4. Bölüm

20 4 6
                                    

Bir doktor için en zor şeylerden biri, ekranda gördüğü dümdüz çizgiyi camın arkasında bekleyenlere söylemekti.

Gencecik bir kızın atmayan kalbinin ritimsizliğini gösteren ekrana bakarak gözünden akan damlaları sildi. İki senedir doktordu, hâlâ alışamamıştı bir hastasını kaybetmeye. Alışabileceğini de sanmıyordu. Dışarıda günlerdir ağlayan ailesine ve muhtemelen sevgilisi olan gence nasıl söyleyeceğini kafasında toparlayıp çıktı. Hemen etrafını sarmışlardı zaten, ufacık bir umut bekliyorlardı.

"Çok üzgünüm, hastayı kaybettik."

Doktor, annesinin çığlıklarından olabildiğince çabuk uzaklaşmak için hızlı adımlarla yürüdü.

***

Belki sakinleştiricilerden, belki kabullenememektendi bilmiyorum ama ağlayamıyordum.

4 yıldır en yakınım olan kız önümdeki toprak yığınının altındaydı, benim olmam gereken yerde.
B

oş gözlerle bakmak yerine onu oradan çıkarmam gerekmiyor muydu? Orada nefes alamazdı, ben nasıl bir arkadaştım?
Benim yüzümden nefes alamıyordu.

Ala'nın kardeşi üstüne su döküyordu, düşmesin diye iki arkadaşı onu tutuyordu. Diğerleri dua ediyorlardı. Parmak uçlarımla yanağımdaki çiziğe dokundum, az önce Ala'nın annesi yapmıştı galiba, üstünden bayağı geçmişti ama ben şimdi hissetmeye başlamıştım.
Benim suçum olduğunu söyleyerek üzerime saldırmıştıdı, birkaç kişi araya girince kendi saçlarını yolmaya başladı. Ben hiç uzaklaşmadım, onlar neden araya girdiler ki? Annesi haklıydı, hepsi benim suçumdu. Benim orada yatmam lazımdı, benim ölmem lazımdı, annesinin benim saçlarımı yolması lazımdı.
Sonra bayılmıştı, galiba hastaneye götürmüşlerdi.

"Sanem, su dökmek ister misin kızım?"

Hayır.

"Sanem, iyi misin? Beni duyuyor musun?"

Değilim.

"Sanem kendine gel kızım."

Omzumdan sarstı beni.

"İstemiyorum."

Fısıldayarak sesimi anca çıkarmıştım, o da bunu anlayıp kafa salladı. Herkes duasını edip ayrıldı mezarın başından. Bir tek Ala'nın babası, kardeşi, Anıl, Aykut hoca, Özgür, Çağla, Oktay, annem ve ben kalmıştık.

Özgür müftünün bıraktığı Kuran'ı okumak için aldı. Kitabın içinden bir kağıt düştü, oldukça tanıdığım bir kağıttı. Yerden alıp okudum.

"Ala için gerçekten üzüldüm Sanem ama en azından en iyi arkadaşların ayrılığı uzun sürmeyecek. Yanındaki mezarı senin için ayırtırım. Sıra arkadaşı değil mezar arkadaşı olursunuz."

Not tekrar yere düştü, ardından da ben düştüm.

"Yapma artık yeter! Ne istiyorsun benden, yeter artık! Öldüreceksen öldür, asacaksan as, keseceksen kes!  Ne yapacaksan yap yeter ki sus artık! Sus artık! Beni duyduğunu, beni gördüğünü biliyorum. Şu an burada bir yerlerde olduğunu biliyorum. Öldürsene hadi, sadece konuşuyorsun. Öldürebiliyorsan öldürsene! Öldüremiyorsan sus! Sus, sus, sus, sus, sus..."

Yerleri yumrukladım, saatlerdir dökemediğim gözyaşını döktüm. Kimse beni öldürmedi. Ölen sadece Ala'ydı.

Islanmış toprağın üstünde, Ala'nın yanı başında ne kadar ağladım bilmiyorum ama en sonunda abim beni alıp arabaya bindirmişti.

Gözlerimi açtığımda odamdaydım ve evde çıt ses yoktu, hava da kararmıştı. Annem daha fazla mesaj gelirse diye telefonumu karakola vermişti bu yüzden saate bakamıyordum ama sessizliğe bakacak olursak gece yarısını çoktan geçmişti.

Elimi yüzümü yıkamak için kalktım, ışığı yakacakken bir el ağzımı kapattı. Çığlık atmaya çalıştım ama sesimi çıkaramadım. Tepinmeye çalıştım ama beni sımsıkı tutuyordu. Ağzımı kapatan avucunda bir bez olduğunu fark ettiğimde çok geç olmuştu, bayıldım. Sadece beni sırtına aldığını hissediyordum.

Kırmızı Yılbaşı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin