenlere yöneldim, bahçeye çıktım. Ön tarafa gidip eve girdim, girer girmez üst kata çıktım, Yeşim'i bıraktığım odanın önünde durdum. Kapıyı açar açmaz çığlık attı, geri çekildim ve odanın içine doğru baktım.

Odanın içine doğru kaçtığı için beni göremedi, şaşkınca ona bakarken ağlamaya başladığını fark edip odaya girdim. Ne ara uyanmıştı? Niye bağırıp ağlamaya başlamıştı birdenbire? Hem aniden bu şekilde ayağa kalkabilmesi normal miydi?

"Niye ağlıyorsun?" Diye sorduğum an gözleri beni buldu, öylece bakıp kaldı. Baştan aşağıya beni incelerken göz yaşları dinmişti.

"Senin." Dedi ve bakışları bedenimden gözlerimi buldu. "Senin burada ne işin var?" Kaşlarımı çattım, etrafa bakıp ona döndüm.

"Burası benim evim." Gözleri etrafta gezindi. Burayı daha önce görmediği için muhtemelen uyandığında kendini o şerefsizin yanında zannetmiş, korkmuş ve ağlamıştı.

"Benim burada ne işim var o zaman?" Dedi bakışları beni bulurken, cevap vermedim. "Nasıl geldim buraya? Sen nasıl buldun beni?" Sessiz kaldım, buna alışık olduğu için şaşırmış gibi görünmüyordu.

"Sana soruyorum! Cevap versene! Hangi yüzle karşıma çıkıyorsun? Bir de utanmadan kurtarmaya mı geldin? Ne oldu şimdi kahraman falan mı oldun?" Kaşlarımı çattım, neden böyle konuştuğunu merak ederken devam etti.

"Yardım ettin diye sana minnet mi duyacağım zannediyorsun?"

"Ne saçmalıyorsun sen?" Dedim aniden, kaşlarını çattı ve yanıma geldi.

"Saçmalıyorum öyle mi?" Dediğinde göz yaşları yeniden akmaya başladı. "Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim! Senden nefret ediyorum! Tüm kalbimle nefret ediyorum."

"Sakin ol! Otur şuraya..." Devam edemedim çünkü bir anda dengesini kaybetti. Kollarımdan tutunmaya çalışırken belinden tuttum, dengesini sağladı.

"Aniden ayağa kalkarsan böyle olur işte!" Söylenirken göğsümden itti, birkaç adım geri gitti.

"UZAK DUR BENDEN! SAKIN BİR DAHA DOKUNMA BANA!" İşte bu sefer şaşırdım. Bana niye bu kadar öfkeliydi?

"Gideceğim ben! Burada kalmak istemiyorum." Cevap vermedim, sanırım siniri bana değildi. Sadece sinirini benden çıkarıyordu, çıkarsın bakalım.

"Sana diyorum gideceğim ben!" Başımı salladım.

"İyi, gidersin!" Bu sefer cevap vermedi, yanında durduğu komodinden tutundu. Başının döndüğünü fark edince yanına gitmek için bir adım attım, engel oldu.

"Gelme! Uzak dur benden!" Diyerek yatağa oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve ağlamaya başladı. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. Gözlerim yeniden onu bulduğunda elini yüzüne bastırdığını gördüm, hıçkırarak ağlıyordu. İçimdeki şüphe giderek artsa da hiçbir şey soramadım. Böyle bir şey nasıl sorulurdu ki? Bu kadar açık olmak bana bile fazlaydı.

"Hepinizden nefret ediyorum." Dedi hıçkırıklarının arasında, sessiz kaldım. "Senden de o pislikten de nefret ediyorum." Dikkatle ona bakarken bir anda ayağa kalktı, yatağın üzerindeki yastığı alıp bana doğru fırlattı.

