BÖLÜM -1- "PSİKOPAT"

10.9K 569 313
                                    

"Çorbalarınızı için." Babamın sesi oldukça rahat ve ciddiydi. Hiçbir şey olmamış gibi kaşığını sıcak çorbanın içine daldırırken boş bir şekilde önüne bakıyordu.

Bir süre hiçbirimiz kıpırdayamadık. Ortamda duyulan tek ses babamın kaşığının çorba tabağına çarpma sesi ve kardeşlerimin kesik hıçkırıklarıydı. Korkudan doğru düzgün ağlayamıyorlardı bile. Hareket edemeyecek kadar şok yaşıyorduk. Annem laminat parkelerin üzerinde ölü bir şekilde yatıyordu, akan kan sanki benim damarlarımdan çekilmiş gibiydi.

İkiz kardeşlerim ağlamaya başladılar, bu normal bir ağlama değildi. Bağırıyorlardı. Ve bu babamın hiç hoşlanmadığı bir şeydi.

Masaya vurulan yumruk, birden yerimizden zıplamamıza neden oldu. Ses kulaklarımızda yankılanırken herkes aniden kafasını babama çevirdi. Hepimizin gözleri iri iri açılmıştı. Babamın öfkesi suratına pek yansımasa da hareketlerinden belli oluyordu. Gözleriyle hiçbirimize bakmıyordu, emirleri için itaat bekliyordu fakat bunu yapamayacak kadar da çok kokuyorduk.

Babamdan, onun itaatlerini bile yerine getiremeyecek kadar çok korkuyorduk.

"Ağlamayı kesmezseniz çok kötü olacak," dedi babam bu sefer öfke saçan bir sesle. Yeşil gözleri seyiriyordu; psikopatça vaatler kokuyordu fakat bekliyordu, bize zaman tanıyordu.

Ablamlar ve kardeşlerim gözlerini sildikten sonra teker teker kaşıklarına uzandılar. Herkes yapması gereken şeyi biliyordu, babamın karşı konulamaz emirlerini yerine getirmek. Ona itaat etmek ve asla sözünden çıkmamak.

Onun tehlike saçan yeşil gözleriyle bir an bile karşılaşmak istemiyorduk. Korku tüm bedenimi tırmalayıp zonklatırken şaşkınlığım halâ üzerimdeydi. Ağzım açılmıyordu, dudaklarım birbirine kenetlenmişti fakat içimde büyük bir kasırga vardı. Bu kasırga söylenecek milyonlarca sözü savuruyordu, onu oluşturan duygular vardı. Saf nefret ve öfke. Kasırga öyle şiddetliydi ki içimdeki bütün iyi şeyleri yerle bir ediyordu. Bedenim büyük bir harabeydi; umutsuzlukla dolmuş bir enkaz.

Doğru, hiç umut yoktu. Neyin umudu olabilirdi ki? Neyin sevinci olabilirdi? İyi olan hiçbir duyguyu kalbim öğrenememişti. Kimse öğretmemişti, aksine her zaman acı öğretilmişti bedenime. Çok iyi bir şekilde biliyordum acı ne demekti. Bedenimi nasıl bir hisle kavurduğunu ve iyi olan tüm duyguları ezip geçtiğini çok iyi biliyordum. En çok merak ettiğim bir şey vardı. Onu kimse öğretmemiş, kimse yaşatamamıştı. Kendi kendime soruyordum sürekli: "Mutluluk ne demek Lacender?"

Mutluluk ne demek Lacender?

Mutluluğu hiç hissettin mi Lacender? Hiç ucundan kopartıp tattın mı? Tenine dokunuşunu hissettin mi hiç? Mutluluk kalbine uğradı mı hiç Lecander?

Hayır, cevap büyük bir hayırdı. Kalbim açlaşmıştı artık, mutluluğa açtı. Sevgiye de açtı belkide. Ruh hastası bir annenin beş çocuğuna paylaştırdığı sevgisinden bana ne kadar düşerdi? Annem daha önce beni sevdiğini hiç söylememişti. Kardeşlerime de söylememişti. Daha çok büyük ablam anne gibi şefkat gösterirdi bize, bizimle konuşup moral verirdi. Fakat sürekli eziyet çeken bir ruh, sevgisini ne kadar gösterebilirdi ki? Acı içinde kıvranırken nasıl teselli edebilirdi? İçinde sevgi barındırmayan biri nasıl başka birini sevebilirdi?

Baba. Artık bir baba değil aynı zamanda bir katildi. Kendi karısını öldüren bir psikopat.

Katil baba. Tanıma daha çok uyuyordu artık. Çocuklarını acıdan esirgemeyen bir baba. Dövmeyi kendine meslek edinmiş, her gün kendi varlığıyla etrafa korku saçan bir baba. Konuştuğunda sözleri iyi olsa da içimizi paramparça eden bir baba. Zihnim tünelin sonundaki ışığı her zaman saklamıştı. Işık umuttan çok uzaktı. Yine de her zaman oradaydı ve ben bir gün o ışığa ulaşacaktım. Bunun umuduyla ayaktaydım ve annem gibi aklımı oynatmamak için her gün babamın aksine psikolojimi sağlam tutmaya çalışıyordum. Fakat kim bilir belkide tünelin sonundaki ışık, çarpmak için bana doğru gelen bir trenin farları da olabilirdi.

Sokağın SonuWhere stories live. Discover now