Yeşil Peri (Yarı texting) (AS...

Od leydi_yazar00

6.2K 4.5K 6.7K

"Fantastik bir hikaye değildir!" :) ***Sonra aklıma bu hayatı zaten bir hiçlik uğruna yaşadığım geldi. Belki... Viac

1.Bölüm《 Kırık Kanatlı Yeşil Peri 》
3.Bölüm 《 Yanlış Melodili Dans 》
4.Bölüm 《 Yabancı Kıvrılışların Sahibi 》
5.Bölüm 《 İtiraf: Hayallerin Ötesinde... 》
6.Bölüm 《 Gizli Antlaşma: Güven 》
7.Bölüm 《 Zehirden Kurtulan Bedenler 》
8.Bölüm 《 Yeniden Yeşeren Umutlar 》
9.Bölüm 《 Siyahlar İçindeki Adam 》
10.Bölüm 《 Bedel Ödetmenin Bedeli 》
11.Bölüm 《 S'nin Ardındaki İsim 》
12.Bölüm 《 Taşan Son Damlalar 》
13.Bölüm 《 Kim...? 》
14.Bölüm 《 Var Olmamış Benlikler 》
15.Bölüm 《 Davetsiz Misafirler 》
16.Bölüm 《 Şıpıdık Terlikler 》
17.Bölüm 《 Hüner 》
18.Bölüm 《 Günlük 》
19.Bölüm 《 Böyle Kal 》
20.Bölüm 《 Kalbin Acı Zaferi 》
21.Bölüm 《 Şehrin Hayaletleri 》

2.Bölüm 《 Senden bile... 》

543 288 854
Od leydi_yazar00

Selam canlarım! Yeni bölümle tekrar karşınızdayım, umarım beğenirsiniz. Bu arada bebekler medyaya karakterimin resmini koymamı ister misiniz yoksa hayal gücünüze mi kalsın? Yazım hatalarım veya edebi anlatımımda kusurlar varsa özür diler ve sizi bölümle baş başa bırakarak kaçarım. İyi okumalar!
_________________________________________

         Güzel şeyler zaman alırmış. Hiç olmayacak bir şey nasıl zaman alır ki? Umudumuzu kestiğimiz tüm hayatımızda artık bir şeyler güzelleşse bile ne değişir? Silinir mi geçmiş? Geçer mi izler yahut yaralar? Diner mi tüm acılar? Öylece biter mi yani bütün olanlar? Unutur mu kalbimiz ya da zihnimiz? Bırakılır mı artık yakamız? Rahat bir nefes alır mı bedenimiz? Sanmam keza umut yok olup gitmişti artık. Umudun öldüğü yere bahar gelmez bir daha.

Soğuk bir sabahın erken saatlerinde kulağımın dibinde ısrarla çalan telefonun alarmıyla uyanmış ve büyük bir isteksizlikle bu ızdırabı susturup ayağa kalkmıştım. Dün gece aldığım uyku habı yüzünden başımda şiddetli bir ağrı varken göz kapaklarım açılmamakta ettikleri inatla bir daha okulumun olduğu sabahların gecesinden ilaç almamam gerektiğini feryat ediyorlardı. İçmesem uyuyamıyor, içsem sonsuz uykuya yatmak ister gibi kalkamıyordum. Öyle yorgun bir düzensizlik oturmuştu bedenime.

Kendimi kavurucu bir yaz gününün sonunda yaş kalmış elbise gibi hissediyordum. Hava çok sıcak ama kurumama yetmemiş, koskoca bir güneş var ama o da bana ulaşamamış ve dikkat edilmeksizin toplanıp diğer kuru kıyafetlerin arasına sıkıştırılarak kokmaya mahkum bırakılmıştım. O derece çaresiz, umutsuz ve göz ardı edilmiştim.

Ayaklarımı sürüye sürüye banyoya yöneldim ve elimi yüzümü yıkamaya başladım, tüm gün habın etkisiyle çekeceğim uykusuzluğu suyla bir nebzede olsa bertaraf etmek adına. Yıkama işlemi bitince kenarda duran havluyla yüzümü kurulamaya başladığımda gözüm aynadaki bitik görüntüme kaydı.