"SENİN YÜZÜNDEN OLDU! HER ŞEY SENİN YÜZÜNDEN! O ADAM SENİN YÜZÜNDEN KARŞIMA ÇIKTI! SENİN YÜZÜNDEN BANA..." Deyip sustu ve göz yaşlarına boğuldu, devam edemeyeceğini de etse o cümlenin sonunun nereye gideceğini de çok iyi biliyordum. Hayatımda ilk defa duyacağım cevap yüzünden soru sormaya korktum.

"ÇIK GİT BURADAN! BAKIP DURMA BANA! ÇIKMA KARŞIMA! BİR DAHA GİRME HAYATIMA! NEFRET EDİYORUM SENDEN! YÜZÜNÜ BİLE GÖRMEK İSTEMİYORUM! BUNDAN SONRA SENİNLE TEK KELİME KONUŞURSAM, YÜZÜNE BAKARSAM NAMERT OLAYIM!" Diye haykırdı yüzüme karşı ve diğer yastığı alıp onu da attı. Yastık göğsüme çarpıp yere düşerken bir daha bağırdı.

"DEFOL GİT!" Daha fazla sinirlenmesin diye odadan çıktım, çıkar çıkmaz kapının yanındaki duvara yumruğumu geçirdim.

"O şerefsizi geberteceğim!" Söylenerek evden çıktım, arabaya bindim.

"YİĞİT!" Abimin sesini duysam da umursamadan arabayı çalıştırdım. Bu ev artık beni boğmaya başlamıştı. Son sürat evden çıktım, nereye gideceğimi bilmez bir şekilde sürdüm. Dakikalar sonra kendimi 3 mezarın başında otururken buldum, dirseklerimi dizimin üzerine koydum başımı öne eğdim, derin bir nefes aldım.

"Yine ben geldim, her zamanki gibi başım sıkışınca geldim." Dedim ve nefesimi bıraktım, bu dünyada konuşmak istediğim tek yer burasıydı.

"Bugün yine birine zarar verdim. Benim yüzümden yine birisi zarar gördü." Diyerek yerdeki başımı kaldırdım.

"Kime yakın olursam olayım, sonradan kendimden uzaklaştırmaya çalışsam da çoktan hayatını mahvetmiş oluyorum." Deyip iç çektim, ellerime baktım.

"Çünkü benim ellerim kirli! Ne yaparsam yapayım asla temizlenmeyecek pislikler var elimde, üzerime yapışan, kurtulamadığım ve kurtulamayacağım pislikler." Diyerek gözlerimi elimden çektim.

"Bu yüzden kendimden bile nefret ediyorum." Diyerek bir kez daha iç çektim. "Bunu en iyi siz biliyorsunuz zaten." Deyip annemin mezarına doğru baktım.

Elif Saraçoğlu

Öylece durup baktım ismine fakat çok sürmeden gözlerimi kaçırdım, yutkundum. Başımı yeniden öne eğdim, buraya her geldiğimde aklıma gelen şeyler bir kez daha kendini belli etti.

"Senin yüzünden! İyi bak ona! Her şey senin yüzünden oldu! Sen korkaksın, güçsüzsün diye oldu!"

"Olanları sakın unutma! Olanların senin yüzünden olduğunu da sakın unutma!"

"Güçsüzsün sen! Korkaksın! Acizsin! Kaldır başını bak acınacak hâline!"

Sinirle oturduğum yere yumruğumu geçirdim. Elimin yüzü yaralanırken umurumda olmadı.

"O kıza bu yüzden sürekli Yeşim diyorsun değil mi? Annemizin ismi Elif olduğu için." Duyduğum sesle arkamı dönüp abimi gördüm, kaşlarımı çattım.

"Senin ne işin var burada?" Birkaç adımda yanıma geldi, oturdu.

"Gelemez miyim? Burada benim de annem babam ve abim yatıyor farkındaysan." Cevap vermeden gözlerimi ondan çekip önüme döndüm.

"Soruma cevap vermedin, bu yüzden mi Yeşim deyip duruyorsun?"

"Bilmem, belki de." Dedim sadece, devam etti.

