1

6.5K 288 49
                                    

Yeni kurgum ile karşınızdayım. İlk bölüm olduğu için kısa oldu. Umarım beğenirsiniz, iyi okumalar!

ΔΔΔ

"Angel!"

Koridorun sonundaki odadan adımın seslenilmesi ile başımı tabletimden kaldırdım. Kaşlarım şaşkınca yukarıya havalanmıştı. Genelde burada çektiği fotoğraflar sayesinde magazin dergilerinin kapağını bir ay boyunca süsleyen insanların adı kaideye alınırdı. Ve bende onların masasına dahi oturamayacak kadar başarısızdım.

"Yürüsene." Diye dürttü beni Mia. "İşten atılmak mı istiyorsun?"

"Maalesef ki evet!" Hırsla ayağa kalkıp elimdeki tableti masaya geri bıraktım. Acaba yine ne için azarlayacaktı beni? Artık bir neden olmasa bile bana bağırması normal gelmiyor değildi aslında.

Odaya girdiğimde burasının fazla sessiz olduğunu fark etmem uzun sürmemişti. Jörg Müller, görüp görebileceğiniz en iğrenç ve en gıcık Alman. Tek sevdiği ise o sarışın kafasından emir yollamak. Bu adamdan nefret ediyorum.

"Bay Müller," Dedim odaya geldiğimi ona belli etmek istercesine. Gözlerini bilgisayarına dikmiş parmaklarını sinirli bir şekilde masasına vuruyordu.

"Sonunda teşrif edebildiniz, Bayan Wood," Sahte gülümsemesi üzerine ifadesiz yüzümü korudum. Katı tavrı biraz sonra açığa çıkacağı için kendimi oldukça hazır hissediyordum.

"Artık seninle çalışabilir miyiz bilmiyorum, Angel. Senden sadece birkaç tane olay yaratacak fotoğraf istiyorum ama bunu bile beceremiyorsun. Kendine gel! Los Angeles'tayız ve burada ünlü bulamaman imkansız,"

"Üzgünüm, Bay Müller. Bana sadece bir şans daha verin. Lütfen," Boynumda asılı duran fotoğraf makinesine baktım. Her ne kadar paparazi olmayı sevmesem de para kazanmak için bu işe ihtiyacım vardı.

"Bu son şansın," Diye mırıldandı hâlâ yüzüme bakmayarak. "İki günün var. Bu iki gün içerisinde bana işe yarar birkaç fotoğraf bulacaksın." Ben nereden fotoğraf bulacağımı düşünürken düşüncelerimi kalın sesiyle böldü. "Şimdi çık dışarı,"

Sinirimi kapıdan atmak istercesine kapıyı çarparak dışarıya çıktım ve kren rengi masama ilerledim. Deri ceketimi sırtıma geçirirken başıma feci bir şekilde ağrı saplanmıştı. Ne zaman bu adamla muhattap olsam öfkeden kuduruyordum.

Ben mi şanssızdım yoksa buradakiler fazla mı şanslıydı? Nerede gündemde olmayan ünlü varsa ben gidip onu buluyordum. Koskoca Los Angeles'ta sadece bunu yapabiliyor olmam cidden başarısız olduğumu suratıma vuruyordu.

Masamı topladıktan sonra telefonumu cebime attım ve ofisten çıktım. Hava çoktan kararmıştı. Bacaklarımı hareket ettirdim ve işlek caddeyi birkaç dakika sonra aştım. Sokak lambaları yanmıyordu ve karanlıkta çoğu şeyi göremiyordum. Bozulmuş olmalıydı. İşte bu yüzden de yanlış sokağa girmiştim.

Evim uzaktaydı ve ben yürümeyi seçerek büyük bir aptallık yapmıştım sanırım. En azından bu sokakta bir yere çıkardı. Bu fikirle adımlarımı sıklaştırarak yürümeye devam ettim.

Dakikalarca yürüdüm. Karşı kaldırımda gördüğüm serseriler yüzünden biraz koşmak zorunda kalsam da onları atlatmayı başarmıştım. Arkama bakarak yürümeyi sonlandırıp önüme döndüğümde karşımda gördüğüm manzara gözlerimin yuvalarından fırlamasını sağlamıştı.

Köşedeki geneleve korumalar yardımıyla giren kişi Justin Bieber mıydı yoksa benim gözlerim mi öyle görmek istiyordu?

Evet, tam üzerine bastın, Angel. Şans ayağına geldi. Ya da sen ona gitmişte olabilirsin. Her neyse. Şimdi ne zamanı? Tabi ki de Jörg Müller'ı o sözleri için pişman etme zamanı.

she badOnde histórias criam vida. Descubra agora