BÖLÜM -1- "PSİKOPAT"

Start from the beginning
                                    

Kaşığımın içindeki çorbadan çıkan duman gözlerimin içine girerken kendine gözlerimden bir pay almayı da ihmal etmemişti. Gözyaşlarım çorba kaşığının içine bir zehir gibi damlıyordu. Yıllar boyunca yediğim onca dayağa ve işkenceye rağmen sağlam tutmaya çalıştığım psikolojim darmadağın olmuştu. Sadece bir silah sesi ve bir çift ölü bakan göz. Her şeyi yerle bir etmişti. Kalbim hiç ağrımadığı kadar ağrıyıp büyük bir acı dalgasıyla yıkanıyordu.

Annemin kahkahaları aklıma geldi. Deli olduğu için bazı takıntıları veya alışkanlıkları vardı. Sürekli beyaz giyinirdi. Beyaz elbiseler, beyaz tişörtler, beyaz pantolonlar ve beyaz ayakkabılar. Bir de babam bize dayak atarken attığı kahkahaları vardı tabii. Dayak eşliğinde duyulan hastalıklı kahkahaları kulağımda yankılanıyordu. Bazen başka bir odaya gidip isterik kahkahalar atardı. Babam kırbacını her vurduğunda kahkahalarını arttırır ve hatta bazen çığlık atarak gülerdi. Belki de bizim inlemelerimizi duymamak içindi bilmiyorum. Fakat bu onu sevgiden ve iyi anne profilinden mahrum bırakmıştı. Grace Goldberg, benim ruh hastası sevgili annem; annelik nedir bilememişti ve böyle olması da onun suçu değildi. Ona sarıldığımda kalbim sevgiye muhtaçken bana sevgi nedir öğretememişti. Fakat şu anda nefes almayan bedeni içimi paramparça ediyordu.

Çorba boğazımı yakıp geçerken sıcaklığı daha önce hiç fark etmediğim kadar yakıcıydı. Babam çorbasını çoktan bitirmişti ve öylece oturuyordu. Gözlerini ikiz kardeşlerime dikip kaşlarını çatmıştı. İştah midemdem öyle uzak kalmıştı ki çorba içmek bana eziyet gibi geliyordu.

"Anneniz kan kanseriydi," dedi babamın düşünceli fakat kendinden emin sesi. "Dün gece yatağımızın altındaki tahtalara sıkıştırılmış olan rapora kadar bundan haberim yoktu. Zaten ölecekti. Üzülmenize gerek yok."

Söylediği her cümle dişlerimi daha çok sıkmama neden oluyordu. Kelimeleri her telaffuz edişinde öfkem gözyaşlarıma daha da çok vurgun yapıyordu. Bunu nasıl yaptığımı bilmiyorum fakat içimdeki sönmek bilmeyen kızgın ateş ayaklarıma kalkma emrini verdi. Sandalyeyi hışımla itip ayaklanırken bedenim tereddütlerle ve korkuyla sarmalanmıştı.

"Annemi öldürdün," diye tısladım gözlerimi kısarak. Dişlerimi birbirine öyle sert bastırmıştım ki titretken zangırdadılar. Gözyaşlarımı durduramıyordum. Çaresizce fısıldadım. "Böyle bir şeyi neden yaptın baba?"

"Nedenini açıkladım." Babamın sesi öfkeden uzaktı fakat her zamanki gibi ciddiydi. Gözlerimin tam içine bakıyordu. Korkuyordum fakat öfkem içimdeki cesareti de benimle birlikte ayağa kaldırmıştı. Yine de bu cesaret balonunun babamın kalın sesiyle hemen söneceğini biliyordum. Ayakta olmam ve ona karşı gelmem sonucunda beni nasıl bir eziyet bekliyor olursa olsun bu kat etmiş olduğum büyük bir ilerleme olacaktı. Bu hareketle evde babama karşı bir isyan başlatabileceğimi biliyordum.

"Sana itaat etmek istemiyorum baba." Sesim sandığımın aksine çaresizlikle doldurulmuştu. Sertti fakat cesaretten çok uzaktı. "Artık senden dayak yemek istemiyorum baba," kafamı iki yana sallıyordum. "Senin bizi çöpmüşüz gibi kullanmanı istemiyorum. Bize bir hiçmişiz gibi davranmanı istemiyorum. Bana ne yaparsan yap baba! Artık senin iğrenç isteklerini yerine getirmeyeceğim."

Korkuyla babama bakarken kaşlarını yukarı kaldırmıştı. Şaşırmışa benziyordu, onu ilk kez şaşırmış bir yüz ifadesiyle görüyordum. Masaya eğildi ve dirseklerini masaya koyup ellerini yüzünün hemen önünde birleştirerek bana baktı.

"Bana isyan mı ediyorsun Lacender?" Sesi hafif bir alaycılık barındırıyordu. Öfkesi birazdan her şeyi yerle bir edecekmiş gibi dingin fakat patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Ortamda fırtına öncesi sessizlik hakimdi. "Kaç hafta oldu?" diye sordu babam kaşlarını kaldırarak. "Benden dayak yemeyeli kaç hafta oldu, saydın mı? Eminim annenin hasta olduğunu da biliyordun öyle değil mi Lecander?"

Sokağın SonuWhere stories live. Discover now