"Annemin ismini bile söyleyemiyorken ona da söyleyemiyorsundur, amacın kızı sinirlendirmek falan değil yani." Cevap vermedim.

"Cevap vermediğine göre kabul ediyorsun, yoksa bağıra çağıra itiraz etmiştin bile." Sakallarımı sıvazlarken konuştum.

"Konuyu kapatalım, gereksiz yere konuşmaya gerek yok." Dediğimi yapıp konuyu değiştirdi.

"Özlüyor musun?" Diye sorduğunda ona döndüm, mezarlara bakarak ekledi. "Onları." Önüme döndüm, iç çektim.

"Sen özlemiyor musun?" Anında yanıtladı.

"Aile özlenmez mi? Tabii ki özlüyorum ama ben seni sordum." Cevap vermedim.

"Hissettiğin bir şeyi söylemek bu kadar zorlaştı mı senin için?" Yine sessiz kaldım.

"Ben yine cevabımı almış oldum." Dediğinde ofladığını duydum, devam etti.

"Kız iyi mi bari?" Diye sorunca bakışlarım onu buldu, cevap veremedim. "Ne bakıyorsun öyle lan? Bir soru sorduk." Önüme döndüm.

"Bilmiyorum."

"Bilmiyorum mu? Kızın yanında değil miydin?" Göz ucuyla ona baktım.

"Yanında olduğum nasıl olduğunu bildiğim anlamına mı geliyor?"

"Gelmiyor mu?" Kaşlarımı kaldırdım.

"Gelmiyor." Dedim iç geçirdim, devam ettim. "Kimse kimsenin ne hissettiğini bilemez, ben de onunkini bilmiyorum işte."

"Oğlum iyi misin diye de mi sormadın?" Sesi şaşkın çıktı, ona bakmadan konuştum.

"Sormadım, sorsam da bundan sonra cevap vermez zaten."

"Neden?"

"Bir daha seninle tek kelime edersem namert olayım dedi. Genelde söylediklerini yapmaz ama bu sefer yapacak gibi duruyor." Dediğimde gülmeye başladı, ona döndüm, kaşlarımı çattım.

"Ne gülüyorsun, çok mu komik?" Dedim gayet ciddi bir şekilde, başını salladı.

"İkinizde birbirinizle konuşmadan nasıl anlaşacaksınız onu düşünüyorum." Tepkisiz kalıp önüme döndüm.

"Seviyor musun onu?" Dediği an ayağa kalktım.

"Nereden çıktı şimdi bu?" O da kalktı.

"Hiç, sordum öylesine."

"Sorma bir daha! Yok öyle bir şey olamaz! Bir de bunu çıkarma!"

"Niye o kadar telaşlandın o zaman onun için?" Deyince hiç düşünmeden doğruyu söyledim.

"O piç kıza..." Deyip sustum, söylemek, dile getirmek bile sinirlerimin tavan yapmasına neden oluyordu.

"Kıza ne?" Diye sordu, tereddüt etmeden söyledim.

"Kaçırdıktan sonra beni aradı ve açıkça tecavüz etmekle tehdit etti." Gözleri irileşti, o bile sinirlenmiş gibiydi.

"Bu yüzden telaşlandım, gittim aldım ama..." Deyip ellerimi yumruk yaptım, ekledim. "Geç kaldım." Dediğim an kaşlarını çattı.

"Ne demek geç kaldım?" Deyip yanıma geldi. "Bir şey mi yapmış kıza?"

"Öyle görünüyor!" Şaşırdı.

"Öyle görünüyor ne demek lan? Sormadın mı kıza?"

"Nasıl sormamı bekliyorsun? Ne dememi bekliyorsun? Nasıl sorayım böyle bir şeyi? O şerefsiz önce telefonda ima etti, izlerini bulup kaldıkları eve gittim. Orada gördüklerim, sonra ormanda onu bulduğum hâli, vücudundaki izler, o piçin söyledikleri, Yeşim'in uyandığında hareketleri falan o imayı doğruladı."