Her öfkelendiğimde eğri büğrü kesip mahvettiğim için annemin zorla götürdüğü kuaförde tam omuz çizgimde özenle kesilmiş kısa simsiyah saçlarımın yanında yine kuaförün kestiği tüm alnımı kaplayan kahküllerim, canlılığını yitirmiş beyaz soluk tenim ve hayatımdaki tek renkli şey olan ifadesiz yeşil gözlerim vardı. Bunlara eşlik eden çökmüş yüz hatlarım ve şişip derin koyu halkalara bulanmış göz altlarımla yürüyen bir zombiden farksızdım. Sanki ölmüşüm de gömmeyi unutmuşlardı bu zavallı bedenimi.

Acınası görüntümle daha fazla oyalanmadan odaya geri döndüm ve uyuşuk hareketlerle dolabımı açıp okul üniformalarımı giymeye koyuldum. Açık gri bir gömlek, gri bir etek, okulun amblemini taşıyan sıradan bir arma ve bu kasvetli renklere saçma bir ahenkle uydurulmuş fazlaca canlı bir pembe renkle yapılmış süveterden oluşuyordu kıyafetlerim.

Okuduğum yer tam burslu kazandığım bir özel okul olmanın yanında lise son sınıf öğrencisiydim ve benim gibi hayatının dönüm noktasını belirleyen bir sınava girecek olan insanlar harıl harıl ders çalışırken, ben kaderim ile çevremdeki varlıkların cehenneme çevirdiği hayatımla mücadele etmek zorunda kalmıştım. Gerçi benim okulumdaki hiçbir züppenin çalışmaya ihtiyacı yoktu çünkü hepsinin zengin bir babası ve okulu bitince başına geçebilecekleri aile iş yerleri vardı. O yüzden gençliklerinin tadına çıkarmaya bakıyor, günlerimi zehir etmekten başka bir şeyle ilgilenmiyorlardı. Onlardaki şansın binde biri bile bende olsa şu an daha iyi durumda olabilirdim ancak benim layık görüldüğüm tek şey bu acınası yaşamdı.

Beyaz bir kilotlu çorabı da giyip gömleğimi dirseklerime kadar katladıktan sonra masamın önüne otururak iç içe girmiş saçlarımı taramaya koyuldum. Her sabah olmasa da hiç değilse ara sıra onları tarama gücü bulduğum zamanlar olabiliyordu. Uçurumun dibinde ayağı kaysa düşecek birinin bunu yapması bile bence hayatı için büyük bir adımdı.

Kısa süren tarama işleminin ardından içinde kapağı dahi açılmamış bir iki test kitabının bulunduğu çantamla telefonumu alarak odamdan ayrıldım. Üst katın merdivenlerini bitirip salona ulaştığımda sürekli gördüğüm manzarada herhangi bir değişiklik yoktu. Annemin eve getirdiği adamlarla içtiği içki şişelerini halı ve masada bırakışı, dolu kül tabakları, havalandırılmadığı için içeriyi kasıp kavuran yoğun sigarayla alkol kokusu, koltukların üstüne saçılmış kıyafetler, masanın üstündeki dağınık kumar kartları ve yerlere kadar dökülmüş çerezler... Gözüm kapalı çizerdi ellerim bu görüntüyü, öyle ki derin kazılmıştı hafızama.

Yılların verdiği alışılmışlıkla oralı olmadan kapının önündeki spor ayakkabılarımı ayağıma geçirip askıdaki siyah montumu üzerime giydim ve evden çıktım. Bu soğuk havada giydiğim etek, ince çorap ve mont uyumsuzluğuyla okulun yolunu tuttum. Sabahları kahvaltı etme gibi bir huyum olmadığı için daha doğrusu geçirdiğim yoğun iştahsızlık sürecinden dolayı hiçbir şey yeme gereği duymadan evden ayrılırdım hep. Bu sebeplerden sürekli zayıf ve çelimsiz bir vücudum vardı.

Şikâyetçi de değildim ya, hâlâ hayatta olduğuma dua etmeliydim. Güçsüz kalmış bağışıklık sistemimle bir hastalığa yakalansam ya uzun bir vakit sürünürdüm ya da dayanamayıp sonsuz huzura bırakırdı kendisini bedenim. Berbat kelimesinin can bulmuş hali olmama rağmen hâlâ nasıl ayakta durduğuma bende akıl erdirebilmiş değildim. Dediğim gibi ben yaşamak için yaşayanlardandım. Öylesine, boşu boşuna, gelişigüzel bir şekilde...

