dört

77 10 16
                                    

Bulutlar içlerinde biriktirdikleri gözyaşlarını hızlıca yeryüzüne gönderirken her birinden ardı sıra kopan yaşlar kaldırım kenarındaki su birikintilerine çarpıyor, birikmiş suyun üzerinde saniyelik bir iz bıraktıktan sonra diğerlerinin arasına kar...

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


Bulutlar içlerinde biriktirdikleri gözyaşlarını hızlıca yeryüzüne gönderirken her birinden ardı sıra kopan yaşlar kaldırım kenarındaki su birikintilerine çarpıyor, birikmiş suyun üzerinde saniyelik bir iz bıraktıktan sonra diğerlerinin arasına karışıp gözden kayboluyordu. Bazısı kaldırımlarda nereye gittikleri belli olmayan, hayatın koşuşturmasına ayak uydurmuş insanların kirpiklerini ıslatırken bazısı oturduğum kafenin tam karşımdaki pencerelerine çarpıp yavaşça yere süzülüyordu. Ekimin son günüydü ve bir hayli yağmurluydu.

Beyaz gömleğinin hemen altına, siyah pantolonun üstüne koyu kahverengi bir önlük bağlamış olan genç garson önüme yaklaşık üç dakika önce sipariş ettiğim filtre kahveyi bırakırken kafenin her köşesine bir tane konulmuş küçük hoparlörlerden Chopin'den Nocturne çalıyordu. Parmaklarım ben fark etmeden açık renkli ahşap masada hareket etmeye başladı, yağan yağmur bu eşsiz esere kısık bir sesle eşlik ediyordu. Kim Jongdae beraberinde getirdiği yağmur kokusuyla tam karşımdaki sandalyeye oturduğunda kahve kokusunun eşliğinde hareket eden parmaklarıma dalmış haldeydim, karşımdaki sandalyeyi çekmeden önce geldiğini fark etmedim.

"Selam." dedi, yağmurdan ıslanmış siyah saçlarını karıştırarak. Gözlerim dağılan fakat sonra eliyle tekrar eski haline getirdiği saçlarında birkaç saniye hapsolduktan sonra onları en az önümdeki kahve kadar sıcaklık yayan kahverengi gözlerine çekmeyi başardım ve dudaklarındaki gülümsemenin kendiminkilere de bulaşmasına izin vererek "Selam." dedim.

Sandalyeye iyice yerleşirken "Son görüşmemizden bu yana nasılsın?" diye sordu. Bu sırada biraz önce kahvemi getiren genç garson Jongdae'nin siparişini almak için yine yanımıza gelmişti. Jongdae de benim gibi bir fincan filtre kahve sipariş etti. Garson yanımızdan gider gitmez "Pazartesi gününden itibaren mi soruyorsun yoksa dünkü telefon konuşmamızdan itibaren mi?" dedim.

Dün akşam müsait bir vakitte buluşmak istediğini söylemek için aramıştı. Ezbere bildiğim numarasını görünce bir anlık irkilsem de şaşırmamıştım. Byun Baekhyun hakkında konuşmamız gerekiyordu, bu yüzden zaten aramasını ve böyle bir buluşma ayarlamayı bekliyordum fakat onunla bu şekilde karşılıklı oturmayalı beş yıl olmuştu, garip bir heyecanın beni etkisi altına almasına engel olamıyordum.

Yüzüne acı bir gülümseme oturdu. "Beş yıldan bu yana."

Sesinde bir ima ya da bir dokundurma yoktu. Sanki beklendik bir şekilde yollarımız ayrılmış da yıllar sonra tesadüfen karşılaşmışız gibi bir edayla sormuştu. Beş yıl öncesi için beni suçlamadığını zaten biliyordum ama beni suçlamadığını bilmek kalbimi daha çok acıtıyor, daha fazla sıkıştırıyordu. Sanki tavır yapsa, yüzüme bakmasa daha iyi hissederdim. Nezaketi benim için işleri zorlaştırıyordu.

"İyi." Omuz silktim. "Ne kadar iyi olunabilirse o kadar iyi olmaya çalıştım." Gözlerimi kahverengilerinden kaçırıp yağmur damlalarının arkasından görünen caddeye diktim. Gözlerinin içine bakarak yalan söylemekte hiçbir zaman başarılı olamamıştım. "Sen?"

five oh fiveWhere stories live. Discover now