"Şerefsiz!" Dedi ve ağzının içinden küfür etti.

"Şimdi kapatalım bu konuyu! Sen de sakın hiç kimseye söyleme! Beni de sana söylediğime pişman etme! Eğer bunlar doğruysa bile hiç kimse bilmeyecek!" Kimse bunu bizden öğrenmeyecek!" Başını salladı.

"Merak etme bir şey söylemem."

"İyi." Dedim ve ellerimi cebime koydum, devam ettim."Gidiyorum ben." Bir adım atıp yanıma geldi, omzuma dokundu.

"Ne olursa olsun sen elinden geleni yaptın. Geç kaldıysan bile bu senin suçun değil, bunu sakın unutma." Cevap vermedim. "Sen bu dünyada en nefret ettiğin adamın kızına yardım ettin. Kızı kendi babasından bile korudun, bu yüzden sakın kendini suçlama." Sadece başımı salladım.

"Senin yaptığını ben bile yapamazdım, o adamın kızı olduğunu öğrendiğimde gelip bana o kıza dokunmayacaksın hatta seveceksin dedin. Niye böyle bir şey söylediğini anlamamıştım. Ta ki o kızı tanıyana kadar, hepimizden temiz bir kalbi var onun. Birkaç defa görmüş olmama rağmen ben bile farkına vardım bunun." Deyip omzuma birkaç defa vurdu.

"Sen onun için elinden geleni yaptın." Yine sessiz kaldım.

"Ve sen onun için bir şeyler yaparken ben 20 yıl sonra gerçek Yiğit'i gördüm, kardeşimi gördüm karşımda." Kaşlarımı çattım, gözlerimin içine bakarak devam etti.

"Aynı evde büyüdüğüm, aynı sofraya oturduğum, aynı yatakta uyuduğum kardeşimi 20 yıl sonra ilk kez karşımda gördüm.

"Abartma!" Dedim sadece, devam etti.

"Abarttığım falan yok, içinde yaşamaya devam eden o Yiğit'i görmek bana yetti. Sen ne dersen de, ne yaparsan yap, gerçek Yiğit'i öfkenle bastırıp böyle bir adam olmuş olsan da o öfkenin altında benim kardeşim hâlâ yaşıyormuş." Gözlerimi kaçırdım devam etti.

"5 yaşındayken balıkları öldü diye ağlayan kardeşim yaşıyormuş." Kaşlarımı çattım.

"Saçmalamaya başladın! Balık için ağlamışmışım! Hatırlamıyorum ben öyle bir şey!" Kendini gösterdi.

"Ben hatırlıyorum."

"Yanlış hatırlıyorsundur, ben değilimdir o! Ayrıca 5 diyorsun 5! 26 yaşındayım ben! Eşek kadar adam oldum yani, çok zaman geçti. Hiçbir şey eskisi gibi değil." Ciddileşti, başını salladı.

"Aynen öyle, hiçbir şey eskisi gibi değil, sen eskisi gibi değilsin. Artık gözlerinde kardeşimi görebiliyor olsam da karşımda bambaşka bir adam duruyor. Kimseyi hatta kendini bile sevmeyen, insanlarla tek kelime etmeyen, soğuk, duygusuz, ruhsuz, somurtkan bir adam duruyor." Tuttuğum nefesimi bıraktım, içini döksün diye sessiz kaldım ve devam etmesine izin verdim.

"Babamın masada Yiğit artık sus karnını doyur dediği hâlde konuşmaya devam eden, en sonda da babamdan korkup ben zaten yedim deyip masadan aç kalkan ve gece gizli gizli yemek yiyen 5 yaşındaki kardeşim gibi değilsin. O çocuk içinde hâlâ yaşıyor olsa da sonradan ortaya çıkan bu adam ondan güçlü, kendini ortaya çıkarmasına izin vermiyor. Sen o çocuğu 6 yaşındayken öldürmeye çalışmaya başladın." Yüzüne bakamadım.