Günün erken saatlerinden dolayı daha serin ve keskin olan soğuk tüm vücudumu yutup tenimi yakarken çantamdaki sigara paketinden bir dal çıkardım ve kurumuş dudaklarımın arasına yerleştirdim. Üç yıldır sahip olduğum bu kötü alışkanlık anne olamayacak kadar bencil bir kadın yüzünden yayılmıştı hayatıma.

Yaşadığım kötü olaylardan sonra her gün eve ağlayarak gelişim ve sabaha kadar susmayışım üzerine ilk defa odama ayak basmış, sırf kötüleştiğim zaman kendi belli eden krizlerimden rahatsız olduğu için yanıma gelmişti, elinde tuttuğu yarısı küle dönmüş sigarasıyla. Dudaklarını terk etmeyen kırmızı patlak ruju ve her zamanki mini dekolteli elbisesiyle diğer elinde olan fazla sigarayı bana doğru uzatarak iyi geleceğini fısıldamıştı.

Sigaranın iyi bir şey olmadığını bilen aklım o an ki geçirdiği acı dolu dakikalardan çekip çıkmak istemiş, mantıklı davranamayarak sigarayı titreyen ellerle kavrayıp acemice içmiştim. İlk içtiğiniz zaman yaşattığı o hafif baş ağrısı ve allak bullak olmuş düşünceleri takamayacak boyutta sürüklediği ruh haliyle o kadar sakin hissetmiştim ki bana acılarımı anlıkta olsa unutturacak tek çarenin o olduğunu sanmıştı çocuksu beynim. Bu şekilde de ardı kesilmeden devam ederek bağımlılık yaratmıştı yıkık minik dünyamda.

Çakmakla tutuşturup derin bir nefes çektim ciğerlerime, gözlerimi verdiği rahatlıkla kapatırken. Ardından ince, uzun iki parmağımın arasında duran sigarayı çektim ağzımdan ve azar azar esen, iç ürpertici yelle havaya sürklenmesine izin verdim gri dumanların. Yemek yemeyi red eden vücudumun tek ihtiyacı bu içi dolu illet karton parçasıydı sanki.

Zonkluyan başım onunla ağrısını unutmuş, zar zor açılan gözlerim can bulmuş gibi yeşermişti adeta. Nasıl bir maddeydi bu böyle? Bu denli iyi hissettirirken nasıl da enjekte ediyordu tüm zehrini içimize, yavaş yavaş, hiç fark ettirmeden, günden güne tüketerek. Biz onu yakıp külleştirdiğimizi sanıyorduk ama tam tersine asıl külleşen biz bedenlerimiz ve ruhlarımızdı. İnsanlık olarak zavallı bir haldeydik.

Ağır adımlarla sokakları tek tek aşıp okula yaklaştığımda elimdeki sigaranın yarısından fazlası bitmişti neredeyse. Son yudumları içime çekerken cebimdeki telefondan bir mesaj sesi yükseldi. Hiç duymamış gibi aynı tepkisizlikte devam ettim yoluma çünkü dün geceki şahsiyeti engellediğim için canım operatörüm dışında mesaj atacak kimse yoktu. Saniyeler içerisinden yeniden titreşip sokakta yankı uyandıran bir ses çıkardığında bitirdiğim sigaramı söndürüp çöpe attım, dumanı hâlâ ciğerlerime hapisken.

Telefonu cebimden çıkarıp elimin arasına alarak kilidini çözdüm ve ağzımdaki dumanı yavaş yavaş serbest bırakırken mesaj uygulamasına tıkladım. Başka bir yabancı numaradan gelen iki mesajla çatıldı kavisli kaşlarım. 'Yine mi?' demekten alıkoyamamıştı kendisini içimdeki ses. Peşimi bırakmayan bu insanlar da kimdi böyle ya da ne istiyorlardı bu sancılarının arasında nefessiz kalan kırık kızdan?

Aynı uyuşuklukta ilerleyen adımlarımla mesajların üzerine tıkladım ve baygın bakışlarla okumaya başladım.

Yabancı numara: Güneşin yeryüzünü aydınlattığı gibi ruhunun da ışığa kavuşması dileğiyle, günaydın yeşil peri. Dün beni yargısız infaz yaparak engellemen çok kabaca bir davranıştı ama olsun ben her türlü ulaşırım sana. ;)

Yabancı numara: Bu arada senin gibi narin ve güzel bir periye sigara gibi bir pislik hiç yakışmıyor.

Derin bir nefes alıp verdim gördüklerimin etkisiyle. Önüme gelen saçları elimle geriye çekiştirirken etrafa kısa bir göz gezdirdim, bu kişi her kimse şu an beni izleyen biri olmalıydı çünkü sigara içişim üstüne kurduğu bu cümlenin farklı bir manasının olması pek mümkün değildi. Ancak beni derinden yaralayan sözü ilk yazdığı satırlarda gizlenmişti. Ruhunun da ışığa kavuşması dileğiyle... Benim ruhum ışığı hiç görmemişken nasıl kavuşacaktı ki? Boş hayaller ve umutlar ardına düşmeyi bırakalı çok olmuştu, kimse bu saatten sonra beni inandıramazdı her şeyin düzeleceğine. Yaşama hevesi kalmamış ve sırf yaşamak için yaşayan birinden ne beklenebilirdi ki? Bu kadarına teveccüh etmem bile mucizyedi sanırım.

Çevrede gelip geçen birkaç araba dışında hiçbir şey göremediğimde bakmayı kesip tekrar telefona odaklandım ve harflerin üzerinde dolandırdım parmaklarımı.

Ben: Yine mi sen? Ayrıca fikrini soran olmadı, beni rahatsız etmeyi kes!

Ve tekrar bu kişiyi engellediniz bilgisi göründü ekranda. Umursamadan telefonu titreşime alıp tekrar cebime sıkıştırdığımda okula varmıştım çoktan. Bu kişi her kimse peşimi kolay kolay bırakmaya niyeti yokmuş gibi duruyordu. Engellediğim numarasından sonra farklı bir numaradan mesaj atmıştı bu sefer de. Eğlencesinden hemen vazgeçmek istemiyordu belli ki. Keyfi bilirdi, onun yeni hat alacak kadar ısrarlı bir yapısı varsa benim de yorulmadan onu engelleyecek parmaklarım vardı. Dişe diş değil miydi her şey? Karşılığını fazlasıyla alacaktı. Dertlerim bana yetiyordu zaten, bir de işletme oyunuyla zihnimi dolduramazdım.

Bahçeye girdiğim ilk dakikadan itibaren üzerime yönelen aşinası olduğum alaylı bakışların içinde seri adımlarla okula girdim ve merdivenleri tek tek çıkarak sınıfıma ulaştım. Sınıfta kim var kim yok hiç bakmadan başım önümde hızlıca pencere tarafı en arkadaki sırama geçip oturdum ve çantamı masanın altına yerleştirdim.

Üşümüş yorgun bedenim yavaş yavaş ısınırken kollarımı sıraya koyup başımı üzerine yasladım. Uyku için debelenen gözlerim anında kapandığında şuracıkta sonsuzluğa uğurlanmak istedim. Ölüm denizine daha fazla karşı koyacak mecalim kalmamıştı, ruhum kendisini bu mavi gibi duran aldatıcı siyahlığa beklemeksizin batırmak için çırpınıyordu artık ama ona engel olan bir şeyler vardı hep. Ne umudum ne hevesim ne de yaşam üstüne herhangi bir gayem vardı ama ne için ruhumu özgür kılmadığımı ben de anlayamıyordum. Sadece beklemem gerektiğini biliyordum o kadar. İçimde bir yerlerde çok küçük ve zayıf bir parçam inatla izin vermiyordu buna.

Çalan ders ziliyle sınıfa giriş yapan hoca her gün yaptıkları zırvalıkları sıraladıktan sonra derse başlamıştı. Uykuya dalmama ramak kalan dakikalardayken sınıftaki sesler bir uğultudan farksız olmuştu zihnimde. Kulaklarım artık ne dediklerini kavrayamıyor, tüm işitme duyusunu kapatıyordu yavaştan. Ancak aniden koluma dokunan bir elle irkilerek kaldırdım başımı.

