chapter twenty: you remind me of the moonflowers

Start from the beginning
                                    

"Güç."

Sen.. Sen benim hiçbir şeyim değilsin.

"Zayıf- Kırılgan.Yalnız."

Beni öp.

Gitme.

Senin kokunla uyanmayı seviyorum.

"Fazla.. Fazla-"

"Fazla?" dedi merakla. Gözlerimi kaçırdığımda pencere yine sertçe duvara çarpmış , dudaklarımın arasından güçsüz bir inleme dökülmüştü.

"Louis.."

"Aşk." dedim çatlamış sesimle. Gözlerine kısa bir bakış attım. "Çam ağaçları. Yağmur. Ay sarmaşıkları." Yine göz gözeydik. "Onlar sadece geceleri çiçek açar , büyüleyici bir kokuya sahiptirler. Ama sabah olduğunda- solarlar. Ve zehirlidirler de. Bir gece tüm güzelliğiyle parlıyordur ama sonra güneş doğar ve bir bakmışsın.. gitmiş." Ağrı hafifliyordu. "Bana ay sarmaşıklarını hatırlatıyorsun."

Bir süre ikimiz de sustuk ve yağmurun eski düzeninde atıştırmaya dönmesini dinledik. Nefeslerimiz odayı doldurdu , gözlerimiz ayrılmadı ; o üzerime doğru uzanmış bacakları benimkilere dolanmış halde öylece kaldık.

"Geçti mi?" dedi sonunda.

"Hayır." diye yanıtladım. "Geçmeyecek."


Az önce ne olduğunu bilmiyordum.

Yalnız kaldığım yatakta uzanmış tavanı izlerken buna emindim. Kendimi imkanı olmayan saçmalıklara mı inandırıyordum- Ama öyleydi. Onun söylediklerini yapmam , hissetmem , ağrıyı hafifletmişti. Duygularım havanın seyrini değiştirmişti.

Bu kasabada pek çok garip şey dönüyordu ama ben onlardan biri olamazdım. Garip ve ürkütücü olan hiçbir şeyle alakam yoktu. O zaman neden bir açıklama bulamıyordum? Baş ağrısı. Evet , belki de baş ağrısı beni bu hale getirmişti. Zihnimin benimle eğlenmesine olanak sağlayan şey tam olarak buydu. Başımdaki ağrı odaklanmamı engelliyor ve her şeyi bulandırıyordu.

İç çekip kafamı yana yatırdım ve sağımdaki pencereye döndüm. Havanın kararmasına bakılırsa düşündüğümden de uzun süredir burada hareketsizce yatıyordum. Yerimden doğruldum. Esnemek için kollarımı iki yana açtım. Onun adını seslendiğimde cevap almamak beni şaşırtmadı.

Ayaklarımı neredeyse sürüyerek odasını terk ettim. Salona geçtiğimde beklediğim son şey bile , yere oturmuş büyük bir dikkatle yap-boz parçalarıyla uğraşan Harry'i bulmak değildi.

"Gittin sanmıştım." dedim karşısına yerleşirken. Bana bakmak yerine elindeki parçayı birkaç yere deneyip sonunda pes etti. O yere bırakmadan parçayı elinden çektim ve doğru yere taktım. Dikkatini üzerime çekmeyi başarmıştım.

"Güzel. Bir yap-boz dehası olman eksikti."

Cevap vermeden yerden bir parça daha kaptım. Oluşan resmi taradıktan sonra doğru kısma yerleştirip bir yenisine uzandım. Elim havada kesildi.

"Tek başıma yapmaktan memnunum." dedi ve elimi parçalardan uzak bir tarafa doğru iteledi.

"Kıskançlığı bırak. Beraber daha hızlı bitiririz." diye karşı çıktım.

"Öyle bir amacım yok. Kendimle baş başa kalıp yap-bozu tamamlamak istiyorum."

"Sesimi çıkarmam Harry. Sadece.. Geldiğimden beri hiçbir şey yapmıyorum. Resim çizmekten bile sıkıldım. Bir işe yarıyor gibi hissetmek istiyorum. Anlıyor musun?" Sesim kısıldı. "Fazlalık olmak değil."

Duymazdan geleceğini düşünüp bir parça daha aldım. İtiraz etmedi. Ben parçayı koyacak yer ararken , kesinlikle yer aramıyor dolan gözlerimi fark ettirmemeye çalışıyordum , onun da benim kadar kısık olan sesi odayı doldurdu.

"Yük değilsin Lou. Benim için hiçbir zaman değildin."

Sessizlik. Ürkütücü , rahatsız edici , sinir bozucu ve bunun gibi bir çok iğrenç sıfatı daha önüne getirebileceğim sessizlik. Yap-boz parçalarını bu sessizlik içinde yerleştirirken beşinci kez ağzıma gelen soruyu ona yöneltmeden yaptığım şeye devam ettim.

Bir parçayı daha yerine bıraktım , yine dudaklarımı ısırarak ona kaçamak bir bakış yolladığımda "Ne var?" dedi bıkkınca. Gözleri halıdan bana döndüğünde yorgun gözüküyordu. "Söyle artık."

Nefesimi verip "Şey.." diye mırıldandım.

"Ne?"

"Harry..."

"Louis..?"

Sadece baktım. O da baktı. Aklımdaki şeyi sormadım , bilmek istediğime emin değildim. Bir süre daha bakışmaya devam ettik. Üstelemedi ve sonunda gözlerini benimkilerden çekti. Ayağa kalkarken "Bir şeyler yemeliyiz." diye söylendi.

"Aç değilim."

"Yemek yiyoruz." dedi sakin ama kararlı bir şekilde.

Ayağa kalkıp peşinden mutfağa geçtim. Ona ayak bağı olacağımı düşünerek mutfakla salon arasındaki tezgaha oturdum. Buz dolabından birkaç malzeme çıkardı. O sıcak su kaynatırken önümde birleştirdiğim ellerimi izliyordum. Bana dönük olan sırtına baktım ve gözlerimi yine ellerime çevirdim. "Yaraların nasıl?"

"İyi." dedi belli belirsiz bir tonda.

"Bir daha pansuman yapmamız gerekebilir."

"Gerek yok."

Oldukça üzgün ve durgun olması beni de aynı şekilde üzüyordu. Ama elimden bir şey gelmeyeceğini biliyordum. Neye üzüldüğünü bile bilmezken ve o beni biraz olsun umursamazken ne yapacaktım ki? Belki de varlığımla insanların modunu düşürüyordum. Tezgahtan atladım. "Yardıma ihtiyacın var mı?"

"Hayır." Derken arkasına bile dönmedi.

"Peki. Ben odanda olacağım."


†

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
heaven and back // larryWhere stories live. Discover now