"Önce sustun! Tam 4 sene sustun sen! Ağzından tek bir kelime bile çıkmadı! Ta ki şu mezarın başına gelip anne diyene kadar hiç konuşmadın! Kurtuldun zannettim, kendini o sessizlikten yine kendin kurtardın zannettim ama sen o sessizliğe gömülmeye devam ettin!" Bakışlarımı ona çevirdim, sinirli bir ifadeyle devam etti.

"Kendinden öyle bir canavar yarattın ki sen bile kendinden korkuyorsun! Birimize zarar vermekten, birimizi üzmekten, etrafındakileri koruyamamaktan o kadar çok korkuyorsun ki kendini sessizlikle beraber yalnızlığa da gömüyorsun!" Derin bir nefes aldım.

"Yaşamayı sevmediğini iddia ediyorsun, kendini ölüme mahkûm ediyorsun. Çünkü sana göre sen bunu zaten çoktan hak ettin. Sen ölmeyi hak ettiğini düşünüyorsun." Deyip mezarları gösterdi.

"Sen bizim yanımızda kendine yer bulamıyorsun bu yüzden yerinin onların yanı olduğunu düşünüyorsun. Bu yüzden de her fırsatta kendini buraya atıyorsun. Sana göre ait olduğun yer burası değil mi?" Daha fazla dayanamadım.

"Ömer yeter! Bunları konuşmanın hiçbir anlamı yok!" Tek kaşı kalktı.

"N'oldu birinin gerçekleri yüzüne vurması hoşuna gitmedi mi? Aslında ne kadar korkak olduğunu mu fark ettin? Ya da üzerine giydiğin o görünmez ve hiç kimsenin delip gerçek sana ulaşamadığı o zırh benim iki cümlemle delindi mi? Öfkenin bastırdığı o çocuk ortaya çıkıp bana bunu neden yaptın diye sana hesap sorar diye mi korkuyorsun?" İşaret parmağımı kaldırıp ona doğrulttum.

"Sen çok biliyorsun değil mi? Lan sen bu anlattıkların dışında başka ne biliyorsun? Senin hiçbir bok bildiğin yok! Senin benim içimde neler yaşadığıma dair en ufak bir fikrin bile yok! Karşıma geçmiş atıp tutuyorsun ancak!"

"ABİNİM LAN BEN SENİN ABİN! ANLAT O ZAMAN! BİLMİYORSAM SEN ANLAT BİLEYİM! NİYE SUSUYORSUN!" Onun aksine sakin kaldım, gözlerinin içine bakarak konuştum.

"Anlatayım öyle mi? Her şeyi bu kadar kolay mı zannediyorsun lan sen? 6 yaşında diye bahsettiğin o çocuk var ya hani? Onun omzundaki yükü ne sen ne de ben kaldıramayız! Bu yüzden bırak o çocuğu, bırak ki öfkem ortaya çıkmasına izin vermesin. Çünkü verirse hepimizin canı çok yanacak!" Tepki vermedi.

"Beni de bırak, rahat bırak! Çünkü haklısın benim sizin aranızda yerim yok." Deyip mezarları gösterdim.

"Benim yerim orası! Siz iyi olun diye, o çocuk üzerine atılacak toprağın altından çıkamayacağı için benim yerim orası!" Öylece baktı, sessiz kaldı.

"Madem beni bu kadar çok seviyorsun öldüğüm gün mutlu ol! Çünkü o gün benimle birlikte içimde yaşayan her şey de ölmüş olacak! İşte o gün ben de mutlu olacağım! Ben bir tek o gün mutlu olabilirim! Bu yüzden rahat bırak beni, en iyisi bu." Konuşmak için dudaklarını araladı, engel oldum.

"Benim için gidilecek başka bir yol senin için de kabul etmen gereken başka bir şey yok. Ben yolumda yürüyorum, çoktan yürümeye başladım. Hatta o yol bitmek üzere artık benim için, hissediyorum bunu. Sen de bir an önce kabul etsen iyi olur." Derin bir nefes aldı, beni inceledi ve gözleri yeniden gözlerimi buldu.