Bayan hoca sıcacık gülümsemesiyle bana bakıyordu. Zaten bana gülümseyen tek insanlar hocalarımdı, başka yerde göremezdim bu samimiyeti ki bu durum her şeye rağmen derslerimdeki iyi derecedeki başarımdan kaynaklanıyordu. Hiç çalışmaz, doğru dürüst ders dinlemezdim ama bir kereliğine bile kulağımın ucuyla duyduğum bilgiyi kıvrak zekam öyle bir işliyordu ki sanki sabah akşam o derse çalışmışım gibiydi. Zeki oluşum bana verilen tek güzel şeydi ama berbat bir hayat sürerken onunla varmak istediğim veya varmayı düşünebildiğim bir yaşam amacım yoktu. Kısacası hiçbir işime yaramıyordu. Yaşamak için yaşayan birinin okul ne kadar umrunda olurdu ki?

Eliyle kapıdaki nöbetçi öğrenciyi gösterdiğinde "Müdür Bey seni çağırıyorumuş kızım." dedi nazik ses tonuyla. Müdürün beni çağırmasına neden olacak herhangi bir hatada bulunmadığıma emin olduktan sonra onaylarcasına kafamı salladım ve ağır hareketlerle ayağa kalkıp sınıftan çıktım. En alt kata inip müdürün odasına vardığımda hafifçe bir iki kez tıklattım kapısını. Ardından ellerim kapının kulpunu bulduğunda aşağı doğru indirip kapıyı araladım ve içeriye birkaç adım attım. Genç ve oldukça karizmatik olan müdürümüz dikkatini bana çevirince tebessüm ederek karşısındaki koltukları işaret etti. "Gel şöyle otur Berçem'cim."

Minik adımlarla gösterdiği rahat, deri koltuklardan birine oturup ses etmeden bir açıklama beklercesine yüzüne odakladım gözlerimi. Üzerindeki şık takım elbisesi, düzenli tıraş ettiği pürüzsüz yüzü ve geriye doğru yatırdığı kumral saçlarıyla görüp görebileceğim en yakışıklı müdür sıralamasına birincilikle otururdu sanırım. Sayesinde gözümüz gönlümüz açılıyordu biraz. Tabii bu yakışıklığıyla okuldaki tüm bayan hocaların gönlünü fethetmiş, etrafında pervane olmalarını sağlamıştı ama kendisi son derece disiplinli biri olduğu için bu gereksiz ilgilere yüz vermiyor, resmiyetini ne aşıyordu ne de aştırıyordu.

Sandalyesinde hafifçe öne doğru eğilip ellerini masasının üstünde birleştirdi, tebessümü yüzünden eksik olmazken. "Evet Berçem'cim buraya seni neden çağırdığımı merak ediyor olmalısın." Gözümün önüne gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırıp 'evet' manasında başımı aşağı yukarı salladığımda konuşmasına devam etti.

"Bu yıl okullar arası fen dersleri üzerine bir olimpiyat düzenleniyor ve kazanan okulun öğrencisine doğayla iç içe lüks bir otelde tüm masraflar karşılanmak üzere bilimle ilgili yararlı 3 günlük bir kamp yapma fırsatı tanınıyor. Okulumuzun yaptığı deneme sonuçlarını değerlendirerek sen ve birkaç öğrenciyi not aldıktan sonra senin katılmanda karar kıldım. Çünkü hem başarılı bir öğrencisin hem de sende gözlemlediğim kadarıyla kendi içine çok kapanık bir kızsın ve bunun sana iyi geleceğini düşündüm."

Bir süre benden olumlu bir yanıt bekleyen müdüre boş gözlerle baktım. Bu olimpiyata ne katılmak ne de kamp yapmak istiyordum. Dediği gibi farklı bir ortam yaralı dünyama iyi gelebilirdi ancak ben kendimde bu gücü bulamıyordum. Zor bela hareket ettirdiğim bedenim fazlasıyla yorgun ve bu maratonu kaldıramayacak kadar kötü bir haldeydi.

