5. BÖLÜM

418 68 243
                                    

Anıl Piyancı - Bi Çare Yok Mu?

Hiç kitapların nefes aldığına inandığınız oldu mu? Veya ruhlarıyla yüreğinize dokunduklarını hissettiğiniz, atan kalplerinde huzur bulduğunuz?

Ben kitapların bizimle konuştuğuna inanan biriyim, bunu fantastik bir kitabın ögesi olarak düşünmek istemiyorum. Kitapların ruhu, kalbi, ağzı var. Bizimle konuşuyorlar, üzgün olduğumuzda sayfalardan çıkan elleriyle bizim başımızı okşuyorlar ve en önemlisi ruhumuzdaki ağrıların hepsini mürekkep dolu sayfalarına aktarıyorlar.

Okumaya başladığımda annemin bana masal okuması azalmıştı, artık masalları ben okuyordum ve bazen, annem gibi olayları abartıyordum. Mesela kirpi tavşanın kalbini kırdıysa, tavşanın kalbi kanıyordu.

Gülümsedim.

Her kırıldığımızda kalbimizin kanadığını düşünsenize, ortalık kan gölüne dönerdi. Ama bu masallarda gerçekti. Masallarda kalbe yara bandı yapıştırabilirdik, çocuktuk çünkü o cümlelerde, en büyük efsaneler bile gerçek olurdu. Ama en kötüsü, masalların bittiği gün büyüyordunuz.

Aslında yaş olarak büyümemiştim ama artık masal anlatan veya masallarımı dinleyen, benimle beraber kahkahalarla gülen bir annem yoktu. Büyümek zorundaydım.

Şimdi de büyümeliydim. Ayakta durmak zorunda kalan bacaklarım, olgunlaşmalıydı. Olgunlaşmalıydı, her şeyi yitirmemek için zihnim.

Elimdeki kitabın son sayfasını kapatıp derin bir nefes aldım. Yanılgılardan kurtulmalarını sağlayacak olan bu sayfalar belki bir gün yayınlandığında onları zihnin acı çekişi gibi düşünmeye yöneltecek. Diyordu Victor Hugo, Bir İdam Mahkumunun Son Günü'nde ve eklemişti; Manevi acının yanında fiziki acının ne önemi var?

Belki intiharı hiç düşünmeyen biri bile bu kitabı okurken zihnin acı çekişini hissedecekti, doğruydu; bir kitabın verdiği manevi acının yanında, fiziki acının hiçbir önemi yoktu.

Kitaplarında çok büyük acısı vardı, belki bundan en iyi arkadaşımız onlardı. Günlerdir de bana yarenlik ediyorlardı, biriktirdiğim ama okuyamadığım her sayfayı tüketmiştim.

1 haftadır evdeydim, Şura o günden sonra uyanmıştı. Bunun üç gün sürmesi beni öyle tüketmişti ki hala yorgunluğunu hissediyordum. Her gün hastanenin önünde bulmuştum kendimi ama bir türlü içeri girememiştim. Bunu kimseyi zora sokmak, kimseyi daha fazla üzmemek için yapmıştım. Yine ruhum, o hastane kapısını önünde Şura diye yalvarmıştı.

Melike'nin ilk aradığı kişi ben olmuştum. Kafatasında ve omzunda bir süre sonra önemsenmemesi gereken bir çatlak vardı. Başına aldığı sert darbe yüzünden beyin sarsıntısı geçirmişti ama şimdi iyiydi. İlk uyandığında kimseyle konuşamıyordu ve ben dört duvarın arasında kalbimin göğüs kafesime sığmadığını hissediyordum.

En son Eda ısrarlarıma dayanamayarak beni görüntülü aramıştı. Azıcık konuşmasına rağmen denilen her şeyi algılıyordu ve hareketlerinde hiçbir kısıtlama yoktu. En son iki gün önce taburcu olacak duruma gelmişti, konuşuyordu ama sadece başı çok ağrıyordu.

Bunları ince ince bilmemin tek nedeni gitmediğim her dakika oradakileri arıyor oluşumdu. Canımdan can gitmişti, defalarca aramam hiçbir şeydi. Elimi kolumu bağlamışlardı.

Eve geçtiğinde artık kendi telefonunu kullanabiliyordu, ilk defa arada kimse olmadan konuşmuştuk. Kulüp, olay koreografinin sonunda olduğu için ve asıl hareketleri tamamladığı için Şura'yı elememişti ve birinciliği olmasa da ikinciliği ona vermişti. Bu her şeyin ilacı olmuştu benim için. Kıkırdayarak ama zorlanarak söylediği her kelime ruhuma iyi gelmişti.

NEVAWhere stories live. Discover now