"Eğer kendini geri çekmeyeceğini bilseydim sana sarılırdım. Başka bir yol olduğunu sımsıkı sarılarak öğretirdim sana." Gözlerimi kaçırdım, devam etti.

"Ama yapamam bunu değil mi? Hatta hiç kimse yapamaz, izin vermezsin. Çünkü hâlâ bu korkunu yenemedin." Dediği an ona döndüm, kaşlarımı çattım. Korkmadan konuşmaya devam ettim.

"Hâlâ birileri sana sarıldığında nefesin kesiliyor, kızarıyorsun hatta biraz ileriye gidildiğinde bayılırsın bile. Bir bok bildiğin yok diyorsun ya hani bana? Ben senin hakkında her şeyi biliyorum Yiğit! Senin içinde saklayıp sırf şu sert görünümün zarar görmesin diye görmezden geldiğin her şeyi ben çok iyi biliyorum. Sen de bunu kabul et, seni senden iyi tanıyorum." Birkaç saniye yüzüne baktım, söyleyecek bir şey bulamayınca cevap vermeden arabaya bindim, abim hâlâ öylece durmuş bana bakarken arabayı çalıştırdım eve doğru yola çıktım.

Az önce konuşulan her şeyi her zamanki gibi içime gömüp düşünmemeye çalışarak yarım saat içinde eve ulaştım. Normalde geldiğim zaman açılan büyük demir kapı açılmadı, kornaya bastım üst üste ama açmadılar. Sinirle arabadan indim.

"İki dakika boş bırakmaya gelmiyor!" Söylenerek kapıya ulaştım, kapıyı duymaları için yumrukladım.

"GİDECEĞİM DEDİM SİZE GİDECEĞİM!" Bu Yeşim'in sesiydi, bu soğukta dışarıya çıkmış bir de bağırıyordu. Kapıya birkaç defa daha vurdum, sonunda kapı açıldı.

"Arabayı içeriye al!" Deyip eve girecekken Yeşim çıktı, yüzüme bile bakmadan yanımdan geçerken kolumdan tutup yanıma çektim.

"Hayırdır nereye?" Diye sordum, ne yüzüme baktı ne de cevap verdi. Sinirle kolunu çekti.

"Abi neredeyse sen gittiğinden beri gideceğim diye bağırıp duruyor. Sen gelmeden göndermek istemedik, olay çıkardı." Diyen adama göz ucuyla bakıp Yeşim'e döndüm.

"Seni burada zorla tutan yok ama bu şekilde olmaz!" Yine yüzüme bakmadı, sessiz kaldı. Ne yaşadığını, canının ne kadar yandığını az çok tahmin ettiğim için sakin kalmaktan başka çarem yoktu.

"Az kalsın ölüyordun! Buna rağmen ayağına ayakkabı bile giymeden bu soğukta dışarıya çıkmışsın! Şimdi gir şu eve, birkaç saat daha dinlen, düzgünce giyin, nereye istiyorsan git!" Cevap vermedi.

"Sana diyorum! Hadi durma daha fazla bu şekilde gir şu eve!" Yüzüme bakmadan yanındaki adama döndü.

"Getirin ayakkabılarımı giyip, gideceğim! İçeriye falan girmeyeceğim!" Sakin kalmak için kendimi zorladım.

"Sana eve gir, dinlen, sonra gidersin dedim! Seninle konuşmam gereken şeyler var!" Yine bana dönmedi, yine cevap vermedi.

"Ayakkabılarımı getir dedim! Yoksa bu şekilde de gidebilirim."

"Delirtme beni gir şu eve hadi!" Dedim dişlerimin arasından, sonunda gözleri beni buldu.