Tam ağzımı açıp teklifini geri çevirecekken müdür benden önce davranarak lafa atladı. "Lütfen hemen red etme, bir düşün Berçem'cim. Kazanırsan sayende okulumuzda iyi bir nam salacak ve sen de devamsız sayılamadan güzel bir bilim serüveni yaşayacaksın, tek taşla iki kuş yani. Sevdiğim bir öğrencimsin ve bu yüzden hayır desen bile bu cevabını kabul etmeyip seni o olimpiyata göndereceğim. Ona göre kendini hazırlarsan iyi olur, olimpiyat bir gün sonra."

Gülümseyerek söyledikleri karşısında tek kelime dahi edemedim. Zaten benim adıma çoktan karar vermiş, kendinden emin bir şekilde beni göndereceğini söylüyordu. Red etsem bile onun için anlamsızdı. Gözlerimi kaçırıp kısaca "Düşüneceğim hocam." diye geveledim ve artık müsaade isteyerek ayağa kalktım. Aynı sıcakkanlılıkla birkaç şey daha sıralayıp gitmeme izin verdiğinde odasından çıkıp kapısını ardımdan kibarca kapattım.

Boş koridorda ilerleyip sınıfın yolunu tutarken cebimdeki telefon titreşti bir kez. Her zamanki umursamazlığımı yapmayıp bakma gereksinimi duymamazlığıma uymadım ve telefonu cebimden çıkarıp kilidini açtım. O mesaj atan yabancı olabileceğinden tekrar bir engel basma durumum olabilirdi. Vakit kaybetmeden başka bir numaradan gelen mesaja tıkladım.

Yabancı numara: Üç günlük bir kamp... Bence bu fırsatı kaçırma derim yeşil peri.

Hayretle açıldı yeşillerim. Daha ben yeni öğrenmişken o hangi ara duymuştu? Benim hakkımda nasıl bu denli şey biliyor ve haberi olabiliyordu? Bu konu sinirimi bozacak raddeye gelicekmiş gibiydi. Hayretimi üstümden atıp çatılmış kaşlarımla mesajına cevap yazdım.

Ben: Gerçekten canımı sıkmaya başlıyorsun artık. Kimsin sen?!

Mesaj ekranını kapatmadan cevap yazmasını bekledim çünkü söyleyeceği şeyi merak ediyordum. Bu kişinin okuldan biri olabileceğini düşünürken benimle sürekli uğraşan insanları analizden geçirdim. Ancak yazdığı güzel sözler ve benim içimi biliyormuş gibi kurduğu cümleler çevremdeki hiç kimsenin söyleyemeyeceği şeylerdi çünkü onlar ne benimle ilgili bir bilgiye sahiplerdi ne de beni anlayacak bir kalbe.

Ekranın sol üst tarafında çıkan 'yazıyor...' kelimesiyle stres basmıştı vücudumu. Saniyeler içerisinde gelen mesajı anında görüldü olurken beynimde çığır yaratan lafları yankılanıyordu tüm benliğimde.

Yabancı numara: Seni senden bile iyi tanıyan, bilen, anlayan ve dün akşam dediğim gibi kırık peri kanatlarını sarıp iyileştirmek isteyen bir şövalye olarak bilsen, yeterli şimdilik Berçem. Belki seninle dalga geçtiğimi düşünüyorsundur ama problem değil, kazanırım zamanla ben o güveni. ;)

&&&&&&

"Ne diyeyim, umarım ihtiyacı olan birine gidiyordur bizden çaldıkları umut."
(Nazım Hikmet)

Bir bölüm sonuna daha geldik sizlerle. İlk bölümler olduğu için texting kısımları biraz az ama ilerledikçe artarlar ve zaten bu kitap da yarı texting canlarım. Hadi kendinize iyi bakın, kaçtım ben!♥️🤗

Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

773K 43.7K 36
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
ÇARŞAFLAR [BXB] Od Diesel

Všeobecná beletria

249K 11K 50
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...
Yılanın Kızı Od Çağla

Všeobecná beletria

369K 31.8K 37
Pusat Ali Şahoğlu, en yakın dostunun kız kardeşi Gökbeyaz Çakır'ı kurtarırken istemeden katil olur. Onun için hapse girer, dört sene yatar, elinden b...
120K 12.3K 32
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...