"Girmeyeceğim! Girmek istemiyorum! Hadi yine zorla götürsene beni eve! Tutup kolumdan çekiştirsene! Kucağına alıp oradan oraya atsana! Niye yapmıyorsun bunları? Niye bağırmıyorsun bana? Acıyor musun artık bana? Çaresiz olmam hoşuna mı gidiyor?"

"Salak salak konuşma! Sana acıdığım falan yok! Bunun için bir nedenim yok! Ayrıca çaresizliğin hoşuma falan da gitmiyor, onu sen daha iyi yaparsın. Hani hastaneden kaçtığın gün karakolun bahçesinde söylemiştin ya, çaresizliğin hoşuma gitti, kendimi çok daha iyi hissediyorum artık demiştin."

"Dediysem dedim! Hak ettin dedim! Hem konuşmuyorum ben seninle! Getirin ayakkabılarımı ya da getirmeyin istemiyorum! Böyle de giderim ben!" Ona cevap verecekken siyah bir araba yanımızda durdu.

Arabanın camlarının açıldığını fark ettiğim an ne olacağını anladım. Yeşim'i kolundan tutup bahçeye doğru ittim, yere düştüğünü gördüm ama kaldırmadım. Silah sesleri gelmeye başlarken belimden silahı çıkarttım. Ben de bahçeye girecekken bir anda hissettiğim acıyla birlikte Yeşim'in yanına yere düştüm.

Vücudumdan akan kanı net bir şekilde hissederken Yeşim'in korku dolu gözlerinin üzerimde olduğunu fark ettim, gözlerimin kapandığını hissettim.

*****

Herkese tekrardan merhabalar, nasılsınız, neler yapıyorsunuz?💫

Yiğit vuruldu :( ben yazdığım hâlde ağlıyorum şu an. Sizce yeni bölümde neler olacaktır?

Bu Yiğit'ten okuduğunuz şimdilik son bölümdü, belki ileride yeniden onunla olabiliriz.

Sizce Yeşim'in başına gerçekten de Yiğit'in tahmin ettiği gibi bir şey gelmiş midir?

Peki ya Yiğit'in annesinin isminin Elif olmasına ne demeli :( Yeşim Yeşim diye boşuna delirtmiyormuş meğerse kızı. (Sanki bilmiyordum hsjsjjshsh)

Balığı öldü diye ağlayan 6 yaşındaki bir çocuk neden Yiğit gibi bir adama dönüşmüş olabilir sizce? O 6 yaşındaki çocuk neler yaşamış olabilir?

Ve küçük bir duyuru yapmak istiyorum. Son günlerde herkes kitap final oluyor, finale az kaldı diye yorum yazmaya başladı. Tabii bunu görüp bana final için mesaj atan da bir sürü kişi oldu. Ben de toplu bir açıklama yapmak istedim. Final yapmıyoruz, final yakın değil, daha çok çok uzun bir yolumuz var. Daha okuyacağınız çok bölüm var, bu yüzden endişe etmenize hiç gerek yok. Uzun bir süre daha beraberiz yani :)

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

gizzemasllan

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan



SİZİ ÇOK SEVİYORUM...♡

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

405 83 18
Kur'ân-ı Kerîm / Meâl / Tefsîr Okuyoruz📚 devamıdır. *ALINTIDIR. İstifade etmek isteyen dilediği gibi istifade edebilir!
8.2K 1.4K 20
Beyoğlu'nun İngiliz yazarı ve Üsküdar'ın dillere destan katibi bir vapur seferinde göz göze gelir. Ve kalplerindeki bakışmaya sadece bir yağmur tercü...
42.7K 3.4K 167
Bu dünyanın kurtarıcısının elindeki korkunç ölümünden sonra ruhu sonsuz acıya mahkum edilen, son kötü adam "Fiona"nın bedenine sahiptim. Sırf gayri m...
1.7M 126K 33
"Cennet ve cehennem birer insan olsaydı," diyerek durdu. İçimden 'bu insanlar biz olmazdık' diye geçirdim. Çünkü o cehennem olamayacak kadar merhame...